Türkler - Cilt 19.pdf

June 10, 2018 | Author: Niccolo Machiavelli | Category: Documents


Comments



Description

TÜRKLER CĠLT 19 TÜRK DÜNYASI

YENĠ TÜRKĠYE YAYINLARI 2002 ANKARA 1

YAYIN KURULU

2

DANIŞMA KURULU

3

KISALTMALAR

4

ĠÇĠNDEKĠLER TÜRKLER 1 YAYIN KURULU ..................................................................................................................... 2 DANIġMA KU ......................................................................................................................... 3 KISALTMALAR ...................................................................................................................... 4 B. Ekonomik Değerlendirmeler .......................................................................................... 11 Sovyet Sonrası Orta Asya GeçiĢ Ekonomilerinin Sorunları ve Entegrasyonunun Geleceği / Dr. Talaybek Koyçumanov - Dr. Temirbek BobuĢev [s.15-23]........................ 11 Avrasya'da Piyasa Ekonomisine GeçiĢin On Yıllık Bilançosu / Yrd. Doç. Dr. Güngör Turan [s.24-30] ..................................................................................................................... 25 C. Sosyal Değerlendirmeler ............................................................................................... 32 Türkiye'nin Türk Dünyasındaki Eğitim-Öğretim Faaliyetleri / Prof. Dr. Turan Yazgan [s.31-40] ................................................................................................................................ 32 Sovyet Sonrası Orta Asya Cumhuriyetlerinde ModernleĢme, Siyaset ve Ġslam / Prof. Dr. Shirin Akiner [s.41-46] ......................................................................................................... 47 XX. Yüzyılda Tataristan ve Orta Asya'da Tasavvufî Hareketler / Prof. Dr. Thierry Zarcone [s.47-54] ................................................................................................................. 56 Sovyetler Birliği Döneminde Orta Asya ve Kafkaslar'da Sûfî Tarikatlar / Prof. Dr. Osman Türer [s.55-61] ...................................................................................................................... 70 D. Dil ve Kültür .................................................................................................................... 81 Türk Dünyasının Güncel Konusu: Ortak Türkçe / Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul Yaman [s.62-68] ................................................................................................................................ 81 Dil Planlaması Bağlamında Türk Yazı Dillerinin Görünümü / Yrd. Doç. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ [s.69-87] ........................................................................................................ 93 Semantik ve Pragmatik Benzerlikleri ve Özellikleri Ġle Türkçe Deyimler / Doç. Dr. Raushan A. Avakova [s.88-95] .......................................................................................... 126 Türk Dünyasında Atasözlerinin KarĢılaĢtırılması Üzerine Bir Deneme / Hasan Ülker [s.96-104] ............................................................................................................................ 140 Kopuz ve Türk Dünyası Halk Çalgıları / Ġrfan Gürdal [s.105-111] ................................... 164

5

DOKSAN ALTINCI BÖLÜM AZERBAYCAN CUMHURĠYETĠ XXI. Yüzyılda Dünya Siyasetinde Azerbaycan ve Petrol / Haydar Aliyev [s.115-120] .. 177 Azerbaycan Cumhuriyeti / Prof. Dr. Musa Gasımov [s.121-147] ................................... 186 A. Azerbaycan Bağımsızlık Mücadelesi .......................................................................... 228 Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (1918-1920) / Dr. Mehman A. Damirli [s.148-156] ......... 228 Azerbaycan Türklerinin Ġstiklâl Mücadelesi Önderi Ebulfez Elçibey / Prof. Dr. Kâmil Veli Nerimanoğlu [s.157-161] ................................................................................................... 244 Azerbaycan'ın Bağımsızlık Sürecinde Azerbaycan Halk Cephesi'nin Yeri / Hakan CoĢkunaslan [s.162-166] ................................................................................................... 252 B. Ermenilerin Azerî Türklerine KarĢı Katliamları .......................................................... 260 Batı Azerbaycan: Etno-Politik DeğiĢiklikler ve Ermenistan'ın Kurulması (1801-1921) / Dr. Rafik Firuzoğlu Safarov [s.167-174] ........................................................................... 260 Ġrevan (Revan) Vilayetindeki Demografik DeğiĢiklikler Üzerine / Dr. Hacar Y. Verdiyeva [s.175-180] .......................................................................................................................... 272 Ermenilerin Azerî Türklerine KarĢı Terör ve Katliamları (XX. Yüzyıl BaĢları) / Doç. Dr. Sani Tofigoğlu Hacıyev [s.181-194] .................................................................................. 283 Türk Dünyasının Kanayan Yarası: Karabağ / Araz Aslanlı [s.194-208] .......................... 305 C. Sosyal ve Ekonomik Yapı ............................................................................................ 329 Azerbaycan: GeçiĢ Döneminin Ġlk On Yılında Sosyo-Ekonomik ve Siyasel GeliĢmeler / Prof. Dr. ġefik Alp Bahadır [s.209-216]............................................................................. 329 Azerbaycan'ın Etnik ve Demografik Yapısı / Elnur Ağaoğlu [s.217-226] ....................... 343 D. Dil, Edebiyat ve Basın .................................................................................................. 361 Azerbaycan Türkçesi / Yrd. Doç. Dr. GülĢen Seyhan AlıĢık [s.227-243]........................ 361 Azerbaycan'ın Devlet Dili Siyaseti / Prof. Dr. Kâmil Veli Nerimanoğlu [s.244-251] ...... 395 Azerbaycan Divan Edebiyatı / Prof. Dr. Ahmet Pirverdioğlu [s.252-261]....................... 408 Modern Azerbaycan Edebiyatı / Yrd. Doç. Dr. Salih OkumuĢ [s.262-274] ..................... 427 Azerbaycan'da "Meyhana" / Dr. Süleyman ġenel [s.275-286] ........................................ 449 XX. Yüzyıl Azerbaycan Demokratik Basını / Doç. Dr. Mehmet Ġsmayıl [s.287-296] ....... 473 Azerbaycan'da Eğitim ve Basın / Yrd. Doç. Dr. Nesrin Sarıahmetoğlu Karagür [s.297-307] .......................................................................................................................... 488 E. Nahçıvan ....................................................................................................................... 510 6

Nahçıvan / Yrd. Doç. Dr. Ġbrahim Ethem Atnur [s.308-313] ............................................ 510

DOKSANYEDĠNCĠ BÖLÜM KAZAKĠSTAN CUMHURĠYETĠ ÖktemĢildik Me, Elde Demokrasya mı?”1 / Nursultan Nazarbayev [s.317-321]............ 521 Kazakistan Cumhuriyeti / Prof. Dr. Manas K. Kozıbaev - Sattar F. Majitov [s.322-338] .......................................................................................................................... 529 Bağımsızlığının 10. Yılında Kazakistan Cumhuriyeti / Yrd. Doç. Dr. Orhan Söylemez [s.339-363] .......................................................................................................................... 556 A. Siyasî DüĢüncenin GeliĢimi ........................................................................................ 600 Kazakistan'da Milliyetçilik / Yrd. Doç. Dr. Meryem Kırımlı [s.364-368] .......................... 600 Kazak Siyasî DüĢüncesinin GeliĢimi ve Kazak Gazetesi (1913-1918) / Ġbrahim Kalkan [s.369-387] .......................................................................................................................... 608 B. Ekonomik GeliĢmeler ................................................................................................... 641 Bağımsızlığından Bugüne Kazakistan'daki Ekonomik GeliĢmeler / Prof. Dr. Emin Çarıkçı [s.388-397] ............................................................................................................. 641 Çarlık Ġdaresindeki Kazakistan'da Ticarî Hayat / Yrd. Doç. Dr. Seyfullah Yalın [s.398-407] .......................................................................................................................... 653 C. Dil ve Edebiyat .............................................................................................................. 671 Kazak Dili ve 1990'lardaki Yeni Dil Politikası / Prof. Dr. Eleonora Süleimenova - Doç. Dr. Dana K. Akanova [s.408-414] ............................................................................................ 671 Kazakistan Cumhuriyeti'nin Dil Siyasetine Sosyo-Lengüistik Bir YaklaĢım / Yrd. Doç. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ [s.415-423] ............................................................................ 682 Muhtar Avezov ve Abay Yolu / Ekrem Ayan [s.424-428] ................................................. 697 D. Kültür ve DüĢünce Hayatı ............................................................................................ 706 Kazak Göçebe Kültürünün Karakteri / Prof. Dr. Aigül Bokayeva [s.429-437] ............... 706 BolĢevik Ġhtilalinden Önce Kazak Türklerinde Eğitim, Kültür ve Fikir Hayatı / Dr. A. Kayyum Kesici [s.438-447] ................................................................................................ 720

DOKSANSEKĠZĠNCĠ BÖLÜM Kırgızistan Cumhuriyeti .................................................................................................... 737 Kırgızistan: GeçmiĢte, Bugün ve Gelecekte / Askar Akayev [s.451-453] ...................... 737 7

Kırgızistan Cumhuriyeti / Prof. Dr. Tınçtıkbek Çorotekin [s.454-484] ............................ 742 A. Siyasî GeliĢmeler ve DıĢ Politika ................................................................................ 790 Kırgızistan'ın Diplomatik ĠliĢkileri / Prof. Dr. Asan S. OrmuĢev [s.485-491] .................. 790 Kırgızistan Cumhuriyeti'nin DıĢ Politikasına Genel BakıĢ / Zakir Chotoev [s.492-506] .......................................................................................................................... 802 Bağımsız Kırgızistan: GeçiĢ Politikaları / Dr. Rafis Abazov [s.507-517] ........................ 825 Kırgızların Siyasal-Tarihsel Bir Ġncelenmesi / Gregory R. Koldys [s.518-527] .............. 843 Sovyet Sisteminde Kırgızistan: Millî Devletin ĠnĢaası ve Millî Kimliğin DoğuĢu / Dr. Rafis Abazov [s.528-537] ................................................................................................... 860 B. Sosyal ve Kültürel Hayat ............................................................................................. 877 Göçebe Kırgızların Oba (Avul) TeĢkilâtı / Amantur Japarov [s.538-543] ....................... 877 Kırgız Halkı ve Geleneksel Kültürleri / Prof. Dr. Aydarbek S. Koçkunov [s.544-550] ... 887 Kırgız Türklerinin Günlük Hayatında Gelenekler ve Halk ĠnanıĢları / Kemal Polat [s.551-559] .......................................................................................................................... 898 Çarlık Döneminde Kırgızistan'da Kültürel Hayat / Dr. Askarbek Bedalbayev [s.560-565] .......................................................................................................................... 914 C. Ekonomik GeliĢmeler ................................................................................................... 922 Kırgızistan'da DıĢ Ticaretin GeliĢimi ve Türkiye Ġle ĠliĢkiler / Yrd. Doç. Dr. Fahri Solak [s.566-577] ......................................................................................................................... 922 D. Dil ve Edebiyat .............................................................................................................. 932 Kırgız Türkleri ve Kırgız Türkçesi / Doç. Dr. Hülya Kasapoğlu Çengel [s.578-595] ...... 932 Kırgız Türkçesi / Doç. Dr. Gülzura Cumakunova [s.596-606] ......................................... 946 Kırgız Kültürünün Bazı Özellikleri ve Manas Destanı / Meral Gölgeci Kalfa [s.607-612] .......................................................................................................................... 967 Destandan Romana Kırgız Kültür Mirası ve Cengiz Aytmatov Örneği / Yrd. Doç. Dr. Ali Ġhsan Kolcu [s.613-621] .................................................................................................... 981

DOKSANDOKUZUNCU BÖLÜM Özbekistan Cumhuriyeti ................................................................................................... 997 Bölgecilik ve Uruğ Oymakçılık / Ġslam Kerimov [s.625-627] ........................................... 997 Özbekistan Cumhuriyeti / Mehmet Seyfettin Erol [s.628-642] ...................................... 1002 8

Özbekistan Cumhuriyeti / Nilüfer Avcı IĢık [s.643-647]................................................. 1030 A. Siyasî GeliĢmeler ........................................................................................................ 1037 Bağımsızlık Sonrası Rusya-Özbekistan ĠliĢkileri / Nâzım Cafersoy [s.648-659] ......... 1037 11 Eylül Saldırılarının Özbekistan DıĢ Politikası Üzerindeki Etkileri / Nermin Guliyeva [s.660-664] ........................................................................................................................ 1057 B. Etnik ve Demografik Yapı .......................................................................................... 1066 Bağımsız Özbekistan'da Göç ve Demografik DeğiĢimler / Dr. Rafis Abazov [s.665-671] ........................................................................................................................ 1066 Sovyet Sonrası Özbekistan'da Kırsal Kesimde Özbek Kimliğinin Yeniden ġekilleniĢi / Doç. Dr. Russel Zanca [s.672-682].................................................................................. 1076 C. Ekonomik GeliĢmeler ................................................................................................. 1095 GeçiĢ Döneminde Özbekistan Ekonomisi / Anar Somuncuoğlu [s.683-692] .............. 1095 Özbekistan ve Diğer Orta Asya Ülkelerinde Tarım Reformu / Dr. Peter C. Bloch [s.693-701] ........................................................................................................................ 1112 D. Edebiyat ...................................................................................................................... 1125 Özbek Edebiyatında Tiyatro Türü Üzerine / Dr. Aynur Öz [s.702-708] ......................... 1125

YÜZÜNCÜ BÖLÜM Türkmenistan Cumhuriyeti ............................................................................................ 1137 Bağımsız ve Sürekli Tarafsız Türkmenistan / Saparmurat TürkmenbaĢı [s.711-719] . 1137 Türkmenistan / Prof. Dr. Muhammet Aydoğduyev [s.720-737] .................................... 1153 Türkmenistan Cumhuriyeti / Mehmet Seyfettin Erol [s.738-756] ................................. 1182 A. Siyasî GeliĢmeler ve DıĢ Politika .............................................................................. 1217 Türkmenistan'ın Bağımsızlık GiriĢimleri ve Rusya / Elnur Soltan [s.757-767] ............ 1217 Türkmenistan Devleti'nin DıĢ Siyaseti ve Daimî Tarafsızlık Statüsü / Mehmet Seyfettin Erol [s.768-775] ................................................................................................................ 1235 B. Ekonomik GeliĢmeler ................................................................................................. 1249 Saparmurat TürkmenbaĢı Önderliğinde Türkmenistan ve Sosyo-Ekonomik Reform Stratejisi / Yrd. Doç. Dr. Güngör Turan [s.776-785] ....................................................... 1249 Bağımsızlıktan Günümüze Türkmenistan Ekonomisi / Saule Baitzhaunova [s.786-794] ........................................................................................................................ 1265 9

Bağımsızlıktan Günümüze Türkmenistan'da Ġktisadî Kalkınma Stratejisi ve Abadancılık / Mehmet Seyfettin Erol [s.795-800] ................................................................................ 1281 C. Sosyal ve Kültürel Hayat ........................................................................................... 1290 Türkmenistan'ın Demografik Yapısı / Yrd. Doç. Dr. Fahri Solak [s.801-807] ............... 1290 Türkmenistan'da Sosyal Yapı / Yrd. Doç. Dr. DurmuĢ Tatlılıoğlu [s.808-814] ............. 1302 Türkmenistan'da Eğitim ve Bilgisayar / Prof. Dr. Aman Hanberdiyev [s.815-827] ..... 1314 Türkmenlerde SavaĢ Sanatı ve Silahlar (Vı-XVI. Yüzyıllar) / Prof. Dr. Ovez A. Gündogdiyev [s.828-834] ................................................................................................ 1337 Türkmen Atı / Yrd. Doç. Dr. Ali Abbas Çınar [s.835-839] .............................................. 1348 D. Dil ve Edebiyat 1355 Türkmen Dili / Doç. Dr. Mämmetdurdı Sarıhanov [s.840-848] ...................................... 1355 Yeni Türkmen Edebiyatı / Doç. Dr. Berdi Sarıyev [s.849-859] ...................................... 1369 Türkmen Edebiyatından ÇağdaĢ Türk Dünyası Edebiyatına Doğru / Dr. Salim Çonoğlu [s.860-871] ........................................................................................................................ 1388 Türkmenistan'da Destan Dünyası / Yrd. Doç. Dr. Mustafa Arslan [s.872-877] ............ 1409 Türkmen Halk Edebiyatında Destan Geleneği / Yrd. Doç. Dr. Melek Erdem [s.878-884] ........................................................................................................................ 1420

YÜZBĠRĠNCĠ BÖLÜM Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ........................................................................ 1433 Kıbrıs Meselesi Halledilmeli / Rauf DenktaĢ [s.887-888]............................................... 1433 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti / Ülker Güzel [s.889-904] ............................................ 1436 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Tarihi / Prof. Dr. Clement Dodd [s.905-912] ........ 1464 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti / Ġsmail Bozkurt [s.913-921]........................................ 1476 Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kıbrıs / Dr. Ahmet Gazioğlu [s.922-945] ........................... 1495 Rum Mezalimi ve Kktc'ye Doğru / Dr. Ahmet Gazioğlu [s.946-965] ............................. 1539 Kıbrıs'ta Osmanlı Kültür Mirasına Genel Bir BakıĢ / Doç. Dr. Netice Yıldız [s.966-993] ........................................................................................................................ 1574 ÇağdaĢ Kıbrıs Türk Edebiyatı / Prof. Dr. Harid Fedai [s.994-1007] .............................. 1626

10

B. Ekonomik Değerlendirmeler

Sovyet Sonrası Orta Asya GeçiĢ Ekonomilerinin Sorunları ve Entegrasyonunun Geleceği / Dr. Talaybek Koyçumanov - Dr. Temirbek BobuĢev [s.15-23] DR. TALAYBEK KOYUMANOV Eski Maliye Bakanı, Alık AraĢtırmalar Merkezi BaĢkanı / Kırgızistan TEMĠRBEK BOBUġEV Amerikan Üniversitesi / Kırgızistan Sovyet ardılı ülkeler arasındaki ekonomik iliĢkileri değerlendirdiğimiz zaman, BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu), Gümrük Birliği, MAB (Merkezi Asya Birliği), GUUAM (Gürcistan-UkraynaÖzbekistan-Azerbaycan-Moldova) gibi birleĢmeler arasında daha çok geliĢmiĢ olanı Ocak 1994 yılında kurulmuĢ Merkezi Asya Birliği‟dir. Merkezi Asya Kalkınma Bankası‟nın oluĢturulması ve bu banka aracılığıyla ülkelerin ortak çıkarları kapsamında olan somut projeler için kredi verilmesi bunun bir kanıtıdır. Bu, mevcut sorunların ortak çabalarla çözümlenebileceğine bir örnektir. Fakat, bu tür münferit örnekleri dikkate almazsak, genelde Orta Asya ülkeleri, entegrasyon yolunda gereken ilerlemeyi kaydedememiĢler. BDT‟de olduğu gibi, burada da çok sayıda belgeler kabul edilmekte, ancak bunların büyük çoğunluğu, özellikle tarife ve tarife dıĢı düzenlemeler, vergi mevzuatlarının uyumlaĢtırılması, iĢgücünün, malların ve hizmetlerin serbest dolaĢımı yolundaki her türlü bürokratik engellerin kaldırılmasına iliĢkin düzenlemeler uygulanmamaktadır. Post Sovyet mekandaki entegrasyon sürecinin analizine ve bu konudaki somut önerilere geçmeden önce, siyasi nedenler dıĢında nelerin iktidarda bulunanları bu birlikleri oluĢturmaya (en azından gelinen noktada bu tür birleĢmelerin etkili olmadığı görülmüĢtür) ittiğini açıklamak yerinde olacaktır. Post Sovyet Mekanda Ekonomik Toplulukların OluĢturulması Nedenleri Ekonomik birleĢmelerin oluĢum nedenleri yeterince açıktır. Orta Asya cumhuriyetlerine gelince, bu ülkeler SSCB‟den bir ekonomik potansiyeli miras almıĢlar. Bu potansiyel, yapısı, üretim, güçlerinin dağılımı, kullanılan teknoloji, üretim yönetim ilkeleri açısından etkileĢim içinde olan ve eskiden bir bütün olan ekonominin bir parçasını oluĢturmuĢtur. Buna göre de, bir zamanlar var olan çok yönlü ekonomik iliĢkiler sisteminin parçalanma süreci sonucunda dağılması, yeni bağımsızlık elde etmiĢ devletlerde ekonomik gerilemeye neden oldu. Ortak ekonomik mekanı koruyup saklama çabaları, dıĢ ticaretin liberilizasyonu ve SSCB‟nin ayrı ayrı bağımsız devletlere ayrılması sonucunda baĢarısızlığa uğramıĢtır. 1992-1999 yılları arasında BDT ülkeleri arasındaki dıĢ ticaret hacmi üç kattan daha çok azalmıĢtır. Tacikistan ve Rusya dıĢındaki tüm Topluluk ülkelerinde dıĢ ticaret göstergeleri düĢmüĢtür. 1990‟lı yılların ortalarında dıĢ ticarette gözlenen kıpırdama da umutları yeĢertmedi ve 1998 krizi yeni bir düĢüĢün yaĢanmasına neden oldu. Mali krizin Orta Asya ülkelerinde Rusya‟daki kadar tahrip edici olmamasına rağmen, kriz sonrası

11

ekonomik durum ayrı ayrı ülkelerde, özellikle Kırgızistan‟da (hatta GSYĠH‟deki küçük miktardaki artıĢa rağmen) oldukça istikrarsızdır. Tacikistan ve Belarus dıĢındaki post Sovyet ülkelerin çoğunluğunun “uzak ülkelerle” dıĢ ticaret eğilimlerinin artması ve eski SSCB mekanı haricinde yeni ekonomik stratejilerin oluĢturulması yönündeki çabalar beklenilen sonucu vermedi. Post Sovyet ülkeleri genelde ham madde ihraç etmekte ve tüketim mallarını ithal etmektedirler. Ġç pazarlar “uzak ülkelerden” ithal edilen mallarla aĢırı doyurulmuĢtur ve ulusal üretim kapasitesi çok düĢük düzeyde kullanılmaktadır. Her türlü bürokratik ve ekonomik engeller, gümrük alanındaki sınırlamalar dahil, korumacılık önlemleri devletlerarası iĢ birliğinde ek zorluklar doğurmaktadır. Üretim kapasitesinin azalması sonucunda büyük çapta iĢsizlik meydana gelmiĢ ve hızla artmıĢtır. Bunun sonucunda halkın refah düzeyi devamlı olarak düĢmüĢtür. Ekonomistlerin değerlendirmelerine göre, kriz yıllarında Orta Asya ülkelerinde üretimdeki düĢüĢ, %50 oranında BDT ülkeleriyle dıĢ ticaret hacminin azalmasından ve sadece %20 oranında iç talebin azalmasından kaynaklanmaktadır. Açıktır ki, ekonomik politikadaki baĢarısızlıklar ve halkın büyük çoğunluğunun yoksullaĢması post Sovyet ülkelerde sosyal ve siyasi gerginliğin artmasına neden olmuĢtur. Reform döneminde bu tür harcamaların doğal olduğunu halka anlatmak zordur. Gerginliğin azaltılması için, ülke iktidarları tarafından doğal olarak entegrasyon sorunlarının çözümlenmesi yönünde çabalar gösterilmiĢ ve bu konuda defalarca yüksek sesle resmi beyanlarda bulunulmuĢtur. Doğal olmayan ise tüm bunların büyük bir ataletlilikle gerçekleĢtirilmiĢ olmasıdır. Ekonomik BirleĢmelerin Etkinliği ve Entegrasyon Sorunları 1997‟nin sonlarına doğru BDT ülkeleri düzeyinde kabul edilmiĢ 880 ortak belgeden sadece 130‟u uygulanmıĢtır. Bu da ilgili birimlerin çalıĢmalarının etkisizliğini göstermektedir. Uzmanlar, BDT‟nin kurumsal ve hukuki yapılarının çok zayıf olmasını onun henüz Ģekillenememesinin ve etkinsizliğinin nedeni olarak göstermektedirler. Aynı durum bazı değiĢiklerle Merkezi Asya Birliği için de geçerlidir. Post Sovyet mekanında henüz bir birleĢme ortamı oluĢmamıĢtır. Ülkeler ise biribirine tolerans göstermeyi henüz öğrenememiĢler. Bunu ileride göreceğiz. Buna rağmen, ülkeler arasındaki karĢılıklı çıkara dayanan iĢ bölümü, üretimdeki uzmanlaĢma ve iĢ birliğinden doğan olanakların kullanılması öncelikli amaç olmuĢtur. Böyle bir iĢ birliği, Orta Asya ülkelerine, sınırlı maddi ve mali kaynakların ortak çıkarlara yönelik daha öncelikli alanlara yönlendirilme, ayrıca entegrasyon alanında uyumlu ekonomik strateji hazırlama olanağı sağlayacaktır. Bu sorunların çözümüne giriĢmeden önce çıkarların örtüĢtüğü alanların, ekonomik reformların yönlerinin açıkça belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde, “yukarıların” aldığı tüm kararlar, Ģu ana kadar sık sık görüldüğü gibi, kâğıt üzerinde kalacaktır. Dahası, bu tür politika, genelde ters tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. VatandaĢların çok sayıdaki mektupları ve kitle iletiĢim araçlarında ifade olunan hoĢnutsuzluklar bunu teyit eder niteliktedir. Bu yankılar bazen beklenmedik hâl almaktadır.

12

Örneğin, uzak mesafelere yük taĢımacılığı yapan Kırgızistan Ģoförlerinin ülke yönetimine müracaatında,

“Kazakistan‟ın

trafik

polislerinin

Kazakistan‟ı

Kırgız

polislerinin

Kırgızistan‟ı

sevdiklerinden daha çok sevdikleri” belirtilmektedir. ünkü Kırgızistan memurları, yabancı taĢımacılar için daha düĢük tarifeler belirlemiĢler. Bu davranıĢ biçiminde mevcut durumdan paradoksal çıkıĢ yolu önerildiği görülmektedir: “Onlar bize engeller yaratıyorsa, biz de aynı Ģekilde karĢılık verelim, yeter ki, gelip de iĢimizi elimizden almasınlar”. Merkezi devlet gazetesi “Veçerniy BiĢkek”te verilen bu haber, entegrasyon sorununun had safhaya geldiğine ve geleneksel çözüm yollarının sorunu çıkmaza götürdüğüne tipik bir örnektir. Ekonomik parçalanmanın devam etmesinden sık sık dem vurulmaktadır. Neden durum böyledir ve resmi makamlar ne zaman bu durumu tersine döndürebilecekler? Entegrasyonun amacının “art niyetli” olmadığı ve bu amacın dünyadaki bölgesel iĢ birliğine yöneliĢlerle örtüĢtüğü konusunda bir kuĢku olmamakla birlikte, entegrasyon süreci çeĢitli nedenlerden dolayı kendi içinde çeliĢkili ve ataletli olmuĢtur. Post Sovyet mekandaki bölgesel ve alt bölgesel birleĢmelerin faaliyetlerinin analizi entegrasyon sorunlarını iki kısma ayırmaya imkân verir. Birinci kısma,

ülkelerin

bölgesel,

demografik,

etnik,

sosyal,

ekonomik,

ayrıca

ulusal

kaynak

potansiyellerindeki farklılıkları nedeniyle tüm ülkelere özgü olan sorunları dahil edebiliriz. Ġkinci kısma ise, gerçekleĢtirilen reformların değiĢik eğilim, hız ve çapından kaynaklanan sorunları dahil edilebiliriz. Bu iki grup sorun üzerinde daha ayrıntılı Ģekilde duralım. Orta Asya Ülkelerinin GeçiĢ Ekonomisi Sorunları ve Bunların Entegrasyon Sürecine Etkileri 1991‟in sonlarında SSCB dağıldıktan sonra merkezi plânlı ekonomiden piyasa güçlerine dayalı sisteme geçmeyi amaçlayan ülkeler listesine 15 yeni bağımsız devlet eklendi. Bunların içinde Kırgızistan da vardır. Ortak yönlerdeki benzerlik, değiĢim aĢamasındaki sorunların benzerliğini de beraberinde getirmiĢtir. Ekonomistler, bu sorunlardan, “mali programların hazırlanması ve gerçekleĢtirilmesi sürecinde daha çok zorluk yaratan” altısını özellikle belirtmektedirler. Bunlar; üretim hacminin hızla gerilemesi, birçok hâlde para emisyonunun artıĢ hızındaki düĢüĢten sonra da bir müddet devam eden “sürünen” enflasyon, iĢletmelerin vadesi geçmiĢ karĢılıklı borçlarının ortaya çıkması, bütçe gelirlerindeki hızlı azalma, döviz kurlarıyla ilgili istikrar sürecine en iyi Ģekilde destek sağlayacak stratejinin belirlenmesi sorunu ve dıĢ mali yardımların rolüdür.1 Ancak eski Sovyet cumhuriyetlerinden her biri, diğerlerinden farklı olan ve ülkelerin yeniden yapılanma sürecine tepkisini belirleyen kendine özgü baĢlangıç Ģartlarına ve potansiyeline sahipti. Büyük enerji ve diğer doğal kaynaklara sahip olan ve bunları piyasa ekonomisine geçiĢ sürecinde ortaya çıkan olumsuz sonuçları hafifletmek için belli ölçüde kullanan Rusya, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Azerbaycan‟dan farklı olarak, Kırgızistan Cumhuriyeti bu tür kaynaklara sahip değildi. Bu olgu, piyasa ekonomisine geçiĢ yolunun seçiminde ve gerçekleĢtirilen reformların devamlılığında siyasi iktidar için belirleyici oldu.

13

Bu Ģartlar altında Kırgızistan‟ın küçük, açık ekonomilere özgü kalkınma modelini seçmesi de anlaĢılabilir. Eğer piyasayı malın mevcut ve potansiyel alıcılarının toplamı olarak algılarsak, açıktır ki, Kırgızistan‟ın iç piyasası tüm arzı (örneğin, enerji ve tarım sektörlerinin arzını) karĢılamak için yetersizdir. Aynı zamanda Kırgızistan, toplam talebi, özellikle de petrol ve petrol ürünlerine olan talebi karĢılayamamaktadır. Diğer taraftan, doğal kaynakların ve insan kaynaklarının sınırlılığının yanı sıra, Kırgızistan ekonomisi önemli ölçüde dıĢ piyasalardaki geliĢmelerden de etkilenir. Büyük ülkelerin ve ekonomilerin yürüttükleri politikalar, Kırgızistan için benzer sonuçlar vermeyebilir ve bu yüzden genelde kabul edilemez. Özellikle bu objektif nedenler Kırgızistan‟ı dıĢa açık ekonomi politikasını tercih etmeye zorlamakta ve ülkenin Gümrük Birliği‟ne ve Dünya Ticaret Örgütü‟ne girmesinde belirleyici etken olmaktadırlar. GerçekleĢtirilen yapısal reformların birinci aĢaması Kırgızistan‟ın, 1994‟ün sonları ve 1995‟in baĢlarında, ilerlemelerin devamlılığı açısından yeni bağımsız devletlerin çoğunun önünde olduğunu gösterdi. Kırgızistan‟ın, özellikle, özelleĢtirme ve arazi mülkiyetinin yeniden düzenlenmesi, fiyatların ve dıĢ ticaretin liberalizasyonu gibi alanlardaki reform çabaları uluslararası istatistik yıllıklarında çok olumlu; kamu yönetiminin yeniden yapılanması ve bütçenin konsolidasyonu gibi alanlardaki reform çabaları ise olumsuz olarak değerlendirilmiĢtir.2 Ancak reformların gerçekleĢtirilmesi hızı genelde yapılan atılımların kalitesi ile ters orantılıdır. Dolayısıyla bu, “hız mı yoksa kalite mi? ” ikilemi, belli ki ülkenin piyasa ekonomisine geçiĢi tamamlamasına dek cevapsız kalacaktır. Günümüzde post sosyalist dönüĢüm sürecinin geçen on yılına baktığımızda, reformlardaki radikalizmin ve reformlar için sürenin kısıtlılığının büyük harcamalara rağmen, Kırgızistan ekonomisine belli avantajlar sağladığı görülmektedir. ġöyle ki, bu durum en kısa sürede makroekonomik istikrara ulaĢmaya olanak sağlamıĢtır. Bu makroekonomik istikrar, enflasyonun hızla dörtlü hanelerden ikili hanelere indirilmesinde, ulusal para biriminin istikrara kavuĢmasında ve finansman kredileri için olumlu faiz oranına ulaĢılmasında görülmektedir. Fiyatların ve dıĢ ticaretin hızlı liberalizasyonu iç ve dıĢ fiyatların eĢitlenmesi sonucunu doğurdu. Bu da sonuçta, bir taraftan ulusal iĢletmeleri üretimi daha keskin yeni rekabet ortamına uyumlu kılmaya ve yeni satıĢ pazarları aramaya itti. Diğer taraftan ise iĢ piyasadaki baskılardan kurtulmaya olanak sağladı. Bu değiĢiklikler çeĢitli ürünlere verilen her türlü sübvansiyonların bütçe üzerindeki baskısını ortadan kaldırmalıydı. Ġç piyasanın doyurulmasında ticaret ve hizmet alanlarında küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin hızlı oluĢumu önemli rol oynamıĢtır. Bu da, ilk aĢamada, ekonominin bu sektörlerindeki hızlı özelleĢtirmenin bir sonucudur. Doğaldır ki, ekonominin piyasa Ģartlarına geçiĢi sürecinde gerçekleĢtirilen bu hızlı reformlar mevcut yapısal kriz ortamında bazı istikrarsızlıklara da neden olmuĢtur.3 Buna rağmen, özellikle bu radikal önlemler, dünya ekonomisindeki kendi yerini araması sürecinde Kırgızistan‟ın rekabet kabiliyetinin korunmasına olanak sağlamıĢtır.

14

Bu, eski SSCB ülkelerindeki reformların özelliği, yoğunluğu ve kapasitesiyle ilgilidir. Bu farklılaĢma, Ģüphesiz, iç potansiyele direkt bağımlı olan ekonomilerin açıklık düzeyini belirlemiĢtir. Hâlbuki, Orta Asya ülkelerinden hiçbirisi Batılı iĢ adamları için kendi mallarının potansiyel satıĢ pazarı olarak ilgi doğurmamaktadır. Bu ülkelerin kendilerinde ise korumacılık eğilimleri, özellikle grup çıkarlarından doğan herhangi bir sorunun çözümü konusunda henüz çok güçlüdür. Bu politikalar sonucu, ticarette her türlü gümrük dıĢı engeller artar. Bu da küçük ülkelerin, yürüttükleri ticariekonomik politikalardan bekledikleri çıkarların, büyük ülkelerin çıkarlarıyla uyuĢmadığını açık Ģekilde ortaya koyan bir gerçekliktir. Ulusal ekonomilerin dıĢ yardımlardan bağımlılığının değiĢik düzeylerde olması reformlardaki radikalizmin, finansman sağlayıcılar karĢısındaki taahhütlere uygun olarak farklı düzeyde olmasını zorunlu kılmaktadır. Böylece, tüm Orta Asya ülkeleri, piyasa ekonomisine doğru sanki farklı yollardan ilerlemektedirler. Kırgızistan, özellikle de satabileceği doğal kaynaklarının bulunmaması nedeniyle, ekonominin yeniden yapılandırılmasında daha radikal bir yol izlemektedir. Bazen bu geçiĢ yolu “Ģok terapisi” olarak adlandırılmaktadır. Özbekistan tarafından tercih edilen diğer bir model ise, daha kapalı bir ekonomi ve ekonomiye devletin daha aktif müdahalesini öngörmektedir. Kazakistan ve Tacikistan neredeyse, orta yol izlemektedirler. Türkmenistan‟daki reformlar modelini ise ortak bir Ģema içinde değerlendirmek çok zordur. Hangi modelin iyi olduğunu hemen söylemek çok zor. Reformların yoğunluğu açısından Kırgızistan‟ın daha çok kazandığını söylediğimiz zaman, buradaki kazancın yukarıda da değindiğimiz gibi kalite değil zaman açısından olduğunu kastetmekteyiz. Önemli olan gelinen noktayı koruyup saklayabilmektir. Fakat bu, özellikle piyasa kurallarının henüz yeni oluĢtuğu ve kurumsal değiĢimlerin ekonominin reel sektöründeki değiĢimlerden açık Ģekilde geride kaldığı bir ortamda her zaman mümkün olmayabilir. Ekonominin Daha Fazla Açıklığı-Daha Fazla Bağımlılık Ġkilemi 1998 mali krizi bir taraftan eski Sovyet cumhuriyetlerinin ekonomilerinin birbirine ne kadar entegre olduğunu, diğer taraftan ise bu ekonomilerin dıĢ etkenlerden ne kadar fazla etkilendiğini bir daha gösterdi. Tabii ki, krizin Orta Asya ülkeleri ekonomileri üzerinde etkileri farklı olmuĢtur. Bu farklılık, Orta Asya ülkelerinin kalkınmasının birçok yönünü, ayrıca ekonomik entegrasyon sorunlarının çözüme kavuĢturulmasındaki potansiyellerini belirlemektedir. Öyle düĢünülebilir ki, reformları gerçekleĢtirmek ve dıĢ ekonomik tehditlere birlikte karĢı koymak daha kolaydır. Nitekim bu, askeri-siyasi tehditler ortaya çıktığı zaman baĢarılı bir Ģekilde ortaya konmuĢtur. Ama burada durum farklıdır ve ekonomilerin istikrarlılığı çeĢitli yaklaĢımlarda saklıdır. Reform yolu seçmiĢ her bir ülke, komĢularına bakarak onların artı ve eksilerini dikkate alıyor. Fakat yapmıĢ olduğu giriĢimlerde bir Ģeyleri değiĢtirmek iktidarında olmuyor.

15

Orta Asya bölgesinde reformların açıklık düzeyine iliĢkin Özbekistan ve Kırgızistan‟ın farklı yaklaĢımları sonucu, doğal olarak, Rusya krizinin bu ülke ekonomilerine etkisi değiĢik düzeyde olmuĢtur. Özbekistan, diğer Orta Asya cumhuriyetlerine oranla bu krizden daha az etkilenmiĢtir. Bu, her Ģeyden önce, ülke ekonomisinin Rusya ekonomisiyle daha zayıf iliĢkilerinin olmasından kaynaklanmaktadır. 1998 yılında Özbekistan‟ın Rusya ile dıĢ ticareti, bu ülkenin toplam dıĢ ticaret hacminin sadece %15‟ini oluĢturmuĢtur. Bunun dıĢında devletin yürüttüğü korumacılık politikası, diğer BDT ülkeleriyle kendisi arasında çok sayıda engeller yaratmıĢtır. 1998 yılının sonuçlarına göre, Özbekistan ekonomisi büyümeye geçmiĢ ve 1999 yılının sonunda %5‟lik bir büyüme kaydetmiĢtir. Rusya ekonomik krizi daha çok döviz piyasasında hissedilmiĢ ve Som‟un kara borsada değer kaybetmesine neden olmuĢtur. Diğer makro göstergeler ise hafif Ģekilde etkilenmiĢtir. Özbekistan‟dan farklı olarak Kırgızistan, Orta Asya bölgesinde daha çok liberal dıĢ ekonomik politika uygulamaktadır. BDT üyeliğinin yanı sıra Gümrük Birliği ve Merkezi Asya Birliği‟nin üyesidir. Bunun dıĢında 1998‟den itibaren Kırgızistan, Dünya Ticaret Örgütü‟nün üyesidir. ok sayıda ortaklıklar, güçlü ekonomik iliĢkiler, ülke ekonomisinin Rusya krizinden ciddi biçimde etkilemesine neden olmuĢtur. Krizin ilk belirtileri mali piyasada hissedilmeye baĢladı ve Eylül 1998‟de borsada iĢlem hacminde hızlı bir düĢüĢ yaĢandı. Aynı anda yabancıların hazine kâğıtları piyasasından kaçıĢı baĢ gösterdi. Hazine kâğıtlarının getirisi ve banka faiz oranları hızla yükselmeye baĢladı. Bankacılık sektöründeki kriz devlet bütçesine ve kamu maliyesine yansıdı. Ġhracattaki azalma ve üretimdeki düĢüĢ bütçenin vergi gelirlerinin azalmasına neden oldu. Uluslararası Ekonomik ve Siyasi AraĢtırmalar Enstitüsü‟nün Rusya‟dan olan uzmanları, Rusya‟daki mali krizin eski Sovyet cumhuriyetlerini derinden etkilediğini vurgulamıĢlar. Ancak, bu değerlendirmeler tümüyle kabul edilemez.4 Bu değerlendirmelere göre, Rusya krizi en çok Kırgızistan‟ın dıĢ ticaretini etkilemiĢtir. 1998 yılında ihracat, geçen yıla oranla %15.2 azalmıĢ, ithalat ise %17 artmıĢtır. Sonuçta, dıĢ ticaret açığı hızlı bir Ģekilde artmıĢtır. Ancak kanımızca, burada tam tersi gerçekleĢmiĢtir. Aslında, dıĢ ticarette durumun kötüleĢmesi, mali alandaki geliĢmeleri hızlandırmıĢtır. ġöyle ki, henüz 1998 sonbaharında reel sektörde gerileme hissedilmeye baĢlamıĢ ve bu da ihracattaki düĢüĢe yansımıĢtır. Kırgızistan ekonomisindeki kriz ortamı, ülkenin tüm BDT ülkeleriyle iliĢkilerinin kötüleĢmesine neden olmuĢtur. Kazakistan, ekonomisinin açıklığı ve reformların radikalliğine göre, Özbekistan ve Kırgızistan arasında orta bir konumdadır. Bu ülke, büyük ölçüde açıklık ve korumacılık, rekabet ve ulusal iĢletmelerin desteklenmesi ilkeleri arasında denge kurmaya çalıĢmaktadır. Kazakistan, petrol, gaz, madencilik, enerji ve ulaĢım sektörlerindeki teknolojik iĢ birliği nedeniyle Rusya‟daki geliĢmelerden büyük ölçüde etkilendiği için Rusya, Kazakistan‟ın dıĢ ticaretinde lider konumundadır. Kazakistan‟ın 1998 yılındaki dıĢ ticaret hacminde, Rusya %40‟lık bir paya sahiptir. Bağımlılık, ülkelerin mali piyasalarında da görülmektedir. Rusya‟daki mali krizinin etkilerinin engellenmesi yönünde Kazakistan yönetiminin Anti-Tekel Komite aracılığıyla önlemler almasına rağmen, karĢılıklı ticari iliĢkiler nedeniyle kriz, Kazakistan‟ın iç piyasasını etkileyebilmiĢtir. Sonuçta

16

1998‟in sonlarına doğru dıĢ ticaret göstergeleri hızla kötüleĢmiĢtir. DıĢ ticaret hacmi %12 oranında azalmıĢ, ödemeler dengesindeki açık ve ülkenin dıĢ borçları artmıĢtır. Genelde, krizin etkileri Kırgızistan‟a oranla Kazakistan‟da daha az hissedilmiĢtir. Tacikistan‟a gelince, belli olaylar ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemiĢ ve 1970‟lerin düzeyine düĢürmüĢtür. Bağımsızlık yıllarında reel bütçe harcamaları yarı yarıya azalmıĢtır. Kamu harcamaları GSYĠH‟nin %50‟sinden fazladır. Yakın zamanlara dek bu harcamaların 1/3‟üne yakın bir bölümünü askeri harcamalar oluĢturuyordu. DıĢ borç GSYĠH‟ye oranla kabul edilebilir düzeydedir. Günümüzde Tacikistan, önde gelen tüm uluslararası mali kuruluĢlarla faal iĢ birliği içindedir. Bu da BDT ülkelerinin çoğunda mevcut olan genel kriz ortamında canlanma belirtilerinin göstergesidir. Buna rağmen, Tacikistan‟da genel ekonomik durum çok karmaĢık ve istikrarsızdır. Doğaldır ki, Rusya‟daki mali kriz, etkilerini bu ülkenin ekonomisinde de göstermiĢtir. Bu, özellikle ödemeler dengesinin daha fazla açık vermesinde ve genel makroekonomik durumun kötüleĢmesinde görülmektedir. Tacikistan‟ın ulusal para birimi bu dönemde %20 değer kaybetmiĢtir. Rusya‟daki mali krizin Orta Asya ülkelerinin ekonomilerine etkilerinin değerlendirmesini yaparken, ekonomilerin entegrasyon düzeyi ile dıĢ etkenlerden bağımsızlık düzeyinin ters orantılı olduğu sonucuna varabiliriz. Bu olgu, ekonomilerin entegrasyon sorunlarının çözümlenmesinde belirleyici olmaktadır. KomĢu ülkelerin ekonomilerindeki istikrarsızlık, ülkeleri birbirileriyle olan iliĢkilerden ve ekonomik entegrasyon yönünde somut adımlardan uzaklaĢtırmaktadır. Yukarıda ülke ekonomilerindeki reformların özgün taraflarından ve süregelen olayların ülkeler arasındaki entegrasyona etkilerinden bahsetmiĢtik. AnlaĢıldığı gibi, etkinin temelinde yeniden yapılanmaya farklı yaklaĢımlar, reform kavramının değiĢik biçimlerde algılanması, reformların farklı ölçeklerde gerçekleĢtirilmesi, yeniden yapılanma ortamının farklı oluĢu ve ulusal kaynakların miktarındaki farklılıklar yatmaktadır. Muhtemelen, bundan dolayıdır ki, Türkmenistan diğer BDT ülkeleri içinde özel konuma sahiptir ve ülke iktidarının çabaları, eski ekonomik modelin devam ettirilmesine yöneliktir. Ülke yönetimi diğer BDT ülkeleriyle entegrasyona yönelik olumsuz tavır sergilemektedir. BaĢkalarının YanlıĢlarından Neler Öğrenebiliriz ġimdi ise Orta Asya ülkelerinin ekonomilerinin entegrasyonunu gerektiren ortak yönlere ve ortak yaklaĢımlara değinelim. Bunun için aĢağıdaki sorulara cevap aramamız gerekmektedir: Reformlardan ne kazanıldı ve hangi ülkenin seçtiği reform yöntemi kendini doğruladı? Herkes aynı şekilde, aynı yönde ve eş zamanlı olarak hareket edebilir miydi? Acaba, uluslararası mali kuruluşların uzmanlarının bize önerdiği reçeteler o kadar farklı mı ki, biz şu anda farklı sonuçlarda ve farklı aşamalardayız? Bu sorulara cevap vermek için en azından bir ülke örneğinde, ülkelerin baĢlangıçta hangi amaçları hedeflediğini, neler elde etmeye çalıĢtığını ve varılan sonuçları değerlendirmeye çalıĢalım. Bu konuyu, yabancı uzmanların da reformlar konusunda daha dinamik bir ülke olarak niteledikleri Kırgızistan örneğinde ele alalım. Tabii ki, bir sonuca varmak için henüz çok erkendir. Ancak

17

“maratonun” ilk etabının geçildiğini söyleyebiliriz. Benzer bir değerlendirme geçiĢ ekonomisine sahip olan diğer ülkeler, özellikle de Ģu anda Kırgızistan‟ın 90‟lı yılların birinci yarısında geçtiği yolu aynen izleyen Tacikistan için faydalı olabilir. Reformların metodolojik dayanağı olarak Washington SözleĢmesi‟nin önerdiği kriterler baz alınmıĢtır. Kırgızistan Cumhuriyeti‟nde ekonomik reformların odak noktası 1992 yılındaki fiyat liberalizasyonu olmuĢtur. Liberalizasyon süreci birkaç aĢmada gerçekleĢtirilmiĢ ve bu süreç içinde ülke yönetimi tarafından olabildiğince birtakım hafifletici önlemler alınmıĢtır. 1996 yılında birinci genel plân kabul edilinceye dek bu süreç, büyük ölçüde sona ermiĢti. Sadece elektrik ve ısı enerjisi, gaz, yerel hizmetler ve telefon hizmetinin fiyatları üzerinde denetim uygulanmaktaydı. Fiyatların liberalizasyonu ile eĢ zamanlı olarak kurumsal yeniden yapılanmalara gidildi. Sürecin yeni ve karmaĢık olması nedeniyle, birinci özelleĢtirme programı gereken açık hukuki yöntemsel temelden yoksundu. Bu, özellikle büyük ölçekli iĢletmelerin özelleĢtirilmesi sırasında ortaya çıktı. ġöyle ki, kamu iĢletmelerinin mülkiyetinin büyük bir bölümünün imtiyazlı Ģartlarla orada çalıĢanlara bırakılması öngörülmekteydi. Bu da gerçek giriĢimcilerin ortaya çıkmasına, dıĢ kaynak akımına ve dolayısıyla da üretimin yenilenmesine hiçbir katkıda bulunmuyordu. Üretimin yenilenmesi de iĢletmelerin verimliliğinin artmasını sağlayacaktır ki, bu da reformların nihai amacıdır. Devletin anonim Ģirketlerdeki hisse payı çoğunlukla bakanlıkların veya genel müdürlüklerin yönetimine devrediliyordu. Bunlar da kendi sektörel özelliklerinden dolayı özelleĢtirme sürecine engel oluyor ve yeni giriĢimcilerin davranıĢlarını olumsuz yönde etkiliyorlardı. Sonuçta, 1996 yılının baĢlarına

doğru

bakanlıklar

ve

genel

müdürlükler

fiyat

oluĢumunda,

üretimin

yönünün

belirlenmesinde, maddi ve mali kaynakların dağılımında kilit rol üstlenmekteydiler. ÖzelleĢtirmenin birinci aĢamasında ticaret, gıda ve hizmet sektöründeki küçük iĢletmelerin özelleĢtirilmesi (“küçük özelleĢtirme” çerçevesinde) daha baĢarılı olmuĢtur. Ekonominin bu sektörlerinde özelleĢtirme, açık artırma, ihale ve doğrudan satıĢ yöntemleriyle çok basit Ģemalarla gerçekleĢtirilmiĢtir. Sonuçta 1991-1993 yılları arasında dükkân, lokanta, kafe ve diğer küçük iĢletmelerin ticaret ve gıda sektöründe %86.7‟si, hizmet sektöründe ise %97.2‟si özelleĢtirilmiĢtir. “Küçük özelleĢtirme”nin en olumlu sonucu ticaret ve hizmet sektörlerinde devlet tekelinin kırılması, rekabet ortamının oluĢturulması ve mal kıtlığının aĢılması olmuĢtur. Buna rağmen, devlet mülkiyetinin özelleĢtirilmesi sorunu genelde çözümlenememiĢtir. 1992 yılında özel ödeme araçlarının kullanılması yoluyla geniĢ çaplı özelleĢtirme programına baĢlanılmıĢtır. Bu yöntem, genelde özelleĢtirme konusunda olumsuz kamuoyu oluĢmasına neden olmuĢtur. GeniĢ çaplı özelleĢtirmede durum, 1994 yılında özel ödeme araçlarının likit kâğıt niteliğinde olan özelleĢtirme kuponlarıyla değiĢtirilmesinden sonra normalleĢmeye baĢlamıĢtır. ÖzelleĢtirmenin ikinci aĢaması (1994-1995 yılları) baĢlarken, mevzuat eksikliği, kullanılan yöntemlerin sınırlılığı ve ülkenin Devlet Emlak Fonu ile hükümetin sektör bakanlıklarının faaliyetlerinin yeterince uyumlaĢtırılmaması sonucunda program hedeflerinin çok düĢük düzeyde gerçekleĢtirildiği

18

görülmekteydi.

Mali

disiplin

önemli

ölçüde

zayıflamıĢtır.

ġöyle

ki,

iĢletmelerin

çoğunun

özelleĢtirmeden kaynaklanan borçları bulunmaktaydı. Daha önce verilmiĢ kredilerin geri ödeme vadelerine uyulmamakta ve devletin elinde bulunan hisselere kâr payı hesaplaması yapılmamaktaydı. Büyük iĢletmelerin özelleĢtirilmesi için mevzuat eksikliği bulunmaktaydı. Aciz durumdaki iĢletmelerin feshi ve yeniden yapılandırılması mekanizmalarının çalıĢtırılması yönünde somut bir Ģey yapılmamaktaydı. Ġhale, münferit özelleĢtirme projeleri, ayrıca stratejik yatırımcılar yöntemi gibi yeni özelleĢtirme yöntemlerinin uygulamaya konulmasından sonra belli bir ilerleme kaydedildi. Genelde özelleĢtirmenin iki aĢaması sonunda ekonomide piyasa Ģartlarının geliĢimi için özel sektör oluĢturulabilmiĢse de, özelleĢtirmenin temel amacı yani ekonomide rekabet ortamının oluĢturulması gerçekleĢtirilememiĢtir. Mülkiyet Ģekillerinde çeĢitliliğe ulaĢılmasına rağmen, ekonomide rekabeti sağlayacak gerçek giriĢimci grup oluĢturulamamıĢtır. Bu yıllar içinde Dünya Bankası tarafından finanse edilen program çerçevesinde zararla çalıĢan 27 en büyük sanayi kuruluĢunun mali bünye analizi tamamlanmıĢ ve sonuçta bunların feshi ve yeniden yapılandırılması konusunda önlemler belirlenmiĢtir. Maalesef, bu aĢamalarda iĢletmelerde hisseler üzerinde Ģeffaf ve açık denetim sisteminin oluĢturulmasına olanak sağlayacak Ģirket yönetim Ģekli hiç uygulanmamıĢtır. Bu sorunun çözümlenmemesi, sonuçta mali istikrar açısından potansiyel tehdit olarak kalmaktadır. ĠĢletmelerde Ģirket yönetim Ģeklinin uygulanması sorunu, devletin denetimi altında çözümlenebilirdi ve de çözümlenmeliydi. DıĢ ticaretin liberalizasyonu reformlar alanındaki ikinci önemli adım olmuĢtur. 1994 yılında dünyada genel kabul gören mal pozisyonları dıĢında ihracat ve ithalatın lisansa bağlanmasından vazgeçilmiĢtir. Kırgızistan Cumhuriyeti SayıĢtayı‟nın 16 ġubat 1994 tarihli kararında belirtildiği gibi, ülkede yaygın bir lisans verme geleneği vardı. Lisansa tabi mallar listesine iliĢkin hükümet tarafından belirlenmiĢ ve onaylanmıĢ kotaların bulunmamasına rağmen, Ekim 1992‟den Ocak 1994‟e kadar Ticaret ve Maddi Kaynaklar Bakanlığı tarafından 1541 lisans verilmiĢtir. Aynı dönemde ithalatta %10‟luk bir gümrük vergisi uygulanmaya baĢlamıĢtır. 1996 yılının baĢlarında ihracat üzerinden gümrük vergisi alınması tamamen kaldırılmıĢtır. DıĢ

ticaret

açığının

bulunmasına

rağmen,

dıĢ

ticaretin

liberalizasyonu

Kırgızistan

Cumhuriyeti‟nin “uzak ülkelerle” olan ekonomik iliĢkilerini önemli ölçüde canlandırmıĢtır. Açık ekonomi, iç pazarın doyurulmasına ve enflasyonun düĢürülmesine yardımcı olmuĢtur. EĢ zamanlı ulusal iĢletmeler için üretimin ve ürün kalitesinin geliĢtirilmesi, maliyetlerin düĢürülmesi, pazarın araĢtırılması yani en kısa zamanda piyasa Ģartlarına geçilmesi açısından rekabet ortamı yaratılmıĢtır. Mali sektörün liberalizasyonu 1991 yılında iki aĢamalı bankacılık sisteminin oluĢturulmasıyla baĢlamıĢ ve 1992 yılının sonunda Merkez Bankası Hakkında Kanun ve Ticari Bankalar Hakkında Kanun kabul edilmiĢtir. 1992 yılından itibaren çeĢitli piyasa ekonomisi ülkelerinde yürürlükte olan sisteme benzer yeni vergi sistemi getirilmiĢtir (satıĢ vergisi yerine KDV uygulamasına geçilmesi vs.). Devamlı olarak artan ülke dıĢı enflasyonist baskılar ve bağımsız para politikası yürütülmesinin imkânsızlığı nedeniyle, Mayıs 1993‟te Kırgızistan Cumhuriyeti‟nin, “Ruble bölgesinden” çıkması ve

19

ulusal para birimi olan Som‟un dolaĢıma girmesine iliĢkin karar kabul edilmiĢtir. Bu önlem, ülke içinde ekonomik durum üzerinde kontrolü gerçekleĢtirmeye olanak sağlamıĢtır. Enflasyon hızının düĢmesi ve üretimdeki düĢüĢün yavaĢlaması maliye politikasının temel baĢarılarındandır. Bununla birlikte 1996‟ya kadar bankacılık sektöründe birtakım çözümlenmemiĢ sorunlar kalmaktaydı. Bunlara ticari bankaların zor durumda olması, bankacılık sektörüne mali aracı olma olanağı tanımayan yüksek faiz oranları, insanların bankacılık sektörüne güvensizliği ve borçların vadesinde ödenmemesi örnek olabilir. Üretimdeki gerileme ortamında devlet bütçesi büyük bir baskı altında oluĢturulmaktaydı. Bu da bütçede her yıl açık oluĢmasının bir nedeniydi. 1993 yılında bütçe açığı GSYĠH‟nin %7‟si oranında olduğu hâlde, bu oran 1994 yılında %7.7, 1995 yılında ise %12.2 olmuĢtur. Bütçenin açık vermesinin temel nedeni vergi gelirlerinin düĢük düzeylerde gerçekleĢmesidir. ġöyle ki, 1993-1994 yıllarında vergi gelirleri öngörülen miktarın %58‟i ile %65‟i arasında olmuĢtur. 1995‟in ikinci yarısından itibaren devletin birtakım sert önlemleri sonucu, bu oran %90‟lara çıkarılmıĢtır. Mali sistemin istikrarsızlığı, iĢletmeler arasındaki borçların vadesinde ödenmemesi sonucu sorun daha da derinleĢmiĢtir. 1996 yılında karĢılıklı vadesi geçmiĢ borçların toplamı 9 milyar Som‟u geçmiĢtir. Piyasa ekonomisine geçiĢ sürecinde yapılan reformlar sırasında geçiĢ ekonomisine iliĢkin sorunların teorik yönünden araĢtırılmasındaki yetersizlikten doğan bazı yanlıĢlıklar da yapılmıĢtır. Somut değiĢikliklerin yapılması sürecinde, kamu maliyesinin ve üretimin istikrara kavuĢturulmasında, ayrıca piyasa ekonomisine geçiĢte sadece monetarist yöntemlerin uygulanmasının yetersiz olduğu ortaya çıkmıĢtır. Mayıs 1995‟te BiĢkek‟te Kırgızistan Menkul Kıymetler Borsası açılmıĢ ve ikincil piyasalar da faaliyete baĢlamıĢtır. Ancak yüksek verimli özel iĢletmelerin ve anonim Ģirketlerin bulunmaması ve toplumun talep düzeyinin düĢük olması bunların geliĢmesini engellemiĢtir. 1996 yılına dek mali sistemin bir ögesi olan bankalar dıĢı mali sektör mevcut olmamıĢtır. Bilindiği gibi, bu sektör özel emeklilik fonlarını, sigorta ve mali teftiĢ Ģirketlerini ve benzerlerini kapsamaktadır. Reformların birinci aĢamasında üretim sektöründe özel giriĢimciliğin, özellikle de küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin geliĢtirilmesi en zayıf nokta olmuĢtur. ġöyle ki, 1995 yılı sonuçlarına göre, toplam GSYĠH‟de küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin payı %2 olmuĢtur. Reformlar, sosyal alanda da birtakım etkiler yaratmıĢtır. Birinci aĢamada sistem değiĢiklikleri yapılmıĢtır. ġöyle ki, sosyal güvenlik sistemi sosyal yardım ve sosyal sigorta alanlarına ayrılmıĢtır. 1994 yılından itibaren Sosyal Fon faaliyettedir. 1994 yılında Kırgızistan Cumhuriyeti ile IMF arasında 3 yıllık dönem için Kırgızistan Cumhuriyeti‟nin ekonomik politikasının temellerine iliĢkin sözleĢme imzalanmıĢtır.

SözleĢme

uyarınca,

1994-1995

yıllarında

ekonomik

reformlar;

enflasyonun

düĢürülmesi, ulusal para birimine istikrar kazandırılması, bütçe açığının azaltılması, dıĢ borçların düzene sokulması, zararla çalıĢan büyük iĢletmelerin yeniden yapılandırılması, ekonominin ayrı ayrı sektörlerindeki tekelleĢmenin kaldırılması, özelleĢtirme, fiyatlarda ve dıĢ ticarette liberalizasyonun

20

devam ettirilmesi, insanların sosyal güvenliğinin artırılması, reformların derinleĢtirilmesi için gereken mevzuatın geliĢtirilmesi gibi temel yönleri kapsamaktaydı. Ġlk aĢamada makroekonomik istikrar yönünde elde edilen olumlu sonuçlar, maalesef üretimde de buna uygun geliĢmeler sağlanamadığından kalıcı olamadı. Hiperenflasyon tehlikesini önlemek için uygulanan sert para politikası, diğer taraftan iĢletmelerin üretimi artırma olanaklarını sınırlamaktaydı. Bu durum, sonuçta vergi gelirlerini azalttığı için bütçede büyük açıkların ortaya çıkmasına neden olmaktaydı. Ġlk aĢamanın önemli yetersizliklerinden biri de iĢletmeler düzeyinde yapısal reformların çok yavaĢ gerçekleĢtirilmiĢ olmasıdır. Sektör bakanlıkları ve genel müdürlüklerin büyük çoğunluğu kendi iĢlevlerini piyasa ekonomisinin gereklerine uygun olarak yenileyemediler. Ġlk aĢamada reformların uygulanmasındaki yetersizlikler, toplumun refah düzeyine yansımayabilirdi. Bu da hızlı fiyat liberalizasyonu ve özelleĢtirme süreçlerinin bir bedeli olarak algılanabilir.5 Böylece, Kırgızistan Cumhuriyeti tarafından Washington SözleĢmesi‟nin (IMF) tavsiyelerinin tam olarak gerçekleĢtirilmesine çaba gösterilmiĢtir. Kabul etmek gerekir ki, reformlardaki radikalizm, özellikle makroekonomik istikrarın sağlanmasında olumlu sonuçlar vermiĢtir. Ancak bununla birlikte yeterli mevzuatın ve piyasa kurumlarının olmaması yüzünden bu radikalizm, reformların kalitesine yansıyamamıĢtır. Reform harcamaları, özellikle de özelleĢtirme harcamaları, reel sektördeki üretimin düĢmesine neden olan yapısal değiĢiklikler mali istikrara da yansımıĢtır. Bu da öncelikle bütçe açığının artmasında görülmektedir. Reformların ilk aĢamasının acı tecrübesi gösterdi ki, piyasanın kurumsal temellerinin oluĢturulmasında devlet denetimi faal ve esas rol oynamalıdır. ıkarların AyrıĢtırılması Gerekliliği Yukarıda da belirtildiği gibi, BDT çerçevesinde bu ülkeler arasında entegrasyona iliĢkin birçok belge kabul edilmiĢ, ancak bunların çoğu uygulamaya konmamıĢtır (en azından 1998 yılına dek). Birçok sorun çözümlenmemiĢ ve bunların çözümü yıllarca uzamıĢtır. Bu sorunlar genelde, toplam milli hasıla içinde daha az paya sahip, ekonomik anlamda küçük ülkelerin ortaya attıkları konulardır. Böyle bir durum da, ekonomik birleĢmelerin ortaya çıkması zamanı da söz konusu olabilmektedir. Post Sovyet mekanda, genelde ekonomik birleĢmelerin büyük devletler tarafından kurulduğunu, ilke ve Ģartların bunlar tarafından belirlendiğini, ancak bundan sonra küçük devletlerin de bu birleĢmelere girdiğini görüyoruz. Sonuncular çoğu zaman seyirci konumunda olmak durumunda kalıyorlar. Buna örnek olarak vergi mevzuatlarının uyumlaĢtırılması konusunu gösterebiliriz. ġöyle ki, KDV uygulamasında, bu verginin BDT ülkelerinde uygulanan “çıkıĢ ülkesinde vergilendirme” ilkesinden uluslararası alanda kabul gören “varıĢ ülkesinde vergilendirme” ilkesine geçilmesi sorunu hâlâ kesin çözüme kavuĢturulamamıĢtır. Bu konunun son yıllarda birçok Topluluk ülkesi tarafından gündeme getirilmesine ve birkaç defa görüĢülmesine rağmen, kesin bir karara varılamamıĢtır. Nedeni ise, bunun büyük ithalatçı ülkelerin iĢine gelmemesidir. Sonuçta, IMF karĢısında bazı sorumluluklar üstlenen Kırgızistan, kendi zararına olmasına rağmen, KDV‟nin “varıĢ ülkesinde vergilendirme” ilkesini

21

tek taraflı olarak kabul etmiĢtir. Bu, BDT ülkelerinin karĢılıklı çıkarları gözetmediklerinin bir örneğidir. Böyle bir durum sonucunda, karĢılıklı anlayıĢ beklemekten “bıkan” ülkeler, “uzak ülkelerle” iliĢkiler kurmaya yönelmektedirler. Bu yapay engellerin tüm Topluluk ülkelerinin karĢılıklı çıkarları gözetilerek çözümlenebileceği açıktır. Maalesef, BDT ülkelerinin çıkarlarının çatıĢtığına iliĢkin bir çok benzer örnek vermek mümkündür. Bunlardan iki tanesini daha verelim. Birincisi, dünya petrol fiyatlarının artmasıdır. ġüphesiz ki, petrol fiyatlarının yükselmesi Rusya ve bazı diğer ülkelerin iĢine gelmektedir. Örneğin bu durum, 1999 yılında Rusya‟nın kriz öncesi GSYĠH hacmine ulaĢmasına yardımcı olmuĢtur. Ancak petrolü tamamen ithal eden Kırgızistan için ise bu durum ek masraflara ve enflasyondaki artıĢa neden olmuĢtur. Ġkinci örnek elektrik enerjisi sorunlarıyla ilgilidir. Kırgızistan yeteri kadar su kaynaklarına sahiptir. Dolayısıyla, kıĢın akaryakıt ve gaz sıkıntısı yaĢandığı dönemlerde elektrik enerjisi üretimini artırmak için barajlara daha çok su verebilmektedir. Ancak bu, komĢuların, özellikle de Özbekistan‟ın çıkarlarına ters düĢmektedir. Zira, kıĢ döneminde barajlara ek suyun verilmesi bahar ve yaz dönemlerinde tarım için sulama amaçlı suyun yetersizliğine neden olacaktır. Bu sorunları çözmek için bazı çabalar gösterilmektedir. Örneğin, 1999 yılında Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan arasında su kaynaklarının kullanımında iĢ birliğine iliĢkin sözleĢme imzalanmıĢtır. Ancak bu adımlar henüz çok çekingendir. Etnik çatıĢmaların acı deneyimini yaĢamıĢ politikacılar, sorunların açık Ģekilde çözümünden kaçmağa çalıĢırlar. Bu yolla da sorunlar daha arka plâna itilmektedir. KarĢılıklı suçlamalar kol geziyor ve ticarette çeĢitli engellere neden oluyor. Bundan da sınır bölgelerinde yaĢayanlar ve iĢ adamları zarar görmektedirler. Bu yüzden, örneğin Merkezi Asya Birliği çerçevesinde gümrük ve diğer denetim prosedürlerinin basitleĢtirilmesine yönelik belgelerin kabul edilmesine rağmen, uygulamada bunun tam tersi yapılmaktadır. ĠĢgücünü, malların ve hizmetlerin serbest dolaĢımı yolunda her türlü engeller artmaktadır. Sonuçta, yerel veya sektörel çatıĢmalar ülkeler düzeyinde iĢ birliği alanında sorunlara yol açabilmektedir. Kanımızca, post Sovyet mekanda bu tür çatıĢmaların tarafsız uluslararası örgütlerin ve uzmanların davet edilmesi yoluyla çözümü için sivil bir mekanizma henüz hazırlanmamıĢtır. Hâlbuki, bu alanda yararlanabileceğimiz yeteri kadar uluslararası deneyim bulunmaktadır. Aynı durum ticaretteki korumacılık sorunu için de geçerlidir. Uzmanlar haklı olarak, baĢarılı bir entegrasyon süreci için gereken Ģartlardan birinin de, entegrasyon masraflarının belli bir karĢılığının elde edilmesi olduğunu belirtmektedirler. Elbette ki, bu masraflar “egemenlik karĢılığında bir bedel” olarak düĢünülebilir. Ancak geçit döneminde ekonomiyi ayakta tutma sorunları ilk önce ekonomik çıkar sorunlarını ön plâna çıkarmaktadır. Ülkelerin ekonomik çıkarları ise genelde çatıĢıyor. Örneğin, Kırgızistan‟ın Gümrük Birliği‟ne entegrasyonunu ele alalım. Bu Birliğe Kırgızistan dıĢında Rusya, Belarus ve Kazakistan dahildir. Kırgızistan, Birliğin diğer ülkelerinin yürütmek istedikleri korumacılık politikasına benzer bir politika uygulamamaktadır. Bunun nedenleri açıktır. Biz, örneğin ne buzdolabı,

22

ne otomobil, ne de mobilya üretiyoruz. Bu ürünlerin ithali için iç pazarımızı kapatmak da yararımıza olmaz. Eğer Rusya ve diğer ülkelerin üreticilerini korumak suretiyle gümrük tarifelerini yükselterek sınırları kapatırsak, o zaman Kırgızistan vatandaĢları için ortaya çıkan ek masrafları kim karĢılayacaktır? Sorunun bir baĢka yönü de vardır. Bu da, ekonominin liberalizasyonu konusunda Kırgızistan‟ın uluslararası kamuoyu karĢısında üstlendiği sorumluluktur. Gümrük Birliği‟ndeki aĢırı bürokratik engeller ve gümrük tarifelerinin kaldırılması sorunun çözümünün uzaması iki taraflı ticari iliĢkilere yönelik sorunların, her bir ülkenin kendisinin çözümlemesi sonucunu doğurmuĢtur. Açıktır ki, bu durumlarda her zaman “küçük taraf” kaybetmektedir. Kanımızca bu, Kırgızistan‟ın Dünya Ticaret Örgütü‟ne yani uluslararası hukukun koruması altına girmesini hızlandıran bir ivme olmuĢtur. Kırgızistan‟ın Batı tarafından desteklenen bu adımı (1993 yılında ulusal para biriminin uygulanmasında olduğu gibi), ilk baĢlarda BDT içindeki ortaklarının sert eleĢtirileriyle karĢılanmıĢtır. Onları bu adımın gerekli ve doğru yönde olduğuna inandırmak için belli bir zaman gerektiği düĢünülmektedir. Bu yüzden bunu fazla büyütmektense, ulusal para biriminin uygulanması gibi, bu adımın da piyasa ekonomisi reformlarının devam ettirilmesine yönelik olduğunu ve diğer BDT ülkelerinin de DTÖ‟ye girme sürecini hızlandıracağını anlamak gerekir. Genelde, entegrasyon sürecini hızlandırmak için, post Sovyet mekandaki hangi birlik veya iĢ birliği söz konusu olursa olsun, önce BDT ülkelerinin milli çıkarlarını ortaya koymak gerekir. ıkarların örtüĢtüğü ve çatıĢtığı alanları ayrıĢtırmak Ģarttır ve daha sonra bu ayrıĢtırmaya dayanarak ikinci aĢamaya yani iliĢkilerin uyumlaĢtırılması aĢamasına geçilebilir. AyrıĢtırma süreci, ortak ekonomik mekan oluĢturmaya çalıĢan ülkelerin ekonomi politikalarının sadece ortak yönlerinin değil, aynı zamanda farklılıklarının da ortaya konmasını kapsamalıdır. Belirtmek gerekir ki, post Sovyet mekandaki ülkelerin bir araya gelmesi için temel Ģartlardan biri onların ekonomik potansiyelinin aĢağı yukarı eĢit olması ve genelde ekonomik reformların yürütülmesinde aynı noktada olmalarıdır. Bu durumda amaç ortak pazarın oluĢturulmasıdır. Eğer kapalı bir toplum söz konusuysa durum farklıdır. Buradan yola çıkarak, post Sovyet mekandaki diğer herhangi bir birleĢmeye dahil olan ülkelerin çıkarlarının da ayrıĢtırılması ve uyumlaĢtırılması gerektiği düĢünülmektedir. Entegrasyon sorununa bu noktadan baktığımızda, Orta Asya bölgesinde ekonomik açıdan entegrasyon sürecine engel olan çeliĢkilerin olduğu görülmektedir. Kanımızca, özellikle bu bağlamda, “entegrasyon” belgelerinin değerlendirilmesi ve bunların içinden komĢu ülkelerdeki üreticilerin ve tüketicilerin en basit ve öncelikli sorunlarını çözmeğe yardım edecek olanlarının seçilmesi gerekir. Bize

göre,

ülkelerin

bağımsızlaĢma

sürecinin

tamamlanmadığı

ilk

aĢamada

sorunun

derinleĢtirilmemesi ve daha da karmaĢık hâle getirilmemesi lâzımdır. Gümrük, ortak pazar, ortak para ve benzeri birlikler oluĢturacağımızı ilân ederek tüm çabalarımızı sadece “dosya üretmeye” yöneltirsek, entegrasyon düĢüncesi uygulamada tamamen ters eylemlere dönüĢebilir. Nitekim, günlük yaĢamımızda bu durumla sık sık karĢı karĢıya kalmaktayız.

23

Ulusal çıkarların ayrıĢtırılması zamanı ortak çıkarların, iĢ birliğine can atan insanların çoğunluğu için daha öncelikli ve anlaĢılır olan “noktaları” ve “sektörleri” muhakkak ortaya çıkacaktır. Yapılması gereken, bunların seçilmesi ve kurumsallaĢtırılmasıdır. Bu yüzden iĢ birliğinin Ģu aĢamasında entegrasyon sürecinin etkin yönetiminin kurumsal olanaklarının geliĢtirilmesi çabaları daha önceliklidir. 1 Aktualnıe Problemı i Opıt Ekonomiçeskoy Politiki v Stranax Baltii, Rossii i Drugih gosudarstvah bıvĢego Sovetskogo Soyuza, Pod. red. D. Sitrina i A. Lahiri, MVF, Washington, 1995. 2 Ġbid. 3 Koyçumanov T. D., Problemı Stabilizatsii Ekonomiki Kırgızskoy Respubliki, BiĢkek, Uçkun, 2000, 252 s. 4 Postsovetskie Stranı i Finansovıy Krizis v Rossii, Ġnstitut Mejdunarodnıh Ekonomiçeskih i Politiçeskiy Ġssledovaniy RAN.-M., POZT “Epikon”, 2000, T. I., II. 5 Koyçuyev T., Teoriya Postsovetskogo Reformirovaniya, BiĢkek, Ġlim, 1997, MenĢikov S. M. Ukaz. soç.

24

Avrasya'da Piyasa Ekonomisine GeçiĢin On Yıllık Bilançosu / Yrd. Doç. Dr. Güngör Turan [s.24-30] Uluslararası Türkmen Türk Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari BilimlerFakültesi / Türkmenistan 1. GiriĢ Bugün “geçiĢ ekonomileri” olarak bilinen ve dünya nüfusunun yaklaĢık yüzde otuzunu oluĢturan 31 Avrupa ve Doğu Asya ülkesi merkezi planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiĢ sürecini yaĢamaktadır. 1978 yılında ilk reformlara baĢlayan merkezi planlı ekonomisi olan in‟den1 1991 sonrasında bağımsızlığını kazanan eski Sovyet ülkelerine kadar pek çok ekonomi yeniden yapılanma ve piyasa ekonomisine geçiĢ reformlarını uygulamaya koymuĢtur.2 GeçiĢ ekonomilerinin temel özelliği, merkezi planlamaya son vererek üretim araçlarının mülkiyetinin önemli ölçüde özel mülkiyete bırakıldığı piyasa uyumlu bir ekonomiye geçmektir. GeçiĢin temel ekonomik amaçları, ekonomik etkinliği yükseltmek ve büyümeyi sürdürmektir. GeçiĢ sürecinin temel elemanları, makro ekonomik istikrar, fiyat ve uluslararası ticareti de içeren piyasa liberasyonu, devlet teĢebbüslerinin yeniden yapılandırılması ve özelleĢtirilmesi ile devletin rolünün yeniden tanımlanmasıdır. Uygulamada öncelik sırası geçiĢ ülkelerinin ekonomik ve sosyal politika tercihlerine göre önemli ölçüde değiĢmekle birlikte bu elemanlar geçiĢ döneminin baĢlangıcında yeterince açıklıkta tanımlanmıĢtır. Ne var ki nihai olarak amaçlanan değiĢmesi gerekli temel konular benzer olmasına rağmen, hem bu güne kadar uygulanan politikalar hem de elde edilen sonuçlar bakımından ülkelerin fiili geçiĢ deneyimi birbirinden farklı gerçekleĢmiĢtir. Bu farklılıkların nedenleri ülkelerin baĢlangıç koĢulları, önemli ölçüde dıĢ Ģokların etken olduğu dıĢ çevre ve geçiĢ döneminde her ülkenin kendine özgü politikalarından kaynaklanmıĢtır.3 2. Reformların Düzeyi ve Sorunlar Tablo 1, geçiĢ ülkelerini coğrafi konum, politikalar, reformlardaki ilerlemeleri gösteren kriterlere göre sınıflandırmaktadır. En yaygın sınıflandırma, geçiĢ ekonomilerini beĢ gruba bölmek suretiyle yapılmaktadır: Baltık ülkelerini de kapsayan Avrupa Birliği‟ne geçiĢ konumundaki ülkeler, BDT ülkeleri ve Balkanlar‟daki diğer Güneydoğu Avrupa ülkeleri. Belirtmek gerekir ki gruplar içerisindeki ülkeler arasında çeĢitli farklılıklar söz konusudur. Özellikle AB‟ye geçiĢ konumundaki ülkeler, üç Baltık ülkesi ile Romanya ve Bulgaristan diğerlerinden farklı politikalar izlemektedir. Tablo 2, geçiĢ ekonomilerinde baĢlangıç koĢullarını yansıtmaktadır. Sistematik ekonomik geçiĢ pek çok sahada radikal reformların gerçekleĢtirilmesi anlamına gelmiĢtir. Radikal reformlar açıkça geçiĢ döneminin baĢındaki “baĢlangıç koĢulları”na bağlı olarak bir ülkeden diğerine farklılık göstermiĢtir.4 BaĢlangıç koĢullarına iliĢkin faktörler; ülkenin coğrafi konumu diğer bir ifadeyle AB‟ye yakınlığı, nüfus büyüklüğü, kiĢi baĢına GSYĠH ile ölçülen geliĢmiĢlik düzeyi, doğal kaynak zenginliği, kültürel ve tarihsel geçmiĢi ile piyasa ekonomisi konusundaki tarihsel deneyim ve bilginin varlığıdır.

25

Örneğin, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri özellikle Macaristan, Polonya fiyat reformları konusunda uzun bir tarihsel deneyime sahiptir ve Polonya ile eski Yugoslavya örneklerinde tarım kesimi özel mülkiyetin yanısıra kollektif mülkiyet iliĢkilerini de içermiĢtir.5 1989 öncesinde, eski Sovyetler Birliği‟nde piyasa kurumları ya da özel mülkiyet iliĢkilerinde her hangi bir deneyim söz konusu değildi. Üstelik, Sovyet ekonomisinde oldukça sadık bir biçimde uygulanan planlama sistemi uzun bir tarihsel deneyime sahipti.6 Oysa Orta ve Doğu Avrupa‟da planlı ekonomi 1940‟lı yıllara kadar benimsenmemiĢti. Dolayısıyla, Orta ve Doğu Avrupa‟da geçiĢ döneminin baĢında piyasa ekonomisinin nasıl iĢlediğini anımsayan çok fazla insan yaĢıyordu. Bu durum Sovyetler Birliği için geçerli olmayan bir deneyimdi ve sonuç olarak öğrenim süresi daha uzun sürmüĢtür. Merkezi planlamanın uygulanma süresinin etkisinin yanısıra, Ortadoğu Avrupa ülkeleri ile eski Sovyetler Birliği‟ni oluĢturan ülkeler arasında geliĢmiĢlik seviyesi bakımından temel farklılıklar bulunuyordu. Orta Avrupa ülkeleri Ġkinci Dünya SavaĢı öncesine kadar dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer almıĢtır. Oysa Kafkas ülkeleri, Kırgızistan ve Tacikistan gibi bazı Orta Asya ülkeleri yeterli bir geliĢme trendi yakalayamamıĢtır. Bu farklılıklar sosyalist sistem içerisinde giderilmeye çalıĢılmakla birlikte, bölge çapında reformların baĢlangıcında geliĢmiĢlik farkı önemli bir faktör olarak kalmıĢtır.7 Coğrafi konum ve doğal zenginlikler Avrupa Birliği‟ne komĢu Batı ülkeleri ile Kafkas ülkeleri ve bazı Orta Asya ülkeleri arasında açık bir farkın ortaya çıkmasında rol oynayan faktörler olarak belirlenmiĢtir. Piyasalara geçiĢte ve yatırım akıĢının sağlanmasında Avrupa Birliği‟ne yakınlık önemli bir avantaj getirmenin yanısıra modern, demokratik ve giriĢimcilik gücü yüksek bir toplum yapısının geliĢmesine katkıda bulunmuĢtur. Özellikle enerji alanında doğal kaynak zenginliğine sahip Orta Asya ülkeleri ile Rusya ihraç fiyatlarını dünya piyasası seviyesine getirdiğinden bu ülkeler ile ticari iliĢkiler önemli ölçüde geliĢmiĢtir. Bu kaynaklar aynı zamanda, doğrudan dıĢ yatırımların ülkeye çekilmesinde önemli bir avantaj getirmiĢtir. Bu faktörlere göre incelendiğinde, AB‟ye geçiĢ konumundaki ülkeler, BDT ülkelerine kıyasla daha olumlu bir konumda bulunmaktadır. Batı Avrupa‟ya coğrafi olarak yakınlık, merkezi planlama daha sınırlı uygulandığından, daha olumlu baĢlangıç koĢullarını beraberinde getirmiĢtir. Daha istikrarlı Batı Avrupa piyasalarına uluslararası ticaretin hızla yeniden uyumu bu ülkelerin dıĢ Ģoklara maruz kalma riskini önemli ölçüde azaltırken KEYK‟e bağlı ticaretin önemli ölçüde azalmasını da sağlamıĢtır. Ortaya çıkan olumlu çıktı performansı genellikle yapısal ve kurumsal reformların daha istekli bir Ģekilde uygulanmasını beraberinde getirmiĢtir. Coğrafi konum, baĢlangıç koĢulları ve reform politikaları arasındaki yakın iliĢki bu faktörlerin her birinin sonuçlar üzerindeki etkisini değerlendirmeyi güçleĢtirmektedir.8 BaĢlangıç koĢulları açısından en avantajlı ülkeler Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık devletleri olarak gösterilmiĢtir. Macaristan, Polonya, ek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan ile birlikte Estonya, Letonya ve Litvanya yukarıda belirtilen baĢlangıç koĢullarının sağladığı yapısal

26

avantajlardan dolayı reformlarda diğer ülkelere göre daha fazla ilerleme kaydetmiĢtir. Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Moldova ve Arnavutluk‟un dahil olduğu Güneydoğu Avrupa ülkelerinin ardından Beyaz Rusya hariç tutulacak olursa Rusya Federasyonu ve Ukrayna reformlarda orta düzeyde baĢarı sağlamıĢ ülkeler olurken; Kafkas ülkeleri Gürcistan, Ermenistan ile birlikte Orta Asya ülkeleri Kırgızistan ve Tacikistan baĢlangıç koĢullarının dezavantajları nedeniyle reformlarda belirli bir ilerleme kaydetmiĢlerdir. Türkmenistan, Kazakistan ile kısmen Özbekistan doğal kaynak zenginliklerini kullanmak suretiyle baĢlangıç koĢullarının bu avantajını değerlendirme çabası içerisindedirler. Reformların gerçekleĢtirilmesinde baĢlangıç koĢullarının etkisi önemli olsa da tek belirleyici değildir. GeçiĢin baĢlangıcında göreli olarak benzer çıkıĢ noktasında bulunmalarına rağmen Baltık ülkeleri batı BDT ülkeleri Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya‟ya göre reform sürecinde önemli ölçüde daha büyük bir ilerleme kaydetmiĢlerdir. Benzer Ģekilde, Polonya baĢlangıç koĢulları açısından Romanya ile aynı çıkıĢ noktasında olmasına rağmen en reformist geçiĢ ülkeleri arasında yer almıĢtır. Hırvatistan ve Bulgaristan ile Kırgızistan ve Özbekistan benzer baĢlangıç koĢullarına sahip olmalarına rağmen farklı reform modelleri benimsemiĢlerdir. GeçiĢ ekonomilerde benimsenen reform modelleri üzerinde özellikle politik sürecin ve yapılanmanın önemli bir etkisi olmuĢtur.9 Bir çok ülkede “geçiĢ” politik değiĢimle aynı zaman sürecinde gerçekleĢmiĢ, piyasa ekonomisine geçiĢ çok partili sisteme geçiĢle birlikte algılanmıĢtır. Bir kısım geçiĢ ülkelerinde ise politik süreçte önemli bir değiĢim yaĢanmamıĢtır. in, Vietnam, gibi Doğu Asya‟nın geçiĢ ekonomilerinde geçiĢ sürecinde politik sistem önemli bir değiĢim geçirmemiĢtir.10 Tablo 3, geçiĢ sürecinde zamanla ortaya çıkan değiĢimi değerlendirmekte ve ülkeler arasında reform ilerlemelerine iliĢkin değerlendirme yapmayı kolaylaĢtırmak amacıyla yapısal değiĢimin sayısal göstergelerini yansıtmaktadır. En sık kullanılan geçiĢ göstergeleri Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından geliĢtirilmiĢtir. EBRD‟nin geçiĢ göstergeleri 1 reform puanından 4 puana kadar sıralanmıĢtır. 1 reform puanı, reform öncesi üretim araçları mülkiyetinin önemli ölçüde devletin elinde bulunduğu merkezi planlı bir ekonominin varlığını ve değiĢmeyen koĢulları göstermektedir. 4 reform puanı ileri bir piyasa ekonomisinin koĢullarının geçerli olduğunu belirtmektedir. Toplam geçiĢ göstergesi “EBRD GeçiĢ Raporu”nda yayınlanan sekiz faktörlü yapısal reform göstergesinin ortalamasıdır: özelleĢtirmenin boyutu ve devlet iĢletmelerinin yeniden yapılandırılması (üç gösterge), piyasa liberasyonu ve rekabet (üç gösterge) ve finansal sektör (iki gösterge). Bu faktörlerden üçü 1989 yılından beri, diğerleri 1994 ya da 1995 yılından itibaren hesaplanmaktadır. GeçiĢin baĢlangıcından bugüne kadar geçen süre içerisinde geçiĢ ekonomilerindeki büyük değiĢimin iki boyutu bulunmaktadır: hükümetler tarafından gerçekleĢtirilmiĢ geniĢ bir yapısal-kurumsal reform dizisi ile birlikte ekonomik davranıĢlar ve kurumlarda meydana gelen değiĢim. Genelde önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen, 1999 yılı itibariyle yapısal reform süreci tam anlamıyla tamamlanamamıĢ ve reform alanları arasında birbirinden çok farklı ilerlemeler sağlanmıĢtır.

27

Küçük iĢletmelerin reformu en ileri reform alanı olarak belirlenmiĢtir. Reformların göreli olarak ileri olduğu diğer alanlar dıĢ ticaret ve döviz kuru liberasyonu ile fiyat kontrollerinin ortadan kaldırılmasıdır. Ne var ki bazı BDT ülkelerinde bu alanlarda hiç bir ilerleme sağlanamamıĢtır. Yapısal reformlar en az ilerleme sağlanan alan olmuĢtur: bankacılık ve finans sektörünün düzenlenmesi ve yönetim, rekabet politikasının güçlendirilmesi ve geliĢtirilmesi, büyük ölçekli iĢletmelerin yeniden yapılandırılması, hem kamu hem de özel kesimde yönetim reformu gibi. Reformlarda ilerlemeler ülkeler arasında farklılık göstermiĢtir. GeçiĢ ekonomilerinde yalnızca dokuzu, 3‟ün üzerinde ortalama reform puanına ulaĢabilmiĢtir. Bu ileri düzeydeki reformcu ülkelerden Hırvatistan dıĢında kalanların tümü AB‟ye geçiĢ konumundaki ekonomilerdir. GeçiĢ ekonomilerinin çoğunluğu “orta düzeyde” reformist ülkeler grubunda yer almaktadır. Bu ülkeler 3 ile 2 reform puanı arasında sıralanmakta ve reform çalıĢmalarının yoğun olarak sürdürülmesi gereken ülkeler arasında yer almaktadır. Avrupa ve BDT‟nın geçiĢ ekonomileri geçiĢ döneminin baĢlangıcında çıktı seviyelerinde büyük oranlarda düĢüĢler yaĢamıĢlardır. Bu düĢüĢ eğilimi özellikle BDT ülkelerinde daha Ģiddetli bir Ģekilde yaĢanmıĢtır. GeçiĢ sürecinin bu “Ģok” döneminden sonra, çıktı seviyelerinde belirgin bir Ģekilde yeniden yükselmeler gerçekleĢtirilerek geçiĢ döneminin ilk yıllarındaki çıktı kayıpları önemli ölçüde giderilmiĢtir. BDT ülkelerinde çıktı düzeylerinde yaĢanan bu yeniden yükselme süreci daha geç baĢlamıĢ ve daha yavaĢ gerçekleĢmiĢtir. Baltık ülkelerinde çıktı performansı baĢlangıçta BDT ülkelerinin performansına benzer bir eğilim göstermekle birlikte, daha sonra AB‟ye geçiĢ konumundaki ülkelerin seviyesine ulaĢmıĢtır. Güneydoğu Avrupa‟nın diğer geçiĢ ülkelerinde çıktı performansında dramatik bir düĢüĢ yaĢanmıĢ, geçiĢ sürecindeki iç karıĢıklıklar ve savaĢlardan önemli ölçüde etkilenmiĢtir. Bazı Orta Asya ülkelerinde (Tacikistan) ve Kafkaslar‟daki BDT ülkelerinde (Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan) silahlı çatıĢmalar bu ülkelerin çıktı performansları üzerinde önemli etkilerde bulunmuĢtur. Amprik araĢtırmalar, geçiĢ ekonomilerinin çıktı performanslarındaki farklılığın dört faktörden kaynaklandığını göstermektedir: geçiĢ öncesi dönemden yansıyan ekonomik yapı farklılıkları, bazı BDT ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinin yaĢadığı iç karıĢıklıklar ve sivil savaĢlar, reform stratejileri ve makro ekonomik politikalar.11 Avrupa ve BDT‟nin geçiĢ ekonomilerinde yaĢanan makro ekonomik geliĢmelerden farklı olarak, Doğu Asya‟nın geçiĢ ekonomileri reform sürecinin baĢlangıcından sonraki süreç içerisinde, çıktı düzeyinde, bir çöküĢ aĢaması yaĢamamıĢlar ve çıktı düzeyleri geçiĢ döneminde önemli ölçüde yükselmiĢtir. in‟in yaĢadığı hızlı büyüme süreci bir çok araĢtırmacı tarafından tartıĢılmıĢ ve kademeli reform politikasının bu sonuç üzerinde önemli etkisinin olduğu kanısına ulaĢılmıĢtır. Bir kısım araĢtırmacılar da kademeli reform politakasının baĢarısına ilave olarak baĢlangıç koĢullarının ve politik istikrarın etkisini de göz önünde bulundurmuĢtur.12 in ve diğer geçiĢ sürecindeki Doğu Asya ekonomilerinin farklı bir özelliği, çeĢitli özendiricilerle gelir ve büyüme artıĢı, geleneksel planlama sisteminin değiĢtirilmesi ve ekonomiyi dıĢ dünyaya açmak

28

Ģeklinde ortaya çıkan baĢlangıç amaçlarıyla geçiĢ sürecinin sorumluluk yüklenmiĢ hükümetler tarafından baĢlatılmasıdır. Bu nedenle kademeli reform süreci kaçınılmaz olmuĢtur. Böylece, diğer bölgelerdeki geçiĢ ekonomilerinden farklı olarak ekonomik reform giriĢimleri göreli olarak daha istikrarlı politik bir iklimde baĢlatılmıĢ ve sürdürülmüĢtür. Doğu Asya‟nın geçiĢ ekonomilerinin istikrarlı büyüme nedenleri üzerindeki tartıĢmalar sürdürülürken, spesifik baĢlangıç koĢullarının da açıkça önemli bir rolü olduğu ifade edilmektedir. Yukarıda ifade edilen politik istikrara ilave olarak, doğu Asya ekonomilerinin temel özelliklerinden biri hala geniĢ ölçüde tarım ağırlıklı bir ekonomik yapıya ve büyük bir emek fazlasına sahip olmasıdır. Böylece, tarımda özel sektörün teĢvik edilmesine ve kırsal kesimlerde sanayileĢme hareketine öncelik verilmesine iliĢkin baĢlangıç reformları çıktı miktarlarında önemli artıĢlar sağlamıĢtır. BaĢlangıç koĢullarına ilave olarak makro ekonomik koĢullar genel olarak olumludur. Doğu Asya‟nın geçiĢ ekonomileri hariç tutulacak olursa, geçiĢ döneminin ilk yıllarında çıktı seviyelerindeki düĢüĢlere paralel olarak istihdam seviyeleri de düĢmüĢ, ancak istihdamdaki azalmalar çıktı seviyelerindeki düĢüĢler kadar büyük ve dramatik boyutlarda olmamıĢtır. Özellikle AB‟ye geçiĢ konumundaki ülkelerde makro ekonomik istikrarın yakalanmasıyla birlikte sağlanan çıktı artıĢları son yıllarda istihdama net artıĢlar Ģeklinde yansımaktadır. Ne var ki 10 yılın sonunda, toplam istihdam 1989 düzeyinin %10 altında kalmıĢtır. ünkü büyüme oranlarındaki artıĢlar önemli ölçüde etkinlik kazançlarından kaynaklanmıĢtır. BDT ülkelerinde, 1999 yılına kadar istihdam düzeylerinde iyileĢme söz konusu değildir ve istihdam düzeyleri geçen yıllarda kademeli olarak azalmayı sürdürmüĢtür. Bu ülkelerde merkezi planlamadan devralınan emek yığını yeni bağımsızlığını kazanan ülkelere olumsuz bir faktör olarak devredilmiĢ, bu durum yaygın geçici iĢten çıkarmalar ve kısmi çalıĢma tipleriyle sonuçlanmıĢtır.13 Bir çok geçiĢ ekonomisinde, merkezi planlama döneminden yansıyan büyük parasal açıklar ve fiyat liberasyonu nedeniyle fiyatlar geçiĢ sürecinin baĢlangıcında önemli ölçüde artmıĢtır. ıktı seviyelerindeki düĢüĢler ve mali yeniden yapılanma enflasyonu dalgalandırmıĢ, büyük bütçe açıklarının para basımı yoluyla finanse edilmesi ile bir çok BDT ülkesinde hiper enflasyon seviyeleri yaĢanmıĢtır. Makro istikrarsızlık sonucunda ortaya çıkan ekonomik durum BDT ülkelerinde diğer Avrupa ülkelerine göre çok daha kötü olmuĢtur. Ne var ki 2000 yılı itibariyle, çok az geçiĢ ekonomisinde makro ekonomik istikrarsızlık devam etmekte, enflasyon oranları yıllık %40‟ın üzerinde, bütçe açıkları ise GSYĠH‟nın %5‟i oranında ya da daha üzerinde gerçekleĢmiĢtir. Bu ülkeler çeĢitli iç karıĢıklıklar ve politik istikrarsızlıkların yaĢandığı bir kaç BDT ülkesi ve Güneydoğu Avrupa‟daki geçiĢ ekonomileri grubunda yer almıĢtır. Belirtmek gerekir ki makro ekonomik istikrara ulaĢma yolunda çeĢitli ülkelerde bir takım sorunlar yaĢanmaktadır. 1990‟lı yılların ortalarından itibaren gerçekleĢtirdikleri fiyat istikrarıyla bir çok geçiĢ ekonomisi bugün geçiĢ döneminin baĢlarındaki yüksek enflasyon oranlarını aĢağıya çekmeyi baĢarmıĢtır. Ancak bir çok ülke 1990‟lı yılların ikinci yarısından itibaren enflasyonda yeniden bir dalgalanma süreci içerisine girmiĢtir. Beyaz Rusya, Bulgaristan, Romanya, Rusya gibi ülkelerin bu “U-

29

biçimli” istikrar modeli açık olarak gözlenmiĢtir. Balkanlar‟daki bölgesel savaĢ gibi iç karıĢıklıklar, 1998 yılında Rusya‟da yaĢanan finansal kriz benzeri politik ve ekonomik dıĢ Ģoklar etkili olmakla birlikte, en etken faktör tutarlı ve ısrarlı bir reform programının izlenmesindeki baĢarısızlık olmuĢtur. 3. Sonuç GeçiĢ sürecindeki ülkeler arasında reformların uygulanmasında birbirinden farklı çeĢitli sıkıntılar yaĢanmakla birlikte, hem ekonomik yapı hem de tüketici ve üretici davranıĢları temel bir değiĢim süreci yaĢamıĢtır. Reformlarda önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen, geçiĢ süreci baĢlangıçta beklenenden çok daha güç ve sıkıntılı geçmektedir. Belirtmek gerekir ki geçiĢ sürecinde izlenen politikalar hiç bir zaman ideal olmamıĢtır. Özellikle piyasa ekonomisinin etkin iĢlemesi için kurumsal altyapı gerekliliğine rağmen uygulamada bu tür bir kurumsal yapılanmaya yeterince dikkat gösterilmemiĢtir. Piyasa uyumlu ekonomilerin iĢleyiĢi için gerekli kurumsal ve yasal alt yapının olmayıĢı geçiĢ ekonomilerinin

merkezi

planlamaya

dayalı

ekonomik

sistemden

devraldığı

en

önemli

olumsuzluklardan birisi olarak göze çarpmıĢtır. Mülkiyet haklarının yeterince açık olmaması, özel teĢebbüsün piyasaya giriĢ ve çıkıĢını düzenleyecek ticari yasaların yetersizliği, finansal piyasaların bulunmaması, etkin bir ticari bankacılık sisteminin kurulamaması, açık emek piyasası ve piyasa uyumlu bir vergi sisteminin oluĢturulamaması gibi olumsuzluklar piyasa ekonomisinin etkin iĢlemesine engel olan ve tamamlanması gereken kurumsal altyapı yetersizlikleri olarak çeĢitli geçiĢ ekonomilerinde düzenlenmeyi bekleyen konular olarak ortaya çıkmıĢtır.

1

Doğu, Orta, Güneydoğu Avrupa ve BDT‟nin geçiĢ ekonomilerinden farklı olarak, merkezi

planlamaya dayalı bir ekonomiye sahip doğu Asya ülkeleri in, Vietnam, Kamboçya ve Lao‟da baĢlangıçta temel amaç merkezi planlı ekonomiyi tamamen terk etmek değil reformlar yoluyla iyileĢtirmekti. 2 Kuzey Kore ve Küba merkezi planlamaya dayalı ekonomik yapılarının halen sürdürmektedirler. 3 World Economic Outlook, September 2000, s.90-91. 4 EBRD Transition Report, 1999, s.27. 5 Dawisha Karen, Eastern Europe, Gorbachev and Reform: The Great Challenge, Cambridge University Press, Cambridge, 1990, s.167. 6 Birinci BeĢ Yıllık Plan 1928‟de uygulamaya konulmuĢtur. Sandle Mark, A Short History of Soviet Socialism, UCL Press, United Kingdom, 1999, s.227. 7 EBRD, s.28. 8 World Economic Outlook, s.91. 9 EBRD, s.27.

30

10

World Economic Outlook, s.90.

11

Ibid, s.113.

12

Ibid, s.117.

13

Ibid, s.95.

31

C. Sosyal Değerlendirmeler Türkiye'nin Türk Dünyasındaki Eğitim-Öğretim Faaliyetleri / Prof. Dr. Turan Yazgan [s.31-40] Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı BaĢkanı / Türkiye GiriĢ Bir devletin veya vatandaĢı olan gerçek ve tüzel kiĢilerinin, kendi sınırları dıĢında eğitim faaliyetlerine giriĢmesi, belli maksatlarla baĢvurulan ve tarihi geçmiĢi olan bir husustur. Özellikle Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun gücünün doruğa ulaĢtığı dönemde, kontrol edemediği bölgelerde baĢlayan Batı sömürgeciliği beraberinde bu tarz eğitimi de baĢlatmıĢtır.1 Bu eğitimin baĢlangıçtaki bariz vasfı “misyonerlik” kavramı içinde yer alan HıristiyanlaĢtırma, dil değiĢtirtme ve kültür ihracı gayeleri güdüyordu ve netice itibariyle siyasi ve iktisadi sömürgeciliğin kökleĢmesi ve yerleĢmesine yol açıyordu. OsmanlıDevleti‟nin zayıflamasından ve kendisine siyasi yollarla çeĢitli iktisadi ve sosyal dayatmaların

kolaylıkla

baĢarılabilir

hale

gelmesinden sonra, özellikle A.B.D.‟nin kendi topraklarımızda pek çok okul açtığını görüyoruz.2 Bu okullaĢmada uzun vadeli olarak aynı gayenin güdüldüğünü ve bu sayede pek çok yerde olduğu gibi Türkiye‟de de belirli ölçüde baĢarılar elde edildiğini söyleyebiliriz. TartıĢmaya açık olarak bu okullara misyonerlik okulları, ajan okulları adları takılırken kendi kültürlerinden koparılmıĢ köle aydınlar yetiĢtirdikleri, bizim içimizde de böyle “Batı‟nın yeniçeri ordusu”, denilebilecek bir aydınlar grubunun oluĢturulduğu iddia edilmektedir.3 Bunun yanında bu okulların örnek teĢkil ederek Türk eğitim sisteminin yenilenmesine, çağa uygun hale gelmesine yol açıldığı iddiası da mevcuttur.4 Bizim Türk dünyasında açtığımız okulların dıĢarıda yapılan değerlendirmelerinde de Ģüphesiz benzeri iddialar ortaya atılabilmektedir. Ancak Türklerle sınırlı kalmak Ģartıyla bizim Türk dünyasındaki eğitimin, Batı‟nın sömürgecilik eğitiminden elbette farkı vardır. 1- Türk dünyasında halkın dili Türkçedir. Türkçenin, bazı Türk bölgelerinde XVI. asır ortasından, bazı bölgelerinde özellikle XIX. asırdan itibaren kaybedilen istiklâle bağlı olarak, birbirinden suni Ģekilde uzaklaĢtırılan lehçe ve Ģiveler teĢekkül etmiĢ ve siyasi maksatlarla ayrı milliyetlere bağlı ayrı diller oluĢturulmaya çalıĢılmıĢ olsa bile, Yakutistan‟dan Makedonya‟ya kadar 250 milyonluk Türk halklarının diline Türkçe demeyen yoktur.5 Böyle olunca bizim eğitimimize sömürgeleĢtirme eğitimi denemez. 2- Türk halklarının çok küçük istisnalar dıĢında6 hepsi zaten Müslümandır. Bu sebeple bizim eğitimimize, MüslümanlaĢtırma-misyonerlik, eğitimi de denemez. 3- Siyasi ve iktisadi gayelerin gerçekleĢmesinin vasıtası olarak değerlendirilmeleri de pek mümkün değildir. ünkü bu bakımlardan bariz bir üstünlüğe sahip değiliz. Eğitim genel olarak kamu hizmeti olmakla birlikte üretimi kimin yaptığına bakmaksızın bu mahiyetinin devam etmesi gereken bir hizmettir. Bu bakımdan bu sahadaki incelemelerde önce bu hizmeti kimin yaptığına bakılır.7 Ġkinci olarak eğitimin modeli veya seviyesi ele alınır. Bu bakımdan

32

ana okullarıyla doktora eğitimi arasındaki bölünüĢe bakmak gerekir. Bu bakıĢ açısı beraberinde genel eğitimle mesleki ve teknik eğitimi de ayırmamızı icap ettirir. ġüphesiz seviyesi ve dalı ne olursa olsun, bu eğitimin yaygın-örgün eğitim olarak da ele alınması esastır. Üçüncü olarak eğitimin gayesi ve metodu önem taĢır.8 Bu genel bakıĢtan sonra, özel olarak, en teferruatlı Ģekilde bildiğimiz Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın Türk dünyasındaki eğitim hizmetleri tanıtılmaya ve değerlendirilmeye çalıĢılacaktır. Bu genel ve özel bakıĢtan sonra günümüzde artık ders konusu haline gelmiĢ bulunan eğitim ekonomisi açısından da değerlendirme yapmak mecburiyeti vardır. Biz bu dördüncü hususa eğitimin maliyeti açısından, bilindiği kadarıyla, değineceğiz. A.Genel Olarak I. Türk Dünyasında Eğitim Yapan Kuruluşlar Türk dünyasında eğitim yapan kuruluĢları önce ikiye ayırabiliriz: 1- Devlet kuruluĢları9 a) Milli Eğitim Bakanlığı b) Yüksek Öğretim Kurumu c) Türk Ġktisadi Kalkınma Ajansı (TĠKA) ç) Üniversiteler ve Üniversite kuruluĢu olarak TÖMER 2- Özel KuruluĢlar a) Vakıflar-Dernekler b) Ticari ġirketler Bu tasniflerden çıkarılabilecek birinci netice devletin bu iĢte önemli bir rol oynamakta olduğu ve bunları koordine etmenin imkânsız olduğudur. ünkü Milli Eğitim Bakanlığı YurtdıĢı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü‟nün yanında bir de Yüksek öğretim Genel Müdürlüğü vardır. Bunların bir devlet bakanlığına bağlı TĠKA ya ve Üniversitelere karıĢması mümkün değildir. Y.Ö.K de baĢlı baĢına bir otoritedir. Özel kuruluĢlar, Vakıf dernek ve Ģirket statüsü altında okullar açmıĢlardır. Vakıfların ve derneklerin belli baĢlıları Ģunlardır: 1- Türkiye Diyanet Vakfı 02- Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı 03- Ufuk Eğitim Vakfı 04- Türkiye Sağlık ve Tedavi Vakfı 05- Endonezya Yenbu Vakfı

33

06- Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı 07- Ġslam ve Milli Kültüre Hizmet Vakfı 08- Dostluk Yolu Derneği 09- Balkanlar Eğitim ve Kültür Vakfı 10- Tolerans Vakfı Bunlardan ilk ikisi dıĢındakiler çok yaygın olmadıkları gibi Türk coğrafyası ile de hizmetlerini sınırlamamıĢlardır. Ticaret unvanı altında eğitim yapan kuruluĢlar ise 1997 Mart ayı itibariyle ağ Öğretim A.ġ., Tolerans A.ġ., Silm A.ġ., BaĢkent Eğitim ġirketi, Bahar Co. Tayvan, Yumina Sa, Serhat A.ġ., Ertuğrul Gazi Eğitim ġirketi, Fetih A.ġ., Fezalar Eğitim ġirketi, Gülistan A.ġ., Uluslararası Ümit ġirketi, Samanyolu A.ġ., Özel Bung A.ġ., Asır DıĢ Ticaret, Toros Eğitim ġirketi, ağlar Eğitim Malzemeleri Ltd. ġti, Sebat A.ġ., Milkyutay Dil Enstitüsü, Hafta Sonu Özel Türk Okullarıdır. Bu kuruluĢların birinci özelliği, statüleri icabı kâr gayesi gütmesi gereken ticari kuruluĢlar olması, ikinci özellikleri ise tıpkı bazı vakıflar gibi eğitim hizmetlerinin Tük cumhuriyetleri ile Türk ve Akraba toplulukları coğrafyasıyla sınırlı olmaksızın yayılmıĢ olmasıdır. Mesela Endonezya, Fas, Güney Afrika, Macaristan gibi Türk nüfusunun hemen hiç bulunmadığı ülkelerde de faaliyet göstermeleridir.10 AĢağıda görüldüğü gibi Türk dünyasında devlet doğrudan doğruya eğitim faaliyetleri yürütmektedir. Tablo 1: Devletimizin Türk Dünyasındaki Eğitim Kurumları Ülkeler Okul-kurs sayısı Öğrenci sayısı Azerbaycan 2

840

Kazakistan 2*

246

Kırgızistan 4*

237

Özbekistan

1

98

Türkmenistan4

1376

Tacikistan

1

85

Moldova

1

50

Toplam

15

3432

* Devlet Üniversiteleri dahil değildir. Kaynak: M.E.B 1999-2000 Öğretim Yılı sonu Türk Cumhuriyetlerinde açılan öğretim kurumları öğrenci ve öğretmen sayıları-MEB Yurt DıĢı Eğitim Öğretim Genel Müd.

34

Devlet, 8 lisesi, 7 kurs Merkezinde toplam 3432 öğrenciye eğitim vermektedir. Bunlara Yesevi ve Manas Üniversitelerini eklediğimiz zaman bu sayı bütün vakıf ve ticari kuruluĢların eğitim verdiği öğrenci sayısını aĢmaktadır. Zira yalnız Yesevi Üniversitesi‟nde 10.088 öğrenci eğitim almaktadır. DıĢarıdan eğitim alan 3456 öğrenci de buna eklenirse toplam 13544 öğrenciye ulaĢmaktadır. Manas Üniversitesi‟nin öğrenci sayısı da buna dahil edilirse devletin ağırlığı ortaya çıkar. Tablo 2‟de, vakıflarla ticari Ģirketlerin kurduğu eğitim kurumlarının adedi ve öğrenci sayıları yer almaktadır. Burada da görüldüğü gibi, esas pay, ticari kurumlarındır. 136 okul ve kurs merkezinin 107‟si Türkiye özel sermayesi ile kurulmuĢ ticari Ģirketlere aittir. Vakıfların ve bir derneğin payı toplam öğrencilerin beĢte biri kadar gözükmektedir. Bunlar içinde de esas kuruluĢlar Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı ile Türkiye Diyanet Vakfı‟na aittir. II. Türk Dünyasında EğitiminModeli Eğitimin modeli deyince, eğitimin nevilerini ve her nevin kendi içindeki çeĢitli seviyelerini ve bunların teĢkilatlanıĢ biçimini anlıyoruz.11 Türk dünyasında yürütülen eğitimi, öncelikle örgün ve yaygın eğitim olarak ikiye ayırmak gerekmektedir. Yaygın eğitim olarak, Milli Eğitim Bakanlığımızın Türkiye Türkçesi Eğitim Öğretim Merkezlerini, TĠKA‟nın gönderdiği öğretmenlerin açtığı Türkçe kurslarını, TOMER‟in açtığı Türkçe kurslarını ve Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın Türk Dünyası Kültür Merkezlerinde açtığı Türkçe kursları ile Türk Sazı ve Türk Folklorü öğretimini sayabiliriz. Ayrıca Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın merkezlerinin dıĢında liselerinde, fakültelerinde ve Türk Dili bölümlerinde açtığı Türkçe kursları ve müzik ve folklor kurslarını da eklemek gerekir. Ticari kuruluĢlarımızın da, bazı yerlerde dil kursları, bilgisayar kursları açtığı görülmektedir. Mesela BaĢkent Eğitim ġirketi‟nin Türkmenistan‟da Ġngilizce-Türkçe, Bilgisayar Kurs Merkezi bunlara bir örnektir. Ticari kuruluĢların Türkçe kursları, bilhassa Türk coğrafyası dıĢında yer almaktadır. 1997 rakamları içinde Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın açtığı kurslar hariç tutulursa, kalan bütün kuruluĢların kurs merkezleri sayısı 6‟yı geçmemektedir. Devletin ise, 7 kurs merkezi mevcuttur. Eğitimin kademeleri olarak ele alındığında esas ağırlığın liselerde olduğu görülmektedir. 1997 itibariyle bütün dünyada mevcut Türkiye‟nin devlet, vakıf, dernek ve ticari kuruluĢlar olarak açtığı okulların dökümü Ģöyledir: Tablo 3: Türk Dünyasında Seviyeleri Ġtibariyle Eğitim KuruluĢlarımız DevletdıĢı

Devlet

Üniversite-Yüksekokul 15

2

Ġlköğretim Okulları

3

1

Kurslar*

6

7

Liseler

157

7

Toplam

181

17

35

(*)

Bu rakamlar içinde Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfının kursları yer almamaktadır. Bu

vakfın Kazan, allı, Kentav, Kızılorda Celalabad, Kosova, Gostivar ve Komratta, Türk Dünyası Kültür Merkezi vardır ve hepsinde Türk dili kursları, Türk sazı kursları verilmektedir. Kaynak: T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Yurt DıĢı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü; yurt DıĢında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri Ġkinci Toplantısı. Ankara 1997 s. 247 Devletimizin Kazakistan‟da Yesevi, Kırgızistan‟da Manas adıyla açtığı iki üniversitesi vardır. Azerbaycan, Türkmenistan ve Kırgızistan‟da ticari kuruluĢların özel üniversiteleri faaliyet göstermektedir. Geriye kalan yüksek öğretimi Türkiye Diyanet Vakfı‟nın üniversiteler bünyesinde kurduğu ilahiyat fakülteleri ile Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın aynı Ģekilde kurduğu Türk Dünyası ĠĢletme Fakülteleri, Uluslararası ĠliĢkiler ve Türk Dili ve Edebiyatı bölümleri teĢkil etmektedir. Örgün ve yaygın eğitimde yer alan öğrencilerin büyük çoğunluğu örgün eğitimde, bunların da devlet hariç tutulursa büyük çoğunluğu liselerde eğitim görmektedir. Gerek liselerde, gerek yüksek öğretimde öğrencilerin çok büyük çoğunluğu mesleki ve teknik eğitimin dıĢında yer almaktadır. Yesevi ve Manas bünyesindeki teknik ve mesleki yüksek öğretim ise, Türkiyeli öğretim üyelerine pek yer vermediğinden, bunları Türkiye‟nin eğitimi olarak saymak çok zordur. Bu üniversiteler de, bilindiği gibi dersler Kazak veya Kırgız Türkçesi, Rusça ve Türkiye Türkçesi ile yapılmaktadır. Bu, öğretim üyesinin dili ne ise, dersin eğitim dilinin bu olduğu manâsına gelmektedir. Öğrencilerin her üç dili bilmesi Ģartıyla bu eğitimden baĢarı beklenebilir. Tabii bu arada bir de yabancı dil olarak mesela Ġngilizce öğrenmek mecburiyetleri vardır. Bu durumda, eğitimin dil karıĢıklığının doğuracağı mahsurlar düĢünülmeye değer. Türkiye‟de yapılan Ġngilizce eğitimin ortaya çıkardığı mahsurları bu tarz eğitim kat kat aĢacaktır. Tablo 4‟te Ahmet Yesevi Üniversitesi‟nin öğretim üyelerinin ülkelerine göre terkibi görülmektedir. Tablo 4: Ahmet Yesevi Üniversitesi‟nde Görevli Öğretimelemanlarının Ülke ve Unvanlarına Göre Dağılımı (16 Ocak 2002 Tarihi Ġtibariyle) Ülke

Prof. Dr. Doç. Dr. Okutman Toplam

Kazakistan

97

220

666

983

Türkiye

9

12

33

43

Özbekistan

4

5

2

11

Diğer

1

1

2

4

111

239

700

Toplam

1041

Kaynak: Ahmet Yesevi Üniversitesi Ġnternet Sitesi Toplam olarak Türkiye‟den görevlendirilen 43 elemanın ancak 9‟u profesör, 12‟si doçenttir. Bunların toplam profesör ve doçentler içindeki payı sadece %6‟dır. Üniversitenin bütün öğretim

36

görevlileri içinde Türkiye‟den gidenlerin payı sadece %4‟tür. Bu gerçek karĢısında Türkiye‟nin bu üniversiteye hakim olması mümkün değildir. III. EğitiminGayesi Türkiye‟nin kendi ülkesinin dıĢında eğitim faaliyetine giriĢmesinin, eğitimin normal ve vazgeçilmez gayelerinin dıĢında baĢka gayeleri de vardır. Bunların içinde kültür emperyalizmi olamayacağına göre Ģu üç hususun öne çıkması gerekir: 1) Her dilin olduğu gibi Türkçe‟nin de tek bir yazı dilinde birleĢmesini sağlamak, 2)

KardeĢlerimizin

eğitim

ihtiyaçlarının

karĢılanmasında

ve

insan

gücü

açıklarının

kapanmasında yardımcı olmak, 3) Prestij kazanmak. Birinci gaye esas alındığı takdirde, eğitimin mutlaka Türkiye Türkçesi ile yapılması gerekir. Halbuki, ticari kuruluĢların ve devletin liselerinin eğitim dili ne yazık ki Ġngilizce‟dir. Türkiye Diyanet Vakfı ve Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı dıĢındaki Vakıf ve derneklerin yaptığı eğitimin de dili çoğunlukla Ġngilizce‟dir. Yüksek öğretimde ise, devletin eğitim dili, daha önce de belirttiğimiz gibi münhasıran Türkçe değildir. Ticari kuruluĢlar ise maalesef çoğunlukla yüksek öğretimde de Ġngilizce‟yi eğitim dili olarak seçmiĢ bulunmaktadırlar. Türk cumhuriyetlerinin ve Türk topluluklarının eğitim alt yapıları, birçok bakımdan Türkiye‟den üstündür. Öğretim üyesi yeterliliği bakımından da Türkiye‟den üstün durumdadırlar. Hatta bazı alanlarda sayı bakımından yeterliliğin yanında kalite bakımından da Türkiye‟ye nazaran çok üstündürler. Matematik, Fizik, Kimya gibi dallar buna misal teĢkil eder. Diğer taraftan Türkiye‟nin kendisinden en çok talep edilecek dallarda yeterli öğretim üyesi yoktur. Türk dili ve edebiyatı bu bakımdan gerçekten acıklı bir misaldir. Hem üniversitelerde hem liselerde bu dalda yeterli öğretim elemanımız yoktur. Bu ülkelerin insan gücü açıklarını kapama açısından meseleye baktığımız zaman, Ģu durumu tespit edebiliriz: Bu ülkeler sosyalist sistemden pazar ekonomisine geçiĢ yapmaktadırlar. Bu açıdan pazar ekonomisinin gerektirdiği “müteĢebbis” insan tipine ihtiyaçları vardır. Devlet bürokrasisi yerine, özel sektör bürokratına ihtiyaçları vardır. Bu bakımdan iĢletmecilik sahasında insan gücü açıklarının olduğu, kabul edilebilir. Fakat bu sahada Türkiye‟nin kendi üniversitelerinde yeterli elemanlarının olmadığı bir gerçektir. O halde bu ülkelerdeki insan gücü açıklarını karĢılayacak eğitimi kendi elemanlarımızla yapmak imkânına büyük ölçüde sahip değiliz demektir. Pazar ekonomisine geçiĢlerini kolaylaĢtıracak eğitim de yapamayız. Nitekim Hoca Ahmet Yesevî Üniversitesi‟nde 9 profesör 12 doçentin içinde kaç iĢletmeci, kaç Türk dili edebiyatçısı vardır, gerçekten araĢtırmaya değer. Manas Üniversitesi‟nde de bu fakültelerin her birinde ancak bir-iki Türkiyeli Öğretim üyesi görev alabilmektedir. Türkiye‟de yeni kurulan üniversitelerimizde mezkür fakültelerin hali bundan da kötüdür.

37

Prestij kazanmaya gelince, bunu sağlamanın birinci Ģartı, öğretim üyeleri çoğunluğunun Türkiyeli akademisyenlerden oluĢmasıdır. Bundan evvelki bölümde gördüğümüz gibi devletimiz en çok para harcadığı üniversite olan Yesevi Üniversitesi‟nde bu Ģartın yerine getirilmesi 2002 yılında da mümkün olamamıĢtır. Devletin açtığı liselerde ise, Türkiye Cumhuriyeti vatandaĢı öğretmenler çoğunlukta olduğu halde eğitimin dili Ġngilizce olduğu için, bunun bize ne derece prestij kazandırabileceği tartıĢılabilir. ünkü, bu liselerin bulunduğu ülkeler, daha önce eğitim dili olarak Rusça‟yı kullanmıĢlardır. ġimdi de Rusça yerine Ġngilizce‟ye yönlendirilmektedirler. Üstelik bu kendi devletleri tarafından değil, Amerika ve Ġngiltere tarafından değil, Türkiye tarafından yapılmaktadır. Buna imkan olmadığına göre, bina, makine-teçhizat bakımından üstünlük sağlamamız gerekmektedir. Gerçekten de devletimiz bunu hakkıyla yapmakta ve maliyet tahlillerinde ele alacağımız gibi bu eğitime nispetsiz para harcamaktadır. Türkiye‟nin devletçe kurduğu üniversiteler ve liseler mükemmel binalara, mükemmel makine ve teçhizata sahiptirler. Bu yönüyle prestij sağladıklarına Ģüphe yoktur. Devletin liseleri dıĢındaki eğitimde idari bakımdan da maalesef kontrol Türkiye‟nin elinde değildir. Harcamaların çoğu Türkiye tarafından yapıldığı halde yönetimde ipin uçları mahalli yöneticilerdedir. Rektörleri onlar tayin etmektedir. Öğretim üyesi çoğunluğu ve bürokrasideki elemanların çoğunluğu mahallinden temin edilmiĢ olduğu için, Türkiye‟de asla mümkün olmayan tatbikat orada neredeyse aynen devam etmektedir. Buralarda yaygın olan rüĢvet ve disiplinsizlik vakıasının değiĢtiğini söyleyemiyoruz. Ġdareyi tam olarak kendi üstüne almıĢ olan Vakıf ve ticari kuruluĢların yüksek öğretiminde bu problem yoktur. Nitekim liselerde kontrol tamamen Türkiye‟ye aitse bunlar ister devletin, ister vakıf veya

ticari

kuruluĢların

olsun,

rüĢvete

kolay

kolay

yer

vermeyen

disiplinli

bir

eğitim

sürdürebilmektedirler. B. Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın Türk Dünyasında Yaptığı Eğitim I. Tarihçe Türk Dünya AraĢtırmaları Vakfı 1980 Temmuz‟undan itibaren Bakanlar kurulumuzdan vergi muafiyeti olarak çalıĢmaya baĢlamıĢtır. Türk dünyası ile ilgili bir özel kuruluĢ olarak “ilk” olma özelliğini taĢımaktadır. Türk dünyası ile ilk eğitim anlaĢmalarını yapan, Türk dünyasına özel uçaklarla doğrudan ve toplu olarak ilk uçuĢ ve ziyaretleri gerçekleĢtiren, ilk eğitim kurumlarını kurup faaliyete geçiren, ilk kurultayları toplayan, konferans ve seminerleri açan, Ģölenleri düzenleyen, ilim ve san‟at adamlarını davet eden de bu Vakıftır. Vakfın gayesi Türk dünyası ile ilgili olanak zaman ve mekan bakımından sınır çizmeksizin her çeĢit araĢtırmaları yapmak, bu sahada süreli ve süresiz yayınlar yapmak, dil birliğinin sağlanması için her çeĢit gayretin yanında eğitim kurumları kurmak, sosyal ve kültürel faaliyetler icra etmektir. Bu güne kadar bu konuda yaptıklarını ele almak, konunun dıĢına çıkmak demektir.

38

Yurt dıĢında yaptığı eğitime önce Azerbaycan ve Kazakistan‟dan baĢlamıĢtır. Azerbaycan bakanlar kurulu ile 6.11.1990 tarihinde bir eğitim anlaĢması yapmıĢ ve 1991 de baĢlayan ders yılında bugün fakülte haline gelmiĢ bulunan iĢletme Enstitüsünü kurmuĢtur. Bu enstitünün açılıĢı henüz iĢbaĢında bulunan Sovyetler Birliğinin en yetkilisi olan Gorbaçov tarafından, Moskova televizyonunda, Sovyetler ittifakında yapılmıĢ en hayırlı iĢ olarak ilan edilmiĢ ve Vakfımızın adı da zikredilmiĢtir. Bununla ifade etmek istediğimiz husus, pazar ekonomisine geçmeye mecbur kalmıĢ Sosyalist Sovyetler Birliği‟nin insan gücü içinde en önemli açığın “müteĢebbis” insan tipi olduğunun Vakfımızca tespit edilmiĢ olmasıdır. Gerçekten bu enstitü, yüzlerce üniversite bitirmiĢ genci, pazar ekonomisi ve sevk ve idaresi ile ilgili bilgilerle teçhiz ederek, resmî ve özel kuruluĢları harekete geçirmiĢtir. Bu ihtiyaç sonra Sovyetlerden ayrılan bütün Türk cumhuriyetleri için geçerli olduğundan Türkiye‟de de Türkiye Türkçesi ile birlikte bu çeĢit kursları gerçekleĢtirmiĢ ve yalnız Türk cumhuriyetlerinden değil muhtar Türk cumhuriyetlerinden de yüksek seviyeli idarecileri Türkiye‟ye getirmiĢtir. Bir yandan da çok yüksek olan Türkçe öğrenme talebini karĢılamak için, Yakutistan‟dan itibaren bütün Türk topluluklarından Türk asıllı Rusça veya anadil öğretmenlerini 60‟ar kiĢilik partiler halinde getirterek 2 aylık “Türk‟e Türkçe öğretme” metoduyla kesif kurslardan geçirmiĢ ve ellerine Türkçe öğretmenliği yapabilir belgesi vererek ülkelerine göndermiĢtir. Gayesine hizmetin, Türkçe‟nin yaygın ve tek yazı dili olmasından geçeceğini düĢünerek, alfabe konusunda da ilk çalıĢmalarını yapmıĢ ve her dilin dünyada tek alfabesinin olduğundan hareketle bir milyon alfabe bastırıp fiili durum yaratmak amacıyla her Türk topluluğuna göndermiĢtir. Ne yazık ki bu çalıĢmalar anlaĢılamamıĢ ve alfabemizin siyasi bir mesele olduğu düĢünülmeksizin ilmî kongrelerde Rus ve Ġran‟a uygun fikirler üstün gelmiĢ ve 29+5 harf kabul edilerek zorla yaratılan 30 çeĢit Türkçe krili yerine herhalde en az bu kadar çeĢit Türkçe latin alfabesi seçme yolu açılmıĢtır. Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı, Türkistan Ģehrini küçük bularak burada lise açmamıĢ, 30 km uzağındaki Kentav‟da Yesevî lisesini açmıĢtır. Bu lisenin adı, sonradan, devletimizin kurduğu Üniversitenin adından farklılaĢtırmak için, Türk Dünyası Kentav Atatürk Lisesi olarak değiĢtirilmiĢtir. Vakıf, mâlî gücünü dikkate alarak sınırlı sayıda lise, ĠĢletme fakülteleri, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri ve Türk Dünyası Kültür Merkezleri açmıĢ ve 1993‟ten itibaren bunları sadece dikey geliĢmeye tâbî tutmuĢtur. Bu konuda da yeterli baĢarıyı elde ettiği için yüksek öğretim kurumlarımıza Y.Ö.K. muadelet vermiĢ ve ücretli izinli olarak Türkiye üniversitelerinden öğretim üyesi görevlendirmek mümkün olmuĢtur. Bu gün de Vakıf sadece dikey geliĢme ile meĢguldür. Yeni okul ve merkezlerin açılması için Vakıf üzerinde gerçekten çok Ģiddetli baskı devam etmekte olduğu halde hiçbir yeni kurum açılmamıĢtır. II. TürkDünyası Araştırmaları Vakfı‟nınEğitim Kurumları Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın eğitim kurumlarını üçe ayırmak mümkündür: 1- Türk Dünyası Kültür Merkezleri,

39

2- Türk Dünyası Liseleri, 3- Türk Dünyası Yüksek öğretim kurumları 1. Türk Dünyası Kültür Merkezleri Türk Dünyası Kültür Merkezleri yaygın eğitim kuruluĢları olarak görev yaptığı gibi bulunduğu yerde halkla, özellikle yazarlar, ilim adamları ve yayıncılarla Türkiye arasında köprü kurarlar. Bunlara dönük Türkiye Türkçesi kursları açarlar. Merkez müdürümüz yönetiminde sosyal ve kültürel faaliyetler icra ederler. Ġftar yemekleri, bayram yemekleri, bizim ve mahallin milli bayramlarının kutlanması, Türk dünyası büyüklerinin anma törenlerinin gerçekleĢtirilmesi, san‟at ve eliĢi sergilerinin açılması, Türk folklor çalıĢmaları, Türk sazının öğretilmesi, Nevruz kutlamaları… gibi çok yönlü ve çeĢitli faaliyetler bunlara örnektir. Ayrıca Vakıfla o ülke arasındaki münasebetleri de merkezlerimiz düzenler. Mesela Vakfın misafiri olarak gelecek olanlar önce merkeze müracaat ederler. Her yıl yapılan Türk dünyası çocuk Ģölenine gelecek gurupları tespit ederler ve formalitelerini yerine getirirler. Öğretmenlere nezaret ederler, birlikte çalıĢmalar yaparak onları ders dıĢında değerlendirirler. Ülke çapında yarıĢmalar düzenleyerek kazananları mükafatlandırırlar. Okulların baĢarılı öğrencilerinden guruplar oluĢturarak bunların Türkiye‟de Vakfın imkânlarıyla, mükafat olarak, tatil yapmasını sağlarlar. Ayrı olarak, Türk Dünyası kültür merkezlerinin olmadığı yerlerde, okul müdürleri., dekan veya bölüm baĢkanları, merkez müdürü gibi harcamalarını kullanarak, bir merkezde yapılabilecek her faaliyeti kendi bünyelerinde icra etmek zorundadırlar. Müstakil Türk Dünyası Kültür Merkezleri Tablo 5‟te gösterilmiĢtir. 2. Türk Dünyası Liseleri Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı, bu konuda iki ayrı metot uygulamaktadır. Birinci Ģekilde, Türk Dünyası Bakü Atatürk Lisesinde olduğu gibi, bina dıĢında lise tamamiyle vakfa aittir. Tek yöneticisi tayin edilen müdürdür. Türkiye‟den vakfın gönderdiği öğretmenlerin dıĢında mahallinden seçilecek öğretmenleri tespit ve tayin etmek, eğitimin gerektirdiği her türlü hukukî ve diğer muameleleri yürütmek müdürün görevidir. ġüphesiz bu yol oldukça pahalı bir yoldur fakat kontrolü tamamen Vakfın eline bırakan bir yoldur. Ġkinci yol, anlaĢma yapılan herhangi bir mahalli lisede, Türkiye‟den müdür tayin etmekle beraber, bu müdür okulun Türkçe derslerinden sorumludur. Yeterli sayıda öğretmenle birlikte 9. sınıftan veya 6. sınıftan veya 11 yıllık liselerde bazen I. sınıftan itibaren Türkçe öğretmeye baĢlarlar. Bu yolla okulda öğrenciler kayıtsız Ģartsız Türkçe öğrenmiĢ olurlar, Türkçe dıĢındaki derslere Vakfın müdürü karıĢmaz. Ancak umumi Türk Tarihi ve Din ve Ahlâk Bilgisi dersleri de Vakfın öğretmenleri tarafından verilir. Diğer dersler için okul Türkiye‟den öğretmen isterse, Vakıf kendi imkânlarına göre, bunu da karĢılamaya çalıĢır. Bu yol daha ucuz, fakat Vakfın maksadını gerçekleĢtirmede yeterli bir yoldur. Bu liseler, eğer Vakıf imkânları elverirse her zaman Bakü Atatürk Lisesi‟nin statüsüne kavuĢmaya hazırdırlar.

40

ünkü bu takdirde yerli öğretmenler de vakıftan maaĢ almaya baĢlayacaklar ve daha yüksek bir hayat standardına kavuĢmuĢ olacaklardır. Tablo 6‟da Vakfın liselerinin dökümü görülmektedir. 3. Yüksek Öğretim Vakfın üç çeĢit yüksek öğretimi vardır: a- ÇuvaĢistan Çubuksarı‟da “Tercümanlık ve Bilgisayar Meslek Yüksek Okulu: Lise mezunları için, bir yıl Türkçe hazırlığı takiben bir yıl bilgisayar ve tercümanlık öğrenirler. Bu okulun maksadı Hıristiyan bir Türk topluluğu olan uvaĢistan‟la Türkiye arasında yazıĢmaları ve tercümeleri yapabilecek, sekreterlik hizmetlerini yürütebilecek, ara sınıf personelini hızla hazırlamaktır. Turizm, ticaret ve sınaî münasebetlerin kurulmasında ve devamında bu yüksek okuldan mezun öğrencilerimizin çok büyük rolü olmaktadır. Bu yüksek okul bir meslek lisesinin bünyesinde kurulmuĢ ve uvaĢistan Devlet Üniversitesinin himayesi altında bulunmaktadır (Tablo 7). b- Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri: Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın hiç bir yerde üniversitesi yoktur. Fakat üniversiteler bünyesinde Türk dili bölümleri açtırmıĢ ve bu bölümlerdeki eğitimi her yönüyle yüklenmiĢtir. Bu bölümlerden bazıları Y.Ö.K. tarafından Türkiye‟ye eĢit sayılmıĢ ve diplomaları eĢdeğer muamelesi gören ve ÖSYM ile öğrenci yerleĢtirilen bölümler haline getirilmiĢtir. Bu yolla Vakıf gayesini en ucuz yoldan gerçekleĢtirmekte, Türkçe öğretmekte, Pedagoji üniversiteleri bünyesindeki Türk dili bölümlerinde Türkiye Türkçesi öğretmeni yetiĢtirmektedir (Tablo 8). c- Fakülteler: Vakıf önce Azerbaycan Halk Tasarrufatını Ġdare Etme Enstitüsü bünyesinde ĠĢletme enstitüsü açmıĢ, daha sonra bu enstitüyü ĠĢletme fakültesi haline dönüĢtürmüĢtür. Benzeri bir fakültede de Kırgızistan‟ın Celalabat Ģehrinde kurulmuĢtur. Bu fakülte de Kommersiya Enstitüsü bünyesinde kurulmuĢtur. Ağır baskılar sonucu bu fakülte iki bölümlü bir fakülteye dönüĢtürülmüĢ, iĢletme bölümü yanında uluslararası iliĢkiler bölümü de böylece eğitime açılmıĢtır. Fakültelerimizden birincisinde, Bakü‟de, uygulanan metot dekan bizden olmakla birlikte ve bütün yerli öğretim üyelerine de Vakıf tarafından maaĢ verildiği halde yetkiler ve kontrol tamamen enstitü rektörlüğü üzerinde kalmıĢtır. Bu enstitünün lağvından sonra fakültemiz Azerbaycan Devlet Ġktisat Üniversitesi‟ne bağlanmıĢtır. Halen bu üniversite ile Vakıf arasında yeni anlaĢma hazırlıkları yapılmakta, tam bir TÜRKĠYE fakültesi haline dönüĢtürülmesi imkanları aranmaktadır. Kırgızistan‟da mevcut fakültemiz, tıpkı Türk dünyası Bakü Atatürk Lisesi‟nde olduğu gibi, bütünüyle Vakfın kontrolündedir. Türkiye‟den gönderilen öğretim üyelerinin dıĢında mahalli öğretim üyelerinin seçimi ve tayini, her çeĢit hukukî ve diğer eğitim faaliyetlerinin yapılması ve mes‟uliyeti, Vakfın tayin ettiği dekanın omuzundadır. Her iki fakülte, YÖK tarafından Türkiye‟deki eğitime eĢdeğer kabul edilmiĢ ve diploma denkliğiyle teçhiz edilmiĢlerdir. Celalabat‟ta 15‟er öğrenci, Bakü‟de ise 30 öğrenci ÖSYM ile seçilip yerleĢtirilmektedir (Tablo 9). II. Türk Dünyası AraĢtırmalarıVakfı‟nın Eğitim KurumlarınınBelli BaĢlı Özellikleri

41

1990‟dan beri Türk dünyasında Vakıfça yürütülen eğitimin bazı özelliklerini belirtmeye çalıĢmakta yarar vardır. 1- Bu kurumlar, kuruldukları ülkelerin insan gücü açıklarını kapamaya yönelmiĢlerdir. Sosyal talebe itibar edilerek açılmamıĢ, Türkiye‟nin bundan gördüğü zararı dikkate alıp eğitimi insan gücü ihtiyaçlarına paralel olarak planlanmıĢlardır. Mesela bu ülkelerde sosyal talep Ġngilizce eğitime doğrudur. Özellikle komünizmin yarattığı zengin ve güçlü “yeni sınıf” bu tarz eğitimi tercih etmektedir. Bu Ģiddetli talebe Vakıf boyun eğmemiĢ, Türk dünyasının bugünkü sömürülen, soyulan, horlanan ve fakir bırakılmıĢ olan toplumlar olmasının sebebini kasıtlı bölmelerde, parçalamalarda aramıĢ ve onları tekrar birleĢtirecek bir tek alfabenin, bir tek yazı dilinin yaratılmasını en büyük ihtiyaç kabul etmiĢ ve bu ihtiyacı bütün gücüyle karĢılamaya yönelmiĢtir. 2- Bu seçimin ve pedagoji kanunlarının zaruri bir sonucu olarak eğitim dilini kayıtsız Ģartsız Türkçe yapmıĢ ve Türkçe‟yi mümkün olduğu kadar yaygınlaĢtırabilmek, Rusça‟nın yerine geçecek müĢterek bir dil haline getirebilmek için imkânlarını en verimli Ģekilde kullanmaya yönelmiĢtir. Bu sebeble ağır bina kiraları veya yatırımlarına asla para ayırmamıĢ, binaların cari harcamalarından telefon dıĢında her yerde uzak kalmıĢ ve çok az parayla daha çok Türkçe öğretme, en iyi Ģekilde Türkçe öğretme yolunu seçmiĢtir. 3- Yüksek öğretimde, Türkçe‟nin dıĢında, eğitimin ülkenin yeni insan gücü açığını karĢılayacak dallarda yapılması tercih edilmiĢtir. ĠĢletme fakültelerinin açılması ve uvaĢistan‟da olduğu gibi bilgisayar ve tercümanlık yüksek okulu kurulması bu gayeye bağlıdır. Bu ülkelerde matematik, fizik, kimya, biyoloji eğitimi yapacak bölümleri olan fakülte veya üniversitelerin kurulmasının hiç bir zaman ekonomik ve insan gücü ihtiyaçlarına paralel bulunmaması bir yana bunların “tereciye tere satmak” manası taĢıyacağı da açıktır. 4- Vakfın eğitim kurumlarının “hissi sebeplerle” uygun olmayan yerlerde açılmasına asla gidilmemiĢtir. Sovyetlerin kasten küçük ve güdük bıraktığı Türkistan Ģehrinde hislere mağlup olup lise kurulmasına müsaade edilmemiĢtir. Nüfus potansiyeli müsait, götürülecek hizmetin bütünüyle Türklere yarayacağı bölgeler seçilmiĢtir. Kentav, Celalabad, allı, Arça bunlara misal teĢkil eder. 5- Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfının nerede ve hangi seviyede olursa olsun bütün eğitimi bölge öğrencilerine kayıtsız Ģartsız parasızdır. Ancak Bakü Atatürk lisesinde Türkiye‟li öğrencilerden sembolik olarak para alınır. Muadeleti olan yüksek öğretimi de ise bursla yerleĢtirilenlerin dıĢında ÖSYM ile yerleĢtirilen T.C. vatandaĢlarından kılavuzda yazılı ve gerçekten Türkiye‟deki bir özel ilkokulun uyguladığı fiyatın bile 1/3 ünden az sembolik bir para alınır. 6- Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın eğitimi mümkün olduğu kadar Türkiye‟deki eğitime paralel hale getirilmiĢtir. Diploma denkliği tanınmıĢ olan bölüm ve fakültelerde ders programları zaten Ġstanbul Üniversitesi‟nin ilgili bölümlerinin tıpatıp aynısıdır. Ġlave olarak, bunların yüksek öğrenim olmasına rağmen hepsinde T.C. vatandaĢları için Ġnkılap tarihi, bölge vatandaĢları için ise umumi Türk kültürü dersleri mecburi tutulmuĢtur. Ġnkılap tarihi dersleri, CHP‟nin parti programı olmaktan çıkarılmıĢ. Atatürk‟ün birinci ilkesinin bütün Türkler için kayıtsız Ģartsız istiklâl olduğu, ikinci ilkesinin baĢarının

42

Ģartı olarak her Türk çocuğunun Türk kültürünün değerleriyle mücehhez, mukadesatına (vatan, kaynak, ata ruhu) saygılı olmak mecburiyetinde olduğu esas alınmıĢtır. Umumi Türk Kültürü dersi ile ise, dilde fikir de iĢte birlik ilkeleri aĢılanmaya, Türkçe geliĢtirilmeye, Türklük ve tarih Ģuuru verilmeye çalıĢılmaktadır. 7-

Seviyesi ne olursa olsun eğitim kurumlarının halk ve devletle iĢbirliğine ve sıcak

münasebetler kurulmasına imkân verecek Ģekilde teĢkilatlanması esas alınmıĢtır. Merkezlerimizin olmadığı yerlerde bu iĢi lise müdürleri, dekanlar ve bölüm baĢkanları yüklenmektedir. Bunun için her yerde saz öğretimi yapılmaktadır. Türk folkloru öğretilmektedir. Gezici öğretmenlerle bu eğitim birkaç bölgeyi içine alacak Ģekilde planlanabilmektedir. 8- Eğitim kurumlarımızda öğrencilere okul forması, spor kıyafeti ve malzemesi, ders kitapları parasız verilmektedir. Ġlkokul olan yerlerde öğrencilere bir bardak parasız süt içirilmektedir. 9- Okulların telefon ahizelerinden bilgisayarlarına kadar her çeĢit makina ve teçhizatları, ders araç ve gereçleri vakıf tarafından karĢılanmaktadır. 10- Ġmkân bulunabilen yerlerde, Vakfın adının olduğu gibi eğitim kurumlarının adının baĢında yer alan “Türk Dünyası” kavramına uygun olarak, Türk dünyasının her yerinden öğrenciler getirip birarada okutmaya gayret edilmektedir. Kırgızistan‟ın Celalabad Ģehrinde bu imkân bütün geniĢliğiyle vardır. Bu sebeble Yakutistan‟dan Makedonya‟ya kadar her Türk topluluğundan öğrenciler bu fakültemizin bölümlerinde beraber eğitim görmektedirler. 2002 yılında 120 kadar öğrenci Türkiye ve Kırgızistan‟ın dıĢından getirilmiĢtir. Bu öğrenciler, a- Türk dünyasındaki Vakıf liselerinin baĢarılı öğrencileridir. b- Merkezlerimiz tarafından seçilmiĢ baĢarılı fakat yetim veya fakir öğrencilerdir. Bu öğrencilerin hepsi “parasız yatılı” okurlar. Kızlar için “Türk Dünyası Atatürk kız yurdu” vakıf tarafından açılmıĢ ve teçhiz edilmiĢtir. Erkek öğrencilere de benzeri yurt yapılmıĢtır. Bu öğrencilerin hepsine ayrıca burs verilir. Okul harçları da Vakıfça ödenir. Bütün Türkler burada beraber yaĢayacak, eğitim görerek, oynayarak ebediyyen dost olmakta ve ülkelerine döndükleri zaman aldıkları görev ne olursa olsun birbirleriyle temaslarını sürdürmektedirler. 11- Bu vakfın gerçekleĢtirdiği öğretimin en önemli özelliği ise en ucuza en kaliteli ve verimli eğitimi gerçekleĢtirmekte oluĢudur. Bunun için ilkokul öğretmeni ile fakülte dekanı arasında en küçük bir ücret farkına meydan verilmemektedir, herkese eĢit ücret daha doğrusu “harçlık” ödenmektedir. ünkü bu iĢin maaĢla yapılması mümkün bir iĢ olarak görülmesi yanlıĢ mütelaa edilmektedir. Öğretmen ve öğretim üyeleri Türk dünyasına para için değil hizmet için gideceklerden seçilmeye çalıĢılmakta, kurum rüyasını görenlere yol verilmektedir. Alperenlik dıĢında her hangi bir davranıĢ sergileyenler, ticarete yeltenenler… derhal geri çekilmektedir. C. Yurt Dışı Eğitim Maliyeti

43

Türkiye yurtdıĢında yürüttüğü eğitime önemli bir kaynak ayırmaktadır. Bu kaynağın genel toplamını bilmemize imkan yoktur. ünkü ticari kuruluĢların hesaplarını bilmiyoruz. Devletin hesapları ise bütçe ile sınırlı olarak bilgimiz içinde yer alabilir. Görevlendirilen öğretmenlere Türkiye‟de maaĢ ödendiği ve yüksek öğretim ve liselerde farklı özlük hakları tatbikatları olduğu için bu konuda sahih tahliller yapmak zordur. Burada en kolay yapılabilecek husus, devlet ile Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın rakamlarını değerlendirmektir. Azerbaycan‟da mevcut liselerin bilinen rakamları Tablo 10‟da verilmiĢtir. Bu rakamlar içinde öğretmen dıĢında Milli Eğitim Bakanlığı‟nın baĢka görevlerinin de bulunabileceğini düĢünerek Bakanlığın ve Vakfın ödediği aylıklar ve öğretmen sayısı dikkate alınmak suretiyle bir aylık maaĢ maliyetleri aĢağıdaki tabloda yer almaktadır. Bir Aylık MaaĢ Tutarı Anadolu Lisesi

26.000 $

Türk Dünyası Atatürk Lisesi

3.600 $

Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerine ülkemizde aldıkları maaĢları ilaveten 1000 $, müdür yardımcıların 1050 $, müdürlerine 1100 $ ödemektedir. Vakıf ise hiçbir ayırım yapmadan herkese 400 $ ödemektedir. MaaĢlar bakımından konu ele alındığı takdirde TĠKA‟nın harcirahlar elemanlarına 2400-3000 $ kısıtlı harcirahlı öğretim elemanlarına ise 1500 $ ödemekte olduğu tespit edilmiĢtir. Üniversitelerimizde ise maaĢlar 900 $-2400 $ arasında değiĢmektedir. Görüldüğü gibi çok farklı maaĢlar ödenmesinin gerekçesini bulmak mümkün değildir. Bunların yanında bir kültür ateĢesine devletimizin 5000 $ aylık ödediğini de burada kayıt etmek gerekmektedir. Tablo 11‟de Atatürk Lisesi‟nin maliyet hesabı bir cetvel halinde verilmiĢtir. Bu rakamlar 20012002 Ders Yılı için hesaplanmıĢtır. Üniversitelerin Türkiye‟ye maliyetini de bütçe rakamlarına göre hesaplamak mümkündür. Bütçe rakamlarına göre iki devlet üniversitelerimizin aldıkları paralar Ģöyledir. Trilyon TL 2000 Yılı 2001 Yılı

2002 Yılı

Yesevi Üniversitesi

17

18

20

Manas Üniversitesi

5.5

3.0

16.0

Dolar olarak değerlendirdiği takdirde Yesevi Üniversitesi‟ne bütçeden ayırdığımız kaynak 26 milyon dolara tekabül etmektedir (2000 yılı) Bu rakam lise olarak değerlendirilirse Bakü‟deki büyüklük de 81 Anadolu Lisesi‟ne veya 240 Atatürk Lisesi‟ne tekabül eder.

44

Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı‟nın Celalabad‟daki iki bölümlü Türk Dünyası ĠĢletme Fakültesi‟nin harcama kalemleri de Tablo 12‟de gösterilmiĢtir. Bu tablodaki rakamlar 2 bölümlü 385 mevcudu olan ve 100‟den fazla genci parasız yatılı olarak okutan bir fakültenin bir yıllık maliyetinin 154.200 dolar olduğu göstermektedir. Devletin rakamlarıyla eğer gaye Türkiye Türkçesiyle kardeĢlerimizin insan gücü ihtiyacını karĢılayacak eğitim yapmak ise, 180 benzeri fakülte faaliyete geçirilebilir. Kırgızistan‟da faaliyet gösteren Amerikan misyonerlerinin köylerde çalıĢmak kaydıyla ayda 200 $ maaĢ aldıkları bir gerçektir. Amerika bu ülkelerin hiçbirisinde üniversite açmamıĢtır. Ancak pek çok yerde yayınlanan haberlere göre Kazakistan‟a 2500 barıĢ gönüllüsü göndermiĢtir. Türkiye Ģu hesabı da yapabilir. Bir Yesevi Üniversitesi yerine ayda 500 $ maaĢ vermek suretiyle en az beĢ bin öğretmen gönderebilir. Görüldüğü gibi Türkiye‟nin yurtdıĢı eğitim harcamaları sağlam esasları dayanmamakta, Türkiye‟nin menfaatlerini azemileĢtirecek bir program çerçevesinde yürütülmemekte ve harcanan paranın verimliliği son derece düĢük bulunmaktadır. Türkiye‟nin yeni bir eğitim politikası tespit etme mecburiyetiyle karĢı karĢıyayız.

1 Muhibbiddin Al Khatib, Ġslam Aleminde Misyonerlik Faaliyetleri, Terc. Yusuf Uralgiray, Ankara 1977, s. 18‟le baĢlayan Misyonerlik Tarihi adlı bölüm 2 Hester Donaldson Jenkisns, Armenia and the Armenians; The National Geographic Magazine, October 1915, s. 330. Özellikle sayfa 344 de Amerikan kolejlerinde yetiĢtirilen Ermeni kızların resimleri yer almaktadır. 3 Cemil Meriç, Bu Ülke; ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 1993. Bu kitabın bir çok yerinde Türk aydını ile ilgili değer hükümleri yer almaktadır. S. 95 de “Türk aydını, Kitab-ı Mukaddes‟in serseri yahudisi” denilmektedir. 4 Yard. Doç. Dr. Halit Ertuğrul, Azınlık ve Yabancı Okullarının Osmanlı Eğitimine Katkıları, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, Ekim 2001, sh. 59-62. 5 Doç. Dr. Yusuf Dönmez, Türk Dünyasının BeĢeri ve Ġktisadi Coğrafyası, sh. 11-16, Ġstanbul 1973, Ġstanbul Üniversitesi Edebiyatı Fakültesi Yayınları n. 1878. 6 Prof. Dr. Nadir Devlet, DıĢ Türklerde Büyük Nüfus ArtıĢı, Türk Dünyası AraĢtırmaları Dergisi, Haziran 1980. S. 6 sh. 41-46. 7 Prof. Dr. Turan Yazgan, Ġktisatçılar Ġçin Sosyal Güvenlik, Ġstanbul 1992, Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı Yayınları, s. 271 8 Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Eğitim Yoluyla Kalkınmanın Temelleri, Ġstanbul 1982 sh. 64.

45

9 M. E. B 1999-2000 Öğretim Yılı sonu Türk Cumhuriyetlerinde açılan öğretim kurumları öğrenci ve öğretmen sayıları, MEB Yurt DıĢı Eğitim Öğretim Genel Müd. 10

Yurt DıĢında Açılan Özel Öğretim kurumları Temsilcileri II. Toplantısı, M.E.B Yurt

DıĢı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü, Ankara 1997, 229-247 arasındaki tabloda yer alan vakıf, dernek ve ticari kuruluĢ isimleridir. 11

Prof. Dr. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Ġktisat Sosyolojisi Açısından Eğitim Yoluyla

Kalkınmanın Esasları, Ġstanbul. 1982, s. 64.

46

Sovyet Sonrası Orta Asya Cumhuriyetlerinde ModernleĢme, Siyaset ve Ġslam / Prof. Dr. Shirin Akiner [s.41-46] Londra Üniversitesi ġarkiyat ve Afrika alıĢmaları Okulu (SOAS) / Ġngiltere Yirminci yüzyılın büyük bir bölümü boyunca, beĢ Orta Asya devleti -Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan- Sovyetleri Birliği çerçevesi içerisinde ortak bir tarih paylaĢmıĢtır. Aralık 1991‟de Sovyetler Birliği‟nin dağılmasından bu yana, bu devletler kademeli olarak farklı birer kalkınma çizgisi takip etmeye baĢlamıĢtır. Bununla birlikte, hâlâ paylaĢtıkları birçok ortak nokta bulunmaktadır. Netice itibariyle, bölge hakkında bir bütün olarak bazı genellemeler yapmak mümkündür. Bu çalıĢma, Sovyet sonrası Orta Asya‟nın durumunun daha iyi anlaĢılabilmesi için anahtar öneme sahip üç konu üzerinde yoğunlaĢacaktır: ModernleĢme süreci, yeni bir siyasi tablonun ortaya çıkıĢı ve Ġslam‟ın yeniden canlanması. ModernleĢme Yirminci yüzyılın baĢlarında, Orta Asya‟nın pek çok bölgesinde hayat yüzlerce yıl olduğu gibi hâlâ aynı Ģekilde devam etmekteydi. 1917 Devrimi‟nin hemen sonrasında bölgede Sovyet idaresinin kurulması ile birlikte, bu durum büyük ölçüde değiĢecekti. Orta Asya‟nın modernleĢtirilmesi ve SovyetleĢtirilmesine yönelik atılan ilk ve simgesel olarak en önemli adım, 1924-1925‟te Ulusal Sınırların Kaldırılması olmuĢtur. Bunun sonucunda beĢ bölgesel-idari birim ortaya çıkmıĢtır ve bunlar da günümüzün bağımsız devletlerinin habercisi olmuĢtur. Sınırların kaldırılmasının ardından, köklü bir sosyal dönüĢüm programı uygulamaya konulmuĢtur. Sosyal açıdan ele alındığında, özellikle kadınların özgürlüğü (buradaki özgürlük kavramından kadınların kanunlar önünde ve toplumda cinsiyet bakımından eĢitliği anlaĢılmaktadır), yetiĢkinler için toplu okuma-yazma seferberliği, çocuklar için ücretsiz, zorunlu ve evrensel eğitimin uygulamaya konulması (önce ilköğretim düzeyinde baĢlayıp daha sonra orta öğretim düzeyine geniĢleyecektir) ve sağlık ve beslenme standartlarının geliĢtirilmesi hususları üzerinde özellikle durulmuĢtur. Kadınların statülerindeki değiĢiklik, kadınların erkekler ile aynı yerde bulunamama uygulamasının sona erdirilmesi ve paranja‟nın (güneydeki kırsal bölgelerde kadınların dıĢarıda geleneksel olarak tepeden tırnağa örtünmek için kullandıkları giysi) kaldırılması ile ortaya konulmaktadır. Göçebelerin toplu ve yerleĢik yaĢama geçiĢleri, kırsal yaĢamın çehresini değiĢtirmiĢtir. Bölgenin kapsamlı bir Ģekilde elektriğe kavuĢturulması için bir program uygulamaya konuldu ve yeni sanayi kompleksleri kuruldu. Getirilen diğer yenilikler arasında çağdaĢ iletiĢim ve ulaĢım ağlarının oluĢturulması,

çağdaĢ devlet

kurumlarının

ve

çağdaĢ

bir

bürokrasi

sisteminin

kurulması

bulunmaktadır. Kitle iletiĢim araçlarında ve müzeler, kütüphaneler ve sanat galerileri gibi kültürel tesislerde büyük bir patlama meydana gelmiĢtir. Her bir cumhuriyetteki yüksek öğrenim kurumları arasında en az bir üniversite ile çok sayıda sanat ve meslek liseleri bulunmuĢtur. Her cumhuriyet ayrıca çok sayıda araĢtırma enstitüsünden oluĢan ulusal kendi Bilimler Akademisi‟ne sahip olmuĢtur.

47

Bu enstitülerden bazıları nazari ve uygulamalı bilimler alanlarında faaliyet göstermek üzere kurulmuĢtur ve ulusal bir kimliğe sahip olmayı baĢarmıĢtır. ModernleĢmenin bu unsurları ve baĢka pek çok yönü, neredeyse eĢzamanlı olarak uygulamaya konulmuĢtur. Ġstihdam olanaklarının çeĢitlenmesi, ufukların geniĢletilmesine ve sosyal hareketliliğin sağlanmasına kademeli olarak katkıda bulunmuĢtur. Ortaya çıkan sonuç ise; sosyal açıdan toplumun çehresinin oldukça hızlı bir Ģekilde değiĢmesi olmuĢtur. Bununla birlikte, özel alanda ise oldukça yüksek derecede bir muhafazakârlık sergilenmiĢtir. KiĢiler arası iliĢkilerin yapısı neredeyse hiç değiĢmemiĢtir. “Klan” -geleneksel akraba/kabile/bölge gruplaĢmalarına ya da ortak tecrübeler (örneğin askerlik, okul) yoluyla yeni ortaya çıkan bağlara dayanan sosyal ağlar- olarak adlandırılan sosyal birimler toplumda egemen olmayı sürdürmüĢtür. MüĢteri-hami (client-patron) bağlılık zincirleri, grup dayanıĢmasını geliĢtirmiĢtir ve bu da Sovyet sistemindeki gizli derebeyliklerin açığa çıkarıldığı bir güç tabanı sağlamıĢtır. Orta Asya‟daki, Sovyetler tarafından yönlendirilen modernleĢme, bazı yönlerden Asya‟nın diğer kısımlarında ve ayrıca Afrika‟da meydana gelen modernleĢmeden pek farklı olmamıĢtır. Bununla birlikte, Orta Asya‟daki modernleĢmenin üç ayırt edici özelliği olmuĢtur: Bunlardan birincisi, bu hareket iç kaynaklı olmaktan ziyade dıĢarıdan uygulanmıĢtır; ikinci olarak, sıkı olarak kontrol altında tutulan bir totaliter sistem bağlamında meydana gelmiĢtir (bunun sonucunda, dıĢa vurulan tüm muhalefet giriĢimleri bastırılmıĢtır ve gerçekte sürecin ekonomik yönü hiç göz önüne alınmamıĢtır); üçüncü olarak da oldukça hızlı ve toplumun her kesimini kapsayacak Ģekilde uygulanmıĢtır. Bu hızlı geliĢimin sonucu olarak, yukarıda da belirtildiği gibi, bazı alanlarda köklü değiĢimler elde edilebilse de diğer alanlarda değiĢim sınırlı olarak kalmıĢtır. Özellikle, siyasi hareketlenmeye yol açamamıĢtır. Her ne kadar siyasi taleplerin her nevi uzantısı olsa da, bu talepler oldukça geç yapılmıĢ (1980‟lerin sonlarında baĢlayıp perestroika dönemine kadar sürmüĢtür) ve sadece küçük bir Ģehirli düĢünür grubu ile sınırlı kalmıĢtır. Bazı Batılı gözlemciler Sovyet sosyal mühendisliğine Orta Asyalıların içerleyeceğine ve bunun da sonuç olarak yeniliğe karĢı bir tepki ortaya koyacağına inanmaktaydı. Aslında, onlar Birliğin en sadık destekçileri arasında yer almıĢlardır. Bölgede hiçbir ayrılıkçı hareket meydana gelmemiĢtir ve Sovyet idaresine karĢı çok nadiren muhalefet sergilenmiĢtir. Bu sükûnete katkıda bulunan bazı etkenler olmuĢtur. Bu etkenlerden birisi, Sovyet rejiminin daha sonra sistemin yeniden doğuĢuna (indigenising) katkıda bulunacak olan düĢünür ve lider tabakalarını ortak tayin etmede baĢarılı olmasıdır. Bir baĢka etken ise, devletin sadece bürokrasinin üst seviyelerinde değil toplumun tüm kesimlerinde çıkar çevreleri oluĢturmuĢ olması ve böylece de sıradan bireyleri sistemin korunmasına yönelik teĢvik etmiĢ olmasıdır. Ayrıca, daha önceki durum ile karĢılaĢtırıldığında, Sovyet yönetimi altında çoğunluk için daha ileri derecede bir sosyal adalet olduğu ve ilerleme kaydetmek için daha iyi fırsatlar olduğu yönünde haklı bir algılama mevcuttu. Dolayısıyla, rejimden nispeten yüksek derecede memnuniyet duyuluyordu.1 Sovyet Sonrası Siyasi Düzen

48

Sovyetler Birliği dağıldığında, yüksek modernleĢme düzeyleri göz önüne alındığında, bağımsız Orta Asya devletlerinin liberal demokrasiye ve sivil topluma hızlı ve sorunsuz bir Ģekilde geçiĢ yapabilecekleri yönünde genel bir beklenti mevcuttu. Aslında, bu devletler çok farklı bir yol izlediler. Sovyetler Birliği‟nin aniden dağılması, beraberinde psikolojik ve ekonomik değiĢiklikler de getirdi. Oldukça gerçekçi bir saptama ile, Orta Asya devletleri sadece mücadelelerinin bir araya getirici deneyimleri açısından değil aynı zamanda siyasallaĢma, harekete geçme ve teĢkilatlanmaya yönelik hazırlık dönemi açısından da „devrim oyununa getirilmiĢlerdir‟. Bağımsızlığa karĢı sergilenen ilk tepki, toplumun en muhafazakar özelliklerinin güçlendirilmesi olmuĢtur. Yeni liderlere yetki devri gerçekleĢmemiĢtir; aksine, Komünist rejim ile olan göbek bağları nedeniyle itibarlarını kaybetmeyen, yönetimi elinde bulunduran elit tabaka, bir belirsizlik ve bulanıklık döneminde sürekliliğin simgesi olarak ek bir meĢruiyet kazanmıĢtır. Esasen, reformların rafa kaldırılması pahasına da olsa, istikrarı sürdürmüĢlerdir. Bunun aksine, Sovyet döneminin son yıllarında çoğulculuğun ortaya çıkmasına dair önemli iĢaretlerin görüldüğü tek ülke olan Tacikistan, hızla kontrol dıĢına çıkmıĢtır. Siyasi özgürlük birden anarĢiye dönüĢmüĢtür. Bağımsızlıktan sadece birkaç ay sonra da kanlı bir iç savaĢın içinde bulmuĢtur kendini.2 Orta Asya‟nın diğer bölgelerinde hakim olan eğilim de giderek büyüyen bir otoriter yönetim olmuĢtur. Görevdeki devlet baĢkanları pek çok yönden Orta ağ hanları gibi davranmıĢtır. Teoride, yetkileri yeni anayasalar tarafından sınırlanmıĢ durumdadır; uygulamada ise, mutlağa yakın derecede yetkiye sahiptirler. Bugüne kadar gerçekleĢtirilen tüm seçimler, baĢta AGĠT olmak üzere uluslararası kuruluĢlar tarafından hilecilik ve seçim kanununun ihlali iddiaları ile ciddi olarak eleĢtirilmiĢtir. Düzenli ve açık bir hükümet sistemi sağlamak için kağıt üzerinde bulunan dengeler ve frenler öylesine muğlak ifadelerle belirtilmiĢtir ki, yönlendirmeye ve tahribata oldukça açıktır. Buna davetiye çıkaran yollar ve fırsatlar, günümüz liderleri en önemsiz iç meselelerden büyük uluslararası müzakerelere kadar tüm kamu iĢlerinde doğrudan, kiĢisel kontrol sahibi olduklarından dolayı, her zamankinden daha fazladır. Bu Ģekilde, saygınlık, himaye ve yetki hususlarında nihai kontrolü elinde tutanlar bu liderler olmuĢtur. Sistem, kaçınılmaz olarak mesleki deneyim yokluğu ile birleĢtiğinde idari personel arasında yüksek bir devir (değiĢiklik) oranına yol açan kıskançlıkları ve rekabeti ortaya çıkarmaktadır. Orta Asya devletlerindeki çağdaĢ siyasi yaĢam, nüfusun büyük bir çoğunluğu tarafından sergilenen derin bir duyumsamazlık ile ön plana çıkmaktadır. Sovyet döneminin son yıllarında ortaya çıkmaya baĢlayan sosyo-politik hareketler (Örneğin, Kırgızistan‟daki Birlik hareketi) bağımsızlık sonrasında hızla baskı altına alınmıĢtır. Bağımsızlık sonrasında çoğu devlette yeni partiler kurulmuĢtur. Bununla birlikte, Kırgızistan‟daki istisnai bir ya da iki grup dıĢında, bu partilerin çoğu zayıf ve etkisiz kalmıĢtır. Bu tip partiler, güçlü bir kiĢiliğe ve (ya) belirli bir güç tabanı oluĢturmak için yeterli varlığa sahip olan kiĢiler ekseninde merkezlenme eğiliminde olmuĢtur. Üyelik neredeyse daima çok düĢük oranlarda ve kendi sosyal çevresi ile sınırlı kalmıĢtır; genel olarak kiĢisel temasları ve tanıdıkları çerçevesine dayanmıĢtır. Her ne kadar tartıĢılsalar da, programlar ve parti platformları belirsizdir ve idealizmden uzak birkaç yavan sözden oluĢmaktadır.

49

Ġyimserler, son zamanlarda ortaya çıkan çeĢitli yarı resmi dernekler, birlikler ve hareketler göz önüne alındığında, sivil toplumun oluĢtuğuna dair iĢaretler görülebilir.3 Türkmenistan da dahil olmak üzere tüm Orta Asya devletlerinde, artık birkaç sivil toplum örgütü faaliyet göstermektedir. Bunların çoğunluğu, insan hakları, kadın hakları ve çevre sorunları gibi konularla ilgilenmektedir. Bunlar genel olarak yetkililer tarafından yakından takip edilmektedir. Bununla birlikte, bu örgütlerin mali kaynaklarının sınırlı ve genellikle kısa vadeli olması nedeniyle, faaliyetleri sekteye uğramaktadır. Tıpkı siyasi partilerde olduğu gibi, halktan aldıkları destek çok azdır ve güttükleri amaçların yıkıcı yönde olduğu düĢünülerek Ģüphe ile karĢılanmaktadırlar. Bu devletlerde fiili olarak hür basın henüz mevcut değildir. Bu bölgedeki elektronik ya da yazılı iletiĢim araçları ya devlete aittir ya da devlet tarafından iĢletilmektedir. Bunlar hükümeti desteklemektedirler ve sadece resmi görüĢleri yansıtmaktadırlar. Bağımsız medya organlarının bulunduğu yerlerde de (Örn. Kazakistan ve Kırgızistan), bunlar yüksek iĢletme maliyetlerinden fiziksel baskılara kadar çeĢitlenen bazı sorunlarla karĢılaĢmaktadırlar. Bu baskılar bir araya geldiğinde de engellerin belki de en büyüğünü doğurmaktadır: Öz sansür. Neredeyse tüm bağımsız medya kuruluĢları, yetkililer ile sorun yaĢamaktan kaçınmak için, verdikleri haber ve bilgilerde devlet sektörüne büyük ölçüde bağlı kalmayı tercih etmektedirler.4 Uygulamada, tüm Orta Asya devletleri aslında sıkı olarak kontrol edilen monokrasilerdir. Uluslararası kuruluĢlar, sivil özgürlüklerin yaygın bir Ģekilde baskı altında tutulduğunu belirtmiĢlerdir.5 BaĢlangıçta, Kırgızistan‟ın daha demokratik bir yol izleyeceği düĢünülmüĢtür (sık sık „demokrasi adası‟ olarak nitelendirilmiĢtir), ancak 1990‟ların ortalarında buradaki liderlik de daha otoriter bir yönetim tarzı sergilemeye baĢlamıĢtır. Tacikistan‟da 1997 yılında barıĢ anlaĢmasının imzalanmasının ardından, 1990‟ların baĢlarında geliĢmeye baĢlayan çoğulculuğa dönüĢ olacağı yönünde bir beklenti hakim olmuĢtu. Aslında, o zamandan bu yana cumhurbaĢkanının yetkilerinde kademeli olarak bir artıĢ meydana gelmiĢtir. Bununla birlikte, tartıĢmaya açık olmakla birlikte, farklı fikirlerin ifadesine gösterilen müsamaha göz önüne alındığında, Tacikistan Orta Asya‟daki en açık devlettir (yine de bu, elbette oldukça nispî bir bağlamda anlaĢılmalıdır). Orta Asya devletlerinde, siyasi sertliğin yanı sıra, giderek büyüyen sosyal ve ekonomik sorunlar da mevcuttur. Az sayıdaki varlıklı tabaka ile çok sayıdaki yoksul tabaka arasında oluĢan ve giderek derinleĢen bir uçurum sebebiyle, toplum kitlesel parçalara ayrılmıĢtır. Yoksullar arasında ayrı bir köreltme ve geriletme süreci söz konusu olmuĢtur. Eğitim düzeyi büyük oranda düĢmüĢtür; kadınlar giderek toplumdan dıĢlanmaya baĢlamıĢtır. Kronik yoksulluk sağlık ve beslenme üzerinde de olumsuz etkiler bırakmıĢtır. Devlet güvenliğini doğrudan etkileyen alanlar haricinde, kanun ve düzeni de korumada baĢarısız olunmuĢtur. Yolsuzluk

bir yaĢam tarzı olmuĢ ve

toplumda giderek

yaygınlaĢmıĢtır. Özellikle uyuĢturucu ticareti olmak üzere, organize suç da derin bir Ģekilde yerleĢmiĢtir. Tüm bu sorunların ortaya koyduğu belirgin sonuç da insanların içlerine kapanması olmuĢtur. Bugün nüfusun büyük bir kısmı için temel amaç, yaĢamlarını sürdürmek olmuĢtur. Siyasetle ilgilenmek için çok az zaman ve enerjiye sahiptirler ve sivil toplumu oluĢturma yolunda hâlâ pek fazla

50

aĢama kaydedebilmiĢ değillerdir. Ġslam Orta Asya‟da hakim olan din Ġslam‟dır. Ġslam‟ın Orta Asya‟ya giriĢi Hicret‟ten (Ġslam çağının baĢlangıcı) yaklaĢık yüzyıl sonra meydana gelmiĢtir ve yirminci yüzyıla gelinceye kadar hayatın her yönünde yerleĢmiĢtir. Bununla birlikte, Sovyet döneminde inanç ciddi bir Ģekilde baskı altına alınmıĢ ve altyapısı neredeyse tamamen tahrip edilmiĢtir. II. Dünya SavaĢı sırasında devlet kontrolü altındaki bir Ġslam hiyerarĢisi tekrar tesis edilmiĢ ve dini uygulamaların bazı resmi unsurlarının yeniden ortaya çıkmasına izin verilmiĢtir. Resmi Sovyet ulemalarının eğitimi amacıyla biri TaĢkent‟te diğeri de Buhara‟da olmak üzere iki adet medrese açılmıĢtır. Bununla birlikte, toplumun laikleĢtirilmesi ve dini inançların yerine „bilimsel ateizmin‟ getirilmesine yönelik kampanyada hiçbir kesinti meydana gelmemiĢtir. Ortaya çıkan sonuç ise, 30 ya da 40 yıllık Sovyet idaresinin ardından Ġslam dini Orta Asyalılar için faal bir manevi bağlılıktan ziyade kültürel ve etnik kimliğin bir belirteci haline gelmiĢtir. Bu dönemde Ġslami uygulamaların tezahür ettiği temel durumlar; sünnet, evlenme ve cenaze gibi vesilelerdeki dinsel törenler olmuĢtur. Ġslam hukuku bilgisi, ilmi ve felsefesi neredeyse tamamen göz ardı edilmiĢtir. Daha sonra, 1980‟lerin baĢlarında, Ġslam yeniden önem kazanmaya baĢlamıĢtır. Bunun sebeplerinden biri de Ġslam‟ın yeniden diriliĢine yönelik bir halk hareketinin ortaya çıkmasıdır. Bu hareket oldukça küçük ölçekli olmuĢtur; sadece birkaç bin kiĢi tarafından yürütülmüĢtür ve bunlar da Tacikistan‟ın ve Özbekistan‟ın kırsal kesimlerinde yaĢayan insanlar olmuĢtur. Bu hareketle neredeyse aynı zamanlarda ancak bağımsız olarak, Sovyet yönetimi din müessesesine karĢı uzlaĢmacı bir tutum benimsemeye baĢlamıĢtır. Resmi din adamları (yani, devlete kayıtlı) tarafında, bölgenin Orta ağdaki büyük Ġslam düĢünürlerinin (örneğin el-Buhari ve at-Tirmizi) öğretilerine dayanan bir „Orta Asya‟ dini oluĢturma yönünde ortak bir çaba mevcuttu. Bu ortak çabanın amacı, Ġran ve Afganistan‟dan „kökten dinci‟ unsurların Orta Asya‟ya girmesine karĢı mücadele vermekti. Bu dönemde birkaç cami açılmıĢ ve az sayıda dini çalıĢma yayımlanmıĢtır. Bununla birlikte, nüfusun büyük bir bölümünün sahip olduğu Ġslam bilgisi yine de oldukça sınırlı idi.6 1991 yılının sonunda Sovyetler Birliği‟nin yıkılması ile birlikte, Orta Asya devletlerinde siyasetteki ve toplumdaki „Ġslam faktörü‟ canlı bir spekülasyon unsuru haline geldi. Tacikistan‟da 1992 yılında patlak veren iç savaĢ, pek çok kiĢiye göre bölgede saldırgan bir „Ġslami köktencilik dalgasının‟ ortaya çıktığının göstergesiydi. Aslında, Tacik iç savaĢının sebepleri çok daha karmaĢıktı. Ġslam da bu sebeplerin arasında yer alıyordu, ancak onlardan sadece birisiydi. Yine de, bölgede Ġslam kimliğinin yeniden tesis edilebilmesi için güçlü bir hareket mevcuttu. Bunun en belirgin göstergesi, cami inĢası yönündeki bir dalgaydı. Örneğin, Kırgızistan‟da 1987 yılında ibadete açık olan sadece 37 cami vardı, ancak 1994 yılına gelindiğinde bu rakam yaklaĢık 1.000 olmuĢtu; aynı dönemde Özbekistan‟da cami sayısı 87‟den 3.000‟e çıkmıĢtı. Aynı durum diğer Orta Asya devletlerinde de gözlenmekteydi. Üstelik, birçok Müslüman okulu ve medrese açılmıĢtı ve çocuklar ile yetiĢkinlere Arapça, Kuran ve din ile ilgili konular üzerine kurslar verilmeye baĢlanmıĢtı. 1990‟ların baĢlarında, cami toplantıları hızla

51

yaygınlaĢmaya baĢladı. Bununla birlikte, 1994 yılına gelindiğinde, bu yeni eğilim yavaĢ yavaĢ kaybolmaya baĢladı ve camilere gitme oranında önemli bir düĢüĢ gözlendi. Daha sonraları, özellikle güneyde (bilhassa Fergana Vadisi ve Kazakistan‟ın güneyi) olmak üzere kademeli bir toparlanmanın meydana geldiği gözlendi. Tüm Orta Asya devletlerinin anayasaları, din ve devlet iĢlerinin birbirinden ayrılması ilkesini kabul etmektedir. Bununla birlikte, bölgenin tümündeki mevcut liderler Ġslam‟ı devlet ideolojisine eĢ bir konuma yükseltmiĢtir. Buna sebep olan etkenin, (tartıĢmaya açık olmakla birlikte, Sovyetler Birliği içerisinde en fazla desteği Orta Asya‟dan alan) Marksizm-Leninizm‟in itibardan düĢmesinden sonra ortaya çıkan ideolojik boĢluğun doldurulması için acil olarak harekete geçilmediği taktirde anarĢinin hakim olacağı yönündeki kanaat olduğu anlaĢılmaktadır. Netice itibariyle, tüm Orta Asya devletlerinde, Ġslam‟ın ulusal mirasın bölünmez bir unsuru olarak oynadığı rolü vurgulamak için, acilen bir kampanya devreye sokuldu. Bu mesaj, Müslüman din adamlarının öğretilerinde, üst düzey siyasi Ģahsiyetlerin açıklamalarında ve basındaki haberlerde geniĢ bir Ģekilde yer buldu. Bu ikili anlam, Özbekistan‟da ve Kırgızistan‟da devlet baĢkanlarının göreve baĢlamadan önce yemin ederken hem Anayasaya hem de Kur‟an‟a el basmaları ile açıkça ortaya konuldu. KiĢisel düzeyde, (hepsi de Sovyet yönetimi döneminde iktidara gelen eski Komünist parti üyesi olan) devlet baĢkanları, kendi Müslüman kimliklerini vurgulamaya özen göstermiĢtir. Bu çabalarının arasında Mekke‟ye umre ziyaretlerini gerçekleĢtirmek de bulunmuĢtur. Kazakistan CumhurbaĢkanı Nazarbayev, baĢlangıçta Ġslam‟ı böyle açık bir Ģekilde öne sürmekten hem özel açıklamalarında hem de halka yaptığı açıklamalarda kaçınmıĢtır; ancak daha sonra o da açık bir Ģekilde Ġslamcı bir tutum izlemeye baĢlamıĢtır. Bunun göstergelerinden birisi, Kazakistan‟ın eski baĢkenti Almatı‟daki bir cami açılıĢında dağıtılan ve cami inĢaatının „Kazakistan CumhurbaĢkanı‟nın teĢebbüsleri ve Ģahsi destekleri‟ ile gerçekleĢtirildiğini belirten bir yazılı açıklamada görülmektedir. Daha açık bir Ģekilde ise, 1999 yılında yapmıĢ olduğu bir mülakatta Ģöyle demiĢtir: “Bizler Sünni‟yiz ve bu yolu takip etmeliyiz”. Bir Kazak yorumcunun da belirttiği gibi; bir devlet baĢkanı bu Ģekilde bir açıklama yaptığında, bu açıklama siyasi bir yönlendirme özelliği kazanır; bu da Anayasa tarafından güvence altına alınan vicdan özgürlüğü ilkesinin ihlali, demektir. Günümüzde Orta Asya devletleri tarafından benimsenen Ġslam Ģekli, Hanefilik mezhebinin Sünni inançları esasına dayanan bir Ġslam‟dır. Bununla birlikte, uygulama alanı oldukça sınırlıdır. Örneğin Ģeriat hukukunun unsurlarının bu devletlerin yasal çerçevelerine uygulanması konusunda çok az sorun mevcuttur (Yine de bağımsızlıktan hemen sonra, Kırgız Parlamentosu üyeleri çok eĢli evliliğin yeniden uygulamaya konulup konulmaması konusunda uzun soluklu görüĢmeler yapmıĢtır). Hükümet düzeyindeki temel hedef, devletin kalkınmasına yararlı olacak ve istikrar için sinsice bir tehdit teĢkil eden „kötü‟ Ġslam‟ın önünü tıkayacak „iyi‟ Ġslam‟ı geliĢtirmektir. Bu son hususun altının çizilmesi amacıyla, „kötü‟ Ġslam‟ın yayılmasının sonucunda sefaletin ortaya çıktığının iddia edildiği Tacikistan ve Afganistan‟a göndermeler yapılmaktadır. Bununla birlikte, Orta Asya devletlerinin hiçbirisinde, kabul edilebilir din ile kabul edilemez din

52

arasındaki ayrımın nerede ve hangi esas üzerinde yapılması gerektiği konusunda hiçbir tartıĢma yapılmamaktadır. Böylece, özellikle (birdenbire tutuklanma riskinin bulunduğu) Özbekistan‟da sakal bırakan erkekler ile baĢ örtüsü ve çarĢaf giyen kadınlara Ģüphe ile bakılmaktadır. Özbekistan‟da CumhurbaĢkanı Kerimov Ġslam‟ı tanımlama iĢinde açık bir Ģekilde baĢı çekmiĢ ve bu Ģekilde dini otoritenin rolünü üstlenmiĢtir. Diğer yerlerde ise, laik otoriteler dini liderlerin atanmasında dolaylı yollarla önemli oranda etkili olsalar da, dini iĢlerde doğrudan bir rol üstlenememektedirler. Devlet tarafından desteklenen Ġslam‟a karĢı yeniden doğuĢçular, reformcular ve radikaller arasında zayıf bir hareket mevcuttur.7 Bu tip faaliyetlerde bulunan kiĢilerin sayısı hakkında herhangi bir rakam vermek mümkün değildir. Aynı Ģekilde, ne kadar halk desteğini arkalarına aldıklarını tahmin etmek de imkansızdır; ancak kamuoyunun ifade ettiği düĢüncelere güvenilecek olursa, bunlara karĢı sergilenen genel tutum oldukça olumsuzdur. Tacikistan‟da, iç savaĢ sırasında, Ġslami muhalefet ülkenin bazı kesimlerinde destek bulmuĢtur. Bununla birlikte, 1997 yılında barıĢ anlaĢmasının imzalanmasından bu yana, bu destek büyük ölçüde kaybolmuĢtur. Muhalefetin siyasi kanadı olan Ġslami Yeniden DoğuĢ Partisi, artık resmi olarak mevcudiyetini sürdürmektedir ve son seçimlerde pek iyi bir performans sergileyememiĢtir. ġu anda Orta Asya‟da en fazla faal olan Ġslami gruplar; Hizb-i Tahrir (Özgürlük Partisi) ve Özbekistan Ġslami Hareketidir. Hizb-i Tahrir, 1953 yılının baĢlarında Ürdün‟de kurulmuĢ olan ve Ģimdi Rusya Federasyonu‟nda ve BDT‟nin diğer bölgelerinde faaliyet gösteren uluslararası bir örgüttür; Özbekistan Ġslami Hareketi ise yerel bir gruptur ve faaliyet alanı temel olarak Fergana Vadisi‟dir. Bu hareketlerin amaçları pek belirgin değildir. Hükümet politikalarını yüksek sesle eleĢtirmekte ve resmi Ġslam hiyerarĢilerini yozlaĢmıĢ ve manevi olarak çökmüĢ olarak görmektedirler. Öte yandan Ġslam‟ı oldukça basit bir Ģekilde yorumlamakta ve felsefi içeriğini çok az anladıkları açıkça belli olmaktadır. Hükümeti ve ülkedeki anayasal düzeni güç kullanarak düĢürmeyi ve bunun yerine Ġslam‟ın ilk dönemlerindeki Halifelik düzenine benzer bir modelle bir Ġslam devleti kurmayı planlamakla suçlanmaktadırlar. Özellikle Özbekistan Ġslami Hareketi olmak üzere, bu grupların uyuĢturucu ticareti ve terörizmle bağlantıları olduğu yönünde göstergeler mevcuttur. Bunu doğrular nitelikte birkaç terör eylemi meydana gelmiĢtir. 1999 yazında, silahlı bir ayaklanma yaĢanmıĢtır. Bunu gösteren kanıt ise, Tacik hükümetinin, Özbekistan Ġslami Hareketi üyesi olduğunu iddia ettiği yaklaĢık 700-1000 kadar Özbek gerillayı Tacikistan‟da kurmuĢ oldukları üsten sürme yönünde aldığı bir karardır. Bu gerillalar, aynı yılın Ağustos ayında resmi kaynaklara göre „bir Ġslam devleti kurmak‟ için Özbekistan‟ı iĢgal etmek amacıyla Kırgızistan‟a geçmiĢtir. Son olarak da yaklaĢık iki ay sonra Kırgız ordusu tarafından yerlerinden çıkarılmıĢlardır. Daha küçük çaplı da olsa, 2000 yılının ortalarında aynı bölgede benzer silahlı çatıĢmalar yaĢanmıĢtır. Bu militanların gerçekten bir Ġslam devleti kurmak için mücadele ettikleri ya da kârlı uyuĢturucu ticareti rotalarının kontrolünü eline geçirmek isteyen yerel mafya baronları mı oldukları veya bunların her ikisinin de geçerli olup olmadığı henüz açıklığa kavuĢmuĢ değildir. Sonuçlar

53

Bağımsızlıklarını yeni kazanan Orta Asya devletleri acılı ve zor bir geçiĢ döneminin tam ortasındadır. Tüm bölgedeki nüfusun büyük bir kısmının toplu bir Ģekilde yoksul hale getirilmesi, ciddi boyutlarda maddi zorluklar ortaya koymuĢtur, sosyal gerginliklere yol açmıĢ ve hoĢnutsuzluk ve kızgınlık

yaratmıĢtır.

Bağımsızlığın

ilk

yıllarındaki

yüksek

umutlar,

büyük

ölçüde

yerine

getirilememiĢtir. Bu durum da, hayal kırıklığı ve kızgınlığın yeniden hakim olmasına yol açarak ulusal hükümetlere güveni azaltmıĢ ve insanları yeni umut ve ilham kaynakları aramaya itmiĢtir. Bazıları Ġslam‟ın bir çözüm yolu olacağına inanmaktadır. Bununla birlikte, bu noktadaki önemli bir soru ise “Ne tarz bir Ġslam? ” sorusudur. Giderek artan bir Ģekilde, dinin „sahiplenilmesi‟ Ģiddetle savunulan bir uygulama olmuĢtur. Bir yanda, hükümetler inancın „yeniden düzenlenmiĢ‟ ve etnomilliyetçi bir uyarlamasını yaygınlaĢtırmaya çalıĢarak Ġslam‟ı ılımlılaĢtırmaya yoluna giderken, öte yanda çeĢitli kesimlere mensup muhalifler kendilerini „kesinlikçi‟, Ġslam‟ı da „uluslarüstü Ġslam‟ olarak tanımlayarak bunu siyasi bir farklılaĢma aracı olarak kullanmaktadır. Bununla birlikte, ne hükümet ne de muhalefet Ģu ana kadar Ġslam‟ın ilkeleri ve değerleri ile derinden ilgilenme yönünde bir eğilim sergilemiĢ değildir. Din, daha ziyade, içi güç retoriği ile doldurulacak boĢ bir kabuk olarak kullanılmıĢtır. Üstelik, her iki taraf da -hükümet ve muhalefet- fikirlerini kabul ettirmek için fiziksel Ģiddete ve teröre baĢvurmaktadır. Bu mücadelenin ortasında kalan Orta Asyalıların çoğunluğu, Ġslam‟ın muhafazakar ve törensel bir yorumuna doğru yönelmektedir. Böylece, bugün Orta Asya‟daki Ġslam geleceğe güvenle bakan açık ve kapsayıcı toplumların oluĢturulmasına hız kazandırmaktan ziyade, sınırlayıcı ve geriye dönük bir kültürün parçası haline gelmiĢ ve bu eğilimi giderek daha fazla desteklemeye baĢlamıĢtır.

1 Bu geliĢmelerin daha ayrıntılı bir görünümü için, bkz; S. Akiner, „Social and Political Reorganisation in Central Asia: Transition from Pre-Colonial to Post-Colonial Society‟, Post-Soviet Central Asia, eds. T. Atabaki, J. O‟Kane, Tauris Academic Studies, London, 1998, s. 1-34. 2 DüĢmanlıklar en ciddi halini 1992 ile 1994 arasındaki dönemde almıĢtır: 1997 yılında bir barıĢ anlaĢması imzalanmıĢtır. Bu makalenin yazıldığı dönemde bu anlaĢma geçerliliğini hâlâ sürdürmektedir. Bununla birlikte, savaĢ arkasında korkunç bir miras bırakmıĢtır. YaklaĢık 50.000 kiĢi hayatını kaybetmiĢtir ve yaklaĢık 778.500 kiĢi de (nüfusun altıda biri) evlerini terk etmek zorunda kalmıĢtır. Bu arada mallara da toplu Ģekilde zarar verilmiĢtir. Daha ayrıntılı bilgi için, bkz; Tajikistan: Refugee Reintegration and Conflict Prevention, Forced Migration Projects of the Open Society Institute, Open Society Institute, New York, 1998. 3 Sivil toplum ilgili durumun ülkelere göre değerlendirmesi için, bkz; Civil Society in Central Asia, eds. M. Holt Ruffin, and D. Waugh, Centre for Civil Society International, University of Washington Press, Seattle ve London, 1999. 4 Yasha Lange, Media in the CIS: A study of the political, legislative and socio-economic framework, Dusseldorf: European Institute for Media, 1997, medyanın durumunu iyi bir Ģekilde

54

özetlemektedir. 5 Bkz. Ġnsan Hakları Ġzleme Komitesi ve Uluslararası Af Örgütü‟nün yıllık ülke raporları. 6 Bkz., ayrıca; S. Akiner, „Islam, the State and Ethnicity in Central Asia in Historical Perspective‟, Religion, State and Society: the Keston Journal, Cilt 24, No. 2-3, Haziran-Eylül 1996, s. 91-132. 7 Orta Asya devletlerinde bunlara tümden „Vahabi‟ denmektedir; bu ifade (Sovyet döneminde olduğu gibi) kelimenin sözlük anlamında değil, kökten ve muhalif dini fikirlere sahip herkes için genel bir kötüleme ifadesi olarak kullanılmıĢtır.

55

XX. Yüzyılda Tataristan ve Orta Asya'da Tasavvufî Hareketler / Prof. Dr. Thierry Zarcone [s.47-54] Bilimsel AraĢtırmalar Milli Merkezi (CNRS) / Fransa 1. 20. Yüzyılın BaĢında Tasavvuf ve Mutasavvıflık zinciri Yirminci yüzyılın baĢlarında, Orta Asya Rusların yönetiminde olmasına rağmen, Tasavvuf hankah (tekke) vakıfları1 sayesinde çok etkili ve ekonomik yönden güçlüydü. Bunun birinci nedeni Mutasavvıflık zinciri ve ikincisi de evliyalara bağlılık (türbe kültü) ve ĠslamlaĢtırılmıĢ ġamanizm gibi yaygın çeĢitli akımlar ve kültlerdi. Tasavvufun hem seçkin hem de avam tezahüratı bulunmaktadır. Seçkin kesim tamamıyla, modern Orta Asya‟da genellikle Ģehirlerde ve tanınmıĢ ve tarihi mutasavvıflık zincirinden/kardeĢliğinden (tarikat) gelen eğitimli Ģeyhler tarafından icra edilir. Bu Ģeyhler genellikle gizli medreselerde hocalık yapmaktadırlar. Avam tasavvufu, eğitimsiz Ģeyhler ve din adamları tarafından yönetilmektedir, çoğunlukla kırsal kesimde yaygındır. Avam tasavvufu, bir evliyanın türbesi ve burada yapılan ayinlerden sorumlu olan eğitimsiz fakat geldikleri soy itibarıyla karizmatik Ģeyhlerin idaresi altındaysa “ĠĢanizm” (iĢanlık) olarak da isimlendirilir. ĠĢanizm, seçkin ve avam tasavvufu arasında yer alır, fakat seçkin tasavvufuna daha yakındır çünkü mutasavvıf soyunun bir devamıdır (seçkin tasavvuf‟un temsilcilerine de ĠĢan denildiği göz önünde bulundurulmalıdır). oğunlukla Ģehirlerin dıĢında yer almakla beraber, ĠĢanizm kırsal kesimden göçlerin yoğunluğu nedeniyle artık Ģehir toplumuna da girmiĢtir. Seçkin ve avam tasavvufu, yeni yandaĢlar kazanmak için değiĢik yöntemler kullanmaktadır. Seçkin tasavvufuna insanlar gönüllü katılabilirken, ĠĢanizmde müritlik genellikle miras yoluyla geçmektedir, çünkü müridin babası ve dedesi de ĠĢanlığı dedeleri ve babaları yoluyla edinmiĢlerdir. 20. yüzyılın baĢında, Orta Asya‟daki temel tarikat

NakĢibendiye-Müceddidiyedir. Bu

Hindistan‟dan XVII. yüzyıl baĢında gelmiĢtir. NakĢibendiliğin iki kolu bulunmaktadır, Hafiyye ve Cehriyye, ilki sessiz veya gizli zikir (zikr-i hafî) uygularken, ikincisi sesli zikir (zikr-i cehrî) ve vecd halinde dans uygularlar.2 NakĢibendilik, Buhara, Semerkant, Hive, TaĢkent ve Hokant gibi Orta Asya‟nın önemli birçok Ģehrinde yaygındır. Bu Ģehirlerde izlerini bırakan ve NakĢibendi mutasavvıflık zincirinden bugüne gelen saygın üstadlar Halife Niyâzkulu (ö. 1820), Muhammed Hüseyin (m. 183334), Miyân Fazıl Ahmed ya da Sahibzâde (ö. 1855)‟dır. XIX. yüzyıldaki diğer saygın NakĢibendi temsilcileri aslen Hint kökenliydiler ve Hokant‟ta yerleĢmiĢ olan ve aslında PeĢaver‟den gelen Miyân Mutasavvıf ailesine dayanmaktaydı.3 Fergana‟daki en nüfuzlu Ģeyh, „Abdülazîz Hace Meczub Namanganî‟ydi, (ö. 1856) hankahlarda mistik Ģiirleri okunan Muhammed Hüseyin‟in müridiydi. Günümüzde halen NakĢibendîler bu Ģiire çok değer verirler. Meczub Namanganî‟in en son temsilcisi Hokantlı mutasavvıf Ģair Ziyaeddin Hazinî‟ydi (m. 1923), ki Namanganî ailesinin NakĢibendî mirası 1943 yılına kadar devam etmiĢtir.4 XVII. yüzyılda, Orta Asya‟daki Kalender hareketinin merkezi Semerkant‟tı ve bu hareket ġeyh Safa tarafından teĢkilatlandırılmıĢtı. XX. yüzyıl baĢlarında Hive ve TaĢkent‟teki Kalenderhaneler, Semerkant merkezine bağlıydılar ve bu da Safa‟nın soyundan gelen kiĢilerce yönetiliyordu. 1945

56

yılında bir Sovyet araĢtırmacının SSCB‟nden önce TaĢkent tekkesinin üyeleri olan Kalenderilerle yaptığı mülakatlardan XX. yüzyıl baĢında bu tarikatın iĢleyiĢi hakkında bilgi edinebiliriz. Bekar olan ve dilencilik yapan Kalenderi derviĢleri eski geleneklere göre yaĢıyorlardı.5 Seçkin ve avam Ġslam inancı arasında yer alan, baĢka bir tarikat, Yâzdahum tarikatıdır ve merkezi Buhara‟dır. Bu isim, hicri, kameri takvime göre dördüncü ayın (rebülsani) on birinde (Farsça yâzdahum) kutlanan ve Kadiri tarikatına ismini veren „Abdülkâdir Geylânî‟nin ölüm yıldönümü törenlerinden gelmektedir. Yâzdahum tarikatı, Hintli istiye-Nizâmiyye tarikatından doğmuĢtur ki bu da XIX. yüzyıl baĢında Orta Asya‟ya yayılmadan önce Kadiri tarikatından etkilenmiĢtir. Buhara‟da, Yâzdahum tarikatı popüler Ġslam olup, kadın ve erkeklere açıktı. Diğer taraftan, mesela TaĢkent ve Namangan‟da, istiye-Nizâmiyye NakĢibendiyyeCehriyye ile XIX. yüzyıl sonunda birleĢmiĢtir.6 TaĢkent‟teki hankahlar ile ilgili olarak 1899‟da bir Rus araĢtırmacının yaptığı çalıĢma, 50‟den fazla Mutasavvıf tekkesi, Ģeyhleri (öz geçmiĢleri, vs,) ve ritüelleri hakkında değerli bilgiler sunmaktadır. Yazar tarafından bahsedilen tarikat, NakĢibendi Cehri ve Hafi ile Kadiriye ve Sühreverdiye‟dir. Aslında, bu son iki tarikat Ahmet Sehrendi‟den beri NakĢibendiliğin içerisinde toplanmıĢtır. Sehrendi‟nin kurucusu olduğu Müceddiyye de bu dört tarikat içinde baĢlamıĢtır. Her NakĢibendi-Müceddidî de mevcut bu dört tarikata üyedir. Ayrıca Rus araĢtırmacının yaptığı çalıĢmada, Sultaniye tarikatından da bahsedilmektedir. Sultaniye kesinlikle Yeseviyye‟nin eĢ anlamlısıdır, çünkü Ahmed Yesevi Hazret Sultan adıyla meĢhurdur.7 ĠĢanizm, evliyalara veya türbeye bağlılıktan gücünü alan bir anlamda ruhsal aristokrasiye sahip mutasavvıf ailelerinin yaĢadığı kırsal alanlarda yaygınlaĢmıĢtı.8 Bazı ailelerin secere ve silsileleri, NakĢibendi veya Yesevi kökenlerini ortaya koyuyordu. Avam tasavvufunda baĢka akımlar da bulunuyordu. Falcılar ve Ģifa vericilerin (parikhan, folbin, ramal, vs.)9 içerisinde yer aldığı ĠslamlaĢan ġamanizm (bakĢilik, emĢhi) gibi. Davud Peygamber, Ahmet Yesevi, „Abdülhâlik Gücduvanî ve Abdülkâdir Geylânî gibi bazı evliyalar, peygamberler veya Mutasavvıflara bağlı olan loncalardan bahsedilelebilir.10 Mutasavvıf silsilesiyle ilgili literatür, Mutasavvıf ritüelleri11 hakkındaki Rus etnologların çalıĢmaları ve Mutasavvıf Ģeyhler ile karĢılaĢan seyyahların seyahatnamelerini12 içermektedir. Ayrıca, Rus basınında ve Müslüman reformcu basında mutasavvıf tarikatlarla ilgili yazılara rastlanır. Bu yazılarda çoğunlukla tarikatlarla ilgili suçlama ve saldırılar yer almaktadır (örneğin Kalenderlere ve Fergana‟daki ĠĢan ayaklanmasına karĢı). XIX. yüzyıl sonunda, bazı ĠĢanlar ve binlerce taraftarı Rus idaresine karĢı ayaklanmıĢlardır. Bunların en ünlü liderleri ĠĢhan Madali ve DukĢi Ishan‟dır.13 Volga ve Tatar bölgesinde, en yaygın olan tarikat NakĢibendi-Müceddidiyye‟dir. XIX. yüzyılda, Tatar Ģeyhleri genellikle Buhara ve Kabil‟deki mutasavvıfların öncülüğündeki medreselerde eğitim görmüĢlerdir.14 O zamanlar Osmanlı‟daki bir kolu, ünlü bir mutasavvıf ve reformcu olan ve Kazak steplerinin sınırında yer alan Troitsk‟teki Resuliye Medresesini yöneten ġeyh Zeynullah (ö. 1917) tarafından Ġstanbul‟dan Volga bölgesine kadar yayılmıĢtır.15 Zeynullah Buharalı bir Ģeyhin ve Ġstanbul‟daki meĢhur Ahmet Ziyâaddin GümüĢhanevî‟nin (m. 1893) müridiydi. Medresesi sayesinde

57

Türk hocasının öğretilerini Volga bölgesine ve hatta Güney Sibirya‟ya kadar yaymıĢtır. NakĢibendiler, Osmanlı Ġmparatorluğu, Kafkaslar ve Orta Asya‟dan gelen16 NakĢibendi Ģeyhlerine açık olan Astrakhan gibi bütün Tatar Ģehirlerine yerleĢmiĢlerdi. XIX. yüzyıl ortalarında, Ebu Nasrülkursavî, ġahabeddin Mercani ve Rızâüddîn b. Fahreddin gibi Müslüman reformcuların (cedidlerin) çoğunluğu NakĢibendi‟ydiler. Ahmet Serhendi‟nin öğretisinin etkisiyle, yeni modern bir Müslüman toplumunun yaratılması için Ġslam‟ın kendisini tüm yenilik ve batıl inançlardan arındırması gerektiğini savundular.17 Diğer taraftan, Zeynullah modernizm (cedidiyye) ve gelenekselciliğin (kadîmiyye) uyumlaĢtırılmasına çalıĢıyordu. Tataristan‟daki Müslüman reformcular ise tasavvufun yeni yorumlama biçimlerini geliĢtirdiler. “Ġyi tasavvuf” ve “kötü tasavvuf” olarak adlandırdıkları keskin bir ayrım yarattılar yani yüksek tasavvuf ve ĠĢanizm/avam tasavvufu. Bununla ilgili daha ayrıntılı bilgi ünlü reformcular Zeki Velidi Togan ve Musâ Carullâh Bigî‟nin (ö. 1949) çalıĢmalarında yer alır. Bunlar seçkin tasavvuf‟un iyi taraflarını överken, ĠĢanizmi kuvvetli bir biçimde eleĢtirirler.18 Bu yorumlar, tasavvufu eleĢtiren sabık-molla Ecib Dumavi tarafından Sovyet Ġmparatorluğu‟nun ilk yıllarında yazılan kitapta da yer almaktadır. Yazar, eğitimsiz ve zararlı “kara ĠĢan” ile eğitimli ve dürüst “ak ĠĢan” arasında bir ayrım yapmaktadır.19 Bunun tersine, Orta Asya‟da, reformcular Tarikatların pek etkisi altında kalmamıĢ ve Orta Asya‟daki reformcu hareketin öncülerinden olan Ahmet DâniĢ (ö. 1897) gibi mutasavvıfların fikirlerine ilgi duymuĢlardır.20 BaĢka bir reformcu olan, „Abdürra„uf Fitrat (ö. 1938), Komünist rejimin ilk yıllarında, Ahmet Yesevi‟nin ilk Sosyalist ve proleter Ģair olarak tanımlanması gerektiğini yazmıĢtır.21 Orta Asya‟da, örneğin Tataristan‟da, ĠĢanizm muhalifleri çok sayıdaydı ve Ģüphesiz ki bunlar arasında en ilginç eleĢtiriler Özbek Ģair Hamza Hakimzade Niyazi (ö. 1929) tarafından yazılan Ģiirlerde bulunmaktadır.22 Tarikatlar birliği, aynı zamanda yüzyıllar boyunca Orta Asya‟yı Osmanlı Ġmparatorluğu, Hindistan yarımadası ve Orta Doğu‟ya bağlayan uluslararası hac ağının da merkezinde yer almaktaydı. Mutasavvıflar ayrıca Batı Türkistan‟ı doğusuyla KeĢmir ve Sibirya ile bağlayan daha küçük ağlar da kurmuĢlardır. Orta Asyalı derviĢler tarafından hac yolunda kurulan türbeler; Özbek tekkeleri, Hint tekkeleri ve Kalenderhâne olarak anılırlar. Bunlar, Yesevi ve Kalenderî uygulamalarını birleĢtiren NakĢibendilerin izinden gitmiĢlerdir.23 XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyılın baĢında tasavvuf kitaplarının taĢ baskılarının artması, Ġslam tasavvufunun öğretilmesinin yaygınlık kazanmasını sağlamıĢtır. Ahmet Serhendi‟nin Mektûbât‟ının en iyi nüshalarından biri 1910 yılında TaĢkent‟te basılmıĢtır. Bu kitap Arapçaya Tatar Murâd el-Kazanî elMenzilevî tarafından çevrilmiĢ ve Mekke‟de 1899-1900 yılında basılmıĢtır (bu çeviri günümüzde halen Orta Asya NakĢibendileri tarafından kullanılmaktadır). Konumuz açısından, bu kitabın basılmıĢ hali el yazmasından daha önemlidir çünkü hali hazırdaki fikirlerin bir göstergesi olmuĢ ve hangi fikirlerin geniĢ olarak yayıldığı konusunda bilgi vermektedir. Mutasavvıf cemaatlerinde söylenen Ģiirlerden oluĢan derlemeler, tekkelere giden eğitimsiz insan kitlelerinin ruhsal bilgi ve davranıĢ biçimleri

58

hakkında ender de olsa bilgi sağlamaktadırlar. Yaygın olarak Ģiirler daha etkili olmakla birlikte, Ahmet Yesevi‟nin Hikmet‟i Tatar medreselerinde bile öğretilmiĢtir. Hikmet, XIX. yüzyıl sonunda bütün Türk dünyasında basılmıĢtır: 1887‟de Kazan‟da, 1880‟de TaĢkent‟de ve 1881‟de Ġstanbul‟da. Yesevi‟nin yanı sıra, Orta Asya‟da okutulan ve söylenen diğer ünlü Ģairler Sufî Allâhyâr, ġâh MeĢreb et Meczub Namanganî idi ki bunların Ģiirleri taĢ baskı Ģeklinde de yayımlanmıĢtır.24 Evliyalara bağlılık, Orta Asya‟da Ġslam‟ın ana unsurlarından biridir ve tasavvuf ile olan bağı da iyi bilinmektedir. Bunun birinci nedeni, birçok evliyanın mutasavvıf olmasından ve ikinci nedeni de kutsal yerler, türbeler ve türbelerde gerçekleĢtirilen ritüellerinin ĠĢanların kontrolünde yapılmalarından kaynaklanmaktadır. Sovyetler tarafından baĢlatılan din karĢıtı kampanyalarından önce, önemli Orta Asya türbeleri, bazen yerel ve uluslararası fuarların düzenlendiği ibadet ile dini uygulamaların ayrıcalıklı merkezleriydi. En iyi bilinen türbeler, Bahâttin NakĢibendi (Buhara), Ahmet Yesevi (Hadrat/Türkistan), Taht-i Süleymân (Osh), ġâh-ı Merdândir. (Marghilan) Bunlara Orta Asya‟dan ve komĢu ülkelerden ziyaretçiler gelmektedir; Orta Asya‟da her Ģehir ve köyde de daha küçük türbeler yer almaktadır.25 Semerkant, Hive veya Buhara gibi bazı Ģehirler de evliyaların çokluğu ile ünlüdürler. Meselâ, Buhara hakkında 1910 yılında ziyaretçiler için çok detaylı bir “rehber” hazırlanmıĢtır.26 Evliyalar bütün geleneksel ve reformcu Müslümanlar tarafından çoğunlukla anılırlar ve saygı görürler. Bununla beraber, türbelerden Ģefaat dilemek ulemalar ve reformcular tarafından Ġslam geleneklerine ters bulunduklarından kınanırlar. Örneğin, ünlü reformcu „Abdurra‟ûf Fitrat kiĢiliğine çok saygı duymakla birlikte, 1911-12‟de Bahattin NakĢibendi‟de yapılan hac ayinlerini sert bir Ģekilde eleĢtirmiĢtir.27 2. SSCB‟de Tasavvuf, Mutasavvıf Silsilesi ve Evliyalara Bağlılık 1898‟de, ĠĢanlar Fergana‟da Ruslar karĢısında ayaklandıklarında 1918 ve 1928‟de Kızılordu‟ya karĢı yapılan ünlü Basmacı Hareketini destekleyen ĠĢanlar vardı.28 Bunlardan birçoğu, Sovyetler tarafından idam edilmiĢler ve bazıları da Komünist Türkistan‟a kaçmıĢlar, Doğu Türkistan‟da da yerleĢmiĢlerdir ve bunların soylarından gelenler ruhani zinciri sürdürmüĢlerdir.29 Genel olarak mutasavvıflar komünistlere karĢı olmakla beraber yeni rejimle uyumlu geçinmek isteyen bazı Ģeyhler de vardı. Bunun en güzel örneği Veysiyye hareketidir, ki Kazan‟da (Tataristan) Bahâeddin Veysî (ö. 1884) tarafından NakĢibendiliğin bir kolu olarak tasavvufi fikirleri, popülerliği ve sosyal talepleri bir araya getirerek kurulmuĢtur. Daha sonra, 1900 yılında binlerce üyesi bulunan Veysiyye, kurucusunun oğlu olan, Inân Veysî (m. 1918) önderliğinde Ġslam ile devrimci sosyalizmi bağdaĢtırmıĢ ve Veysiler Ekim 1918‟de BolĢevik ayaklanmasına katılmıĢlardır.30 1918‟den sonra, yeni SSCB‟nin sınırlarını kapatması, ulus-ötesi Mutasavvıf ağlarının sona ermesine ve Orta Asya Tasavvufu‟nun 1991‟e kadar uzun ve verimsiz bir izolasyon dönemine girmesine neden olmuĢtur. Ġslam ve Tasavvuf ile ilgili ilk önlemler 1924 ve 1930 yılları arasında ilan edilmiĢti: Ġslam mahkemelerinin ilgası, medreseler ile vakıfların dağılması ve birçok caminin kapatılması. 1931‟de Tataristan‟da yayımlanan bir kitap, SSCB‟nin ilk yıllarında mutasavvıflık silsilesini ve Kazak steplerinde yer alan Tatar bölgesinde ĠĢanizm ile ilgili araĢtırmaları içeren nadir bir belgedir. Yazar,

59

mutasavvıfları iki sınıfta incelemektedir: Ġlk olarak, NakĢibendiler ve ikinci olarak “Ahmet Ziyâeddin GümüĢhanevî‟nin müritleri”. Bu sonuncusu aslında NakĢibendiliğin Osmanlı Halidiye kolunun üstatlarına atfedilen bir isimdir. Ayrıca, yazar Ģeyhlerin hakkında ve ĠĢanların yaĢantıları ile ritüelleri ve batıl itikata dayalı uygulamaları hakkında değerli bilgiler vermektedir.31 Ġslam ve tasavvufa karĢı yapılan saldırılar, 1920‟den Birinci Dünya SavaĢı‟na kadar olan dönemde özellikle yoğunlaĢmıĢtır. SavaĢ sırasında ve sonrasındaki yıllarda, durum daha az baskıcıydı, çünkü aslında dinin katı bir karĢıtı olan Stalin önlemleri yumuĢatmıĢtı. Dört tane manevi kurul oluĢturdu ve bunlardan en önemlisi de merkezi TaĢkent‟te olan Orta Asya ve Kazakistan Manevi Kuruluydu. Bu kurul, Mutasavvıf kökenli bir dini Ģahsiyet olan Müftü Babahan ibn Abdülmecid Han‟ın idaresi altındaydı ve daha sonra 1987‟ye kadar oğlu ve torunun yönetimi altında kalmıĢtır. Bu müftüler tarafından izlenen dini siyaset bir anlamda popüler Ġslam, evliyalara bağlılık ve mutasavvıf silsilerine karĢı daha çok Ortodoks Ġslama yakındır. Din karĢıtı kampanyalar, 1954 yılında SSCB‟nin devlet baĢkanı olan KruĢçev zamanında artıĢ göstermiĢ ve ölümünden sonra da azalmıĢtır. 1965‟te, ilk defa, “paralel Ġslam” ifadesi gizli Ġslamın (medrese, tarikat, evliya kültü) değiĢik cihetleri için kullanılmaya baĢlanmıĢtır. En son din karĢıtı kampanya 1985 ile 1988 yılları arasında Gorbaçov tarafından uygulanmıĢtır. SSCB‟ndeki mutasavvıf birliği konusunda Bennigsen ve Lemercier-Quelquejay‟ın kitabı, tasavvuf‟un sadece bir boyutunu ele almaktadır. Ne yazık ki; bu çok ilgi çekmemektedir, çünkü kitapta tasavvuf tarihinden çok tasavvuf karĢıtı Sovyet propaganda çalıĢmalarına yer verilmiĢtir.32 Sovyet etnologlar (Basilov, Demidov, Troistkaya, Sukhakheva) tarafından yapılan çalıĢmalarda, araĢtırma alanının popüler Ġslam olduğu görülebilir; ĠĢanizm, kehanet ve ĠslamlaĢtırılmıĢ ġamanizm gibi. Yüksek tasavvufa, propagandacı ajanlar tarafından olduğu gibi araĢtırmacılar tarafından da pek itibar edilmemiĢtir. Din karĢıtı literatürün odaklandığı temel nokta ĠĢanizmdi; örneğin bazı propaganda kitaplarında bahsedilen Mutasavvıfların silsilelerinin olmadığı ve eğitimsiz oldukları yazar ki, bu da ĠĢanizmin bir iĢaretidir, seçkin tasavvuf‟un değil. Bu literatüre göre, mutasavvıflar türbedar, büyücü, Ģifa verici, vb. gibi değerlendirilmektedirler.33 Halbuki, 1994‟ten beri yaptığım alan çalıĢmaları sonucunda, seçkin tasavvufun gizlilik içerisinde yaĢatıldığını ve XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl baĢında NakĢibendi Ģeyhleri tarafından kurulan Mutasavvıf zincirinin Sovyet döneminden günümüze kadar kırılmadan geldiğini gözlemledim. 3. 1991‟den Günümüze Tasavvuf ve Mutasavvıf Soyu Yeniden yapılanma (Perestroika) döneminden ve kısmen de 1991‟den sonra, araĢtırmacıların Tataristan ve Orta Asya‟da serbestçe seyahat etmelerine ve alan çalıĢmalarında bulunmalarına izin verilmiĢtir. Hem seçkin hem de avam tasavvufunun temsilcileri ile yaptığım görüĢmeler sırasında Ģu sorulara cevap bulmaya çalıĢtım: Halen varolan mutasavvıf soyları hangileridir ve bunların Sovyet öncesi mutasavvıf soyları ile bağlantıları nedir? Kimlik arayıĢlarında Ġslam ve tasavvufa önemli bir yer verdikleri görülen yeni Cumhuriyetlerin aniden bir dini özgürlük sağlamalarının sonuçları ne olmuĢtur? Son olarak da, halen hayatta olan yaĢlı Ģeyhlerin Sovyet yönetiminde geçen son 20 veya 30 yıllık dönem hakkında görüĢleri nasıldı ve o dönemde tasavvufun durumu neydi?34

60

Tataristan‟daki mutasavvıf zincirleri açıkça Sovyet rejimi altında acı çekmiĢlerdir ve Ģu anda Volga bölgesinde hiçbir tarikat hareketinin izi yoktur. Ancak, bu konuda bölgede daha çok araĢtırma yapılması gerekmektedir. Buna rağmen, 1996‟da Tataristan Bilimler Akademisinden bir meslektaĢım bana 1980‟de Kazan‟da eski bir “ġeyh” idaresinde yapılan bir zikir törenine katıldığını anlatmıĢtı. Bunun yanı sıra, bugün Mutasavvıf inanıĢ ve uygulamaları Tatar folklorunda35 fark edilebilir ve TimaĢ‟ta (Davlekanovskij‟nin bölgesi) IĢan Yagafar türbesinde olduğu gibi ülkenin bir kısmında evliyalara bağlılık devam etmektedir.36 Açık olarak, Tatar tasavvufu sadece popüler boyutuyla korunmuĢtur. Tataristan ile kıyaslandığında, Orta Asya tasavvufu iki boyutunu da muhafaza etmiĢtir: Seçkin ve avam. Yüksek tasavvuf-NakĢibendi-Cehrii ya da NakĢibendi-Hafi (bazen Kadiri), gibi eski soydan geldiklerinin bilincinde olan ve bunu da secere ve silsilenamelerle kanıtlayabilecek cemiyetler tarafından oluĢturulmuĢtur. Bu seçkin tasavvufun en önemli özelliklerinden biridir. Bu cemiyetlerin bir bölge üzerinde (örnek olarak Fergana) veya uluslararası düzeyde (Orta Asya‟nın tümü ve hatta Rusya) nüfuzları bulunmaktadır. Önde gelen Ģeyhlerinin çoğunluğu, Orta Asya‟daki mutasavvıf zincirinin Tacikistan‟daki bazı Ģeyhlerin çabaları sayesinde ayakta kaldığına inanmaktadırlar. Bunlar, aslen Uratepeli olan fakat Türkistan‟da yaĢayan Abdulvahid (ö. 1970), Muhammed ġerif (ö. 1994) ve ĠĢan Abdurrahmancan‟dır. Bunların hepsi NakĢibendi soyundan gelmekte ve silsilerinde Ahmet Serhendi ile Muhammad Hüseyin‟in (Buhara - m. 1833-34) isimleri bulunmaktadır. Hüseyin ismini kendi koluna da vermiĢtir: Müceddidiyye-Hüseyiniyye.37 Bu soydan gelen en önemli grup Hokant‟ta ġeyh Ġbrahimcan tarafından yönetilmiĢtir ve en önemli temsilcisi de TaĢkent‟te ġeyh Kurban Ali‟dir. Bu Ģahıs, tarikatının Kazakistan ile Rusya‟da yayılmasından sorumludur. Bu grup, Ahmet Serhendi‟nin öğretilerine saygılıdır ve sadece sessiz zikir yaparlar. Bu iki Ģeyh, Arapça ve Farsça bildiklerinden bazı klasik tasavvuf metinlerini kullanırlar. Seçkin tasavvufun en önemli ikinci özelliği, aslında bu Ģeyhlerin hankahlarından daha çok önem verdikleri gizli medreseleri yönetiyor olmalarıdır. Aslında, bunlara göre, Hankah medresenin içinde yer almaktadır. Seçkin tasavvufun baĢka önemli bir örneği de Fergana ve Tacikistan‟ın bazı bölgelerinde nüfuz sahibi olan ġeyh Adil Han tarafından Andican‟da idare edilen NakĢibendi-Cehri grubudur. Bu tarikat‟da sessiz zikirden çok sesli zikir tercih edilir ve derviĢler vecd halinde dans ederler. Adil Han, yukarıda adı geçen diğer NakĢibendi-Hafî Ģeyhleri gibi klasik metinleri kullanmamakta, ancak onlar gibi medreselere çok önem vermektedir. Bu nokta, Özbek NakĢibendiyye-Hüseyiniyye öğretisi ile genel olarak seçkin tasavvufunda Ġslam geneleklerine ve ilmine verilen önemin de bir göstergesidir.38 Avam tasavvufunu ele alırsak, bunun ilk özelliği silsile veya secerelere dayalı herhangi bir soy devamının ya da geçmiĢte var olan bir silsilenin unutulmuĢ olması gibi durumun söz konusu olmamasıdır. Avam tasavvufunun en göze çarpan özelliği kehanet, Ģifa ve sihir gibi farklı uygulamaların bir araya gelmiĢ olmasıdır. Avam tasavvufunda ĠĢanizm en bozulmamıĢ Ģeklinde muhafaza edilmiĢtir çünkü halen içerisinde seçkin tasavvufun özelliklerini barındırmaktadır. ĠĢanizm,

61

ĠĢan zincirini babalarından miras alan dini liderler tarafından temsil edilir ve ayrıca ruhani olarak devraldıkları yüzlerce müritleri bulunmaktadır. Aslında ĠĢanizm bir çeĢit ruhani aristokrasiydi ve halen de öyledir. Bununla beraber, genel olarak ĠĢanlar ve müritleri Tasavvufun tam olarak ne olduğu, kuralları ve öğretisi konusunda bilgi sahibi değildirler. Zikir de aslında, ĠĢan tarafından belli bazı hareketler eĢliğinde söylenen basit bir çeĢit duadır. Sonuç olarak, seçkin tasavvufda olduğu gibi üyeliğe baĢlama/kabul edilme törenleri yoktur. Orta Asya tasavvufunda ĠĢanlar tarafından çok kullanılan kabul törenine “kol veriĢ” denir. Aslında bu tören de kalıtımsaldır ve müritler “üyeliğe kabul edilmiĢ” sayılırlar, çünkü zaten ataları için daha önceden ruhani bir tören yapılmıĢtır. Genellikle Özbekistan ve Tacikistan‟daki ĠĢan ailelerinin NakĢibendiliğe bağlı olduğu görülmektedir. Güney Kazakistan‟daki ĠĢan aileleri (hace aileleri) Yesevi soyundan geldiklerini iddia etmekte ve bunların bazılarında manevi meĢruluğun sembolleri olan secere ile geleneksel mühür bulunmaktadır.39 Ancak, NakĢibendi ĠĢanlarında olduğu gibi, Kazak hace aileleri de zikri sadece Ģükran amaçlı bir dua olarak görmektedirler. oğunlukla NakĢibendi ve Yesevi ĠĢanı, bazen ataları olduğunu varsaydıkları bir evliyanın türbedarıdır. ĠĢan burada kutsal ziyarete gelenler tarafından yapılan ayinlerin organize edilmesinden sorumludur. Diğer taraftan, birçok dini kiĢiye de ĠĢan denmektedir. Bunlar aslında tasavvuf konusunda hiçbir bilgileri bulunmayan, meĢrulukları kanıtlanmayan kendilerini mutasavvıf ilan eden ĠĢanlardır ve dua törenleri düzenleyip, mistik Ģiirler söylerler. Evliyalara bağlılık, genel olarak seçkin tasavvufunda yer almaz. Bu, avam tasavvufunun temel bir özelliğidir ve çoğunlukla kadınlar tarafından uygulanır.40 Ahmet Yesevi‟nin Ģiirlerini (Hikmet) okuyan kadın yöneticiler sayesinde evliyanın öğretileri devam edegelmiĢtir.41 Orta Asya‟da her yerde ayrıca tasavvufun ĠslamlaĢtırılmıĢ ġamanizm (bahĢi, emĢi) üzerindeki etkileri görülmektedir. Bunlar evliyaları kutsallaĢtırırlar ve zikri de hastalarına Ģifa vermek amacıyla sihirli bir dua olarak görürler.42 Bununla beraber, Basilov‟un son dönemlerinde “ĠslamlaĢmıĢ ġamanizm”i (Ġslamizirovannoe shamansto) olarak isimlendirdiği bu durum aslında benim fikrime göre, “tasavvufileĢmiĢ ġamanizm” olmalıdır çünkü bu akım Ġslam‟dan çok tasavvufun etkisinde kalmıĢtır.43 Komünist zulümlerine rağmen, evliyalara bağlılık Sovyet döneminde ve öncesinde güçlüydü. 1991‟den sonra, türbelere birçok ziyaretçi gelmeye baĢladı. GeçmiĢte olduğu gibi bunların en ünlüleri; Buhara‟daki Bahâeddin NakĢibend, Türkistan‟daki Ahmet Yesevi ve OĢ‟daki Taht-i Süleyman‟dır. Ancak, Özbekistan‟da devlet, Özbek Manevi Kurulu yoluyla türbe ve buralarda yapılan törenleri yakından izlemekte ve batıl inanç ve dini uyygulamalar konusunda halkın cesaretini kırmaktadır. Evliyalara bağlılık, caminin yerini evliya türbelerinin aldığı ve atalar kültü ile özdeĢleĢen Kazakistan ve Kırgızistan gibi göçebe kökenli ülkelerde yaygındır. 1991‟de, SSCB‟nin dağılmasından ve Orta Asya‟nın diğer Müslüman dünyasına açılmasından sonra, Orta Asya‟da yabancı bazı tasavvuf akımları yayılmıĢ ve bazıları baĢarılı olmuĢtur. Yabancı ve Orta Asya tasavvufu arasındaki bu alıĢ veriĢ, siyasi ve istihbari bir denetim altında olup olmadıklarına bağlı olarak iki türlüdür. Bunlar arasında en çok temsilci toplayan ve en organize olan yabancı tasavvuf hareketi Türkiye‟den gelenlerdir. NakĢibendi tarikatına bağlı olan ve yakın zamanda ölümüne

62

kadar Esat CoĢan (ö. 2000) tarafından idare edilen ĠskenderpaĢa cemaatidir (Ġstanbul). Bunların ayrıca 1994‟ten beri Buhara‟da ve Özbekistan‟nın diğer Ģehirlerinde de temsilcileri bulunmaktadır. Bununla beraber, ĠskenderpaĢa cemaatinin devlet kontrolündeki dini akımlar ile bağları bulunmakta ve tasavvuf alanlarının kontrol edilmesine yönelik Devlet projesinde de kullanılmaktaydılar.44 Ayrıca 1994‟te, Pakistanlı bir NakĢibendi ġeyhi olan Zulfikar NakĢibendi-Müceddidi Özbekistan‟a geldi ve Manevi Kurul tarafından kabul edilerek, bazı müritler edindi. Ġskender paĢa Cemaati ile bu ġeyhin etkileri önemli değildir. Tersine, Özbekistan‟a devletin bilgisi dıĢında sızan grupların etkileri dikkate alınmalıdır ki bunlara en iyi örnek yine Türklerdir. Osmanlı NakĢibendi-Halidiye‟nin bir kolu olan ve Menzilköyü Cemaati olarak bilinen grup gibi. Bunun kökenleri Anadolu‟ya dayanmaktadır ve Türkiye‟nin her yerine yayılmıĢlardır. Türkiye‟ye okumaya giden ve bu tarikatlarda öğrenim gören Özbek öğrenciler tarafından 1992 yılında Özbekistan‟a getirilmiĢtir ve halen Fergana, TaĢkent ve Buhara gibi bazı yerlerde de etkindirler. Orta Asya‟da ilk defa yeni bir tarikatın yaratılması açısından baĢarılıdırlar (NakĢibendiliğin bu kolu Tataristan‟da XX. yüzyıl baĢında Zeyn Allâh tarafından getirilmiĢtir). Özbekistan‟ı 1994‟te ziyaret eden Menzilköyü Cemaatinin bir Türk temsilcisi NakĢibendiHafî Ģeyhleri ile bağlar kurmuĢtur. Fakat bugün her iki tarîkat arasında rekabet vardır ve birbirlerini eleĢtirmektedirler.45 Güçlü ve ünlü olan Nurcu örgütlenmesinin Fethullahcı kolu da göz önünde bulundurulmalıdır. Bunlar Türkiye‟de siyasi ve sosyal olarak etkindirler ve Orta Asya‟nın her yerinde okulları bulunmaktadır.46 Tarikat sistemine, ġeyh hiyerarĢisine ve mutasavvıf (zikir, dans, vb.) uygulamalarına olan karĢıtlıkları ile bilinmelerine karĢın, Fethullahçılar tasavvuf doktrinine saygılıdırlar ve Abdülkadir Geylani ile Ahmet Serhendi gibi bazı büyük mutasavvıflara da bağlıdırlar. Birçok genç bunların okullarında eğitim görürler ve büyük bir gizlilik içerisinde Nurcu fikirlerin aralarında yayılması sağlanır. Orta Asya‟da bunlara karĢı olan tek ülke Özbekistan‟dır. Özbekistan, 1994 yılında bu cemaatin gazetesi Zaman-Özbekistan‟ı yasaklamıĢ, 1999‟da okullarını kapatmıĢ ve birçok Türk Nurcuyu da sınırdıĢı etmiĢtir. Özbek NakĢibendiler tarikat geleneklerine karĢı olmalarından dolayı Nurculara muhaliftirler. Özbek Devletinin ve Orta Asya politikalarının genel olarak tasavvuf ve tarikat karĢısındaki tepkileri karıĢıktır. Tasavvuf doktrinin aĢırılıklarından temizlenen bazı unsurlar kabul görmüĢ ve yeni cumhuriyetlerin kimlik arayıĢlarında siyasiler tarafından hoĢ karĢılanmıĢlardır. Gene de tarikat sistemi kesin bir Ģekilde reddedilmektedir. Örneğin Özbek devleti Mutasavvıf zinciri ve özellikle NakĢibendiler konusunda ihtiyatlıdır ve onları tanımamaktadır. Bu durumun aksine, NakĢibendi ve Yesevi fikirleri yeni toplum tarafından benimsenmiĢ ve kabul edilmiĢtir. 1993‟ten beri, Özbekler Ahmet Yesevi, Ubaydullâh Ahrar ve Bahâeddin NakĢibend gibi büyük Mutasavvıfların anılması amacıyla Semerkant, Buhara ve TaĢkent‟te uluslararası sempozyumlar düzenlemiĢlerdir. Bu anma toplantılarında dikkakt çeken yurt dıĢından mutasavvıflar davet edilirken yerel NakĢibendilere istenmeyen kiĢi muamelesi yapılmıĢ olmasıdır. Ayrıca siyasiler, tasavvufun mistik boyutuna, ki bunun en iyi örneği Yeseviliğin terk-i dünya felsefesidir ve Müslümanların toplumsal bütünleĢmesinin önünde bir engel teĢkil ettiği düĢünülür, olduğu kadar, NakĢibendiliğin siyasi eğilimlerine de karĢıdırlar.47 NakĢibendilerin, siyasi Ġslam‟ın parti kurmasına izin verilen Tacikistan‟da olduğu gibi

63

Özbekistan‟da da siyasi bir rolleri bulunmamaktadır. ġeyhlerin bazıları Tacik Manevi Kuruluna atanmıĢlar ve bazılarına devlet tarafından ücret ödenmiĢtir.48 Özbekistan‟da radikal Ġslamın yayılması ile birlikte (muhalifleri tarafından Vahabilik olarak adlandırılmaktadır), hoĢgörüsü ve açıklığı nedeniyle siyasiler, tasavvufu vurgulamaya baĢlamıĢlardır. Fakat tasavvufa olan bu siyasi ilgi, herhangi bir Özbek tasavvuf silsilesinin kabulüne neden olmamıĢtır. Tam tersine, 1998‟den sonra Özbekistan‟da Ġslam aleyhtarı kampanyalar dindar Müslümanlar ve radikaller için olduğu kadar NakĢibendi derviĢleri için tehdit oluĢturmaya baĢlamıĢtır. 1999‟dan beri, Fergana Vadisi‟nin Özbek-Tacik sınırında yüzlerce ve sonra binlerce Özbek, Ġslami bir ayaklanmaya katılmıĢlardır. Eylül 2000‟de, dinler arası dialog konusunda UNESCO tarafından TaĢkent‟te bir sempozyum düzenlenmiĢtir. Bundan sonra, Buhara‟da bu satırların yazarının da katıldığı tasavvuf üzerine bir uluslararası konferans yapılmıĢtır. Bu toplantıda, Özbek siyasileri tasavvufun radikal Ġslamın karĢısında olduğu tezini tekrar etmiĢlerdir. Özbek siyasilerinin tasavvuf yorumuna bakılırsa, devletin halkına bağlanmasını önerdiği Ġslami akımın tasavvuf olduğu görülecektir. Buna rağmen, Orta Asya Ģeyhleri katılmaları için davet edilmemiĢlerdi, eğer edilmiĢ olsalardı da tasavvufun modern yorumuna muhakkak karĢı çıkacaklardı. Aslında, NakĢibendiler aĢırı sert Ģeriata-dayalı öğretileri ve uygulamaları yüzünden siyasiler tarafından yapay olarak yaratılan “hoĢgörülü” ve “modern” mutasavvıf tanımlamalarına uymamaktadırlar ve radikal Ġslama yakınlık beslediklerinden de Ģüphe edilebilir. SSCB‟nin dağılması ve tasavvuf ve mutasavvıflar için yararlı olmasına rağmen Ģeyhler ve derviĢlere tam bir özgürlük getirmemiĢtir. Bazı Orta Asya ülkelerinde ve özellikle Özbekistan‟da tasavvuf, modernliğin gereklerine uyma Ģartı ile kabul görmüĢ, fakat tarikatların tanınması gündemde yer almamıĢtır. 1 SSCB‟nin kurulmasına kadar olan dönemde ünlü ġeyh Ahrar‟ın vakfı ve soyundan gelenler ile ilgili makaleler bulunmaktadır: O. A. Sukhareva, “Potomki Khodzha Akhrara”, in Duhovenstvo i politicheskaja zhizn‟ na blizhnem i srednem vostoke v period feodalizma (Moskva, 1985), s. 157-168; Jo-Ann Gross, “The Waqf of Khoja „Ubayd Allah Ahrâr in Nineteeth Century Central Asia: A Preliminary Study of the Tsarist Record”, E. Özdalga içinde, yay., Naqshbandis in Western and Central Asia. Change and Continuity (Ġstanbul, Swedish Research Institute in Ġstanbul, Curzon Press, 1999), s. 47-60. 2 Orta Asya‟daki Tasavvuf silsileri için, bkz. Th. Zarcone, “Tarîqa. 5”, Encyclopaedia of Islam 167-168/X (1998). 19. yüzyıl sonunda bu sorun ile ilgili, bkz. V. P. Nalivkin et alii, Sbornik‟ materialov‟ po Musul‟manstu (Müslümanlarla ile ilgili çeĢitli dokümanlar), (S. -Peterburg‟: Parovaja Tipo-Lit. M. Rozenoer‟, 1899). 3 Bu Ģeyhlerle ile ilgili olarak, bkz. Bakhtiyor Babadjanov”, “On the History of the Naq-bandîya Muğaddidîya in Central Asia in the late 18th and Early 19th centuries”, M. Kemper içinde, A. von Kügelgen, D. Yermakov, eds., Muslim Culture in Russia and Central Asia from the 18th to the Early 20th Centuries, c. 2 (Berlin: Schwarz Verlag, 1996), s. 385-413 ve Anke von Kükelgen, “Die Entfaltung der Naq-bandîya Mugaddidîya im Mittleren Transoxianen vom 18. bis zum Beginn des 19. Jahrunderts: ein Stück Detektivarbeit”, A. von Kükelgen, M. Kemper, A. J. Frank, eds., Muslim Culture

64

in Russia and Central Asia from the 18th to the 20th Centuries, c. 2: Inter-regional and Inter-ethnic Relations Klaus, (Berlin: Schwarz Verlag, 1998), s. 101-151. 4 Hazinij, Tasadduq, ë rasululloh, edited by A. Madaminov tarafından editörlüğü yapılmıĢ, (Tashkent: Ëzuvchi, 1992); Ikromiddin Ostonaqulov, “Histoire orale et Littérature chez les shaykhs qâdirîs du Fergana aux XIXe-XXe siècles”, Journal of the History of Sufism, eds. Th. Zarcone, E. IĢın, et A. Buehler, Ġstanbul: Simurg Y., 1-2 (2000): s. 509-530. 5 A. L. Troitskaja, “Iz proshlogo kalandarov i maddaxov v Uzbekistane”, Domusulmanskie verovanija i obrjady ve Srednej Azii (Moskva: Akademija Nauk SSSR, 1975), s. 191-223. 6 Th. Zarcone, “La Qâdiriyya en Asie centrale et au Turkestan oriental, ” Journal of the History of Sufism 1-2 (2000): s. 295-338. 7 N. Lykoshin, “Rol‟ dervishej v‟ musulmanskoj obshchine Tashkentskikh tuzemtsev,” Sbornik materialov dlja statistiki Syr-dar‟inskoj oblasti içinde (TaĢkent: Syr-Dar‟inskij Oblastnoj Statistieskij Komitet, tom‟ VII, 1899), s. 94-136; Revue du monde musulman 13 (1911) Fransızca özeti vardır: s. 128-146. 8 Örneğin bkz. B. KH. Karmysheva, “O Musul‟manskom dukhovenstve v sel‟skikh rajonakh bukharskogo Khanstva v kontse XIX-nachale XX veka”, in Duhovenstvo i politicheskaja zhizn‟ na blizhnem i srednem vostoke v period feodalizma (Moskova: 1985), s. 92-103. 9 BahĢilik tarihi ve Ģuanki durumu ile ilgili olarak, bkz. Patrick Garrone, Chamanisme et Islam en Asie Centrale. la Baksylyk hier et aujourd‟hui (Paris: Librairie d‟Amérique et d‟Orient Jean Maisonneuve, 2000). 10

Risala-yi dihqani (Treatise of the Peasants) ve Risala-yi bafanda (Treatise of the

Veawer); özel bir kütüphaneden el yazması kitaplar, TaĢkent; bkz. ayrıca M. Gavrilov, “Risolja sartovskikh‟ remeslennikov”, Issledovanie predanij musulmanskikh tsekhov (TaĢkent: 1912) içinde, s. 1-59; Revue du monde musulman‟da Fransızca özeti vardır, II, 1948, s. 204-230. 11

Örnek, N. Pantusov‟”, Molitvennyj seans‟ ordena Dzhagrie Kadrie v‟ Tashkent”,

(TaĢkent‟te Kadiriye Tarikatının Toplantı-Duaları) Zapiski Vostochno-Sibirskogo otdela Imp. Russkogo geograficheskogo obshchestva (Irkutsk: c. 10, 1888), s. 1-9 (Bu makalenin Fransızca çevirisi için Journal of the History of Sufism, Ġstanbul, 1-2 (2000) ve A. L. Troitskaja, “Jenskij Zikr v Starom Tashkente”, (Eski TaĢkent‟te Kadın Zikri), Sbornik Muzeja Antropologii i Ètnografii içerisinde (Leningrad: AN SSSR, 1929, T. VII), s. 173-199. 12

Örnek Abû Abd al-Rahmân Abd Allâh b. Muhammad Arif b. Ma‟âz al-Avrî al-Bukhârî,

Târîkh al-Bukhârâ wa Tarjumat al-‟Ülema‟ (Orenbourg: 1908). 13

Bakhtiyor Babajanov, “Dûkci Îshân und der Aufstand von Andizan 1898”, A. von

Kükelgen, M. Kemper, A. J. Frank, eds., Muslim Culture in Russia and Central Asia from the 18th to the 20th Centuries, c. 2: Inter-regional and Inter-ethnic Relations (Berlin, Klaus Schwarz Verlag,

65

1998), s. 167-191. 14

19. yüzyılda Tataristan‟daki Tasavvuf için, bkz. Michael Kemper, Sufis and Gelehrte in

Tatarien und Baschkirien, 1789-1889. Der islamische Diskurs unter rissischer Herrschaft (Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1998). 15

Bu Ģeyh üzerine: Hamid Algar, “Shaykh Zaynullah Rasulev, the Last Great Naqshbandi

Shaykh of the Volga-Urals Region”, Jo-Ann Gross içinde, yay., Muslims in Central Asia. Expressions of Identity and Change (Durham and London: Duke University, 1992), s. 112-133. 16

Hafîz Jihânshâh b. „Abd al-Jabbar hâjjî Tûrkhân. Tarîkh-i Astrakhân (Astrakhân: 1907),

s. 39-52. 17

Th. Zarcone, “Philosophie et Théologie chez les Jadîd. La question du raisonnement

indépendant (ijtihâd) ”, Le Réformisme musulman en Asie Centrale, du “premier renouveau” à la soviétisation (1800-1937)-Cahiers du Monde russe (Paris: EHESS, 1996), s. 53-63. 18

Th. Zarcone, “Un aspect de la polémique autour du soufisme dans le monde tatar au

début du XXe siècle. Mysticisme et confrérisme chez Musâ Jar Allâh Bîgî”, S. A. Dudoignon, D. Is‟haqov et R. Möhämmätshin, eds., L‟Islam de Russie. Conscience communautaire et autonomie politiques chez les Tatars de la Volga et de l‟Oural depuis le XVIIIe siècle (Paris: Editions Maisonneuve Larose, 1997), s. 227-247. 19

Häzirgi Tatar ruhanilari häm alarning ishlärni (Kazan: Tataristan Devlet NeĢriyatı,

1929), s. 30-42. 20

Bkz. Sherzod Abdulloev, Maorifparvari va Ozodfikri. Afkori Diniju Falsafi va Islohoti

Ahmadi Donish (Kültür ve Özgür DüĢünme. Ahmed DâniĢ‟in Dini ve Felsefi Fikirleri ve Reform DüĢüncesi), (DuĢanbe-Tacikistan: 1994). 21

Maarif va Öqituvchi Dergisi, TaĢkent, sayı 6 ve 7-8 (1927).

22

Asarlar (Tashkent: ÖzSSR Davlat Badiij Adabiët Nashriëti, 1960).

23

Bkz. Th. Zarcone, “Histoire et croyances des derviches turkestanais et indiens à

Ġstanbul”, Anatolia Moderna/Yeni Anadolu (Paris: Jean Maisonneuve, II, 1991), s. 137-200 ve “Les Confréries soufies en Sibérie aux XIXe et au début du XXe siècle”, En Islam sibérien-Cahiers du Monde russe (Paris) 41: 2-3 (Nisan-Eylül 2000): s. 279-296. 24

A. E. Sibgatullina, “Hoca Ahmet Yesevî‟nin Kazan-Tatar Edebiyatna Tesiri”,

Milletlerarasï Ahmed Yesevî Semposyumu Bildirileri içerisinde-26-27 Eylül 1991, Ankara (Ankara: Kültür Bakanlığı, 1992), s. 89-97; I. Ostonaqulov, “Histoire orale et Littérature chez les shaykhs qâdirîs du Fergana aux XIXe-XXe siècles. ”. 25

Joseph Castagné, “Le Culte des lieux saints de l‟islam au Turkestan”, L‟Ethnographie

(Paris) 46 (1951): s. 46-124; Th. Zarcone, “Le Culte des saints en Turquie et en Asie centrale”, H.

66

Chambert Loir and C. Guillot, eds., Le Culte des saints dans le monde musulman (Paris: Ecole Française d‟Extrême-Orient, 1995), s. 267-333. 26

Nâsir al-Dîn Hanafî al-Bukhârî, Tuhfat al-za‟irin (Novo-Buhara: 1910).

27

Bayanat-i sayyah-i Hindi (Ġstanbul: 1911-12), s. 13-19.

28

Hisao Komatsu, “Andican Ayaklanması ve ĠĢan”, in X. Türk Tarih Kongresi. Ankara 22-

26 Eylül 1986 (Ankara: TTK, 1991), III cilt, s. 911-915; B. Babajanov, “Dûkci Îshân und der Aufstand von Andizan 1898”, in A. von Kükelgen, M. Kemper, A. J. Frank, eds., Muslim Culture in Russia and Central Asia from the 18th to the 20th Centuries, c. 2: Inter-regional and Inter-ethnic Relations (Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1998), s. 167-191. 29

Th. Zarcone, “The Sufi Networks in Southern Xinjiang during the Republican Regime

(1911-1949). An Overview”, H. Komatsu, yay., Islam and Politics in Russia and Central Asia-Early 17th-Late 20th Centuries, (London: Curzon), yeni çıkacaktır ve “Le Culte des saints au Xinjiang après 1949”, Journal of the History of Sufism 3 (2001), yeni çıkacaktır. 30

Chantal Lemercier-Quelquejay, “Le Vaisisme à Kazan. Contribution à l‟étude des

confréries musulmanes chez les tatars de la Volga”, Die Welt des Islams 16 (1959): s. 91-112. 31

Zarif Mozaffari, Ishannar-Därvishlär (Qazan: 1931).

32

Mystics and Commissars: Sufism in the Soviet Union (Berkeley: California Üniversitesi

Basımevi, 1985). 33

Bkz. Örneğin, A. Safarov, Boqimondahoi parastishi èshanho va rohhoi bartaraf kardani

onho dar Tojikiston (Tacikistan‟da ĠĢan meshebinin varlığı ve bertaraf etme yolları) (DuĢanbe: Aqademiyai Fanhoi RSS Tacikistan Shû‟‟bai Filosofiya, 1965). 34

Bugün, tasavvuf müessesesi halen yeraltından yürütülmektedir. Bazı kolları ve Ģehyleri

polis gözetimindedir. Bu nedenle iki Batılı araĢtırmacı, Orta Asya‟da yaptıkları alan çalıĢmalarında Mutasavvuf Ģeyhleri ile görüĢememiĢler ve sonuç olarak da tasavvuf müessesesinin Sovyet döneminde hayatta kalmadığını yazmıĢlardır: Hakan Yavuz, “Efsanevi Ġslam ve Folk Ġslam”, Nehir, Ġstanbul 19-20 (Nisan-Mayıs 1995): s. 58-59; Vernon James Schubel, “Post-Soviet Hagiography and the Reconstruction of the Naqshbandî in Contemporary Uzbekistan”, E. Özdalga içinde, yay., Naqshbandis in Western and Central Asia. Change and Continuity (Ġstanbul, Ġstanbul Ġsveç AraĢtırma Merkezi, Curzon Basımevi, 1999), s. 73-87. 35

A. Kefeli-Clay A., “L‟Islam populaire chez les Tatars chrétiens orthodoxes au XIXe

siècle”, Cahiers du monde russe XXXVII: 4 (octobre-décembre 1996): s. 409-428. 36

Aislu Yusonova, “Islam between the Volga River and the Ural Mountains”, Lena Jonson

and Murad Esenov, eds., Political Islam and Conflicts in Russia and Central Asia (Stokholm: The Swedish Institute of International Affairs, 1999), s. 71-81.

67

37

Bahtiyar Babjanov bu tarikatın tarihi geçmiĢini anlatmıĢtır: “Le Renouveau des

communautés soufies en Ouzbékistan”, Cahiers d‟Asie Centrale (Aix-en-Provence) 5-6 (1998): s. 285-312. 38

1994 ve 2001 yılları arasında Ģeyhler Kurban Ali, Ibrahimjan ve Adil Khan ile yapılan

kiĢisel görüĢmeler. Bu gruplar ile ilgili daha fazla detaylı bilgi için yakında çıkacak olan makaleme bkz.: “Bridging the gap Between Pre-Soviet and Post-Soviet Sufism in the Farghana Valley (Uzbekistan): the Naqshbandi Order between Tradition and Innovation”, The Dynamism of Muslim Societies. Toward New Horizons in Islamic Area Studies, Proceeding of the International Symposium of the Islamic Area Studies Project, The Kazusa Arc, Tokyo, October 5-8 2001, yeni yayımlanacaktır. 39

Tacikistan, Özbekistan ve Güney Kazakistan‟daki alan çalıĢmalarından (1995-1997).

Kazakh Hace aileleri ile ilgili, bkz. Bruce Privratsky, Muslim Turkistan. Kazak Religion and Collective Memory (Richmon, Surrey: Curzon, 2001), s. 37-39, 98-102. 40

Bununla beraber, Kazakistan‟da, Ortodoks Ġslam‟ın zayıflığı ve türbelere verilen önem

nedeniyle erkekler Evliyalara Hürmette daha faaldirler. 41

R. M. Mustafina, Predstavlenija Kul‟ty, Obrjady u Kazahov (Alma Ata: Qazaq

Universiteti, 1992); Razija Sultanova, Pojushchee Slovo Uzbekskikh Obrjadov (TaĢkent: 1994); Sigrid Kleinmichel, Halpa in Choresm und Atin Ayi im Ferghanatal. Zur Geschichte des Lesens in Usbekistan (Berlin, Das Arabische Buch, ANOR 4, 2001, 2 c. ). 42

ĠslamlaĢtırılmıĢ ġamanizmin halihazırdaki durumu ile ilgili temel kitap: Patrick Garrone,

Chamanisme et Islam en Asie centrale. Bu konuyla ilgili V. Basilov‟un olağanüstü çalıĢması daha çok Sovyet dönemini kapsamaktadır: Shamanstvo u narodov Srednej Azii i Kasahstana (Moskva, Nauka, 1992). Kazakistan‟daki modern durum ile ilgili olarak, bkz. B. Privratsky, Muslim Turkistan, Chapter Six “Emshi: The Kazak Healer”, s. 193-236. 43

Th. Zarcone, “Interpénétration du soufisme et du chamanisme dans l‟aire turque:

„chamanisme soufisé‟ et „soufisme chamanisé‟”, D. Aigle, B. Brac de la Perrière ve J. -P. Chaumeil, eds., La Politique des esprits. Chamanismes et Religions universalistes (Nanterre [Paris]: Société d‟ethnologie, 2000), s. 383-396; “Religious Syncretism in Comtemporary Central Asia: How Sufism and Shamanism Intertwine”, Orta Asya‟da Kültür ve Din ile ilgili UNESCO tarafından düzenlenen Sempozyumda dağıtılan dokümanlar, 13-15 Eylül, 1999, BiĢkek (Kırgızistan). 44

Esat CoĢan‟ın Buharalı müritleri ve Fergana‟daki bazı Ģeyhler ile yapılan kiĢisel

görüĢmelerden (1994-1995). 45

Fergana‟da Menzilköyü tarikatını yayanlar ile yapılan kiĢisel görüĢmelerden (1997).

46

Bkz. Hakan Yavuz, “Orta Asya‟daki Kimlik OluĢumu: Yeni Kolonizator DerviĢler-

Nurcular” (Identity Development in Central Asia: The New Colonizer Dervisches-Nurcus), Türkiye Günlüğü (Ankara) s. 33 (Mart-Nisan 1995): s. 160-164; Th. Zarcone, “L‟Islam d‟Asie centrale et le

68

monde musulman: restructuration et interférences”, in Le Cercle de Samarcande. Hérodote (Paris) 84 (1997): s. 57-76; Th. Zarcone, “Le Soufisme politique d‟Ġstanbul à Kachgar”, Les Cahiers de l‟orient (Paris) 50 (ikinci baskı 1998): s. 53-71. 47

Daha fazla detay için Th. Zarcone, “Le Mausolée de Bahâ‟ al-Dîn Naqshband à

Bukhara (Uzbekistan) ”, Journal of Turkish Studies 19 (1995) ve “Ahmad Yasawî. Héros des nouvelles républiques centrasiatiques”, Revue d‟Etudes du Monde Musulman et de la Méditerranée 89-90 (2000): s. 297-323. 48

Parviz Mullojonov, “The Role of the Islamic „Clergy‟ in Tajikistan since the Collapse of

the Soviet Union”, H. Komatsu, yay., Islam and Politics in Russia and Central Asia-Early 17th-Late 20th Centuries, (London: Curzon), yeni çıkacaktır.

69

Sovyetler Birliği Döneminde Orta Asya ve Kafkaslar'da Sûfî Tarikatlar / Prof. Dr. Osman Türer [s.55-61] Atatürk Üniversitesi Ġlâhiyat Fakültesi / Türkiye Türk-Ġslam dünyasının sosyal, siyasî, dînî ve kültürel hayatında tasavvuf ve tarîkatların çok önemli bir yeri vardır. Türkler Ġslamiyet‟le karĢılaĢtıkları ilk dönemlerden itibaren sûfî derviĢlerle sıkı münasebet içerisinde olmuĢlar ve Ġslâm‟ı daha ziyade onlar vasıtasıyla tanımıĢlardır. Bu yüzden, Ġslâmî dönemde onların inanç ve kültür yapısına tasavvufî renk hakim olmuĢ, Müslüman Türk insanı, asırlarca gönül ve ruh dünyasını tasavvuf kaynağından beslemiĢtir. Türk insanının sahip olduğu fıtrî özelliklerle, geçmiĢten devraldığı kültür mirasının tasavvufî ideallerle örtüĢmesinin bunda önemli bir payı olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekir. Tarîkatlar tarzında kurumsallaĢarak toplumla bütünleĢmeyi baĢaran sûfî derviĢler, her yerde olduğu gibi Türk dünyasında da Ġslâm adına tebliğ, cihad ve toplum hizmetlerinin daima öncülüğünü yapmıĢlardır. Bu noktada, tarihe damgasını vuran ve bilhassa Orta Asya Türk dünyasında derin izler bırakan en önemli Ģahsiyet hiç Ģüphesiz Hoca Ahmed Yesevî‟dir. Burada vurgulanması gereken ve araĢtırmacıların hemen hepsinin iĢaret ettiği bir baĢka gerçek de Ģudur: Ġslâm‟ın yayılıĢ tarihine baktığımızda, Ġran, Horasan, Hindistan, Orta Asya, Kafkaslar, Anadolu, Balkanlar, Kuzey Afrika, Uzak Doğu ülkeleri ve daha baĢka bölgelere Ġslâm‟ın ulaĢtırılmasında öncülüğü çok büyük çapta sûfî derviĢler üstlenmiĢtir. Bu demektir ki, tasavvuf erbabı, “Ġslâm‟ın gönüllü misyonerliğini yapmak” gibi çok önemli tarihî bir misyonu da üstlenmiĢ ve baĢarıyla gerçekleĢtirmiĢlerdir. Orta Asya ve Kafkasya‟da Tarîkatlar Bu çalıĢmanın kapsam ve amacı, söz konusu bölgelerdeki tarîkatların tarihini derinlemesine incelemeye müsait değildir. Biz burada, Orta Asya ve Kafkasya bölgesindeki mevcut tarîkatların tarihî geçmiĢlerine ve son dönemdeki durumlarına kısaca temas etmekle yetineceğiz. Tarîkatların Bölgedeki Kısa Geçmişi Söz konusu bölgelerde zaman içinde faaliyet gösteren baĢlıca tarîkatlar; Yeseviyye, Kübreviyye, NakĢbendiyye ve Kâdiriyye‟dir. Bunlardan Yeseviyye, Orta Asya kökenli bir tarîkat olup, XII. asrın ortalarında, Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1167) tarafından bugünkü Kazakistan‟ın Türkistan (eski ismiyle Yesi) Ģehrinde kurulmuĢtur. Türk-Ġslâm tarihinde, bir Türk mutasavvıfı tarafından kurulan ilk müstakil tarîkat Yeseviyye‟dir. Türkler arasında kısa zamanda Ģöhret bulup yaygınlaĢan bu tarîkat, XV. asra kadar tüm Orta Asya, Harezm, Kafkasya‟nın bazı bölgeleri, Tatarların yaĢadığı Orta Volga, Horasan, Ġran, Anadolu ve Balkanlar‟ı içine alan geniĢ bir coğrafî bölgeye yayılmıĢtır. Ancak, XV ve XVI. asırlardan itibaren pek çok yerde ortadan kaybolmuĢ, onun yerini büyük çapta NakĢbendîlik almıĢtır. Yeseviyye Ģu ana kadar bölgede varlığını sadece Fergana Vadisi‟nde muhafaza edebilmiĢtir. Son yıllarda tarîkatın merkezi burası olup,

70

müntesipleri Özbek, Kırgız, Tacik ve Kazaklardan oluĢmaktadır. 1917‟deki BolĢevik Ġhtilâli‟ne kadar mistik bir karakter arzeden ve siyasetle uğraĢmamayı tercih eden bu tarîkat, bu tarihten sonra tam aksine oldukça siyasî özellik taĢıyan Laçiler ve Atlı ĠĢanlar adlı iki kola ayrılmıĢtır. Bu kolların her ikisi de müntesiplerini daha çok kırsal kesimden temin etmiĢler, Sovyet yönetimine karĢı da oldukça katı bir tavır sergilemiĢlerdir. Laçilere göre, “Kâfirlerin iktidarıyla uzlaĢma halinde olan herkes kâfirdir.” Heterodoksi (batıllık) sınırına yakın olan bu kollardan Atlı ĠĢanlar, askerlik hizmetini reddettikleri için 1935‟te âdeta “sindirilmiĢ” ve yer altına çekilmek zorunda kalmıĢ; 1952-1953 yıllarında tekrar su yüzüne çıkmasına rağmen, 1960‟lı yılların sonlarında yöneticileri “terörizm”le suçlanarak idam edilmiĢlerdir. Bu yüzden faaliyetlerini gizli yürütmek zorunda kalmıĢlardır. Kübreviyye tarîkatı da Orta Asya kökenli olup, 1221‟de Moğollara karĢı savaĢırken Ģehit olan Necmeddîn-i Kübrâ tarafından, Türkmenistan‟ın kuzeyindeki Harezm‟de kurulmuĢtur. Moğol istilasının akabinde Altınordu

ve

ağatay Ulusu

dönemlerinde Türk

ve

Moğol göçebe kabilelerin

MüslümanlaĢmasında önemli bir rol oynayan bu tarîkat, zamanla bütün Orta Asya, Ġran, BedahĢan, KeĢmir ve Anadolu‟ya yayılmıĢ olmakla birlikte, XV. asırdan itibaren onun yerini de NakĢbendiyye almıĢtır. XIX. asırda sadece Harezm‟de rastlanan bu tarîkatın, son yıllarda Harezm bölgesi ile Karakalpakistan‟da birçok müntesibi bulunmaktadır. Bu tarîkatlardan daha sonra kurulmasına rağmen, gerek Orta Asya ve Kafkasya‟da, gerekse Türk-Ġslâm dünyasının diğer bölgelerinde en etkili ve yaygın durumda olan tarîkat ise NakĢbendiyye‟dir. XIV. asrın ikinci yarısında Bahâeddîn NakĢbend (ö. 1389) tarafından Buhara‟da kurulan bu tarîkat, XV ve XVI. asırlarda Tatar-BaĢkır (Orta Volga-Ural) bölgesine girmiĢ; orada önceden mevcut olan Yeseviyye ve Kübreviyye‟yi bünyesinde eritmiĢtir. Aynı devirde Doğu Türkistan‟a ve hatta in‟e kadar yayılmıĢ; KaĢgar, XVI. asrından itibaren, Buhara‟dan sonra NakĢîliğin ikinci önemli merkezi haline gelmiĢtir. XVIII. asırda KaĢgar‟dan bugünkü Kırgızistan‟a yayılmıĢ ve bölgeyi MüslümanlaĢtırmıĢtır. Yine XVII ve XVIII. asırlarda, Hazar Denizi‟nin doğusundaki Türkmen kabîleleri arasında yayılarak, o ana kadar bölgeye hakim olan Yeseviyye tarîkatını kendi bünyesinde eritmiĢtir. Nihayet XIX. asırda Harezm‟e girmiĢ ve orada eskiden mevcut olan Kübreviyye‟nin yerini almıĢtır. XVIII. asrın sonu ve XIX. asrın baĢında Dağıstan‟a, XIX. asrın ortalarında da eçenistan‟la Orta ve Batı Kafkasya‟ya yayılmıĢtır. Son dönemde bu tarîkat, gerek Orta Asya ve Kafkasya‟da, gerekse bütün Türk-Ġslâm dünyasında en yaygın ve etkili tarîkat durumunda olup, Sovyet Rusya sınırları dahilinde yer alan bütün Müslüman bölgelerde temsil edilmektedir. Bugün, Orta Asya‟da Türkmenistan‟ın doğu ve güney bölgelerinde, Fergana Vadisi‟nde, bu vadinin özellikle Kırgız kesiminde, Kuzey Türkmenistan‟ın Harezm vahasında ve Karakalpakistan‟da önemli bir güç kazanmıĢ durumdadır. Buna karĢılık Özbekistan‟da ve Tataristan‟ın bazı Ģehirlerinde 1917 devriminden sonra hayli zayıflamıĢtır. Kafkasya bölgesinde ise, Dağıstan, Kuzey Azerbeycan ve Doğu eçenistan‟da hakim konumda olan tarîkat, NakĢbendiyye‟dir. NakĢbendiyye‟nin gerek geçmiĢte, gerekse son yıllarda büyük baĢarı elde etmesinin ve diğer tarîkatlara üstünlük sağlamasının sebepleri üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Konunun

71

uzmanları bu hususta Ģu tespitleri yapmıĢlardır: Bu tarîkat, hem elit ve entelektüel zümre hem de geniĢ halk kesimi ile iletiĢim kurmayı baĢarabilmiĢtir. Her dönemde onun müntesipleri arasında avâmın yanı sıra, ulemâdan, Ģairlerden, devlet ricalinden, askerî yetkililerden ve zengin tüccarlardan kimseler var olagelmiĢtir. Diğer taraftan o, hitap ettiği kitlenin anlayabileceği dili kullanmıĢtır. Meselâ Orta Asya‟da Türkçe ve Farsçayı kullanırken, Kafkasya‟da bunlara ilâveten Arapçayı da kullanmıĢtır. Ayrıca, medrese eğitimini de devreye sokarak, ilmi daima öne çıkarmıĢ, böylece hem aklî bilgi donanımını, hem de gönül eğitimini birlikte gerçekleĢtirerek, her kesimde saygınlık kazanmasını bilmiĢtir. Öbür taraftan sessiz (hafî) zikri tercih etmesi, ona aĢırılıklardan uzak, mutedil bir tarîkat görünümü kazandırmıĢtır. Bu tarîkatın genelde fanatizme ve radikal tutumlara itibar etmeyerek, “doktrinel liberalizm” diyebileceğimiz bir tavrı benimsemesi, diğer tarîkatlara zorlama olmaksızın üstünlük sağlamasında önemli bir rol oynamıĢtır. NakĢbendiyye‟nin bu konuda etkili olan bir baĢka özelliği de, kendisini bulunduğu ortamın sosyal ve politik Ģartlarına çok iyi adapte edebilmesidir. Bu tarîkatın “halvet der encümen” (toplum içinde halvet), “kesrette vahdet” ve “Hakk‟ın rızasını halka hizmette görme” gibi temel prensipleri, topluma karıĢmayı ve tarîkat ideallerini toplumsal hizmet ve aktivitelere katılarak gerçekleĢtirmeyi öngörmektedir ki, Sovyet yönetimi gibi dînî hareketlere karĢı son derece müsamahasız bir rejim altında bu özellik daha da büyük bir önem arz etmiĢtir. Nihayet, NakĢbendiyye müntesiplerinin XVII ve XVIII. asırlarda Türkistan‟da Kalmuk Budistlerine karĢı; Kafkasya‟da da 1783‟te Ġmam Mansûr‟dan 1920-1921‟de Ġmam Necmeddîn Godsinski‟ye kadar Ruslara karĢı yapılan silahlı mücadelelerin liderliğini yapmıĢ olmaları, bölge Müslümanları nezdinde çok büyük bir itibar ve saygınlık kazanmalarına sebep olmuĢtur. Bütün bu sebeplerle, özelde NakĢbendîlik, genelde de tasavvufî gelenek, XV. asırdan bu tarafa Orta Asya‟da, XIX. asrın ortalarından sonra da Kafkasya‟da dînî, kültürel, sosyal ve politik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiĢtir. Abdülkadir-i Geylanî (ö. 1166) tarafından XII. asırda Bağdat‟ta kurulan Kâdiriyye de Ġslâm dünyasındaki en yaygın tarîkatlardan biridir. Bu tarîkat, XII. asrın sonlarında Arap tüccarlar vasıtasıyla Volga‟daki Bulgar Krallığı ile, Fergana vadisindeki Ģehirler de dahil olmak üzere Türkistan Ģehirlerine girmiĢtir. Ancak Orta Volga bölgesinde XIII ve XIV. asırlarda Yeseviyye tarîkatının içerisinde erimiĢ; Orta Asya‟da ise XIV ve XV. asırlarda onun yerini NakĢbendiyye almıĢtır. Bu ilk Kâdirîlik bugün Fergana vadisinde varlığını sürdürmektedir. XIX. asırda, Bağdat‟ta hilâfet alan Kunta Hacı KiĢiev (ö. 1864) tarafından eçenistan‟a sokulan bu tarîkat, 1850-1865 yılları arasında putperest ĠnguĢları MüslümanlaĢtırarak, Ġslâmiyet‟in Orta Kafkasya‟da kök salmasında birinci derecede rol oynamıĢtır. Bugün de eçen-ĠnguĢ bölgesinde yaygın vaziyettedir. Kunta Hacı‟nın vefatından sonra, Bammat Giray Hacı, Batal Hacı, ġim Mirza ve Veyis Hacı adıyla dört kola ayrılmıĢ olan Kâdiriyye, önceleri daha çok NakĢbendiyye‟nin hakim olduğu Orta Kafkasya, Dağıstan ve Kuzey Azerbaycan‟da önemli geliĢmeler kaydetmiĢtir. Bu tarîkat, 1943‟te sürgün edilen Kafkasyalılar vasıtasıyla Kazakistan ve Kırgızistan‟a da girmiĢ ve zamanla oralardaki Yesevîlerle NakĢîlere üstünlük sağlamıĢtır. Kâdiriyye‟nin Orta Asya‟daki en son ve en katı kolu

72

(mahallî tabirle “vird”i), 1950‟li yıllarda Kazakistan‟da Veyis Hacı adında bir eçen tarafından kurulan ve kendi adıyla anılan koldur. 1960‟lı yıllarda Kafkasyalı sürgünler memleketlerine döndüklerinde, onun müntesipleri yerlerinde kalarak faaliyetlerini sürdürmüĢler ve hatta tarîkatlarını Kuzey Kırgızistan‟a ve Özbekistan‟a yaymıĢlardır. Katı kuralları olan ve kapalı bir cemaat görünümü arz eden Veyis Hacı tarîkatının müntesipleri, Sovyet yönetimi döneminde kendilerinden olmayanlarla yemek yemezler, kız alıp vermezler, çocuklarını resmî okula vermezler, askere gitmezler ve vergi vermezlerdi. Zikirlerini de müzik aletleri eĢliğinde sesli ve hareketli icra ederlerdi. Buraya kadar zikrettiğimiz bu tarîkatların dıĢında, bölgede birer “derviĢ” ve “Ģaman” görünümünde olup, Rus ve Sovyet kaynaklarının “baĢıboĢ” ve “serseri” derviĢler diye nitelendirdikleri Kalenderî zümrelerine rastlanmaktadır ki, bunlar gerçek anlamda bir tarîkat yapısı ve karakteri arz etmemektedir. Bunların merkezi, Semerkant yakınındaki ġeyh Safâ Türbesi‟dir. Bu tarîkatlardan özellikle NakĢbendiyye ve Kâdiriyye, gerek arlık Rusyası, gerekse Sovyet Rusya döneminde bölgede iĢgalci Ruslara karĢı yürütülen fiilî mücadele ve “cihad” hareketleriyle âdeta özdeĢleĢmiĢ durumdadırlar. Gerek Kafkaslar‟da, gerekse Orta Asya‟da XIX ve XX. asırda Ruslara karĢı ne kadar fiilî mücadeleye giriĢilmiĢse, bunların hepsi bölgede faaliyet gösteren tarîkat liderlerinin öncülüğünde gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu mücadelelerin baĢlıcaları Ģunlardır: Kafkasya‟da bir eçen olan ġeyh Mansûr‟un yönettiği ve 1782‟den 1791‟e kadar süren cihad hareketi; Rus kaynaklarının “Kafkasya Mürîdizmi” diye adlandırdıkları, 1824‟ten 1856‟ya kadar devam eden ve Gazî Muhammed‟le ġeyh ġamil‟in liderliğini yaptığı direniĢ hareketleri; yine 1877‟de aynı bölgede vuku bulan ayaklanma; BolĢevik Ġhtilâli‟nden sonra 1920‟den 1923‟e kadar Dağıstan‟da NakĢî liderler öncülüğünde sürdürülen kanlı direniĢ hareketleri ile; aynı bölgede 1928‟de baĢlayıp 1936‟da bastırılan, ancak 1940‟ta tekrar patlak veren isyan hareketleri; Orta Asya bölgesinde, yine NakĢbendiyye mensuplarının liderliğinde gerçekleĢen irçik (1872), Göktepe (1879-1881) ve Andican (1896) isyanları. Sovyet Yönetimi Döneminde Tarîkatlar Orta Asya ve Kafkaslar‟da asırlarca bölgedeki Müslüman halk üzerinde pek çok yönden etkili olmuĢ ve âdeta onların hayatının bir parçası hâline gelmiĢ olan bu tarîkatlar, acaba bu bölgelerde fiilen Rus hakimiyetinin kurulduğu Sovyet yönetimi döneminde varlıklarını ne derece koruyabildiler, mevcut yönetime karĢı nasıl bir tavır takındılar, Komünist yönetimin onlara karĢı tutumu ne merkezde cereyan etti ve bu tarîkatlar bölge Müslümanları üzerinde ne gibi bir rol oynadılar? Bu çalıĢmanın ağırlıklı amacı, bu ve benzeri sorulara cevap aramak olacaktır. Bölge üzerinde ciddi araĢtırmalar yapmıĢ olan Alexandre Bennigsen özellikle Ģu sosyal vakıaya önemle dikkât çekmektedir: Tıpkı XIII. asırda vuku bulan Moğol istîlâsının resmî Ġslâmî müesseseleri çökertmesi ve buna karĢılık sûfî tarîkatların geniĢ kitlelere yayılarak Ġslâm‟ı muhafaza etmesine sebep olması gibi; yarım asırdan fazla hüküm süren Sovyet yönetimi de, bölgedeki tasavvufî hareketlerin, öncesine oranla hızlı bir yayılma sürecine girmesine zemin hazırlamıĢ ve bu hareketler hem dînî hem

73

de siyasî bakımdan devrim öncesine nispetle daha etkili bir konuma gelmiĢlerdir. Acaba bunun sebepleri nelerdir? Bilindiği üzere, Sovyet yönetimi ateizmi hakim kılmayı ve toplum hayatından din olgusunu söküp atmayı resmî bir politika olarak benimsemiĢ; bu yüzden toplumdaki din duygusunu ve dînî pratikleri yok etmeyi hedeflemiĢtir. Bunun için de, Müslümanların cami dıĢındaki her türlü dînî faaliyetini yasaklamıĢtır. Bu kurala uymayanları Ģiddetle cezalandırma yoluna gittiği gibi, hedefine ulaĢabilmek için de çok yoğun bir “din aleyhtarı propaganda” faaliyeti yürütmüĢ; bu arada zamanla camilerin büyük bir kısmını da çeĢitli bahanelerle kapatmıĢtır. Hedef, tek kelimeyle Müslümanları asimile etmektir. Ancak devlet, Müslümanları yanına çekebilmek için, görünürde de olsa, müftülükleri ve cami görevlilerini sisteme entegre etme yoluna gitmiĢ ve onlara resmî statü tanımıĢtır. 1943‟ten sonra Müslümanların din hizmetlerini organize etmek üzere, TaĢkent, Ufa, Buynaks ve Bakü‟de birer “nâzırlık” ihdas etmiĢtir. Bundan maksadı da, bir taraftan içerde gûya Müslümanların hukukî statüsünü sistem içinde garanti altına almak ve onların tepkisini azaltmak; bir taraftan da dıĢarıdaki Müslüman ülkelerin tepkisine engel olmaya çalıĢmaktı. Ġslâm adına gerçekleĢtirilen bu yapılanma ve bu yapılanmada görev alan Müslümanlar, Sovyet yönetimi tarafından “resmî Ġslâm” olarak adlandırılmıĢtır. Mevcut durum karĢısında, sisteme entegre olmaktan baĢka çare olmadığını düĢünen birtakım Müslümanlar, bu “resmî Ġslâm” yapılanmasında görev almakta bir sakınca görmemiĢlerdir. Sovyet yöneticileri ve Ġslâm aleyhtarı propagandanın yürütücüleri bunları “ehlîleĢtirilmiĢ” Müslümanlar olarak görmüĢlerdir. Ne var ki, bu “resmî Ġslâm” oradaki Müslümanların en basit dînî ihtiyaçlarına dahi cevap vermekten uzak olmuĢtur. Burada gözardı edilmemesi gereken önemli bir husus da, sisteme entegre olan bu resmî dînî yapılanmada yer alan Müslümanları, tasavvufî gelenekle bağlantısı olmayan kimselerin teĢkil etmesi, tarîkat mensuplarının ise bu yapılanmanın dıĢında kalmıĢ olmasıdır. Buna karĢılık, sûfî tarîkatların temsil ettiği Müslüman kitle ise Sovyet yönetimi ile uzlaĢmaya yanaĢmamıĢ ve sisteme entegre olmayı reddederek, her halükârda imkânlar elverdiği ölçüde mücadeleyi sürdürme ve Müslümanların dînî ve kültürel kimliklerini koruma noktasında azim ve kararlılık içinde olma yolunu benimsemiĢtir. Bu husus, bazı küçük istisnalar hariç, bölgedeki bütün tarîkatlar için geçerlidir. Sovyet yöneticileri ve kaynakları, tarîkatların temsil ettiği Ġslâmî kesime de “paralel Ġslâm” adını vermiĢ ve bu kesimi illegal örgüt mensupları olarak görmüĢtür. Yönetim “resmî Ġslâm” kapsamındaki Müslümanları kontrol altında tuttuğu için, onları “kayıtlı Müslümanlar” diye nitelendirirken; kontrol altında tutamadığı tarîkat mensupları için “kayıt dıĢı Müslümanlar” tabirini kullanmıĢtır. Tarîkat mensupları onların gözünde “fanatik Müslümanlar” idiler. Dolayısıyla onlar, sürekli gözlem altında tutulması ve gerektiğinde cezalandırılması gereken bir kitle olarak görülmüĢlerdir. Nitekim uygulama da bu istikamette olmuĢ; gerek arlık Rusyası, gerekse Sovyet Rusya döneminde, pek çok tarîkat mensubu çeĢitli baskılara maruz kalmıĢ, takibata uğramıĢ, sürgün edilmiĢ ve pek çok kimse idam edilmiĢtir. Tüm bu baskılara rağmen, tarîkatlar ciddi bir çöküĢe maruz kalmadıkları gibi, tam aksine halkla daha çok bütünleĢmiĢ ve daha da geliĢmiĢlerdir. Sovyet

74

kaynaklarının beyanına göre, son yıllarda bölge Müslümanlarının ortalama %15-20‟sini bu kesim oluĢturmaktaydı. Ancak, elbette ki Sovyetler Birliği dahilindeki bütün ülkelerde tarîkatlar aynı oranda temsil edilmemiĢ ve aksiyon bakımından her yerde aynı olmamıĢtır. Meselâ, Rus istilâlarına karĢı tarîkat önderlerinin öncülüğünde direniĢ hareketlerinin söz konusu olduğu bölgelerde tarîkat faaliyetlerinin daha yoğun ve etkili olduğu görülürken; fiilî direniĢin vaki olmadığı bölgelerde durum bunun aksinedir. Bu anlamda, Ruslara karĢı fiilî mücadelenin uzun süre aktif olarak yürütüldüğü bir bölge olan Kafkaslar‟ın, XIX ve XX. asırda tasavvufî hareketlerin belki de bütün Ġslâm dünyasında en yoğun olduğu bölgelerden biri olması oldukça dikkât çekicidir. Tarîkatların söz konusu bölgelerde daha çok geliĢip yayılması, toplumda kabîle yapısının muhafaza edilip edilmemesi ile de yakından alâkalıdır. Bu yapının iyi muhafaza edildiği bölgelerde tarîkatların daha yaygın ve etkili olduğu görülmektedir. ünkü, bilhassa BolĢevik Ġhtilâli‟nden sonra tarîkatlarla kabîleler arasında sıkı bir iliĢki kurulmuĢtur. ġöyle ki, bu dönemde özellikle “adem-i merkeziyetçi” bir yapılanmayı tercih eden tarikatların her bir alt kolu, herhangi bir kabîle veya onun alt kolu ile, hatta Kafkasya bölgesinde olduğu gibi bir tek aile ile sınırlı kalmıĢ ve o kabîle veya aile ile âdeta özdeĢleĢmiĢtir. Bu da tarîkatların kendilerini daha iyi muhafaza etmelerini sağlamıĢtır. Bugün, Müslüman toplumun kabîle yapısını koruduğu bölgelerde tarîkatlar ilgi çekici bir dinamizme sahiptir. Kafkasya‟da eçen-ĠnguĢ ve Dağıstan bölgesinin; Orta Asya‟da ise Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan‟daki kabîle özelliği taĢıyan Özbeklerin (Lokayların) durumu böyledir. Bu bölgelerde tarîkatların yaygınlaĢmasının bir baĢka sebebi de, resmî Ġslâmî müesseselerin yeterli olmayıĢı ve Müslümanların ihtiyacına cevap verememesidir. Sovyet yönetiminin cami dıĢında her türlü dînî faaliyeti yasaklayıp, camileri de çok büyük çapta kapatması ve fonksiyon dıĢı bırakması, Müslümanları tabiî olarak baĢka arayıĢlara sevketmiĢ ve onlar içine düĢtükleri boĢluğu tarîkatlar vasıtasıyla doldurma yoluna gitmiĢlerdir. Tarîkatların Hizmet ve Faaliyetleri Burada üzerinde durulması gereken bir baĢka önemli husus da, tüm olumsuz Ģartlara rağmen tarîkatların ne tür faaliyetler yaptığı, Müslüman toplumla nasıl bir iletiĢim kurduğu, onlara ne gibi hizmetler sunduğu ve onların gönlünü nasıl kazandığı meselesidir. ġu bir gerçek ki, mevcut Ģartlar dahilinde, tarîkat ileri gelenleri Müslümanların dînî ve kültürel kimliklerini muhafaza edebilmek için ellerinden geleni yapmaya çalıĢmıĢlardır. Bu maksatla, meselâ Ġslâm‟ın temel ilkelerinin ve Arapçanın öğretildiği gizli okullar açmıĢlar; ibadetlerin yapıldığı gizli evler ihdas etmiĢler; ehliyetli kimseler vasıtasıyla, Müslümanların sünnet, nikâh ve defin iĢleri gibi dînî vazifelerini yerine getirmiĢlerdir. Bu vazîfeleri yapan kimseleri Sovyet kaynakları “kayıt dıĢı mollalar” diye nitelemektedir. Bunun yanında, tarîkat mensupları hizmet ve faaliyetlerini, halkın kutsiyet atfettiği ve ziyaret ettiği mekânlarda yoğunlaĢtırmıĢlardır. Resmî görevlilerce sürekli yasaklanmasına ve kapatılmasına

75

rağmen halk tarafından yine açılan bu mekânlar, Müslümanların dînî hayatının âdeta gerçek merkezleri hâline gelmiĢtir. Müslüman halk buralarda bir araya gelmiĢ, cemaatle namaz kılmıĢ ve toplu zikirler icra etmiĢtir. Bunun önüne geçmekte zorlanan yönetim, resmî müftülerden buralara yapılan ziyaretlerin dînen yasak olduğuna dair zaman zaman fetva alma yoluna bile baĢvurmuĢtur. Ancak müftüler halkın tepkisinden kaçındıkları için bu tür fetvalar vermeye pek istekli olmamıĢlardır. Diğer yüzlercesinin yanında, söz konusu bölgelerdeki bu ziyaret yerlerinin en meĢhurlarından Ģunları zikredebiliriz: OĢ‟taki Taht-ı Süleyman ile, Kunia-Urgerç‟teki ġeyh Necmeddîn-i Kübrâ‟nın, Bayram Ali‟deki ġeyh Yûsuf-ı Hemedânî‟nin, Türkistan‟daki Hoca Ahmed-i Yesevî‟nin, Buhara‟daki ġeyh Bahâeddîn-i NakĢbend‟in, DüĢembe‟deki ġeyh Yûsuf-ı erhî‟nin ve Merv‟deki Sultan Sencer‟in türbeleri. Bu tür ziyaret yerlerinin çokluğu ve fonksiyonerliği bakımından Dağıstan ve eçenistan bölgesi oldukça ilgi çekicidir. Kaynakların ifade ettiğine göre, o bölgede ziyaret yeri olmayan hiçbir köy ve kasaba yok gibidir. Üstelik, Müslüman halk dînî hayatını âdeta camiden, ziyaret yerlerine kaydırmıĢtır. oğunlukla yakın geçmiĢte Ruslarla savaĢırken Ģehit düĢen tarîkat Ģeyhlerinin mezarlarından oluĢan bu mekânları ziyaret etmek, onlar için çok büyük önem arz etmektedir. Hatta öyle ki, gerek Orta Asya‟da, gerekse Kafkasya bölgesinde “demir perde” gerisinde hac ibadetine imkân bulamayan Müslüman halk, kutsiyet atfettiği bu mekânları ziyaret etmeyi âdeta hac yapma gibi telâkkî eder olmuĢtur. Tarîkat mensupları, halkın bu teveccühünü gördükleri için, buralarda va‟zlar vererek, zikir meclisleri düzenleyerek ve çeĢitli meselelerde görüĢ alıĢveriĢinde bulunarak onları etkilemeyi baĢarmıĢlardır. Tarîkatların bu konudaki baĢarılarının altında yatan sebepleri araĢtırırken, gözden uzak tutulmaması gereken en önemli hususlardan biri de Ģudur: Tasavvufî ideallere gönül vermiĢ olan tarîkat mensupları, Ġslâmî değerlere sahip çıkma ve yaĢama noktasında ortaya koydukları samimiyet ve kararlılıkları; insanlarla iliĢkilerinde, sevgi, merhamet ve diğergâmlığı prensip edinen ve bu yüzden insanlara güven ve huzur bahĢeden yaklaĢım tarzları; ve nihayet dünyevî bir menfaat ve karĢılık beklemeksizin insanlara hizmet etme anlayıĢları ile, insanların teveccühünü kazanmakta hiç de zorlanmamıĢlar ve onlarla kolayca kaynaĢabilmiĢlerdir. Kısacası tarîkatlar, toplumun bağrından çıkmıĢ, onlarla iç içe yaĢamıĢ ve onların sevinç ve kederlerini samimiyetle paylaĢmıĢ olan sivil kuruluĢlar olarak, halkı kucaklamasını bilmiĢlerdir. Esasen tasavvuf ve tarîkatlar açısından bu, her devirde ve her coğrafyada geçerli olan bir özelliktir. Tarîkat mensupları, gerek sıkça ziyaret edilen bu mekânlarda, gerekse baĢka vesilelerle, sürekli tebliğ ve irĢad faaliyetinde bulunmuĢlar; böylece din aleyhtarı propagandaların halk üzerindeki etkisini önledikleri gibi, Müslümanların dînî ve millî duygularını canlı tutmalarını da sağlamıĢlardır. Yapılan sosyolojik araĢtırmalar, bu Ģekilde halkı irĢadla meĢgul olan sûfî tebliğcilerin, resmî “ajitprop”a mensup propagandacılardan daha fazla olduğunu göstermiĢtir. Bu durum, söz konusu bölgelerde tarîkat mensuplarının bir nevi “Ġslâm misyonerliği” görevini üstlendiklerinin ve Müslümanları dinsizlik propagandasının tesirinden koruduklarının bir baĢka göstergesidir.

76

Ancak, dönemin Sovyet kaynakları ve propagandacıları, sisteme entegre olmayan ve Müslümanların dînî ve millî kimliklerini koruma gayreti içinde olan tarîkatları, ısrarla “politize olmuĢ illegal örgütler” olarak göstermiĢlerdir. Onların gözünde tarîkatlar, sistem aleyhinde faaliyette bulunan “rejim düĢmanı”, “fanatik” ve “yobaz” sivil muhalefet güçleri konumunda olmuĢ; bu yüzden de mutlaka sindirilmeleri yoluna gidilmiĢtir. Tarîkatların yapılanmalarındaki nisbî gizlilik, yönetime karĢı takındıkları tavır, yukarıda sözü edilen faaliyet tarzları, bazı yerlerde askerliği reddetme, okullara gitmeme, “kolhoz” sistemine karĢı çıkarak kendi kolhozlarını oluĢturma vb. hususlar, onların resmî yöneticiler tarafından illegal siyasî birer örgüt gibi algılanmalarına sebep olmuĢtur. Bu noktada Sovyet yöneticilerini en çok rahatsız eden Ģey, tarîkat mensuplarının mazilerine, dînî ve millî kimliklerine sahip çıkma konusundaki kararlılıkları ve “cihad” ruhunu sürekli canlı tutmalarıdır. Yapılan araĢtırmalar, tarîkatların bu anlamda büyük çapta baĢarılı olduklarını göstermiĢtir. Değerlendirme ve Sonuç Bütün bu anlatılanlar, Ģunu net olarak gözler önüne sermektedir: XII ve XIII. asırlardan itibaren Ġslâm‟ı tebliğ ve onu iç ve dıĢ tehditlere karĢı muhafaza etme görevlerini birlikte üstlenen sûfî derviĢler, zaman içinde bütün Türk dünyasının MüslümanlaĢmasında ve Ġslâm‟ın kalıcı bir Ģekilde gönüllerde yer etmesinde en aktif rolü üstlendikleri gibi; Orta Asya ve Horasan bölgesinde tasavvuf önderlerinin ve bilhassa Hoca Ahmed Yesevî‟nin gönüllerde tutuĢturduğu tasavvuf meĢ‟alesi, asırlarca çeĢitli tarîkatlar aracılığı ile elden ele, gönülden gönüle taĢınarak bütün Türk-Ġslâm dünyasını kuĢatmıĢ ve insanların gönül dünyalarını aydınlatmıĢtır. Öyle ki, tasavvuf neĢvesi ve kültürü, Müslüman Türk insanının din anlayıĢına, kültürüne, ahlâkına, sanat ve edebiyatına, örf ve âdetlerine, hatta gündelik hayatına kadar her yönüne damgasını vurmuĢtur. Bu tespit, son dönemlerde Sovyetler Birliği sınırları içinde kalan Türk-Ġslâm dünyası için de geçerlidir. Söz konusu bölgelerde yaĢayan Müslümanların dînî, kültürel ve hatta siyasî hayatları üzerinde en etkili sosyal ve dînî müessese, tasavvuf ve tarîkatlar olmuĢtur. Sovyet yönetimi öncesini de göz önüne alırsak, Ruslar tarafından uygulanan yaklaĢık iki asırlık bir sindirme, dinsizleĢtirme ve yok etme faaliyetine karĢı, gerek Kafkaslar‟da ve gerekse Orta Asya‟da Müslümanların yürüttüğü varoluĢ mücadelesinin öncülüğünü hep tasavvufî ideallere gönül vermiĢ tarîkat önderleri yapmıĢtır. Bu insanlar, en kötü Ģartlarda bile asla Rus tahakkümüne boyun eğmemiĢ; silahlı mücadele imkânının kalmadığı iĢgal dönemlerinde bile her fırsattan istifade ederek, “Ġslâm‟ın gönüllü misyonerliği”ni yapmak suretiyle, Müslümanların dînî, millî ve kültürel kimliklerini muhafaza etmeyi baĢarmıĢlardır. Sovyet yönetimiyle hiçbir zaman uzlaĢmayan ve bu yüzden sürekli takibata, cezalandırmalara ve öldürmelere maruz kalan tarîkat mensupları, Komünist idarenin Ġslâm aleyhine yürüttüğü yoğun propaganda ve Müslümanları asimile etme politikasına karĢı, Müslüman halkı yönetim aleyhine Ģuurlandırarak, inanç, kültür ve benliklerini muhafaza etme hususunda tahminlerin ötesinde gizli bir mücadele vermiĢler; bu sayede âdeta bölge Müslümanlarının sosyal, kültürel ve manevî koruyucuları olmuĢlardır. Bennigsen‟in Ģu sözleri de bu gerçeğin bir ifadesidir: “ġayet her Ģeye rağmen o bölgede Ġslâmiyet bir îman, bir hayat tarzı ve bir dînî yaĢantı olarak varlığını devam ettirebilmiĢse; bu, tarîkatlar

77

sayesinde olmuĢtur.” Nitekim, Chantal L. Quelquejay‟ın da belirttiği gibi, “1943‟ten 1978‟e kadar bir tek ibadete açık resmî camisi bulunmayan eçenistan‟da, Ġslâmiyet varlığını ancak tarîkatlar sayesinde devam ettirebilmiĢtir.” 1980‟li yıllarda yapılan sosyolojik araĢtırmalar, Orta Asya ve özellikle Kafkasya‟da tarîkatların daha da geliĢme kaydettiğini; gençlerin ve entelektüel kesimin tasavvuf ve tarîkatlara ilgisinin giderek artığını; Kuzey Kafkasya bölgesinin, geçmiĢte olduğu gibi, son yıllarda da tasavvufun gerçek kalelerinden biri olduğunu; eçenistan ve Dağıstan‟da samimî Müslümanların %50-60‟ının tarîkat mensubu olduğunu ortaya koymuĢtur. Nitekim, 1984 yılında Orta Asya AraĢtırmaları Cemiyeti‟nin Oxford‟da düzenlemiĢ olduğu ve sahanın önde gelen uzmanlarının iĢtirak ettiği ilmî bir toplantıda da bu gerçek açık bir Ģekilde dile getirilmiĢtir. Söz konusu toplantıda vurgulanan hususlar ana hatlarıyla Ģunlar olmuĢtur: “Orta Asya ve Kafkasya‟da Müslümanları XVIII. asırda Ruslara karĢı teĢkilatlayıp silahlı mücadele veren ve onların belli bir ideolojiye sahip olmalarını sağlayan tarîkatlar, son dönemde de Müslümanların Sovyet yönetiminden bağımsız olarak teĢkilatlandıkları birer merkez hâlini almak suretiyle, düĢman bir idare altında Ġslâm inanç ve kültürünü yaĢatan asıl gücü oluĢturmuĢlardır. Onların Müslümanlara verdiği dînî bilgiler ve tasavvuf terbiyesi sayesinde, Sovyet hakimiyeti altındaki 40 milyonluk Müslüman toplumun inancını ve kültürünü kaybetmesi önlenmiĢtir. BaĢta NakĢbendiyye ve Kâdiriyye olmak üzere, bu tarîkatlar 1980‟li yıllarda Ģehirli-köylü, genç-ihtiyar bütün Müslüman halk arasında oldukça aktif bir faaliyet yürütmektedirler. 70 yıldır sürdürülen dinsizlik propagandasına karĢı mücadelede Müslümanların kazandığı baĢarı, bu tarîkatların onlar üzerindeki hakimiyetinden kaynaklanmıĢtır. Kısacası, bu bölgelerde Ġslâm, sûfî tarîkatların faaliyetleri sayesinde bir din ve hayat nizamı olarak yaĢamaya devam etmektedir.” (G. Hardy, “Tasavvufun Rusya‟daki Mücadelesi”, s. 179-183.) Son birkaç yıldır eçenistan‟da Ruslara karĢı sürdürülen bağımsızlık mücadelesinin arka plânındaki manevî ve psikolojik güç kaynağını da, yine, Ġmâm Mansûr ve ġeyh ġâmil‟den bu tarafa bölgede varlığını sürdüren tasavvuf ve tarîkat geleneği ve onun kazandırdığı “cihad” ruhunda aramak gerekir. Bütün bu gerçekler, bilerek veya bilmeyerek, tasavvuf ve tarîkatların insanlara dünyadan kaçmayı, tembellik ve miskinliği, yani pasif bir hayat anlayıĢını telkin ettiğini iddia edenlere de çarpıcı bir cevap niteliği taĢımaktadır. Bazı kiĢi ve çevreler görmezlikten gelseler de, tarihî olayları objektif olarak değerlendirebilen ve tasavvuf ve tarîkat olgusunu gerçek yüzüyle tanıma gayreti içinde olan Müslüman veya gayrimüslim pek çok bilim adamı ve sosyolog, tasavvuf ve tarîkatların, doğru olarak anlaĢılıp yaĢandığı takdirde, insanların gönül dünyasında ve derûnî dînî yaĢantısında olduğu gibi, onların dünyevî ve toplumsal hayatlarında da gerçek bir dinamizmi ve cihad anlayıĢını temsil ettiğini kabul etmektedir. Tasavvufun gerçek yüzünü ve tarîkatların icra ettikleri tarihî misyonu bir asır öncesinden görebilen, Mallitski adlı bir Rus Ġslâmoloğunun söylemiĢ olduğu Ģu ilginç sözler, bu noktada oldukça düĢündürücüdür: “Ġslâm‟ın resmî inanç esaslarının donuk olmasından dolayı, Ġslâm dünyasındaki

78

bütün entelektüel hareketler, tekrar tasavvuf bayrağına sarılmak zorundadır. Ġslâm‟ın rönesansı ancak tasavvuf sayesinde gerçekleĢebilir. Her yeni fikir, her dînî veya siyasî hareket, tasavvuf bayrağına sarılmak zorunda kalacaktır.” (A. Bennigsen, Sûfî ve Komiser Rusya‟da Ġslâm Tarîkatları, s. 230-231.) Son yıllarda gerek Ġslâm ülkelerinde, gerekse tüm dünyada gözlenen tasavvuf ilgisi de, Mallitsky‟nin bu tespitinde yanılmadığının bir iĢareti sayılabilir.

Aka, Ġsmail, “Orta Asya‟da Ġslâmiyet‟in Yayılması ve Ahmed Yesevî Sevgisi”, Ahmed-i Yesevî Hayatı-Eserleri-Tesirleri, hazırlayan: Mehmed ġeker-Necdet Yılmaz, Sehâ NeĢriyat, Ġstanbul, 1996, s. 521-532. Arnold, T. W., ĠntiĢâr-ı Ġslâm Tarihi, trc.: Hasan Gündüzler, Akçağ Yay., Ankara, 1971. Baran, Ġsmet, “Anadolu‟nun ĠslâmlaĢma ve TürkleĢme Sürecinde Mutasavvıflar”, M. E. B. Din Öğretimi Dergisi, sayı: 32 (Ocak-ġubat 1992), s. 84-90. Bayram, Mikail, “Anadolu‟nun TürkleĢmesi ve ĠslâmlaĢmasında Hâce Ahmed-i Yesevî‟nin Rolü”, Ahmed-i Yesevî Hayatı-Eserleri-Tesirleri, hazırlayan: Mehmed ġeker-Necdet Yılmaz, Sehâ NeĢriyat, Ġstanbul, 1996, s. 533-545. Bennigsen, A. -Quelquejay, Ch. L., Le Soufi et le Comissaire les Confreries Musulmanes en URSS, Edition du Seuil, Paris, 1986 (Sûfî ve Komuser Rusya‟da Ġslâm Tarîkatları, trc.: Osman Türer, Akçağ Yay., Ankara, 1988). Bennigsen, Alexandre, “Les Tariqat en Asie Centrale”, Les Ordres Mystiques dans l‟Islam Cheminemenets et Situation Actuelle, Traveaux publies sous la direction de A. Popovıc & G. Veinstein, Editions de l‟Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales, Paris, 1985, s. 27-36 (“Orta Asya‟da Tarîkatlar”, trc. Osman Türer, Atatürk Üniversitesi Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 11, Erzurum, 1993, s. 211-225). Cumbur, Müjgân, “Ahmed Yesevî‟nin Anadolu‟nun TürkleĢmesindeki Yeri”, Erdem (Atatürk Kültür Merkezi Dergisi), Hoca Ahmet Yesevî Özel Sayısı, cilt: 7, sayı: 21, Ankara, 1995, s. 833-853. “Ahmed Yesevî‟nin Ahî ve Gazileriyle Anadolu‟nun TürkleĢmesindeki Yeri”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri (26-29 Mayıs 1993), Kayseri, 1993, s. 63-68. Demirci, Mehmed, “Tarihten Günümüze Ahmed Yesevî”, Ahmed-i Yesevî Hayatı-EserleriTesirleri, hazırlayan: Mehmed ġeker-Necdet Yılmaz, Sehâ NeĢriyat, Ġstanbul, 1996, s. 593-604. Hardi, George, “Tasavvufun Rusya‟daki Mücadelesi”, Arabia‟dan tercüme eden: Ömer Karaman, Mayen, Sayı: 92-95 (Temmuz-Ekim 1984), s. 179-183. Kılıç, Mustafa, “Türkistan‟ın ĠslâmlaĢması”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri (26-29 Mayıs 1993), Kayseri, 1993, s. 225-243. Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında Ġlk Mutasavvıflar, D. Ġ. B. Yay., Ankara, 1976.

79

Ocak, A. YaĢar, “Türk Dünyasında Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik Kültürünün YayılıĢı: Bir Sûfî Kültürünün Yeniden GüncelleĢmesi”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri (26-29 Mayıs 1993), Kayseri, 1993, s. 299-305. Türk Sûfîliğine BakıĢlar, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul, 1996, s. 31-50. Panipati, Mevlânâ ġ. Ġsmail, Ġslâm YayılıĢ Tarihi, c. I-III, trc.: Ali Genceli, Toker Yay., Ġstanbul, 1971. Quelquejay, Chantal L., “Les Tariqat au Caucase du Nord”, Les Ordres Mystiques dans l‟Islam Cheminemenets et Situation Actuelle, Traveaux publies sous la direction de A. Popovıc & G. Veinstein, Editions de l‟Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales, Paris, 1985, p. 37-48 (“Kuzey Kafkasya‟da Tarîkatlar”, trc. Osman Türer, Atatürk Üniversitesi Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 11, Erzurum, 1993, s. 226-242). Türer, Osman, “Hoca Ahmed-i Yesevî‟nin Türk-Ġslâm Tarihindeki Yeri ve Tasavvufî ġahsiyeti”, Ahmed-i Yesevî Hayatı-Eserleri-Tesirleri, hazırlayan: Mehmed ġeker-Necdet Yılmaz, Sehâ NeĢriyat, Ġstanbul, 1996, s. 219-240. “Türk Dünyasında Ġslâm‟ın YerleĢmesi ve Muhafazasında Sûfî Tarîkatlar ve Yesevî‟nin Rolü”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri (26-29 Mayıs 1993), Kayseri, 1993, s. 361-368. (Ayrıca bk.: Ahmed-i Yesevî Hayatı-Eserleri-Tesirleri, hazırlayan: Mehmed ġeker-Necdet Yılmaz, Sehâ NeĢriyat, Ġstanbul, 1996, s. 467-485). “Türk Dünyasında Ġslâm‟ın YerleĢmesi ve Muhafazasında Tasavvuf ve Tarîkatların Rolü”, Yeni Türkiye, yıl: 3, sayı: 15 (Mayıs-Haziran 1997), Türk Dünyası Özel Sayısı I, s. 174-181. Yılmaz, H. Kâmil, “Anadolu ve Balkanlar‟da Yesevî Ġzleri”, Ahmed-i Yesevî Hayatı-EserleriTesirleri, hazırlayan: Mehmed ġeker-Necdet Yılmaz, Sehâ NeĢriyat, Ġstanbul, 1996, s. 567-580.

80

D. Dil ve Kültür Türk Dünyasının Güncel Konusu: Ortak Türkçe / Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul Yaman [s.62-68] Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi /Türkiye Bilindiği üzere, 1990‟lı yılların baĢında eski Sovyetler Birliği dahilinde bulunan Türk Cumhuriyetlerinden bazıları arka arkaya bağımsızlıklarını ilân etmeye baĢladılar. Bağımsızlık , devletler için çok önemli bir kavramdır. Ne var ki bağımsızlık kavramı birbiri içine girmiĢ daha pek çok alt unsurdan oluĢur. Gerçek bağımsızlık için bunlar yanında dil, din, örf ve âdetler, hayat tarzı ve benzerlerinin de bağımsızlık karakterini taĢıması gerekir. Bağımsızlığı oluĢturan bu alt kavramlar içinde en önemlisi dildir. ünkü; dil , insan topluluklarını bir maksat etrafında toplayıp aralarında duygu ve düĢünce birliği oluĢturarak onların “millet” sıfatını almasını sağlar. Eğer kendi dilinizle konuĢamıyorsanız, kendinizce düĢünemiyorsunuz demektir. DüĢüncenize sınır konulmuĢsa bağımsızlıktan söz etmeniz mümkün değildir. Milletlerin dil bağımsızlığını kazanmaları; siyasal, sosyal ve ekonomik hayattaki bağımsızlıklarını kazanmalarında büyük rol oynamaktadır. Türk Cumhuriyetleri, her ne kadar bağımsızlığını ilân etmiĢ bulunsalar da henüz tam bir ekonomik bağımsızlıktan söz etmek mümkün değildir. Bu durumun pek çok sebebi bulunmakla beraber, en önemli sebep eski Sovyetler Birliğinin bu cumhuriyetleri ekonomik açıdan kendisine bağlamıĢ olmasıdır. Hem ekonomik açıdan hem devlet düzeninin iĢleyiĢi hem de insanların günlük yaĢantısı ve alıĢkanlıkları bakımından eski sistem öylesine güçlü olarak yaĢamaktadır ki bu durumun değiĢebilmesi için daha uzun yıllara ihtiyaç vardır. Bilinmesi ve kabul edilmesi gereken en önemli gerçek budur. Bütün cumhuriyetlere yapılabilecek en büyük yardım ve iyilik, bu cumhuriyetleri bizim duygu ve hayallerimiz penceresinden değil, onların gerçek durumları noktasından görmektir. ünkü, eski sistem aĢağı yukarı devam etmektedir. O sebeple, bu kardeĢlerimize içinde yaĢadıkları kendi gerçekleri doğrultusunda davranmak, en doğru hareket tarzı olacaktır. Bugün Türk Cumhuriyetleri eskiyle yeni düzen arasında sıkıĢmıĢ bir durumdadır. oğunluk değiĢmeyi istese de yeninin ne olacağı konusunda bir fikirleri yoktur. Daha doğrusu eski alıĢkanlıklar ağır basmaktadır. Türk devletlerinin kendi dillerini devlet dili olarak kabul etmeleri, bağımsızlıkların kazanılması yolunda atılmıĢ en önemli adımlardır. Bağımsızlık aĢaması tamamlanmıĢ kabul edildiğinde, bugün için, Türk dünyasının en önemli meselesi, ortak iletiĢim dilidir. Bunun gerçekleĢmesi Ģarttır; ancak, zamanı, zemini ve Ģekli konusunda Ģimdiden bir Ģey söylemek zordur. Türkçe Gerçeği

81

Türk dünyası söz konusu olduğunda, karĢımıza hemen Türkçe gerçeği çıkmaktadır. Balkanlardan in‟e kadar olan alanda yaĢayan Türkler, farklı devletler içinde, farklı konuĢma biçimlerini geliĢtirmiĢ olsalar bile, hepsi de Türkçe konuĢurlar. Bu bakımdan “Balkanlardan Çin‟e kadar” ibaresi dilimiz için hâlen geçerlidir. Bu kadar geniĢ bir coğrafyaya yayılmıĢ ve çok sayıda kola ayrılmıĢ olan Türk dilini, ne kadar insanın konuĢtuğu meselesine gelince, bu hususta tam bir sayı vermek zordur. ünkü, adı geçen bölgelerde yaĢayan Türklerin bir kısmı, bağımsız cumhuriyet, bir kısmı özerk cumhuriyet Ģeklinde yaĢarken bazıları da diğer devletlerin ahalisi olarak hayatını sürdürmektedir. Bundan dolayı kesin ve yeni rakamlar elde etmek bir hayli müĢküldür. Ancak, tahminî olarak bugün dünya üzerinde yaĢayan Türklerin toplam sayısının 200 milyonun üzerinde olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu hâliyle dilimiz dünyanın en çok konuĢulan dilleri sıralamasında rahatlıkla ilk beĢe girmektedir. O hâlde bundan böyle “Türkçe” terimi ile bütün Türklerin kullandığı genel Türk dilini anlamamız gerekir. Biz, pratik olarak Türkiye‟de konuĢulan dil için Türkçe demekteyiz. Mevcut Durum Bugünkü manzaraya bakıldığında, gerek Türkiye, gerekse Türk Cumhuriyetleri açısından ortaya çıkan imkânlar dünyası, iyi bir Ģekilde kullanılamamıĢtır. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin ve kamuoyunun son derece iyi niyetli olduğu âĢikârdır. Ne var ki daha önceden bu sahalarla ilgili yeterli belge, bilgi, eleman ve en önemlisi de proje bulunmadığı için verimli bir sonuç alınamamıĢtır. Bununla bağlantılı olarak Türk Cumhuriyetleriyle ilgili politikalar daha ziyade kiĢiler seviyesinde gerçekleĢmiĢtir. Yani, bir çok baĢlılık ve dağınıklık yaĢanmıĢtır. Bütün bu kiĢisel ikili iliĢkileri takdirle karĢılıyor, bunların daha verimli hâle getirebilmesi için, iki kuruma ihtiyaç olduğunu ifade etmek istiyoruz. Bunlardan birincisi bütün Türk dünyasını bünyesinde toplayacak bir Türk Dünyası Akademisi‟dir. Bu sahayla ilgili her türlü bilimsel ve politik araĢtırmalar söz konusu akademinin çatısı altında yapılmalıdır. Ġkinci olarak mutlaka en kısa zamanda BaĢbakanlık‟a bağlı Türk Dünyası MüsteĢarlığı kurulmalıdır. Bu noktada özel vakıfların ve gönüllü kuruluĢların faaliyetlerinin de son derece önemli olduğunu ve devletçe desteklenmesi gerektiğini de belirtelim. Türk cumhuriyetleriyle olan iliĢkilerimizde artık hayal seviyesinden gerçek noktalara, somut basamaklara geçmeliyiz. Bu tür iliĢkilerde objektif ve gerçekçi olmamız hepimizin faydasına olacaktır. Türk dünyasının bugün için en önemli konusu, karĢılıklı olarak birbirlerini tanımaları ve kaynaĢmalarıdır. Bunun yolunu Türk dünyasının mütefekkirlerinden ileri görüĢlü ve aksiyon adamı Gaspıralı Ġsmail, neredeyse bir asır öncesinden göstermiĢ ve uygulamıĢtır. ġimdilerde bu değerli Ģahsiyeti çok daha iyi anlıyor ve arıyoruz. Artık yapılması gereken onun gösterdiği çizgide önce “dil” alanında ortaklığı yakalayıp birbirimizi anlayıp sevmektir. Sonra “fikir”de birleĢeceğiz. Bunlara bağlı olarak “iĢte” birliğimiz kendiliğinden oluĢacaktır.

82

Türkiye‟de dil, fikir gibi konuları küçümseyen kimileri ısrarla bu konuları gündem dıĢı tutmakta; Türk dünyası konusunu soğutmakta veya bu konuyu yalnızca ticarî mantıkla değerlendirmektedir. ġurası bir gerçektir ki dilimizi, gönlümüzü, fikrimizi b ir etmeden iĢimizi bir eylememiz de son derece zor olacaktır! Ortak Türkçenin OluĢturulması Dünyanın en eski ve en çok konuĢulan dillerinden birisi olan Türkçe, ne yazık ki, bugüne kadar diğer diller arasında hak ettiği gerçek yeri alamamıĢtır. Hemen her dönemde bir baĢka yabancı dilin tesiri altında kalmıĢ, kendi gerçek gücünü yeterince gösterememiĢtir. Bugün ise, yepyeni ve taptaze bir imkânlar dünyasıyla karĢı karĢıya kalınmıĢtır. Ancak, nadiren karĢım ıza çıkabilecek böylesi bir fırsatı çok iyi değerlendirmek mecburiyeti vardır. Ortaya çıkan yeni Ģartlar, âdeta Dünya Türklüğünü “dilde, fikirde, iĢte” ve daha pek çok sahada birlik olmaya zorlamaktadır. Bu birliğin temel Ģartı ise, birbirinizi her yönüyle anlayabilmektir. O sebeple bütün Türklerin aynı dille anlaĢabilmeleri (elbette ki Türkçeyle) Ģarttır. Bu

düĢünceden

hareketle

“Ortak

Türkçe”nin

bir

zaruret

sonucunda

bu

düĢünceyi

gerçekleĢtirmeye zorlamaktadır. Aynı kökten çıkmalarına rağmen, yapay olarak birbirinden uzaklaĢtırılan Türk lehçelerinin her birine “dil” adı verilmiĢ ve mümkün olduğunca ayrı alfabelerde yazdırılmaya zorlanmıĢtır. Tarihî Arka Plân Türk dilinin birliği ve bütünlüğü yolundaki geliĢmeler, tarihî arka plâna sahiptir. Türk dili doğal geliĢim seyri içerisinde, 12. yüzyıla kadar tek bir kol hâlinde süregelmiĢtir. Bu yüzyıldan sonra birisi Türkistan diğeri Anadolu merkezli olmak üzere iki kola ayrılmıĢtır. Bu iki büyük kol neredeyse yirminci yüzyılın baĢlarına kadar devam etmiĢtir. Bu doğal geliĢme içerisinde KâĢgarlı Mahmut‟un meĢhur Divan‟ı, Karamanoğlu Mehmet Bey‟in fermanı dilde birlik yönünde önemli kilometre taĢlarıdır. Ahmed Yesevî‟nin ve Yunus Emre‟nin Ģiirleri halk dilini edebî dile yaklaĢtırması bakımından önemlidir. ÂĢık PaĢa‟nın Türk dilinin aĢağılanmasına karĢı duyduğu tepki de unutulmamalıdır. Türk dili ve edebiyatındaki etkisi göz önüne alındığında, Türkçenin Farsçadan aĢağı kalmadığı gibi, kendine has pek çok güzelliği ve inceliği bulunduğunu örneklerle ortaya koyan Ali ġîr Nevâyî de Türkçemizin birliği ve zenginliğini konusundaki önemli kilometre taĢlarından birisidir. Ali ġîr Nevâyî, ana dilini (Türkçeyi), yolu dikenler ve taĢlarla dolu denizin dibindeki incilere benzetir.1 Ali ġîr Nevâyî‟nin en önemli yönü, Türk diliyle ilgili düĢünceleri ve Muhakemetü‟l-lûgateyn adlı eseridir. Ali ġîr Nevâyî, Farsça gibi son derece güçlü bir edebiyat dilinin varlığına rağmen, Türkçe eserler yazmıĢ ve bu dille üstün bir edebiyat oluĢturulabileceğini de ispatlamıĢtır. Bununla da kalmayıp Türkçe ve Farsçanın karĢılaĢtırıldığı bir eser yazmıĢtır.

83

“Muhâkemetü‟l-lûgateyn”, Nevâyî‟nin en önemli eserlerinden biridir. Eser, 1499 yılında, Türkçe ile Farsçayı mukayese etmek üzere nesir tarzında yazılmıĢtır. Nevâyî, Fars dili ve edebiyatının Türkistan‟da yaygınlaĢması ve bazı Türk Ģairlerinin eserlerini Türkçe yerine Farsça kaleme alması üzerine “Muhâkemetü‟l-lûgateyn”i yazar. Eserinde, sanat ve ilim adamlarına Türk dilinin Farsçadan daha kudretli ve daha zengin bir dil olduğunu ispat etmek için birçok delil gösterir. ġâirliğinin yanı sıra, bir dil âlimi de olan Nevâyî‟ye göre Türkçe, kelime hazinesi bakımından Farsçadan daha zengin bir dildir. Eserinde Farsçayı Acemlerden bile daha iyi bildiğini söyleyerek Türkçenin mecaz, cinas, kafiye ve fiil yönünden de daha zengin olduğunu örneklerle izah eder. Eserinde yüz kadar fiil sayarak bunların hiçbirinin Farsçada bulunmadığını belirtir. Nevâyî, Türkçeyi faziletler ve yüceliklerle dolu hazineye, seyrine doyum olmayan bir gül bahçesine benzetir. Fakat bu bahçe, aynı zamanda dikenlerle, tehlikelerle doludur. Türkçenin güneĢten daha parlak güllerini dermek ve emsalsiz hazinelerine sahip olmak için çok çalıĢmak gerektiğini söyler. Dil ile milletin büyüklüğü arasında bir paralellik kurar; Türkçenin devlet ve edebiyat dili olması hâlinde Türklerin de üstün bir millet olacağına inanır. Borovkov, “Özbek Yazı dilinin Kurucusu Ali ġir Nevaî” adlı yazısında “…Mevzuu dil olan Muhâkemetü‟l-lûgateyn‟de dikkati çeken nokta, müellifin bilhassa kendi millî edebiyatının mukadderatı üzerinde durmasıdır. Yüzyıllar boyunca gelişmiş ve söz sanatında şöhretli adlar yaratmış bulunan, münakaşa götürmez bir otoriteye sahip ve taklit bakımından erişilmez bir nümune teşkil eden İran edebiyatının hâkim olduğu devirde, büyük şâir ve hakîm üstat Nevaî, kendi millî edebiyatının esaslı bir şekilde kurmağı ömrünün başlıca hizmeti telâkki etmiş; bu muvaffakiyeti çağdaşları tarafından da tasdik edilmiştir.”2 Nevâyî, pek çok alanda hizmetleri olan üstün bir sanatkârdır. Bizce onun bütün hizmetleri takdire Ģayandır. Ama özellikle ana dili hususundaki gayretleri için hepimiz ona minnettar olmalıyız. Bugün dünya üzerinde Türkçe diye bir dil varsa, bunu sağlayanlardan birisi di hiç Ģüphesiz Nevâyî‟dir. Nevâyî üzerine araĢtırmalarıyla tanıdığımız Nazar Recebov, bir yazısında Nevâyî‟yi “ana tili üçün küreşçi”3 Ģeklinde nitelendirir ki bizce de bu Nevâyî‟nin mümeyyiz vasfıdır. Ali ġîr Nevâyî, dilin millet hayatındaki rolünü çok iyi kavramıĢ ve bu yönde eserler vermiĢ, ileri görüĢlü bir düĢünce adamıdır. Nevâyî, Türk dilini bütün Türkleri bir araya getiren unsur olarak görür. Lisanü‟t-tayr adlı eserinde geçen bir beytinde Türkçe yazmak suretiyle Türk milletini yekvücut hâline getirdiğini Ģöyle dile getirir: “Çünki taptım ul kelam içre kemal, Türk elfazı bile sürdüm makal… “Türk nazmıda çü men tartıb alem, Eyledim bu memleketni yekkalem”.4

84

Nevâyî, hem Türkçe, hem de Farsça Ģiirler yazardı. Bu Ģiirleri her iki dilde de birbirinden aĢağı kalmazdı. Dîvân-ı Faniy‟de bu durumu Ģöyle ifade etmiĢtir: “Türk dilinde rengarenk, tatlı ve anlamlı şiirlerim çoktur. Eğer bakarsan, Farsça şiirlerim de paha biçilmez lâl ve cevherdir. Sanki söz pazarında dükkân açmışım. Bir tarafta tatlıcı dükkânı ve bir tarafta kuyumcu dükkânı.”5 Ali ġîr Nevâyî, dilin gücüne inanmıĢ ileri görüĢlü bir sanatkârdı. Dilin yalnızca bir konuĢma aracı olmayıp aynı zamanda insanları duygu ve düĢünce bakımından birleĢtiren güçlü biri unsur olduğunu, milleti meydana getirdiğine inanmıĢtır. Bu bakımdan eserlerini hatta çevirilerini bile bu amacına yönelik yapmıĢtır. Ali ġîr Nevâyî, temeli en baĢta Eski Türkçeye kadar inen, Arapça ve Farsça ile desteklenmiĢ o dönemin konuĢma dilini güçlü bir edebî dil hâline getirmiĢtir. KonuĢma dilinin, diğer bir ifadeyle halk dilinin edebî dil hâline getirilmesi en baĢta halkın bilinçlendirilmesi bakımından son derece önemli bir adımdır. Ġkincisi, Türkçe temeli sağlam edebî bir dile kavuĢmuĢtur. Böylelikle Türk boyları arasında birlik de tesis edilmiĢtir. Bir baĢka yönü ise, Farsça gibi güçlü bir edebiyat dili karĢısında Türkün ve Türkçenin gür sesini yükselterek milletimizin geleceğini aydınlatmıĢtır. Ali ġîr Nevâyî, hem kendisi Türkçe yazarak hem de zamandaĢlarını Türkçe yazmaya teĢvik ederek Türkçenin bugünkü geliĢme seyrine önemli katkılarda bulunmuĢtur. Ali ġîr Nevâyî, dil bilinci ve dilimize hizmetleri bakımından benim nazarımda, dört açıdan öne çıkmaktadır. Bunlar; 1. Güçlü moda dillerin varlığına rağmen, Türkçe eserler yazması. 2. ZamandaĢlarını da Türkçe yazmaya davet ve teĢvik etmesi. 3. “Hamse” yazmak gibi çok büyük bir hizmeti gerçekleĢtirmesi. 4. Dilimizin gücüne inanarak Farsçayla karĢılaĢtırması. Türk dil birliği konusunda en Ģuurlu ve baĢarılı çalıĢma, hiç Ģüphesiz, Ġsmail Gaspıralı‟ya aittir. Gaspıralı, Türk dünyasının “Dilde, iĢde, fikirde birlik” Ģiarıyla bütünleĢebileceğini savunmuĢ ve bu yolda özellikle ortak dili ön plânda tutmuĢtur. Yıllarca, büyük sıkıntılar içerisinde çıkardığı “Tercüman” gazetesiyle bu düĢüncesini gerçekleĢtirmiĢtir. Gaspıralı Ġsmail‟in bu düĢünceleri, Türk dünyasının birleĢmesi ve dil birliğinin sağlanması yolunda çok büyük roller üstlenmiĢtir. Gaspıralı Ġsmail‟e göre Türk dünyasındaki birliğin en önemli unsuru dil birliğidir. Bu sebepten Gaspıralı, hayatı boyunca Türk boyları arasında bir dil birliği oluĢturmayı savunmuĢtur. Ona göre, baĢka dillerden kelime almak doğru değildi; kendi dilinden kelime türetilmeliydi. Gaspıralı Türk lehçelerinin, yabancı diller yerine birbirlerinden kelimeler alarak zenginleĢmesini ve Ġstanbul Türkçesini esas alınarak ortak bir yazı diline kavuĢulmasını sürekli savundu. Onun “Dilde, fikirde, iĢte birlik” sözü bugün de bütün Türk dünyasının ülkü ve ilkesi olmak değerindedir.

85

Gaspıralı Ġsmail Bey‟in hayatını adadığı bütün faaliyetlerden amacı ne olabilirdi? Niçin kendini riske atarak bir ömür boyu vatan-millet iĢleriyle meĢgul olmuĢtu? Öyle sanıyoruz ki yaptığı iĢler, özellikle günümüzde onun son derece idealist ve ileri görüĢlü bir aydın olduğunu göstermektedir. Gaspıralı Ġsmail Bey‟in uzak hedefi elbette, Türk birliğini sağlamaktı. Ancak, bu iĢ göründüğü kadar kolay bir iĢ değildi. Kaldı ki 19. yüzyılın imkânlarıyla böylesine zor bir iĢi baĢarmak bir hayli zordu. Üstelik bu düĢünce ancak ve ancak eğitim yoluyla gerçekleĢtirilebilirdi. Eğitim ise, çoğunlukla Türk boylarının kendileri dıĢında geliĢen Ģartlarla sürdürülmekteydi. Bir yanda eski geleneksel tarzda eğitim yapılırken diğer yandan da Rusların kendi amaçları için uygulamaya koydukları farklı bir eğitim sistemi uygulanmaktaydı. ĠĢte böylesine sıkıntılı bir durumda Gaspıralı Ġsmail Bey, Türk birliği idealini gerçekleĢtirebilmek için, iĢe öncelikle eğitim alanına yenilikler getirerek baĢlamak istiyordu. Bunun için de halkın bilinçlendirilmesi gerekmekteydi. Tabiî o günün imkânları bu iĢe çok fazla elveriĢli değildi. Bir yandan iki güçlü kitleyle mücadele etme gereği vardı. Gaspıralı Ġsmail Bey, Türk dünyasında birliğin kurulabilmesi için gidiĢ yolunu son derece bilinçli bir tarzda benimsemiĢti: “Dilde, fikirde, iĢde birlik” Bu yol, son derece isabetli bir karar ve bir o kadar da uygun bir gidiĢ yoludur. ünkü, Türk boyları değiĢik bölgelerde Türkçenin büyüklü küçüklü kollarını konuĢmakla birlikte, her biri kendi derdine düĢmüĢtü. Aynı dilin farklı biçimleri kullanılıyordu. Bir araya geldiklerinde birbirleriyle rahatça anlaĢabiliyorlardı ama dil denildiğinde yalnızca konuĢma dili de anlaĢılmamalıydı. Bu dille üstün bir edebiyat, bilim ve kültür de ortaya konabilmeliydi. Böyle bir durumda hangi lehçe veya kol esas alınmalıydı. Gaspıralı Ġsmail Bey, bu durumda ortak bir Türkçe olarak o dönemde Osmanlı Türkçesini uygun görmekteydi. Diğer geliĢmiĢ Türk lehçelerinin yaygın lehçeleri Ġstanbul Türkçesine uydurularak kullanılacaktı. Bu yaklaĢımla Gaspıralı Ġsmail Bey, diğer Türk lehçelerini de yok saymıyordu. Onun sistemine göre, dört yıllık bir eğitimin ilk üç yılı öğrenciler kendi lehçeleriyle eğitim öğretim görecekler; dördüncü yıl ise, ortak genel Türkçe öğrenilecekti. Gaspıralı Ġsmail Bey, yabancı dillerden kelime alınmasına da karĢı çıkmıĢ; Türkçede bulunan ve anlaĢılmayan Arapça-Farsça tabirlerin de tasfiyesini istemiĢtir. OluĢacak ortak bir dil için Ģöyle bir ölçü de getirmiĢti: ”Bu dili İstanbul‟daki hamal ve kayıkçı ile Şarkî Türkistan‟daki deve sürücüsü ve koyun çobanı da anlayabilmelidir.”6 Gaspıralı Ġsmail Bey ve ondan önce kimi Türk aydınları, Türk boylarının anlaĢma güçlüğü çektiklerini ve ortak bir dil sayesinde yakınlaĢmanın sağlanması gerektiği üzerinde durmuĢlardır. Bu düĢüncenin somutlaĢabilmesi için ortak bir eğitim sistemine geçilmesi, ortak bir üst dil ve alfabenin kullanılması; bütün bunları desteklemek üzere bir yayın organın bulunması gereği üzerinde düĢünülmüĢtür. Gaspıralı‟nın çıkardığı Tercüman gazetesi, “dilde, fikirde, iĢte birlik” ilkesi doğrultusunda, Rusya‟daki Türkler arasında dil birliğini sağlamak ve ortak bir anlaĢma dilinin oluĢması yönünde epeyce katkıda bulunmuĢtur. Ne var ki Rusların kendi emellerini gerçekleĢtirme yolunda bilhassa

86

Ġlminski ile baĢlattıkları yerel lehçe ve ağızları birer millî yazı dili hâline getirme gayreti baĢarılı olmuĢ ve bu ortak dil giriĢimini engellemiĢtir. Gaspıralı Ġsmail ve diğer Türk aydınların uzak hedefleri gerçekte kültürel bir birlikti. Gaspıralı siyasî birlik düĢüncesinden sürekli kaçınmıĢ, ve bunu tehlikeli bulmuĢtur. Onun esas arzusu ve amacı, böyle bir birliğin toplumsal ve kültürel alt yapısını oluĢturmaktı. Gaspıralı‟nın temel yaklaĢımı, “Lisan-i Umumî” adını verdiği bir dil birliğidir. Türklerin ve Müslümanlar üzerindeki Rusya hakimiyetinin, bu insanların içinde bulundukları geri kalmıĢlık ve ezilmiĢlik Ģartları altında, kaldırılması mümkün değildi. Zamansız ve maceracı hareketler ise Gaspıralı‟ya göre ancak felâketle sonuçlanabilirdi. O, her zaman tedbirli, karĢıdaki insanlarla iyi iliĢkiler kuran ve asıl amacını gözeten bir dava adamıydı. Bu uyumlu kiĢiliği sayesinde arlık Rusyası‟nda Tercüman Gazetesi‟nin 33 yıl aralıksız neĢredilmesini sağlayabilmiĢti. Kısacası, Gaspıralı Ġsmail Bey, dil meselesini Türk birliği yönünde en önemli adım olarak görmekteydi. Dilde birlik sağlanamadan fikirde ve iĢte birlik sağlanamazdı. Hattızatında dil birlik, fikirde birliğe; fikirde birlikte iĢte birliğe giden en emin ve kestirme yoldu. Bugün Gaspıralı Ġsmail Bey‟in bu ulvî düĢüncelerini çok daha iyi anlamaktayız. Türk dünyasında dilde birlik düĢüncesi, diğer konuların hepsiyle ilgili olmakla birlikte anahtar rolü gereği hepsinden önce gelmektedir. ünkü, dil açısından sağlanabilecek bir ortaklık diğer bütün alanlarla ilgili yolları açacaktır. Cumhuriyet sonrasında Türkiye‟de dil meselelerine dikkatleri çeken diğer önemli bir isim de Sadri Maksudî Arsal‟dır. Sadri Maksudî, “Türk Dili İçin” adlı eserini 1930 yılında yayımlar ve dille ilgili görüĢlerini ortaya koyar. Aslen Kazanlı olan Sadri Maksudî, hem Ġdil-Ural Türklüğünü hem Türkistan Türklüğünü hem de Türkiye Türklüğünü yakından tanımaktaydı. Bu sebeple bütün Türk dünyasının aslında tek bir Türk dilini kullandığını ortaya koymuĢ ve Türk edebî dilinin oluĢturulmasını istemiĢtir. DüĢünceleriyle Atatürk üzerinde de etkili olan Sadri Maksudî, Türkiye‟de düĢünce olarak dil birliğinin temellerini atanlardan birisidir. Türk dil birliğinin önemli basamaklarından birisi de 1926‟te baĢlayıp 1940‟a kadar devam eden Lâtin alfabesi dönemidir. Bu yıllar arasında, özellikle eski Sovyetler Birliği‟ndeki Türk boylarının büyük bir kısmı Lâtin alfabesini kabul etmesiyle dil ve yazı birliği yönünde çok önemli bir fırsat yakalanmıĢ oldu. Ne yazık ki bu dönem pek fazla sürmemiĢ ve eski Sovyetler Birliği‟ndeki Türkler, farklı farklı Kiril harfleri kabul etmek zorunda kalmıĢlardır. Bu noktada açıklığa kavuĢturulması gereken hususların baĢında “Ortak Türkçe” terimi gelmektedir. Bu terimden neyi anlamak gerekir? Ortak bir anlaĢma aracını ifade etmek üzere, bilim adamlarınca “ortak Türkçe, ortak dil, ortak alfabe, ortak yazı, alfabe birliği, dil birliği, yazı dili, edebî dil, konuşma dili, iş dili, iletişim dili” gibi çok sayıda farklı terim kullanılmaktadır. Bizce, düĢünülen ve arzu edilen ortak anlaĢma dili için en uygun terim iletişim dili terimidir. Bizce, bu terim dar ve geniĢ anlamlarıyla iki ayrı düĢünceyi ifade etmektedir. Dar anlamıyla bilirli Ģartlar dairesinde, özel çalıĢmalar

87

sonucunda oluĢabilecek ortak iletiĢim dili; geniĢ anlamıyla ise, Türk lehçelerinin zaman içinde tamamen kendi doğal geliĢimi sonucunda tek bir Ģekle dönüĢmesidir. Yapılması Gerekenler Öncelikle karĢılıklı olarak lehçeler öğrenilmelidir. Zaman içinde ortak Türkçe kendiliğinden oluĢacaktır. Bunun için yapay zorlamalar yerine karĢılıklı iliĢkilerin güçlendirilmesi, edebî eser değiĢimin hızlandırılması, sanatsal faaliyetlere ağırlık verilmesi, ortak dille yayın yapan gazete ve dergilerin çıkarılması gibi destekleyici unsurlardan yararlanılabilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, “Ortak Türkçe” teriminin açıkça ortaya konması gerekmektedir. Bizce bu terim dar ve geniĢ anlamlarıyla iki ayrı düĢünceyi ifade etmektedir. Dar anlamıyla belirli Ģartlar dairesinde, özel çalıĢmalar sonucunda oluĢabilecek Türkçe -ki biz bu Türkçe için en uygun terim olarak iletişim dili terimini görmekteyiz-; geniĢ anlamıyla ise, Türk lehçelerinin zaman içinde tamamen kendi doğal geliĢimi sonucunda tek bir Ģekle dönüĢmesidir. Bu Ortak Türkçe nasıl oluĢturulacaktır? Yeni bir bina kurar gibi malzemeyi ele alıp yeni bir dil elbette oluĢturulamaz. ünkü böyle bir çalıĢma ancak yeni bir “esperanto” olabilir. Tabiatıyla bu çalıĢmaların temelinde öncelikli bir Ģekilde ilmî araĢtırmalar yer alacaktır. Lehçeler arasında yapılacak karĢılaĢtırmalı sözlük, gramer ve benzeri çalıĢmalar “Ortak Türkçe”ye zemin olmalıdır. Ġkinci olarak kendimizi belirli kalıplar içinde sokmamızı gerekir. Böyle bir ortaklığın Ģöyle veya böyle oluĢacağını söylemek kehanet olmasa gerek. Ne var ki bunun “nerede, ne zaman ve nasıl” gerçekleĢeceğini bildirmek ve ya bu konuda kendimizi Ģartlandırmak doğru değildir. Ortak Türkçenin oluĢturulabilmesi için lehçe fanatikliğine de düĢmemek gerekir. Bütün lehçelerin aynı kökten çıktığı gerçeğinden hareketle tekrar birliğe gitme yönünde gayret gösterilmelidir. Lehçeler arasındaki yersiz tartıĢmalara meydan verilmemelidir. Ortak Türkçe elbette ki bugünkü lehçelerden yalnızca birisi olamaz. Dolayısıyla birtakım ortaklıkları yakalayabilmek için biraz daha eski dönemlere gidilebilir. Mevcut lehçelerdeki ortaklıklar, gün ıĢığına çıkarılacak, farklılıklar ise düzene sokulacaktır. Ortak bir iletiĢim dili için, günümüzde, yazı ve konuĢma dili olarak en geliĢmiĢ durumda olan Türkiye Türkçesi temel alınmak kaydıyla diğer lehçelerden kelime, kalıp ve diğer ögeler alınabilir. Bugün için en pratik çözüm olarak bu seçenek görülmektedir. Bilgisayar yoluyla veya bir baĢka Ģekilde yapılan çalıĢmalarda birden çok seçenek geliĢtirilmelidir. Bu seçenekler zamanla bir veya ikiye inebilir. Diğer yandan bu tür çalıĢmalarda kiĢisel görüĢ ve düĢüncelerden çok, fonetik, morfolojik ve semantik ölçüler esas alınmalıdır. Nitekim ortak bir iletiĢim dili olarak Türkçenin kullanılması yönünde Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan‟da çalıĢmalar da sürdürülmektedir. Bu çalıĢmalar TDK, TĠKA vb. kurumlarca projelendirilerek desteklenmelidir.

88

1 Barutçu, Sema, Muhakemetü‟l-Lugateyn, TDK Yay. Ankara, 1996. 2 Borovkov, A. K. “Özbek Yazı Dilinin Kurucusu Ali Ģir Nevaî”, TDAY Belleten, 1954, 59s. 3 Recebov, Nazar, “Nevaiy-Ana Tili Üçün KüreĢçi” Özbek Tili ve Edebiyatı Dergisi, 19911/1, 32. s. 4 Levend, Agah Sırrı, Ali ġir Nevaî, IV. cilt, TDK Yay. Ank. 1968. S. 182; Bafayev, Behram, “Taptım Ul Kelam Ġçre Kemal” ġark Yulduzı, 1991/8 143. s. 5 Mallayev, N. AliĢer Nevaiy Lirika 3. Baskı, “Okıtuvçı” NeĢ. TaĢkent, 1992. 5. s. 6 Saray, Mehmet, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı Ġsmail Bey, TKAE, Ankara, 1987, 72. s. 7 Abdullayev, Alövsat Zakiroğlu, “Genel Türk Yazı (Edebi) Dili Hakkında” TDK Uluslararası Türk Dili Kongresi Bildirileri, Ankara, 1992. 8 Akpınar, Yavuz, “Gaspıralı‟nın Külliyatını NeĢre Hazırlamada KarĢılaĢılan Zorluklar”, Türk Edebiyatı, Eylül 2001. Sayı 335. 9 Aksan, Doğan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, 3. Basım, DTCF Yay. Ankara, 1987, 10

Akyol, Taha, “Cedidcilik” TDV Ġ. A. Cilt 7, Ġstanbul, 1993.

11

Aliyeva, A. Hatıra, “Birinci Türkoloji Kurultayı ve Ortak Türk Yazı Dili Üzerine”, TDK 3.

Uluslararası Türk Dil Kurultayı, Ankara, 1996. 12

Atalay, Besim, Divanü Lûgat-it Türk Tercümesi I-II, Ankara 1940, III, Ankara 1941.

13

Atsız Gökdağ, Bilgehan, “Türk Dünyasında ĠletiĢim Dili”, Yeni Türkiye Dergisi, sayı 15,

Mayıs-Haziran 1997. 14

Barutçu, Sema, “Türk Lehçeleri Arasında MüĢterek Bir Yazı Dili TeĢekkülü Ġçin Neler

Yapılabilir?”, VI. Millî Eğitim Sempozyumu, Türk Yurdu NeĢ. Ankara, 1993. 15

Muhakemetü‟l-Lugateyn, TDK Yay. Ankara, 1996.

16

Battal-Taymas, A. “Ben onu gördüm; Ġsmail Gaspıralı hakkinda notlar,” Türk Yurdu 6

(69): 648-52, 1968. 17

Buran, Ahmet, “Türk Asrı Ġçin Önce Türkçe Asrı Gerekir”, Yeni Türkiye Dergisi, sayı

15, Mayıs-Haziran 1997. 18

Caferoğlu, Ahmet, Türk Dili Tarihi I-II, 3. Baskı, Ġstanbul, 1984.

19

Canpolat, Mustafa, “Yeni Türk Devletlerinde Dil Sorunları”, Dil Dergisi Orta Asya‟da

Türkçe Özel Sayısı, sayı 5, Mayıs 1992. 20

Devlet, Nadir, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi, 1905-1917. Ankara: Türk

Kültürünü Arastirma Enstitüsü, 1985.

89

21

Ġsmail Bey Gaspıralı (1851-1914). Ankara: BaĢbakanlik Basimevi, 1988.

22

Ekinci, Yusuf. Gaspıralı Ġsmail. Ankara: Ocak Yayınları, 1997.

23

Ercilasun, A. Bican, “Tarihten Geleceğe Türk Dili”, Yeni Türkiye Dergisi, sayı 15,

Mayıs-Haziran 1997. 24

Fıtrat, Abdurauf, Buharada Cedidcilik ve Eğitim Reformu-Münazara ve Hind

Seyyahı Kıssası, (Haz. Seyfeddin ErĢahin) Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000., 25

Gökalp, Ziya, Türkçülüğün Esasları, Kadro Yay. Ġstanbul, 1977.

26

Hablemitoğlu, Sengül ve Necip Hablemitoğlu. ġefika Gaspıralı ve Rusya‟da Türk

Kadın Hareketi (1893-1920). Ankara: Ajans-Türk Matbaacılık, 1998. 27

Hacıyev, Tofik, “Ortak Türkçe Deyilen Edebiy Dil Mövzusunda” TDK 3.

Uluslararası Türk Dil Kurultayı, Ankara, 1996. 28

Kabaklı, Ahmet, “Gaspıralı Ġsmail Bey”, Türk Edebiyatı, Eylül 2001. Sayı 335.

29

Kerim, Ġsmail Asanoglu. Gasprinskiynin „Canlı‟ Tarihi, 1883-1914, Akmescit: Tarpan,

30

Kırımer, Cafer Seydahmet. Gaspıralı Ġsmail Bey, Ġstanbul, 1934.

31

Rus Yayılmacılığının Tarihî Kökenleri, TDV Yay. Ankara, 1997. Kırımal, Edige.

1999.

“Ġsmail Bey Gaspıralı, ” Dergi 16 (62): 60-64, 1970. 32

Kırımlı, Hakan. Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli Hareketler (1905-1916).

Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1996. 33

“Gaspıralı Ġsmail Bey”, TDV Ġ. A. 13. Cilt, Ġstanbul, 1996.

34

“Türk Dünyasını Silkeleyen Adam Gaspıralı”, Türk Edebiyatı, Eylül 2001. Sayı 335.

35

Kazımoğlu, Samir, “Mirza Feteli Ahundzadenin Alfabe Reforması ve Alfabe Projeleri”

TDK 3. Uluslararası Türk Dil Kurultayı, Ankara, 1996. 36

Kerimov, Bahtiyar; Mutalov, ġaahmet, “Ortak Türkçe”, (Aktaran: Ertuğrul Yaman), Bilig

dergisi, sayı 3, Güz l996. 37

Koçar, ağatay, “Türkistan‟da Ana Dili Hususunda Son GeliĢmeler”. Uluslararası Türk

Dili Kongresi, 1988, Ankara, 1996, s. 333. 38

Korkmaz, Zeynep, “Türk Dünyası ve Ortak Yazı Dili”, TDK Uluslar Arası Türk Dili

Kongresi Bildirileri, Ankara, 1992. 39

Korkmaz, Zeynep, “Türk Dünyası ve Ortak Yazı Dili”, TDK Uluslar Arası Türk Dili

Kongresi Bildirileri, Ankara, 1992.

90

40

“Orta Asya‟daki Yeni GeliĢmeler ve Dilcilerimize DüĢen Görevler” Dil Dergisi, sayı 5,

Mayıs 1992. 41

Kuçkartayev, Irıstay, “Türk Dillerinin Ortak Söz Varlığı Hakkında”, TDK 3. Uluslararası

Türk Dil Kurultayı, Ankara, 1996. 42

Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990.

43

Mahmudov, Nizamiddin, “Milliy Elifba Ehtiyacı”, Dil Dergisi Türkoloji Özel Sayısı, sayı

15, Ocak 1994. 44

Naskali Gürsoy, Emine, “Türk Dünyası ve Ortak Dil”, Yeni Türkiye Dergisi, sayı 15,

Mayıs-Haziran 1997. 45

Öksüz, Yusuf Ziya, Türkçenin SadeleĢme Tarihi Genç Kalemler ve Yeni Lisan

Hareketi, TDK Yay. Ankara, 1995. 46

Önder,

Mehmet,

“Karamanoğulları‟nın

Türk

Diline

Fermanındaki

Gerçekler”,

Uluslararası Türk Dili Kongresi 1988, Ankara, 1996, 47

Öner, Mustafa, “Ortak Türk Alfabesi” Yeni Türkiye Dergisi, sayı 15, Mayıs-Haziran

48

Özçelik, Ġsmail, “Doğumunun 150. Yılında Gaspıralı Ġsmail”, Yüce Erek dergisi, sayı

1997.

26, Aralık 2001. 49

Özkan, Fatma, “Bugünkü Türk Lehçelerinde ĠletiĢimi ZorlaĢtıran Kelimeler” TDK 3.

Uluslararası Türk Dil Kurultayı, Ankara, 1996. 50

ReĢetov V. V., ġääbdurrähmanov ġ., Özbek Diyalektologiyası, Oqıtuvçi NäĢriyatı,

TaĢkent, 1978. 51

Saray, Mehmet. Türk Dünyasında Egitim Reformu ve Gaspıralı Ismail Bey, 1851-

1914. Ankara: Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü, 1987. 52

Gaspıralı Ismail Bey‟den Atatürk‟e: Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği. Ġstanbul:

Nesil Matbbacılık, 1993. 53

Türk Kültürü 29 (337-338), 1991. (Özel Gaspıralı sayısı).

54

Saydilkanov, Razak, “Ortok Til Maselesinen ulam tuulgan oylor”, Dil Dergisi Türkoloji

Özel Sayısı, sayı 15, Ocak 1994. 55

Sinanoğlu, Oktay, “Türkiyeden Türk Dünyasına Türkçenin Geleceği” Yeni Türkiye

Dergisi, sayı 15, Mayıs-Haziran 1997. 56

Sultanov, Vügar, “Ortak Türk Alfabesi Hakkında” TDK 3. Uluslar Arası Türk Dil

Kurultayı, Ankara, 1996.

91

57

Tekin, Talat, “Orta Asya Türk Dilleri”, Dil Dergisi Orta Asya‟da Türkçe Özel Sayısı,

sayı 5, Mayıs 1992. 58

Temizyürek, Fahri, “Usûl-i Cedid Hareketi ve Gaspıralı Ġsmail Bey, Yeni Türkiye

dergisi, Türk Dünyası Özel Sayısı, Mayıs-Haziran 1997. Türk Kültürü Dergisi, Gaspıralı Ġsmail Bey Özel Sayısı, Yıl XXI, sayı 337-338, Mayıs 1991. 59

Türkmen, Fikret, “Türk Ortak Yazı Dili Problemi”, Avrasya Etüdleri, Ġlkbahar 1,

60

Ülger, Ufuk Baykal, “Yenilikçi Ġsmail Gaspıralı Bey ve Hedefi”, Diyanet Avrasya

1994.

Ocak-ġubat-Mart 2001, sayı 2. 61

Ülküsal, Müstecip. “Gaspıralı Ġsmail Bey,” Emel, No. 24: 2-7, 1964.

62

ÜlkütaĢır, M. ġakir, Büyük Türk Dilcisi KâĢgarlı Mahmut, TDK Yay. 2. Baskı, Ankara,

63

Vandewalle, Johan, “Orta Asya Türkçesiyle Türkiye Türkçesi ArasındakiFarklar

1972.

Üzerine” Dil Dergisi Orta Asya‟da Türkçe Özel Sayısı, sayı 5, Mayıs 1992. 64

Yaman, Ertuğrul, “Ortak Türkçenin OluĢturulması”, Türk Yurdu dergisi, sayı 72,

Ağustos l993. 65

“Bir Ulu ınarın Dalları: Türk Dili ve Lehçeleri”,Türkiye‟deki Türk Dünyası, TDV Yay.

Ankara, 1998. 66

“Osmanlıdan Günümüze Türkistan-Türkiye Kültürel ĠliĢkilerine Genel Bir BakıĢ”, Ġ.

AraĢtırmalar, cilt 12, sayı 2, 1999. 67

“Türk Dünyasında Dil Birliği”, Yeni Türkiye Dergisi, sayı 15, Mayıs-Haziran 1997.

68

“Tarihî Seyirden Hareketle Türk Dünyasında Ortak ĠletiĢim Dili”, Türk Dünyası Dil ve

Edebiyat Dergisi, Sayı: 12, Güz 2002. 69

Yüksel, Zuhal, “Gaspıralı ve Dil Birliği” Türk Edebiyatı, Eylül 2001. Sayı 335.

92

Dil Planlaması Bağlamında Türk Yazı Dillerinin Görünümü / Yrd. Doç. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ [s.69-87] Kırıkkale Üniversitesi Fen-EdebiyatFakültesi / Türkiye Dil planlaması toplum dilbilim konuları içinde çok boyutlu olan ve o ölçüde de çok sorun ve terim içeren bir alandır. Dilin planlama konusu olup olmayacağı tartıĢılmıĢ, konuyla ilgili geniĢ hacimli çalıĢmalar yapılmıĢ ve dilin planlama konusu olduğuna yer verilmiĢtir. Aynı tür etkinliği anlatmak üzere “dil planlaması” teriminden baĢka, “dil mühendisliği”, “dil politikası”, “dil geliĢmesi”, “dil düzenlemesi”, “dil siyasası” gibi terimler kullanılmıĢtır. “Dil mühendisliği” terimini Springer (1951), Eski Sovyetler Birliği‟nde yarı ölçünlenmiĢ dillerin yazılması ve ölçünleĢtirilmesi çabalarını karĢılamak üzere kullanmıĢtır. Özellikle bağımsızlığını kazanan ulus devletler ve geliĢmekte olan ülkelerde dil/değiĢke seçimi, seçilen dilin/değiĢkenin kodlanması, sözlük, dil bilgisi ve yazımın belirlenerek ölçünleĢtirilmesi ve kurumlarda yaygınlaĢtırılması ve günün gereksinimlerini karĢılayacak biçimde iĢleminin geniĢletilme çabaları bu kuram ve modeller kapsamında yaygın olarak 70‟li yıllardan bu yana betimlenmeye baĢlanmıĢtır. Dil planlaması olarak görülebilecek etkinlikler çok çeĢitlidir. Bir toplumda dil planlamasını yönlendiren dört ilke vardır. Bunlar, “dilsel benzeĢ (tir) me”, “dilsel çoğunluk”, “yerlileĢtirme” ve “uluslararasılaĢtırma”. Bunlardan “dilsel benzeĢ (tir) me” (linguistic assimilation) kökeni ne olursa olsun herkesin toplumdaki baskın dili öğrenmesidir. Dilsel benzeĢtirme ilkesi dünyanın pek çok ülkesinde uygulanmaktadır. Dil planlamasında dilsel amaçlar yanında “yarı dilsel” ve “dil dıĢı amaçlar” da bulunmaktadır.1 DıĢtan gelen bir zorlama ile ya da ülkedeki siyasal iktidarın belli bir amaçla ve devlet gücünü kullanarak yaptıkları kültür değiĢiklikleri “zorunlu kültür değiĢiklikleri” adını almaktadır. DıĢtan gelebilecek zorlamaların baĢında ülkenin dolayısıyla toplumun yabancıların boyunduruğu altına düĢmesi gelmektedir. Siyasal iktidarın zorlamasıyla gerçekleĢtirilen kültür değiĢikliklerine gelince, hemen her ulusun geçmiĢinde bunun örnekleri bulunabilir.2 Türk yazı dillerinin 1920‟li yıllardan sonra sayılarının hızlı bir Ģekilde artması zorunlu kültür değiĢmelerinin kapsamı içinde ele alınması gereken dil planlamasıdır. Türk yazı dillerinin kuruluĢu genel Sovyet kültür politikalarından direkt etkilenmiĢtir. Kültür politikalarının temelinde 1924‟ten beri benzersiz bir geniĢlik kazanmıĢ olan dilsel eylem yer alıyor. Ulusal bütünlüklerin kimliğini yükseltme gerekçesiyle dilsel eylem, önceleri alt azınlıklar yaratarak azınlıkların azami bölünmesi sonucunu doğurdu. Nitekim Sovyetler Birliği‟nin ele alınan kesiminde 4 dil alt grubunun her birinde bir lingua franca (geçer dil) oluĢturmak daha rasyonel olacakken yürütülen eylem tam tersine, azami dil (40‟dan fazla) repertuarını çıkarma ve çoğu kez ex nihilo bir alfabenin, bir gramerin, sözlüklerin ve hatta bir edebiyatın yaratılmasıyla bu dillerin kullanımını teĢvik etmek yönündeydi.3 Yeni yazı dilleri tabii olarak değil, birtakım kararlarla meydana getiriliyordu. Özbek yazı dili için Özbekistan‟da hangi ağzın esas alınması gerektiği hususunda birkaç defa karar değiĢtirilmiĢtir.

93

1923‟te, 1929‟da ve 1934‟te karar alınmıĢtır.4 Bu kararlarla Özbek yazı dilinin önce 6, sonra 9, daha sonra 5 ünlüye sahip olduğu kabul edilmiĢtir.5 Türkmenistan‟da ise yaklaĢma hali (dative) ekinin -ga/ge mi, -aa/-ee mi, yoksa -a/-e mi olacağı ve Türkmen yazı dilinin hangi ağza dayanacağı çeĢitli kararlarla belirlenmiĢtir.6 Sovyetler Birliği‟nde uygulanan kültür ve dil planlamasının mimarlarından olan F. M. Yakovlev‟in ideolojiyi dil gibi tabii bir vasıta olan dile nasıl soktuğunu Ģu sözlerinden anlıyoruz. “Sosyalist münderecatlı millî edebî dillerin çıkarları ve inkiĢafları emekçilerin canlı dillerinin özelliklerini, diğer beynelminel morfemlerle, fonemlerle zenginleĢtirilmelerini zorunlu kılmaktadır.7 milliyetlerin

dil

özelliklerine

yaklaĢtırmalarını,

onların

katkılarıyla:

leksemlerle,

Görüldüğü gibi Sovyet devrinde yazı dilinin hangi ağza dayanacağı, gramer katagorileri için hangi Ģekillerin ve eklerin tercih edileceği, hatta yazı dilinin kaç ünlüsü olacağı, alfabesi, imlâsı birtakım kararlarla tespit edilmiĢtir. Dil planlamasının dil dıĢı amaçlarla uygulanması neticesinde Türkistan ve Ġdil-Ural‟daki tek yazı dilinin hem zorla, hem de sunî olarak nasıl parçalandığı açıkça görülmektedir. Bu açıdan saf dilsel eylem bir bütün olarak Sovyet kültür politikasıyla örtüĢmektedir. Dil kültürel kimliğin en önemli temelidir. Hegemonya arayıĢındaki bir güç tarafından yerel ve millî direniĢin kırılması için öncelikli hedefleri oluĢtururlar. Böylelikle hedef kitlenin ikame edilmek istenen düĢünceye karĢı savunma araçları yok edilmektedir. Bunun bilincindeki Rus dil politikasının iki önemli amacı vardır. 1- Türkçenin Orta Asya‟da tek dil olmasını engellemek, 2- Rusçanın yaygınlaĢmasını sağlamak. Bunun için üç temel politika izlenmiĢtir. a) Yerel lehçeleri vurgulayarak farklılıkları körüklemek. b) Alfabelerin değiĢtirilmesi. c) Rusça öğrenmeyi önemli önemli statülere ve iĢ edinmeye Ģart koĢarak zorlamak.8 Türk kimliğinin yok edilmek istenmesi çarlık döneminde ortaya çıkmıĢtır. Ġlminski tarafından geliĢtirilen eğitim reformu doğrultusunda açılan yeni Rus-Tatar okullarının özel müfredat ve metodları gereği alfabe, dil ve kültür alanında kapsamlı bir RuslaĢtırma hareketi baĢlamıĢ oldu.9 Ġlminski, bir taraftan yerel dilleri derleyip eğitim dili olarak yasallaĢtırıyor, bu dillerin kullanıma sunulması için çaba gösteriyor, diğer taraftan o dönemde kullanılan aracı dilleri kırmak istiyor. Bozkırlar Genel Valiliği idarecilerini Tatarcayı terk edip Kazakçayı kullanmaya ikna etmek için çalıĢıyordu. Bu durumda Ģöyle bir çeliĢki ortaya çıktı. Tatarca ulusal dil olarak desteklenip aracı dil olarak kösteklendi. Tataristan‟da kurumsallaĢtırılırken, Kazakistan‟da yasaklandı. Stalin döneminde de Azeri Türkçesi Kafkasya‟da aracı dil olmaktan çıkarılarak onun yerine eğitimde Kafkas dilleri ve iletiĢimde Rusça geçirildi. Kökeni arlık Rusyası‟na dayanan Stalinist milliyetler politikasının temel ilkesi ilerici çok kültürlülük (ana dilinde konuĢma, yazma ve öğrenme hakkı) siyaseti olup, bunun altında emperyalist, bütünleĢtirici ve ideolojik bir proje vardır. Ġlk amaç dinsel ve kültürel dayanıĢmaları kırmaktır. Alfabe ve siyaset adlı bir çalıĢmamızda HıristiyanlaĢtırma ve RuslaĢtırmada Türkoloji ilminin Rusların elinde Türklere karĢı bir silah olarak kullanıldığını ayrıntılı olarak ortaya koymuĢtuk. 10

94

Etno-Linguistik temelde federal birimlere ayrılan çok uluslu Sovyetler Birliği‟nde Lenin ile baĢlayan “uluslar politikası” genelde self-determinasyon ilkesinden hareketle 1924 Anayasası‟nda ayrılık hakkına yer verse de aslında cumhuriyetlere telkin edilen ve denetlenen politika, birliğe sadakat oldu. Buna karĢı “birlik” içinde ulusların eĢitliği ve geliĢmesi önem kazandı. Ulusal kültürün geliĢmesi için öncelikle standart yazı dilleri oluĢturularak ulusal dilde eğitime ağırlık verildi. Pantürkizm korkusu nedeniyle Rusların Sovyetler Birliği sınırları içinde yaĢayan etnik grupları milletleĢtirme (köklere inme, milletlere bölme) çalıĢmaları en ileri derecede Türk boyları arasında olmuĢtur. Bu bölgelerde yerli dillerde okulların açılması için sistemli politikalar takip edilmiĢtir. 1915‟te Kazakistan‟da 89.000 öğrencisi bulunan 1825 okul mevcut iken, bu öğrencilerin sadece 13.000‟i Kazak Türkü idi. 1930‟a gelindiğinde ise okulların sayısı 8834‟e yükselmiĢ olup bunların 3454‟ü Kazak okulu olarak açılmıĢtır. Toplam 334.500 öğrencinin 130.000‟i Kazaktı. 1915‟te %15 olan Kazak öğrenci oranı 1930‟da %33.8 olmuĢtur. 1927-1928 yıllarında Kazakların %78.4‟ü, Kırgızların %82‟si kendi ana dilleri ile eğitim yapıyorlardı. 1929 yılında Özbekistan‟da Özbekçe eğitim ve okul açılması için hazırlanan plan uygulanmaya baĢlandı. 1931‟de Merkez Yürütme Kurulu‟nun resmi ve genel yazıĢmalarının tamamı Özbekçedir. Eğitimde Arapça ve kültürde Farsçaya karĢı Özbekçenin belli bir oranda

öne

çıkması

Özbek

kimliğinin

oluĢmasının

baĢlangıcı

olmuĢtur.

MilletleĢtirmenin ÖzbekleĢtirme kısmı etno-linguistik çalıĢmalarla bir dereceye kadar gerçekleĢmiĢ oldu.11 MilletleĢtirme veya Oliver Roy‟un tabiriyle ulus imal etme iĢinin sınırlamaları ve eksikliğine rağmen ciddi baĢarıları söz konusudur. Bu baĢarılar daha çok dil ve eğitim konularıyla sınırlıdır. Aynı zamanda sosyalist ve yeni bir sanat, kültür formasyonuyla SovyetleĢmeyi teĢvik etme maksadını gütmektedir. Devrinin ilk 10-15 yılında milletleĢtirme politikası uygulanmıĢ, 1930‟lu yıllardan itibaren ise RuslaĢtırma planı uygulamaya konmuĢtur. 1933‟te 92 olan Özbekçe eğitim veren okulların sayısı 1934‟te 34‟e düĢmüĢtür. Türkmenistan‟da bu rakamlar 1933‟te 9, 1934‟te 6‟dır.12 20. asrın baĢları ulus devletlerin kurulduğu yıllardır. Bu yapıda ulusal bütünlük bir dil ve etnik kabulle tanımlanır. Sovyetler Birliği Stalin döneminde imparatorluk meĢruiyetinden ulus devlet meĢruiyetine geçmiĢtir. Sovyetlerin özelliği, merkezi devlet söz konusu olduğunda beliren bir imparatorluk mantığı ile, her biri bir etnik veya bir toprakla tanımlanın on dört “Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti”nin etnik devlet mantığını birleĢtirmesidir. Sürekli olarak ideolojik meĢruiyetle “milliyetler” arasındaki gidip gelmelerin arasında sıkıĢmıĢ olan SSCB, sosyalizm adına ve RuslaĢtırma aracılığı ile, Rus olmayan on dört cumhuriyeti ideolojik bir uluslar üstü bütünde eritmeye çalıĢtı. Bu alanda uğradığı baĢarısızlık ise geriye çeĢitli parçaları birbirine benzemeyen bir miras bıraktı. Ġdeolojik bir imparatorluk mantığı (Sosyalizme bağlılık, siyasal oyunların sınırları içinde kalmak koĢuluyla “milliyetlere” saygı) peĢindeki Sovyet sistemi, ulus devletlerin oraya çıkma koĢullarını yaratmıĢ oldu (Roy2000: 40-41). Sovyetler Birliği ilk yıllarda yapılandırıp Ģekillendirerek uydurduğu makro etnileri sahneye çıkarmıĢtır. Etnilere bir temel oluĢturmak için Sovyet teorisyenleri iki yol seçmiĢtir: Etnik oluĢum ve dilbilim. Etnik oluĢum yaklaĢımı etninin seceresini çıkarmaya dayanır. Günümüzde mevcut olan etnik bölünmelerden hareket edilir ve bunlar tarihe baĢvurularak açıklanır. Dilbilim ise, bir dilin

95

gerçek kullanımlarını belirlemekten çok dilleri ideolojik, hatta yalnızca idarî kıstaslara göre (konuĢma, yazı ve edebiyat dili) derlemekle, sınıflandırmakta, biçimselleĢtirmekle uğraĢır. Sovyet etnografi teorisine göre etnik gruplar “ulus”, “millet”, “ulus altı statüde olan” Ģeklinde isimlendirilir.13 Teorik olarak, diliyle tanımlanan her halk, geliĢmiĢlik düzeyiyle orantılı bir idari statü kazanan bir “milliyet” oluĢturur. Kapitalist bir üretim biçimi ve piyasaya sahip oldukları için ulus aĢamasına gelmiĢ olan halklar “Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” statüsüne hak kazanırlar. Daha az geliĢmiĢ halklar aĢağıya doğru özerk bölge ve ulusal toprak statüsünü alırlar. Sovyet sisteminde ayrıca dilleri tanındığı için tanınan ama toprakları ve kendi idari makamları olmayan milletler de vardır. Bu gruplar arasındaki ayırım dillerin sınıflandırılıĢ Ģekline göre belirir. Buna göre diller; yazılı diller, edebî diller ve yazılı olmayan diller Ģeklinde isimlendirilir. Yazılı dili olmayan milletin toprağı da olamaz. Dili yazıya geçirme kararı yönetime bağlı olduğu için dilin statüsü siyasidir. Yazı dili olmayan bir etniye toprak bütünlüğü sağlanmak istendiğinden bir yazılı dil icat edilmekte, Ģair ve yazarlara eserler sipariĢ edilerek hatta bu dile edebî dil konumu dahi verilmekteydi.14 1919 yılında Tatarların Müslüman kimliğini öne çıkardıkları düĢünülerek bunun kırılması amacıyla dil bakımından Tatarlara çok yakın olan ve yazı dili olarak Tatarcayı kullanan BaĢkurt Özerk Cumhuriyeti kurulmuĢtur. BaĢkurtları tam bir milliyet yapmak için onlara bir edebî dil uyduruldu. Moskova‟nın Orta Asya‟da Türkistan fikrinin yok edilmesine yönelik planı çerçevesinde Türk lehçeleri arasındaki dil farklılıkları öne çıkartılarak belirli milliyetler geliĢtirildi. Sovyetlerin uyguladığı dil politikasının temelleri aslında çarlık dönemine dayanmaktadır. arlık yönetimi etnik milliyetçiliği yer yer körükleyerek pantürkizm ve panislamizm sentezinin oluĢmasını engellemek istemiĢtir. Bu sentezin Osmanlı Ġmparatorluğu‟na bağlanacağını düĢünmekteydi. Halbuki etnik bir kimliğin geliĢmesi imparatorluk çerçevesinde olabilirdi. Bu tavır Stalin‟in analizine de aynen uymaktaydı. Bu politikalar Tatar ve Kazak Türkleri arasında baĢarılı neticeler vermiĢtir. Etnik özgürlük umum Türklük fikrinin tabiatı icabı karĢısında yer alacaktı. Diğer Türk dilleriyle yakınlaĢma kaygısı olmadan halkın diline dayalı modern bir yazılı dil geliĢtirilmeye çalıĢılır. Tatar Kayyum Nasıri, Kazak Ġbray Altınsari Rusların bu politikalarına farkında olmadan hizmet etmiĢlerdir. Rusya Türkleri arasından panislamizm ve pantürkizm düĢüncesi tam olarak ayrıĢmamıĢtı. 1905-1917 yılları arasında yapılan kongrelerin genel ismi Rusya Müslümanları Kongresi idi. Panislamizmin dinsel açıdan ortaya çıkan bir pantürkizm tarafı bulunmaktadır. Bu kongrelere baktığımızda pantürkizm düĢüncesinin olmazsa olmazı olan umum Türk dilinin kullanımını her zaman en ön sırada düĢünülmüĢtür. Ceditçi aydınlar Gaspıralı baĢta olmak üzere Rus Ġmparatorluğu‟nda ağataycanın gerilemesi, Tatarcanın ortak dil olarak kabullenilmesinden çekinge yüzünden ortak Türkçenin

tesiri

için savunmaktaydılar.15

de

fonetik

farklılıkları

aksettirmeyen

Arap

alfabesinin

kullanılmasını

Ġnsan bilimleri sadece politikaları meĢrulaĢtırmak için kullanılmaz veya bilim insanlarının kiĢisel ideolojik seçimlerinden etkilenmez; bu bilimde vardır.16 arlık Rusyası ve Sovyetler Birliği‟nde insan bilimlerinin bu yönlendirici fonksiyonu dilbilimi tamamen siyasallaĢtırmıĢtır. Dilbilimciler siyasi emirlere

96

göre dil imal etmekte, bir dizi lehçe ortaya çıkarmaktadır. Türk lehçeleri arasında yazı dilinde açık bir farklılık olmadığı için yeni etniler ve bunlara kullanabilecekleri yazı dillerinin oluĢturulması dil politikasının resmi amacıdır. Sovyetlerin yaptığı lehçeleĢtirme her zaman yerel bir kullanıma (Kazan Tatarcası), ya da büyük kültür diline (Farsça, ağatayca) karĢılık gelen özel bir aracı dilin seçilmesini gerektirir. Herhangi bir etni dil ile tanımlandığı için ona seçilecek dilde bir takım normların olması hesap edilir. Bu aynı dil alanındaki lehçe farklarını artırmak Ģeklinde tezahür eder. Ulus farklılık üzerine inĢa edilmektedir. Bu politika en çarpıcı olarak Özbekçe üzerinde uygulanmıĢtır. Etnik özgürlük adına önceleri Fergana yöresi ağızlarına dayanan ve daha çok Kazak ve Tatar Türkçesine yakın bir Özbek dilinin imaline çalıĢılmıĢ, daha sonra ise 1928‟de alfabe değiĢikliği sırasında dilbilimciler aslında ağataycadan gelen daha Ġranlı bir modelin -TaĢkent ağızlarının- esas alındığı Özbekçeyi ortaya koydular. Bu yeni Özbekçenin seçiliĢi Kıpçak grubu Türk lehçelerine olduğu kadar Oğuz grubuna da uzak bulunma nedenine dayanıyordu. Bu Türk lehçelerinin temel belirleyici özelliği olan ünlü uyumunu kaybetmiĢ olan tek lehçesiydi. Kiril alfabesi Türk lehçelerine uygulanırken ortak bir alfabe tespitinden ziyade en küçük farklılığı aksettiren bir yapıda ortaya konmuĢtur. Aslında bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetlerinde kabul edilen alfabelerdeki farklılıkların nedeni de bu anlayıĢtan kaynaklanmaktadır. Lenin ve Stalin‟in ilk dönemlerinde uygulanan milletleĢtirme politikasının bir unsuru olarak yeni uluslar ve diller imal edilmiĢ, bu diller cumhuriyetlerde Rusçanın yanında eğitim dili olmuĢtur. Her cumhuriyetin dili belirli bir program dahilinde geliĢtirilirken sürekli olarak diğer lehçelerden uzaklaĢtırılmıĢtır. Bu ayrım politikası alfabe değiĢtirme iĢiyle desteklenmiĢtir. uvaĢ, Yakut, Altay gibi küçük Türk grupları dıĢında bütün Türk dünyası 1920‟lere kadar Arap alfabesini kullanmaktaydı. 1920‟li yılların sonu ile 1930‟lu yılların sonu arasındaki dönemde Kiril alfabesine geçme de kolaylık olsun diye Türk yazı dilleri için Latin alfabesi kabul edildi. 1928 yılında Türkiye Cumhuriyeti‟nin Latin alfabesini kabulü Sovyetler Birliği sınırları içinde yaĢayan Türklerin alfabesinin Kirile geçirilmesine neden oldu. Sovyetler Latin alfabesinin pantürkizmi canlandıracağını düĢünüyorlardı. Bu alfabede lehçeler arasındaki küçük farklılıklar gösterilmektedir. Dilbilimciler yapay alfabe ve yazım kurallarını yaratarak lehçeler arasında farklılıkların büyümesini sağlamıĢlardır. Türk diline özgü sesler için bir kaç yeni simge icat edilse bile, Rus alfabesinin sadece Rusçada görülen sesler (ts, Ģç) de içinde olmak üzere bütünüyle kabulü istenmekte, hatta Rusçadan yapılan alıntılar yerel telaffuza göre çevrilmeyip Rusçadaki yazımla kullanılmaktaydı. Türk lehçelerinin söz dağarcığı da Rusçadan geçen birçok kelime ile dolmaktaydı. Bir müddet sonra bu duruma karĢı Türk cumhuriyetlerinde milliyetçi tepkiler oluĢmaya baĢlamıĢ; bu tepkiler gerici, pantürkist, panturanist damgalarıyla tasfiye edilmiĢtir. Özbekistan‟da Rusça yerine yerel kelimelerin kullanılması 1960‟larda görülmeye baĢlanmıĢtır. Rus dil politikasının en önemli amaçlarından biri de Rusçanın yaygınlaĢmasını sağlamaktır. KruĢçev‟in “Herkesin Rusça konuĢmaya baĢladığı anda, Komünizm kurulmuĢ olacaktır” formülü konuya ıĢık tutmaktadır. Sovyetlerin bu politikası içten içe büyük gerilim ve çatıĢma doğurmuĢtur.

97

20. yüzyılda Sovyetler Birliği kadar sınırları içinde yaĢayan farklı etnik gruplara mensup insanların dilleri üzerine eğilen ve bu faaliyetinde baĢarılı olan bir baĢka ülke yoktur. Sovyetler Birliği döneminde diller meselesine aĢırı derecede ilgi duyulmasının tarihi nedenleri vardır. arlık Rusyası‟nda iĢgal edilen yerlerdeki Müslüman Türk nüfusunun HıristiyanlaĢtırılmasında dil ve alfabe önemli bir araç rolü oynamaktaydı. BolĢevikler daha 1917‟de çok etnikli bir toplumda siyasal dil seçimi ile bir eğitim dili seçiminin çok zor olduğunu anlamıĢlardı. EĢitlik ilkesi adına iktidar, ulusları kendi özellikleri içinde, bir baĢka ifade ile kendi dilleri etrafında bir araya getirmiĢtir. 1917-1918 döneminde her Ģey ulusal diller konusuna bağlıdır. SSCB‟nin 1950‟li yılların sonlarına doğru, toplumu sıkı bir eğitim örgüsü içine alındığı sırada ulaĢtığı nokta, pek çok dilin bir araya gelerek kaynaĢtığı bir dönem olmuĢtu. Bunların çoğu konuĢanları tarafından geniĢ çapta okullarla donatılmıĢ eğitim dilleri idi. Sovyet Anayasası tüm Sovyet vatandaĢlarının kendi ana dillerini kullanmaya tam hak sahibi olduklarını açıkladıktan baĢka birliğin içinde bulunan herhangi bir diğer ulusun dilini de kullanabileceklerini belirtiyordu. KonuĢulan 130 dilin içinde fazla değer taĢımayan küçük diller kendiliğinden yok olmuĢtur. Geçerli bir dil kullanmak ve sosyal hayatta yer almayı uygun bulmuĢlardı. Dil eĢitliği Sovyet yöneticilerinin gözünde ulaĢılacak son nokta değildir. Bu zorunlu iki dilliliğe giden yolun ilk basamağıdır. Ulusal diller baĢlangıçta Rus dili ile ortaklık kuracaklar daha sonra gittikçe artan bir Ģekilde gönüllü olarak tek bir ortak dil konuĢulacaktır. Ulusal diller yavaĢ yavaĢ değiĢime uğrayan ve geliĢen “Sovyet adamı”nın bir aksesuarı olacak özellikler kaybolarak, herkes için tek tip ortaya çıkacaktır. Ulusal dillerin değiĢimi aynı zamanda iki dil konuĢmayı da körüklemektedir. Ġlk bakıĢta 30‟lu yılların sonunda alfabelerin KirilleĢtirilmesi ve tüm dillere giren ve Rusçadan aktarılan teknik terimlerdir. 1940‟lardan itibaren Rusçadan geçen çok sayıda terim niteliğinde kelime, Rusçaya en uzak dilleri dahi kolaylıkla değiĢtirecek gibi görünüyordu. 1959‟da millî dillerini kaybetmiĢ olanlar arasında bulunan 10.183.000 kiĢi Rusça konuĢmaya baĢlamıĢtı. 1970‟te Rus dilini kabul edenlerin sayısı 13.019.200‟e ulaĢmıĢ bulunuyordu. Eğitim sırasında öğrenilen Rusça sonucu Tatarlar çok ileri bir “iki dil” örneği vermektedir. Zira %62.5 oranında Tatar çok iyi Rusça konuĢmaktadır. Kazak topluluğu ileri denecek ölçüde iki dil konuĢan gruplara dahil olmuĢ tek Orta Asya halkıdır. Sovyetler Birliği‟nde 1920‟li yılların baĢında ulusal eğitim zorunlu idi, zira ilan edilmiĢ olan eĢitliğin önemli bir elemanı sayılıyordu. 30‟lu yılların ortalarında ise bunun tam tersi oldu. Özellikle II. Dünya SavaĢı‟ndan sonra Rusçanın kazanılması sosyal ilerlemenin önemli bir koĢulu sayılmaya baĢlanmıĢtı. Ulusların geliĢmeleri konusunda özgürlükçü eğilimler taĢıyan KruĢçef, geliĢmenin önemli bir kriteri olarak gördüğü Rusçaya geçiĢ olayını hızlandırmaya çalıĢıyordu. Bu yüzden 1958‟de ilan ettiği eğitim reformuna ailelerin çocuklarını istedikleri dilde eğitebilme olanaklarını ima eden bir madde

98

eklemiĢti. Oldukça masum bir görünüĢ taĢıyan bu önlem aslında çok önemli bir noktayı içeriyordu. Öncelikle çocukların geleceğini iyi düĢünen aileleri çok zor bir durumla karĢı karĢıya bırakıyordu. Ġktidar 1958‟den beri durmaksızın ulusların yaklaĢmalarında Rusçanın rolünü ortaya koymaya çalıĢmıĢ ve onları umumi bir “iki dil” prensibinden uzaklaĢtıracak tek bir seçeneğe doğru itmek, politikasını izliyor. Sovyetler Birliği döneminde Kazak grubu için, Kazak okullarında eğitim gören kırsal yöreler halkı ile Rus okullarına devam eden Ģehir halkları arasında net ayırım vardır. Cumhuriyetin içinde azınlık durumunu sürdüren ve henüz gereksinimlerini karĢılayacak kadar aydın sayısına kavuĢmamıĢ olan Kazaklar, Rus diline kendiliğinden koĢarak ülkelerinde sorumlu mevkilere yükselebilmenin yollarını aramaktadırlar. Orta Asya‟nın ve Azerbaycan‟ın diğer cumhuriyetlerinde ise eğitimde daha dengeli durumlar görülmektedir. Cumhuriyetlerin yerli halkları ister kırda ister Ģehirde olsun kendi okullarını tercih etmektedir. Sovyet iktidarı ulusal eğitime karĢı gösterilen bu eğilimi karĢılamak için birinci sınıftan itibaren Rusça eğitimini zorunlu kılmakta, sekiz yıllık eğitim uygulayan ulusal okulların yanında on yıllık uzun bir Rusça eğitimini ön görmekte, özellikle üniversite tahsiline gençleri sevk etmek için baskı yapmaktadır. Üniversitede Rusça bilmek eğitime devamın baĢlıca koĢuludur. Ancak Rusça öğrenenler devlet kadrolarına talip olabilmekteydi. Bu durum karĢısında yine de Türkler kendi okullarını terk etmemekte direnmektedir. Bununla birlikte aralarında küçük bir aydın azınlığı Rusça eğitimini sürdürmektedir. Kırgızistan‟da Kırgız dilinde yüksek eğitimin hiç bulunmayıĢı Kırgız toplumunu buna zorunlu kılıyor. SSCB politik örgütü içinde özgür olmayan ulusların büyük çoğunluğu Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti‟nin sınırları ile çevrilmiĢtir. Dolayısıyla bu halkların kültürel statüleri hızlı bir Rusça eğitimi ile daha süratli değiĢmektedir. Tüm okullarda Rusça birinci sınıftan itibaren mecburidir. Her durumda Rusça eğitimi okul çağının baĢından sonuna kadar durmaksızın devam eder. Yetersiz ulusal dil eğitimi gençleri bir zaman sonra ve orta eğitimin ileri bir devresinde kendi ulusal dillerinden Rus diline geçmeye zorlamaktadır. RFSSC içinde Rus olmayan halkların dillerini eğitim alanında en alt düzeye indirmeyi amaçlayan geri dönülmez bir hareket vardır. ember içine alınmıĢ halklar için KruĢçef‟in önce bir yakınlaĢma, daha sonra da bir nesil içinde ortak dilde erime düĢündüğünü unutmamak gerekir. SSCB Bilimler Akademisi BaĢkan Yardımcısı P. Fedoseev 1976‟da Talinde yapılan bir konferansta, SSCB‟nin çeĢitli ulusları arasındaki yakınlaĢmanın bir Sovyet kültür birliğine yol açtığını ve Rus dilinin her topluluk için ortak bir dil durumuna girdiğini vurgulamıĢtı.17 Rusça ve yerli dil çifte eğitim sisteminde kendini gösteren Rusçanın üstünlüğünün sapkın etkileri oldu. Rus okullarının dıĢında bırakılanlardan tepkici bir ulusal kimlik geliĢti ve onlar açısından ulusan dilin dayatılması Rusça bilen seçkinlerin yerini almanın bir yolu haline geldi. Bağımsızlıklardan önce kariyer yapabilmek için, kiĢinin etnik grubu ne olursa olsun “Rus” okullarından mezun olması gerekiyordu. Bu okulların düzeyi daha yüksektir. Rusça da prestijliydi ve yönetimin diliydi. Varlıklarını Orta Asya kırsal kesiminin nüfus baskısına borçlu olan bu kiĢiler, dil politikasının katı bir Ģekilde

99

uygulanmasını, yalnızca Rus dillerinin eriĢebildikleri mevkilere açılan bir yol olarak gördüler. Bugün iktidarda olan RuslaĢmıĢ seçkinler, bu harekete karĢı çıkacaklarına, önceden olacakları sezip hareketin önderliğini üstlendiler. Hem Ġslam‟ın da kendine çekebileceği bu gençlerin potansiyel muhalefetini kırmak amacıyla, hem de Sovyet miti yıkıldıktan sonra kalan tek meĢruiyet tabanı ulusal referansları olduğu için, iktidardaki seçkinler ulusal dilin tekelini savunur oldular.18 1980‟li yıllardan itibaren Sovyetler Birliği‟nde milliyetçi akımların güçlendiğini görmekteyiz. Sovyetlerin ekonomisinin çöküĢü, ekonomik ve sosyal statü kazanmada farklı etnik kökene sahip olanlar arasında fırsat eĢitliği bulunmaması, genel anlamda sömürü politikaları, en azından diğer ulusların böyle inanmıĢ olmaları milliyetçilik duygusunu geliĢtiren önemli etkenlerdendir. Rus Ģovenizminin etkinliğini ve gücünü kaybetmesi, bu süreçte diğer ulusal kimliklerin dinamizm ve güç kazanması olarak karĢımıza çıkmaktadır. Sovyetler, Rus olamayan milletlerle Ruslar arasında bir Sovyet kardeĢliği yaratmakta baĢarılı olmadıkları gibi 1990‟lara gelindiğinde aradaki nefret ve düĢmanlık büyük oranda dıĢa vurulmamasına rağmen artmıĢ ve daha bilinçli bir hale gelmiĢtir. Gorbaçov‟un baĢa geçmesinden sonra, 1986‟dan itibaren Sovyetler Birliği‟nde baĢlayan glastnost ve perestroyka uygulamaları ile etnik kıpırdanmalar daha açık bir Ģekilde su yüzüne çıkmıĢtır. Böylece Rus olmayan her millet, milliyetini, kültürünü, dinini ve dilini açıkça savunabilme fırsatı bulmuĢtur. Bu geliĢmeler üzerine Sovyetler Birliği‟nde yaĢayan ve Rus olmayan milletlerin tarihi üzerinde gerçek araĢtırmaların yapılmasına baĢlanmıĢtır. Sovyetler Birliği “Sosyalist” kültür ve “ilerici” linguistik geliĢmeleri sıkı bir Ģekilde kontrol ederek bölgenin ifade ve dillerini RuslaĢtırmanın çarelerine baktı. 1990‟lara gelindiğinde bu yoldaki bütün çabaların oluĢturduğu tepki birikimi, Sovyetler Birliği‟nden kopuĢun yaygın ve meĢru bir nedeni haline geldi.19 Orta Asya cumhuriyetlerinde, her Ģeyden önce siyasal ve sosyolojik nedenlerle sürdürülen bir RuslaĢtırmadan arındırma hareketi görülmektedir. Dil sorunu çok önemlidir. Bağımsızlığın ilanından önce 1989 yılında bütün cumhuriyetler dillerini ulusal dil olarak ilan etmiĢtir. Ekim 1991‟de Rusya Federasyonu içinde yaĢayan Türklerin dillerinin de Rusça yanında devlet dili olarak kullanılabileceğine dair kanun değiĢikliği yapılmıĢtır. 1992 yılında dönemin CumhurbaĢkanı Ebulfez Elçibey Azerbaycan devlet dilinin Türk dili olduğunu ilan etti. Aralık 1991‟de Latin alfabesine geçme kararı alındı. 1993 yılında Türkmenistan, Gagauz Özerk Cumhuriyeti, Kırım ve Özbekistan, 1994‟te ise Özbekistan‟a bağlı Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti‟nde Latin alfabesi resmen kabul edildi. 1992 yılında Kırgızistan‟da, 1994‟te ise Tataristan‟da Latin alfabesine geçilmesi için gerekli çalıĢmaların yapılması kararları alınmıĢtır.20 Ulusal dillerin desteklenmesi ve devlet dili haline getirilmesi yönünde yapılan reformlar Ruslardan arınma ve ulusallaĢtırma yeni Türk yazı dillerini yakınlaĢtırma, hatta homojenleĢtirme yolundaki tüm çabalara sırtını dönme ekseni üzerine bina edilmiĢtir. Genel Türk toplumumun üyeleri son on yıl içinde ana dilleri ve dillerinin hangi alfabe ile yazıya intikali konularında bir araya geldikleri platformlarda aldıkları ortak temenni kararlarına dayanarak veya birbirlerini izleyerek, fakat tamamen bağımsız Ģekilde dilleri için bir dil planlamasını baĢlatmıĢlardır.21

100

Bağımsız Türk cumhuriyetlerindeki dil planlaması ve dil politikaları konusuna geçmeden önce baĢta Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Moldavya Cumhuriyetlerinde yaĢayan Türklerin ana dili kullanımlarını ana hatlarıyla özetleyelim: Tataristan 30 Ağustos 1990 günü Tataristan Yüksek ġurası‟nın egemenlik beyannamesi ile Rusya Federasyonu‟ndan ayrıldığını bildiriyordu. Bildiriye göre, Tataristan‟ın yer altı ve yer üstü zenginlikleri Tataristan‟ın malı olarak tarif ediliyor, Tatar dili resmi dil ilan ediliyordu. Tataristan‟da Ģehirlerde yaĢayan Kazan Türklerinin bir kısmı özellikle gençler kendi ana dilini bilmemektedir. KreĢlerde, anaokulu ve ilkokullarda çocukların eğitim ve öğretim dilinin Rusça olması ve uzun yıllar süren sistemli politikalar, Tatar Türkleri arasında ana dilini bilenlerin sayısını azalmıĢtır. Bugün Kazan Tatarlarının yaklaĢık olarak %30‟u Tatar Türkçesini bilmektedir.22 Tataristan toprakları dıĢında baĢka bölgelerde yaĢayan Tatar boyları (Nogaylar, Astrahan ve Saratav Tatarları, Sibir, Tümen, MiĢer, KreĢin Tatarları) arasındaki önemsiz dil (ağız-Ģive) farklılıklarından yola çıkarak, bu boyların müstakil bir dile sahip, ayrı bir millet olduğu ve Tataristan Tatarlarıyla hiçbir ilgilerinin bulunmadığı fikri vurgulanarak Tataristan Türk bağımsızlık hareketinde olabilecek muhtemel bir güç birliği zayıflatılmakta ve parçalanmaktadır. Hatta bu kabile anlayıĢı 1992 baĢlarında sadece Tataristan‟ın bağımsızlığını desteksiz bırakmakla kalmamıĢ, 21 Mart egemenlik referandumu arifesinde “Kazan Tatarları bizi asimile ediyor” Ģeklinde beyanlarla kültürel ve siyasi isteklerine kadar gelmiĢtir.23 Günümüzde yaĢayan meĢhur Tatar Türkoloğu Mirfatih Zakiyev 24-26 Mart 2000 tarihleri arasında Samsun‟da gerçekleĢtirilen 8. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, KardeĢlik ve ĠĢbirliği Kurultayı‟nda yaptığı konuĢmada 1990 yılında Tataristan Meclisi‟nde çıkarılan bir kanuna göre maddi sıkıntılardan dolayı her sene bir sınıfta ders kitaplarının Latin alfabesiyle hazırlanacağını ve 2010 yılında Latin alfabesine tamamen geçmenin ön görüldüğünü söylemiĢtir. Tataristan‟daki dil ve yazı reformu Azerbaycan‟ı örnek almıĢtır. Ruslar Tatar Türklerine Latin alfabesine geçmemeleri yönünde baskı yapmakta olup, Latin alfabesi kullanımının onları TürkleĢtireceği yönünde fikirler ileri sürmektedirler. Tataristan‟da Ģu anda Rus dili ve Tatar dili devlet dili olarak kullanılmaktadır.24 70 yıl boyunca Kırım Tatar dilinde gerçek manada hiçbir eğitimin olmaması bütün Kırım Tatarlarının Rus dilinde ve yaĢadıkları bölgenin dilinde eğitim görmesi, Kırım Tatar dilini sadece yaĢlıların bilmesi ve evlerde çok zayıf bir Ģekilde günlük konuĢma olarak gençlere öğretmeleri dilin yok olması tehlikesiyle karĢı karĢıya gelinmiĢtir. Sürgünden önce Kırım-Tatar millî okullarının yok edilmeye baĢlanması, kütüphanelerin yıkılması ve mevcut Kırım-Tatar dilinde yazılmıĢ kitapların yakılması ile devam eden dil katliamı, Rus yöneticilerinin Kırım-Tatar diline verdiği telafisi olmayan tahribatlardır. Muhacerette Kırım -Tatar dilinde ilk çıkan “Lenin bayrağı” ismindeki gazete (1957) Kırım-Tatar millî hareketine karĢı bir yayın olmasına rağmen yine de dilin korunması acısından faydalı olmuĢtur. Kırım-Tatar Millî Meclisi Kırım Türkçesine ters gelen Kiril alfabesinden 1991‟de yapılan Millî Kurultay‟la Latin alfabesine geçiĢ

101

yapılmıĢtır. 1997‟nin Mart ayının son haftasında Kırım Yukarı ġurası‟nda Kırım Türkçesinin Latin harflerine geçeceği, 2004 yılında bu geçiĢ sürecinin tamamlanacağı kararı kabul edilmiĢtir.25 Kırım Devlet Üniversitesi‟nde 1991 yılında Kırım-Tatar Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmıĢtır. 1995 yılına kadar her yıl 50 öğrenci kabul eden bölüm, 1996‟da kontenjanını 30‟a düĢürmüĢtür. Kırımda ana dilinde eğitim alabilen Tatar Türkü 1800-2000 civarındadır. Bu öğrencilere 170 civarında öğretmen hizmet vermektedir. Eğitim malzemesi olmadığından öğrenciler sadece Kırım-Tatar dersini Tatarca okuyabilmekte, diğer dersler Rusça görülmektedir. Ayrıca Türkiye Türkçesi dersleri de verilmektedir. 35-40000 civarında Kırım Tatar genci millî okul bulamadığından Rusların veya diğer milletlerin okullarına gitmektedir. Bir sınıfta 8 Tatar Türkü olması halinde ana dilde eğitim verilebilmektedir. Kırım Tatar Maarif Cemiyeti‟nin amaçları Kırım Tatar okullarının ana dille eğitime, millî gelenek ve görenekleri ve bilim, teknik sanat, milletlerarası ortak dostluklar kurulmasına destek sağlamaktır. Bugüne kadar bu amaçla projeler geliĢtirilmiĢtir. Cemiyet Ġsmail Gaspıralı günü yapmıĢ, on adet gençlik yaz kampı açmıĢ, açık oturumlar düzenlemiĢ, Latin alfabesine geçiĢ çalıĢmaları yapmıĢ, Tatar Türkçesini geliĢtirmeye çalıĢmıĢ, anaokullarının açılmasını sağlamıĢ, uluslararası seminerler düzenlemiĢ, bülten çıkarmıĢ, ABD ve Ġngiltere‟nin eğitim fonlarından yararlanmıĢtır. Kırım kültür dilinde iki kesim karĢılıklı mücadele vermektedir. Göçten evvel Kırım Tatar dilinde çıkan “Lenin Bayağı” 1957‟lerde Sovyet-Rus dil politikası istikametinde Tatar Türkçesine Rusça kelimelerin girmesini sağlamıĢtır. Ġsim değiĢtirerek tekrar çıkmaya baĢlayan bu yayın organı Tatarcanın tamamen kaybolup gitmesini önleyerek hizmet vermiĢtir. Diğer grup Tatar Türkçesinin yeniden millî dil olarak güçlenmesini istemektedir. Rusçayı hiç bilmeyen Kırımlı bir Tatar Türkü, Tatar dilinde çıkan bir yayının %60‟ını bile anlayamamaktadır. Rusça halk arasında çok yaygınlaĢmıĢtır. Kırım Tatarcasını hiç bilmeyen Kırım Tatarı dahi vardır. Kırım‟da 8 Tatar millî mektebinde haftada 4 saat Tatar dili eğitimi verilmektedir. Tatar okullarında eğitim dili Rusçadır. Ayrıca 4 saat Ukraynaca da öğretilmektedir.26 Balkarya‟da Balkar Türkçesi ile gazete çıkmaktadır. Gazetelerin yayın alfabesi eski Kiril alfabesidir. Ortak Türk alfabesine geçiĢ gayretleri de vardır. Eğitim iki dille yapılmaktadır. Öğrenciler Karaçay Türkçesinin yanı sıra isterlerse erkezce de öğrenebilirler. Rusça yaygın eğitim dilidir. Rus öğrenciler mahdut sayıda Karaçay veya erkezce ders alabilirler. Karaçaylar ve Balkarlar SSCB döneminde sahip olmadıkları günlük yayın organlarına Rusya Federasyonu döneminde sahip olmuĢlardır. Ancak kendi dillerinde çıkmaya baĢlayan bu yayınlara Ģimdilerde ilgi oldukça azalmıĢtır. Ama dile olan ilgi geçiĢ döneminde daha yoğunlaĢmıĢ, ancak Rus dili, Rus edebiyatı, Rus kültürü Türk halkları arasında hayranlık duyulan bir güçtür. Bir öğrenci Ģehirde yaĢıyor ise muhakkak kendi dili ile gördüğü eğitimin yanı sıra Rusçayı da öğrenmek zorundadır. Köyde yaĢayanlar isterlerse Rusçayı öğrenmeyebilir. Ancak bu yol pek tercih edilmez. Zira Rusça yüksek tahsilde bilhassa branĢlaĢmada zaruridir. Resmi eğitim dili Rusçadır.27

102

Moldavya Cumhuriyeti‟ne bağlı Gagauz Özerk Bölgesi‟nde eğitim Rusça ağırlıklı olmak üzere Moldavaca ve Gagavuzca yapılmaktadır. Bugün yaĢlı ve okuma yazma bilmeyenler yalnızca Türkçe konuĢmaktadır. Sovyetler Birliği zamanında Rusçanın okullarda zorunlu hale getirilmesi sonucu Gagavuzlar iki dilli olmuĢtur. Moldava‟da yaĢayan milletler içinde Rusçanın ikinci dil olarak konuĢulma oranının en yüksek olduğu grup Gagavuzlardır. %74‟ü Rusçaya vakıftır. Özerklik süreciyle birlikte Gagavuzların nihayet ana dillerini her alanda kullanabilme imkanı doğmuĢtur. Okullarda kademeli olarak Latin alfabesi (1996‟da Latin‟e geçildi.) ve Gagavuzca eğitim verilmeye baĢlanmıĢtır. Yaz aylarında tüm halka açık Türkçe kursları düzenlenmeye baĢlanmıĢtır. Gagavuz aydınları ana dillerini kullanımının devlet tarafından yeterli düzeyde desteklenmediğini savunarak okullarda eğitim dilinin sadece Gagavuzca olmasına, radyo-televizyon yayınlarının Gagavuzca olmasını istemekteler.28 RuslaĢtırma çalıĢmalarının bir devamı olarak uvaĢça dıĢlanmıĢ ve uvaĢistan‟ın resmi dili Rusça olarak anayasaya sokulmuĢtur. Ancak 1985‟te baĢlayan dıĢa açılma ve yeniden yapılanma sürecinde uvaĢistan‟da yeniden ana dile, millî kültüre dönüĢ ve bağımsızlık mücadelelerinin baĢladığını görüyoruz. 1991 yılında çıkarılan bir kanunla “uvaĢ Özerk Cumhuriyeti‟nin resmi ve eğitim dili Rusça ve uvaĢça‟dır” Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. Bu değiĢiklikler sonucu bugün uvaĢistan‟da uvaĢça eğitim yapan okullar açılmaya baĢlanmıĢ ve uvaĢistan‟ın ana dili ve millî kültüre dönüĢ faaliyetleri hızlanmıĢtır.29 Yakutistan‟da eğitim Rusça ve Sahaca yapılmaktadır. Rusça ve Sahaca olmak üzere 3 dergi, 28 gazete yayınlanmaktadır. Rusçanın yanında Sahaca televizyon ve radyo yayını yapılmaktadır.30 11 Mart 1990 tarihinde alınan bir kararla “Tuvaca” Tuva Cumhuriyeti‟nin devlet dili olarak kabul edildi. Bu tarihten sonra okullarda eğitim ve öğretim dili olarak Tuvaca daha çok yer almaya baĢladı.31 Hakaslar 20. yüzyılın baĢlarında %95‟ten fazla kendi dillerini kullanmaktaydılar. Ekim 1917 devrimi sonrasında komünist rejimin RuslaĢtırma süreci neticesinde 1989 yılında Hakasların ancak %76‟sı Hakasça konuĢabilmektedir.32 Karakalpak yazı dili, Karakalpakistan‟ın kurulması ile (1925) baĢlar. Son zamanlarda gittikçe artan oranda Rusçadan yeni kelimeler alınmaktadır. Radyo ve televizyon yayınları Karakalpakça, Rusça, Özbekçe ve Türkmence yapılmaktadır. Karakalpak halkının 1991‟de istiklalini elde etmelerinden sonra (1 Kasım 1991‟de Karakalpakistan Özbekistan‟a bağlı kalmak kaydıyla egemenliğini ilan etti.) Rusça ikinci plana itilmiĢ, Rusçanın etkisinden kurtulmak için Latin harflerine geçiĢ hızlandırılmıĢtır.33 Azerbaycan Azerbaycan tarihi Ġran‟dan önemli ölçüde dini ve kültürel etki izleri göstermesine rağmen dilbilimsel ve etnik olarak ülke Türkçenin hakimiyeti altındadır. Rus kültürü ülkede kısmi bir etki yapmıĢtır. 1994 yılında Azerbaycan vatandaĢlarının %82 kadarının Azerbaycan dilini birinci dilleri

103

olarak konuĢtukları tahmin edilmiĢtir. Azerbaycanlıların %38‟i ekonomi ve siyasetteki Rus egemenliğine uyum sağlamak için Rusçayı akıcı bir Ģekilde konuĢmaktadır. Türkiye Türkçesini konuĢan bir kiĢi ile Azeri Türkçesini konuĢan bir kiĢi çoğunlukla birbirini anlayabilmektedir. 19. yüzyıldan itibaren Rusça kelimeler (özellikle teknik terimler) ve gramer yapıları Rus kontrolü altındaki Azerbaycan‟daki Azeri diline girmiĢtir. Benzer etkiler Ġran Azerbaycanı‟nda Farsça kelimeler için geçerlidir. Sovyetler Birliği döneminde Rusça eğitimin öne çıkarılması Rusça eğitim görenler arasında farklı durumların oluĢmasına sebep olmuĢtur. Bunları Ģöyle özetleyebiliriz: 1- 60-65 yaĢlarında olan nesil: Bunlar Rusça eğitim almalarına rağmen Azeri Türkçesini Rusçadan daha iyi biliyorlar. 2- 40-45 yaĢlarında olan nesil: Bunlar Rusça eğitim görmüĢ olsalar bile, her iki dili iyi biliyorlar. 3- 30-35 yaĢlarında olan nesil: Bunlar ana diline Rusça kelimeleri katarak konuĢuyorlar. Rusçayı Azeri Türkçesinden daha iyi biliyorlar. 4- 18-20 yaĢlarında olan nesil: Bunlar kendi ana dillerini çok az biliyorlar. Rusçayı ise bir Rus kadar konuĢamıyorlar. 5- 8-10 yaĢlarında olan nesil: Bunlar kendi ana dillerini hiç bilmiyorlar. Ancak konuĢulanları anlıyorlar. Prof. Fahrettin Veyselov müttefik cumhuriyet olmalarına rağmen Sovyetler Birliği döneminde Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Tacikistan‟da Rusçaya üstünlük verildiğini, Rusçanın ise Sovyetler Birliği‟nde hem millî, hem de devlet dili vazifesi gördüğünü bildiriyor. Halbuki Orta Asya cumhuriyetleri ve Kazakistan‟da millî dillerde gazete, dergi ve kitap yayınlandığı halde millî diller devlet dili değildir. Ancak millî dillerin devlet dili olması yolunda teklifler artmıĢ ve çalıĢmalara baĢlanmıĢtır. Millî dillerin devlet dili olmaması gerçeğini dilde sömürgecilik ile izah etmek mümkündür. Azerbaycan aydınları bu tehlikeyi daha evvel sezmiĢ olacaklar ki, onlar Azerbaycan Türkçesinin kullanım sahasının daraltılmasına rağmen Ģuurlu bir Ģekilde dili millileĢtirmeye çalıĢmıĢlardır. 1920‟li yıllarda meydana çıkan eserlerde bir hayli Rusça kelimeye rastlanmaktaysa da daha sonra Rusça kelimeler dilden sökülüp atılmak istenen Arapça ve Farsça kelimeler ile yeniden değiĢtirilmiĢlerdir. 1940-1975 yıllarında yayınların orfografya sözlükleri karĢılaĢtırıldığı zaman 1940‟lı yıllardan sonraki devirlerde edebî dilin sözlük terkibinin süratle millileĢtiği görülmektedir. Yabancı kelimelerin oranı (Rusça) %47.8‟den %19.1‟e inmiĢtir. Sözlük terkibinin millileĢmesi daha çok Azeri kelimelerin artması ile olmuĢtur. Azerice kelimelerin miktarı 4 defa, yabancı kelimelerin miktarı ise 1.14 defa artmıĢtır. Azeri Türkçesi diğer cumhuriyetlerin yazı dillerine göre Azerbaycan‟da ileri bir konumda olmasına, Rusçanın etkisini göğüsleyebilmesine rağmen Hüseyin Aliyev Komünist gazetesinin 30 Mayıs 1989 tarihli sayısında çıkan yazısında alınan tedbirlerin Ģimdilik yeterli olmadığını, Bakü‟deki

104

birçok daireye gittiği zaman insanın kendisini Azerbaycan‟ın baĢĢehrinde olduğunu hissetmediğini, çünkü bütün bilgilerin Rusça olduğunu beyan etmiĢtir. Azerbaycan halkının ve aydınlarının bu haklı haykırıĢları karĢısında Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi Azerbaycan‟da Azeri Türkçesinin devlet dili olarak daha geniĢ bir Ģekilde kullanılması gayesinde mühim bir kararı kabul etti.34 1991 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra Latin alfabesini benimseyen ilk ülke Azerbaycan olmuĢtur. 1992 yılında ilk Latin harfli kitabı yayınlayan Azerbaycan‟da 1991‟de Türk ve Azerbaycan dillerinin benzeyen ve benzemeyen yanlarını karĢılaĢtıran Türk Dili adlı yarı Kiril yarı Latin harfleriyle bir kitap yayınlanmıĢtır. Bu geliĢmeler Azerbaycan Halk Cephesi‟nin dil politikasıyla ilgili açık bir tavır sergilediğini göstermektedir. Azerbaycan Halk Cephesi 1992 yılında iktidara geldiğinde ilk iĢ olarak Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin devlet dilinin Türk dili olduğunu ilan etmiĢtir. Ebulfeyz Elçibey‟in dil politikası 1912‟de kurulan Azerbaycan Müsavat Partisi‟nin görüĢleri ile örtüĢmektedir. Azeri Müsavat Partisi‟nin 1913‟ten baĢlayarak yöneticisi olan Mehmet Emin Resulzade, Azerbaycan Türk lehçesini yazılı bir dil haline getirmek isteyen “Azericiler” hareketine karĢı çıkmıĢ, Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndaki Jön Türklerin ortaya koyduğu modele göre yenileĢtirilmiĢ bir Türkçenin kullanımını savunmuĢtur. 1914‟ten önce Azerbaycan‟da entelektüellerin çoğunluğu kendilerini Azeri değil “Türk” olarak tanımlıyor ve yazar Ahundzade‟nin kullandığı ve savunduğu yerel Türkçe yerine Osmanlı Türkçesini kullanıyorlardı. 1905 dolaylarında TürkleĢtirmek, MüslümanlaĢtırmak, AvrupalılaĢtırmak sloganını ortaya atan Hüseyinzade bunlardan biriydi.35 Azerbaycan dilinin durumu Anayasanın 21/1-2 ve 45/1-2 maddelerinde yer almıĢtır. Buna göre 21/1 maddede “Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin devlet dili Azerbaycan dilidir. Azerbaycan Cumhuriyeti, Azerbaycan dilinin geliĢmesini temin eder” denilmektedir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise “Azerbaycan Cumhuriyeti devleti halkın konuĢtuğu diğer dillerin serbestçe kullanılmasını ve geliĢmesini temin eder,” açıklamasıyla ülkede konuĢulan diğer dillere özgürlük tanıdığı belirtilmektedir. Bu husus 41/1-2 maddede “Herkesin ana dilini kullanma hakkı vardır. Herkesin istediği dilde eğitim ve öğretim alma, yaratıcılıkla uğraĢma hakkı vardır. Hiç kimse ana dilini kullanma haklarından mahrum edilemez”36 ifadeleriyle pekiĢtirilmiĢtir. Sovyetler Birliği‟nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan beĢ Türk cumhuriyetinden biri olan Azerbaycan diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi kendini çeĢitli jeopolitik ve sosyo-kültürel olguların içinde buldu. Azerbaycan Türkleri Sovyet etkisini üzerlerinden atmak ve kendi ulusal kimliğini geliĢtirmek mücadelesinde dil ve yazı reformunu önemli bir gündem maddesi haline getirdiler. Dille ilgili düĢünceler daha çok ortak Türk dili, yer adlarındaki Sovyet tesirinin ortadan kaldırılması, yazıĢmaların Azerî Türkçesinde yapılması, soy isimlerinde bulunan ov, ova gibi takılar yerine oğlu, gizi, zade, -lı, -li gibi kelime ve eklerin kullanılması çerçevesinde yoğunlaĢmaktaydı. Bu düĢüncelerin on yıllık süre içinde büyük bir kısmının gerçekleĢtirildiği söylenebilir. Tam olmasa bile yer adlarında ve soy adlarında Türkizm odaklı değiĢmeler olmuĢtur. Yunus Memmedov yerine Yunus Memmedli, Kirovabat yerine Gence gibi. Resmî yazıĢmalarda Rusça yerine Azerî Türkçesinin hakim kılınması

105

yönünde adımlar atılmıĢ fakat tam baĢarılı olunamamıĢtır. 2000 yılından itibaren Kiril alfabesi tamamen bırakılmıĢ Latin alfabesi kullanıma girmiĢtir. Ortak Türk dilinin Türk dünyasında oluĢturulması istikâmetinde ilk fikirlerin Azerbaycan‟da uç verdiğini söyleyebiliriz. 1980‟li yılların sonlarında Sovyetler Birliği dağılmadan Azerbaycan aydınları dilleri üzerinde uygulanan Sovyet politikalarını tenkit etmekte ve kendi dillerinin Türk dili olduğunu, 1930‟lu yıllara kadar Azerbaycan‟da konuĢulan ve yazılan Azerî dilini kullanmak istediklerini açıkça matbuatta dile getiriyorlardı (Yavuz Akpınar, 1989, s.125-151).37 Bağımsızlığın ilk yıllarında Türkiye‟de Türk dünyası ile ilgili yapılan sempozyum ve toplantılarda (Kültür Bakanlığı‟nın tertip ettiği Türk Dili Kurultayları, Marmara Üniversitesi‟nin düzenlediği Alfabe Sempozyumu, Türk Dil Kurumu‟nun düzenlediği Uluslararası Türk Dili Kurultayları) ortak Türk dili ve ortak Türk alfabesi hakkında Azerbaycan temsilcileri hararetli konuĢmalar yapmıĢ, bildiriler sunmuĢlardır. Türkiye‟deki aydınların çoğu da Türk dünyasında tek bir Türk dilinin kullanılması ve yazıda da Latin alfabesinin kabulü yönünde telkinler içeren yazılar yazmıĢlardır. Türkiye Devleti‟nin ve bazı aydınların Azerbaycan ve diğer cumhuriyetler için Türkiye Türkçesinin ve yazısının ortak dil ve ortak alfabe olarak olduğu gibi kabul edilmesi yönündeki görüĢleri Azerbaycan aydınlarını Azerî Türkçesinin korunması hususunda duyarlılığa itmiĢtir. Türkiye‟de kullanılan Latin alfabesindeki bazı iĢaretlerin eksikliği olduğunu bu yüzden Azerî Türkçesinin kendine has sesleri olan kapalı e, hırıltılı he ve Q nun alfabede yer alması gerekliliği ileri sürülmüĢtür (Celilov s.158-161). Bu görüĢler etrafında 1993‟te Azerbaycan Cumhuriyeti 32 harfli Latin alfabesini kabul etmiĢtir. Azerbaycan aydınları Türk dünyasında ortak bir Türk dilinin kullanılması gerektiğini, her Türk boyunun kendi yazı dillerini de geliĢtirmesini ifade etmiĢlerdir. Türkiye‟den gelen Türkiye Türkçesinin ortak dil olarak kabul edilmesi yönündeki görüĢlere 3. Uluslararası Türk Dili Kurultayı‟nda Tofik Hacıyev haklı olarak Ģiddetle karĢı çıkmıĢtır. Hacıyev‟e göre Türkiye Türkçesi okullarda öğretilmesi gereken bir dildir. Azerî Türkçesinin bırakılıp Türkiye Türkçesinin kullanılacağını düĢünen Hacıyev buna karĢı çıkmıĢ, Füyüzat ve Hayat dergilerinde Hüseyinzade Ali, Ağaoğlu Ahmetlerin Osmanlı Türkçesine geçilmesi yönündeki telkinlerinin bugün yine baĢ verdiğini ileri sürmüĢtür (T. Hacıyev, 1999: 503-509). Türkiyeli bazı aydınlar ortak Türk dili teriminin rahatsız edici durumunu gördükleri için doğru bir terim olan „ortak iletiĢim dili‟ni kullanmaya baĢlamıĢlardır. 2000 yılının baĢlarında Azerbaycan Millî Meclisi‟nde Azerbaycan dilinin kullanılması hakkında kanun tasarısı hazırlanmıĢ ve tartıĢılmıĢtır. Azerbaycan anayasasında Azerî Türkçesinin konumu net olarak açıklanmıĢ, uygulama alanı ise izah edilmemiĢtir. Bu tasarıya göre dilin kullanımı ve yayılımı dikkate alınmıĢtır. Azerbaycan anayasasında Azerbaycan dilinin devlet dili statüsü göz ardı edilerek hâlâ bazı devlet dairelerinde, icra organlarında resmî yazıĢmalar ve toplantılar Rus dilinde yapılmaktadır. Bakü‟nün değiĢik yerlerindeki reklam panolarında Ġngilizce, Rusça ve diğer dillerde yazılmıĢ birçok duyuruya rastlamak mümkündür. Hetai Ģehrinin Nahimov diye adlanan kasabası bir Rus subayın adını taĢımaktadır. Televizyon ve radyo programlarında Azerî Türkçesinin kullanımı gittikçe

106

bozulmaktadır. Azerî Türkçesinin devlet programında ilmî Ģekilde incelenmesi gerekmektedir. Bu dilin eğitim kurumlarında öğretilmesi ile ilgili usuller de tespit edilmeli ve programlar hazırlanmalıdır (M. obanov, 2000: 28-29). Azerbaycan‟da dil, kültür ve yazı arasında göstergesel bağlar mevcuttur. Dilin konuĢulması ve yazıya geçirilmesi bireyin ulusal ve uluslararası düzeyde kendini nasıl ifade ettikleri, tanımladıkları ile ilgilidir. Bu bakımdan son on yıl içinde Azerbaycan‟da hangi yazının kullanılması gerektiği yönünde bir hayli tartıĢma yapılmıĢtır. Latin, Kiril ve Arap alfabesini savunan Ģahıs veya gruplar ideolojik ve sosyo-politik eğilimlerine göre tavır almıĢlardır. Kiril alfabesini savunanlar modernleĢmiĢ Azerbaycan‟da Sovyet etkisinin yararını vurgularken, kuzey komĢularının gücü ile sürekli bağlantı kurmakta, Kiril alfabesiyle yazılmıĢ 60 yıllık bir birikimin olduğunu ifade ediyorlardı. Arap alfabesinin savunucuları 25 milyonluk Güney Azerbaycan Türklerini de göz önüne alarak bu alfabenin birleĢtirici yönüne dikkat çekiyorlardı. Ayrıca geçmiĢteki kültürel değerlere ulaĢmak ve Ġslam âlemi ile iyi iliĢkiler kurmak fikri öne sürülüyordu. Latin alfabesini savunanlar 70 yıla yakın bu alfabeyi kullanan ve kendilerine göre politik ve ekonomik gücü daha kuvvetli olan Türkiye ile etno-kültürel bağları vurgulama eğilimi gösteriyorlardı. Batı ülkeleri ile kurulacak iliĢkilerin önemine de dikkat çekilmekteydi. Latin alfabesini savunanlar arasında da iki farklı görüĢ bulunmaktaydı. Refik Zekai Handan gibi Azerî Ģair ve yazarları Türkiye Türklerinin kullandığı alfabeyi olduğu gibi almak isterken, Feridun Celilov gibi bilim adamları Azerî Türkçesinin kendine has sesleri bulunduğunu ve bu seslerin alfabede gösterilmesi gerektiğini belirtiyorlardı. Bu görüĢü savunanlar daha sonra kabul edilen Latin alfabesini hazırlayan gruptur. Azerbaycan‟da Azeri Türkçesinin Türkçeden baĢka bir Ģey olmadığı kabul edilir, ama Türk medyasının önemi ve eriĢilebilirliği yüzünden kelimeler gündelik hayata girse ve herkes tarafından anlaĢılsa da, Türkiye Türkçesi ile hem telaffuz hem de terminoloji açısından özdeĢlik sağlamak reddedilir. Halbuki her iki dilin kelime hazinesi arasındaki farklılık giderek azalan Rus etkisinden değil, Osmanlıca ile ortak olan ama Atatürk reformları sırasında Türkiye Türkçesinden kısmen çıkarılan Farsça köklerden kaynaklanır. Elçibey döneminde Türkçe olan resmi dilin Aliyev döneminde Azerbaycanca olduğunun anayasa maddesi olarak belirtilmesi, Latin alfabesi kabul edilirken küçük farklılıkları aksettiren bazı harflerin alfabeye dahil edilmesi fazla giriĢken olduğu düĢünülen ağabeye karĢı ulusal bir tavırdır. Dili tanımlarken yapılan seçimlerin ardında stratejik bir tercih de vardır. Büyük Türkiye veya Büyük Azerbaycan, dilbilim, hiç olmadığı kadar siyasaldır burada38 Batı dünyasıyla karĢılaĢtırıldığından bazı bakımlardan birçok ülkede daha esnek ve ayrıntılı bir azınlıklar politikasına sahip olan Sovyetlerden bu azınlık politikasını miras almıĢ olan Azeri yönetiminin kendi dillerine “Türk dili” diyerek azınlıkları rahatsız edebilecekleri uzak bir ihtimaldir. “Azerice” ile “Türkçe”nin dil bakımından barındırdıkları farklılıkların bir siyasal üstünlük politikasına yol açıp açmayacağı dillerin vasıflarından çok liderlerin tavırlarıyla ilgilidir ve böyle olduğu zaten kısa süre Elçibey ve Aliyev örneklerinde görülmüĢtür.39 Türkmenistan

107

Türkmence Türk lehçelerinin Oğuz grubuna mensup bir dildir. 18. asırdan itibaren ağatay dili ile eserlerini yazan Türkmen ozanları yer yer Türkmen Türkçesinin özelliklerini de yansıtmıĢlarıdır. Bunların baĢında Mahtumkulu gelmektedir. Türkmen etnik bilincinin en önemli dayanak noktalarından biri olan Türkmen dili, 18. yüzyılın baĢlarında Türkmen Ģairleri ve tarih yazıcıların kullandığı ağatay dili içinde bir kısım özelliklerini belirginleĢtirip yazı dili olma yolunda ilk sinyalleri vermiĢtir. KonuĢulan Türkmen dilinin özelliklerini yazıda kullanılan Arap alfabesinde yansıtmak için 1922-1925 yılları arasında alfabede iki reform yapılmıĢtır. Erken Sovyet döneminde, 1928-1940 arası, Türkmen edebiyatı Latin alfabesinde yazıldı ve onun bir çok özelliklerini yansıttı. 1940‟tan 1995‟e kadar Kiril alfabesi Türkmencenin yazımında kullanılmıĢtır. 1920 sonrası Türkmenistan‟da ortak standart yazılı bir dilin yaratılması aĢamasında mevcut Türkmen ağızları arasından yine Teke boyunun ağzı ön plana çıkmıĢtır. Sovyet dönemi yazılı Türkmen edebiyatı Teke ve Yomut boylarının ağızlarına dayandırılmıĢtır. Türkmenistan diğer Sovyet cumhuriyetleri arasında özellikle de dil açısından RuslaĢmanın en az görüldüğü bir ülkedir. 1979 sayımına göre Orta Asya toplulukları içinde en yüksek ana dili konuĢma oranına (%98.7) ve en az Rusça konuĢan nüfusa (%26.3) sahip olmaları bunu göstermektedir.40 Sovyetler Birliği döneminde Türkmence devlet dili statüsünde olmadığı için geniĢ ve kavramsal düzeyde kullanılmıyordu. Ġdari, siyasi ve bilimsel alanlarda Rusçanın hakimiyeti bulunmaktaydı. SSCB devrinde birlik cumhuriyetlerinde Ruslar dıĢındaki yöneticilerin yükselebilmesi için yazılı olmayan kurallar vardı. Bu kurallara göre, yöneticinin eĢi Rus olmalı, annesi veya babası Rus olmalı, Rusya‟da Rus kültürü alarak okumuĢ olmalı, Rusçası mükemmel olmalı. Türkmenistan SSCB devrinden Gorbaçov dönemine kadar ağırlığını hissettiren Rus Ģovenizmi, toplumda yükselebilmenin tek koĢulunun “Ruslarla entegre olmak” olduğunu hissettirecek Kentli Türkmenleri Rusçayı ev dili olarak kullanmaya, çocuklarını Rus okullarına verdirtmeye zorlamıĢtır.41 1970‟lerden beri çift dillilik Sovyet siyasi çevrelerinde ciddi bir biçimde düĢünülmüĢse de aslında uygulamaya yaygın bir biçimde geçilmemiĢ ve çeĢitli cumhuriyetlerin dilleri daime ikinci dil olarak kalmıĢtır. 1987‟de Türkmenistan‟ın çift dilliliği teĢvik edecek eğitim malzemelerinden yoksun olduğu belirtilmektedir.42 24 Mayıs 1990‟da resmi dilin Türkmence olarak ilan edilmesinden sonra beliren dil politikası Rus mirasını terk etmek ve Türkmencenin kullanım alanını geniĢletmek Ģeklinde tezahür etmiĢtir. 1993 Anayasası‟nın 13. maddesine göre, Türkmence Türkmenistan‟ın devlet dilidir ve her Türkmen vatandaĢı kendi ana dilini kullanma hakkına sahiptir. 1993‟te Ġngilizce, Rusçanın önüne geçerek ikinci devlet dili haline gelmesine rağmen, Rusça hükümette ve diğer kurumlarda önemli bir dil olarak varlığını devam ettirdi. Aynı yıl Latin kökenli 30 harften oluĢan Türkmen alfabesinin kullanımı Türkmenistan Meclisi‟nde kabul edildi. Türkmen okullarının Latin alfabesinde öğretime geçiĢi programına göre 1995-1996 yıllarında 1 ve 5. sınıflar, 1996-1997‟de 1.2.5. ve 6. sınıflar; 1997-1998‟de 1., 3., 5. ve 7. sınıflar, 1998-1999‟da 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7. ve 8. sınıflar, 1999-2000‟de bütün sınıfların Latin alfabesine geçeceği hesaplanmıĢtır. 19931994 öğretim yılında, Türkmen Türkçesinde eğitim veren okulların 7., 8., 9. ve 10. sınıflarında, Ekim

108

1993-Mart 1994 döneminde 34 saatlik bir program çerçevesinde Latin alfabesi öğretilmiĢtir. Söz konusu program Rusça, Kazak ve Özbek Türkçelerinde eğitim veren okullarda Ocak-Mayıs 1994 döneminde uygulanmaya konmuĢtur. 1994-1995 öğretim yılında Türkmen Türkçesi dil dersi 4. sınıflarda Latin alfabesinde okutulmuĢtur.43 Yeni Türkmen alfabesini seçmek kolay olmamıĢtır. Bir grup Türkiye Türkçesinde kullanılan alfabeyi, baĢka bir grup Kiril alfabesinden önce kullanılan Latin alfabesini, diğer bir grup ise değiĢik bir alfabeyi kullanma teklifinde bulunmuĢlardır.44 eĢitli simgesel metinlerle Türkmen kimliğinin farklılığını geliĢtirmek isteyen Niyazov yönetiminin bu tutumu yeni Latin-Türkmen alfabesinde kullanılan değiĢik karakterlerden de anlaĢılmaktadır. Türkmenistan‟da kabul edilen Latin alfabesi okullarda öğretilmeden panolarda ve duvar panolarında kullanılmaya baĢladı. Daha önce kullanılan Latin alfabesi ve Marmara Üniversitesi‟nde 1993‟te bütün Türk dünyası için önerilen ortak alfabe, Türkmenistan‟ın yeni alfabesini hiç etkilemedi. J, c, ı, y, v sesleri için yeni alfabede farklı karakterlerin kullanılması Stalin‟in Kiril alfabesini dayatırken diller arasındaki farklılıkları keskinleĢtiren politikasını hatırlatmaktadır. Milliyetçilikler Moskova‟ya karĢı olduğu kadar komĢulara ve muhtemel tüm bölgesel birleĢmelere karĢı da inĢa edilmektedir. Yalnız Türkmenistan‟a özgü bir alfabe konusunda ısrar Türkmenistan‟ın bağımsızlığını simgesel düzeyde tescil ettirmenin en çarpıcı örneklerinden biri olarak belirmektedir. Türkmenistan‟da Rus dilinin ağırlığını silmek için 1992‟de bir kararlılık gösterilerek coğrafi isimlerle idari terimlerin çoğu Rusçadan Türkmenceye çevrildi. Sovyet yerine Halk Maslahatı ifdesi kullanılmaktadır. Krasnovodsk‟un adı TürkmenbaĢı olmuĢtur. Bu Ģekilde birçok bina, cadde ve kurum ismi Türkmen kahramanları ve Türkmen kültüründen gelen isimlerle değiĢtirildi. Buna ilaveten bütün hükümet unvanları Rusçadan Türkmenceye çevrildi. Kültürel alanda yapılan reformlar içerisinde Türkmenistan‟ın yeni tarihi yazılmıĢtır. Sovyet döneminde filoloji dıĢında üniversitenin diğer bölümlerinde tamamen Rusça eğitim yapılırken, bağımsızlık sonrası eğitim dili olarak Türkmenceye ağırlık verilmiĢtir. Genel ve ilkokulların %77‟si Türkmence eğitim yapmaktadır. %16 oranında okul Rusça eğitim yapmakta olup ayrıca Özbek ve Kazak azınlıkların dilinde eğitim veren kurumlar mevcuttur. Türkmenistan‟da nüfus yapısı ve etnik iliĢkilerde gözetilen denge sebebiyle “TürkmenleĢtirme” açıkça söylenmese de ulusallaĢmanın en temel alanlarından biri olan eğitimde buna yönelik değiĢimler gözlenmektedir. Türkmencenin resmi dil Ġngilizcenin ikinci dil olarak benimsenmesinden sonra eğitimde bu iki dil önem kazanmıĢtır. Ġnsanlar Türkmenceyi özel kurslarda, okullarda veya iĢlerinde kullanmak için öğrenmeye kendilerini mecbur hissetmektedirler. Özbekistan KonuĢan insan sayısı bakımından Türkiye Türkçesinden sonra ikinci sırada yer alan Özbek Türkçesi Karluk grubu Türk Ģivelerinin en önemli bir koludur. 15. asırdan 20. asra kadar Türkistan bölgesinde Doğu Türkçesi ya da ağatayca adı verilen bir yazı dili kullanılmaktaydı. Ulusların ve dillerin imal edilme süreci içinde 1920‟li yıllardan itibaren Özbekçenin oluĢturulması iĢine baĢlandı.

109

Aslında daha önce de belirttiğimiz gibi bu çalıĢmaların temeli arlık Rusyası‟nda atılmıĢtı. Özbek dilcilerden ġaabdurahmanov, Özbek dilinin imal ediliĢini sosyalist bakıĢ açısıyla ortaya koyar. Ona göre Özbek millî dili, Özbek sosyalist milletinin millî, edebî dilidir. Özbekler 19. asrın sonlarında 20. asrın baĢlarında Ģekillenmeye baĢlandı. 3 Ekim devrimine kadar tam olarak ĢekillenmemiĢti. Komünist Partisi‟nin akıllı siyaseti ile Özbek dili “millî dil” özelliğinde Ģekillendi ve Özbek sosyalist milletinin geliĢmiĢ diline dönüĢtü.45 Türk birliğini küçük etnik gruplara ayırma politikasına uygun olarak hazırlanan Özbekçe, farklılıkların en fazla olduğu TaĢkent ağzına dayandırılır. TaĢkent ağzı çok kuvvetli Farsça etkisindedir. Ünlü sayısı bakımından fakirdir. ağatay Türkçesi ve diğer Özbekistan ağızlarında gördüğümüz 8-9 ünlü bu yazıda 6‟ya düĢer. Ünlülerin az olması ünlü uyumlarının bozulmasına sebep olur.46 Dil inĢa edilirken 1920‟li yıllarda Özbek Türkçesinde ses uyumunun bulundurulup bulundurulmaması gibi tamamen dil dıĢı etkilerle tartıĢmalar yapılmıĢtır. Bu konuda üç görüĢ vardır: a) Özbek edebî dili ahenkliliğe tam olarak riayet etsin. b) Özbek edebî dili uyumun olmadığı ağızlar esas alınarak kurulsun. c) Uyum bazı kelimelere uygulanmasın. Özbek dilinin inĢasında esas rolü Polivanov üstlenmiĢtir. Sovyet dil siyasetine uygun olarak ünlü sayısının az olduğu, ünlü uyumunun bozulduğu TaĢkent ağzını Özbekçeye temel yapmak için çalıĢmalar içine girmiĢ bunda baĢarılı da olmuĢtur.47 Sovyetlerin Rus mahkumu Türklerde mahalli dilleri, millî kültür kaynağı yapmak çabası yoktur. Kazak dili için bu Ģivenin Özbekçeye çok yabancı olan kelime ve tabirleri alınıyor. Halbuki Özbekçe için de “Nevayi dili” diyerek tam Farsa karıĢık bir Ģekli aranıyor. Yeni Özbekçeyi Kazakçadan uzaklaĢtırmak için bu dile alabildiğine Farisî kelimeler katılabiliyor. Bugün Özbekler “TaĢkent AkĢamı” gazetesinin ismini “Toşkent Okşomı”, “eger”i “agar”, “gerek” yerine “karak” Ģeklinde yazmaya mecbur ediliyor. Prof. E. Polivanov 1927‟de inkılapçı ġark (Revulutsiyounyu Vostok) dergisinde “Sovyetler Birliği‟ne dahil milletlerin yazı dilleri ve inkılap” unvanıyla neĢrettiği makalesinde ve diğer yazılarında imla ve pratik ıslahının siyasi gayeler için nasıl istifade edilebileceğini ve ayrı edebî dillerin nasıl yaratılabileceğini, Arapça, Farsça kelimelerin atılıp yerine hemen Rusça ıstılahların nasıl getirileceğini fakat bu iĢlerin “Russitsizm” tesmiye ettiği tarzda yani göze çarpan bir RuslaĢtırıcılık Ģeklinde yapılmayıp, fikrin bu ayrı dillerde konuĢan kavimlerin mümessilleri eliyle iĢletilmesini ve komünist “ana dilleri” vücuda getirerek bunlarda bir taraftan bu dillere karĢı feragat gösterisinde bulunmayı, fakat bunlar vasıtasıyla yapılacak RuslaĢtırmanın “edebî dilleri GarplılaĢtırma”nın kaçınılmaz bir zaruret olduğuna ve “grafik ıslahat”ta “fonetik imla”nın esas edilmesi gerektiğine kandırma usulünün tatbikinin Ģart olduğunu ileri sürdü.48 Özbekistanlı aydınlar yazıda bütün ünlülerin gösterilmesi ve ses uyumunun korunması konusunda belli bir süre direndilerse de baĢarılı olamadılar. 1929 yılında kabul edilen Latin alfabesinde 9 olan ünlü sayısı, 1934‟te yapılan değiĢiklikle 5‟e iner. 1934 yılında düzenlenen Latin alfabesi 1940‟ta kabul edilen ve uzun süre kullanılan Kiril alfabesini fonemlerin sayısı ve değeri yönünden etkilemiĢtir. Bu alfabe totaliter mefkurenin bütün Sovyetler Birliği, özellikle Özbekistan‟da geniĢ bir Ģekilde yayıldığını “yukarıdan” yani merkezden, Moskova‟dan gelen sadece emirlerin değil, hatta imaların bile bütünüyle uygulandığı bu dönemde hazırlandığı için alfabede dönemin dil siyasetinin gerçek yüzü açıkça görülmüĢtür.

110

Rus alfabesindeki (Ģç) ve bI (ı) harfleri dıĢında, bu alfabedeki bütün harfler ve iĢaretler Kiril esaslı Özbek alfabesine alındı, harflerin sırası bile değiĢtirilmedi. Özbek dilinin özel sesleri için belirlenen dört ÿ/o/ve/ö/, K/q/, f/y/ve X/x/ harflerini Rus harfleri arasına almaya cesaret edemeyen reformcular, bu harfleri alfabenin sonuna iliĢtirmekten baĢka çare bulamadılar. Sonuçta fonemlerin özelliklerine göre Özbek alfabesindeki harfler, Rusçada benzeri olan sesleri gösteren harfler, Rus dilinde benzeri olmayan sesleri gösteren harfler olmak üzere suni tarzda iki gruba ayrılıverdi. Rus dilinde ünlüleri gösteren altı ünlü harf vardır. Kiril esaslı Özbek alfabesini hazırlayanlar, Özbek dilinin ünlülerini de altı harfle sınırlandırmak istediler. Rus alfabesindeki ünlüleri gösteren harflerden beĢ tanesi aynen alınıp ek olarak alfabeye ÿ harfi konuldu. Fonksiyonu ve söyleyiĢi çeĢitli olmasına rağmen, Rusçadaki ünlü sayısına eĢitlenen bu altı harf, Özbek dilinin zengin ünlü seslerini karĢılamaya yetmedi. A ve o seslerini karĢılayan harfler Özbekçe ve Rusça kelimelerde iki tür söyleyiĢi yarattı. A harfi bir kumaĢ türü olan ädräs ve iĢte anlamındaki ene kelimelerinde bir Rus diliyle alınan adress ve anatomiya kelimelerinde baĢka söylenmektedir. Bu ve buna benzer baĢka unsurlar, Özbekçe ve Rusçadan alıntı kelimeler arasındaki farkları belirginleĢtirip tek yazı dilinde, iki dilin söyleyiĢ kurallarının yan yana kullanılması gibi bir durumu ortaya çıkardı. Sonuçta millî söyleyiĢe ve imlaya çok zarar verdi. Sovyetler döneminde Özbek alfabesini geliĢtirme gönünde gösterilen çabaların, resmi mefkure tarafından Özbek dilinin ses sistemine değil, Rus dili ses sistemine yaklaĢtırma yönüne döndürüldüğünü biliyoruz.49 Sovyet döneminde iletiĢim dili olarak Özbekçe yerine Rusça kabul edilmiĢtir. BaĢlangıçta Rusça kullanmadan ziyade Rus kelimelerinin dile yerleĢtirilmesi teĢvik edilmiĢ olup, daha sonraları eğitimin dili Rusçaya kaydırılmıĢtır. Özellikle yüksek öğretim Rusçadır. Sovyet dönemini değerlendiren Muhammed Salih “Özbek nüfusun %72‟si Özbek, %13‟ü Rusça konuĢanlar, %4‟ü Taciklerden oluĢtuğunu söyleyerek Özbek dilinin %13‟e kurban edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Salih‟e göre Özbekistan‟da Rusça öğrenmenin teĢvik edilmekte fakat Özbek dili hiç dikkate alınmamaktadır. Mesela Rus okullarında eğitim gören Özbek çocukları kendi dillerinde ekmek, ver, para gibi kelimelerden baĢka bir Ģey bilmemektedir. Rusça hakkında devamlı konferanslar, toplantılar tertip edilmekte, fakat Özbek dilinin durumunu değerlendirebilmek üzere hiçbir faaliyette bulunulmamaktadır.50 Özbekistan‟da muhalefetin Özbek dilinin devlet dili haline getirilmesi yönünde ortaya koyduğu tepkiler sonucu 1989‟da Özbek dili devlet dili kabul edildi. 1992 yılında yapılan anayasanın 4. maddesine göre “Özbekistan Cumhuriyeti‟nin devlet dili Özbek dilidir. Özbekistan Cumhuriyeti Özbekistan‟da mukim olan halkların örfleri, gelenekleri ve dillerine karĢı saygı gösterir.” 51 ifadesiyle Rusçanın hakimiyetine teorik olarak son verilmiĢtir. Devlet programına göre Özbekçeye devlet dili statüsü verildiği gün -21 Ekim- dil bayramı olarak kutlanmaktadır. Dil düzenlemesiyle ilgili bakanlık, valilik, komite ve diğer devlet kurumlar görevlendirildi. Üniversitelerin hemen hepsinde Özbek dili ve edebiyat bölümü açıldı. Eğitim dili olarak Özbekçenin hakim kılınması çalıĢmaları baĢladı. Özbekçe kitap ve makale sayısında artıĢ oldu. ĠĢyerlerinde yazıĢmalar Özbek diliyle yapılmaya baĢlandı. 52

111

Özbekistan Cumhuriyeti Yüksek Meclisi 7 Mayıs 1993‟te yeni alfabe hazırlanması hakkında özel kanun kabul etti. Bu kararı uygulamak için çeĢitli toplantılar yapıldı. Özbekistan Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu 24 Ağustos 1995‟te Latin alfabesine dayanan alfabesinde Özbek dilinin temel imla kurallarını onayladı. Ortaokulların ilk sınıfları yeni alfabeye geçti. Ders kitapları ve kılavuzlar yeni alfabeyle yayınlandı. Daha üst sınıflar yeni alfabeye geçmek için hazırlıklar baĢlatıldı. Devlet ve kamu çalıĢmalarına yeni alfabeyi öğretmek için kurslar açıldı. Özbekistan‟ın kabul ettiği 29 harfli Latin alfabesinin birçok kusuru bulunmaktadır. Bir defa bu alfabe Türk cumhuriyetlerinin kabul ettiği alfabeye yaklaĢmak yerine ondan uzaklaĢmaktadır. BaĢta Ģ ve ç sesi olmak üzere bazı seslerin Ġngiliz alfabesindeki iĢaretlerle gösterilmesi, o ve g seslerini gösteren iĢaretlerin yanında apostrof iĢaretinin („) bulunması, alfabeyi baĢlangıçta zayıflatan hususlardır. Ünlü uyumunu Özbek Türkçesinde tesis edecek ünlüler bu alfabede de gösterilmemiĢtir. 6 ünlü bulunmaktadır. Stalin‟in Kiril alfabesini dayatırken gözettiği diller arasında keskinliği artırma düĢüncesi, bugünkü Özbek alfabesinde de sürmektedir. 2005 yılında Özbekistan‟ın tamamında Latin alfabesine geçilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. 1995 yılına kadar ortaokul 7. sınıfa kadar kitaplar Latin alfabesiyle yazılmıĢtır.53 Özbekistan‟da yaĢayan Özbek Türklerinin kendi dilleriyle eğitimi diğer cumhuriyetlere göre çok kısıtlıdır. Özbekistan eğitimde ÖzbekleĢtirme çalıĢmaları içindedir. Semerkant Üniversitesi Tacikçe eğitim yaptığı için kapatılmıĢtır. Bağımsızlıktan sonra Özbekistan‟da Rusçanın yerini yavaĢ yavaĢ Ġngilizcenin aldığı gözlenmektedir. Birçok siyasetçi Ġngilizcenin Rusça yerine uluslararası iliĢkilerde kullanılmasını arzu etmektedirler. Yabancı dil olarak Ġngilizce yaygın bir Ģekilde öğretilmektedir. Özbekistan vizesi, Özbekçe ve Ġngilizcedir. Ġngilizce hakimiyeti Özbek alfabesine de yansımıĢtır. ġ‟nin “sh” ile ç‟nin “ch” ile gösterilmesi bunun yansımasıdır. Bağımsızlıktan sonra baĢlayan bir akımla Özbekçeye Rusçadan geçen kelimelerin dilden atıldığını görmekteyiz. Özbekler anlamını bildikleri her Arapça ve Farsça kelimeyi Özbekçe kabul ettiklerinden Rusça kelimeler, hatta yüzde yüz Türkçe kelimeler yerine dahi kullanılmaktadır. Dilden atılmak istenen rayon yerine bazıları Türkçe tümen kelimesini, bazıları da ısrarla nahiye sözünü kullanmaktadırlar. Rusça kelimelerin yerine, yapısına ve anlamına bakılmaksızın Arapça, Farsça karĢılıklar bulunmakta, örnek olarak Farsçada dahi kullanılmayan kârgâh (iĢyeri) avaznigâr (radyo) gibi.54 Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluĢ yıllarında Türkiye‟de uygulanan dil politikasının icabı olarak Türkçe kelimeler türetmek, Arapça ve Fars kökenli kelimelerin birçoğunu tasfiye etmek fikri, bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetlerine dil planlamalarında model olacak bir çalıĢmadır. Ortak Türk dili ile ilgili tek somut çalıĢma Özbekistan‟da yapılmıĢtır. Bahtiyar Kerimov ve ġaahmet Mutalov‟un Orta Türk Dili adlı eseri 1992‟de yazılmıĢ olup Türk yazı dillerindeki kelimelerin konuĢan kiĢi ve kullanım sıklığı esas alınarak ortaklıkların tespitini istatistik ve bilgisayar bilimlerinden de yararlanarak teklif etmektedir. Ortak Türk dili diye bütün kurultaylarda söz açıldığı halde bu eserin bütün Türk dünyasında görmezden gelinmesi düĢündürücüdür. Özbekistan‟ın bu tip çalıĢmaları

112

desteklemesi

de

bölgede

Türk

cumhuriyetlerine

yönelik

bir

strateji

arayıĢında

olduğunu

göstermektedir. Kırgızistan Sovyetler Birliği döneminde Kırgızcanın yazı dili olarak geliĢtiğini söyleyebiliriz. Kırgızca ilk gazete 1924 yılında basılmıĢtır. Kırgız yazı diline temel olarak Kuzey Kırgızistan bölgesi ağzı esas alınmıĢtır. Güneyde konuĢulan ağızların daha önce hemen hemen Türkistan‟ın tamamının ortak yazı dili olan ağataycaya yakın olması Sovyet yönetiminin tercihini siyasi olarak kuzey ağızlarından yana yapmaya itmiĢtir. Yazı olarak 1923‟ten 1928‟e kadar Arap alfabesi, 1928-1940 Latin, 1940‟tan günümüze kadar olan dönemde de Kiril alfabesi kullanılmıĢtır. Kazakistan‟dan farklı olarak Kırgızistan‟da Kırgız nüfus ağırlıklı bir yapıya sahiptir. 1991‟den sonra Kırgızistan hükümeti tarafından Kırgız dilini Latin alfabesine geçirilmesi için karar verilmiĢ ve Kırgızca resmi dil olarak kabul edilmiĢtir. Maddi sıkıntılar yüzünden Latin alfabesine geçilememiĢtir. Kırgızistan‟da 1993 yılında kabul edilen anayasanın 5/1 maddesine göre çok uzun yıllardan sonra ilk defa bu anayasa ile devletin resmi dili Kırgızca olarak belirlenmiĢtir. Ayrıca 5/2 maddede Rusça ile Cumhuriyet nüfusunun, eĢit ve serbest Ģekilde kullanılması ve geliĢmesi güvence altına alınmıĢ olup, 5/3 madde de devlet dilini bilmemek veya kullanmamak nedeniyle vatandaĢların hak ve özgürlükleri kısıtlanamaz ifadesiyle Kırgızcanın dıĢında konuĢulan baĢta Rusça olmak üzere diğer dillerin korunması ve geliĢmesi için teminat verilmiĢ olup, resmi dili bilmeme ve kullanmamanın bir tehdit unsuru

olarak

kullanılamayacağının

garantisi

verilmiĢtir.

Anayasanın 43/3 maddesinde cumhurbaĢkanı adaylığı için devlet dilini bilme Ģartı konmuĢtur.55 Kırgız dili resmi dil olarak kabul edildikten sonra Kırgızistan halkının bu dili öğrenmesi yönünde adımlar atıldı. Kırgız Türklerinin dıĢındaki halklar, özellikle de Ruslar bu durumdan hoĢnut olmadılar. Kırgız ordusundaki Ruslar 1992‟de Akayev‟i istifaya davet ettiler. Akayev‟in KırgızlaĢtırma siyaseti güttüğünü iddia ettiler. Kırgızistan‟da 1992‟de yapılan ticaret yasasının 1997‟ya kadar Kırgızcaya çevrilmesi ön görülüyordu. 1996 yılının Mart ayında Kırgız parlamentosu Rus dilinin Kırgızca ile birlikte resmi dil olduğunu kabul ederek eksi duruma döndü. Bunda Rusya‟nın oynadığı gizli rol önemli olmuĢtur. Akayev Rusçanın resmi dil olmasını bir uzlaĢma olarak takdim etmiĢtir. Bunun sonucu olarak Kırgızistan‟da Kırgız Türkçesi kullanımdan düĢme noktasına gelmiĢtir. 17 Ocak 2000 tarihli Ayyıldız gazetesinin Kırgız Press‟in haberine göre verdiği bilgide devlet dili ilan edilen Kırgız Türkçesinin bugüne kadar resmi yazıĢmalarda kullanılmadığı, bu yöndeki çabaların da baĢarısızlıkla sonuçlandığı ifade edilmiĢtir. Haberin devamında hükümetin, Kırgız Türkçesini resmi yazıĢmalarda kullanma çabalarında Ģimdiye kadar baĢarılı olamadığı, devlet dili olan Kırgız Türkçesinin öğretilmesi için yeterli kitapların olmadığı, kreĢ ve ilkokullarda da bu dersin çok düĢük seviyede öğretildiği kaydedilmiĢ, ortaokullarda Kırgız Türkçesi ders kitaplarının yeterli olmadığı belirtilmiĢtir.

113

Muhalefette bulunan Asabe Partisi ortak Türk dilinin geliĢtirilmesini destekledikleri gibi Latin alfabesine geçiĢi gerekli görmekte ve Kırgız ruhunun ötesinde tüm “Türk”leri birleĢtiren ortak bir kimliğin güçlendirilmesini istemektedir.56 Kırgızistan‟ın Ankara Büyükelçiliği 3. Katibi Aybek Akaev‟in tarafımıza faksla gönderdiği bilgiye göre Rusça milletlerarası dil olarak kabul edilmiĢ ve baĢkent BiĢkek, büyük Ģehirlerde ve ülkenin kuzeyinde geniĢ olarak kullanılmakta olup, Kırgızca ile birlikte Rusça da resmi yazıĢmalarda kullanılmaktadır. Kırgızistan‟da Kırgızlardan baĢka yaĢayan topluluklar kendi dillerinde serbestçe konuĢup Slav (Rus), Özbek, Alman, Uygur, Türk, Kore vb. üniversiteleri ve okullarında kendi dillerinde öğretim alabilmektedirler. Ortak Türk dili ile ilgili devlet kurumlarında herhangi bir çalıĢma yapılmamaktadır. Kırgızcanın geliĢtirilmesi için 1991‟den sonra hükümete bağlı bir komisyon kurulmuĢtur. Kırgızistan‟da 1990‟lara kadar eğitim dili ağırlıklı olarak Rusçaydı. Ancak Kırgızcanın kullanımı yıldan yıla arttı. Uzun vadeli planlarda Batı tarzında üniversitelerin oluĢturulması amaçlanmaktadır ve bundan dolayı üniversiteler batı tarzında lisans diploması vermeye baĢlayacaklardır. 1992 yılında CumhurbaĢkanı Akayev BiĢkek‟te Slavik bir üniversite kurarak, Kırgızistan‟da bulunan Rusça eğitim almıĢ nüfusa yardım etmeyi amaçladı. Bunun dıĢında eğitimin KırgızlaĢtırılması, Kırgızistan‟dan göç için en önemli etkenlerden biri oldu. Bu üniversitenin kurulmasının diğer bir amacı da Orta Asya‟dan tüm Rusça konuĢan öğrencilere kucak açmaktı. ünkü Rusya Federasyonu dıĢında kalan Rus öğrenciler Sovyet döneminde sahip oldukları bedava eğitim haklarını kaybettiler. Buna karĢın, eğitim alanındaki maddi imkanların yetersiz olması sebebiyle etnik olarak Kırgız olmayan öğrencilerin eğitimine dair bu projeye yoğun bir muhalefet oluĢtu. Kazakistan Kazaklar arasında Orta Asya‟da diğer Türk kökenli topluluklardan farklı bir etnik kimlik üzerine inĢa edilen bilinç doğrudan arlık Rusyası‟nın politikalarıyla beslenmiĢtir. Kazak dilinin geliĢmesi ve yazılı alfabeye kavuĢması bu dönemde olmuĢtu. Kazak yazılı edebiyatı Ġbray Altınsarın gibi Kazak aydınlarının çabalarıyla Kazak yazılı edebiyatının ilk önce Rus eğitim sistemi içinde Kiril alfabesiyle geliĢmeye baĢlamıĢtır. arlık Rusyası politikasının temel amaçlarından biri aslında Ġslâmiyet‟i çok geç kabul eden ancak yine de Ahmet Yesevî gibi yörede etkili olmuĢ olan Sufilere yakınlık duyan Kazakları Arap alfabesinden ve Ġslam dünyasından koparmaktı.57 Kazakistan nüfusunun en geniĢ parçası içinde iletiĢim için bir kanal temin eden Ģimdiki dil Kazakça değildir. SSCB‟nin Rus olmayan milletlerinin “ikinci ana dil” olarak onlu yıllar için aracılık eden Rusçadır. 1989 nüfus sayımına göre Kazakistan nüfusunun dörtte üçünden fazlası Rusçanın doğuĢtan konuĢucusudur ya da onu akıcı olarak konuĢabilmektedir. Kazakistan Ruslarının yaklaĢık olarak tamamı ve diğer azınlık üyeleri (özellikle Slavik olanlar) doğal, doğuĢtan Rusça konuĢucularıdır. oğu doğuĢtan konuĢucu olmamasına rağmen Kazakistan Kazaklarının çoğunluğu Rusçayı akıcı biçimde konuĢur. Kazakların %64‟ü 1989 sayımında akıcı Rusça konuĢtuklarını iddia etmiĢlerdir. Bu diğer eski Sovyet Türk cumhuriyetlerindeki %23 ve %37 oranları ile karĢılaĢtırıldığında ĢaĢırtıcıdır. Doğrusu, 1989 sayım

114

sonuçları, doğuĢtan Rusça konuĢan Kazakistan Kazaklarının oranının %2‟nin altında olduğunu gösterdiği anlamına gelir. Yine de bu sayı aldatıcıdır. Kazak dili ustalığının azlığı ya da yokluğuna rağmen ırken Kazak olanların birçoğu doğuĢtan Kazakça konuĢmaya baĢladığının kaydedildiği açıktır. Kazakistan‟ın dil problemleri tartıĢmasına halk içindeki bu katılımcılar Kazakların en az %25‟inin çok az Kazakça konuĢtuğu ya da hiç konuĢmadığını genel olarak kabul ederler. Bunların çoğu %25-40 arası muhtemelen Rusçayı Kazakçadan daha akıcı biçimde konuĢmaktadırlar.58 Kazakça 1989‟da Kazakistan‟da devlet dili olarak kabul edilir. Devlet dili kanuna ek olarak Rusya‟da bir “çapraz milliyet dili” iletiĢim için ihdas edildi. 1995‟te yapılan referandum ile kabul edilen anayasaya göre Kazakistan Cumhuriyeti‟nde devlet dili Kazakçadır. Devlet kuruluĢlarında ve yerel yönetim birimlerinde Kazakçayla birlikte resmi olarak eĢit Ģartlarda Rusça da kullanılır. Devlet Kazakistan halkının dillerinin öğrenilmesi ve geliĢtirilmesi için uygun Ģartlar sağlar (Madde 8/1-2-3). Herkes kendi ana dilinde konuĢma, kendi kültürünü yaĢama, iletiĢim, konuĢma, eğitim ve yaratıcılık dilini özgürce seçme hakkına sahiptir (Madde 20/2). Kazakistan Cumhuriyeti‟nde doğmuĢ, en az otuz beĢ yaĢında olan, Kazakistan‟da en az 15 yıl ikamet etmiĢ olan ve devlet dilini serbestçe kullanabilen her bir vatandaĢ Kazakistan devlet baĢkanı olabilir (Madde 42/2).59 Kazakistan anayasasında Kazakça ile ilgili yer alan hükümlere baktığımızda bağımsızlık sonrası bir KazaklaĢtırma sürecinin baĢladığını söyleyebiliriz. Bu doğrultuda 1997 yılında ikinci bir dil kanunu yapılmıĢtır. Bu yeni kanun dille ilgili uygulamaların daha somut olarak hayata geçirilmesini, toplum için politikası ve dıĢtan bağımsız yapısıyla yüce bir devlet olarak geniĢlemeye baĢlayan Kazakistan toplumunun psikolojik atmosferindeki bazı değiĢikliklere saygıyı da kapsar. Kazakistan‟da Ekim 1998‟de BaĢkan Nursultan Nazarbayev‟in emriyle anayasa temelinde dil politikası kavramı ve yeni dil kanunu “Dillerin ĠĢlevi ve GeliĢmesinin Devlet Programı” kabul edildi. Programın oluĢumu, toplumdaki dil problemlerinin çözüm yöntemi ve bu alanda sosyal hakların restorasyonunda devlet desteğinin gerekliliğine yol açtı. Programın temel hedefi, Kazakistan Cumhuriyeti‟ndeki diğer diller ve devlet dili için uygun koĢulları sağlamaktır. Devletin ölçüleri ve bilim, kültür, eğitim ve medya alanında diğer dillerin geliĢmeleri konusu ayrıntılı olarak açıkça belirtilmiĢtir. Terminoloji ve yer isimlerinin araĢtırılmasına ve devlet dili temelinde ülkenin devlet iĢlerinin dereceli olarak idaresine özel önem verildi. Kazakistan Cumhuriyeti Kültür ve Enformasyon Bakanlığı‟nın BaĢbakanın emrine göre programın gerçekleĢtirilmesinin kontrolü izlenecek ve üç ayda bir hükümete mahalli baĢkanlık ve bakanlıkların hareketleri ve durumları hakkında bilgi verilecektir. 1999 Haziranı‟nın 25. gün raporundaki bilgilere göre dil geliĢmeleri için bazı somut ölçüler Kazakistan‟da görülmeye baĢlamıĢtır. Bu geliĢmeleri kısa baĢlıklarla ortaya koyalım. Kazakistan‟da yaĢayan Kazak Türkleri dıĢındaki halklar kendi dilleriyle eğitim yaptıkları kurumlarda Kazak Türkçesini de öğretmektedirler. Mesela Aktöbe bölgesinde Koreli ve Yahudi ulusal kültür merkezleri ana dil bilgisi rekabetini sürdürürler. Rus ortaokullarının 10-11. sınıflarında Kazak dilinin ek saatleri bu yıl eklendi. KreĢlerdeki çocuklar haftada 2-3 saat devlet dilini çalıĢıyorlar. Kuzey Kazakistan Üniversitesi‟nin bütün Rusça bölümlerinde 1998‟de öğrenciler Kazak dilini 160 saatlik programa göre öğreniyorlardı.

115

1999‟da bu 280 saatlik programa göre yapıldı. 40 öğrencili kreĢlerde Rus çocuklar haftada iki kez resmi dili öğrenecekler. Kazak isimleri ve soy isimlerinin tarihi Kazak geleneklerine göre düzenlenmesi iĢini de bu program çerçevesinde ele almak gerekir. 1996‟da Nursultan Nazarbayev imzası ile yayınlanan kararnameye göre Kazak halkının mensupları aile adlarının ve Soyisimlerinin yazımında Rusça -ov,ev,-ova,-eva gibi ekleri bırakıp, bunların yerine ulı (oğlu) kızı kelimelerini getirebilirler. Bunun gereği olarak bir çok Kazak ismi ve soy ismini değiĢtirme yoluna gitti. Kazakistan‟da bir Kazak‟ın kimlik kartında ilk adları soy adları, babalarının adı ve soy adına yer verilmektedir. Ġleriki yıllarda Kazak isimlerinin tamamen Kazak sistemi için ortak bir Ģekilde yazılacaktır. Kazakistan Cumhuriyeti‟nde uygulanan dil politikalarının bir hedefi de Sovyetler Birliği döneminde değiĢtirilen Kazak yer isimlerinin tekrar konulmasındır. Onomastik problemlerin öneminin göz önüne alınmasıyla Kazakistan‟da 1990‟da Hükümet yanında Devlet Adbilim Komisyonu kuruldu. Komisyonun ana hedefi yerel yönetimlerin tekliflerini tarihi yer adlarının kullanımı ıĢığında kararlaĢtırmaktı. Komisyon yerleĢim bölgeleri ile ilgili 134 bin adı kapsayan bir katalog oluĢturmuĢ durumdadır. Yer adları ile ilgili koleksiyon çalıĢması sürmektedir. Topomomik malzemenin derlenmesi ve bir sözlükte toplanması çalıĢmaları baĢlamıĢtır.60 Farklı sebepler yüzünden Kazakistan‟da dil koĢulları derece derece değiĢiyor. Ülkede ana iletiĢim dili hâlâ Rusça olsa bile Kazak dili adım adım sosyal fonksiyonunu artırıyor. Kazakistan‟da iki resmi dil Rusça ve Kazak dilidir. Kazak dili Arapça yazı kullanarak ilk kez 1860‟larda yazılmıĢtı. 1929 yılında Latin alfabesi takdim edildi. 1940 yılında Stalin, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin yazma materyallerini Slav yöneticilerle birlikte Kiril tarzına dönüĢtürmek suretiyle birleĢtirmeye karar verdi. 1992 yılında Latin esaslı alfabenin geri dönmesi tartıĢma yarattı; ancak ortaya çıkan büyük masraflar bu düĢüncenin kabul edilmesini daha da ileri bir tarihe kadar durdurmuĢ görünüyor. Sovyet döneminin sonlarında bu cumhuriyette yaĢayan Rusların az bir miktarı iĢlerini yitirmemek, silahlı kuvvetlerde hizmet edebilmek ve çocuklarını bir Kazak

üniversitesine

gönderebilmek için Kazak diline ihtiyaç duyabilecekleri ihtimalini ciddi bir Ģekilde düĢündüklerinde Kazak dili ilk kez bir devlet dili haline geldi. Bu bağlamda Kazakların çoğunluğu Rusça konuĢabilmesine rağmen Rusların %1‟den daha az bir kısmı Kazak dilini konuĢabilmekteydi. Ancak Rusya ve Kazakistan arasında nihayetinde bağımsızlığa varan ayrılıkla özellikle kuzeyde Ruslar tek yasal devlet dili haline gelmekte olan Kazakça tehdidini fark ettiklerinde resmi dil politikalarına dair Rus milliyetçi duyguları ve farz edilen ayrımcılığa karĢı muhalefet artıĢ gösterdi. Bu arada Kazaklar da dillerinin hakimiyeti kendi aralarında bile yaygın olmaktan uzakken ana dillerinin üstünlüğünü Ģiddetle savundular. Bazı tahminlere göre Kazak nüfusun %40‟ı kendi dillerinde akıcı değildir. Örneğin ticari hayatta kabul gören dil Rusçadır.

116

Kazak dilini çok iyi konuĢanlar bile bu dilin Sovyet döneminde modern teknik dil dağarcığını asla geliĢtirmemesi ve genellikle bir “mutfak” dili olarak kalması dolayısıyla fende, ticarette ve bazı idari oluĢumlarda kullanımını güç bulmaktadırlar. Ayrıca teknik ve popüler yazıların da Kazak diline dönük yaygın tercümeleri bulunmaktadır. Böylece çoğu Kazak için Rusça temel “dünya dili” olarak kalmaktadır. Gerçekte Devlet BaĢkanı Nazarbayev on yıllar boyunca süren RuslaĢtırma sürecinin Kazakçayı bir dil olarak hayatta kalmada tehdit ettiği alanlarda Kazakçanın tek resmi dil yapılmasını savunmuĢtur. Rusçanın uygulamadaki önceliği okullarda görülmektedir. Kazak dilinin yapılanmada temel dil olduğu okulların sayısını arttırma çabalarına rağmen 1990‟yı yılların ortalarında da Rusça hakimiyetini sürdürüyor görünmüĢtür. 1990 yılında Rusça öğretilen okullar Kazakça öğretilen okulların iki katı kadardır. Yüksek öğrenim kurumlarında güçlü bir tercih eğilimi Kazak öğrencilerden yana görünse de çoğu alanda Rusça öğretim dilidir. Diller konusu Kazakistan‟daki en siyasi ve en tartıĢmalı konulardan biridir. Dil konusunun hassaslığı 1993 yılında baĢlayan ve Kazakistan Ruslarına çifte vatandaĢlık verilmesine dair Rus karĢıt önerileriyle daha da arttı. Nazarbayev böyle bir politikayı reddetmesine rağmen dil karĢıtlığı onun Kazak dilini tek resmi dil yapma yasalarını uygulamasını ertelemeye teĢvik etti. Böylece Kazak olmayan çoğu yetiĢkin kiĢi de Kazak dilini öğrenmek zorunda kalmayacak görünüyor. Ne var ki, nüfusla ilgili veriler Kazak olmayan nüfus içerisinde ciddi rahatsızlık meydana getirecek Ģekilde yeni nesillerin Kazak dilini öğrenmek zorunda kalacağını ihtimal dahilinde kılıyor. 1995 Anayasası çifte vatandaĢlığa müsaade etmemekte ancak Rusçanın resmi bir dil olduğunu açıklamakla Rusların kaygılarını hafifletmektedir. Bu statü Rusçanın pek çok etnik kazak için iletiĢimde temel dil olmayı sürdüreceği ve okullarda (Rus vatandaĢların büyük bir kaygısıdır.) ve resmi belgelerde kullanımının devam edeceği anlamına gelmektedir. Sonuç Tarih boyunca çok çeĢitli topluluklara ve insanlara sahne olan Orta Asya‟nın bugünkü sakinlerinin sahip oldukları kimlik bu büyük geçmiĢten ayrı düĢünülemez. Ancak aynı geçmiĢin önemli kırılma noktaları vardır. Söz gelimi SSCB dönemi bölgenin tarihsel akıĢıyla çeliĢen birçok yeni uygulamasıyla önemli bir kırılma noktasıdır. Dolayısıyla günümüz kimlik meselesi ele alınırken bölge ülkelerinin gelecekteki tercihleri ve geçmiĢin aynı anda okunması bir zarurettir. Böylelikle tamamen meydana çıkmıĢ bir kimlikten bahsedilemeyeceği; ancak zaman içinde de değiĢmesi mümkün, bir proto kimliğin bu ülkeleri siyasi açıdan içine aldığı görülecektir. Daha önemli bir gerçek de, bölge ülkelerinde Ģimdi belirli müĢterek özelliklerle müĢahede ettiğimiz bu proto kimliklerine rağmen “Türk kökenli ülkelerin ve toplulukların birbirinden farklı siyasal kimlikler oluĢturma yolunda adımlar attığıdır.”61 Bağımsız Türk cumhuriyetlerinde dil reformları daha çok iki alanda dikkati çeker. Rusça kelimelerin tasfiyesi, alfabenin Kirilden Latine dönüĢtürülmesi (Kazakistan, Kırgızistan hariç). Reformlar Türk yazı dillerini birbirine ve özellikle de Türkiye Türkçesine yaklaĢtıracak her türlü giriĢime sırtını dönmüĢtür. Türk kelimesi zaten çok kullanılmaz. Bu yönüyle dil politikaları Stalin‟in siyasetinin

117

devamı gibi değerlendirilebilir. Alfabelerle ve terminolojik farklılıklarla oynayarak cumhuriyetler arasındaki dilbilimsel farklılıkları arttırmak. Tarihe yaklaĢımlarında da görüldüğü gibi, bugünün milliyetçiliklerinin Sovyet sisteminden koparak değil onun bir devamı olarak uygulandığının baĢka bir kanıtıdır bu. Rusça kelimeler değiĢtirildiğinde yerini Arapça-Farsça kaynaklı kelimeler almaktadır. Özbekistan‟da havaalanı yerine tayyaregah kullanımı gibi. Atatürk‟ün pek sevdiği öz Türkçe ilgi toplamadı. Burada pantürkist değil, Orta Asyalı bir tercih yapıldığı açıkça görülür. FarisileĢmeye çalıĢan Tacikistan‟ın tersine, Türk cumhuriyetleri farklılıklarını vurgulamaya ve dillerini sonradan inĢa edilen tarihlerine uydurmaya çalıĢtılar. Türkiye Türklerinin tersine hiç kimse pantürkist boyutu yeniden devreye sokmak istememektedir.62 Alfabe değiĢiminde ortaya çıkan yerel milliyetçilik Moskova‟ya olduğu kadar komĢulara ve muhtemel tüm bölgesel birleĢmelere karĢı da inĢa edilmektedir. Rusya Federasyonu içinde Muhtar Cumhuriyet veya Özerk bölge statülü Türk toplumları kendi bölgelerinde nüfus olarak genellikle azınlıkta bulunmaktadır. Dağlık Altay %30 Altay, %64 Rus; Hakasya %12 Hakas, %80 Rus; BaĢkurdıstan %21.9 BaĢkurt, %28.4 Tatar, %39.3 Rus örneklerinde Türk nüfusu kendi cumhuriyetlerinde azınlıkta kalmıĢtır. Genç nüfusun ana dillerini bilmemesi, ona hürmet beslememesi, aktif ve her alanda geçer bir dil olarak Rus dilinin varlığı bu dillerin akıbetini pek de aydınlık göstermemektedir. Bu dillerin öğrenilebilmesi için gerekli “ısrarlı sosyal gereksinimler”in bir an önce yaratılması “çoğunluğa” olmasa bile azınlığın gelecek kuĢaklarına ana dillerinin benimsetilebilmesi için gereklidir. Kendi yurtlarında nüfusça azınlık durumuna düĢmüĢ olan Türk topluluklarının ana dillerinin kullanım alanını geniĢletmek ve bu suretle bu dilleri öğrenme gereksinimini arttırmaları oldukça güç görülmektedir.63 Federal düzeyde etnikler arası iletiĢim dili olarak Rusçanın durumu güçlenme eğilimindedir. Bu süreç doğal karaktere sahip ve objektif nedenlerle ilk olarak da demografik faktörü yani temel (Rus) etnosun sayıca salt çoğunlukta olması ile ĢartlandırılmıĢtır. Diğer etnosların fertleri gönüllü olarak temel etnosun diline sahip olacaklardır.64 SSCB‟nin dağılmasından sonra Rusça Türk cumhuriyetlerinin ortak iletiĢim dili vazifesini sürdürmektedir. Ayrıca Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin imzaladıkları anlaĢma gereğince de resmi iĢ dili statüsüne sahiptir. Türk dilinin dünyadaki çeĢitli kollarını inceleme ve araĢtırmada sosyo-politik boyutu gözden uzak tutmamak gerekir.65 Moskova‟nın resmi dil siyaseti Türk dilinin eski SSCB‟deki çeĢitli kollarının son 70 yıl içindeki geliĢmelerinde etkin rol oynayan inkar edilemez sosyo-politik bir olgudur. Bu durum bağımsızlığını kazanan Türk toplumlarının uyguladıkları dil siyaseti ve Rusya Federasyonu içindeki Türk toplumlarının dilleri ile ilgili geliĢmeleri de aynı çerçevede ele almayı zaruri kılmaktadır. Türk dil ve lehçeleri üzerinde yapılacak gramer çalıĢmalarında mutlaka sosyo-politik geliĢmeler dikkate alınmalıdır.

118

1

Ġmer, Kâmile (1998), Türkiye‟de Dil Planlaması: Türk Dil Devrimi, Kültür Bakanlığı

Yayınları, Ankara, s. 7-32. 2

Turan, ġerafettin; (1990), Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara, s. 27.

3

Cannat, Rene-Jan, Michel; (1992), Ġmparatorluklar BeĢiği, (evirenler, Erden Akbulut, T.

Ahmet ġevsılay) Alan Yayıncılık, Ġstanbul, s. 153. 4

Hudayberdiyev, Cura; (1998), Özbekçede Ses Uyumunun Yok EdiliĢi, Türk Dünyası Dil

ve Edebiyat Dergisi, Sayı 5. Ankara, s. 433-442. 5

Avcı, Yusuf; (1997), Özbek Türkçesinde Ünlü Uyumlarına Dair, Türk Dünyası Dil ve

Edebiyat Dergisi, Sayı 4, s. 56-162, Ankara, s. 166-172. 6

Ercilasun, Ahmet Bican; (1993), Türk Dünyası Üzerine Ġncelemeler, Akçağ Yayınları,

Ankara, s. 70. 7

Tacemen, Ahmet. (1994), Rus Egemenliğindeki Türklerin DeğiĢtirilmesi, 1769-1940.

Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, s. 60. 8

Bacık, Gökhan; (1999) Türk Cumhuriyetlerinde Kimlik Sorunu, GeçiĢ sürecinde Orta

Asya Türk Cumhuriyetleri, Editör Mim Kemal Öke, Alfa Yayınları, Ġstanbul, s. 98-99. 9

Özdoğan, Günay Göksu, (1994) Sovyetler Birliği‟nden Bağımsız Cumhuriyetlere

“UluslaĢmanın dinamikleri”,Bağımsızlığın Ġlk Yılları, derleyen: BüĢra Ersanlı Behar, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 25-103 Ankara, s. 29. 10

Gokdağ. Bilgehan, (1999) Alfabe ve Siyaset, Atatürk‟ün Harf Devrimi ve Türk

Dünyasına Yansımaları Sempozyumu, KTÜ, Trabzon, 27 Ekim 1998, (basılı tebliğ) s. 21-38. 11

Özdoğan 194, a.g.e., s. 32.

12

Yalçınkaya, Alâeddin, (1999) YetmiĢ Yıllık Kriz, Sovyetler Birliği‟nde Moskova-Türkler

ĠliĢkileri, Ġstanbul, s. 151. 13

Aksamaz, Ali Ġhsan; (2000) Sovyetler Birliği‟nin Milliyetler Politikası ve Kafkasya, Tarih ve

Toplum Sayı199, Ġstanbul, s. 4-11. 14

Aksamaz 2000, a.g.m. Roy, Oliver; (2000), Yeni Orta Asya ya da Ulusların Ġmal EdiliĢi, (eviren Mehmet

Moralı), Metis Yayınları, Ġstanbul, s. 105. 15

Ilgar, Ġhsan (1988), Rusya‟da Birinci Müslüman Kongresi, Kültür Bakanlığı Yayınları,

Ankara. Hablemitoğlu, Necip, (1997) Çarlık Rusyası‟nda Türk Kongreleri (1905-1917) Ankara. 16

Roy, Oliver; (2000), Yeni Orta Asya ya da Ulusların Ġmal EdiliĢi, (eviren Mehmet

Moralı), Metis Yayınları, Ġstanbul, s. 116-117.

119

17

Dencausse, Carrere, Helene. (1984), Parçalanan Ġmparatorluk, Sovyetler Birliğinde

Halkların Ġsyanı, eviren Nezih Uzel, Ġstanbul, s. 251-284. 18

ROY 2000, a.g.e., s., 229-230.

19

17-Fierman, William; (1989), “Glasnost in pratice”, Central Asiyan Survey, V. N, Fatma,

(1997), Kazan Tatarları, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. S. 1446-1451, Ankara, s. 1451. 23

Cihangir, Erol; (1997), Ġdil-Ural bölge Türklüğü ve Tataristan, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16,

Ankara, s. 1466-1468. 24

Zekiyev, Mirfatih, (2000), Tataristan‟da Dil ve Alfabe ile Ġlgili GeliĢmeler, VIII. Türk Devlet

ve Toplulukları Dostluk KardeĢlik ve ĠĢbirliği Kurultayında Yapılan KonuĢma 24-26 Mart 2000, Samsun. 25

Yüksel, Ġsmet (1997), Kırımın Etnik Yapısı ve Kırım Tatarlarının problemleri, Yeni

Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. S. 1516-1527, Ankara, s. 1523-1524. 26

Kalafat, YaĢar, (1999), Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji AraĢtırmaları,

Ankara, s. 40-44. 27

Kalafat, YaĢar, 1999, a.g.e., s. 162-163.

28

ınar, Günden Peker; (1997), Gagoğuzlar, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16., Ankara, s. 1603-

29

Yılmaz, Metin (1997) uvaĢistan, uvaĢlar, uvaĢça, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16.,

1615.

Ankara, s. 1537-1547. 30

KiriĢçioğlu, Fatih (1997) Sahalar (Yakutlar), Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16., s. 1558-1560.

31

Arıkoğlu, Ekrem; (1997) Tuva Cumhuriyeti, Tuva Türkleri, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16.,

Ankara. s. 1561, 1569. 32

Deliömeroğlu, Yakup; (1997), Hakaslar, Hakasya, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16., Ankara,

s. 1570-1587. 33

Yılmaz, Salih (1997) Karakalpak Türkleri ve Bugünkü Karakalpakistan, Yeni Türkiye, Yıl

3. Sayı 16., Ankara, s. 1320-1329. 34

Aslan, Yasin; (1990), Bugün Azerbaycan‟da Pantürkizm ve Ġslam, Baysan Yayınları,

Ġstanbul, s. 57-65. 35

Swietochowskı,

Tadeusa;

(1988)

Müslüman

Cemaatten,

Ulusal

Kimliğe

Rus

Azerbaycan‟ı 1905-1920, (Türkçesi Nuray Mert) Bağlanan Yayınları, Ġstanbul, s. 52. 36

Ülkelerin Anayasaları (1999), TĠKA, Ankara, s. 7-15.

37

Aslan, Yasin; (1990), Bugün Azerbaycan‟da Pantürkizm ve Ġslam, Baysan Yayınları,

Ġstanbul, s. 53-68.

120

38

Roy 2000, a.g.e., s. 231.

39

Ersanlı, BüĢra Behar; (1994) Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan‟da Eğitim ve

Kültür Politikaları Bağımsızlığın Ġlk Yılları, (Derleyen BüĢra Ersanlı Behar) Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 143-219. 40

Özdoğan 1994, a.g.e., s. 67-69.

41

Konbolat, Hasan, (1997) Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Cumhuriyeti, Yeni Türkiye,

Yıl 3. Sayı 16., Ankara, s. 1330-1346. 42

Ersanlı, BüĢra Behar 1994, a.g.e., s. 197.

43

Türkmenistan Ülke Rraporu (1996) TĠKA, Ankara, s. 60.

44

Sarıyev, Berdi, (1999) Türkmenistan‟da Alfabe ve Bugünkü GeliĢmeler, Atatürk‟ün Harf

Devrimi ve Türk Dünyası Yansımaları Sempozyumu, KTÜ. Trabzon 27 Ekim 1998 (basılı tebliğ) s. 117-120. 45

ġaabdurahmanov, ġ.; Askerova, M.; Hacıev, A. Resulov, Ġ. J Danyarov. H.; (1982),

Hazırgi Özbek Edebî Dili, TaĢkent. 46

Avcı, Yusuf; (1997), Özbek Türkçesinde Ünlü Uyumlarına Dair, Türk Dünyası Dil ve

Edebiyat Dergisi, Sayı 4, Ankara, s. 156-162. Cırtautas, Ilse Laude; (1976), Son Elli Yılda Edebî Özbekçenin GeliĢmesi Üzerine, Türk Kültürü AraĢtırmaları, xu/1-2, Ankara, s. 77-92. 47

Hudayberdiyev, Cura; (1998), Özbekçede ses uyumunun yok ediliĢi, Türk Dünyası Dil ve

Edebiyat Dergisi, Sayı 5, Ankara, s. 433-443. 48

Togan, Zeki Velidi (1976), Türklüğün Mukadderatı Üzerine, Ġstanbul, s. 57-58.

49

Kuçkartayev, Ġristay (1999), Latin Esaslı Özbek Alfabesi, Atatürk‟ün Harf Devrimi ve

Türk Dünyası Yansımaları Sempozyumu, KTÜ. Trabzon, 27 Ekim 1998, (basılı tebliğ) s. 121-126. 50

Salih, Muhammed (1997), Türkistan ġuuru, (Hazırlayan Dr. ġuayb KarakaĢ) Ötüken

Yayınevi, Ġstanbul, s. 12-13. 51

Ülkelerin Anayasaları, 1999: 230.

52

Abdurahmanov, Gani; (1999) Özbek Türkçesine “Devlet Dili”statüsünün verilmesi VII.

Milletler Arası Türkoloji Kongresi‟ne Sunulan BasılmamıĢ Tebliğ, Ġstanbul. 53

Abdurahmanov, 1999, a.g.e.

54

Yaman, Ertuğrul, (1998), Türkistan Notları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 95.

55

Ülkelerin Anayasaları, 1999, s. 175; 192.

56

Özdoğan 1994, a.g.e., s. 63.

57

Özdoğan 1994, a.g.e., s. 42.

121

58

Fierman, William, (1998), Language and the defining of ıdentity in Kazakistan: The Mixed

Blessings of Independence. Indiana Universty. USA. 1998. Unpublished paper. 59

Ülkelerin Anayasaları 1999, 121, 125, 133.

60

Khusaınov, Kobey, (1999), Defining of idetity and language policy in Kazakistan, VII.

Milletler Arası Türkoloji Kongresi‟ne Sunulan BasılmamıĢ Tebliğ, Ġstanbul. 61

Ersanlı, BüĢra, Behar; (1997) Bağımzızlık Kimliği; Yeni Türk Cumhuriyetlerinde Kültürel

Siyasal DönüĢüm, Türkiye Günlüğü, No 31, Ankara. 62

Aroy 2000, a.g.e.

63

Killi, Gülsüm, (1999), Güneydoğu Sibirya Türklerinin Dil durumu, AraĢtırmalar, Kök

Sosyal ve Stratejik AraĢtırmalar Dergisi, Cilt I, Sayı: 2, Ankara, s. 161-174. 64

ĠliĢen, Ġldus; (1996), Problemi Yazıkayov, Politiki: Teoriya: Praktika, Jurnal VatandaĢ, No.

2. Ufa, s. 60. 65

Kocaoğlu, Timur; (1997), Türk Diline Sosyopolitik Bir BakıĢ, Türk Dili, Sayı 548, s. 113-

121 ABDURAHMANOV, Gani; (1999) Özbek Türkçesine “Devlet Dili” statüsünün verilmesi VII. Milletler Arası Türkoloji Kongresine Sunulan BasılmamıĢ Tebliğ, Ġstanbul. Aksamaz, Ali Ġhsan; (2000) Sovyetler Birliği‟nin Milliyetler Politikası ve Kafkasya, Tarih ve Toplum Sayı199, s. 4-11 Ġstanbul. ARIKOĞLU, Ekrem; (1997) Tuva Cumhuriyeti, Tuva Türkleri, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. s. 1561, 1569, Ankara. ASLAN, Yasin; (1990) Bugün Azerbaycan‟da Pantürkizm ve Ġslam, Baysan Yayınları, Ġstanbul. Avcı, Yusuf; (1997), Özbek Türkçesinde ünlü uyumlarına dair, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 4, s. 156-162, Ankara. BACIK, Gökhan; (1999) Türk Cumhuriyetlerinde Kimlik Sorunu, GeçiĢ sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Editör Mim Kemal Öke, Alfa Yayınları, Ġstanbul. BARUTU-ÖZÖNDER, F. Sema; (1999), Yeni Bir Sosyal-Siyasi evrenin izimde Dil ve Alfabenin Yeri, Atatürk‟ün Harf Devrimi ve Türk Dünyası Yansımaları Sempozyumu, KTÜ, TRABZON, 27 Ekim 1998 (basılı tebliğ), s. 1-7. CANNAT, Rene-JAN, Michel; (1992) Ġmparatorluklar BeĢiği, (evirenler, Erden Akbulut, T. Ahmet ġevsılay) Alan Yayıncılık, Ġstanbul. CIRTAUTAS, Ilse Laude; (1976), Son Elli Yılda Edebî Özbekçenin GeliĢmesi Üzerine, Türk Kültürü AraĢtırmaları, xu/1-2 s. 77-92, Ankara.

122

CĠHANGĠR, Erol; (1997) Ġdil-Ural Bölge Türklüğü ve Tataristan, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. s. 1436-1468-Ankara. INAR, Günden Peker; (1997), Gagoğuzlar, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. S. 1603-1615Ankara. DELĠÖMEROĞLU, Yakup; (1997), Hakaslar, Hakasya, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. s. 15701587, Ankara. DENCAUSSE, Carrere, Helene. (1984), Parçalanan Ġmparatorluk, Sovyetler Birliğinde Halkların Ġsyanı, eviren Nezih Uzel, Ġstanbul. ERCĠLASUN, Ahmet Bican; (1993) Türk Dünyası Üzerine Ġncelemeler, Akçağ Yayınları, Ankara. ERSANLI, BüĢra Behar; (1994) Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan‟da Eğitim ve Kültür Politikaları Bağımsızlığın Ġlk Yılları, (Derleyen BüĢra Ersanlı Behar) Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 143-219, Ankara. ERSANLI, BüĢra, Behar; (1997) Bağımzızlık kimliği; Yeni Türk Cumhuriyetlerinde Kültürel Siyasal DönüĢüm, Türkiye Günlüğü, No 31, Ankara. FĠERMAN, William; (1989), “Glasnost in pratice”, Central Asiyan Survey, V. VIII. No. 2. FĠERMAN, William, (1998), Language and the defining of ıdentity in Kazakistan: The Mixed Blessings of Independence. Indiana Universty. USA. 1998. Unpublished paper. GOKDAĞ. Bilgehan, (1999) Alfabe ve Siyaset, Atatürk‟ün Harf Devrimi ve Türk Dünyasına Yansımaları Sempozyumu, KTÜ, TRABZON, 27 Ekim 1998, (basılı tebliğ) s. 21-38. HABLEMĠTOĞLU, Necip, (1997) Çarlık Rusyası‟nda Türk Kongreleri (1905-1917) Ankara. HUDAYBERDĠYEV, Cura; (1998), Özbekçede ses uyumunun yok ediliĢi, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 5. s. 433-443, Ankara. ILGAR, Ġhsan (1988), Rusya‟da Birinci Müslüman Kongresi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. ĠLĠġEN, Ġldus; (1996), Problemi Yazıkayov, Politiki: Teoriya: Praktika, Jurnal VatandaĢ, No. 2. Ufa. ĠMER, Kâmile (1998) Türkiye‟de Dil Planlaması: Türk Dil Devrimi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. KALAFAT, YaĢar, (1999) Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji AraĢtırmaları, Ankara. KONBOLAT, Hasan, (1997) Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Cumhuriyeti, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. S. 1330-1346, Ankara.

123

KHUSAINOV, Kobey, (1999), Defining of Ġdetity and Language Policy in Kazakistan, VII. Milletler Arası Türkoloji Kongresine Sunulan BasılmamıĢ Tebliğ, Ġstanbul. KĠLLĠ, Gülsüm, (1999), Güneydoğu Sibirya Türklerinin Dil Durumu, AraĢtırmalar, Kök Sosyal ve Stratejik AraĢtırmalar Dergisi, Cilt I, Sayı: 2, s. 161-174. Ankara. KĠRĠġĠOĞLU, Fatih (1997) Sahalar (Yakutlar), Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. S. 1558-1560. KOCAOĞLU, Timur; (1997), Türk Diline Sosyopolitik Bir BakıĢ, Türk Dili, Sayı 548, s. 113-121. KUKARTAYEV, Ġristay (1999) Latin Esaslı Özbek Alfabesi, Atatürk‟ün Harf Devrimi ve Türk Dünyası Yansımaları Sempozyumu, KTÜ. TRABZON, 27 Ekim 1998, (basılı tebliğ) s. 121-126. ÖZDOĞAN,

Günay

Göksu,

(1994)

Sovyetler

Birliği‟nden

Bağımsız

Cumhuriyetlere

“UluslaĢmanın dinamikleri”, Bağımsızlığın Ġlk Yılları, derleyen: BüĢra Ersanlı Behar, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 25-103 Ankara. ÖZKAN, Fatma, (1997) Kazan Tatarları, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. S. 1446-1451, Ankara. ROY, Oliver; (2000), Yeni Orta Asya ya da Ulusların Ġmal EdiliĢi, (eviren Mehmet Moralı), Metis Yayınları, Ġstanbul. SALĠH, Muhammed (1997), Türkistan ġuuru, (Hazırlayan Dr. ġuayb KarakaĢ) Ötüken Yayınevi, Ġstanbul. SARIYEV, Berdi, (1999), Türkmenistan‟da Alfabe ve Bugünkü GeliĢmeler, Atatürk‟ün Harf Devrimi ve Türk Dünyası Yansımaları Sempozyumu, KTÜ. TRABZON 27 Ekim 1998 (basılı tebliğ) s. 117-120. SWĠETOCHOWSKI,

Tadeusa;

(1988),

Müslüman

Cemaatten,

Ulusal

Kimliğe

Rus

Azerbaycan‟ı 1905-1920, (Türkçesi Nuray Mert) Bağlanan Yayınları, Ġstanbul. ġAABDURAHMANOV, ġ.; ASKEROVA, M.; HACIEV, A. RESULOV, Ġ. J DANYAROV. H.; (1982) Hazırgi Özbek Edebî Dili, TaĢkent. TACEMEN, Ahmet. (1994), Rus Egemenliğindeki Türklerin Alfabelerin DeğiĢtirilmesi, 17691940. Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri. TOGAN, Zeki Velidi (1976), Türklüğün Mukadderatı Üzerine, Ġstanbul. TURAN, ġerafettin; (1990), Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara. Türkmenistan Ülke Raporu (1996), TĠKA, Ankara. Ülkelerin Anayasaları (1999), TĠKA, Ankara. YALINKAYA, Alâeddin, (1999) YetmiĢ Yıllık Kriz, Sovyetler Birliği‟nde Moskova-Türkler ĠliĢkileri, Ġstanbul. YAMAN, Ertuğrul, (1998) Türkistan Notları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

124

YILMAZ, Metin (1997) uvaĢistan, uvaĢlar, uvaĢça, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. S. 15371547, Ankara. YILMAZ, Salih (1997) Karakalpak Türkleri ve bugünkü Karakalpakistan, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. s. 1320-1329, Ankara. YÜKSEL, Ġsmet (1997) Kırımın Etnik Yapısı ve Kırım Tatarlarının Problemleri, Yeni Türkiye, Yıl 3. Sayı 16. s. 1516-1527, Ankara. ZEKĠYEV, Mirfatih, (2000) Tataristan‟da Dil ve Alfabe ile Ġlgili GeliĢmeler, VIII. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk KardeĢlik ve ĠĢbirliği Kurultayında.

125

Semantik ve Pragmatik Benzerlikleri ve Özellikleri Ġle Türkçe Deyimler / Doç. Dr. Raushan A. Avakova [s.88-95] Millî Üniversitesi Al-Farabi Genel Dil Bölümü /Kazakistan Deyimler, halkın manevî yaratıcılığının ürünü olduğundan onun kültürünü, töresini, âdetini, inancını, tarihini, medenî geçmiĢinin özelliklerini ve millî düĢüncesini ifade ederler. Deyimler, millî varlıktır. Onların baĢlıca millî niteliği emsalsiz olmalarıdır. Bu yüzden onlar farklıdır ve baĢka milletlerin deyimlerinden farklılık gösterir. Dilin en önemli parçalarından sayılan deyimler, binlerce yıl içerisinde kalıplaĢmıĢ ve sağlamlaĢmıĢtır. BaĢka halklarda olduğu gibi, millî hikmet ve millî özelliğin timsali olan Türkçe deyimler canlılığıyla, hassaslığıyla vasıflanır ve konuĢma ve yazı dilinde çeĢitli amaçlarla çok bol kullanılırlar. Türk halklarının kelime hazinesi de kendi geliĢme süresince deyimlerle zenginleĢmiĢtir. Türk halkları var oldukları yüzyıllar zarfında dilin yapısıyla sıkıca bağlı ve dikkate değer özellikler taĢıyan sayısız deyimler oluĢturmuĢlardır. Y.A. Rubinçik‟in belirttiği gibi “… deyimler, dilin yapısına o kadar derin girmiĢ ve dilin bütün parçalarıyla o kadar bağlıdır ki, onların çeĢitli konular ele alınırken incelenmemesi dilin diğer sahalarının, özellikle kelime hazinesi, morfoloji ve sentaks yapısının tetkik edilmesinde olumsuz tesirini gösterir”.1 Dilin bu çok önemli kısmı incelenmeden millî maneviyât ve özelliğin belirlenmesi mümkün değildir. Deyimler meselesi, gramerden ayrı olarak daha 1920-1940 yıllarında E.D. Polivanov, S.Ġ. Abakumov ve L.Ġ. Bulahovski‟nin çalıĢmalarında ele alınarak söz konusu edilmiĢtir. Deyimler teorisinin temeli A.A. Potebni, Ġ.Ġ. Sereznevskyi, A.A. ġahmatov ve F.F. Fortunatov‟un eserleriyle atılmıĢtır. Bu konusunun geliĢmesinde ġ. Balli‟nin fikirleri çok etkili olmuĢtur. Ancak Türkçe deyimler üzerine yapılmıĢ incelemelerin yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bazı dillerin deyimleri üzerinde birçok çalıĢmalar yapılmıĢ ve doktora tezleri hazırlanmıĢtır. Yayımlanan ilmî makalelerin de sayısı az değildir. Deyimleri sadece bir tek açıdan; dizi halinde veya kelimeleri ayrı ayrı ele alıp inceleyerek baĢarılı neticeye varılamaz. Onlar farklı nitelikte oldukları için özel bir tetkik istemektedir. ağdaĢ Türk halklarında deyimlerin sayısı oldukça çoktur. Bunlar yapısı, kuruluĢu bakımından türlü türlü olmakla beraber anlamları ve parçalarının mana münasebeti açısından da çeĢitlenmiĢtir. Deyimler, dilin özel bir unsuru olarak ancak 1930 yıllarından itibaren incelenmeye baĢlandı. E.D. Polivanov, o tarihlerde deyimlerin dilbiliminin ayrı bir kolu halinde ele alınması gerektiği fikrini ileri sürmüĢtü. Günümüz dil biliminde, hâlâ deyimleri adlandıracak tek anlamlı bir kelime yoktur. Bugün bu kavram “mecazlar”, “tâbirler”, “mecazî deyimler” gibi terimlerle adlandırıldığı için, deyimlerin kapsamı hakkındaki fikirlerin ayrı ayrı olmasına yol açmaktadır. Deyimleri tanımlamadaki fikir ayrılığı nelere bağlıdır? Bu, ilk önce deyimlerin konusunu belirleme prensibiyle ilgilidir. Bundan Ģöyle sıralayabiliriz:

126

1. Deyim, dilbiliminin ayrı bir kolu olarak kelimelerin sabit terkibidir. Yani kelimelerin manasını değiĢtirip, diğer kelimelerle ve onların vazifesiyle ilgili olarak yeni bir Ģekle girmesidir (N.N. Amosova, V.P. Jukov, A.M. Babkin ve baĢkaları). 2. Deyimler, sözcüklerin mana değiĢtirerek diğer bir kelimeyle ve cümleyle ilgili yenilenmiĢ zincirlemesidir (A.V. Kunin, N.D. RayhĢteyn vs.). 3. Manası ve yapısı bakımından kelimelerin anlamlarının değiĢerek yeniden oluĢturdukları sağlam terkiplere deyimler diyoruz (V.L. Arhangelskyi, N.M. ġanskyi vb.). 4. “Kelimelerin birleĢimine” deyimler denir (M.M. Kopilenko, Z.N. Popova). Türkçe deyimlerle ilgili de birçok eser yazılmıĢtır. Ama Türkçe deyimlerin incelenmesi bununla bitmiyor. Deyimler konusunda 1940-1950 yıllarında yayımlanan eserler, deyimler meselesinin oluĢmasında ve geliĢmesinde büyük etkide bulunmuĢtur. Mesela, S.K. KeneĢbayev‟in fikrine göre deyimler konusu çok geniĢtir. Bunlar; her türlü atasözleri, mecazî tabirler ve bileĢik kelimelerin tümüdür. Deyimlerin her çeĢidini bir araya getirecek umumi niteliğî, onların sabitliği ve kelimelerin mana değiĢtirmesidir.2 S.N. Muratov bütün birleĢik kelimeleri, her çeĢit söz birleĢmesini, terkipleri ve deyimleri kelimelerin sabit terkiplerinden sayar.3 “Türk halklarının dillerinde bütün tabirler sağlam terkiplerdir, ama bütün sağlam terkipler deyim sayılmaz”.4 1960 yıllarında deyim olarak sabit terkiplerin tek bir kısmının manasının değiĢmiĢ olması Ģartının aranmasına yönelik fikirler ileri sürüldü. Böyle terkipleri bazı araĢtırmacılar “deyimler” olarak adlandırdıysa da, diğerleri “mecazlar” demeyi tercih ettiler. O günlerde deyimlerin kapsamının daralması, araĢtırmacıların asıl manasından uzaklaĢmıĢ kelimelerden yeniden oluĢturulan terkiplere ilgi göstermelerine neden oldu. Bu nedenle meseleye bu açıdan yaklaĢmak, bazı araĢtırmacıların deyimi dar manada yorumlamanın doğru olacağına inanmasına yol açtı. Söz gelimi, ġ.U. Rahmatullayev Ģöyle demektedir: “Deyimleri etraflı ve geniĢçe inceledikten sonra onları dar manasında kavramanın daha doğru olduğu açıkça anlaĢılıyor”. 5 Ona göre deyimler, daima hazır bulunan ve bu halinde kullanılan bir dil birimidir. Fakat bunu deyimlerin baĢlıca niteliği saymak ve buna göre dar manada yorumlamak mümkün değildir. ünkü hazır bulunma niteliği V.V. Vinogradov‟un söylediği gibi, yapısı bakımından sabit olan bütün atasözlerinde de bulunmaktadır. ġ.U. Rahmatullayev ise atasözlerini deyimlerden saymamaktadır. 6 Deyim meselesini dar manada yorumlama fikrini, Azerbaycan Türkçesi üzerinde çalıĢan G.A. Bayramov daha da geliĢtiriyor. Onun dediğine göre kelime terkipleri gerçek anlamlı da olabilir. G.A. Bayramov “isimden olan parçaları kendi manasını koruyarak mecazi anlamdaki fiille birleĢen kelime terkiplerini” de deyim olarak tanımlar.7 Bu dilcilerin görüĢlerini Z.G. Uraksin de paylaĢıyor. Uraksin, “BaĢkurtça Deyimler” adlı eserinde Ģöyle diyor: “… deyimleri dar manada kavrayıĢ tarzından yana olanlar onun kapsamını kısıtlıyorlar”.8 Bununla birlikte o: “… geniĢ manada ele alanlar ise, tam tersine deyim olarak bileĢik terimleri, tekrarları, özlü sözleri, gazete kliĢelerini, darb-ı meselleri vb. zincirli

127

tamlamaları da sayıyorlar. Tabii kapsamı, böyle azamî ölçüde geniĢletmek de doğru değildir”9 demektedir. Birçok araĢtırmacı, birleĢik terimlerle kelimeleri ve atasözlerini deyimlerden saymaz. Uraksin ise atasözlerinin çoğunun deyim niteliğini taĢıdığını söylemektedir. G.H. Ahunzyanov‟a göre, ağdaĢ Tatarca‟da deyimler konusu, atasözleri, atasözüyle müĢabih mecazî tabirleri, sonunda -gan eki bulunan terkipleri, morfemleri mana bakımından kliĢeleĢmiĢ tamlamaları, iki eylemden oluĢan terkipleri, vecîzeleri, mecazî terimleri vb. kapsamaktadır.10 O, bu konunun geniĢliğinden dolayı “deyim” teriminin doğru olmadığını dile getirerek bunun yerine “mecazlar” veya “mecazî terkipler” terimini kullanmayı teklif ediyor. M.F. ernov ise doktora tezinde deyimlerin baĢka tabirlerden fark gösteren niteliklerini ve yapısını, manasını ve fonksiyonel açıdan özelliklerini göstermeye çalıĢmıĢtır. AraĢtırmacı Ģöyle demektedir: “Dil kurallarına uymaksızın birleĢmiĢ herhangi bir manadaki kelimelerin terkiplerine, yani sabit terkiplere deyimler diyoruz”.11 Onun fikrine göre deyimleri baĢka terkip, tamlamalardan ayırt eden özelliği Ģudur: “KonuĢurken hazır halde bulunması, terkibi oluĢturan kelimelerin manasının, türünün ve Ģeklinin değiĢmesidir”. R.R. Yusupova, deyimlerin baĢlıca yapısal özelliği, onların sözdizimsel iliĢkisi bakımından “kapalı” olmalarındadır demektedir. 12 Türkçe deyimlere dair yazılan dikkate değer birçok eser sayılabilir. ĠĢaret ettiğimiz gibi Türk dil bilimcileri arasında deyim meselesinde, onu tanımlama konusunda hâlâ fikir birliği yoktur. Türkçe deyimlerin bünyesi bazen azamî derecede geniĢletiliyor, bazen de daraltılıyor. GeniĢçe ele alındığında sabit terkiplerin, yani bileĢik kelime ölçütüne tamamen uygun olanların tümü deyimlerden sayılır. Bunlar: atasözleri, tâbirler, tamlama ya da bileĢik kelime Ģeklinde olmayan, yani en az iki fonetik parçadan oluĢmuĢ ve gramer açısından tam sınıflandırılması mümkün olmayan deyiĢlerdir. “Deyimleri dar manasında tanımlamadan yana olanlar, bunların sayısını, her hangi bir manayı canlı, renkli ve geniĢ bir Ģekilde belirten sağlam terkiplerle sınırlıyorlar. Bunları, dilde canlılık ve renklilik vermeyen esas kullanıĢta faydalanılmakta olan baĢka kelimeler değiĢtirebiliyor. Bu takdirde atasözleri, özlü sözler, vecîzeler ve tamlamalar çıkarılarak inceleme konusu açıkça belirleniyor”. Deyim terimini biz dar manasında anlıyoruz ve bu yüzden bundan sonra daha geniĢ anlamdaki “sabit mecazlar” terimini kullanmayacağız. Bizce deyim olarak mecazî tabir halindeki kaynaĢmıĢ birleĢik kelimeleri sayma fikri doğrudur. Fakat ilk iki grubu ayırmanın temelinin sağlam olmadığını kabul etmeliyiz. Deyimlere has istiare, canlılık, terkibi oluĢturmakta olan parçaların eĢ anlamlı baĢka kelimelerle değiĢtirilememesi ve kelimeye mukabil olma gibi nitelikler, mecazî kaynaĢmaya da tabîi olan niteliklerdendir. Bu yüzden mecazî kaynaĢma ile birliği mecazlar olarak bir tek grupta toplayabiliriz. Deyim meselesine dair görüĢlerin çeĢitli olması, bu konunun çetinliğinden ve Türkçe deyimlerin incelenmesine daha çok yeni baĢlanmasından ileri gelmektedir. Türk lehçelerindeki semantik sınıflandırılmalar dikkatlice incelendiğinde ve tetkik edilen dillerdeki deyimler çözümlendiğinde, parçaların anlamca kaynaĢması bakımından deyimleri mecazlar ve tabirler Ģeklinde iki büyük gruba ayırabiliriz. Böylece biz mecazları ve tabirleri, yani “kurala tabi olmadan, aykırı bir biçimde” 13 ortaya

128

çıkan, konuĢmada her defasında yeniden tertip edilemeyen, hazır bulunan bütün sabit terkipleri “deyim” diye adlandırıyoruz. Atasözlerini, özlü sözleri, darb-ı meselleri, birleĢik kelimelerle tekrarları vs. deyimlere dahil etmedik. Logan Smit: “Mecazlar, bizim ömrümüzün ve sözümüzün küçük kıvılcımlarıdır. Onlar bizim yiyeceklerimizi yararlı ve besleyici yapan vitaminler gibidir. Eğer dil mecazî tabirlerden yoksun bırakılırsa renksiz, tatsız ve sıkıcı bir hâle gelirdi” demektedir. Mecazî deyimlerin belirgin vasfı, onların tam manasının, kelimelerin mecaz anlamda basit birleĢmesinde değil, nitelikli yeni oluĢum teĢkil etmesindedir: Ülken basın kiĢireytu (Kaz.)//yogan beĢini kiçik kılmak (Uygur.) (büyük baĢını küçültmek) “kendini aĢağı koymak”; auzı kulagına jetu (Kaz.)//agzi kuligiga yetmek (Uygur.) “ağzı kulaklarına varmak, çok sevinmek”; ayagına jıgılu (Kaz.)//putiga baĢ koymak (Uygur.) “ayağına düĢmek, yalvarmak”; murnın köteru (Kaz.)//murnini kötermek (Uygur.) “burnun ĢiĢirmek, kibirlenmek; tumağan sıyırdın uızınan dametu (Kaz.)//asmandiku gazının Ģovisiga nan çilap yemek (Uygur.) (ayıyı vurmadan postunu satmak) “henüz ele geçmemiĢ bir Ģey üzerinde hesap yapmak” vb. Yukarıda belirttiğimiz gibi Türk halklarının deyimleri bütün lehçelerde aynı derecede incelenmemiĢtir ve deyimler olarak nelerin belirtilmesi gerektiği, kapsamının ne olduğunu tayin eden belli bir ilmî görüĢ hâlâ yoktur. 20. asrın 50-60‟lı yıllarından itibaren incelenmeye baĢlanmıĢ olan Türk halklarının deyimleri, ilk önce Rusya‟da ele alınmıĢtır. Bunu anlamak mümkündür. Bu yüzden deyimleri inceleme yönleri ve usulleri Rusya‟lı âlimlerin fikriyle hemen hemen aynıdır. Bununla birlikte birçok ülkedeki siyasî ve iktisadî durumdan dolayı bazı Türk halklarının deyimleriyle ilgili araĢtırmalar Rusça yazılmaktadır. AĢağıda gösterilen bibliyografik kaynaklar da buna bir delil olabilir. Sovyet devrinde Türk halkları aynı siyasî birlik içinde yaĢadıkları için yapılan çalıĢmalara daha kolay ulaĢılabiliyordu. ġimdi ise böyle değildir. 1990‟lı yıllarından sonra yazılan eser ve araĢtırmalar bizim elimize geçmiyor. Bundan dolayı burada sadece o yıllara değin yazılan eser ve araĢtırmalar söz konusu edilmiĢtir. Son yıllarda elimize geçen eserlere baktığımızda, Türk halklarındaki deyim incelemelerinin halkın tarihi, etnografyası, kültürü ve gelenekleriyle iliĢkili olarak yapılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bunun sebebi, ilk önce günümüz dil biliminde, dilin bahis konusu olan sahalarla ilgili incelemelerinin yapılmasıdır. Ġkinci olarak ise, Türk halklarının egemenliklerine kavuĢtuktan sonra kendi tarih ve geleneklerine daha bir gururla sarılmalarından olmalı diye düĢünüyoruz. Frazeoloji (deyim bilimi), yapısı ve bünyesi sabit, konuĢma sırasında yapılmaksızın hazır halde kullanılan ve anlam bütünlüğü olan kelimelerden oluĢan sağlam terkiplerin Ģimdiki ve tarihî Ģeklini inceleyen

dil

biliminin

bir

koludur.

Bu

nedenle,

çağdaĢ

ve

tarihî

deyim

bilimi

olarak

sınıflandırılmaktadır. Deyimlerin, dil bilimin baĢka kollarından ayrıcalığı vardır. Bu özelliği onun “tarihî bakımdan dil hakkındaki ilmin ikinci defa yapılıĢındandır” ve deyim biliminin inceleme konusu, “kelimeler ile cümlelerin mana açısından bağlı terkipleri” olan deyimlerdir. Deyimlerin esas niteliği, onların parçalanmayacak kadar bütünlüğü ve mecazî anlam bakımından sabit olmalarıdır. Deyimlerin geliĢerek kalıplaĢmalarının incelenme amacı, deyimlerin

129

konusunu belirlemek ve kelime ile tamlamaların özelliklerini göstermektir. Deyimleri dilin bir parçası olarak yapısal ve anlamsal açıdan özel niteliği olan dil birliği halinde tanımlayan Rus dilcileri 20. asrın 60‟lı yıllarında bile dünya dilcileri arasında ön sıraya geçmiĢti. 20. asrın 70-80‟li yıllarında deyimleri inceleyen âlimler onun anlamsal ve görevsel taraflarını araĢtırmaya çaba gösterdiler. Bu yıllarda, deyimler “objektif anlamdaki” renklilik ve canlılık belirtileri ile üslûp renklerinin anlamsal özellikleri iyice araĢtırıldı. Bundan sonraki zamanlarda, yani 20. yüzyılın sonlarında iç Ģekil yapmanın üslûpları araĢtırıldı, bunun esasında incelemenin senkronik-karĢılaĢtırmalı cepheleri ortaya çıktı (Kaydarov, Uraksin). Bu bakımdan incelemenin baĢlıca amacı, yapısı açısından çeĢitli dillerin deyimlerinin toplamından onların tasvirlilik bünyesindeki eĢitlik veya benzerlik taraflarını diyakronik (dilin belli bir zamandaki değiĢme hali, geliĢmesi) açıdan incelemektir (Sızdıkova, Uraksin, ernov vb.). Günümüzde deyim bilimi kendi bünyesine yeni konularda yön aramaktadır. Burada deyim simge olarak ele alınıp dil simgesi niteliğine has biçimde, insanların anlaĢmalarına katkıda bulunan, dil ve konuĢmada kendi görevi olan, millî ve kültürel özelliğe sahip dil birliği halinde ele alınarak incelenmektedir. 20. yüzyılın ortalarında Kazakistan‟da Ġ. KeneĢbayev ve onun öğrencileri zamanında oluĢan deyim meselesi bugün, konusu, kullanıĢ sahası ve görevi bakımından çeĢitli yönlerden araĢtırılmaktadır. Kazakistan‟da deyim bilimi, dilin deyimler yapısı, onların dildeki toplamı ve belli bir edibin bu deyimleri kullanıĢ tarzı (üslûbu) ve yerel ağızlardaki deyimler olarak ele alınıyor. Bu araĢtırmalar esas alınarak deyim bilimi dil biliminin bir kolu halinde, orta ve yüksek okullarda okutulup dilin deyimler yapısına, manasına ve görevsel üslûbuna göre sınıflandırmalar yapılmıĢtır. Bununla beraber deyimlerin etimolojisine dikkat çekilerek onların ortaya çıkıĢları tetkik edildi. Deyimlerin etimolojisini araĢtıran özel eserler hazırlanmadı ama, A.T. Kaydarov‟un “Struktura odnoslojnih korney” (Tek heceli köklerin yapısı), R. Sızdıkova‟nın “Sözder söyleydi” (Kelimeler söylüyor) ve A. Nurmaganbetov‟un “Bes jüz bes söz” (BeĢ yüz beĢ kelime) gibi eserlerinde, bazı deyimlerin çıkıĢı incelenmiĢtir. Deyimlerin etimolojisi ve onların oluĢtuğu devirlerle iliĢkili halk psikolojisi ve kültürü, son on yıldan beri büyük âlim A.T. Kaydarov‟la onun öğrencileri tarafından incelenmektedir. Genel olarak Kazakistan dil biliminde deyimlerin yeri çok büyüktür. Son yıllarda bu konuda yayımlanan incelemelerin ve ilmi tezlerin sayısının çoğalması bunun ispatıdır. Dikkate değer araĢtırmalar yalnız Kazakça deyimlerle sınırlanmıyor. Kazakistan‟da yaĢamakta olan halkların (Uygur, Kore, Ahıska Türkleri, Alman) dilleri üzerinde yapılan incelemeler bunun sayısını artırmaktadır. Kazak Türkçesini baĢka Türk lehçeleriyle karĢılaĢtırarak yazılan eserler de özel bir yer tutar. Bu araĢtırmalar arasında Alman, Rus ve Kazak dillerini kıyaslayarak inceleyen eserler de vardır. Deyimlerin karĢılaĢtırmalı bakımdan incelenmesi, son iki üç sene zarfında El-Farabi Devlet Üniversitesi Dil bilimi bölümünde çalıĢan âlimlerin yönetiminde yapılıyor. Örneğin, M.A. Sısdıkova‟nın “Sopostovitelno-tipologiçeskyi analiz frazeologiçeskih edinits glagolov reçi”, ġ.K. Kurmanbayeva‟nın

130

“Türk jane Kazak tilindegi etistikti frazeologizmderge salgastırmalı taldau” baĢlıklı eserleriyle birlikte, Kazakça üzerinde yazılan K.B. Sarbasova‟nın “Kazak tilindegi etistikti frazeologizmderdin leksikasementikalık sipatı” ve Uygurca üzerine yapılan R. A. Avakova‟nın “Semantiko-morfologiçeskaya harakteristika glagolnih frazeologizmov sovremennogo uygurskogo yazıka” baĢlıklı doktora tezleri Prof. A.S. Amanjolov‟un yönetiminde yapıldı, Prof. E.D. Süleymenova‟nın yönetiminde yapılan, M.R. Esimjanova “Mejyazıkovye frazeologiçeskye sootvetstvya” baĢlıklı doktora tezinde Kazakça, Rusça ve Ġngilizce deyimler incelemiĢtir. Doç.Dr. N.J. ġaymerdenova‟nın yönetiminde J.K. Ömüraliyeva‟nın “Natsiyonalno-kulturnaya spetsifika konventsiyonalnih frazeologizmov s somatizmami” konulu doktora tezi ve R.A. Avakova‟nın danıĢmanlığında F.N. Dauletova “Kıtay jane kazak tilderi frazeologizmderine leksikografiyalık taldau” baĢlıklı tezlerini hazırladılar. Bununla birlikte, bu bölümde deyimler konusunda sözlükler de yayımlandı. Prof. A.S. Amanjolov ile ġ.K. Kurmanbayeva‟nın “TürikĢe-kazakĢa frazeologyalık sözdik” (1999), R.A. Avakova ile F.N. Dauletova‟nın “KıskaĢa kıtayĢa-kazakĢa frazeologyalık sözdik” (1998), M.R. Esimjanova‟nın “Kratkiy anglo-russko-kazahskyi frazeologiçeskyi slovar” (1997) ve S.K. Sansızbayeva‟nın “Kazahsko-ruskyi slovar zoomorfnih harakteristik çeloveka” (2000) sözlükleri kayda değer eserlerdir. Deyimlerin baĢlıca meseleleri; onların oluĢunu, yapısını ve bünyesini belirlemek; mana yapısının düzenini ve sınıflandırılmasını incelemektir. Deyim olarak tanımlanmakta olan birliklerin bünyesindeki kelimeler, manaları bakımından birbirleriyle hiç iliĢkisi bulunmayan, mecazî anlamdaki terkiplerdir. Mesela, it arkası kıyanda “çok uzak”, murnınan şanşılu “çok yorulmak”, auzınan ak it kirip, kök it şığu “çok kızarak kötü sözler söylemek” gibi deyimleri oluĢturmakta olan kelimelerin manalarında hiç bağlantı yoktur. Deyimler, sıradan birer tamlama değildirler. Bu yüzden deyim bilimi dil biliminin bir kolu olarak deyimi oluĢturan kelimelerin (sözcüksel, anlamsal ve morfoloji, sözdizimsel) bağlantısının kuruluĢunu ve o kelimelerin mana bütünlüğünü oluĢturmadaki rolünü inceler. Deyimlerin kendilerine has özellik ve nitelikleri, onları dilin baĢka birlikleriyle (kelime, tamlama, cümle) karĢılaĢtırdığımızda ortaya çıkmaktadır. Böyle karĢılaĢtırmanın ayrı sebepleri vardır: Deyimleri oluĢturan parçalar, kelimeler deyimler konuĢmada kelime yerine kullanılır; yapısı bakımından tamlama ve cümlelere benzerler. Örnekler vererek karĢılaĢtıralım: Onsız da kan jüregi kak jarılıp jür goy. Abay Toğjandı jubata almay, et jüregi eljirep kaytkan (M.Auezov); Bir jeninğa min jen koşulsun, sizga söz selip til sozğan duşmanlarnin zavali bolğay!-daptu jigit (Masal). Bütün deyimlerin bünyesindeki onları oluĢturmakta olan parçalar, cümlede bütün halinde ayrı kelimeler görevinde kullanılmıĢ. Yapısı bakımından ele alırsak, birinci örnek cümledeki deyim tamlamaya, ikinci cümledeki deyim cümleye benziyor. Deyimlerle kelimelerin iliĢkisi meselesinde iki görüĢ ortaya çıkmıĢtır. Birincisi, deyimlerle kelimelerin iliĢkisi teorisi, ikincisi deyimlerin kelimelerle eĢ anlamlılık meselesidir. Deyimler ancak kelimelerle eĢ anlamlı olabildikleri takdirde deyim sayılır. Demek ki, deyimler de aynı kelimeler gibi

131

konuĢurken hazır bulunmuĢ bir Ģekilde kullanılır. Yani kelimeler gibi sözcüksel manaya ve gramer kategorisine sahip olabilir. Örneğin: kan jutu-kan yutmak “hasret çekmek, kederlenmek”, kara kıldı kak jarğan-kara kılı eşit yaran “dürüst”, auız bastırık-ağız bastırmak “rüĢvet, karĢılık”, at üstü-üstürtün “aceleyle, önem vermeksizin” vs. Deyim ile kelimenin manaları eĢit olduğu takdirde onlar gramer kategorisi bakımından da aynı olur, yani deyimler de bütün baĢka kelime çeĢitleri gibi çekimlenebilir. Ama deyimler daima kelimeyle eĢ anlamlı olabilir mi, onun anlamını kelimenin verdiği manayla değiĢtirebilir miyiz, bunlar mümkün olduğu halde deyimin manasını kelime eksiksiz bir Ģekilde iletebilir mi gibi soruların ortaya çıkması tabiidir. Tabiîdir ki, bir kelime deyimin manasını eksiksiz ve tam manasıyla veremez. Bunu kabul etmeliyiz. Kelime ile değiĢtirilen deyimin manasının bir kısmı dıĢta kalır. Mesela Kazakça‟daki it pen mısıktay bolu (köpek ile kedi gibi olmak) deyimini kavga etmek kelimesiyle değiĢtirebiliriz, fakat bu deyimin tam manasını veremiyor. ünkü bu deyimin manası sıradan bir kavga etmek değil, barıĢmaları mümkün olmayan bir Ģekilde kavga etmek, yani ne zaman, nerede, hangi durumda olursa olsun birbirlerine nefret duymaktır. Bununla birlikte deyim ile kelimenin arasında kelime çeĢidi bakımından da daima eĢ anlamlılık olmuyor. Örneğin son parçası (kelimesi) isim olan deyimlerin tümü isim kategorisine uygun değildir: at üstü “aceleyle”, köz uşında “ırakta”, ak kar, kök muzda “soğuk havada” gibi deyimlerin esas parçaları isim olmalarına rağmen bunlar bütün halinde zarf görevinde kullanılır. Görüyoruz ki bu bakımdan karĢılaĢtırdığımızda aralarında fark bulunur, ama bu fark onların benzer yönlerini, ortak niteliklerini yok edemez. ünkü: 1. Deyimleri oluĢturmakta olan “malzemeler” kelime olsa bile deyimin bünyesindeki kelimelerin manası onların birleĢerek oluĢturduğu bütün mana ile kıyaslanamaz. Sabit terkiplerin her parçası kendi asıl manalarını kaybederek anlamları bakımından yeniden oluĢmuĢ, baĢka bir mana kazanmıĢtır: Eki közi dört bolu-iki gözü dört olmak “dört gözle beklemek”, ürüp auızğa salğandayağıza konulacak kadar (temiz) “güzel, sevimli” vb.; 2. Deyimin mana geniĢliğini kelime tek baĢına ifade edemez. 3. Kelimenin sözcüksel manası ile deyimin mecazî manalarının aralarında bir uygunluk, bir benzerlik vardır ama, onlar çeĢitli yapılarıyla kendilerine has özellik kazanırlar. Kelime yapısı dilin en küçük birliği olan morfemlerden oluĢuyorken deyimlerin temeli kelimedir. Bundan ötürü, kelime, yalın Ģekildeki bir bütün, deyimler ise ayrı bütünlerden oluĢan birleĢik Ģekle sahiptir. SöyleyiĢ, sesleniĢ sırasındaki tonu bakımından kelime tek vurgulu, deyimler ise iki yada daha çok vurgulu olarak birbirlerinden ayrılır. Deyimin kelimelerin serbest sırasından oluĢan tamlamalardan ayrılan özelliğini ve ikisinin benzerliklerini tayin etmek çok önemlidir. Bu ikisinin benzer yönleri, deyimlerin esası tamlamadır, yani ikisi de tam manalı kelimelerden oluĢmuĢtur. Özellikleri ise, deyimlerin hazır bulunmuĢ halde kullanılmaları, tamlamaların konuĢma sırasında yapılmasıdır. Birisinin sabitliği öbürünün serbestliği ve deyimlerin manasının bütünlüğü, tamlamaların manasının dağınık olması, yani bünyesindeki kelimelerin ayrı anlamda kullanılmasıdır. Mesela, kol alısu “el sıkışmak” deyim olarak “anlaĢmak, görüĢ birliğine varmak” manasını veriyorken, tamlama olarak kelimelerin ayrı ayrı manalarında

132

kullanılır. Kısaca, eĢ sesli, söyleniĢi aynı olan deyim ile tamlamanın arasındaki baĢlıca değiĢiklilik mana bütünlüğünde ve hazır biçimde kullanılmasındadır. Deyimlerin mana bütünlüğü demek, deyimin basit olmayan birleĢik bir olayı ve durumu, hal ve biçimi, iĢ veya kılıĢı bütün bir dizi halinde canlandırarak anlatabilmesidir. Deyimlerin bütün bir haldeki birleĢik manaları onları oluĢturmakta olan kelimelerin manalarından daha geniĢtir. Örneğin: Töbesi (bası) kökke bir-ak eli jetpedi (Kaz.)//beşi kökka yetmek (Uygur.)-baĢı göğe ermek veya değmek “çok sevinmek, dünyaya sığmayacak kadar sevinç”. Deyimlerin, yapılıĢı ve bünyesi bakımından baĢka serbest terkiplerden hiç farkı yoktur. Fakat, deyimi teĢkil eden kelimeler anlamları açısından parçalanmayacak kadar bir bütün halindedir. Yapısı sağlam olmayan terkiplerin manası (anlam geniĢliği) ve onları teĢkil edici kelimeler arasındaki direk bağ açıktır. Yapımı bakımından farklı olan deyimlerle tamlamalar, nesne ve olayları temsil etme yönlerinden değil, mana geniĢliği ve anlatım açısından fark edilir. Deyimler, hazır bulundukları için konuĢmada çok sık kullanılır. Ama dilimizde hazır halinde kullanılan dil birliklerinin yalnız deyimler olmadığını söylemek gerekir. Mesela, birleĢik isimler (it büldürgen-bir yemiş çeşidi, ayak kiyim-ayak giyim (kabı) ve atasözleri (aydağanı jeti eşki, ıskırığı jer jaradı-sürdüğü yedi keçi ıslağı yer yaracak gibi) konuĢma sırasında yapılmıyor, dilde bulunduğu gibi, hazır bir halde kullanılmaktadır. Bununla birlikte deyimler dil kurallarına uygun bir Ģekilde, yani morfolojik ve sözdizimsel kuralların çevresinde birleĢir. Örneğin, akılğa jendiru-akla yendirmek “sabır eylemek”, könilge konımdı-gönüle uıygun “Akla yatık, uygun”, baska şığu-başa çıkmak “çok şımararak veya kendisini benşmseterek istediğini yapmak” gibi deyimlerin yapılıĢı yönelme hâli eki ile yapılan fiil grubuyla (mektepke baru-okula gitmek, balağa karau-çocuğa bakmak), bastı katıru-başı katılaştırmak “aklını karıştırmak”, közdi jumu-gözü kapamak “önem vermemek”, jelkeni kasu-enseyi kaşımak “cevap verememek, ne yapacağını bilmemek” deyimleri ise, belirtme hâliyle yapılan fiil grubuyla (üydi jiynauevi toplamak; balanı juındıru-çocuğu yıkamak) aynıdır. Deyimlerin diğer bir niteliği sabitliğidir. Birçok âlim, deyimlerin hazır halinde kullanılma özelliği ile sabitliğini eĢ manalı, yani birinin yerine ötekisi geçebilecek bir nitelik olarak değerlendirirler. Evet, bu ikisi birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı bir durumdadır ama, biz bunları ayırt ediyoruz. ünkü deyimlerin sabitliği kuralı hiç değiĢmez, daima aynı Ģekilde bulunan bir niteliktedir. Nitekim deyimlerin bünyesindeki bir veya daha çok kelimeler eĢ anlamlı baĢka bir kelimeyle değiĢebilir: bası kökke jetutöbesi aspanğa jetu (başı göğe yetmek-tepesi fezaya yetmek). Kısaca deyimler, dildeki kendisine benzer baĢka birliklerden Ģu nitelikleri ile ayırt edilir: Canlılık ve renkliliği, mana bütünlüğü, hazır halde bulunuĢu ve kullanılıĢı ve kendine has sabitliği. Bu niteliklerin deyimler için önemi, genelde onların mana ve yapısal özellikleriyle açıklanır. Bazen, her hangi bir dil birliğine birden fazla görev yüklenir. Deyimler de öyledir. Onların bünyesinde ve anlamsal yapısında yüzyıllar boyunca halkla beraber yaĢana gelen toplumsal

133

tecrübenin, millî ruhun ve kültürün izleri vardır. Bu yüzden dildeki sabit terkiplere dikkat ederek onların bünyesindeki millî hayatın belirtilerini yalnız dilciler değil etnografyacılar da fark ediyorlar. Deyimlerin millî vasfını anlayıp belirlemek, onların nasıl bir durumda veya neye bağlı olarak meydana çıktığını tayin etmekte bize yardımcı olur. Halkın yaĢamı, kültürü ve manevî zenginliği, ekonomisi ve siyaseti aksetmiĢ deyimlerde belli bir olayın, durumun yansıması açıkça görülür. Bunlar deyimlere özel bir canlılık verdiği için, mecazîleĢmeye “eğilimli” olur. Tabîdir ki deyimleĢme bununla bitmiyor. Deyimlerin iç Ģekilleri ile iliĢkisi, onların oluĢma sebebini açıklamada belirleyicidir. Bununla ilgili çok yönlü ilmî sınıflandırma yapan âlimler Ģunlardır: A.T. Kaydarov, Z.G. Uraksin, ġ. Rahmatullayev, G.N. Smagulova vs. Onların yaptıkları araĢtırmalara dikkat ettiğimizde deyimlerin yapılıĢ yolları Ģunlardır: - Ġnsan organları ve hareketleri: bas katıru (Kaz)-baş katurmak (Uygur.) “kafa yormak, çok düĢünmek”, betine salık kılu (Kaz.)-yüzüğa bamak (Uygur.) yüzüne leke etmek “hata ve benzeri Ģeyleri eksiklik veya kusuru olarak söylemek, belirtmek”, ayzı auzına jukpau (Kaz.)-ağzi ağziga tiymeu (Uygur.) ağzı ağzına değmemek (burada dudak manasında) “çok konuĢmak, çok çabuk konuĢmak”, ayak astı bolu (Kaz.)-tapan asti bolmak (Uygur.) ayak altı olmak “önem verilmeyerek değerini kaybetmek”, kol uşın beru (Kaz.)-kol uçini barmak (Uygur.) el ucunu vermek “yardım etmek”, jüregi auzına tığılu (Kaz.)-jürigi ağziğa tikilmak (Uygur.) yüreği ağzına tıkılmak “çok korkmak”, basın şaykau (Kaz.) baĢını sallamak “ne yapacağını bilmemek”, közin adıraytu (Kaz.) gözünü büyük açmak “çok ĢaĢırmak” vb. Bunun gibi kelimeleri “deyimlerin asıl kaynakları” olarak belirtiyorlar. - Genel olarak deyimlerin ilk kelimeleri terkibi oluĢturacak esas parça olur, fakat bu değiĢmez bir kaide değildir. Bu durumda sadece halk düĢüncesiyle, diliyle beraber çok uzun vakit yaĢayagelen kelimeler kullanılır. Bütün Türk halklarında olduğu gibi Kazakça‟da da organ isimleriyle yapılmıĢ deyimler pek çoktur. Bu tür deyimlere Eski Türkçe‟de de çok rastlanır. Her hangi bir dilin kelime hazinesindeki organ isimlerine dikkatle incelenirse, o kelimelerin ne kadar eski olduğu ortaya çıkar. Eski Türkçe yazıtlardaki organ isimleri incelediğimizde, bunların çağdaĢ Türk halklarında ortak olduğunu görebiliriz. Mesela, kozga tagin “gözükmek” közge tüsu (Kaz.), közga çüşmak (Uygur.), kuzga taşlanmak (Özbek.), kozga korup (Kırgız.), kuzga taşlanu (Başkur.), kozga taşlantu (Tatar.); til bekut “susmak” tili baylanu (Kaz.), tili tutulmak (Uygur.), tilini tıymak (Özbek.), dilinmi tutmak (Tür.), tel saklau (Tatar.), tel saktau (Kırgız.) vb. Bununla birlikte eski Türkçe‟deki organ isimleriyle yapılan deyimlerin isim soylu kelimesi bazı lehçelerde değiĢmiĢ, fiilden olan parçası ise kendisini korumuĢtur. Örneğin, til aç “konuĢmaya baĢlamak” auzı aşılu (Kaz.), ağzi eçilmak (Uygur.), ağiz açmak (Özbek.) vs. Görüldüğü gibi eski Türkçe‟deki til (dil) ağdaĢ Türk lehçelerinde yerini ağız kelimesine bırakmıĢtır. Ama bu kelimenin Tatarca‟da kendisini koruması ilgi çekicidir. Bugün Tatarca‟da aynı eski Türkçe‟deki gibi til aç Ģekli kullanılmaktadır.

134

BaĢka bir örnek verelim: Eski Türkçe‟deki bogus tok deyimi ağdaĢ Türk lehçelerinde Ģu Ģekillerde kullanılır: karnı tok (Kaz.), kosigi tok (Uygur.), karnı tok (Tür.), karın tok (Kırgız.) vb. Örneklerde görüldüğü gibi eski Türkçe‟deki bogus “boğaz” kelimesi bugünkü Türkçelerde karın, kosik sözcükleriyle yer değiĢtirmiĢtir. Buradaki isim soylu kelime yardımcı, fiil ise esas görevi yüklenmektedir. KarĢılaĢtıralım: karnım tok//kosik tok-Menin karnım tok//Menin kosigim tok (Benim karnım tok) yada Men toydım//Men tok (Ben tokum). Bunlardan baĢka deyimlerin yapılıĢına temel olan kelimeleri Ģöyle sıralayabiliriz: - Hayvanlarla ilgili kelimeler: At basın tireu-at başını değdirmek “bir yere uğramak, gitmek”, bota tirsek-köşek dirsek “koĢucu atın iyi niteliğini belirtir”, koy meniz-koyun huylu “çok uysal kimse”; - Bitkilerler ilgili kelimeler: Betegeden biyik, jusannan alasa-betegeden (bozkırda yetiĢen bir bitki) yüksek, pelinden alçak “çok alçak bir Ģey veya çok terbiyeli”, şöp basın sındırmau-çöp başını kırmamak “bir Ģey yapmamak, eli boĢ gezmek”; - Sayı belirten kelimeler: Altı alası, bes beresi jok-altı alacağı, beş vereceği yok “hiç iliĢkisi yok, yani hiç tanımıyor”; - Dua ve beddua belirten kelimeler: Bağın aşılsın-bahtın açılsın “mutluluğa er”, ak jol tileu-ak yol dilemek “iyi yolculuklar dilemek”, bir janına mın jan kosılsın-bir canına bin can katılsın “büyü, çoğal”; - Zaman ve miktar belirten kelimeler: Biye sauım uakıt-kısrak sağım zaman “yaklaĢık bir saatlik süre”, süt pisirim uakıt-süt pişirim vakit “sütün piĢebileceği kadar olan zaman”, tan kulan iyektenu-tan ağarmak, tay şaptırım jer-tay koşacak yer “tayın yorulmadan koĢup varabileceği mesafe”; - Adet ve gelenekler: As beru-aş, yemek vermek “bir kimse öldükten bir sene geçtikten sonra yapılan tören”, kız uzatu-kız uğurlamak “kızı kocaya vermek”, konak kade-misafir ağırlığı “her hangi bir misafirin, yolcunun yemekten sonra söylemesi gereken Ģiir, Ģarkı, türkü, hikaye vb.”; - Tarihî devirlerle ve tarihî Ģahıslarla ilgili kelimeler: Ak taban şubırındı, alka köl sulama, Abılaydın ak tuyı, Kasımhannın kaska jolı (Kaz.), dakiyanus zamanda, alimsaktin kalğan, taypuna zamanda (Uygur.) vb.; - Dinle ilgili kelimeler: Kuday jazsa-Huda yazarsa “Allah kabul ederse”, aruak koldasın-dedeler ruhu desteklesin (Kaz.), şeytan ezik turmak, hudayım Sahlasun, huda ursun (Uygur.) vb. Nesne, hareket ve olaylara ve onların aralarındaki iliĢkilere dikkat edilerek bir araya getirilen deyimlerin konusunu ve oluĢumunu incelemek, Türk halklarının kullandıkları deyimlerin özelliklerini belirlemeyi kolaylaĢtıracaktır. Elimize geçen baĢka dillerdeki deyimlere dair yazılan eserlerde görülüyor ki, bu dillerdeki deyimlerin de konusu bakımından sınıflandırılmaları Türkçedeki gibidir. Ünlü Kazak dil bilimcisi A.T. Kaydarov dilin millî özelliklerini belirterek kendi fikrini Ģöyle belirtiyor: “Dil uzmanı olmak demek, dil zenginliğini kendisinin bildikleriyle ölçerek sınırlamamak … genel halkın bildiği sözcüğün bünyesine has mananın tümü değil, ancak yarısıdır, yani çoğunlukla her gün konuĢmada gerekli olan “üst tabakadaki” manalarıdır. Onların ikinci seviyedeki “mecazî, türemiĢ,

135

benzetilmiĢ, deyimsel” manaları ise genelde kalıplaĢtıkları “anlam simgesi” halinde konuĢmada kullanılıyor, ama onların nereden, nasıl çıktıklarını herkes bilmiyor”. Bu faktörler deyimlerin oluĢumunu, onların millî Ģuur ve varlıkla, millî tarih ve kültürle, gelenek ve an‟ane ile, töreyle bağlantısını anlama ve kavramada yararlıdır. Deyimler, bünyesine halkın bütün manevî zenginliğini ve sırrını sığdırmıĢ hazinedir. Bu yüzden deyimlerin ortaya çıkıĢını ve oluĢum sebebini açıklamak, onların kalıplaĢtıkları devirdeki sosyal durumu ve toplumun tarihini öğrenmemiz açısından faydalı olacağı Ģüphesizdir.

1 Rubinçik Y. A. Frazeologya persidskogo yazika. Leningrad 1981, s. 3. 2 Kenesbayev Ġ. K. Kazak tilinin kalıptanğan söz toptarı (kos sözder. Ġdiyomalar men frazalar). Dok. Diss. Almatı, 1944; O nekotoryh osobennostyah frazeologiçeskih edinits v kazahskom yazike. Ġzvestya An KazSSr. Ser. Filol. i iskusstv. Byp. 1-2. Almatı, 1954, s. 9. 3 Muratov S. N. Ustoiçivye slovosoçetanya v tyurkskih yazikah. Moskva, 1961, s. 23. 4 A.g.e., s. 115. 5 Rahmatullayev ġ. U. Nekotorye voprosi uzbekskoy frazeologyi. Aftoref. Kand. Diss. TaĢkent, 1966, s. 100. 6 A.g.e., s. 66. 7 Bayramov G. A. Osnovy frazeologyi azerbaycanskogo yazika. Aftoref. Kand. Diss. Baku, 1970, s. 23. 8 Uraksin Z. G. Frazeologya baĢkirskogo yazika. Moskva, 1975, s. 9. 9 A.g.e., s. 10. 10

Ahunzyanov G. H. Ġdiyomy (Ġssledovanye na materyale tatarskogo yazika. Aftoref.

Kand. Diss. Kazan, 1974, s. 11. 11

ernov M. F. Frazeologya çuvaĢkogo yazika. Çeboksari, 1985, s. 20.

12

Yusupova R. R: Ustoyçivye glagolnye soçetanya v turetskom yazike. Aftoref. Kand.

diss. moskva, 1961, s. 7. 13

ernov, a.g.e., s. 23.

Türk Dillerinin Frazeolojik Sözlükleri Abdurahimov M. Uzbakça-Rusça Aforizmlar Luğati. TaĢkent, 1986. Avakova R. A., Dauletova P. N. KıskaĢa KıtayĢa-KazakĢa Frazeologyalık Sözdik. Almatı, 1998. Altayeva S., Açılova G., Güjekova S. Türkmen Dilinin Frazeologik Sözlügi. AĢgabad, 1976.

136

Amanjolov A. S., Kurmanbayeva ġ. K. TürkĢe-KazakĢa Frazeologyalık Sözdik. Almatı, 1999. Jamaldinov O. J. Uyğur Tilinin Frazeologyasinin Hizihilik Luğiti. Almuta, 1983. Ġsenbet N. Tatar Telenen Frazeologik Süzlege. 1-2 tom. Kazan, 1989. Kenesbayev Ġ. K. Kazak Tilinin Frazeologyalık Sözdigi. Almatı, 1977. Kojahmetov H., Jaysakova R., Kojahmetova ġ. KazakĢa-OrısĢa Frazeologyalık Sözdik. Almatı, 1988. Kopylenko M. M. jene t. b. OrısĢa-KazakĢa Frazeologyalık Sözdik. Almatı, 1985. Rahmatullayev ġ. U. Uzbek Tilining Frazeologik Luğati. TaĢkent, 1992. Sadıkova M. Kiskaça Rusça-Uzbekça Barkaror Ġboralar Luğati. TaĢkent, 1994. Uraksin Z. G. Russa-BaĢkortsa Frazelogya Hüzlege. Moskva, 1989. ernov M. F. ÇavĢla-Vırasla Frazeologi Slovare. eboksarı, 1982. Türk Halkları Deyimleri Üzerindeki Ġlmî alıĢmalar Abdurahmanov M. Ustoyçivye Slovosoçetanya s Çislitelnymi v Turkmenskom Yazike. Aftoref. Kand. Diss. AĢgabad, 1972. Avakova R. A. Semantiko-Morfologiçeskaya Harakteristika Glagolnyh Frazeologizmov Sovremennogo Uygurskogo Yazika. Aftoref. Kand. Diss. Almatı, 1991. Ahunzyanov G. H. Ġdiyomy. Ġssledovanye na Materyale Tatarskogo Yazika. Aftoref. Kand. Diss. Kazan, 1974. Ahatov G. H. Frazeologiçeskye Vyrajenya v Tatarskom Yazike. Aftoref. Kand. Diss. Kazan, 1954. Babayev K. Ġdiyomy v Turkmenskom Yazike. Aftoref. Kand. Diss. AĢgabad, 1963. Bayramov G. A. Osnovy Frazeologyi Azerbaycanskogo Yazika. Aftoref. Kand. Diss. Baku, 1970. Daibova K. H. Frazeologya Kumikskogo Yazika. Aftoref. Kand. Diss. Moskva, 1973. Dolganov L. N. Puti Razvitya Ġdiyomatiki v Sovremennom Turetskom Yazike. Aftoref. Kanf. Diss. Moskva, 1952. JaraĢuyeva K. Voprosi Frazeologyi Sovremennogo Karaçayevo-Balkarskogo Yazika. Aftoref. Kand. Diss. Baku, 1973. Kenesbayev Ġ. K. Kazak Tilinin Kalıptanğan Söz Toptarı (kos sözder. Ġdiyomalar men frazalar). Dok. Diss. Almatı, 1944; O nekotoryh osobennostyah frazeologiçeskih edinits v kazahskom yazike. Ġzvestya An KazSSr. Ser. Filol. i iskusstv. Byp. 1-2. Almatı, 1954. S. 6-28.

137

Kurmanbayeva ġ. K. Türik Jene Kazak Tilderindegi Etistikti Frazeologizmderge Salğastırmalı Taldau. Kand. Diss. Aftoref. Almatı, 1999. Naurızbayeva S. G. Frazeologiçeskye Edinitsy v Karakalpaksko-Russkom Slovare. TaĢkent, 1972. Muratov S. N. Ustoiçivye Slovosoçetanya v Tyurkskih Yazikah. Moskva, 1961. Osmanova J. Ġdiyomy v Kirgizkom Yazike. Aftoref. Kand. Diss. Frunze, 1969. Ragimzade N. R. Ġdiyomatiçeskye Vyrajenya v Azerbaycanskom Yazike. Aftoref. Kand. Diss. Baku, 1977. Rahmatullayev ġ. U. Nekotorye Voprosi Uzbekskoy Frazeologyi. Aftoref. Kand. Diss. TaĢkent, 1966. Rojanskyi A. A. Ustoyçivye Slovosoçetanya s Glagolnym Sterjnem v Sovremennom Turetskom Yazike. Aftoref. Kand. Diss. Tbilisi, 1968. Ruzikulova M. Ġdiyomatika Uzbekskogo Yazika. Aftoref. Kand. Diss. Samarkand, 1966. Rısbayeva K. K. Kazak Tilindegi Kulttik Frazeologizmder. Kand. Diss. Aftoref. Almatı, 1995. Sayfullin Ġ. T. Ustoyçivye Slovosoçetanya v Sovremennom Uygurskom Yazike. Aftoref. Kand. Diss. Leningrad, 1953. Smağulova G. N. Mağınalas Frazeologizmderdin Ulttık-Medeni Aspektileri. Almatı, 1998. Uraksin Z. G. Frazeologya BaĢkirskogo Yazika. Moskva, 1975. ernov M. F. Frazeologya ÇuvaĢkogo Yazika. eboksari, 1985. Yusupova R. R: Ustoyçivye Glagolnye Soçetanya v Turetskom Yazike. Aftoref. Kand. diss. moskva, 1961. YuldaĢev A. A. Printsipy Sostovlenya Tyurksko-Russkih Slovarey. Moskva, 1972. Genel Kaynaklar Avakova

R.

A.

Somatiçeskye

Frazeologiçeskye

Edinitsy

v

Tyurkskih

Yazikah.

Valihanovskye çtenya I. kokĢetau, 1995, s. 24-28. Bolğanbayulı A., Kaliulı Ğ. Kazirgi Kazak Tilinin Leksikologyası Jene Frazeologyası. Almatı, 1997. Drevnetyurkskyi slovar. Leninrad, 1961. Kaydarov A. T. Kazak Tilinin Özekti Meseleleri. Almatı, 1998. Kaydarov A. T. Struktura Odnoslojnyh Korney. Almatı, 1985. Nurmağanbetov A. Bes Jüz Bes Söz. Almatı, 1994.

138

Rubinçik Y. A. Frazeologya Persidskogo Yazika. Leningrad, 1981. Sızdıkova R. Sözder Söyleydi. Almatı, 1984.

139

Türk Dünyasında Atasözlerinin KarĢılaĢtırılması Üzerine Bir Deneme / Hasan Ülker [s.96-104] AraĢtırmacı /Türkiye Bilindiği gibi atasözleri, bir konu hakkında birçok cümle ile ifade edilecek duygu ve düĢünceleri birkaç kelime ile ortaya koyan özel ifadelerdir. Asırların süzgecinden süzülüp gelen ve günümüzde en güzel Ģeklini alan bu sözler bazen kitaplar dolusu açıklamaların yerini alıverir. Bu davranıĢ biçimi bütün toplumlarda kendilerine has bir tarzda ortaya çıkar ve millet diyebileceğimiz toplumlarda zamanın da etkisiyle bazıları kaybolur, bazıları da değiĢikliklere uğrar. Bazıları ise hiç değiĢmeden yüzyıllar boyu yeni nesillere aktarılmak suretiyle yaĢar. Bu atasözlerinde o topluma ait pek çok ip ucu vardır. Dikkatli bir inceleme ile atasözleri sayesinde o toplum ile ilgili pek çok bilgiye ulaĢmamız mümkündür. Genel bir ifade ile “bir milletin yaĢama biçimi, hayat tarzı”nı bulabiliriz. Karaçay Türkleri atasözlerindeki ifadelerin Türkiye Türklerindeki benzerliğini incelediğimizde her iki Türk boyunda da “bir milletin yaĢama biçimi, hayat tarzı”nı bulduk. Sayın Prof. Dr. Saim Sakaoğlu‟nun yönlendirmesi ile diğer Türk boylarındaki ifade biçimlerine göz attığımızda pek çok atasözünün aynı biçimde kullanıldığını gördük. Sakaoğlu, Anadolu‟daki atasözlerini A- Bütünüyle benzer olanlar B- Bazı yönleriyle benzer olanlar C- Bütünüyle farklı olanlar olmak üzere üç grupta değerlendirmektedir1. Biz de aynı dağılımı Türk dünyasında gözledik. Bu da tabii bir durumdur. GeniĢ bir coğrafyaya dağılan Türk milletini oluĢturan boyların atasözleri arasında dikkati çeken farkların bir çoğunun hayat Ģartları, bölge, zaman, ayrı iklim ve baĢka milletlerle olan münasebetten doğduğu muhakkaktır2. Ama bu ayırıcı faktörlere rağmen gördük ki, ta Adriyatik‟den in Seddi‟ne kadar olan geniĢ bir coğrafyada aynı kelimelerle, aynı manâlarla aynı atasözleri söylenmektedir. Sınırlı imkanlarla ulaĢabildiğimiz kaynaklardaki Türk atasözlerini diğer Türk boylarındaki Ģekliyle karĢılaĢtırmaya çalıĢtık ve yine gördük ki Türklük dünyasının damarlarında tertemiz bir kan dolaĢmaktadır. Aynı olaylar karĢısında hemen hemen aynı kelimelerle aynı duygu ve düĢünceler ifade edilmektedir. Türk Milleti‟nin Kuzey Kafkasya‟daki küçük bir topluluğu olan Nogay Türklerindeki hayat tarzı ile en kalabalık nüfusa sahip olan Türkiye‟deki hayat tarzı arasında çok büyük bir fark bulunmamaktadır. Küçük farklar ise; bir Karslı ile bir Kütahyalı arasındaki fark kadardır. Atalarımız, ana yurtlarından ayrılıp yeryüzünün değiĢik bölgelerine dağılırken, kültür ürünlerini de beraberlerinde taĢımıĢlardır. Böylece, aynı kökten beslenen bir ağacın bütün dallarında aynı

140

meyvenin yetiĢmesi gibi, yeni vatanlarında hep benzer duyguları dile getirmiĢlerdir. Bir ağacın bir veya birkaç dalının kabul edebileceği diğer bazı benzer meyvelerin aĢılanması gerçeğinde olduğu gibi, atalarımız da yadırgamıyacakları kültürlerden tesirler almıĢ, ancak onları milli benliklerinin içinde eritmesini bilmiĢlerdir. Aynı kültürün küçük farklılıklarla karĢımıza çıkmasını tabii karĢılıyoruz. Büyük bir meyve ağacı düĢünün. Daha çiçek açarken bile bütün dallarda tam bir birlik göremeyiz. içekler hızla geliĢerek meyveye dönüĢür, toplanıp yenecek hale gelir. Bu meyvelerin büyüklükleri, tatları, renkleri hasılı birçok özellikleri küçük farklılıklar gösterir. Ama hiç kimse o meyvelerin aynı ağaca ait olmadığını söyleyemez. Yukarıda göstermeye çalıĢtığımız gibi, kültür ağacımızın meyvelerinin de kökünden uzaklaĢtıkça bazı değiĢikliklere uğraması normaldir. Elbette bizim kadar geniĢ bir coğrafyaya yayılan bir soyun kültürü bu tür değiĢmelere uğrayacaktır. Ancak, baĢka ülkelerin topraklarında yaĢasa bile onlar, aynı kökten geldiklerini unutmamıĢlar, o ağacın tadını, kokusunu, rengini aynı güneĢin ısıttığı dünyamızda baĢka bir topraktan beslenerek yaĢatmaya devam etmiĢlerdir. Nasıl ki bitkiler, yetiĢtikleri coğrafi bölgelere göre kendilerine has birer yayılma sahasına sahiplerse, kültürler de ilk çıktıkları yerden baĢlayarak yeni yeni sahalara sahip olmuĢlardır. Bizim kültürümüz de yayıldığı her yere aslından pek az bir kayıpla ulaĢmıĢ ve özünü daima korumuĢtur. ĠĢte bu kültür akıĢı, bizim milli beraberliğimizin en büyük teminatıdır. Bugün aynı atasözünü söyleyebiliyorsak, çocuklarımız aynı tekerlemeleri söyleyebiliyorsa, türküler, ninniler, ağıtlar hep aynı kalıplara dökülebiliyorsa aynı ağacın dalları olduğumuz içindir. Atalarımızın bize bıraktığı kültür ürünlerinden atasözleri dünyasına girip bir bakalım. Biz rastladığımız eserlerdeki benzer atasözlerimizi bir araya getirdik ve Türk Dünyası haritasını okuyucunun gözü önüne serdik. Bu denemenin bir ekip çalıĢması ile daha da geliĢtirilerek Türk dünyasındaki birlik ve beraberliğin dosta düĢmana ilan edilmesi en büyük temennimizdir. Türki..

Aç tavuk düĢünde kendini buğday ambarında görür. (ADS1, 110)

Aç tavuk düĢünde darı görür. (TASH, 73) Azeri..

Aç toyuğ yuhusunda darı görer. (AHYÖ, 149)

Karaç.. Tavuk tüĢü-tarı bürtük. (NK, 61) Nogay.. Tavıklın tüsine tarı ener. (i.çeneli, 28) Kırım.. AĢ tavuk tüĢünde tarı körer. (DKTAD, 21) Özbek.. Aç itning çüĢige söngek kirer. Trkmn.. Aç tavuk düyĢünde darı görer. (TIIM, 201) Kosov.. Aç tilçi ruyasında touk cürür. Türki… Adam olacak çocuk, bokundan belli olur. (ADS1, 113) Dlt… Boldaçı buzagu öküz ara belgülüg. (I, 528, 17)

141

Karaç.. Adam bolluk atlamından belgili. (KNS, 158) Bolur-boğundan belgili. (KNS, 189) Kumuk.. Ögüz bolacak tana, tanavundan belgili. (AVAS, 24) Krgız.. Bolor muzoo bogunan. (KA, 141) Trkmn.. Bolcak oglan bolĢundan belli. (TIIM, 203) Irak..... YaĢamayan uĢağ pohunnan bellidir. (ITDA, 315) Kıbrıs.. Adam olacak çocuk bokundan bellidir. (KTADS, 44) Yugos.. Ümürsüz çoçogon bokondan bellidir. Türki..

Adamın adı çıkacağına canı çıksın. (ADS1, 112)

Azeri..

Yaman addan ölüm yahĢıdır. (HDD, 103)

Karaç.. Atıng amannga çıkğandan ese, canıng tamağıngdan çıksın. (NK, 77) Kırım.. Adı Ģıkdı tokuzga, tüĢmez endigi sekizge. (DKTAD, 16) Irak..... Adamın adı haraba çıkacağına canı çıksın. (ITDA, 264) Insanın adı harab‟a çıhınca. (ITDA, 292) Kıbrıs.. Birinin adı çıkacağına canı çıksın. (KTADS, 63) Kosov... Insanın daha ey canı ise adi çıksın. Türki..

Ağaç fidan (yaĢken) iken eğilir. (TASH, 242)

Karaç.. ıbıklıkda bügülmegen, kazıklıkda bügülmez. (KNS, 43) Kırım.. Terek talında iyilir (ağaç fidan iken eğilir). (DKTAD, 88) Trkmn.. Ağaçı yaĢlıkdan bük. (TIIM, 201) Irak..... Ağaç yaĢ iken eğili. (ITDA, 264) Kıbrıs.. Ağaç yaĢıkan eğilir. Yugos.. Ağaç yaĢ içer eğrilir. Türki..

Ağlamayan çocuğa meme vermezler. (ASD1, s, 117, 115)

Azeri..

Ağlamayan uĢağa süt vermezler. (AHYÖ, 149)

Karaç.. Cılamağan caĢha cukka salınmaz. (NK, 28) Cılamağan caĢha anası emçek salmaz. (KNS, 189) Kazan.. Yılamagan balaga imçek birmiyler. (KzTAD, 78) Kırım.. Cılamagan balaga emĢek berilmez. (DKTAD, 40)

142

Krgız.. Iylabağan balağa emçek cok. (KA, 153) Bala ıylabay emçek kana. (KA, 138) Trkmn.. Emgenmedik oglana emçek cok. (TIIM, 205) Irak..... UĢağ yığlamasa ağzına emcek koymazlar. (ITDA, 315) Kosovv. ocuk aglamadan ana ele almas. Türki... Akıl yaĢda, değil baĢtadır. (ADS1, 123) Azeri... Ağıl yaĢda deyil, baĢdadı. (AHYÖ, 149) Ağıl baĢda olar. yaĢda olmaz. (AF, 235) Karaç.. Akıl caĢda, kartda da tüldü-baĢdadı. (NK, 25) Kumuk.. YaĢda tügül, baĢda. (AVAS, 39) Nogay.. Akıl yasta tuvıl, basta. (NK, 326) Kırım.. Akıl caĢda tuvul baĢtadır. (DKTAD, 16) Kırgz.. Asıl baĢdan, asıl taĢtan. (KA, 47) Özbek. Agl yaĢta emas, baĢtadır. (TIIM, 184) Uygur

Ekil yaĢta emes, baĢta. (i.çeneli, TK, kasım 84)

Trkmn. Akıl yaĢda bolmaz, baĢda bolar. (TIIM, 201) Irak...... Akıl yaĢta dögü, baĢtadı. (ITDA, 265) Kosov. Akıl dil, baĢtadır. Türki..

Akıllı düĢman akılsız dosttan hayırlıdır. (ADS1, 121)

Deli dostun olacağına akıllı düĢmanın olsun. (ADS1, 199) Azeri..

Merdin tövlesi, namerdin otağından yahĢıdı. (AF, 243)

Karaç.. Aman Ģohung bolgandan ese, igi cavung bolsun. Aman Ģuyohung bolğandan ese, bolmağanı igidi. (MNS, 11) Kazan.. Cüler dustan akıllı duĢman yahĢırak. (KzTAD, 37) Kırım.. Akıllı duĢman, akılsız dostan iygidir. (DKTAD, 16) Krgız.. Akmak dostan akılduu duĢman. (KA, 133) Özbek.. Akılsız dostdın akıllu düĢman yahĢıdur. Trkmn.. Nadan dostdan, dana düĢman yagĢıdır. (TIIM, 208) Irak..... Akıllı düĢman akılsız dosttan iyidir. (ITAD, 265)

143

Kosov.. Akılli duĢmandan korkma, akılsıs dosttan kork. Türki..

AlıĢmıĢ kudurmuĢtan beterdir. (ADS, 127)

Azeri..

TadanmıĢ gudurmuĢdan artıgdır.OGZ, 135

Karaç.. Ürenngen avruv tohdamaz. Kırım.. Tatangan kuturgandan beter. (DKTAD, 86) Irak..... AlıĢmıĢ-öğrenmiĢ-kudurmuĢdan beterdi. (ITDA, 265) Kıbrıs.. AlıĢmıĢ kudurmuĢtan beterdir. (KTADS, 37) Yugos.. AlınmiĢ kudurmiĢtan beterdir. DadanmiĢ kudurmiĢtan beterdir. Türki..

Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al. (ADS, 134)

Azeri..

Anasına bah, gızını al-gırağına bah, bezini al. (AHYÖ, 149)

Kumuk.. Anasına karap kızın al, aĢına karap tuzun sal. (AVAS, 29) Nogay.. Ayagın körip asın iĢ, anasın körip kızın al. (NK, 350) Ayagına kara da kımızın iĢ, anasına kara da kızını al. (NK, 350) Kazan.. Bakraçına bagıp suvın iç, anasına bagıp kızın kuç (KzTAD, 30) Trkmn.. Enesini görüp gızını al, gırasını görüp bızını al. (TIIM, 205) Irak..... Kenarına bah bezini al, nenesine bah kızını al. (ITDA, 294) Astarına bah üzünü al, nenesine (annesine) bah kızını al. (ITDA, 266) Türki..

Arabanın ön tekerleği nereden geçerse, art tekerleği de oradan geçer. (ADS1, 136)

Azeri..

Su ahan arhdan bir de ahar. (AHYÖ, 153)

Karaç.. Arbanı al çarhı kirgen cerden art çarhı da öter. (MNS, 14) Arbanı allı kalay barsa, artı da alay baradı. (KNS, 146) BaĢ kalay barsa, ayak da alay baradı. (KNS, 146) Nogay.. Aldı tegerĢik kaydan köĢse, songgısı da sonnan köĢer. (NK, 309) Kazan.. Algı küpçek kaydan tegerese artkısı da Ģundan tegerer. (KzTAD, 25) Kırım.. Arabanıng ald tegerĢigi kayerden cürse ard tegerĢigi de o yerden cürer. (DKTAD, 19) BaĢ kayaka ketse ayak o yaka keter. (DKTAD, 30) Kazak.. Iyne ötken cerden cipte öter. Kıbrıs.. Ön tekerlek nereye giderse, arka tekerlek de oraya gider. (KTADS, 179)

144

BaĢ nereye giderse, ayak da oraya gider. (KTADS, 62) Türki..

Atlar tepiĢir, arada eĢekler ezilir. (ADS1, s, 147, 342)

Dlt.....

Ikka bugra igeĢür otra kökegün yançılur.

Azeri..

Atlar depiĢirse, arada eĢek ölür. (OGZ, 28)

Karaç.. Eki at tabanlaĢsala, arada eĢek ölür. (NK, 75) Kumuk.. EĢek de, at da tebinse, eki arada buzav yazık bolur. (AVAS, 52) Kırım.. Atlar tebiĢir arada eĢek ezilir. (DKTAD, 23) Krgız.. Eki döö kağıĢsa, orto cerde kara çımın kırılat. (KA, 150) (Iki deve döğüĢür, arada kara sinek ezilir.) Trkmn.. Iki at depiĢer, arasında eĢek öler. (TA, 84) Türki..

Ayağını yorganına göre uzat. (ADS1, 150)

Azeri..

Ayağını yorganına göre uzat. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Cuvurganınga köre ayağıngı uzat. Kazan.. Ayağıngnı tüĢeginge küre suz. (KZTAD, 29) Kırım.. Ayağın corkanınga köre uzat. (DKTAD, 24) Özbek.. Karpanga garab ayağını uzat. (TIIM, 192) Trkmn.. Yorganına göre ayak uzak. (TIIM, 211) Irak..... Yorğanıva göre ayağıv uzak. (ITDA, 316) Yugos.. Yorgana cüre ayaklarıni uzat. Türki..

Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır. (ADS1, 151)

Karaç.. Ayıpsız teng izlegen tengsiz kalır. (MNS, 10) Kumuk.. Ayıpsız dos izlegen dossuz kalır. (AVAS, 26) Kırım.. Kusursuz dos kıdırsang dossuz kalırsıng. (DKTAD, 69) Irak..... Ayıpsız dost isteyen, dostsuz kalı. (ITDA, 267) Türki..

Azıcık aĢım, kaygısız baĢım. (ADS1, 153)

Azeri..

Azacığ aĢım, ağrımaz baĢım. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Aç karnım, tınç kulağım. (NK, 64) Kırım.. Az aĢım avrusuz baĢım. (DKTAD, 114) Özbek.. Aç garnım, tinç gulağım. (TIIM, 182)

145

Trkmn.. Aç baĢım, dinç gulagım. (TIIM, 201) Irak..... Azıcık aĢım, ağrısız baĢım. (ITDA, 267) Türki..

Bal bal demekle ağız tatlanmaz. (ADS1, 158)

Azeri..

Bal demekle ağız tatlu olmaz. (OGZ, 76)

Karaç.. “Bal-bal!” degenlikge avuzung tatlı bolmaz. (NK, 66) Kazan.. Bal bal diyü blen avız tatlılanmas. (KzTAD, 30) Kırım.. Bal bal demekmen avuz tatlılanmaz. (DKTAD, 28) Trkmn.. Bal diyenin bilen agız süycemez. (TIIM, 202) Irak..... Bal bal demeğten ağız Ģirin olmaz. (ITDA, 269) Türki..

Bal tutan parmağını yalar. (ADS1, 160)

Azeri..

Bal tutan barmağ yalar. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Bal tutgan barmagın calar. Kazan.. Bal tutkan barmak yalar. (KzTAD, 31) Kırım.. Bal tutkan parmağın calar. (DKTAD, 27) Özbek.. Bal tutgan barmağını yalaydı. (TIIM, 186) Trkmn.. Bal tutan barmagını yalar. (TIIM, 203) Türki..

Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez. (ADS1, s, 167, 490)

Azeri..

Gılınc yarası sağalar, dil yarası sağalmaz. (AHYÖ, 151)

Söz yarası gılınç yarasından beterdir. (HDD, 106) Karaç.. Avuz cara bitelmez, kılıç cara bitelir. (NK, 26) Kılıç cara bitelir, avuz cara bitelmez. (NK, 81) Kumuk.. Kılıç yarası sav bolur, til yarası sav bolmas. (AVAS, 58) Nogay.. Til yarası tüzelmes, kılıĢ yarası tüzeler. (NK, 332) Kazan.. Kul yarası tüzelir, til yarası tüzelmes. (KzTAD, 56) Kırım.. Kol carası keĢer, til carası keĢmez. (DKTAD, 65) Trkmn.. Tıg yarası biter, söz yarası bitmez. (TIIM, 210) Gılıç yarası biter, dil yarası bitmez. (TA, 80) Irak..... Adamı kilinç öldürmez, tahne söz öldürü. (ITDA, 264) Hançer yarası sağalı, dil yarası sağalmaz. (ITDA, 288)

146

Kıbrıs.. Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez. (KTADS, 61) Kosov. Biçak yarasi ceçer, süz yarasi ceçmes. Türki..

Bin bilsen de bir bilene danıĢ. (ADS1, 167)

Azeri..

Yüz ölç, bir biç. (AHYÖ, 154)

Karaç.. Bile tursang da sora tur. (KNS, 38) Nogay.. Eki ölĢe, bir kes. (NK, 356) Kazan.. Un mertebe ülçe, bir mertebe kis. (KzTAD, 69) Kırım.. Bing bilseng de gene bir bilgenge danıĢ. (DKTAD, 33) Irak..... Bin düĢün bir seleĢ. (ITDA, 270 Kıbrıs.. Dokuz ölç, bir kes. (KTADS, 86) Türki..

Birlikden kuvvet doğar. Birlik dirliktir. (TASH, 153) bkz: nerde birlik....

Azeri..

Birlik hardadı, dirlik ordadı. (AHYÖ, 150)

El bir olsa dağı yerinden terpeder. (AF, 242) Karaç.. Birlikte tirlik. Kumuk.. Birlik bolmay tirlik bolmas. (AVAS, 16) Nogay.. Tirlikting küĢi-birlikte. (NK, 304) Kazan.. Birlik tirliktir. (KzTAD, 34) Kırım.. Kayerde birlik, o yerde tirlik. (DKTAD, 61) Krgız.. Tiriliktin küçü birlikte. (KA, 165) Kıbrıs.. Birlikten dirlik olur. (KTADS, 64) Türki..

Bu günün iĢini yarına bırakma. (ADS1, 180)

Azeri..

Bu günün iĢini sabaha goyma. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Bügünngü iĢni tamblağa koyma. Nogay.. Bügüngi isingdi tanglaga kaldırma. (NK, 350) Kazan.. Bugüngi iĢni irtege kaldırgan kiĢining iĢi hiç bitmes. (KzTAD, 36) Özbek.. Bugüngi iĢni ertaga goyma. (TIIM, 188) Trkmn.. Bu günki iĢi ertire goyma. (TAÖ) Irak..... Bugünün iĢini yarına koyma, belki yarın sana yar olmaz. (ITDA, 271) Kıbrıs.. Bögünün iĢini yarına bıragma.

147

Yugos. Bu cünün iĢini yarına bırakma. Türki..

Dağ dağa kavuĢmaz, insan insana kavuĢur. (ADS1, 196)

Dlt.....

Tag tagka kavuĢmas, kiĢi kiĢike kavuĢur.

Azeri..

Dağ dağa govuĢmaz, adam adama govuĢar. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Tav tavğa tübemez, adam adamğa tüber. (NK, 82) Kumuk.. Tav-tavğa yolukmas, adam-adamğa yoluğar. (AVAS, 24) Krgız.. Eki too toĢulbayt, eki el koĢular. (KA, 151) Özbek.. Tağ tağga gavuĢmaydı, adam adama gavuĢadı. (TIIM, 195) Trkmn.. Dag daga govuĢmaz, adam adama govĢar. (TIIM, 204) Irak..... Dağ dağa kavuĢmaz, adam adama kavuĢu. (ITDA, 276) Kıbrıs.. Dağ dağa gavuĢmaz, insan insana gavuĢur. Yugos.. Dağ dağle kavuĢmaz, insan insanla gavvuĢr. Türki..

Damlaya damlaya göl olur. (ADS1, 196)

Dlt.....

Birin birin ming bolur, tama tama köl bolur.

Azeri..

Tama tama göl olar. (OGZ, 132)

Karaç.. Tama-tama köl bolur, cıyıla-cıyıla el bolur. (NK, 72) Köl da tama tama boladı. (KNS, 138) Tama tama köl bolulr, ağa ağa söl bolur. (KNS, 140) Nogay.. Köp tükirse köl bolar. (NK, 303) Kazan.. Il tükürse kül bulur. (KzTAD, 47) Kazak.. TamıĢdan tama berse derya bola. Trkmn.. Dama dama köl bolar, hiç dammasa çöl bolar. (TIIM, 204) Köp damcadan köl bolar. (TIIM, 208) Irak...

Su damlaya damlaya göl olu. (ITDA, 308)

Adım adım yol olu, damla damla göl olu. (ITDA, 264) Kıbrıs.. Damla damla göl olur, düĢman gözü kör olur. (KTADS, 86) Bir, bir daha bin olur. (KTADS, 61) Yugos. Damlaya damlaya cül olur. Damlaya damlaya col olur, damlacikdan sel olur.

148

Uygur. Köp tükürse köp bolur. (UAD, 230) Türki..

Delikli taĢ yerde kalmaz. (ADS1, 199)

Azeri..

Delüklü taĢ yerde galmaz. (OGZ, 106)

Karaç.. TeĢikli taĢ cerde kalmaz. (KNS, 177) Kumuk.. TeĢikli taĢ erde yatmas. (AVAS, 32) Krgız.. Üttüü monçok cerde çatpayt. (KA, 167) Trkmn.. Altın yerde yatmaz, yagĢılık-yolda. (TA, 70) Kıbrıs.. Delikli boncuk yerde kalmaz. (KTADS, 88) Türki..

Dost baĢa düĢman ayağa bakar. (ADS1, 210)

Azeri..

Dost baĢa bahar, düĢmen ayağa. (HDD, 102)

Karaç.. Dosung baĢınga karar, cavung ayağınga karar. Nogay.. DuĢpan ayakka, dos baska karar. (NK, 323) Kazan.. Dus baĢka, duĢman ayakka bağar. (KzTAD, 41) Kırım.. Dos baĢka, duĢman ayakka karar. (DKTAD, 45) Özbek.. Dost baĢga, düĢman ayagga garaydı. (TIIM, 189) Irak..... Dost baĢa bahar, düĢman ayağa. (ITDA, 278) Kıbrıs.. Dost baĢa, düĢman ayağa bakar. (KTADS, 83) Yugos.. Dost baĢa bahar, düĢman ayağa. Türki..

Eceli gelen köpek cami duvarına siyer. (ADS1, 216)

Eceli gelen fare, kedinin yoluna çıkar. (TASH, 91) Eceli gelen kiçe, çobanın ekmeğini yer. (TASH, 241) Dlt....

Öldeçi sıçgan muĢ taĢakın kaĢır.

Karaç.. ıçhannı acalı cetse, kiĢdikni kuyruğundan kabar. (KNS, 109) Kırım.. Eceli kelgen it camining duvarına siyer. (DKTAD, 46) Eceli kelgen ıĢkan catkan mıĢıgıng kuyrugun tırnar. (DKTAD, 46) Eceli kelgen eĢki, Ģobanıng tayagına süykenir. (DKTAD, 46) Trkmn. Acalı yeten tilki, hinine bakıp üyrer. (TIIM, 201) Irak..

Geçinin ameli azarsa gider çobanın ekmeğini yer. (ITDA, 284)

Kıbrıs.. Eceline susayan köpek, cami duvarına siyer. (KTADS, 97)

149

Koç kaĢınınca çobanın topuzuna sulanır. (KTADS, 140) Kırg (Af). Eçkining ölgüsü kelse, koyçunung tayagıga soyönöt. Türki..

El eli yıkar, iki el de döner yüzü yıkar. (ADS1, 220)

Azeri..

El eli yuvar, iki el yüzi yuvar. (OGZ, 47)

Karaç.. Kol kolnu cuvar, eki kol betni cuvar. (KNS, 144) Kumuk. Kol kolnu cuvar, bet betge bağar. (AVAS, 44) Kol kolnu cuvar, eki de betni cuvar. (AVAS, 44) Nogay.. Kol koldı yuvar, eki kol betti yuvar. Kazan.. Kul kulnı yuwa, iki kul bitni yuwa (KzTAD, 56) Trkmn.. El eli yuvar, iki el biğigin yüzi yuvar. (TA, 77) Kıbrıs.. El eli yıkar, el de yüzü yıkar. (KTADS, 97) Türki..

El için kuyu kazan, evvela kendi düĢer. (ASD1, 221)

Azeri..

El üçün guyu gazan, özü düĢer. (AF, 243)

Karaç.. Birevge uru kazğan, kesi tüĢedi. (NK, 68) Birevge költürgen tayağıng kesingi baĢına tier. (NK, 27) Kumuk.. Özgege tuzak salğan-özü tüĢer tuzakğa. (AVAS, 18) Nogay.. Kisige Ģunkır kazsang, özing atılarsıng. (NK, 352) Dosınga Ģungkır kazba, özüng tüsersing. (NK, 323) Kazan.. KiĢige baz kazma, uzing tüĢersing (KzTAD, 54) Kazak.. Birevge deb kör kazba, özün tüĢersin. Irak..... BaĢkası için kuyu kazan özü düĢer. (ITDA, 269) Kuyunu kazan içine düĢer. (ITDA, 297) Kıbrıs.. El kuyusu kazan, içine kendi düĢer. (KTADS, 101) Türki..

Erken kalkan (çıkan) yol alır, er evlenen döl alır. (ASD1, 227)

Sabahtan karnını doyuran, küçükten evlenen aldanmamıĢ. 1724 Dlt.....

Tünle yorıp kündüz sevnür, kiçigde evlenip ulgadha sevnür.

Karaç.. Ertde turğannı erkek atı tay tabar. (NK, 84) Ertde turğan bla ertde üylenngen sokuranmaz. (NK, 84) Nogay.. Erte turgan erding ırısı artık. (NK, 306)

150

Erte turgannıng ırısı artar, erinmey yurgenning yurisi artar. (NK, 341) Kırım.. Erte turgan col alır, erte üylengen döl alır. (DKTAD, 49) Erte turgannıng kısmet açık. (DKTAD, 49) Türki..

GeçmiĢ yağmura kebe tutma. (TRAD, 134)

Karaç.. Cavgan canngurnu camçı bla kuvma. Kumuk.. Getgen yangurnu artından yamuçu alıp çapmak hakılsızlık. (AVAS, 49) Nogay.. Ozgan yamgırdı yamıĢı alıp kuvma. (NK, 353) Kazan.. Uzgan bulutnı tutup bulmiy. (KzTAD, 71) Irak..... GeçmiĢe mazı diyeller. (ITDA, 284) Kıbrıs.. GeçmiĢe mazi piĢmiĢe kuzu derler. (KTADS, 110) Türki..

GörmemiĢin oğlu olmuĢ, çekmiĢ çükünü koparmıĢ. (ASD1, 245)

Karaç.. Kün körmegen kün körse, kündüz çırak candırır. (NK, 30) At körmegen atha minse, urub tüyüb atlatır; Koy körmegen koy körse, kuvub, sürüb otlatır. (KNS, 42) Nogay.. Kün körmegen kün körse kündiz Ģırak yandırar. (NK, 318) Kazan.. Kün kürmegen kün kürse, kündüz çıra yandıra. (KzTAD, 56) Kırım.. At minmegen at minse, Ģaba Ģaba ötdürür, Ton kiymegen ton kiyse, kaga kaga tozdurur. (DKTAD, 23) Koy körmegen koy alsa, kuvalap cürüp otlatır, Kız körmegen kız tapsa baĢına kına salıp oplatır. (DKTAD, 67) Irak..... GörmemiĢ, gördü gümüĢ, oldu kudurmuĢ. (ITDA, 285) Kıbrıs.. Görgüsüzün bir oğlu olmuĢ, çeke çeke taĢaklarını sökmüĢ. (KTADS, 116) Türki..

Gülme komĢuna, gelir baĢına. (ASD1, 247)

Azeri..

Gülme gonĢuna, geler baĢına. (AHYÖ, 152)

Karaç.. Külme kartha, kelir baĢha. (KNS, 188) Nogay.. Külme doska, keler baska. (NK, 324) Trkmn.. Gülme gonĢına, geler baĢına. (TIIM, 206) Irak..... Gülme konĢuva, geli baĢıva. (ITDA, 286) Yugos.. Gülme komĢina, colur baĢına. Türki..

Haydan gelen huya gider.. (ADS1, 254)

151

Azeri..

Haynen gele, vaynen geder.

Kumuk.. Haydan gelgen hüyden geter. (AVAS, 42) Nogay.. Aram kapĢıktıng tübi tesik. (NK, 329) Kazan.. Haramdan kilgen haramga kite. (KzTAD, 45) Kırım.. Haramdan kelgen haramga keter. (DKTAD, 53) Irak..... Haydan gelen huya gider, selden gelen suya gider. (ITDA, 288) Kıbrıs.. Haydan gelen huya gider, sudan gelen sele gider. (KTADS, 125) Türki..

IĢleyen demir pas tutmaz.. (ADS1, 274)

ĠĢleyen demir ıĢıldar. (TASH, 86) Yuvarlanan taĢ yosun tutmaz. (TASH, 87) Azeri..

IĢlemeyen demiri pas basar.

Karaç.. IĢde temir tot bolmaz. (NK, 34) IĢlegen balta tot bolmaz. (NK, 34) Kazan.. Yürgen taĢ Ģumarır, yatkan taĢ müklenir (KzTAD, 80) Kırım.. IĢlegen temir ıĢıldar. (DKTAD, 57) Irak..... IĢliyen demir paslanmaz. (ITDA, 292) Kıbrıs.. IĢleyen demir pas tutmaz. (KTADS, 133) Yugos.. IĢleyen igne pas tutmaz. Türki..

Ġt ürür, kervan yürür.. (ADS1, 276)

Kumuk.. Ġt haplar, kerivan geçer. (AVAS, 23) Kazan.. Ġt ürür, büri yürür (KzTAD, 49) Krgız.. Ġt üröt, kerben cüröt. (KA, 153) Özbek.. Ġt ürür, karvan yürar. (TIIM, 191) Trkmn.. Ġt üyrer, kerven geçer. (TIIM, 207) Irak..... Ġt hürer kervan geçer. (ITDA, 292) Türki..

Ġyiliğe iyilik her kiĢinin kârıdır, kötülüğe iyilik er kiĢinin kârıdır.. (ADS1, 277)

Azeri..

YahĢılığa yahĢılığ her kiĢinin iĢidi, yamanlığa yahĢılığ er kiĢinin iĢidi. (AHYÖ, 154)

Karaç.. AĢhılıkğa aĢhılık har kiĢini iĢidi, amanlıkğa aĢhılık erkiĢini iĢidi. (KNS, 171) AhĢılıkğa ahĢılık har kimni da iĢidi, amanlıkğa ahĢılık ahĢılanı iĢidi. (MNS, 18)

152

Nogay.. YahĢılıkka yahĢılık-ar kisiding isi di, yamanlıkka yahĢılık-er kisiding isi di. (NK, 307) Kazan.. YahĢılıkka yahĢılık her kiĢining iĢidir, yamanlıkka yahĢılık ir kiĢining iĢidir (KzTAD, 76) Özbek.. YahĢılıkga yahĢılık har kiĢining iĢidir, yamanlıkga yahĢılık er kiĢining iĢidir. (TIIM, 197) Trkmn.. YagĢılıga yagĢılıg her kiĢinin iĢidir; yamanlıga yagĢılık er kiĢinin iĢidir. (TA, 92) Irak..... Eyiliğe eyiliğ her adamın kârı, haraplığa eyiliğ mert adamın kârı. (ITAD, 282) Türki..

Iyilik et denize at, balık bilmezse halik bilir.. (ADS1, 277)

Azeri..

YahĢılığ ele balığı at deryaya, balıg bilmezse halığ biler. (AHYÖ, 154)

Karaç.. Igilik tas bolmaz. Kazan.. YahĢılık kıl da deryaga sal; balık bilmese Halik bilir (KzTAD, 76) Özbek.. YahĢılık gıl daryağa taĢla, balığ bilmasa halıg bilar. (TIIM, 197) Trkmn.. YahĢılık et de derya at, balık biler, balık bilmese halık biler. (TIIM, 210) Irak..... Eyiliğ et at deryaya, balığ bilmezse Halik bili. (ITDA, 282) Türki..

Karga yavrusuna bakmıĢ, “benim ak pak evladım” demiĢ. (ADS1, 284)

Kuzguna yavrusu anka görünür. (ADS1, 284) Karaç.. avka balasına “çımmakçığım”, kirpi va balasına “cumuĢakçığım” deydi. Karğa balasına: “çımmağım”, -dey edi. (NK, 59) Kirpi balasına: “cumuĢağım”, -dey edi. (NK, 60) Ayünü balası ayüge ay körünür. (KNS, 97) Kazan.. Karga da balasına “appağım” dir, kirpi de “yumuĢacığım” dir. (KzTAD, 52) Kırım.. Ayu balasın appagım, kirpi balasın cımĢagım dep süyer. (DKTAD, 25) Krgız.. Karga süyöt balasın “appağım” dep. (KA, 154) Ar kimdiki özünö ay körünöt. (KA, 134) Trkmn.. Garda da öz balasına ap-ağım diyer, kirpi de öz çagasına yumĢaçağım diyer. (TIIM, 206) Kıbrıs.. Karga yavrusu kendine zümrütü anka kuĢu görünür. (KTADS, 160) Türki..

Kaybolan koyunun kuyruğu büyük olur. (ADS1, s, 288, 1355)

Karaç.. Tas bolgan koynu kuyruğu ullu bolur. Tas bolğan bıçaknı sabı altın. (NK, 73) Kumuk.. Ölgen sıyırnı sütü maylı bolur. (AVAS, 38)

153

Kazan.. Yugalgan pıçaknıng sabı altın. (KzTAD, 79) Ülgen sıyır sütli, ülgen katın kutlı. (KzTAD, 72) Kırım.. Ölgen sıyır sütlü bolur. (DKTAD, 77) Krgız.. Cogolgon bıçaktın sabı altın. (KA, 147) Trkmn.. Iyten pıçagıng sapı altın. (TA, 85) Türki..

Kendi düĢen ağlamaz. (ADS1, 292)

Karaç.. Kesi cığılgan caĢ cılamaz. Nogay.. Özi yıgılgan-yılamas (NK, 353). Kazan.. Üzi yıgılgan yılamas (KzTAD, 74) Kırım.. Özü cıgılgan cılamaz. (DKTAD, 78) Trkmn.. Özi yıkılan çaga aglamaz. (TAÖ) Türki..

Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür. (ADSII, 776, 5778)

Deve kendi kamburunu görmez, karĢısındakininkini görür. (TASH, 126) Dlt.....

Yılan kendü eğrisin bilmes, teve boynun eğri tir. (I, 127, 7)

Azeri..

Öz gözünde tiri görmür, özge gözünde gılı seçir. (AHYÖ, 152)

Karaç.. Közünde teregi bolgan, çöpü bolgannga sokur deyt. Közünde teregi bolğan çöbü bolğanga “sokur” dey edi. (NK, 29) Kırım.. El ayıbın körgende dört boladır közu, öz ayıbın körgende kör boladır közu. (DKTAD, 47) Krgız.. Baka mayrığın bilbeyt, cılandı iyri-iyriy deyt. (KA, 138) Trkmn.. Düye öz boynunıng egrisin bilmen, yılana egri diyermiĢ. (TAÖ) Irak..... Deve öz kamburun görmez. (ITDA, 277) Kıbrıs.. Kendi gözündeki merteği görmez de el gözündeki çöpü görür. (KTADS, 155) Türki..

Kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle (iĢit, anla). (ADSII, 786)

Azeri..

Gızım sene deyirem, gelinim sen eĢit. (AHYÖ, 151)

Karaç.. Kızım, sanga aytama, kelinim, sen eĢit. (NK, 53) Kumuk.. Kızım, sağa aytaman, gelinim, sen tıngla. (AVAS, 31) Kazan.. Kızım sınga eytem, kilinim sin tıngla. (KzTAD, 53) Kırım.. Kızım saga aytaman, kelinım sen tıngla. (DKTAD, 173)

154

Özbek.. Kızım senga aytaman, kelinim sen eĢit. Kazak.. Gelinim sagan aytam, kızım sen tıngla. (N.Yüce, TKA, 307, 38) Trkmn.. Gızım sanga aydayın, gelnim sen düĢ. (TIIM, 206) Tatar.. Kızım sınga eytem, kilinim sin tıngla. Bkırd.. Kızım hinge eytem, kilenem hin tıngla. Kkalp.. Kızım sagan aytaman, kelinim sen tıngda. Kıbrıs.. Kızım sana söylerim, gelinim sen anla. (KTADS, 155) Yugos.. Kızıma süleyim, celınım anlasın. Türki..

Kimin arabasına binerse onun türküsünü söyler. (ASÖZ, 369)

Gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıncını çalır. (ADS1, 238) Karaç.. Kimni arbasına minseng, anı cırın cırla. (NK, 81) Kumuk.. Arbasına mingenni yırın yırlar. (AVAS, 15) Kırım.. Kiming arabasına minse onung turkusun cırlar. (DKTAD, 173) Irak..... Gâvur ekmeği yen gâvur kilinci atar. (ITDA, 284) Kosov.. imın arabasına binersın, onun türçüsüni sülersin. Türki..

Koyun can derdinde, kasap yağ derdinde. (ADS1, 301)

Azeri..

Keçi can hayında, gessab piy arzular. (AHYÖ, 152)

Kazan.. Kuyga can kaygı, itçige may kaygı. (KzTAD, 58) Kırım.. EĢki can dertinde, kasap may peĢinde. (DKTAD, 46) Trkmn.. Geçee can gaygı, gassaba yag. (TAÖ) Irak..... Geçi can vayında, kasap pim vayında. (ITDA, 284) Kıbrıs.. Kasap yağ derdinde, keçi can derdinde. (KTADS, 143) Türki..

Körün istediği bir göz, iki göz olursa ne söz. (ADS1, 305, 1490)

Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. (ADSII, 792) Azeri..

Kor ne ister, iki göz-biri eyri biri düz. (AHYÖ, 152)

Kırım.. Sokur tiledi bir köz, Tangrı berdi eki köz. (DKTAD, 82) Trkmn.. Körüng bir dilegi-iki gözi. (TAÖ) Irak..... Kör ne ister iki göz, biri eğri biri düz. (ITDA, 296) Kıbrıs.. Körün de istediği iki göz. (KTADS, 149)

155

Türki..

Misafir misafiri istemez, ev sahibi ikisini de. (ADS1, 319)

Azeri..

Gonag gonağı sevmez, ev issi ikisin de sevmez. OGZ, 148

Kazan.. Kunak kunaknı süymes, üy iyesi birsin de süymes. (KzTAD, 55) Kırım.. Müsapır müsapırnı süymez, konakbay alayın süymez. (DKTAD, 73) Krgız.. Konok konoktu söybelt, eesi baarın da süybeyt. (KA, 158) Trkmn.. Mıhman mıhmanı gıshınar, öy eyesi ikisini hem. (TA, 86) Irak..... Mısafır mısafırı sevmez, ev sahabı her ikisini de. (ITDA, 300) Kıbrıs.. Yeyici yeyiciden, ev sahibi misafirden hoĢlanmaz. (KTADS, 219) Türki..

Ne ekersen onu biçersin. (ADS1, 322)

Kumuk.. Ne çaçsang, onu alırsan. (AVAS, 44) Nogay.. Ne ĢaĢsan-sonı orarsın. Kazan.. Ni çeçseng Ģunı urursıng. (KzTAD, 61) Kırım.. Ne ekseng onu piĢersing. (DKTAD, 74) Trkmn.. Her kim öz ekenini orar. (TA, 84) Neme ekseng, sonı orarsın. (TA, 87) Irak..... Ne ekersev onu biçesen. (ITDA, 301) Herkes ektiğini biçer. (ITDA, 289) Kıbrıs.. Ne ekersen onu biçen. Yugos.. Herçez ektigini biçer. Dünyada ne ekersen oni biçersin. Türki..

Nerde birlik, orda dirlik. (ADS1, 323)

Azeri..

Birlik harda, dirlik orda. (AF, 235)

Karaç.. Birlikde-tirilik. (NK, 20) Kumuk.. Birlik bolmay tirlik bolmas. (AVAS, 16) Birlik bulan el yaĢnar. (AVAS, 16) Kazan.. Birlik-tirliktir. (KzTAD, 34) Kırım.. Kayerde birlik, o yerde tirlik. (DKTAD, 61) Krgız.. Tiriliktin küçü birlikte. (KA, 544) Kıbrıs.. Birlikden dirlik olur. (KTADS, 64)

156

Kosov.. Nerde ise birl‟ık, ondadır dirlik. Türki..

Öküz öldü ortaklık ayrıldı. (TASH, 180)

Karaç.. Ögüz öldü, ortaklıkdan ayırıldık. (KNS, 85) Kumuk.. Ögüzüm ölüp, ortaklıkdan ayrıldım. (AVAS, 38) Kırım.. Ögüz öldü ortak ayrıldı. (DKTAD, 78) Kıbrıs.. Öküz öldü, ortakcılık bozuldu. (KTADS, 177) Türki..

Sana taĢla vurana sen aĢla vur. (ADS1, 342, 1750)

Dlt.....

Suv birmeske süt bir.

Karaç.. Birev seni taĢ bla ursa, sen anı aĢ bla ur. (NK79) Kazan.. TaĢ blen atkanga aĢ blen at. (KzTAD, 65) Kazak.. Birev zabir etse sen sabır et. Kıbrıs.. Su vermezse süt ver. (KTADS, 195) Türki..

Serçeden korkan darı ekmez. (ADS1, 345)

Azeri..

Gurddan gorhan goyun sahlamaz. (AHYÖ, 151)

Karaç.. Kanatlıdan korkğan tarı sepmez. Nogay.. fiegertkiden korkkan, egin ekpes. (NK, 308) Kazan.. ikirtgeden korkkan igin ikmes. (KzTAD, 39) Kırım.. Bödeneden korkkan tarı ekmez. (DKTAD, 35) Krgız.. egirtkeden korkkon egin ekpes. (KA, 148) Trkmn.. Serçeden gorkan, darı ekmez. (TIIM, 209) Gurttan gorkan tokaya (ormana) girmez. (TA, 82) Irak..... Donguzdan korkan darı ekmez. (ITDA, 276) Türki..

Sıçan deliğe sığmamıĢ, bir de kuyruğuna kabak bağlamıĢ. (ADSII, 871)

Azeri..

Dilkü inine sığmaz, guyruğına gabag asar. (OGZ, 103)

Karaç.. ıçhan kesi kirirge teĢik tapmay edi, kuyruğuna dingil taga edi. Kazan.. TiĢigine sıymagan tıçkan kuyrıgına tubal takkan (KzTAD, 67) Kırım.. IĢkan teĢigine kiralmay cürgende kuyruguna cuvguĢ (bulaĢık bezi) baylar. (DKTAD, 57) Özbek.. Sıçgan iniga sığmaydı, ğalvur bağlaydı dümüğa. (TIIM, 194) Kıbrıs... Sıçan deliğine sığmaz, bir de götüne kabak bağlar. (KTADS, 187)

157

Türki..

Sürüden ayrılanı kurt kapar. (ADS1, 352)

Azeri.... Köçden azan gurda-guĢa gismet olar. (HDD, 132) Karaç.. Iesiz malnı börü aĢar. (NK, 59) Ayırılğannı ayıu aĢar, bölünngenni börü aĢar. (MNS, 55) Kumuk.. Ayrılgan el azar, koĢulgan el ozar. (AVAS, 14) Nogay.. Ayırılgandı ayuv er, bölingendi böri er. (NK, 302) Yalgız koydı böri aĢar. (NK, 304) Kırım.. Ayrılgannı ayu aĢar, bölüngennı börü aĢar. (DKTAD, 24) Özbek.. Süriden ayrılgan koynı böri yırtar. Bölingandı börü yer, ayrılgannı ayığ. (TIIM, 180) Trkmn.. Sürüden ayrılan goynı gurt iyer. (TIIM, 210) Irak..... Sürüden ayrılan koyunu-kuzunu kurt yer. (ITDA, 308) Kıbrıs.. Sürüden ayrılanı kurt yer. (KTADS, 195) Yugos.. Süriden ayrılan kuziyi kurt kavrar. Türki..

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. (ADS1, 359, 1882)

Dlt.....

Tılın tirgike tegir.

Azeri..

fiirin dille ilanı yuvadan çıharmağ olar. (AHYÖ, 159)

Karaç.. Ariuv söz cilyannı teĢiginden çığarır. (MNS, 15) Kumuk.. Hakıllı buzav eki ananı içer. (AVAS, 50) Nogay.. YahĢı söz yılandı innen Ģıgarar. (NK, 333) Kazan.. Tatlı til yılannı üninden çıgara. (KzTAD, 66) Krgız.. Cıluu süylösö cılan iyinden cığat. (KA, 235) Trkmn.. YagĢı söz yılanı yinden çıgarar. (TAÖ) Irak..... Datlı dil ilanı dellükden çıhardı. (ITDA, 276) fiirin dil ilanı dellükden çıhardı. (ITDA, 309) Yugos.. Tatlı süz demir kapilari açar. Kosov.. Tatlı süz (dil) ilanı deliginden çikarır. Tatlı süz demir kapilari açar. Btrak.... Güler yüz, tatlı söz yılanı kovuğundan çıkarır.

158

Türki..

Tok acın halinden bilmez. (ADS1, 363)

Karaç.. Avrugannı sav bilmez, aç karınnı tok bilmez. (NK, 38) Kazan

Açnıng halin tuk bilmes. (KzTAD, 23)

Krgız.. Aç kadırın tok bilbeyt. (KA, 132) Özbek.. Açnıng halını, tok bilmaydı. (TIIM, 182) Trkmn.. Dokun açdan habarı yok. (TIIM, 204) Açlık cebrin çekmedik, dokluk gadırın ne bilsin. (TA, 70) Irak..... Toh olan ne bilsin acın halınnan. (ITDA, 311) Acın tohtan ne habarı var. (ITDA, 263) Krg (AF). Aç kadrın tok bilmeyt-oğru kadrı soo bilmeyt. Türki..

Ulu sözü dinlemeyen uluya kalır. (ADS1, 367)

Dlt.....

Ulugnı uluglasa kut bulur. (I304, 16)

Azeri..

Ulular sözin tutmayan ulaya galur. (OGZ, 59)

Karaç.. Kart aythannı etmegen-kartaymaz. (NK, 81) Kumuk.. Ullu aytganın etmegen hökünçlü kalır. (AVAS, 19) Ullu aytganın etmegen ullaymas. (AVAS, 19) Kırım.. Kart ögutun tutmagan kartaygaĢı ongmaz. (DKTAD, 60) Trkmn.. Ulının diyenini etmedik uvlar. (TA, 91) Türki..

Ummadığın taĢ baĢ yarar. (ADS1, 367)

Ummadığın kütük araba devirir. (TASH, 192) Nogay.. Edem sözi tas yarır, tas yarmasa, bas yarır. (NK, 316) Kırım.. KiĢkene Ģotuk arba avdarır. (DKTAD, 67) Umulmadık Ģotuk arba avdarır. (DKTAD, 92) Trkmn.. Kicicik daĢ baĢ yarar. (TIIM, 208) Irak..... Ummadığıv daĢ baĢ kırar. (ITDA, 312) Beğenmediğiv daĢ baĢ kırar. (ITDA, 209) Kıbrıs.. Ummadık kütük araba devirir. (KTADS, 211) Yugos.. Ummadığın taĢ, yarar baĢ. Btraky.. Ummadığın taĢ araba devirir.

159

Türki..

Yalnız taĢ duvar olmaz. (ADS1, 376)

Azeri..

Yalğız elden ses çıhmaz. (AHYÖ, 154)

Karaç.. Cangız taĢdan kala bolmaz. (KNS, 67) Tav baĢında tav bolmaz, cangız terek bav bolmaz. (KNS, 68) Kumuk..

Yangız taĢ kala bolmas. (AVAS, 34)

Yangız terek bav bolmas. (AVAS, 34) Nogay.. Yalgız söylep söz bolmas, yalgız kazık kos bolmas, yasırtın iĢken as bolmas. (NK, 333) Kazan.. Bir tarıdan butka (lapa? tapa?, tıkaç) bulmas. (KzTAD, 35) Kırım.. Cangız ağaĢ calbarsang canmaz. (DKTAD, 37) Trkmn.. Yalngız goldan av çıkmaz. (TA, 92) Irak..... Tek elin sesi çıhmaz. (ITDA, 310) Türki..

Yılanın sevmediği ot deliğinin ağzında biter. (ADS1, 383)

Dlt.....

Yılan yarpuzdan kaçar, kança barsa parpus utru kelür. (III, 39, 26)

Azeri..

Ilanın yarpızdan zehlesi geder, o da burnunda biter. (AHYÖ, 152)

Karaç.. Ayü duğumanı süymey edi, ol da anı teĢigine bite edi. (KNS, 97) Cılan duğumanı süymey edi, duğuma da anı teĢigine bite edi. (KNS, 110) Trkmn.. Yılanıng yigreneni narpız, ol hem hinining agzında gögerer. (TA, 93) Irak..... Ilan yarpızdan haz etmez, gider burnu önünde biter. (ITDA, 291) Kıbrıs.. Sevmediğin bok daima burnunun dibinde tüter. (KTADS, 194) Türki..

Yılan sokmuĢ, ipten de korkar. (TASH, 244)

Karaç.. Cay cılandan korkğan, kıĢ arkandan ürker. (NK, 28) Nogay.. Yazda yılannan korkkan, kısta arkannan korkar. (NK, 360) Kazan.. Kurkkanga kuĢ körüne. (korkana her Ģey çift görünür). (KzTAD, 57) Trkmn.. Yılan çakan kendirden gorkar. (TA, 93) Irak..... Ilan çalan ip sürüntüsünden korkar-kaçar-. (ITDA, 291) Türki..

Yürek yanmasa göz yaĢarmaz. (TASH, 71)

Azeri..

Can yanmasa gözden yaĢ çıhmaz. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Can avrusa-sokur közden caĢ çığar. (KNS, 150)

160

Kırım.. Meram etseng sokur közden caĢ Ģığar. (DKTAD, 72) Krgız.. ındap ıylasa, sokur közdön caĢ çığat. (KA, 149) Trkmn. Ihlas bilen aglasang, kör gözden bile yaĢ çıkar. (TA, 84) Kazan.. ın küngilden yılasang sukır küzden yeĢ çıga. (KzTAD, 40) Türki..

Zenginin keyfi gelinceye kadar, fukaranın canı çıkar. (TASH, 220)

Göle (arığa) su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar. (ADS1, 243) Azeri..

Kök arıglayınca arığın canı çıhar. (AF, 64)

Karaç.. Bay hakın berginçi carlı canın berir. (NK39) Baynı kübüründen çıkğınçı, carlını canından çığar. (NK 40) Kumuk.. Baynı kepi kelginçe, yarlını canı çığar. (AVAS, 15) Kırım.. Barlınıng kiypı kelgeĢi, carlınıng canı Ģıgar. (DKTAD, 29) Kıbrıs.. Zenginin gönlü olana kadar, fukaranın göbeği düĢer. (KTADS, 231) Gagau.. Zenginin kefi gelince, fukaranın canı çıkar. Btrak.... Ağanın keyfi gelince. fıkaranın canı çıkar. Kısaltmalar - Ata Sözleri (ASÖZ) - Atasözleri ve Deyimleri Sözlüğü I-II (ADS) - Aytıvlar va Atalar Sözleri (AVAS) - Azerbaycan Folkloru (AF) - Azerbaycan Halk Yazını Örnekleri (AHYÖ) - Dobruca‟daki Kırım Türklerinde Atasözleri ve Deyimler (DKTAD) - Halgımızın Deyimleri ve Duyumları (HDD) - Irak Türklerinde Deyimler ve Atasözleri (ITDA) - Karaçay Nart Sözle (KNS) - Kazan Türkçesinde Atasözleri ve Deyimler (KzTAD) - Kıbrıs Türk Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü (KTADS) - Kırgız Atasözleri (KA) - Malkar Nart Sözle (MNS) - Mukayeseli Van Folkloru (MVF)

161

- Poslovitsı i pogovorki Narodov Karaçaevo-erkesii (NK) - Tarih boyunca Türk Atasözleri (TBTA) - Türk Atalar Sözü Hazinesi (TASH) - Türk Atasözleri ve Deyimleri I (TRAD) - Türkistan Ile Ilgili Makaleler (TIIM) - Türkiye‟de YaĢayan Karaçay-Malkar Türklerinden Derlenen Atasözleri (KMTA) - Türkmen Atasözleri (TA) - Türkmen Atasözlerinden Örnekler (TAÖ) - Uygur Atasözleri ve Deyimleri (UAD)

1 Afganistan‟dan Göçen SoydaĢlarımızın Bazı Atasözleri Üzerine Notlar, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Türk Kültürü AraĢtırmaları, Prof. Dr. Ġbrahim Kafesoğlu‟nun Hatırasına Armağan‟dan Ayrı Basım, Ank. 1985 s. 438. 2 Türk fiivelerindeki Atasözlerinde Uygunluk, Nuri Yüce, Türk Kültürü AraĢtırmaları, XVIIXXI/1-2, 1979-1983, Ank. 1983 Prof. Dr. Faruk Kadri TimurtaĢ‟ın Hatırasına Armağan, s. 3090. Ata Sözleri, F. Fazıl Tülbentçi, Ġnk. ve Aka Kitabevleri, II. baskı, 582 s. Atasözleri ve Deyimleri Sözlüğü I-II, Ömer Asım Aksoy, TDK Yay., 1984. Aytıvlar va Atalar Sözleri, Haz. Abdurahim Abdurahmanov, Mahaçkala Dağıstan OhuvPedagogika Izdatelstvosu, 1991, 120 s. Azerbaycan Folkloru, Vagif Veliyev, Maarif NeĢ. Bakı 1985, 416 s. Azerbaycan Halk Yazını Örnekleri, Ehliman Ahundov, TDK Yay. Ankara 1978, 556 s. Dobruca‟daki Kırım Türklerinde Atasözleri ve Deyimler, Müstecib Ülküsal, TDK Yay. 1970, 256 s. Halgımızın Deyimleri ve Duyumları, M. I. Hekimov, Maarif NeĢ. Bakı 1986, 392 s. Irak Türklerinde Deyimler ve Atasözleri, Ihsan S. Vasfi, Fuzuli Yay., Ist. 1985, 320 s. Karaçay Nart Sözle, Aliylanı Soltan, Karaçay-erkes Kitab izdatelstvo, erkessk, 1969. Kazan Türkçesinde Atasözleri ve Deyimler, A. Battal Taymas, TDK yayını, Ankara 1968, 152 s. Kerkük Halk Edebiyatından Seçmeler, Dr. Cengiz Ketene, Kültür Bakanlığı, Ank. 1990. Kıbrıs Türk Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Haz. M. Gökçeoğlu, Galeri Kültür Yay., 234 s.

162

Kırgız Atasözleri, Bilgehan A. Gökdağ, TDA, sayı: 61, Ağustos 89, s. 129-168. Malkar Nart Sözle, Azret HOLAEV, Elbrus Kitab Basma, Nalçik 1982. Mukayeseli Van Folkloru (yayımlanmamıĢ bitirme tezi), AyĢegül Üstün, A. Ü. Fen-Edb. Fak. Erz. 1986, 251 s. Nakıl Sözler, Cusup Balasagın, Bütkul Soyuzduk caĢtar kitep birikmesi, Balasagı 1991, 64 s. Oğuzname, Bakü 1987, 223 s. Poslovitsı i pogovorki Narodov Karaçaevo-Çerkesii, Alieva A. I. ve ArkadaĢları, erkessk 1990, 368 s. Tarih boyunca Türk Atasözleri, Aydın Oy, Ist. 1972. Türk Atalar Sözü Hazinesi, Hilmi Soykut, Ülker Yay. Ist. 1974, 496 s. Türk Atasözleri ve Deyimleri I, Milli Kütüphane Genel Müdürlüğü, ME Basımevi, Ist. 1992, 144 s. Türkistan ile Ġlgili Makaleler, ağatay Koçar, Kültür Bak. Yay., Ankara 1991, 268 s. Türkiye‟de YaĢayan Karaçay-Malkar Türklerinden Derlenen Atasözleri, Hasan Ülker, TDA, sayı: 75, Aralık 91, s. 159-190. Türkmen Atasözleri, Bilgehan Atsız Gökdağ, TDA, sayı: 79, Ağustos 92, s. 67-94. Türkmen Atasözlerinden Örnekler, Ġlhan eneli, TFA, sayı: 338, Eylül 1977, s. 8084. Uygur Atasözleri ve Deyimleri, KurtuluĢ Öztopçu, Doğu Türkistan Vakfı Yay. Ist. 1992, 340 s.

163

Kopuz ve Türk Dünyası Halk Çalgıları / Ġrfan Gürdal [s.105-111] Kültür Bakanlığı Devlet Türk Dünyası Müziği Topluluğu Sanat Yönetmeni /Türkiye Orta Asya‟daki müzik ve müzik aletleri hakkında Türkiye‟de yeterli kaynak bulunmayıĢı, birtakım kavramların doğru anlaĢılamamasına ve Anadolu halk müziğinin Orta Asya ile ilgilendirilmesinde de çeĢitli problemlere sebep olmaktadır. Kopuz ve ıklığ gibi bazı çalgıların tanımları yeterince açıklığa kavuĢturulamamaktadır. Türklerin yaĢadığı bütün bölgelerin çalgılarını ayrı ayrı tanıtmaya baĢlamadan önce her yörede çalgı adı olarak karĢımıza çıkacak olan kopuz sözcüğünün etimolojisi ve çalgı kültüründeki yeri hakkında kısaca bilgi vermek gerekir. Türkler, bin yıldan fazla bir süredir dünyanın birçok bölgesine yayılmıĢ ve çok farklı kültürlerle etkileĢim içerisinde olmuĢlardır. Bu sebeplerle kopuz adı baĢlangıçta belki tek bir çalgıyı ifade ediyorsa da günümüzde farklı çalgılara isim olmakta ve yine farklı Ģekillerde yazılıp söylenmektedir. Moğolca, ince gibi Asya‟dan komĢu dillere de geçmiĢ olan kopuz sözcüğü yine de imlâ bakımından büyük oranda korunmuĢtur. in kaynakları, Tukiyu (Türk) erkeklerinin “hyupu” çaldıklarından bahsediyor. Bu sözcük, Meragalı Abdülkadir‟in Doğu Türkistan‟da XV. yüzyılda millî çalgı olarak kullanıldığını yazdığı “pi-pa” çalgısını hatırlatıyor. Pi-pa, in müziğinde günümüzde de aynı isimle kullanılan dört telli kısa saplı bir çalgıdır. Müslüman kaynakların kopuzu barbat ve ud ile bir tutması bu form benzerliğinden kaynaklanıyor olabilir. DıĢ tesirlere en fazla kapalı kalabilmiĢ bölgeler olan Saha-Yakut çevresi, Hakasya ve Altaylar‟da kopuz konusunu incelemek gerekir. Bu bölgelerde khomus, khomıs isimleriyle anılan çalgı, metal bir çatalın arasına yine metalden esnek bir dil yerleĢtirilmesiyle yapılan bir ağız çalgısıdır. atal ön diĢlere dayanır ve parmaklarla metal dil titreĢtirilir. Ağız boĢluğunun rezonans kutusu gibi kullanılması ile çalınır. Yakutlarda bu çalgının prototipleri demir yerine ağaç veya kamıĢtan yapılmakta ve günümüzde de kullanılmaktadır. Khomus sözcüğü, Saha-Yakut dilinde, aynı zamanda kamıĢ anlamına da gelmektedir. Müzikolog S. Longinova, kelimenin bu anlamına göre ilk khomusun nefesli bir çalgı olabileceğini ileri sürmektedir. Yakut inanıĢına göre ilk khomus yıldırım düĢmesi sonucu yanmıĢ bir ağaçtan çıkan sesten yola çıkılarak yapılmıĢtır. ġaman inançlarına göre ağaç kutsaldır. Kamların khomusları özellikle pelit ağacından yapılan kutsal sesli çalgılardı ve ruhlarla konuĢurken bu çalgıyı kullanırlardı. Ölen Ģamanın mezarına ağaçtan yapılmıĢ khomusları konurdu ve yine bir ağaca bu Ģamanın çalgıları asılırdı. Altay ve Yakutların eski masallarında khomus av çalgısı olarak da anlatılıyor ve elde edilen av için bu çalgıyla Ģükrediliyordu. Yakutçada khomuhun sözü büyü, sihir anlamına gelir. Khovuz ise eski Türk dilinde kötü ruhları kovma (kovuĢ) anlamındadır. Khovuz oguz da dua etmek demektir.1 Khomus çalgısının dua ve kötü ruhları kovmadaki fonksiyonu göz önüne alındığında adını bu gelenekten aldığı düĢünülebilir. Bir kısmı Romanya‟da bir kısmı Moldovya‟da yaĢayan Gagauz Türklerinin halk çalgısı olan bir çeĢit kemençe de bugün “kovuş” adı ile anılmaktadır.

164

Prof. Dr. A. N. Samayloviç incede “kovzı” sözcüğünün ağızla çalınan anlamında kullanıldığını bildiriyor ve Yakut, Tonguz ve in kovzısını demir kopuz olarak tanımlıyor.2 Hakas çevresine ait bir baĢka çalgıyı, Verkov yayımlamıĢtır. Komıs adındaki bu çalgı, iki veya üç tellidir. Altay çevresinde tobşur denen çalgı ile Tuva‟daki Topşulur adlı çalgılarla aynıdır. Teknesi ve sapı aynı kütükten çıkarılır. Alt kısmı koyun veya geyik boynuzu ile kaplanır. Perdesizdir. 3 Telleri at kılı veya koyun bağırsağı (kiriĢ) ile yapılır. Alt teli, üst tele göre beĢlidir. 70-80 cm kadar uzunluktadır. Buna benzer çalgılar, Orta Asya‟nın birçok bölgesinde kullanılmakta fakat farklı isimlerle anılmaktadır. Kazak ve Kırgız baksılarının kullandıkları çalgıların ismi de kopuzdur. Ancak bu kopuzlar yayla çalınan bir çeĢit kemençelerdir. Saka-Yakut bölgelerinde de sözü kıl khomusla aynı ailedendir. Ġslâmiyet‟in kabulüne kadar baksılar kıl kobız adındaki bu çalgı ile ayinlerini gerçekleĢtirirlerdi. Kırgızlar parmakla çaldıkları uzun saplı üç telli çalgılarına da kopuzla aynı sözcükten gelen komuz denilmektedir. Kopuz adı çok çeĢitli çalgılara isim olmuĢsa da Orta Asya‟nın her yerinde kopuz ismiyle anılan tek bir çalgı var ki o da ağız kopuzudur. Saha-Yakut dilinde khomus, Tuva çevresinde demir khomus, kuluzun khomus ve çartı khomus, Kazaklarda, şankobız, Kırgızlarda ooz (ağız) komuz, BaĢkurt ve Tatarlarda kubuz, Türkmenlerde gopuz, Özbeklerde şang kobuz adıyla bilinen ağız tamburası ya da Batılıların jew‟s harp dedikleri çalgıdır. En eski kopuz bu çalgı mı idi bilinmiyor ancak kopuz adıyla en yaygın olan çalgı olduğunu görüyoruz. Kopuz adı daha sonraları çalgı anlamında kullanılmaya baĢlamıĢ ve genellikle önüne bir sözcük eklenerek özel bir çalgı adı almıĢtır. (Kılkopuz, simkopuz, demirkopuz, narkopuz, yıgaĢkomuz, kuluzun khomus vs.) Mahmut Ragıp Gazimihal, kopuzu telli bir çalgı olarak açıkladıktan sonra zamanla okla çalınmaya baĢlandığını ve muhtemelen bundan sonra oklu kopuz ya da sadece oklu denilmiĢ olabileceğini belirtiyor. Iklığ adının da buradan geldiğini ileri sürüyor ve Ģunları yazıyordu: “Eski bir Türkistan seyahatnamesinde iki kıllı olan oklu bir çalgının adı Lâtin harflerince igil imlâsıyla alınmıĢtır. Fransız musiki yazarı Albert Soibes kaynak göstermeksizin Ģöyle diyor “İkele yaylı bir çalgıdır; uç Sibirya ve Moğol sınırlarında kullanılmıĢtır.” Bozuk imlâlarla yazılı kelimenin ıklığ ile olan ilgisini ister istemez hiçbir batılı iktibasçı bilemezdi: Türkolog değillerdi.”4 Gazimihal burada çok önemli bir ipucuna yaklaĢmıĢ ancak ikele sözünün ikili, igil sözünün ise iki kıl anlamına gelebileceğini fark edememiĢti. Türkler çalgılarını adlandırırken, yaygın olarak tel sayısından yola çıkıyorlar, iki+kıl=igil, ikili, çiftetelli, iki telli, üç telli gibi Türkçe adların yanı sıra dutar, setar, ĢeĢtar gibi Farsça isimler de kullanıyorlardı. Bu çalgı adlandırma geleneği de ıklığ sözünün iki kıllı kökünden gelmiĢ olma ihtimalini güçlendirmektedir. Anadolu‟da kemençelerin tel sayıları üçe çıktıktan sonra ıklığ adı da kullanılmaz olmuĢtur. Tıva

165

Ġgil (egil, kıl khomus): Ġki telli, telleri at kılından yapılan, yaylı çalgı. Göğsü deriden yapılabilir, perdesizdir. Ġgilin Orta Asya‟daki diğer akrabaları Ģunlardır: Altay‟da “ikili”, Hakasya‟da “ııkh veya khomus”, Kazakistan‟da” “kıl kobız, Kırgızistan‟da “kıyak” ve Moğolistan‟da “morin-huur”. Form olarak “doĢpuluur”un aynısı olduğu hâlde yayla çalındığı için “igil” adını alan örnekler de mevcuttur. Yapımında, nemli ve alçak yerlerde yetiĢen ağaçlar kullanılır. Yıldırım düĢmüĢ olan ağaçtan yapılanı makbul sayılır. Telleri diĢi ve yürük atın kuyruğundan yapılır. Tel boyu 70-100 cm kadardır. Tıva Türkçesinde çalgı teline “khıl” (kıl) denilmekte ve igil sözünün iki+xıl sözcüklerinden oluĢtuğu söylenmekte.5 Ġgil‟in bir diğer özelliği de burguluk (baĢ) kısmının at baĢı Ģeklinde olmasıdır ki bu da Ģaman kültüründe atın kutsallığı ile bağlantılıdır. DoĢpuluur (topĢuluur, toĢpulduur): Ġki telli, parmakla çalınan, ağaç veya deri göğüslü, perdesiz halk çalgısıdır. Kazakların dombırasına benzer. Altay‟da yaĢayan Türklerin de kullandığı çalgı, dörtlü ya da beĢli aralıkla düzenlenir. Telleri kiriĢten veya burulmuĢ at kuyruğundan yapılır. Ġki türü vardır. Bir kısım doĢpuluurların gövdesi dört köĢeli ve iki tarafı deri ile kaplıdır. Bir kısmında ise gövde oval Ģekilli ve önünde deri kaplı arkası kapalıdır. Genellikle Ģarkı eĢliği için kullanılır. Bızaançı: Dört telli, yaylı bir çalgıdır. Yay ikinci ve üçüncü telin arasından geçer ve çalgıdan ayrılamaz. alınırken çıkan bızzaa sesinin oluĢmasından adını alır. 65 ile 100 cm boylarında olur. Silindir biçimindeki gövdenin bir tarafına yılan derisi geçirilir. Telleri at kılındandır ve saptan 2-3 cm yukarıdadır. in, Tibet ve Moğolistan‟da da değiĢik isimlerle benzerleri vardır. Tıva‟daki örnekleri at baĢlıdır. Çanzı: KöĢeleri yuvarlanmıĢ, 10-12 cm derinliğinde ve 20-30 cm geniĢliğinde kare bir gövde ve uzun bir saptan oluĢan üç telli bir çalgıdır. Gövdenin her iki yüzeyi yılan derisi ile kaplıdır. Parmakla veya mızrapla çalınır. in‟de ve Moğolistan‟da da kullanılır. Çadağan: Yatağan Ģeklinde Anadolu Türkçesine çevirebileceğimiz çalgı, yatay bir rezonans kutusu üzerine gerilmiĢ yedi telden oluĢan bir çalgıdır. Saha-Yakut, Hakasya ve Altaylar‟da da aynı isimle kullanılmaktadır. Teller koyun veya keçi bağırsağından yapılır. EĢik olarak koyunun aĢık kemikleri kullanılır (eĢik-aĢık). Akort bu eĢiklerin yer değiĢtirilmesiyle sağlanır. alıcılar bazen parmaklarına boynuz veya hayvan tırnağından mızraplar takarlar. Günümüzde yapılan çadaganlar metal telli ve sabit eĢiklidir. Teller pentatonik ses sırasıyla akort edilir. Kuluzun khomus: Demir khomusun daha eski bir formudur. Bambudan yapılır, titreĢim çalgıya bağlanan bir ipin çekilmesiyle sağlanır. Limbi: Nefesli bir halk çalgısıdır. Yan flüte benzer. KamıĢ veya ağaçtan yapılan örnekler olmakla birlikte bugün genellikle metalden yapılmaktadır, ancak eski zamanlarda genç ölen kızın kaval kemiğinden yapıldığı rivayet edilir.

166

ġoor: Üç delikli nefesli bir halk çalgısıdır. 60-80 cm uzunluğundadır. KamıĢ veya ağaçtan yapılır. Erkeklerin çaldığı bir çalgıdır. Sağ ayak üzerine otururken sol ayak ileri uzatılır ve çalgı sol ayağa yaslanarak çalınır. Düngür: ġaman davuludur. 40-60 cm çapında, 10-15 cm derinliğinde bir tarafı açık diğer tarafı deri ile kaplı kutsal çalgıdır. Deri üzerinde göğü, yeri, kutsal ruhları sembolize eden Ģekiller bulunabilir. Kasnağın açık tarafına+Ģeklinde tutturulmuĢ iki sopa hem sol elle davulun tutulmasını hem de üzerine çıngırak ve kutsal parçaların (bez, deri, tüyler vs.) bağlanmasını sağlar. ġaman ayininin vazgeçilmez aksesuarıdır. Orba ile çalınır. Orba: ġaman davulunun tokmağıdır. Ancak orba tek baĢına da ses çıkaran bir çalgı sayılır; çünkü üzerindeki değiĢik boylarda zil ve metal parçalar orbanın sallanmasıyla sesler çıkarır. Davula vuran yüzü kıllı deri ile kaplıdır. Ayı pençesinden yapılan orbalar da vardır. Kıngıraa: Metal bir halkaya takılmıĢ üç metal çubuktan oluĢur. Genellikle Ģaman elbisesinin sırtına iliĢtirilir ve ayin sırasında Ģamanın hareketleriyle seslenir Konguraa: Bir ipe bağlı metal küre ve içine konulan parçalardan oluĢan bir çeĢit çan. Konguluur: an formunda çıngırak. Bunlardan baĢka Tıva kültürüne lâmaizmin etkisi ile çevre kültürlerden buşkuur, buree, kandan,tun gibi çalgılar da girmiĢtir. Uygur Özerk Bölgesi Dutar: Parmakla çalınan dutar, iki telli olup telleri ipekten yapılmaktadır. Dut ağacından yapraklar hâlinde imal edilen armudî biçimli bir teknesi ve yine dut ağacından kapağı vardır. Genellikle dörtlü veya beĢli akortlanır. Oktav ve ünison akortlandığı da görülür. Sesi yüksek değildir. Perdeler kromatik sıra ile yerleĢmiĢtir. Teller tek tek çalınamayacağı için iki sesli çalıĢı mecbur kılar. Rübap: KaĢkar rübabı veya koçkarca adıyla da anılan çalgı, yaklaĢık 90 cm uzunluğundadır. Eskiden teknesinin koç kafatasından yapıldığı rivayet edilir. Günümüzde dut ağacından yapılmakta ve tekne ile sapın birleĢtiği yerde iki boynuz figürü bulunmaktadır. Altta iki ortada iki ve üstte bir olmak üzere beĢ tellidir. Orta tel alt telin pesteki beĢlisine, üst tel ise alt telin bir oktav pesine akortlanır. Perdeleri kromatik ses sırasınca yerleĢtirilmiĢ olup, bir tel üzerinde iki oktavlık diyapazona sahiptir. Tanbur: BeĢ telli klâsik Uygur sazı olan tanburun altta iki, ortada iki ve üstte bir metal teli vardır. Akordu çalınacak makama göre değiĢir. Boyu yaklaĢık 1.50 metre olan tanburun armudî bir gövdesi ve lâdin kapağı vardır. Kromatik sırayla yerleĢtirilmiĢ kemik veya fildiĢi perdeleri bulunur. Tek tel üzerinde iki oktav ses geniĢliğine sahiptir. Gijjak: Yaylı bir çalgıdır. Eskiden üç telli olan giccak, dörtlü aralıklarla akortlanırken günümüzde tel sayısı dörde çıkarılmıĢtır. Akort sistemi çalıcıya göre değiĢmektedir. Küremsi bir ağaç teknesi ve 40-45 cm boyunda silindirik bir sapı vardır. Uygur gijjakları Orta Asya‟nın diğer bölgelerinden farklı

167

olarak deri yerine ağaç göğüslüdür. Can direği göğüsün 7-8 cm altına yerleĢtirilmiĢ olan deriye basmaktadır. Dap (Def): 30-45 cm çapında ağaç kasnak üzerine gerilmiĢ deve veya sığır derisinden yapılan ritm çalgısıdır. Kasnağın iç yüzeyine metal halkalar yerleĢtirilmiĢtir. Sapayi: 20-25 cm boyunda, 1 cm çapında iki metal çubuğa birkaç metal halkanın geçirilmesiyle yapılmıĢ bir ritm çalgısıdır. Kazakistan Dombıra: Ġki telli, parmakla çalınan halk çalgısıdır. Kazak Türklerinin en yaygı çalgısıdır. Telleri eskiden bağırsaktan yapılırken günümüzde misina kullanılmaktadır. Kazakçada bağırsak anlamına gelen “iĢege” sözü “iĢek” Ģeklini alarak çalgı teli anlamına dönüĢmüĢtür. Armudî bir teknesi, çam ağacından göğsü ve perdeli sapıyla küçük bir dutarı andırır. Boyu 80-100 cm kadardır. Abay ve Cambıl dombırası olmak üzere iki türü vardır. ġertpe ve tökpe adları altında iki türlü çalım tekniği vardır. ġertpe tekniğinde sağ elin ayası göğüse dayanarak iĢaret parmağı ile vurma ve çekmelerle çalınırken, tökpe tekniğinde sağ el bilekten hareket ederek ve bütün parmaklar kullanılarak çalınır. Ses aralığı bir tel üzerinde bir buçuk oktavdır. Dörtlü ya da beĢli aralıkla akortlanır. Kılkobız: Yayla çalınan iki telli eski bir çalgıdır. Halk arasındaki rivayetlere göre sekizinci yüzyılda Korkut Ata tarafından icat edilmiĢtir. Yarı Ģaman baksıların ve jıravların çalgısı olan kılkobız 18. yüzyıldan itibaren günah sayılarak yasaklanmıĢ ve ortadan kaybolmaya yüz tutmuĢtur. 1930‟larda Kazak müzikçi Ahmet Cubanov iki tane kılkobız icracısı bularak bunları kendi kurduğu Halk algıları Topluluğuna almıĢ ve kılkobız böylece tekrar yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Kılkobızın telleri at kılındandır. Teknesinin alt kısmı deri ile kaplı, üst kısmı ise açıktır. Burguluk kısmında ve teknenin üst kısmında demir parçalar ve ziller asılıdır. Bunlar kobız sallandıkça ses çıkarır. Telleri saptan 3-4 cm kadar yüksekte olup, tırnakların teması ile çalınır. Zamanla geliĢtirilip tel sayısı dörde çıkmıĢ, telleri de metalden yapılmaya baĢlamıĢtır. Bu çeĢit kopuzların prima kobız, alto kobız ve bas kobız olarak çeĢitleri vardır. Sıbızgı: Üflemeli bir Kazak çalgısıdır. Ağaç veya kamıĢtan dilsiz bir boru çeklindeki çalgının eski türlerinde üç parmak deliği vardır. Pentatonik diziler çalmaya uygun olan sıbızgının iki buçuk oktav ses geniĢliği vardır ve boyu 30 ile 60 cm arasında değiĢir. ġerter: Polonyalı ihtilâlci Bronislav Zaleski tarafından yazılıp 1865 yılında Paris Ģehrinde basılan bir kitapta (Kırgız Bozkırlarında Hayat) yazarın kendi çizdiği bir resimde tespit edilmiĢ bir çalgıdır. Kazak organolog Bolat Sarıbayev, tespit ettiği bu üç telli çalgıya Ģertilerek (parmakla çekme) çalındığı için Ģerter adını vermiĢtir. Kapağı olmayan bir çanak ve kısa, perdesiz bir saptan oluĢan çalgının eĢiği teknenin tabanına oturmaktadır. Zamanla çalgı geliĢtirilerek, göğsüne deri takılmıĢ ve sapı uzatılarak perdeli hâle getirilmiĢtir. Bugün halk çalgıları topluluklarında yaygın olarak kullanılmaktadır.

168

Jetigen: Yatık olarak çalınan yedi telli bir çalgıdır. Telleri at kılından veya bağırsaktan yapılır. Her telin altında aĢık kemiğinden bir eĢik bulunur ve akordu bu eĢikleri ileri geri hareket ettirilerek yapılır. Dikdörtgen Ģeklindeki tekne, ağaçtan oyulmuĢtur. Eski örneklerde burgu yoktur. Adırna: eng olarak bildiğimiz çalgıdır. Günümüzde kullanılmamaktadır. Dangıra: Vurmalı çalgılardan olan dangıra, dairesel dar bir kasnak üzerine tek taraflı gerilmiĢ deriden oluĢur. Eski Ģamanların davuluna benzer. Asatayak: “Asa” ve “dayak” sözcüklerini birleĢmesi ile meydana gelmiĢ bir isimdir. Bir sopa üzerine sıralanmıĢ çeĢitli boylarda zillerden oluĢmuĢ vurmalı çalgıdır. Ġki ağaç levha arasındaki kısa millere takılmıĢ metal halkalardan oluĢan türü de vardır. ġankobız: Demir kopuz. Uran: Birbirine bitiĢik iki boynuzdan yapılmıĢ üflemeli çalgı. Boynuzların her birinde üçer delik vardır. Müyiz sırnay: Boynuzdan yapılmıĢ bir çeĢit boru. Üzerinde üç delik bulunur. Uskırık, saz sırnay, tastavık: PiĢmiĢ topraktan yapılmıĢ üflemeli çalgılar. Uskırık üç, saz sırnay altı, tastavık yedi deliklidir. Jelbuvaz: Tulum çıkarılmıĢ oğlak derisine bir üfleme borusu ve beĢ delikli bir kamıĢ düdük bağlanarak yapılan nefesli çalgıdır. Dabıl: ift taraflı deri gerili olan davul. Dabılbaz: Tek tarafı derili, diğer tarafı konik bir Ģekilde kapalı olan bir vurmalı çalgı. Asatayak: Üzerine çeĢitli çıngırak veya metal parçalar asılı olan asanın ritm vurmakta kullanılması ile oluĢmuĢ bir çalgıdır. ok çeĢitli formlarda olmaktadır. Kırgızistan Komuz: Üç telli parmakla çalınan bir çalgıdır. Telleri ipekten yapılır. Günümüzde misina da kullanılmaktadır. 6-8 cm derinliğinde armudî bir teknesi vardır. Teknenin arkası düzdür. Perdesizdir. Alt ve üst telleri ünison, orta teli beĢli akortlanır. Komuzun, üç sesli çalma özelliğine sahip olması Kırgız çalgı müziğine diğer Orta Asya bölgelerinden farklılık kazandırır. Kıyak: Kazakların kılkobızı ile aynıdır. Çoor: DiĢe takılarak çalınan dilsiz üflemeli çalgı. eĢitli boylarda olabilir. Delik sayısı değiĢik örneklerde farklı farklıdır. Kırgızların eski vatanları olan bugünkü Tıva bölgesindeki şoor ile aynı çalgı olduğu düĢünülmektedir. Dabıl ve temir komuz: Kazaklardakilerle aynıdır. ġorpaĢor: PiĢirilmiĢ topraktan yapılan üflemeli bir çalgıdır. Kazaklardaki saz sırnay ve tastavıktan farkı ĢorpaĢorun dilli oluĢudur.

169

YıgaĢ komuz: Demir komuzun ağaçtan yapılan bir türüdür. algının ağıza yerleĢtirildikten sonra ucuna bağlı bulunan ipin sertçe çekilmesi yoluyla çalınır. Karnay: Boyu iki ile üç metre civarında metal boru olan karnay yalnız Kırgızistan‟da değil Kazakistan, Özbekistan, Doğu Türkistan ve Tacikistan‟da da kullanılır. Açık hava çalgısıdır. Bayram ve düğünlerde damlara çıkılarak çalınır. Karnay, bir melodi çalgısı olmaktan daha çok ritm çalgısı olarak kullanılır. Özbekistan Dutar: Parmakla çalınan dutar, iki telli olup telleri ipekten yapılmaktadır. Dut ağacından yapraklar hâlinde imal edilen armudî biçimli bir teknesi ve yine dut ağacından kapağı vardır. Genellikle dörtlü veya beĢli akortlanır. Oktav ve ünison akortlandığı da görülür. Sesi yüksek değildir. Perdeler kromatik sıra ile yerleĢmiĢtir. Teller tek tek çalınamayacağı için iki sesli çalıĢı mecbur kılar. Rübab: KaĢkar rübabı veya koçkarca adıyla da anılan çalgı, Uygurlardaki ile aynıdır. Tanbur: Üç metal telli Özbek klâsik müzik çalgısıdır. Formu dutara benzerse de daha ince ve uzundur. Teknesi dut, kapağı ladindir. Akordu çalınacak makama göre değiĢir. Rast için alt ve üst tel ünison, orta tel pesdeki beĢlidir. Büzrük, dügah ve ırak makamları için, orta tel pesteki dörtlüdür. Neva ve segah makamları için ise orta tel pesteki ikilidir. Müzik, tanburun birinci teli ile çalınır, diğer teller genellikle ahenk teli olarak iĢe yarar. Diyapazonu tek tel üzerinde iki oktavdır. Sağ elin iĢaret parmağına takılan “nahun” adındaki metal bir mızrapla çalınır. Yayla çalındığı da olur.6 Çeng: Özbeklerin günümüzde çeng adıyla andıkları çalgı, bir çeĢit santurdur. On dört grup teli vardır. Pesteki iki grup ikiĢer diğerleri ise üçer telden oluĢur. Teller, diyatonik sıra ile yerleĢmiĢtir. Zahme ile vurularak çalınır. Giccak: Yaylı bir çalgı olan giccak, en yaygın Özbek halk çalgılarından biridir. Eskiden üç telli olan giccak, dörtlü aralıklarla akortlanırken günümüzde tel sayısı dörde çıkarılmıĢtır. Akort sistemi çalıcıya göre değiĢmektedir. Küremsi bir ağaç teknesi ve 40-45 cm boyunda silindirik bir sapı vardır. Göğüs, deriden yapılır. Sol diz üzerinde dik tutularak çalınır. Sato: Dört telli, yaylı çalgıdır. Oval ve fazla derin olmayan bir teknesi ve uzun bir sapı vardır. Sap üzerinde ağaçtan perdeleri vardır. Müzik tek telde çalınır. Göğüs ağaçtandır ve üzerinde iki delik bulunur. Giccak gibi diz üzerinde dik tutularak çalınır. Nay: Nefesli Özbek halk çalgısıdır. Aslı kamıĢtan yapılmakla birlikte ağaç ve metal olanları da vardır. Altı deliği vardır ve diyatonik sıra ile yerleĢtirilmiĢtir. Üfleme deliği yan flütte olduğu gibidir. KuĢnay: Biribirine bağlı iki kamıĢ naydan ibaret olup, bunlara ses çıkaran dil eklenmiĢtir (kuĢ=koĢ=çift). Ġki kamıĢa birden üflenerek çalınır. YaklaĢık 20-25 cm boyundadır. YediĢer deliklidir. Ġki oktav ses aralığını çıkarabilir.

170

Balaban: Özbekistan‟ın Harezm bölgesinde yaygın bir üflemeli çalgıdır. 25-30 cm boyunda ağaçtan yapılmıĢ silindirik bir gövdesi ve buna eklenen kamıĢ bir dili vardır. Yedi üstte bir altta olmak üzere sekiz deliklidir. Surnay: Ağaç üflemeli çalgılardan biri olan surnay, yüksek sesli bir açık hava sazıdır. Form ve iĢlev olarak zurna ile aynıdır. Doyra (Daire): Uygurların dap dedikleri çalgı ile aynıdır. Türkmenistan Dutar: Ġki telli Türkmen halk çalgısıdır. Özbek ve Uygur dutarlarından daha küçüktür. Telleri metal olmakla birlikte, ibriĢim olanlarına da rastlanmaktadır. Boyu yaklaĢık 80-90 cm‟dir. Dut ağacından armudî bir teknesi ve yine duttan göğsü bulunur. Sapı, erik ağacından yapılır ve silindirik Ģekillidir. Perdeler metaldir. Ġki tele birlikte vurularak parmakla çalınır. Akordu, dörtlü ya da beĢlidir. Nadiren ünison ya da oktav akortlanır. Ġran, Horasan ve Afganistan‟da yaĢayan Türkmenler tarafından da kullanılmaktadır. Gicak: Yarı küre Ģeklinde bir rezonans kutusu ve silindir Ģeklinde bir saptan oluĢan bir kemençe türüdür. Göğsü deri ile kaplanmıĢtır. Teknesinin küçük oluĢu ile Özbek gicakından (çapı yaklaĢık 8-12 cm) ayrılır. Gargı tüydük: KamıĢtan yapılan bir çeĢit dilsiz kavaldır. Ağıza gelen bölüme 5-6 cm uzunluğunda metal bir üfleme borusu eklenmiĢtir. Bu bölüm ön diĢlere takılarak çalınır. Dilli tüydük: 8-10 cm boyunda ince kamıĢtan yapılan bir çeĢit sipsidir. Tek parça kamıĢtan yapılır. Dört delikli çalgı, sol elle tutulurken sağ el sol elin üzerine kapatılır ve açılıp kapanarak sese vibrasyon verir. Dep: Uygur dapı ve Özbek doyrası ile aynı çalgıdır. BaĢkurdistan ve Tataristan BaĢkurt ve Tatarların müzik kültürleri arasında hemen hiç fark yoktur. Kullandıkları çalgılar da aynıdır. Ağız kopuzu, Orta Asya‟nın her yerinde olduğu gibi bu bölgede de yaygın olarak kullanılmakta ve kubuz adıyla anılmaktadır. Kuray: Kazak çalgıları bahsinde anlatılan sıbızgı ile aynı çalgıdır. Garmon: Akordeon ailesinden bir çalgıdır. Rusçada bayan adı ile bilinen türüdür. Kırım, Gagauzya ve Balkanlar Kırım coğrafyasında günümüzde kullanılan çalgıların tamamı Batı kökenli çalgılar olmakla birlikte geçmiĢte oldukça çeĢitli Türk halk çalgıları kullanıldığı bilinmektedir. Osmanlı ile iliĢkilerinin yakınlığı sebebiyle Anadolu kaynaklı çalgıların birçoğu Kırım‟da da kullanılmıĢtır. Kanun, santur, ud, bağlama, davul, zurna gibi çalgıların yanı sıra Orta Asya çalgılarından tanbur, çeng, ĢeĢtar, dayre gibi çalgılar da Kırım Tatarları tarafından kullanılmıĢtır.

171

Gagauz Türkleri de Kırım Tatarları gibi günümüzde keman, akordeon gibi çoğunlukla Batı kökenli çalgıları kullanmakla birlikte geleneksel çalgıları olan kauş, kaval ve çırtmayı da kullanmaktadır. Kaval ve çırtma Anadolu‟da da kullanılan nefesli çalgılardır. KauĢ ise yazının baĢında da belirtildiği gibi “kopuz” ile ilgili olduğu düĢünülen üç telli yaylı bir çalgıdır. Balkanlar‟ın Türk çalgı kültürü Anadolu‟nunkinden farklı değildir. Bu bölgede Türk olmayan uluslarda Türk kaynaklı çalgıların kullanıldığı gözlenmektedir. Bunların baĢında çiftetelli gelmektedir ki bu çalgı Anadolu‟da unutulduğu hâlde Arnavut, Makedon ve BoĢnaklar tarafından hâlen kullanılmaktadır. Yunanlıların buzuki ve baglamas adları ile kullandıkları çalgılar da Anadolu kökenli olup bozuk ve bağlama adından değiĢmiĢtir. Azerbaycan Tar: En yaygın olarak Azerbaycan‟da kullanılmakla birlikte Ġran, Özbekistan ve Türkmenistan‟da da kullanılan tar, iki boğumlu bir rezonans kutusu olan 11 metal telli bir çalgıdır. ĠkiĢerli olarak sıralanmıĢ olan üç grup teli ile ezgi çalınır, diğer teller rezonans içindir. Dut ağacından yapılanı tercih edilir. Diyaframı sığır yüreğinin zarından yapılır. Perdelidir ve mızrapla çalınır. Saz: Anadolu‟da olduğu gibi Azerbaycan‟da da âĢıkların değiĢmez çalgısı olan sazın bağlamadan farkı sapının biraz daha kısa olması ve kapağının da gövdesi gibi dut ağacından olmasıdır. Kamança: Giccak, kemane ve rebap adları ile Türk dünyasının diğer bölgelerinde kullanılan çalgı ile aynı olan kamança Azerbaycan‟da ceviz ağacından oyularak yapılır ve gövdesi biraz daha büyüktür (20-25 cm çapında). Diyaframı balık derisindendir. Nağara: 30-35 cm çap ve 25-30 cm derinliği olan bir kasnağın her iki tarafına da deri gerilerek yapılan bir davul türüdür. Genellikle elle çalınan nağara zurna eĢliğinde ve açık havada çubukla da çalınabilir. Gaval: Doğu Türkistan‟da dap, Özbekistan‟da doyra adı ile bilinen çalgı ile aynıdır. GoĢa nağara: Biri büyük diğeri küçük kase biçimindeki iki ayrı gövdenin açık olan kısımlarına kalınca deri gerilerek yapılan bir çeĢit kudümdür. Ġki çubuk ile çalınır. Balaban: Anadolu‟da mey, Azerbaycan ve Özbekistan‟da “balaban” adıyla tanınan bu nefesli çalgı bir kamıĢ ve bir ağaç gövdeden oluĢur. Sesi üreten kamıĢın üfleme aralığını ayarlayan bir kıskacı vardır. Kapalı mekân çalgısıdır 25-30 cm boyundadır. Tütek: Dilli üflemeli bir çalgı olan tütek Anadolu‟daki düdükle aynıdır. Zurna: ok yüksek volümlü bir nefesli çalgı olan zurna düğün bayram gibi eğlencelerin vazgeçilmez çalgısı olmakla kalmayıp askerî müzik icra eden mehter topluluklarının da ana çalgılarından biridir. in‟den Avrupa ortalarına kadar çok geniĢ bir coğrafyada kullanılan çalgı her

172

zaman davul ile birlikte kullanılır. Üfleme yerinde bir kamıĢ ve daha sonra gittikçe geniĢleyen ağaç bir gövdesi olan zurna boyunun uzunluğuna göre “zil zurna”, “cura zurna”, “kaba zurna” gibi isimler alır. Garmon: Bir çeĢit akordeon olan garmon Azerbaycan‟ın geleneksel müzik zevkine uygun ses verecek Ģekilde özel olarak imal edilir. Akordeondan daha küçük ve daha tiz bir sese sahiptir. Anadolu Bağlama ailesi: Türklerin Sibirya‟da topşur, ya da toşbuluurla baĢlayan Orta Asya‟da dombıra, dutar, tanbur gibi Ģekillerde karĢımıza çıkan çalgı ailesinin Anadolu‟daki uzantısı olan bağlama da diğer akrabaları gibi armudi, biçimli bir rezonans kutusu ve uzun bir saptan oluĢmaktadır. Önceleri üç tek telli olan çalgı zamanla üç grup telli olmuĢ ve bu teller bağırsaktan ipeğe ve daha sonra metale dönüĢmüĢtür. Anadolu‟da üç telli adıyla da anılan çalgının bağlama adını almasının perdelerin bağlanmasından sonra oluĢtuğu düĢünülmektedir. Günümüzde “divan sazı”, “çöğür”, “bağlama”, “cura” gibi türleri kullanılmaktadır. Kaval: Dilsiz nefesli çalgılardan olan kaval yedi önde bir arkada olmak üzere sekiz delikli ağaç bir çalgıdır. Delikler kromatik ses dizisine göre sıralanmıĢtır. Erik ağacından imal edilir. obanların vazgeçilmez çalgısı olan kaval günümüzde halk çalgıları orkestralarında büyük bir rol üstlenmektedir. Düdük: Bir baĢka çoban çalgısı olan düdük de ağaç nefesliler sınıfının daha küçük bir üyesidir. Dilli bir çalgı olan düdük sekiz delikli ancak sesler diyatonik sıralıdır. Mey: Azerbaycan ve Özbekistan‟da balaban adıyla bilinen çalgı ile aynı olan mey genellikle Doğu Anadolu‟da kullanılan bir çalgıdır. Zurna: Azerbaycan‟daki zurna ile aynı çalgıdır. Ney: Dilsiz nefesli çalgılardan olan ney kavaldan farklı olarak yedi delikli olup kamıĢtan imal edilir. Daha çok tasavvuf müziği ve sanat müziğinde kullanılır. Boyuna göre “davud”, “Ģah”, “kız”, “bolahenk”, “süpürde” gibi isimler alır. Tulum: Tulum çıkarılmıĢ oğlak derisinin bir tarafına çift kamıĢtan oluĢan düdük, diğer tarafına bir üfleme borusu yerleĢtirilmiĢtir. Yüksek volümlü bir açık hava çalgısı olan tulum Anadolu‟nun kuzeydoğusunda yaygındır. Tanbur: Tanbur, yuvarlak bir rezonans kutusu ve uzun bir saptan oluĢan telli bir çalgıdır (saz ebadının 1/4‟ü tekneye, 3/4‟ü sap kısmına aittir). Perdelidir ve kaplumbağa kabuğundan yapılan bir mızrap ile çalınır. Perdeleri için, bağırsak (kiriĢ) veya misina kullanılır. Tanburda dördü sarı ve dördü de çelik olmak üzere sekiz tel vardır. Bu tellerin altısı çift, ikisi ise ayrı ayrı akortlanır. Gerek fizikî yapısı gerek çalma tekniği ve icra ettiği müzik türü yönünden Özbek ve Uygur tamburu ile çok büyük benzerlik gösterir. Ud: Arapça bir sözcük olan ud, odun demektir ve bilhassa Afrika ikliminde yetiĢen sarı sabır ağacının adıdır ki Türkçede de bu ağaca “öd ağacı” denir. Ġsminin Arapça olması çalgının Arap çalgısı olduğu anlamına gelmemelidir. Ġlk Müslüman Arapların udu Medine‟ye getirilip ırgatlıkta kullanılan

173

Horasanlılardan görüp edindikleri düĢünülmektedir (M.R. Gazimihal-Musiki Sözlüğü-s.259). Orta Asya‟nın pi-pa kopuzu ile yakın akraba sayılabilecek olan ud, diğer yaygın Türk çalgılarından farklı olarak kısa saplı ve perdesizdir. Altı grup tellidir. En kalın tel tek, diğerleri ikiĢerlidir. Teller dörtlü ses aralığıyla düzenlenir. Kanun: Orta Asa‟da yaĢayan Türklerin bilinen en eski çalgılarından olan yatık, çatgan, cetigen gibi çalgıların geliĢtirilmiĢ bir türü olan kanun yatay bir rezonans kutusu üzerine yine yatay eksende yerleĢtirilmiĢ 24 ya da 26 grup telli bir çalgıdır. Her grupta üç tel bulunur. Eskiden bağırsaktan yapılan teller yerini misinaya bırakmıĢtır. Diyatonik ses dizisinde düzenlenen kanunda ara seslerin elde edilebilmesi için tellerin boyunu değiĢtirmeye yarayan mandallar kullanılır. Her iki elin iĢaret parmaklarına takılan mızraplarla çalınır. Rebap: Yaylı çalgılar ailesinden olan rebap, ağaç ya da hindistan cevizinden bir rezonans kutusuna bir sap eklenerek yapılır. Gövdenin ön yüzüne deri ya da yürek zarı gerilmiĢtir. Bir tutam at kuyruğu veya kiriĢten yapılan telleri iki ya da üç adettir. Günümüzde pek kullanılmamaktadır. Kemane: Gerek form gerek iĢlev olarak rebap ve Orta Asya‟nın giccakları ile aynı olan kemanenin gövdesi kurumuĢ su kabağından yapılır. Üç metal telli olan çalgı daha sonraları geliĢtirilerek tel sayısı dörde çıkarılmıĢ ve kabak yerine daha çok ağaçtan imal edilmeye baĢlanmıĢtır. Kemençe: Anadolu‟nun yalnızca Doğu Karadeniz Bölgesi‟nde yaygın olarak kullanılan yaylı bir çalgıdır. 50-60 cm boyunda, 7-10 cm enindeki kemençenin 3 teli bulunur. Avrupa‟da kemandan önce kullanılan pochette ya da kit adı ile tanınan çalgı ile büyük benzerlik göstermesi nedeniyle Avrupa kökenli olduğu yolunda görüĢler vardır. Ancak çalma tekniği neredeyse Türkmen giccaklarından farksızdır. Klâsik kemençe: YaklaĢık 40 cm boyunda 15-16 cm eninde armudî biçimli bir yaylı çalgıdır. Üç kiriĢ telli çalgının tel boylarını eĢitleyen bir baĢ eĢiği yoktur ve bu yüzden ortadaki tel diğerlerinden uzundur. Tellere tırnağın bombeli yüzü dokundurularak çalınır. Teknesi karaağaç, karadut, dikenli ardıç, maun veya pelesenk çeĢitlerinden birinden, kapağı ise selviden imal edilir. Asma davul: Anadolu‟nun en yaygın vurmalı çalgısı olan asma davul iki tarafında da deri gerilmiĢ olan bir ağaç kasnaktan ibarettir. Kasnağın derinliği 20 ile 40 cm arasında, çapı ise 40 ile 60 cm arasında değiĢir. Omuza asılan davul bir tokmak ve bir çırpı ile çalınır. Açık hava ve mehter çalgısı olan davul her zaman zurna eĢliği ile çalınır. Kös, nakkare, kudüm: Bu çalgıların üçü de kazan biçimli olup tek tarafı derili, ritm çalgılarıdır. Genellikle çift olarak kullanılmaktadır. Kös en büyük olanıdır ve mehter çalgısıdır. Nakkare ve kudüm daha küçük boyutlarda olup birbirilerinden pek farklı değildir. Mehter müziğinde kullanılan nakkare, klâsik ve tasavvuf müziğinde kullanılana ise kudüm adı verilmektedir. Deblek: Darbuka veya dümbelek isimleriyle de anılan çalgı huni biçimli bir gövdenin geniĢ olan tarafına deri gerilmesiyle elde edilen ritm çalgısıdır. Eskiden piĢmiĢ topraktan yapılan çalgı günümüzde bakır, aluminium ve demir dökümden de yapılmaktadır.

174

Tef: 5-10 cm derinliğinde bir kasnağın tek tarafında deri olan ritm çalgısıdır. ok çeĢitli çaplarda olabilir. Bazı teflerin kasnaklarında zil, zincir ya da halkalar bulunmaktadır.

1 ReĢetnikova A. P. Vargan Ġ Ego Muzika (s. 79) Yakutsk 1991. 2 Gazimihal M. R; Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarımız, Ankara 1975. 3 Gazimihal M. R; Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarımız, Ankara 1975. 4 Gazimihal M. R.; Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ, Ankara 1958. 5 Suzukey B., Tuvinskie, Traditsionnie Muzikalni Ġnstrumenti Kızıl 1989. 6 Racabi Y., Özbek Halk Muzikası, TaĢkent 1959. GAZĠMĠHAL M. R; Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ, Ankara 1958. GAZĠMĠHAL M. R; Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarımız. Ankara 1975. GAZĠMĠHAL M. R; Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarımız, Ankara 1975. RACABĠ Y, Özbek Halk Muzikası, TaĢkent 1959. REġETNĠKOVA A. P. Vargan Ġ., Ego Muzika (s. 79) Yakutsk 1991. SUZUKEY B. Tuvinskie, Traditsionnie Muzikalni Ġnstrumenti Kızıl 1989. SARIBAYEV B. Kazaktın Muzikalık Aspaptarı Almatı 1978. USPENSKĠY V., BELAEV V., Turkmenskaya Muzıka AĢkabat 1979. USPENSKĠY V., BELAEV V., Turkmenskaya Muzıka, AĢkabat 1979

175

176

DOKSAN ALTINCI BÖLÜM AZERBAYCAN CUMHURĠYETĠ XXI. Yüzyılda Dünya Siyasetinde Azerbaycan ve Petrol / Haydar Aliyev [s.115-120] Azerbaycan Cumhuriyeti CumhurbaĢkanı / Azerbaycan Yirmi Eylül 1994‟te Azerbaycan‟da tarihsel bir olay meydana gelmiĢtir. Dünyanın yedi ülkesine mensup olan on bir büyük petrol Ģirketi bir araya gelerek bir konsorsiyum oluĢturmuĢlar ve Azerbaycan Devlet Petrol ġirketi ile Hazar Denizi‟nin Azerbaycan bölümündeki Azeri, ırağ ve GüneĢli yataklarının ortaklaĢa iĢletilmesi hakkında bir anlaĢma imzalamıĢlardır. “Yüzyılın anlaĢması” olarak isimlendirilen bu anlaĢma, dünyada geniĢ bir yankı yapmıĢtır. Bu anlaĢmanın gerçekleĢtirilmesi için Azerbaycan Uluslararası ĠĢletme ġirketi kurulmuĢtur. Bu anlaĢma çerçevesinde, konsorsiyuma dahil olan Ģirketler ve ülkeler bellidir. Bu ülkelerin bayrakları burada asılıdır. Bunlar ABD‟nin Amoco, Unocal, Pennzoil, Exxon, Ġngiltere‟nin British Petroleum, Remko, Rusya‟nın Lukoil, Norveç‟in Statoil, Türkiye‟nin Türk Petrolleri, Suudi Arabistan‟ın Delta, Japonya‟nın Ġtoçu Ģirketleridir. Bu Ģirketler, Azerbaycan Devlet Petrol ġirketi ile birlikte Azerbaycan Uluslararası ĠĢletme ġirketi‟ni kurmuĢlardır. Azerbaycan Uluslararası ĠĢletme ġirketi anlaĢmadaki projenin hayata geçirilmesine baĢlamıĢ, üç yıl süreyle program dahilindeki iĢlerin tümünü yerine getirmiĢtir. Bütün gerekli iĢler yapılmıĢ ve bunların sonucunda ırağ petrol yatağında yapılan ünlü platform aracılığıyla ilk petrol elde edilmiĢtir. “Yüzyılın anlaĢması”nın üç yıl içinde hayata geçirilmesinin sonuçlarını ortaya koymak ve bu anlaĢmayla ilk petrolün çıkarılması iĢinin önemini belirtmek için bu görkemli törende toplanmıĢ bulunuyoruz. Sizleri ve Azerbaycan halkını bu tarihsel olay münasebetiyle yürekten kutlarım. Bağımsız Azerbaycan‟ın modernleĢmesi adına hepinize mutluluk ve sağlık dilerim. Bu tarihsel olayı kutlamak için Azerbaycan‟a saygıdeğer konuklar gelmiĢtir. Konuklarımız arasında hem ilk anlaĢmaya yani “yüzyılın anlaĢması”na dahil olan ülkelerin ve Ģirketlerin temsilcileri hem de bu anlaĢmadan sonra Hazar‟ın Azerbaycan bölümündeki yataklarda ortaklaĢa iĢ yapmak için oluĢturulmuĢ yeni konsorsiyumlara katılan Ģirketlerin ve bu Ģirketlerin bağlı olduğu ülkelerin üst düzey temsilcileri vardır. Azerbaycan‟a özen ve dikkat gösteren, bu olay münasebetiyle Azerbaycan‟a gelip bu törene katılan bütün konuklarımızı yürekten selâmlıyorum. Onlara “hoĢ geldiniz” diyorum. Azerbaycan çok eski bir petrol yatağıdır ve dünyada petrol ülkesi olarak bilinmektedir. Ben burada sizlere bazı tarihsel veriler sunmak istiyorum. Dünyada ilk kez 1847 yılında, Bakû‟de, Bibihaybat‟ta petrol kuyusu kazılmıĢ ve dünyada ilk kez bizde sanayi anlamında petrol üretimine baĢlanmıĢtır. 19. yüzyılın sonu ila 20. yüzyılın baĢlarında Azerbaycan dünyanın petrol üreten en büyük ülkesi olmuĢtur. 20. yüzyılın baĢında dünyada üretilen petrolün yüzde 50‟sinden fazlası Bakû‟den çıkarılmıĢtır. Azerbaycan bu yüzyılda petrol ülkesi olarak son derece geliĢmiĢtir. Azerbaycan‟ın petrol sanayii, dahil olduğu Sovyet Ġttifakının özel olarak Rusya‟nın topraklarında yeni petrol yataklarının keĢfedilmesine büyük hizmetler göstermiĢtir. Rus topraklarındaki büyük petrol yataklarına sonraları “ikinci Bakû”, “üçüncü Bakû”, “dördüncü Bakû” adları verilmesi bir tesadüf değildir. II. Dünya SavaĢı sırasında

177

Alman faĢizmi ile mücadelede, Sovyet Ġttifakının yararlandığı petrolün yüzde 75‟i Azerbaycan‟da üretilmiĢtir. Bugün büyük bir iftihar duygusuyla Azerbaycan‟ın, Azerbaycan halkının, petrolcülerinin Alman faĢizmine karĢı elde edilmiĢ baĢarıda büyük pay sahibi olduklarını söyleyebilirim. Azerbaycan, bugün dünyada petrolün endüstriyel olarak üretiminde önde gelen bir ülke olduğu gibi; denizin derinliklerinde de petrol yataklarının keĢfedilmesinde ve onlardan yararlanılmasında ilk adımları atan bir ülke olmuĢtur. Hazar Denizi‟nde 1949 Kasımı‟nda yani bundan 48 yıl önce ilk petrol kuyusu açılmıĢ ve böylece Hazar Denizi‟nde petrol üretimine baĢlanmıĢtır. Azerbaycanlı bilim adamları, petrolcüler, uzmanlar Hazar Denizi‟ndeki maden, petrol ve doğal gaz yataklarının keĢfedilmesinde büyük hizmetler göstermiĢ ve herkesten ileri gitmiĢlerdir. Ben bugün açıkça söyleyebilirim ki, Hazar Denizi‟ndeki petrol yataklarının çoğu Azerbaycanlı petrolcüler ve bilim adamları tarafından keĢfedilmiĢtir. Azerbaycan petrolcüleri Hazar Denizi‟nde petrol çıkarma konusunda büyük baĢarılar elde etmiĢlerdir. 1949‟dan bugüne kadar Hazar Denizi‟nden 420 milyon ton petrol çıkarılmıĢtır. 320 milyar metreküp doğal gaz üretilmiĢtir. Hazar‟ın bu bölgesinde kilometrelerce uzanan kazıklı yollar kurulmuĢ, ayrı ayrı petrol yataklarında platformlar kurulmuĢtur. ok sert ve güç koĢullara sahip Hazar Denizi‟nde Azerbaycan petrolcüleri birer kahramanlık örneği göstermiĢler ve Hazar Denizi‟nden petrol çıkarmak için çok büyük iĢler baĢarmıĢlardır. Bunların tümü yani Azerbaycan‟da petrol sanayi alanında daha önce yaratılmıĢ bilimsel, teknik ve maddî birikimler bağımsız Azerbaycan‟ın petrol sanayiinde yeni bir aĢamaya sıçraması için iyi bir temel oluĢturmuĢtur. Elimizdeki büyük tecrübe, büyük teknolojik imkânlar ile Hazar Denizi‟nin derinliklerindeki yataklardan petrol çıkarma konusunda yeni adımlar atmaya baĢladık. Azerbaycan, bu çalıĢmaları dünyanın birçok ülkesinin büyük petrol Ģirketleri ile birlikte yapmaktadır. Bunun sonucunda, 1994 yılı Eylül ayında ilk petrol anlaĢması imzalandı. Sonraki aĢamada yani geçen üç yıl içinde, Hazar‟ın Azerbaycan bölümünde yer alan birçok petrol ve doğal gaz yatağını dünyanın büyük petrol Ģirketleri ile ortaklaĢa iĢletmek için yeni anlaĢmalar imzalanmıĢtır. Birinci anlaĢmadan sonra sekiz petrol ve doğal gaz yatağında da ortaklaĢa iĢ yapmak için anlaĢmalar imzalanmıĢtır. Bugüne kadar imzalanmıĢ anlaĢmalara 12 ülkeye mensup olan 20 büyük petrol Ģirketi katılmıĢtır. Böylece Azerbaycan, Hazar Denizi‟nde petrol yataklarının keĢfinde ve iĢletilmesinde ilk adımı atan bir ülke olarak, 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın baĢında Hazar Denizi‟ndeki büyük enerji rezervlerinden hem bütün Hazar ülkeleri hem de dünya ekonomisi için yararlanılması alanında büyük çaba sarf etmiĢtir. Bunların sonucunda da son üç yılda büyük iĢler baĢarılmıĢtır. ġunu memnuniyetle söyleyebilirim ki, artık Hazar Denizi‟ne dünyanın her yerinden büyük ilgi gösterilmektedir. Hazar Denizi‟nin Azerbaycan bölümündeki petrol ve doğal gaz yataklarında ortaklaĢa faaliyet göstermek için bize çok sayıda Ģirket müracaat etmektedir. Büyük bir memnuniyetle söylüyorum, artık diğer Hazar ülkeleri de -Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Ġran da- Hazar Denizi‟nin kendilerine ait olan bölümlerinde çalıĢmaya baĢlamıĢlardır. Ümit ediyorum ki, bu iĢler de baĢarılı olacaktır. Hazar Denizi‟nin enerji rezervleri insanlık için çok önemli olduğundan insanlığın da geliĢmesine katkıda bulunacaktır.

178

Bugün buraya toplanmamıza neden olan olay, ilk petrolün çıkarılmasıdır. Ancak bugün aynı zamanda Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin ilk demokratik anayasasının ikinci yıldönümüdür. Bu bayram münasebetiyle bütün Azerbaycan vatandaĢlarını kutlarım ve Azerbaycan‟da anayasal bir temel üzerine kurulan demokratik, hukuksal, laik devletimizde hepsine esenlikler diliyorum. Bugün Azerbaycan için kutlu olan anayasa günü ile Hazar Denizi‟ndeki yataklarda üç yıldır sürdürülen çalıĢmalar sonucunda ilk petrolün elde edilmesinin kutlanması birbirileriyle derinden bağlanmıĢlardır. ünkü Azerbaycan devlet olarak ancak bağımsızlığını elde edip, halkımız kendi servetini istediği gibi kullanma hakkını elde ettikten sonra dünyanın birçok ülkesi, birçok Ģirketiyle “yüzyılın anlaĢması”nı imzalama baĢarısına ulaĢabilmiĢtir. Bağımsız Azerbaycan, ilk demokratik anayasasını kabul etmiĢtir. Azerbaycan‟da demokratik devlet kurma süreci devam etmektedir. Bunlar birbiriyle bağlantılı, birbirini tamamlayan olaylardır. Bugün bizi buraya toplayan ırağ petrol yatağından ilk petrolün alınması bayramıdır. Bugün sabah erkenden helikopterle ırağ petrol yatağında kurulmuĢ platforma gittik;

onun hakkında bilgi aldık ve platformu inceledik. Denizin

ortasında gerçekten de bir mucize yaratılmıĢtır. Azerbaycanlıları deniz üstündeki kazıklı yollarla, platformlarla ĢaĢırtmak mümkün değil. Dilerim, helikopterle ırağ yatağına uçan konuklarımız bunu görmüĢlerdir. ünkü sahilden ırağ platformuna uçarken biz helikopterden Hazar Denizi‟nde sayısız platform ve petrol bölgelerinde inĢa edilmiĢ kilometrelerce uzunluktaki kazıklı yollar ve barınma yerleri gördük. Bunların tümünü Azerbaycan halkı yaratmıĢtır. Onun için bunlar bizi o kadar da ĢaĢırtmıyor. Ancak bununla birlikte, ırağ petrol yatağında üç yıl süresince yaratılmıĢ platform gerçekten de mucizedir, insanı gerçekten de hayrete düĢürüyor. ünkü o, Hazar Denizi‟nde olan baĢka platformlardan, kazıklı yollardan modern teknolojisi ve modern olanakları ile farklıdır. Bu platformu gören kiĢi hayran olur. ünkü bu büyük bir entegre tesistir, yani büyük bir Ģehirdir. Orada insanlar yaĢıyor da, çalıyor da. Bu iĢin hem iktisadî hem siyasî hem de manevî yönü vardır. Bunun iktisadî yönü Ģudur ki, baĢladığımız iĢ bu yıl da, gelecek yıllarda da hem Azerbaycan‟a hem de Hazar Denizi‟nde Azerbaycan‟la birlikte ortaklaĢa çalıĢan Ģirketlere ve ülkelere büyük ekonomik yarar sağlayacaktır. Manevî ve siyasî yönüne gelince, biz modern teknolojiyi buralarda tatbik ediyoruz ve dünyanın birçok ülkesinden üst düzeydeki uzmanlar, mühendisler, iĢçiler gelip burada Azerbaycan petrolcüleri, uzmanları ile yan yana çalıĢıyorlar. Bu çok sevindirici bir durumdur. Bu bizim gelecekte yapmak istediğimiz iĢlerimizin baĢlangıcıdır ve çok güzel bir baĢlangıçtır. Üç yıl süresince görülmüĢ iĢler takdire Ģayandır. ünkü ırağ petrol yatağında büyük bir platform yapıldı. Orada suyun derinliğinin 120 metre olduğu yerde 3 bin metre derinliğinde bir kuyu kazıldı o kuyudan petrol alınmaktadır. Plânımıza göre gelecekte de bu platformdan ikinci bir kuyu sonra da sekiz kuyu daha kazılacak toplam olarak ise yirmi dört kuyuya ulaĢılacaktır. Bu platformdan yılda altı milyon ton kadar petrol çıkarılacaktır. Bu platform ile birlikte önümüzdeki üç yıl süresince yapılacak iĢler çıkarılacak petrolün derhal ihraç olunması için gerekli bütün maddî teknik imkânlar hazırlanmıĢtır. Platformdan sahile 176

179

kilometre uzaklıkta petrol borusu yapılıp kullanıma sunulmuĢtur. Artık ırağ platformundan çıkan petrol, bu boru ile sahile gidiyor. Kuyulardan petrol ile birlikte doğal gaz da çıkıyor. Bu doğal gazdan da yararlanmak için ırağ platformundan 48 kilometre uzunluğunda gaz boru hattı çekilmiĢtir. ıkarılan petrolün toplanması ve yabancı pazara gönderilmesi için Bakû‟nün yakınlarında denizin sahilinde Sengeçal‟da büyük bir terminal yapılmıĢtır. Yani, çıkan petrolün sahile gelmesi ve yerleĢtirilmesi sağlanmıĢtır. Onun dünya pazarına ihraç edilmesi için de petrol boru hattı yapılmıĢtır. Bilirsiniz ki, zamanında biz Hazar Denizi‟nin Azerbaycan bölümünde genellikle Azerbaycan‟da çıkan petrolün ihracı için iki petrol boru hattının yapılmasını plânladık. Birinci petrol boru hattı Rusya topraklarından Karadeniz‟in Novorossisk limanına, ikinci boru hattı ise Gürcistan toprağından Karadeniz‟e Supsa limanına çıkacaktır. Birinci petrol boru hattı büyük zorluklardan sonra artık çalıĢmaya baĢlamıĢtır. Azerbaycan‟ın toprağında bu petrol boru hattının uzunluğu 230 kilometredir ama onun Novorossisk‟e kadar uzunluğu 1400 kilometredir. Rusya topraklarında yapılan iĢler sonucunda Kuzey Kafkasya‟da ortaya çıkan zorluklar ortadan kaldırılmıĢtır. Bu petrol boru hattındaki Azerbaycan petrolü 25 Kasım‟da Azerbaycan Rusya sınırını geçmiĢtir. Bu sabah bize verilen bilgiye göre bu boru hattı ile petrol Grozni Ģehrini de geçmiĢtir. Dilerim ki, petrol yakın zamanlarda Novorossisk limanına ulaĢacaktır. Ancak bugün bize gelen bilgiye göre, ırağ yatağından çıkan petrol bu boru hattı ile gelecek yılın ġubat ayında Novorossisk limanına ulaĢacaktır. Yani bu iĢlerin tümü birbirine paralel olarak düzenlenmektedir. Geçen yılların, geçen dönemlerin deneyimlerini biliyorum. Bazen iĢin bir bölümü görülür, diğer kısmı görülmediği için bütün bu iĢler de bir sonuç vermezdi. Ama burada iĢ bütün olarak tamamlanmıĢtır. Ġkinci boru hattı Gürcistan toprağında yapılmaktadır. Azerbaycan Uluslararası ĠĢletme ġirketi‟nin rehberliği Ģu bilgiyi veriyor ki, bu boru hattı gelecek yılın Eylül ayında hazır olacaktır. Böylece sadece ırağ yatağından değil, diğer yataklardan elde edilen petrol de iki ayrı istikametteki petrol boru hatları ile dünya pazarına çıkarılabilecektir. ġüphesiz ki, yapılan bütün bu iĢler konsorsiyuma dahil olan Ģirketlerin büyük faaliyeti ve onların koydukları sermayenin sonucudur. Uluslararası ĠĢletme ġirketi‟nin rehberliği altında bu üç yıl süresince görülen iĢlere konsorsiyumun taraflarınca toplam bir milyar dolar tutarında yatırım yapılmıĢtır. Bu dikkate değer bir olaydır. Bir milyar dolar belki de herhangi bir devlet için küçük bir meblağ sayılır. Ancak Azerbaycan için bir milyar dolar tutarında müĢterek iĢ yapılması çok büyük ve sevindirici bir olaydır. Bildirmek istiyorum ki, görülen bu iĢler, dünyanın birçok Ģirketini Azerbaycan‟a getirdi. Onlar burada faaliyet gösteriyorlar. Bu birinci anlaĢmanın programını hayata geçirmek için yapılan iĢlere dünyanın çeĢitli ülkelerinden gelen 400‟den fazla Ģirket katılmakta. Bu Ģirketler bir milyar dolar hacmindeki bu yatırımdan yararlanmakta ve her biri bundan bir fayda sağlamaktadır. Burada Amerikan, Ġngiliz ve bazı Avrupa Ģirketleri de vardır. Memnuniyetle söyleyebilirim ki, ortaklaĢa iĢ yapan bu Ģirketlerin içinden 72 kuruluĢ Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin sanayi ve inĢaat kuruluĢlarıdır. Azeri kuruluĢlarının yaptıkları iĢin değeri 163 milyon dolardır.

180

Böylece bu anlaĢmanın hayata geçirilmesi için hem dünyanın birçok Ģirketi hem de Azerbaycan‟ın petrol sanayiinde faaliyet gösteren Ģirketler, kuruluĢlar bilim adamları, uzmanlar, kalifiye iĢçiler hep birlikle çalıĢmaktadırlar. Bizi sevindiren hal Ģudur, bu iĢlerin hayata geçirilmesi için yurt dıĢından gelen üst düzey uzmanların sayısı gitgide azalıyor. Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin kendi uzmanlarının sayısı artıyor. Bu da doğaldır. ünkü Azerbaycan, petrol sanayii alanında büyük bilimsel ve teknik bir potansiyele sahiptir. Azerbaycan‟ın bu potansiyelinden yararlanmak gerekir. Bu ekonomik açıdan daha da verimlidir. Bir kez daha tekrarlamak istiyorum, yapılan bütün iĢler Hazar Denizi‟nin enerji rezervlerini bütün dünyaya tanıtmıĢtır. Artık Azerbaycan bölümünde olan yataklar hakkında dokuz anlaĢma imzalanmıĢtır. Birinci anlaĢmanın sermayesi 8 milyar dolardır. ĠmzalanmıĢ bütün anlaĢmaların sermayesi 30 milyar dolar tutarındadır. Bunların tümü Hazar‟ın Azerbaycan bölümünde olan yataklar için öngörülmüĢ yatırımlardır. Ancak Hazar‟ın diğer ülkelere mensup olan bölümlerinde çok zengin petrol ve doğal gaz yatakları vardır. Sanıyorum Azerbaycan bölümünde yapılan iĢler, elde edilmiĢ deneyimler onların harekete geçmesi için çok önemli olacaktır. Biz bu tecrübeyi bütün Hazar ülkeleriyle paylaĢmaya, Hazar Denizi‟nin enerji rezervlerinden yararlanılmasında kendi hizmetlerimizi göstermeye hazırız. Bütün bu iĢler hakkında görüĢmeler yaparken ilk anlaĢmaya dahil olan bütün Ģirketlere, imzalanmıĢ anlaĢmaların hayata geçirilmesinde gösterdikleri hizmetler için teĢekkür ediyorum. Uluslararası ĠĢletme ġirketi‟nde çalıĢan bütün uzmanlara, petrolcülere gerek yurt dıĢından gelmiĢ gerekse Azerbaycan‟dan olan bütün insanlara teĢekkürümü bildirmek istiyorum. Azerbaycan Uluslararası ĠĢletme ġirketi‟nin önderliğinde ve özel olarak onun baĢkanı ve British Petroleum ġirketi‟nin temsilcisi olan Sayın Terry Adams‟a teĢekkür ediyorum. Bizim bu üç yıl süresince yaptığımız ortak çalıĢma, geleceğe doğru büyük bir yol açmıĢtır sanırım. Biz Azerbaycan‟a gelmiĢ bütün Ģirketlerle, ait oldukları ülkelerle gelecekte de ortak iĢ yapmaya hazırız. Biz arzu ediyoruz ki, Hazar ülkeleri kendi bölgelerindeki imkânlardan istedikleri kadar yararlanabilsinler. Biz bu iĢlerde de komĢu ve dost ülkelerle her zaman bir yerdeyiz ve onlarla müĢterek iĢ yapmaya, kendi deneyimlerimizi onlara öğretmeye hazırız. Dediğim gibi, Hazar Denizi dünyanın en zengin enerji rezervlerine sahip bir su havzası olarak ünlenmiĢtir. Ama aynı zamanda, Hazar Denizi‟nin diğer sahilinde, Orta Asya ülkelerinin topraklarında da çok zengin petrol yatakları vardır. Hem karada hem de denizde olan bu petrol yataklarının iĢletilmesi gelecekte de karĢımızda duran büyük bir görevdir. Biz bu görevlerin hayata geçirilmesinde kendi üstümüze düĢen hizmetleri yapmak istiyoruz. Bu iĢler, 21. yüzyıl ekonomi stratejisini yaratmak için çok önemlidir. Bizim imzaladığımız anlaĢmaların tümü, tahminen 30 yıl süresince geçerlidir. Ancak inanıyorum ki, bu anlaĢmalar, 30 yıldan çok daha uzun süre yaĢayacaktır. Azerbaycan‟ın dünyanın büyük petrol Ģirketleriyle imzaladığı anlaĢmalar 21. yüzyılda hem Azerbaycan için hem de Azerbaycan‟la ortak iĢ yapan Ģirketler, ülkeler için de çok önemlidir. Biz gelecekteki iyi günlerin baĢındayız. Biz bunun temel

181

taĢını, esasını koyduk. Bugünkü görkemli tören de bunun içindir. Bu nedenle ben hem Azerbaycan halkına hem de Hazar ülkelerinin halklarına, Hazar‟ın rezervlerinden yararlanmak isteyen bütün ülkelere, Ģirketlere bu büyük iĢlerin 21. yüzyılda da Ģans getirmesini diliyorum. Önemli bir mesele de gelecekte ortaya çıkacak petrolün ihraç edilmesi. Dediğim gibi, ilk anlaĢmaya göre üretilen petrolün ihraç edilmesi için artık iki petrol boru hattının yapılmasının gerekliliği açıktır. Ancak bizim ilk anlaĢmamızda dikkate alınan esas büyük boru hattı da yapılmalıdır. Bu bir anlaĢmada öngörülmüĢtür. Ancak bundan sonra sekiz anlaĢma daha imzalanmıĢtır ve dokuzuncu anlaĢma yani KürdaĢı petrol yatağının ortak iĢletilmesi konusundaki anlaĢma imzalanma arefesindedir. Demek ki dokuz anlaĢma imzalanacak ve bu anlaĢmaların temelinde büyük iĢler görülecek, milyonlarca ton petrol çıkarılacaktır. Meselâ bizim ilk hesaplamalarımıza göre 5-6 yıldan sonra bu anlaĢmalara göre Azerbaycan‟da tahminen 50-60 milyon ton petrol çıkarılacaktır. Bunların ihraç edilmesi için esas petrol boru hattı ve değiĢik istikametlere giden alternatif boru hatlarının yapılması lazımdır. Bu, Ģimdi önümüzde duran temel hedeflerden biridir. Ancak ne yazık ki bu Ģimdilik, uluslararası âlemde değiĢik fikirler doğuran bir sorundur. Azerbaycan‟ın Hazar petrolünün nereden, hangi yönden, hangi ülkeden geçeceği uzun uzun tartıĢılmaktadır. ġüphesiz ki, sorunların temelini teĢkil eden ekonomik verimliliktir. Örneğin, ben bu ilk anlaĢmanın tarafları ile birçok kez konuĢtum. Onlar bu meselenin ticarî yani ekonomik tarafına çok önem veriyorlar. ünkü bu, esas petrol boru hattını kuzeye de güneye de batıya da götürmek olur. Bilmem ama, herhalde doğuya götürmek mümkün değil. Ancak bunların hangisi ekonomik açıdan daha verimlidir ve hangisinin güvenliği tamamıyla sağlanır. Hiç Ģüphesiz bunları iyice ölçüp biçmek gerekir. Ġlk önce petrol Ģirketleri, konsorsiyumlar bu konuda kendi fikirlerini söylemelidir. ġüphesiz ki, biz de kendi fikirlerimizi bildirmeliyiz. ġimdi iki petrol boru hattı var. Esas petrol hattının güzergâhı konusunda birçok konuĢmalar yapılıyor, güneye mi yoksa batı tarafından Karadeniz‟e mi gitsin diye tartıĢılıyor. Yoksa Türkiye topraklarından ya da kuzeyden Rusya topraklarından mı geçsin diye düĢünülüyor. Ben yine diyorum ki, bunlar iyice ölçülüp biçilmelidir. Bir sorun daha var. Kazakistan‟da büyük petrol yatakları vardır;

orada da petrol çıkarılmaktadır. Amerika‟nın Chevron petrol Ģirketi

Tengiz yatağından petrol çıkarıyor ve onu ihraç etmek için yollar arıyor. Chevron petrol Ģirketi bize baĢvurdu. Biz Chevron‟un çıkardığı petrolün Kazakistan‟ın Hazar Denizi‟ndeki limanı Aktau‟dan tankerlerle Bakû‟ye getirilip buradan da demir yoluyla Gürcistan toprağından geçip Karadeniz‟deki Batum limanına kadar taĢınmasını kabul ettik. Mart ayından bugüne kadar bu yolla 500 bin ton yani yarım milyon ton Chevron Tengiz petrolü nakledildi ve Batum limanına ulaĢtırılacaktır. Bu rakamın giderek artacağını sanıyorum; bu yıl bu yolla 2 milyon ton petrol ihraç etmek mümkün olacaktır. Ancak bu yol da çok ağır yoldur. Onun için de bu yılın yaz aylarında, Kazakistan CumhurbaĢkanı ile ben Aktau limanından Hazar Denizi‟nin dibinden Bakû‟ye kadar petrol boru hattı yapılması hakkında protokol imzaladık. Bunu kabul ettik. Bu, Kazakistan‟ın petrolü için gereklidir. Azerbaycan‟daki terminallerimiz ve Azerbaycan‟dan kuzey ve batı yönlerinde uzanan boru hatlarımız petrolün ihraç

182

edilmesine imkân veriyor. Bu yüzden inanıyorum ki, bu meselenin halledilmesi gelecekte çıkarılacak petrolün dünya pazarına ulaĢtırılması için esas meselelerden biri olacaktır. Bundan önce, örneğin, Türkmenistan‟dan Azerbaycan‟a doğal gaz boru hattının çekilmesi hakkında da görüĢmeler yapılmıĢtır. Bu yılın Mayıs ayında AĢkabat‟ta bir protokol da imzalanmıĢtır. Eğer bu mesele de çözüme kavuĢturulursa, bunlar da Batı‟ya çok faydalı olacaktır. Karadeniz havzasında bulunan ülkeler, örneğin, Gürcistan, Ukrayna, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve daha ilerde Avrupa‟nın diğer ülkeleri Hazar Denizi‟nden çıkan petrolden yararlanmak istiyorlar. Böylece eğer biz petrolü bu boru hattıyla Türkiye‟nin Karadeniz sahiline veya Gürcistan üzerinden Türkiye‟ye çıkarabilirsek o zaman bu ülkeler de temin olunabilir. Bu ülkeler, Hazar Denizi‟ndeki yataklardan çıkarılan petrole büyük ilgi göstermektedirler. Bütün bunları iyice hesaplamak gerekmektedir. Bizim önce projemizde temel, büyük petrol boru hattının Bakû-Ceyhan yönünde olması öngörülmektedir. Yatırımcılar, haklı olarak bu boru hattının pahalı olduğunu söylemektedirler. Bunun ekonomik tarafını onlar aydınlatmalıdırlar. Bizim düĢüncemiz, bu hattın Azerbaycan petrolünün ve Hazar Denizi petrolünün ihraç edilmesindeki esas hatlardan biri olabileceği yönündedir. Bu yüzden de bu petrol boru hattının yapılmasını daha önce de desteklemiĢtik, bugün de destekliyoruz. Ama meselenin son durumu, Ģüphesiz ki, Ģirketlerden, konsorsiyumdan ve taraflardan kaynaklanmaktadır. Bugün Rusya BaĢbakan Birinci Yardımcısı Boris Nemtsov, kuzey yönünde yeni bir petrol boru hattının Rusya Federasyonu‟nun arazisinden geçmesi konusunda bir görüĢ ortaya koymuĢtur. Bu görüĢe de bakmak, onu da tartıĢmak gerekir. BaĢka alternatifler de olabilir. Her durumda hem Hazar Denizi‟nin Azerbaycan bölümünden, baĢka bölümlerden hem de Orta Asya‟dan özel olarak da Kafkasya‟dan çıkan petrolün ihracı, özel olarak da Batı‟ya ihracı için çok iĢler halletmek gerekmektedir; birçok petrol boru hattı yapılmalıdır. Bu iĢlerde faal olarak çaba göstereceğiz. Yaptığımız bütün bu iĢler, Asya ile Avrupa arasında yeni bir nakliyat hattının da yaratılmasına neden olmaktadır. Eski Ġpek Yolu‟nun yeniden canlandırılması meselesi artık gerçekleĢmektedir. Geçen yıl bir protokol imzaladık;

buna göre Orta Asya‟dan Hazar Denizi‟ne, Azerbaycan‟dan

Gürcistan‟a, Karadeniz‟den Avrupa‟ya bir nakliye hattı açtık. Bu nakliye hattı artık iĢliyor. Hem Orta Asya‟dan Avrupa‟ya hem de Avrupa‟dan Orta Asya‟ya yükler gidiyor. Bu da ekonomik açıdan çok verimlidir. Bu yükleri Hazar Denizi üzerinden Azerbaycan‟a ait olan küçük gemiler getirmektedir. Yükler, Azerbaycan‟dan Gürcistan‟a demir yolu ile gitmektedir. Sonra bunlar Karadeniz‟den gemilerle Avrupa‟ya ulaĢıyor. Bu baĢarı yolunun çok büyük önemi ve geleceği var. Biz bunu da destekledik ve bu nakliye yoluna giren ülkelerle birlikte iĢ birliği yapıyoruz ve bu iĢ birliği bundan sonra da devam edecek. Hem boru hatları hem de Asya-Avrupa, Avrupa-Asya nakliye yolu, bu ülkelerin ekonomilerini birbirine daha da yaklaĢtıracak, onların iliĢkilerini daha da sağlamlaĢtıracaktır.

183

Bugünkü görkem, elde edilmiĢ baĢarılar, yalnız ve yalnız Azerbaycan‟ın devlet bağımsızlığının kazanılmasından sonra mümkün olabilmiĢtir. Biz bugün, Azerbaycan‟ın bağımsız devlet olmasının faydalarını görüyoruz. 1994 yılının Eylül ayında biz, ilk büyük petrol anlaĢmasını imzalarken dünyaya, Azerbaycan‟ın bağımsız bir devlet olduğunu ve bağımsız bir devlet olarak kendi doğal kaynaklarının sahibi olduğunu ve onlardan yararlanmakta kararlı olduğunu duyurduk. Üç yıl geçtikten sonra biz bir kez daha ifade ediyoruz ki, Azerbaycan bağımsız bir devlettir, Azerbaycan‟ın bağımsızlığı daimidir ve biz artık bu bağımsızlığımızın meyvelerini alıyoruz. Bizim bugün yaptığımız iĢler, 21. yüzyıl ve gelecek nesiller için yapılan iĢlerdir. Biz bugün ilk petrolün alınmasının bayramını kutluyoruz. Gelecek yıl ırağ petrol yatağından iki milyon ton petrol çıkarılacaktır. Ancak beĢ yıla kadar 5-6 milyon ton, 5-6 yıldan sonra 40-50 milyon ton petrol üretilecektir. Ondan sonra daha da çok petrol çıkarılacaktır. Demek ki, 21. yüzyılda Azerbaycan bu petrol sanayii vasıtasıyla yükselecek ve zenginleĢecektir. Sadece petrol endüstrisi için değil, Azerbaycan ekonomisinin bütün alanlarının, bağımsız devlet olarak Azerbaycan‟ı geliĢtirmek, ülkemizde serbest pazar ekonomisini geliĢtirmek için çok güzel bir imkân olduğunu düĢünüyoruz. Bu imkânlardan yararlanacağız. Bugünkü tören, bu görüĢmeler, bir kez daha gösteriyor ki, Azerbaycan‟ın kapısı dünya ekonomisine açıktır. Azerbaycan dünya ekonomisi ile günden güne daha da bütünleĢiyor. Azerbaycan kendi ekonomisini serbest pazar ekonomisi ile kuruyor. Azerbaycan kendi ekonomisini bundan sonra da serbest pazar ekonomisi ile geliĢtirecektir. Biz artık bunun olumlu sonuçlarını alıyoruz. Size çeĢitli bilgiler vermek istiyorum. Son yıllarda Azerbaycan ekonomisindeki 5-6 yıl önce olmuĢ düĢüĢü ortadan kaldırdık. ġimdi Azerbaycan‟ın ekonomisinde yükseliĢ baĢlıyor. Ülkemizde geçen yıl genel yurt içi üretim yüzde 1,3, bu yıl ise yüzde 5‟tir. Endüstride üretim her yıl yüzde 20-25 aĢağıya düĢmekteydi. ġimdi düĢüĢ durmuĢtur. Bu yılın ilk dokuz ayında tahminen yüzde 1‟dir. Azerbaycan‟da 1993 yılı enflasyon oranı yıl içinde yüzde 1600‟dü. Bu geçen yıl yüzde 6 olmuĢtur. Bu yılın ilk dokuz ayında enflasyon yoktur, sıfıra inmiĢtir. Ekonomik reformlar sürmektedir. Toprak hakkında kabul edilmiĢ kanun, toprağın özel mülkiyete verilmesini sağlamıĢtır. ġimdi toprak özel mülkiyete verilmiĢtir. Mülkiyet özelleĢtirilmiĢtir ve biz bu özelleĢtirmenin meyvelerini alıyoruz. DıĢ ticaret liberalleĢtirilmiĢtir;

dıĢ ticaret oranı ilk dokuz ayda yüzde 30‟a

çıkmıĢtır. Bu yıl bütün ekonomimize genel olarak 1 milyar 500 milyon dolar değerinde sermaye koyulmasını plânlıyoruz. Bunun bir milyar dolarını yabancı yatırımlar oluĢturacaktır. Bunların tümü, Azerbaycan‟da süren demokratik süreçlerin, değiĢimlerin, pazar ekonomisinin sonucudur. Azerbaycan ekonomisinin dünya ekonomisi ile bütünleĢmesinin uyumlu bir Ģekilde geliĢmesinin bir sonucudur. Bunlar bizi sevindiriyor. Doğaldır ki, ben bu sevinç duygularımı bugün sizle ve bu törene katılan konuklarla paylaĢmayı bir borç bilirim. Bu tarihi olay münasebetiyle sizi bir kez daha kutlarım.

184

Azerbaycan petrolcülerine ve Azerbaycan‟da bizimle ortaklaĢa iĢ yapan bütün Ģirketlere, petrolcülere, uzmanlara, ekonomistlere baĢarılar dilerim.

185

Azerbaycan Cumhuriyeti / Prof. Dr. Musa Gasımov [s.121-147] Baku et Üniversitesi / Azerbaycan eviren: Sadık Sadıkov Azerbaycan, Güney Kafkasya‟da Avrupa ile Asya arasında, Hazar Denizi‟nin batısında yer almaktadır. Ülke‟nin Rusya, Gürcistan, Ermenistan, Ġran ve Türkiye ile Hazar Denizi vasıtasıyla Kazakistan, Rusya, Ġran ve Türkmenistan‟la sınırları bulunmaktadır. Devletin resmi adı Azerbaycan Cumhuriyeti‟dir. Ülkenin baĢkenti Bakü Ģehridir. 2000 bilgilerine göre Ģehrin nüfusu 2,5 milyondur. Ülkenin büyük Ģehirlerinden Gence 350.000, Sumgayt 320.000 ve Mingeçevir 100.000 kiĢilik nüfusa sahiptir. Devletin resmi dili Azerbaycan Türkçesidir. Ülkenin %98‟i Müslüman‟dır. Para birimi Manat‟tır. Azerbaycan Cumhuriyeti üniter yapıya sahip cumhurbaĢkanlığı sistemi ile yönetilen bir cumhuriyettir. ġehirlere bağlı 65 ilçe ve 69 yönetim birimi bulunmaktadır. O cümleden, cumhuriyet sınırlarında olan 11 Ģehir, muhtar cumhuriyetlerin sınırları içerisinde bulunan 3 Ģehir ve Ģehirlerin 13 ilçesi, 132 kasaba ile 1314 köy ve 4242 mezra-yerleĢim yeri bulunmaktadır. Yasama organı, 125 milletvekilinden oluĢan Milli Meclis‟tir. En yüksek kurum Prezident (CumhurbaĢkanı) ve CumhurbaĢkanı tarafından tayin edilmiĢ olan Bakanlar Kurulu‟dur. Dünya‟da 150‟den fazla devlet Azerbaycan Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlığını resmen tanımıĢtır. Bakü‟de 40‟dan fazla devletin uluslararası bir kuruluĢu ya da temsilciliği bulunmaktadır. Azerbaycan Cumhuriyeti, 30‟a yakın uluslararası teĢkilatın üyesi ve 50‟ye yakın uluslararası kuruluĢla da münasebettedir. Ġnsan potansiyelinin değerlendirilmesinde Azerbaycan dünyada 90. ülkedir. 1999 yılı bilgilerine göre nüfusun %98‟i okur yazardır. Askeri harcamalar için 1999 yılı bütçesine 1,1 milyar dolar konulmuĢtur. Azerbaycan Cumhuriyeti‟ninCoğrafi Bilgileri Eski Azerbaycan toprağı Ön Asya bölgesinde Kafkas dağlarının güneydoğu ucundan Urmiye gölünün güney ve güneydoğusundaki dağlık arazilere kadar olan sahaları kaplamaktadır. Bu saha 500.000 km2‟den fazladır. Azerbaycan topraklarının tamamı ekvatorun kuzey doğu yarımküresindedir. Ġspanya, Yunanistan, Türkiye, in ve Kore ile aynı coğrafi boyuttadır. Avrupa‟dan orta ve doğu Asya ülkelerine giden önemli uluslararası bir kısım ticari yollar Azerbaycan arazisinden geçmektedir. Batıdan doğuya gidilen en kısa transit ticari yollar Azerbaycan yollarıdır. Azerbaycan toprağı, Büyük Kafkas sıra dağlarının güney doğu kısmını, Küçük Kafkas sıra dağlarının ise büyük bir bölümü ile bunlar arasında bulunan Kür Aras ovasını, güneyde TalıĢ, Savalan, Karadağ BozkuĢ silsileleri ile Ġran yaylasının kuzey batı kısmını kaplamaktadır.

186

Güney Azerbaycan Ġran‟ın Erdebil, Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Zencan kısmen Hemadan eyaletlerini ve onlara sınır astara ile Gazvin vilayetlerini ihate etmektedir. Rusya‟nın Kuzey Azerbaycan‟ı zabt etmesi ve Ġranla Rusya arasında imzalanan Gülüstan (1813 yılı) ve Türkmençay (1828 yılı) mukaveleleri Azerbaycanı ikiye böldü. Güney Azerbaycan Ġran‟ın, Kuzey Azerbaycan ise Rusya‟nın terkibine katıldı. 28 Mayıs 1918‟de Kuzey Azerbaycan arazisinde Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kuruldu. 114.000 km2‟ye yakın yüz ölçüme sahip olan bu devletin sınırlarının uzunluğu ise 3504 km‟den fazla idi. Ancak, 1920 yılında BolĢevik Rusyası, Azerbaycan Cumhuriyeti arazisini zapt ederek, burada Sovyet hakimiyeti kurdu. 20. yılların baĢlarında Azerbaycan‟ın eski toprakları olan Göyçe ve Zengezur bölgeleri Ermenistan‟a verildi. Azerbaycan‟ın en füsunkar köĢesi olan Karabağ‟ın dağlık kısmında XIX. yüzyıldaki ilk iĢgalden sonra buraya göç ettirilmiĢ olan Ermenilere muhtariyet verilerek Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti kuruldu. Sovyet hakimiyeti yıllarında Azerbaycan Türklerinin ata yurdu olan 28. 000 km2‟ye yakın arazi Azerbaycan‟dan alınarak komĢu cumhuriyetlere verildi. 18 Ekim 1991‟de Azerbaycan arazisinde 71 yıldan sonra yeniden müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti kuruldu. Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin sahası 86.600 km2‟dir. Arazisinin hacmi diğer ülkelerle mukayese edildiğinde dünyada 111. sıradadır. Azerbaycan Cumhuriyeti 5 ülke ile sınırdaĢtır. Sınırlarının uzunluğu 2.849 km 2‟dir. Azerbaycan Cumhuriyeti kuzeyde Rusya terkibinde olan Dağıstan, kuzeybatıda Gürcistan, batıda Ermenistan, güneyde Ġran, güneybatıda Türkiye ve doğuda Hazar denizi ile sınırdaĢtır. Kuzey sınırları Samur çayının yatağından baĢlayarak Sudur silsilesi ile Bazardüzü‟ne sonra, BaĢ su ayırıcı silsilesi üzerinden batıya doğru uzanır. Azerbaycan‟ın Dağıstanla sınırlarının uzunluğu 289 km, Gürcistanla ise 340 km‟dir. Murguz, ġahdağ, Doğu Göyçe dağlarının su ayırıcıları Ermenistanla Azerbaycan arasında sınır oluĢturur. Ayrıca, zamanında Ermenistan‟a verilmiĢ Türk toprakları Azerbaycan‟ın sınırları içerisinde olan Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti‟ni de ayırır. Nahçıvanla Ermenistan‟ın sınırı Dereleyez ve Zengezur dağlarından geçer. Azerbaycan‟ın Ermenistan‟la sınırlarının uzunluğu 766 km‟dir. Güneyde tabii sınırlar Ġran‟la (Güneyi Azerbaycanla) Aras çayı, TalıĢ dağları, Balkari çayı ve Astara çayından geçer. Azerbaycan‟ın Ġran‟la olan sınırlarının uzunluğu 618 km‟dir. Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Türkiye ile 11 km‟lik bir sınırı olmasının ülke için oldukça önemli iktisadi, siyasi ve stratejik önemi bulunmaktadır. Doğuda, Azerbaycan toprakları Hazar denizi ile sınırdır. Samur çayından Astara‟ya kadar ülkenin sahil hattının uzunluğu 825 km‟dir. Azerbaycan‟ın

baĢkenti

Bakü

Ģehri,

ApĢeron

yarımadasında,

Hazar

denizinin

tabii

körfezlerinden biri olan Bakü körfezinin sahilinde yerleĢmiĢtir. Bakü uluslararası öneme haiz bir liman Ģehridir. Buradan atlantik ve Kuzey Buz okyanuslarının sularına gemi yolu ile çıkmak mümkündür.

187

Azerbaycan Cumhuriyeti arazisinin rölyefi farklılık arzeder. Burada düzlükler ve dağlık bölgeler çoğunluktadır. Azerbaycan dağlık ülkedir. Büyük Kafkas, Küçük Kafkas ve TalıĢ dağları Kür-Aras ovalığını kuzeyden, batıdan ve güneydoğudan ihate eder. Azerbaycan arazisinin orta yüksekliği 657 m‟dir. Ancak, Hazar sahili ovalık deniz seviyesinden 26,5 m aĢağıda olduğu halde, en yüksek zirve olan Bazardüzü‟nün yüksekliği 4466 metredir. Yeni ülke arazisinin yükseklik farkı 4500 metreye yakındır. Azerbaycan arazisinin %73‟ü yüksekliği 1000 m‟ye kadar olan, %27‟si ise 1000 metreden fazla olan yerlerdir. Görüldüğü gibi, ülkede düzlükler geniĢ arazileri ihtiva etmektedir. Yalnız ovalıklar ülke arazisinin %40‟ı kadardır; deniz seviyesinden aĢağıda olan ovalar %18‟ini oluĢturur. Kuzeybatıdan güneydoğuya uzanan Büyük Kafkas dağlarının güneydoğu kısmı Azerbaycan arazisindedir. Bu kısım Tinov-Rosso zirvesinden baĢlar, Yassıyayla ve alçak tepeliklerle ApĢeron yarımadasına kadar gelir, su altında tepelikler halinde Türkmenistan sahillerine kadar uzanır ve Hazar Denizi yatağını ikiye ayırır. Büyük Kafkas dağlarında esas yeri BaĢ Kafkas silsilesi tutar. Aynı silsilenin yüksekliği 3632 m olan Babadağ zirvesine kadar olan bölümü keskin parçalanmıĢ, dik yamaçlarla ve derelerle kaplıdır. Babadağ‟dan doğuya doğru silsile tedricen alçalır, yamaçların dikliği azalır. Su ayırıcı silsileye paralel bir kısım dağ silsilesi uzanır. Onlardan en önemlisi kuzeyde Yan silsile, güneyde ise Govlağ ve Niyaldağ‟dır. Yan silsilenin en yüksek zirvesi ġahdağ‟dır. Büyük Kafkas‟ın kuzeydoğu yamacında Gusar meyili, Samur-Deveci ovalığı, güneydoğusunda ise keskin parçalanmıĢ Gobustan alçak dağlığı bulunur. BaĢ Kafkas silsilesinin güney etekleri boyunca yüksekliği 200-700 m olan Alazan-Ayrıçay dağarası vadisi uzanır. Bu vadiyi Kür-Aras ovalığından Acınohur alçak dağlığı ayırır. Küçük Kafkas dağları Büyük Kafkas‟a nisbeten az parçalanmıĢtır. Burada suayırıcılar, yamaçlar esasen daha yumuĢaktır. Azerbaycan dahilinde Küçük Kafkas dağlarının en önemlileri ġahdağ, Murovdağ, Göyçe, Karabağ silsilesi ve Karabağ volkan yaylasıdır. Azerbaycan‟ın Tabiatı, Ġklimi ve Ġhtiyatları Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin dünyanın orta enliklerinde, Güney Kafkas‟ın doğusunda bulunması ve Doğuda Hazar Denizi ile sınır olması onun tabii Ģartlarına büyük tesirde bulunmuĢtur. Arazinin %65‟inin iklimi alttropikal, %33‟ü ise mülayimdir. Arazinin takriben yarıdan fazlası faal temperatur (yani 100C‟den fazla olan orta sıcaklık ortalaması) 4000-47000C olmaktadır. ġirvan, Muğan, Mil, Karabağ düzlüklerinde, Lenkeran ovasında, ApĢeron‟da yıllık ortalama sıcaklık 14,0-14,50C‟tır. Bu sıcaklık ortalaması zeytin, pamuk, çay gibi sıcaklığı seven bitkileri yetiĢtirmeye ve aynı sahadan yılda iki defa mahsul almaya imkan verir. Dağ eteği düzlüklerde ve alçak dağlık arazilerde ortalama sıcaklık 10120C arasındadır. Ahalinin %90‟ı sıcaklık ortalaması yıllık 100C ve daha yüksek olan arazilerde yerleĢmiĢtir.

188

Azerbaycan‟ın zengin tabii Ģartları ve tabii ihtiyatları ahalinin hayatı ve geçimini sağlaması için oldukça elveriĢlidir. Ülke arazisi maden, maden dıĢı enerji ve diğer faydalı yer altı kaynakları açısından zengindir. Azerbaycan petrol ve gaz yatakları ile meĢhurdur. Ülke arazisinin %70‟i petrol ve gaz yataklarıyla kaplıdır. En çok petrol ve gaz yatakları apĢeron yarımadasında, Hazar Denizi‟nin ġelf bölgesinde, Bakü ve ApĢeron burunlarındadır. Bundan baĢka, güneydoğuda ġirvan, merkezi Aran, Gobustan, Ceyrançöl, Acınohur, Siyazen bölgesinde de petrol yatakları vardır. Son yıllarda Hazar Denizi‟nde ırag, Azeri, GüneĢli vb. yeni zengin petrol yatakları keĢfedilmiĢtir. ıkarılan petrolün büyük ekseriyeti deniz yataklarındadır. Dünyada meĢhur olan Neftalan tedavi petrolü ile üĢütme, deri hastalıkları tedavi edilmektedir ve onu bir ilaç gibi harici ülkelere ihraç etmektedirler. Azerbaycan dünyanın eskiden beri petrol üreten ülkelerinden biridir. Yüz elli yıldan fazladır ki, petrol yatakları istismar edilmektedir. Neticede yer kabuğunun üst katında olan petrol kaynakları tükenmektedir. Bugün, ülke arazisinde bulunen petrol rezervlerinden %70‟den fazlası 3000 m‟den fazla derinlikte olan katmanlardadır. Gaz rezervlerinin de %90‟dan fazlası 3000 m‟den fazla derinliklerde bulunmaktadır. Azerbaycan arazisinde petrol ve gazdan baĢka, Gobustan ve Ġsmailli bölgelerindeki yanıcı materyaller bulunmaktadır. Azerbaycan maden, yer altı kaynaklarından alunist, demir, kobalt, mis, polimetal maden yatakları açısından da zengindir. Ülkenin Küçük Kafkas bölümünde maden yatakları daha çoktur. Burada demir, mangan, titan, kromit, Bakür, kobalt, polimetal, sürme, altın, gümüĢ, molibden v.s. yatakları mevcuttur. Kafkasya‟da bilinen en büyük demir madeni yatağı DaĢkesen‟dedir. Bu yatağın madeni yüksek kalitesi ise diğerlerinden farklıdır. Zeylik alunit yatağı rezerviyle dünyada tanınmaktadır. Bu komplekste kalium, vanadium ve baĢka nadir metaller de vardır. Kelbecer, Gadebey bölgelerinde Bakür yatakları bulunmaktadır. Polimetal maden yatakları GümüĢlü, Mehmana ve Filizçay‟dadır. Nahçıvan arazisindeki Paragaçay molibden yatağı sanayi hammaddesi olarak önemlidir. Küçük Kafkas ve Nahçıvan bölgeleri civa yatakları ile zengindir. Özellikle, Kelbecer bölgesindeki ġorbulak ve ağyatak kaynakları da meĢhurdur. Sanayide önemli olan altın yatakları Kelbecer ve Zengilan bölgelerindedir. Azerbaycan arazisi maden dıĢı yer altı kaynaklarıyla da bilinmektedir. Gobustan, ApĢeron, Ağdam, Zeyam, Tovuz, DaĢ Salahlı kıymetli taĢları, ġahtahtı, Kelbecer travertin taĢları, DaĢkasen mermeri, Yukarı Ağcakend jipsi ve Hacıvelli kuvars kumları büyük gelir kaynakları olarak bulunmaktadır. Cumhuriyet‟te, tebeĢir, inĢaat kireci, çaytaĢı, kum vs. oldukça çoktur. Cumhuriyet‟te mühtelif kimyevi terkipli madeni su kaynakları vardır. Bu zenginlikten dolayı Azerbaycan toprakları “madeni sular müzesi” olarak adlandırılır. Burada kimyevi terkipleri dikkate alındığında birbirinden farklı on civarında madeni su çeĢidi bulunmaktadır. Kelbecer bölgesindeki

189

Sıcaksu bazı özellikleriyle bilinen meĢhur Karlovi Vari suyundan da üstündür. Bu suyun yıllık debisi 600 mln. litredir. Ancak, bu arazi Ģimdi Ermenistan silahlı kuvvetlerinin iĢgali altındadır. Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti‟ndeki Bademli, Sirab ve Vayhır madeni suları ülke dıĢında da bilinmektedir. ApĢeron yarımadasındaki Surakanı ve ġıh, Deveci bölgesindeki Kalealtı, Culfa bölgesindeki Dağrıdağ, Kuba bölgesindeki Haltan, ġuĢa bölgesindeki TurĢsu ve ġirlan ise tedavi maksatlı madeni sularındandır. Bunlarla birlikte Azerbaycan‟da oldukça fazla termal su kaynakları mevcuttur. Termal su kaynakları TalıĢ dağlarında, Büyük Kafkas‟ın güney ve kuzeydoğu yamaçlarında da oldukça fazladır. Azerbaycan arazisinde irili ufaklı 8400‟e yakın çay var. Bunlardan 850‟sinin uzunluğu 5 km‟den fazladır. Uzunluğu 100 km‟den fazla olan çayların sayısı toplam 21‟dir. Azerbaycan küçük dağ çayları ülkesidir. Düzlüklerde bu çaylar Kür ve Aras çaylarıyla birleĢir ve daha sonra Hazar Denizi‟ne dökülür. ayların yıllık ortalama su debisi 31 km3‟e yakındır. Uzunluğuna ve su miktarına göre Azerbaycan‟ın en büyük çayları Kür ve onun sağ kolu olan Aras‟dır. Bu çaylar Azerbaycan‟a bereket, hayat getirdiklerinden halk arasında onlara “Ana Kür” ve “Han Aras” da denilir. Kür ayı Türkiye arazisindeki Kızılgedik dağının kuzeydoğu yamacından baĢlar. O, Gürcistan arazisinden geçerek, Azerbaycan arazisine girer. Mingeçevir barajına kadar Kür çayı düzlük ve alçak dağlık arazilere, sonra da Kür-Aras ovalığı ile akarak Hazar Denizi‟ne dökülür. Kür ayı‟nın umumi uzunluğu 1515 km‟dir, onun 906 km‟si Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin arazisindedir. Onun havzasının sahası Aras‟la birlikte 188. 000 km2‟dir. Kür Azerbaycan‟da yegane çay suyu yoludur. Kür-Aras ovasındaki geniĢ toprak sahalarını sulamak ve elektrik enerjisi almak maksadıyla 1953‟te Kür çayı üzerinde Mingeçevir barajı yapılmıĢtır. Aynı barajdan yapılan kanallarla on bin hektar ekim sahası sulanmaktadır. Kür üzerinde 1956 yılında Varvara, 1981-1983 yıllarında ġemkir, sonra da Yenikend barajları ve su elektrik istasyonları yapılmıĢtır. Aras çayı Türkiye arazisinde Bingöl silsilesinden baĢlar ve Sabirabad Ģehri yakınlarındaki SugovuĢan köyünde Kürle birleĢir. Uzunluğu 1072 km‟dir. 1970 yılında Aras üzerinde inĢa edilmiĢ barajdan hem Nahçıvan‟a, hem de Ġran‟a elektrik enerjisi verilmektedir. Samur çayı Azerbaycan‟ın kuzeydoğusunda en büyük çaydır. O, Dağıstan arazisinden baĢlayıp Hazar Denizi‟ne dökülür. Uzunluğu 216 km, havzasının sahası 4. 400 km2‟dir. Samur çayı üzerinde baraj inĢa edilmiĢtir. Büyük Kafkas‟ın kuzeydoğu yamacından baĢlayan Gusarçay, Gudyalçay, Garaçay, Velvelaçay, Gilgilçay ve Ataçay da Hazar Denizi‟ne dökülür. Gobustan ve ApĢeron yarımadasının çayları esasen yağmur suları ile beslenmektedir. Büyük Kafkas‟ın güney yamaçlarından akan Mazımçay, Balakençay, Talaçay, Katehçay, Kürmükçay, ġinçay, KiĢçay, DaĢağılçay Alazan-Ayriçay vadisinde alazan ve Ayriçayla birleĢirler.

190

ġirvan çaylarına Alicançay, Türyançay, Göyçay, Girdimançay ve Ağsuçay dahildir. Onlar Büyük Kafkas‟ın güney yamacından akarak Kür çayı ile birleĢirler. Küçük Kafkasın kuzeydoğu yamaçlarından akan ağstafaçay, Tovuzçay, Asrikçay, Zayamçay, ġamkirçay, Genceçay, Kürakçay, Kürle birleĢerek, onun sağ kollarını oluĢtururlar. Küçük Kafkasın güneydoğu yamacından akan Tartarçay, Haçınçay, Gargarçay, Hakariçay, Ohçuçay esasen yeraltı ve yağmur suları ile beslenmektedir. 1969‟da Ağstafaçay, 1977‟da ise Tartarçay üzerinde barajlar inĢa edilmiĢtir. Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti‟nin esas çayları Arpaçay, Nahçıvançay, Alincançay, Gilançay ve Ordubad çaydır. Arpaçay üzerinde baraj inĢa edilmiĢtir. TalıĢ dağlarından akan VileĢçay, Lenkarançay, Astaraçay daha çok yağmur suları ile beslendiği için ilkbahar ve sonbahar aylarında taĢar. 1977‟de Lenkeran bölgesi arazisinde sulama için Hanbulançay üzerine baraj inĢa edilmiĢtir. Azerbaycan Cumhuriyeti arazisinde 700‟e yakın göl var. Lakin bu göllerin ekseriyeti yaz aylarında kuruyor. Kurumayan tabii göllerin sayısı 250 kadardır. Sahası 1 km2‟den çok olan ve gelir amaçlı kullanılan göllerin sayısı 25‟dir. Göçük ve kırılmalar sebebiyle oluĢan bend gölleri dağlık ve kısmen de dağ eteklerinde çoktur. Örneğin, Göygöl, Maralgöl, ağgöl, Ganlıgöl ve Batabat gölü bu türlü göllerdir. Azerbaycan arazisindaki en büyük göller Acınohur, BüyükĢor, Binagadi ve Masazır gölleridir. Göllerin ahalinin geçiminde büyük önemi bulunmaktadır. Gence Ģehrinin ahalisi Göygöl‟ün suyundan içme suyu olarak istifade etmektedir. Kendine mahsus güzelliği ile tanınan Göygöl ve Maralgöl etrafında istirahat ve turizm bölgesi kurulmuĢtur. Göygöl Kepez Dağı‟nın eteğinde bulunmaktadır. Onun etrafında benzer Ģekilde yedi göl bulunmaktadır. 1139‟daki Ģiddetli deprem sonucunda Kepez Dağı‟nın yalçın kayaları etrafa dağılmıĢ, Kepezin etekleri ile akan Ağsu çayının ve onun kollarının karĢısını kesmiĢtir. Heyelanların meydana getirdiği bent sonucunda Göygöl, Maralgöl, Zaligöl, Ağgöl, ġamlıgöl, Ördekgöl, Ceyrangöl ve Garagöl oluĢmuĢtur. Göygöl deniz seviyesinden 1556 m yükseklikdedir. Sathının sahası 80 hektara yakındır. Gölün uzunluğu 2450 m, eni 595 m, en derin yeri 95 m‟dir. Gölün sahili yeĢil ormanlarla kaplıdır. Buradaki temiz ve Ģeffaf suyun hacmi 24 mln. m 3‟e yaklaĢmaktadır. Maralgöl deniz seviyesinden 1902 m yükseklikte bulunur. Sahası 23 hektar, en derin yeri 60 m‟dir. Maralgölden akan ağsu çayı Göygöl‟e dökülür. Büyük Alagöl Karabağ volkan yaylasında, deniz seviyesinden 2729 m yükseklikte bulunur. Gölün en uzun yeri 3,7 km, en ğeniĢ yeri 2,9 km‟dir. Sahası 5 km2‟ye yakın, en derin yeri 9 m‟den fazladır. IĢıklı dağının kuzeydoğu yamacında, deniz seviyesinden 2666 m yükseklikte Garagöl bulunur. Gölün sahası 1,8 km2, en derin yeri 10 m‟ye yakındır. Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti‟nin arazisinde Nahçıvan çayın kaynağında Batabat gölü ve Kükü çayın kaynağında Ganlı Göl bulunur.

191

Azerbaycan‟da 140 civarında yapay göl vardır. Toplam 1. 000. 0000 km3‟den fazla kapasiteden muhtelif özelliklere sahip 34 su barajı ve bendi bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Mingeçevir su barajıdır. Mingeçevir barajı Kür ayı‟nın Bozdağı‟ndan geçtiği yerde kurulmuĢtur. Azerbaycan‟da büyüklük açısından ikinci baraj Aras üzerinde kurulmuĢtur. 143 km2 sahada kurulu olan baraj Mingeçevir‟den 3/4 oranında küçüktür. Azerbaycan‟da sulama ihtiyacı olan bölgelerde su kanalları da inĢa edilmiĢtir. 90. 0000 km‟den fazla olan bu kanallar vasıtasıyla 1.300.000 hektar arazi sulanmaktadır. Bu kanalların en önemlileri Samur-ApĢeron, Yuharı Karabağ, Yuharı ġirvan, Azizbayov, Sabir, BaĢ Mil, BaĢ Muğan‟dır. Hazar Denizi Azerbaycan‟ın iktisadi hayatında büyük rol oynar. Ülkede petrol ve gaz sanayisinin, balık üretiminin ve su nakliyatının inkiĢafı Hazarla iç içedir. Hazar‟ın Azerbaycan sahillerinin saf deniz havası, güzel sahil manzaraları, bol güneĢli ve narin kumlu plajları yaz tatili için gelen turistler vasıtasıyla ayrı bir gelir kaynağı oluĢturmuĢtur. Hazar, beĢ ülkenin denizidir. Onun etrafında Ġran, Rusya Federasyonu, Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan Cumhuriyeti bulunur. Hazar‟ın, Azerbaycan sınırı 800 km‟den fazladır. Tarih boyunca Hazar Denizi‟ne Kaspi, Halın, Bakü, Gürden, Derbend gibi 70‟e yakın ad verilmiĢtir. Avrupa ve Doğu ülkelerinde, Kaspi, Azerbaycan‟da ise Hazar denilir. Her iki isim de tarih boyunca onun kıyılarında yaĢamıĢ olan Türk boylarınca verilmiĢtir. Hazar Denizi‟nin sahası 371.000 km2, hacmi 76.000 km3‟dir. Deniz kuzeyden güneye doğru yaklaĢık 1200 km mesafe, eni 320 km, ortalama derinliği 184 m, en derin yeri Lenkaran çöküntüsünde 1020 m, denizin sahil hattının uzunluğu 6.500 km‟dir. En önemli yarımadaları ApĢeron, MangıĢlak, Buzaçı, alaken, TürkmenbaĢı; baĢlıca adaları Bakü ve ApĢeron, eçen, Ogurçı, Kulalı adaları; önemli körfezleri Garaboğazgöl, Bayıl buhtası, Krasnovodsk, Mangistav, Gızılağaç, Türkmen yarımadalarıdır. Hazar Denizi‟ne kuzeyden Volga, Ural, Emba çayları, batıdan Terek, Sulak, Samur ve Kür çayları, güneydoğudan atrek, güneyden-Güney Azerbaycan arazisinden Gızılüzen (Safidrud) ve baĢka çaylar da dökülür. Hazar sularında tuzluluk kuzeyden güneye doğru artar. Güney ve güneydoğu kısımlarında, özellikle Garaboğazgöl etrafında tuzluluğun yüksek olması aynı arazilerin keskin kurak iklimi ile ilgilidir. Bu bölümlerde Hazar Denizi‟ne çay dökülmez. Yılın uzun süren sıcak dönemlerinde buharlanmanın oldukça yüksek olması tuzluluğu artırır. Hazar Denizi‟nde suyun sıcaklığı da kuzeyden güneye doğru değiĢir. KıĢın denizin kuzey bölümlerinde suyun sıcaklığı 10C‟dan düĢük olur. Hazar Denizi‟nin canlılar alemi de oldukça zengindir. Hazarda 1332 fauna çeĢidi mevcuttur. Hazar‟da bulunan balıkların ekseriyeti Azerbaycan sahillerinde ve ülkenin nehirlerinde de yaĢıyor. Buradaki kilka ve siyenak gibi balıklar daima denizde, nara, uzunburun, kalamo, Ģamai, çaki, külma haĢam, naha, yılanbalığı, çapak, Hazar kızılbalığı, ağ gızılbalık, kütüm vb balıklar hem denizde, hem de nehirlerde yaĢamaktadır. Azerbaycan‟ın siyah havyarı dünyada meĢhurdur. Hazar sularında yaĢayan yegane memeli hayvan suiti „su samuru‟dur.

192

Azerbaycan dünyanın toprak tarımı yapılacak olan arazisi az olan ülkeler arasında olup kiĢi baĢına 0.2 hektar tarım alanı düĢmektedir. Azerbaycan arazisinin %11‟ni ihtiva eden ormanlık araziler ise esasen dağlık bölgelerde bulunur. Cumhuriyet‟in toprakları ilaç yapımında kullanılan bitkiler yönünden de oldukça zengindir. Azerbaycan Topraklarında Kurulan Eski Devletler ve Halklar Azerbaycan arazisi petrol ve gaz yatakları ile eskiden beri bilinmesi sebebiyle “Odlar yurdu” olarak adlandırılmıĢtır. Azerbaycan hakkında ilk yazılı malumatlara antik devrin coğrafyacıları ve tarihçilerinin eserlerinde rastlanır. Eski Azerbaycan‟ın coğrafyası, tabiati, servetleri, halkı hakkında Herodot, Strabon, Plinin, Plutarh ve Ptoloimeyin eserlerinde geniĢ bilgiler bulunmaktadır. M.Ö.I-M.S. I. asırda yaĢamıĢ Yunan coğrafyacısı Strabon kendisinin meĢhur “Coğrafya” adlı eserinde Azerbaycan‟ı oldukça geniĢ tasvir etmiĢtir. O, Azerbaycan‟ın düz ve dağlık arazilerinde zengin ormanların, bol sulu nehirlerinin ve yer altı kaynaklarının olduğunu belirterek, Kür çayı boyunca uzanan düzlüklerin Babil ve HabaĢ düzlüklerinden daha iyi sulandığını ve çok verimli olduğunu yazmıĢtır. M.S. II asırda yaĢamıĢ Yunan coğrafyacısı Ptolomeyin verdiği bilgiler de oldukça önemlidir. Ptolomeyin verdiği haritada Azerbaycan‟ın kuzey topraklarında-Albanya‟da kurulmuĢ 29 Ģehir ve diğer yerleĢim yerlerinin isimleri verilmiĢ ve onların koordinatları gösterilmiĢtir. Azerbaycan‟ın Batı ile Doğu‟nun birleĢtiği mevkide kurulmuĢ olması ve zengin tabiata malik olması bir kısım araĢtırıcıların da dikkatini çekmiĢtir. Orta asır Türk, Arap, Ġtalyan, Fransız v.b seyyah ve coğrafyacıları Azerbaycan‟ın tabiatı, abideleri, halkı ve gelir kaynakları hakkında bilgiler vermiĢlerdir. Azerbaycan dünyada en eski insan meskenlerinden biridir. XX. asrın 60‟lı yıllarında Azerbaycan arkeoloğu Memmedali Hüseynov, Fuzuli Ģehrinden 17 km kuzeybatıda, Kuruçay deresinin sol yamacında taĢ devrine ait azıh mağarasını keĢf etti. Bulunan insan çenesi ve aletler Azerbaycan‟da hala 1.500.000 yıl önce insan yaĢadığını tespit eder. Azerbaycan arazisinde en eski devletler Manna, Atropatena, Albaniya gibi devletler kurulmuĢtur. Azerbaycan tarihen çok milletli bir ülke olmuĢtur. ok eskilerden Azerbaycan arazisinde Kuttiler, Lullibeyler, Turukkiler, Kimmerler, Ġskit-Sakalar gibi kavimler yaĢamıĢlardır. Burada geçmiĢden baĢlayarak Kafkas-Ġber dillerinde konuĢan Udinler ve Lezgiler, Farsça konuĢan Tatlar ve TalıĢlar büyük ekseriyet teĢkil eden Türk soylu halklar ile birlikte yaĢamıĢlar ve Ģimdi de yaĢamaktadırlar. Azerbaycan‟da baskın rol daima zengin, eski medeniyete ve devlet anenelerine sahip olmuĢ Türk soyuna mensup olmuĢtur. Türk dili, medeniyeti ve sosyal yaĢantısı Azerbaycan arazisinde yaĢayan bütün diğer halkları birleĢtirerek genel ve birliktelik özelliği olan halkın oluĢmasını sağlamıĢlardır. Nüfus

193

Azerbaycan Cumhuriyeti ahalisi 8 milyon kiĢidir. Ahalinin 4.111.100‟ü Ģehirde, 3.838.200‟ü ise köyde yaĢamaktadır. Azerbaycan ahalisinin sayısına göre, Güney Kafkas devletleri arasında birinci, dünyada ise 98. sıradadır. Dünyanın 56‟dan fazla ülkesinde 45 milyon civarında Azerbaycan Türk‟ü yaĢamaktadır. Ġran‟da 30 milyondan fazla Türk veya Azerbaycanlı kendi tarihi topraklarında yaĢıyorlar. Onların 15 milyonu da Güney Azerbaycan‟da yaĢamaktadır. Kuzey Azerbaycan Rusya tarafından XIX. asırda iĢgal edildiğinde ahalisi 1 milyona yakın idi. 1860‟a kadar ahalinin sayısı baĢka halkların temsilcilerinin göç ettirilmesi neticesinde 130 bin kiĢi arttı. 1869-1913 yıllarda ise Azerbaycan ahalisinin sayısı 2 defa artarak 2,3 milyona yaklaĢtı. 19141920yılları arasında ise ahalinin sayısı Ermeni silahlı kuvvetlerinin çıkardığı katliamlar neticesinde tahminen 390 bin kiĢi azaldı. 1920-1936 yıllarında nüfus artıĢı olmuĢtur. 1936-1938 yıllarda Stalin‟in yönetim devrinde pan-Türkist suçlaması ile daha çok Azerbaycanlı Türk katledildi. Neticede Azerbaycan‟ın ahalisi hayli azaldı. 1941-1945 yıllarında savaĢlarda 300 binden fazla Azerbaycan Türk‟ü faĢizme karĢı mücadelede helak oldu. Ahalinin sayısı muharebeden önceki seviyeye yalnız 1955 yılından sonra gelebildi. Azerbaycan‟da doğum tarih boyunca yüksek olmuĢtur. 1998 yılında ülkede doğum oranı binde 15,7, ölüm oranı 5,9 kiĢi, tabii artım 9,8 kiĢi olmuĢtur. YaĢ ortalaması 73‟tür. Ülke ahalisinin %49‟unu erkekler, %51‟ini ise kadınlar teĢkil eder. Ermenistan tarafından yürütülen iĢgal hareketi ve Azerbaycan arazilerinin bir kısmının zaptedilmesi nüfus artıĢına olumsuz tesir etmiĢtir. Azerbaycan‟da kilometrekareye 92 kiĢi düĢmektedir. En sık nüfus ApĢeron yarımadasında, özellikle Bakü Ģehrindedir. Burada her kilometrekareye 840 kiĢi düĢer. Önemli Günler Azerbaycan‟da her yıl 28 Mayıs-Cumhuriyet günü, 26 Haziran Silahlı Kuvvetler günü, 18 Ekim Devlet Müstakilliğinin Yeniden Kurulması Günü, 12 Kasım Konstitusiya günü, 17 Kasım Milli DiriliĢ günü, 31 Aralık Dünya Azerbaycanlılarının ve Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti‟nin Birlik günü, 21-22 Mart Nevruz bayramı, ayrıca dini bayramlar olan Kurban ve Ramazan bayramları da kutlanmaktadır. 20 Ocak-Matem günü istiklal uğrunda helak olanların defnolduğu ġehitler Kabrini yüzbinlerce kiĢi ziyaret eder. 1992 yılının ġubat‟ında Ermeni silahlı kuvvetlerinin yaptıkları Hocalı soykırımı kurbanlarının hatırasına saygı alameti olarak her yıl ġubatın 26‟sında, saat 1700‟de bütün ülkede bir dakikalık saygı duruĢunda bulunulur. Siyasi Partiler Kominist Partisi dağıtılıp Azerbaycan‟ın bağımsızlığı yeniden kurulduktan sonra Milli Meclis 1992 yılında “Siyasi Partiler Kanunu”‟u kabul etti. Bu kanuna dayalı olarak ülkede çok partili döneme geçilmiĢ oldu. 2000 yılında ülkede resmi kayıtlara geçmiĢ 34 siyasi parti ve 1000‟den fazla içtimai birlik faaliyet göstermektedir. En büyük siyasi partiler Musavat, AHCP, AMĠP ve Yeni Azerbaycan Partisi‟dir.

194

Ülkenin en eski ve halkın büyük ekseriyetinin desteklediği ve Azerbaycan‟ın bağımsızlığı uğruna milli-azadlık mücadelesinde rehber olan siyasi parti Musavat‟tır (“Beraberlik”). Musavat Partisi 1911 yılında Bakü‟de kurulmuĢtur. Partinin ilk baĢkanı Azerbaycan milli ideoloğu ve milli-azadlık hareketinin lideri Mehemmed Emin Resulzade‟dir. Azerbaycan‟ın Siyasi TarihineBir BaküĢ Azerbaycan halkının yalnızca tabii servetleri ve arazisi değil, aynı zamanda eski ve kıymetli bir siyasi tarihi vardır. Elbette, bir makalede Azerbaycan‟ın bütün siyasi tarihi meselelerini ele almak mümkün olmadığından biz yalnız XIX. asrın baĢlarından sonraki devirleri kısaca ele almaya çalıĢacağız. XIX. asırdan beri Kuzey Azerbaycan‟ın siyasi tarihini bazı devirlere bölmek mümkün olabilir. Bunu Ģu Ģekilde ele alabiliriz: 1. XIX. asrın baĢlarında Kuzey Azerbaycan‟ın Rusya tarafından iĢgal edilmesinden, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kurulana kadar olan devir; 2. 1918-1920 yıllar Azerbaycan Halk Cumhuriyeti devri; 3. 1920 yılın Nisanı‟nda Azerbaycan‟ın Rusya tarafından ikinci kez iĢgal edilmesinden 1991‟de Sovyetler Birliği‟nin dağılmasına dek olan Sovyet devri; 4. 1991. yılında Azerbaycan‟ın bağımsızlığını yeniden ilan ettiği devir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, tarihi Azerbaycan‟ın büyük bir kısmı güneyde, Ģimdiki Ġran Devleti‟nin sınırları içerisindedir. Azerbaycan halkı bu arazide zengin siyasi tarih, medeniyet, ilim ve sanat eserleri yaratmıĢtır. Lakin, biz Güney Azerbaycan tarihine dair meseleleri burada ele almıyoruz. XIX. Asrın BaĢlarında Kuzey Azerbaycan‟ın Rusya TarafındanĠĢgalinden Azerbaycan HalkCumhuriyeti KurulmasınaKadar Olan Dönem Açık denize çıkıĢı olmayan Rusya I. Petro zamanında 1700-1721 yılları arasında Kuzey savaĢı sonunda Baltık denizine ulaĢtıktan sonra yılın çoğu zamanında bu denizin donması onun denizcilik için yararsız olduğunu görerek sıcak denizlere sahip olmak maksadıyla Hazar sahillerine ve Kafkasya‟ya doğru kısa süreli bir akında bulundu. Hazar‟ın güney sahillerine çıkan Rus orduları hemen geri çağrıldı. 1813-1828 yıllarda ise Rusya büyük güçlükle Kuzey Azerbaycan‟ı iĢgal ederek Gülüstan ve Türkmençay antlaĢmalarıyla kendisiyle birleĢtirmiĢ oldu. Güney Azerbaycan ise Ġran‟a katıldı. Azerbaycan‟la olan savaĢlarda oldukça fazla sayıda Rus asker ve subayı öldü. Bakü‟de general Sisianov‟un baĢı kesildi. Azerbaycan iĢgal edilse de halk iĢgalcilerle anlaĢamadı. Rus iĢgaline karĢı muhtelif direniĢ hareketleri devam etti. Rus hükümeti müstemleke desteklerini oluĢturmak için Azerbaycan topraklarına gayrımüslümleri yerleĢtirmeye baĢladı. Azerbaycan‟a Ermenilerin göç ettirilmesinin sağlanması için Erivan ve Nahçıvan‟da göç komiteleri kuruldu. Göç ettirilenlere özel imtiyazlar verildi. Ermeniler Kuzey Azerbaycan topraklarında, özellikle Nahçıvan, Erivan ve Karabağ‟da iskan ettirildi. Bu bölgelerin ahalisinin etnik terkibi esaslı değiĢikliğe maruz kaldı. ĠĢgal edilmiĢ topraklarda Ruslar ve Almanlar da yerleĢtirildi. Kuzey Azerbaycan‟da ilk Rus iskanları 30‟lu yılların baĢlarında meydana geldi. ĠĢgal edilmiĢ Azerbaycan topraklarında kısa müddet 30‟a kadar Rus köyü kuruldu. Gayri-Azerbaycanlıların göçürülmesi ile paralel olarak Azerbaycanlı ahalinin sayısı hayli azaldı. Müstemleke zulmünden canı yanan Müslüman ahali kendi ata topraklarından göçmeye baĢladı. Mesela, Gülüstan sulhune kadar Karabağ bölgesindeki 20.000 Azerbaycanlı aileden yalnız

195

3.000 kadarı kaldı. Fakat, ar idaresi Ermeni, Rus ve Almanları Kuzey Azerbaycan topraklarında yerleĢtirerek genel nüfus sayısını artırmıĢ oldu. Rusya‟nın Kuzey Azerbaycan‟da uyguladığı milli ve dini zulüm, yerli nüfusdan idare organlarına koymayıĢı, islam dinine, milli dile, adet-ananeye ve medeniyete saygı göstermeyiĢi yönetime karĢı olan düĢünceleri keskinleĢtirdi ve halkın gazabını artırdı. Rus müstemlekeciliğine karĢı isyanlar baĢladı. 30‟lu yıllar Kuzey Azerbaycan‟da arizmin müstemlekecilik siyasetine karĢı Azerbaycan Halkının mücadele gücünü kahramanlıklar seviyesine çıkardı. Car-Balaken, TalıĢ, Guba ve ġeki‟de isyanlar baĢladı. Fakat, onlar ar orduları tarafından mağlup edildi. Ġsyanların liderleri ve destekçilerinin bır kısmı hapsedildi büyük çoğunluğu ise idam edildi. arizme karĢı mücadele ve gittikçe güçlenen eğitim herakatı Azerbaycan milletini daha da birleĢtirdi. Kuzey Azerbaycan‟da milletin teĢekkülü XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktı. Fakat, Azerbaycan halkının hala XIX. asırdan hayli önceleri milletin baĢlıca özelliği olan arazi ve maneviyat birliğine sahipti. Milletin oluĢması için gerekli olan iktisadi birlik yalnız sanayileĢme devrinde oluĢtu. Milletin teĢekkülünde diğer mühim Ģart ise arazi birliği idi. En eski devirlerden baĢlayarak, Azerbaycanlılar güneyde Kızıl-Özen çayından baĢlayarak, kuzeyde Büyük Kafkas sıra dağlarına, doğuda Hazar denizi sahillerinden batıda Göyçe gölü ve Gürcistan‟a kadar uzanan büyük bir arazinin sakini idiler. Bu coğrafi sınırlar dahilinde halkımızın tarihi arazi birliği meydana çıktı. Milletinin teĢekkülü prosesinin önemli yönlerinden biri Azerbaycan arazisinin Rusya ve Ġran arasında bölündüğü bir dönemde baĢlaması idi. ĠĢgalden sonra Azerbaycan topraklarının muhtelif yönetimlerin terkibine katılması neticesinde kuzeydeki topraklar da parçalandı. Azerbaycan halkı kendinin çok uzun zaman boyunca ağır imtihanlardan baĢarıyla çıkmıĢ, medeniyet incileri yaratmıĢ, yabancılara karĢı mücadelelerden piĢerek çıkmıĢ, geliĢmiĢ, yüksek manevi keyfiyetleri kazanmıĢ ve dünya medeniyetine emsalsiz katkılarda bulunmuĢtur. Azerbaycan Türklerinin menaviyat birliğinin muhtelif yönlerinin kurallaĢması halkın birlik Ģuuru ile ilgili olup kendi ifadesini umumi adet, anane ve yaĢam özelliklerinde bulmuĢtur. Azerbaycan Türklerinin karakterinde misaferperverlik, büyüklere hürmet, merhametli olmak, dostluğa sadakat, samimilik ve bir çok konuda müspet özellikler taĢımaktadır. Yeni tarihi Ģartlarda Azerbaycan Halkının görkemli temsilcilerinden Mirza Fethali Ahundov, Hasan bey Zerdabi, Necef Bey Vezirov ve baĢkalarının edebi-bedii ve ilmi-toplumsal faaliyeti, 1875 yılında ana dilinde ilk gazeteyi neĢre baĢlaması, dünyevi okulların sayısının artması ve milli tiyatronun kurulması Azerbaycan medeniyetini yükselterek çıkartarak milli Ģuurun uyanması ve inkiĢafında mühim rol oynadı. 80‟li yıllarda yayına baĢlayan “KaĢkül” gazetesi ilk defa “Azerbaycan milleti” ifadesini kullanarak bu fikri tebliğ etti. Halkın görkemli temsilcileri gazetelerin sayfalarında halkı uyanmaya çağırır, ana dilini inkiĢaf ettirmeye ve “Vatan” mefhumunu yaymağa çalıĢırlardı. Ahmed bey ağaoğlu, Ali bey Hüseyinzade, Alimardan bey TopçubaĢov ve diğerleri devrin en cesaretli aydınlardandı. Milyoner yardımsever Hacı Zeynalabidin Tağıyev, halkı ilim ve maarifle buluĢturmak için büyük iĢler yaptı.

196

Azerbaycan‟da kendilerine ait olan toprakların azlığına rağmen, arizm, müstemlekecilik ve RuslaĢtırma siyaseti neticesinde XX. asrın baĢlarında buraya göç ettirilen Rusların sayısı arttı. Onlar, yerli köylülere ait olan verimli topraklara iskan ettirildi. Yalnız 1912‟de Muğan‟a göç ettirilmiĢ 20. 000 Rus‟un yaĢadığı 49 köy kuruldu. Devlet Ruslara resmi olarak silah verdi. Asrın baĢlarında bütün Rusya Ġmparatorluğu‟nu olduğu gibi Azerbaycanı da devrim harekatı bürüdü. 1901 yılının baĢlarında Bakü‟de 15 civarında sosyal-demokrat dernek faaliyet halindeydi. Azerbaycan‟da iĢçi harekatı geniĢ taraftar bulmuĢtu. Bakü bütün Rusya Ġmparatorluğu‟nda devrim merkezlerinden biri haline gelmiĢti. Devrimi önlemek için arizm Kafkasya‟da Rus askerlerinin yardım ettikleri Ermenilerin Azerbaycanlılara karĢı katliamları baĢlattı. Milli katliamları durdurmak bahanesi ile arizmi Kafkasya‟da kuvvetlendirmek için ilave askeri birlikler yetiĢtirildi. Fakat, bütün bunlara rağmen, Rus iĢgaline karĢı mücadelede Milli-azadlık harekatı bir an bile durmadı. Azerbaycan‟da Milliazadlık harekatının terkip kısmı köylü ve kaçak harekatı idi. Kaçak harekatının görkemli liderleri Nabi, Kerem, Deli Ali, MeĢedi Yusuf, MeĢedi Gadir, Gandal Nağı ve baĢkalarına resmi dairelerin çekememezlikleri artıkça onları yol kesen bir eĢkıya gibi farzedip nüfusdan çıkarmaya çalıĢtılar. Bununla birlikte, diğer kuralları da ortaya çıktı. Kabiliyetli gençler dünyanın muhtelif tahsil merkezlerinde öğrenimlerine ara verip vatana döndükten sonra Milli Demokratik hareketin kurulması ve geliĢmesinde büyük rol aldılar. Avrupa‟daki önceki fikirlerleri de bilen bu gençler ilk etapta kendini kaybetmeyen, milletin tarihini ve manevi değerlerini araĢtırmanın zaruriliğini anladılar. Aydınlardan Hasan bey Zerdebi, Ali bey Hüseyinzade, Ahmed Bey Ağayev, Neriman Nerimanov, Celil Memmedguluzade, Mehemmed Hadi, Hüseyin Cavid, Üzeyir Bey Hacıbeyov, Mirze Elekber Sabir, Abdulla ġaig, Alimerdan Bey TopçubaĢov, Firudin Bey Köçerli, Mehemmed Emin Resulzade ve baĢkaları milli ideallerin yayılmasında ve milli Ģuurun güçlendirilmesinde mühim rol oynadılar. Hasan Bey

Zerdebinin

ve

Mehemmed

Emin

Rasulzadenin

Milletçilik

ve

Devletçilik,

Celil

Memmedguluzadenin demokratizm idealleri büyük tesir gücüne malik idi. Milli tefekkür Türk aleminin görkemli temsilcileri Ġsmail Bey Gaspıralı, Ali Bey Hüseyinzade, Yusuf Akçoralı, Ahmed Bey Ağaoğlu, Ziya Gökalp ve baĢkalarının Türkçülüğe dair fikirlerinden kaynak almaktaydılar. Milli kadroların yetiĢtirilmesinde matbu sözün gücünü iyi anlayan aydınların gayreti ile 1905‟de ana dilinde “Hayat” gazetesi neĢredildi. H. Z. Tağıyev ve M. Muhtarov‟un yardımlarıyla kurulmuĢ “NeĢri maarif” ve “Nicat” maarif cemiyetleri halkın aydınlanmasında ve Milli Azadlık Harekatı‟nın güçlenmesinde büyük hizmetler gösterdiler. Milli harekatın taleplerinden biri olan milli dilin müstakil geliĢmesi ve tahsilin ana dilinde olması Azerbaycan öğretmenlerinin 1906 yılının Ağustos‟unda yaptığı I. Kurultayında talep edildi. XX. asrın baĢlarında oluĢan Ģartlarda aydınlar ahaliyi teĢkilatlandırmak için siyasi partilerin kurulması gerektiğine inandılar. Mehemmed Emin Resulzadenin liderliğinde 1902‟de “Müsalman Gençlik TeĢkilatı” kuruldu. Bu teĢkilat gizli faaliyet gösteren “Müsalman Demokratik “Musavat” Cemiyyeti”ne

dönüĢtürüldü.

1904

sonbaharında

milli

aydınların

temsilcilerinden

Mirhasen

Mevsimov‟un, Memmedhasan Hacınski‟nin ve Mehemmed Emin Resulzade‟nin teĢebbüsü ile Rusya

197

Sosyal Demokrat ĠĢçi Partisi Bakü Komitesinin bünyesinde faaliyet gösteren “Müsalman sosyaldemokrat “Hümmat” teĢkilatı” kuruldu. TeĢkilatın “Hümmat”, sonra ise “Takamül” ve “YoldaĢ” gazeteleri yayınlandı. BolĢeviklerin kontrolü altına geçen “Hümmat” teĢkilatı milli gayesinden uzaklaĢtı. Kendilerine, milli istiklal uğrunda mücadele eden M. A. Resulzade ve onların fikirdaĢları olan “Hümmat” teĢkilatından uzaklaĢarak Rusya‟nın müstemleke idaresine karĢı Azerbaycan milli inkılap harekatını hedef seçtiler. ar, M. E. Resulzade‟yi tehlikeli bir Ģahıs olarak takip ettirmekte idi. 1908 yılında Ġran‟a gitmeye mecbur kalan Resulzade, Azerbaycan Türklerinin milli kahramanları olan Settarhan ve Bağırhanla birlikte

Tebriz

devrimine

iĢtirak

etti.

Fakat,

1905-1907

yıllarında

birinci

Rus

devriminin

mağlubiyetinden sonra Azerbaycan‟da milli bağımsızlık hareketinin temsilcileri ciddi baskılara maruz kaldılar. Sıkı takipler baĢladı, bağımsızlık fikirleri veren gazete ve dergiler kapatıldı. Azerbaycan ticari ve sanayi erbabı “Müselman Konstitusiya Partisi”ni kurdu. 1905 yılının ilk ve son baharlarında Ermenilerin Azerbaycan Türklerine karĢı baĢlattıkları soy kırımlar ileri seviyede olduğu için sermaye ve büyük toprak sahiplerinin temsilcileri aynı aydınlar gibi siyasi parti ve silahlı müdafaa cemiyetleri kurmaya mecbur kaldılar. 1911 yılının Ekimi‟nde Abbasgulu Kazımzada, Tağı Nağıyev ve Mehemmedali Resulzada tarafından kurulduğu ilan edilmiĢ Musavat Partisi, Azerbaycan Halkının siyasi yönden teĢkilatlanması ve birleĢmesinde mühim rol oynadı. Musavatın programında Müslüman halklarının birliğine, bağımsızlığına ve devletçiliğinin yeniden oluĢmasına maddi ve manevi olarak yardım etmek vaad edildi. Musavat 1913 yılında faaliyetlerini geçici olarak durdurdu. Birinci Dünya SavaĢı‟nın baĢlaması Azerbaycan‟daki Ģartları değiĢtirdi. Yeni vaziyet milli hareketi zayıflatsa da onu durduramıyordu. SavaĢ yıllarında düĢman tarafların her birinin Azerbaycan‟a dair kendine has planları vardı. Büyük devletler Azerbaycan‟ın servetlerine sahip olmak istiyorlardı. arizm Müslümanlara, o cümleden Azerbaycanlılara inanmayarak askeri hizmete çağırmıyordu. Ġstihbarat birimleri Türkçüleri ve Ġslamcıları daha ciddi izlemeye baĢladı. Bununla birlikte, Rus ordusu sırasında hizmet eden 200 kiĢiden fazla Azerbaycanlı subayın çoğunluğu savaĢlarda gösterdiği kahramanlıklara karĢılık muhtelif madalya ile taltif edildi. Generaller Samed Bey Mehmandarov, Aliağa ġıhlinski, Ġbrahimağa Vekilov ve Hüseyinhan Nahçıvanski‟nin isimleri harp sanatı tarihinde önemli bir yer tutmuĢtur. Ġlk Azerbaycanlı askeri pilot Farruhağa Gaibov bu savaĢlarda Ģöhret kazandı. Azerbaycan gençlerinden “Tatar süvari alayı” teĢkil edildi. Bu alay Rus Ģovenistler hakaret amacıyla “VahĢi diviziya” diye adlandırdılar. Alay çarpıĢmalarda emsalsiz baĢarılar gösterdi. Bu savaĢ çatıĢmaları Azerbaycan Türklerine ve Müslümanlara büyük darbe vurdu. SavaĢ bölgelerindeki Azerilerin evleri dağıtıldı, öldürüldüler ve yerlerinden göç ettirildiler. arizm savaĢ döneminde Osmanlı ve Ġran‟dan Ermenileri büyük guruplar halinde Azerbaycan topraklarına ve özellikle Erivan, Nahçıvan, Yelizavetpol ile Bakü‟ye yerleĢtirdi. Cephelerdeki mağlubiyet neticesinde imparatorluk dahilindeki düzenin bozulmasından da istifade eden Azerbaycan Milli Hareketi müstemleke esaretine karĢı direniĢini hayli güçlendirdi.

198

Ekim Devrimi neticesinde ar devrildikten sonra ülkede geçici hükümet kuruldu. arlığın yıkılmasından sonra partiler kuruldu, tabii bunlarla birlikte Musavat da yeniden siyasi faaliyetlerine baĢladı. Sosyalist meyilli teĢkilatlar Azerbaycan‟da ĠĢçi Milletvekilleri Sovyetleri kurmaya baĢladı. Ancak bunların Azerbaycan‟da sosyal dayanakları oldukça zayıftı. Aslında bu sosyalistleri Azerbaycan Türklerinin dıĢındaki unsurlar desteklemekteydi. Diğer taraftan 17 Mart 1917‟de geçici hükümetin Bakü‟da yerli istihbarat ve takip organı olan Ġçtimai TeĢkilatların Ġcrası Komitesi kuruldu. Azerbaycan‟da siyasi partilerin faaliyetlerinin geniĢlemesiyle birlikte Müslüman Milli ġuraları da kurulmaya baĢlandı. 27 Mart‟ta aydınların temsilcilerinden ibaret Müslüman Milli ġurasının geçici Ġcra Komitesi seçildi. Ġcra Komitesi‟nin baĢkanı Memmed hasan Hacınski, yardımcısı ise M. E. Resulzade oldu. Yerli ahalinin kesinlikle savunduğu Milli ġuralar hayli güçlü idi. Ekim Devrimi‟nden sonra milli bağımsızlık harekatında yeni bir merhale baĢlandı. Azerbaycan aydınları Milli harekata yardım maksadıyla Müslüman Milli ġurası‟nın Azerbaycan‟ın Ģehir ve kazalarında Ģubelerini kurdular. Milli bağımsızlık harekatında ve Milli Azerbaycan Devleti‟nin kurulmasında Musavatın rolü ölçülemez dercededir. 1917 yılının sonbaharında Güney Kafkasya‟da Musavatın siyasi nüfuzu süratle arttı. 26 Ekim‟de Musavat partisinin I. kurultayını açan M. E. Resulzade bağımsız Azerbaycan Devleti‟nin kurulacağını söyledi. Bu dönemde Azerbaycan‟da milli bağımsızlık tartıĢması esasen üç yönde yapılıyordu. Birincisi, geçici hükümetin esaret altına aldıkları halklara uyguladıkları politikalar karĢı mücadele idi. ünkü, geçici hükümet arın müstemleke politikasını daha ince fakat daha tesirli bir Ģekilde yürütüyordu. Azerbaycanlıları bölücülükle suçlayarak milli bağımsızlık harekatını boğmaya çalıĢıyordu. Ġkincisi, Sovyetlere karĢı mücadeleden ibaretti. Ġçinde Azerbaycanlılar yok denecek kadar azdı, esasen Ermeni ve Ruslardan ibaret Bakü iĢçi ve asker milletvekilleri Sovyet yönetiminin Azerbaycan halkının menfaatleriyle ters olduğunu ifade ediyordu. MenĢevik ve TaĢnak blokunun önderlik ettiği Bakü Sovyeti bir ve bölünmez Rusya idealini savunuyordu. Azerbaycan Milli Hareketi bu siyasetin aleyhine idi. Üçüncüsü ise, imparatorluğun dağılması ile keskinleĢen Ermeni-Müslüman düĢmanlığı idi. Bu görüĢe, Milli bağımsızlık hareketinin önemli bir bölümü ile milli aydınların liderleri katılıyordu. Daima ciddi gözetim altında bulundurulan Azerbaycan zenginleri ise milli bağımsızlık hareketine gizlice yardım etmekteydiler 1917 yılının Ekimi‟nde Petrograt‟ta BolĢevik ihtilali neticesinde geçici hükümetin devrilmesi neticesinde BolĢevik diktatörlüğünün kurulması ile ülkede tamamıyla yeni siyasi Ģartlar oluĢmuĢtu. BolĢevik hakimiyetini kabul etmeyen milliyetçi güçlerin bütün Güney Kafkasya‟yı Rusya‟dan ayırmaları gerekliliği artık Ģüphe götürmezdi. 1918-1920 Yılları AzerbaycanHalk Cumhuriyeti Devri BolĢeviklerin hedefi Rusya‟nın eski müstemlekelerini baĢka baĢka adlar altında koruyarak bir yönetimde birleĢtirmek idi. Fakat, Azerbaycan‟da esasen Azerilerin dıĢındaki milletlerden ibaret olan BolĢeviklerin sosyal dayanakları çok zayıftı. Ekim Devrimi öncesinde Bakü Ģehri yönetimi için yapılmıĢ seçimlerde BolĢeviklerin aldıkları 3770 oyun 2600‟den fazlası Rusların çoğunlukta olduğu Bakü garnizonundandı. Seçimlere ilk defa iĢtirak eden Musavat partisi 25. 000 seçmenden 10.000 oy alarak

199

oyların %40‟ını almıĢtı. Kasım‟da BolĢevikler aynı mahiyette Bakü Sovyeti‟nin konferansını toplantıya çağırıp Bakü‟de Ermeni Stepan ġaumyan baĢta olmak üzere Sovyet hakimiyetini ilan ettiler. Bakü Sovyeti‟nin Ġcra organına Sovyet hakimiyetini savunan partilerin temsilcileri dahil edildiler. Bunlar da aslında Azerilerin dıĢındaki kavimlerdendi. Böylelikle, BolĢevik-TaĢnak ittifakı da resmi bir hüviyet kazandı. Musavat Partisi anti-Azerbaycan faaliyeti gösteren Ġcra Komitesine girmedi. Bu Ģartlarda Atlanta Devletlerinin, özelikle ABD, Ġngiltere ve Fransa‟nın yardımı ile Kasım ayında Tiflis‟te Azerbaycanlı, Gürcü ve Ermeni temsilcilerinden ibaret Trans-Kafkasya Komiserliği ve Temsilciliği kuruldu. Ancak burada da farklılıklar söz konusuydu. 1917 yılının Aralık ayında imzalanan Erzincan AnlaĢması ile Osmanlı Devleti ve Rusya arasında Kafkas cephesinde ateĢkes ilan edildi. BarıĢ Ģartlarına göre, Rus ordusu iĢgal ettiği toprakları boĢaltmalıydı. Kafkas cephesinden dönerek Rusya‟ya giden Rus askerleri Azerbaycan köylerini talan ederek, açlık ve sefalet içerisinde olduklarından Rusya‟ya dönmektense Bakü‟de kalmayı tercih ediyorlardı. Rus ordusu kendi silah ve mühimmatını Ermenilerle, Bakü BolĢeviklerine verdiğinden Azerbaycan ahalisi silahsız kaldı. 1918 yılının Mart baĢlarında Bakü Sovyeti 20.000 silahlı güç topladı. BolĢeviklerin ve Ermeni partilerinin en güçlü rakibi Azerbaycan‟ın bağımsızlığı uğrunda mücadele eden, geniĢ sosyal desteği olan ve yerli ahalinin savunduğu, sınıflar çatıĢmayı ve üstünlüğü reddeden, milli bağımsız cumhuriyetin ilkelerini ileri süren Musavat Partisi idi. BolĢevik hükümetini kuvvetlendirmek, Türklerin muhtemel saldırılarına karĢı tedbir almak ve Musavat baĢta olmak üzere milli güçleri birer güç olmaktan çıkarmak gerekçeleriyle S. ġaumyan Azerbaycan Türklerinin soy kırımını baĢlattı. Sınıflar arası çatıĢma hemen Türkler ve Müslümanların toplu imhalarına döndü. Azerbaycan aydınları ise Müslüman ahaliyi sakinliğe, sıkıntı ve zorluklara tahammül etmeye çağırıyorlardı. 30 Mart akĢam saat 5‟te Bakü‟de ilk ateĢ açıldı. Mart soy kırımı baĢlayana kadar kendilerinin tarafsızlığını ilan eden DaĢnaksütyun Partisi, Ermeni Milli ġurası ve Ermeni Kilisesi Bakü Sovyetini savundular. Ermeni askerleri ve Bakü‟deki Ermeni aydınları da çatıĢmaya katıldı. Azerbaycanlılar katliamları önlemek için 31 Mart‟ta ateĢkes ilan etti. Azerbaycanlılara ait içtimai binalar, Milli remzler, medeniyet ocakları ve gazetelerin idareleri yakıldı. 2 Nisan‟a kadar devam eden soykırımda 12.000‟den fazla Türk ve Müslüman öldürüldü. ġamahı, Kuba, Haçmaz, Lenkeran, Hacıgabul ve Salyan‟da da bu tür katliamlar yapıldı. Bu tür talanlardan en çok ġamahı kazası zarar gördü. 1914-1920 yılları arasında Türklere ve Müslümanlara karĢı yapılan bu katliamların coğrafyası Anadolu, Güney Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Kuzey Azerbaycan ve Borçalı dahil olmak üzere oldukça geniĢtir. Yapılan bu katliamın asıl sebebi bağımsız Azerbaycan Devleti‟nin kurulmasını önlemek ve milli kuvvetleri yok etmekti. Bütün bu zulm ve katliamlar milli kuvvetleri zayıflatmakla birlikte bağımsız Azerbaycan Devleti‟ni kurmak idealinin önünü kesmek ise mümkün olamadı. Bağımsız devlet kurmak uğruna yapılan mücadelede azim daha da güçlenmiĢ oldu. Türk ve Müslüman dünyanın manevi mesuliyetini taĢıyan, Türklüğün ve halifeliğin merkezi olan Osmanlı Devleti harekete geçti ve 26 Mayıs‟ta Tiflis‟te Trans Kafkasya toplantısı yapıldı. Bu toplantıda Azerbaycan temsilcileri arasında 27 Mayıs‟ta olağanüstü toplantı tertip edildi. Bu kuruluĢ Azerbaycan‟ın yönetimi görevini üstlenerek Azerbaycan‟ın geçici Milli ġurası ilan etti, M. E. Resulzade

200

de bu Ģuranın baĢkanı H. Ağayev ve M. Seyidov baĢkan yardımcılıklarına seçildiler. 28 Mayıs‟ta Tiflis‟deki „Orient‟ otelinde Azerbaycan Milli ġurası, Hasan Bey Ağayev‟in baĢkanlığı ve M. Mahmudov‟un katipliği ile (ayrıca 24 kiĢilik Ģura üyeleriyle birlikte) Azerbaycan‟ı bağımsız devlet ilan etti ve Fethali Han Hoyskiy‟e sekiz bakandan oluĢan bir hükümet kurma görevi verildi.1 Altı paragraftan ibaret olan “Ġstiklal Beyannamesi”nde; “Büyük Rus Devrimi‟nin sonucunda Rusya‟da öyle bir siyasi kuruluĢ meydana geldi ki, o, devlet organlarının muhtelif yerlere dağılmasına ve Rus askerlerinin Trans-Kafkasya‟ı terk etmesine kadar icraatlarda bulunmuĢtur. Bu durumda kendi kuvvetleri ile baĢ baĢa bırakılmıĢ olan Trans-Kafkasya Halkları yönetimlerini kendi ellerine alarak Trans-Kafkasya Demokratik Federal Cumhuriyeti‟ni kurdular. Ancak, siyasi geliĢmelerin neticesinde Gürcü halkı Trans-Kafkasya Demokratik Federal Cumhuriyeti‟nden ayrılarak müstakil Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti‟ni kurmayı daha uygun bulmuĢlardır. Rusya ve Osmanlı Ġmparatorluğu arasındaki savaĢın bitmesiyle ilgili olarak Azerbaycan‟ın mevcut siyasi durumu, ülkenin dahilinde görülmemiĢ anarĢiye Doğu ve Güney Trans-Kafkasya‟dan ibaret olan Azerbaycan için kendi devlet kuruluĢunu oluĢturmayı büyük bir gereklilik hissetmektedir, Azerbaycan halkının içine düĢtüğü dahili ve harici durumdan ancak bu Ģekilde kurtarmak mümkün olacaktır. Halkın oylarıyla seçilmiĢ olan Azerbaycan Milli ġurası bunun temelini Ģimdi burada atarak bütün halka ilan etmektedir: 1. Bugünden itibaren Azerbaycan halkları bağımsızlık hukukuna sahipdir ve güney bugünden itibaren Azerbaycan halkları bağımsızlık hukukuna malikdir; güney ve doğu Trans-Kafkasya‟dan ibaret olan Azerbaycan tam bağımsız bir devlettir. 2. Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin idare Ģekli Halk Cumhuriyeti olarak tespit edilmiĢtir. 3. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti bütün milletler ve halklar ile dosttur. 4. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti millet, din, sınıf ve cins farkına bakmaksızın sınırları dahilinde yaĢayan bütün vatandaĢlarının siyasi ve vatandaĢlık haklarını temin eder. 5. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti arazisi dahilinde yaĢayan bütün milletlere serbest inkiĢaf için geniĢ imkan verir. 6. Milli Meclis toplanana kadar Azerbaycan idaresinin baĢında genel seçim yolu ile seçilmiĢ Milli ġura ve Milli ġura‟ya sorumlu olan geçici hükümet bulunur.2 Bundan sonra Azerbaycan Milli ġurası ve hükümeti bağımsız devletin tanınması için diplomatiksiyasi faaliyete baĢladı. Azerbaycan Cumhuriyeti Nazirler ġurasının baĢkanı Fetali Han Hoyski 29 Mayıs

1918‟de

dıĢiĢleri

bakanına

„Tiflis‟te

Azerbaycan‟ın

bağımsızlığını

bildiren

telgrafın

gönderilmesine mani olmaktadırlar. Biz Ermenilerle olan bütün görüĢmeleri bitirdik, onlar ultimatomu kabul edecekler ve savaĢ bitecek. Biz onlara Erivan‟ı verdik, telgrafa ilave edin ki, hükümetin geçici olarak bulunacağı yer Yelizavetpol Ģehri olacaktır‟ diye yazarak, bağımsızlık hakkındaki telgrafın

201

Ġstanbul‟a ve diğer harici ülkelere göndermek hususunda izin verdi.3 Bir müddet sonra Azerbaycan Hükümeti Gence‟ye taĢındı. 25 Nisan‟da BolĢevikler Mart katliamıyla ölenler hakkında araĢtırma yapmak için 25 Nisan‟da BolĢevikler Mart kırgınlarının ölüleri üzerinde araĢtırmalar yaparak Bakü Halk Komiserleri Sovyetini (HKS) oluĢturdular. HKS SovyetleĢme adı altında Azerbaycanı iĢgal etmek için daha çok Ermeni silahlı kuvvetlerine sahip çıkmaktaydı. Müslüman ahalinin katledilmesinde Z. Avestiyan, N. Gazaryan ve Hamazaps‟ın adları ön plandaydı. HKS Azerbaycan Milli hükümetine karĢı Gence üzerine hücuma geçdi. Göyçay muharebesinde HKS birliklerinin önü kesildi. Gence‟de Osmanlı ve Azerbaycan askeri birliklerinden ibaret Nuri PaĢa‟nın komutasında Kafkas Ġslam Ordusu kuruldu. Ordunun bu ismi taĢımasında amaç Ba kü hürriyetine kavuĢtuktan sonra çıkabilecek olan diplomatik, siyasi ve askeri güçlükleri önlemekti. Ordu Bakü‟yü kurtarmak için hücuma geçti. HKS‟nin Ermeni-TaĢnak, MenĢevik bölümleri Sovyet Rusya‟nın Bakü‟ye hiç bir Ģekilde yardım edemeyeceğinden, Ġran‟dan Ġngilizleri davet etmeyi zaruri gördüler. Bakü Sovyeti‟nin BolĢevik gurubu baskı ve takipten vazgeçtiler. Neticede MenĢevikTaĢnak ittifakı zemininde “Sentrokaspi ve Sovyetin Müveggati Ġcraiyya Komitasinin Riyaset heyeti diktaturası” denilen hükümet teĢkil edildi. Bundan sonra Denstervil baĢta olmak üzere Ġngiliz orduları Bakü‟ye geldi. 1918 yılının yaz ve sonbaharında Azerbaycan ve Osmanlı ordu birlikleri Bakü‟yü kurtarmak, Türk ve Müslüman ahaliyi soykırımdan kurtarmak için hücuma baĢladı. Ġngilizler Bakü‟yü terk etmeye mecbur oldular. Ermeni birliklerinin bir bölümü Enzali‟ye kaçtı. Eylül‟ün 15‟inde Kafkas Ġslam Ordusu Bakü‟yü iĢgalden kurtardı. Kısa bir zaman zarfında Bakü‟de kanun ve hukuk iĢler hale geldi. ġehrin bütün milletlerden olan ahalisi rahatlık buldu. Azerbaycan hükümeti ülkenin tabii payitahtı olan Bakü‟ye taĢındı. Ancak savaĢ sonucunda Osmanlı‟nın mağlup olması Azerbaycan‟ın talihine de tesir etti. Mondros mütarekesinden sonra Bakü‟ye Ġngiliz generali Tomson‟un komutanlığında müttefik kuvvetleri geldi. Azerbaycan hükümeti bütün vatandaĢlara milli, dini, içtimai durumu ve cinsinden dolayı bir ayrıcalık gözetmeksizin siyasi haklar verdi. Azerbaycan Devleti ilk günden üç mühim fikri kendi ideali olarak gördü “TürkleĢmek, ĠslamlaĢmak ve MuassırlaĢmak”. Bu idealler üçrenkli bayrakta temsil edildi. Azerbaycan bayrağında mavi renk Türklüğü, kırmızı renk çağdaĢlığı, demokrasiyi, yeĢil renk ise Ġslamı ifade eder. Türk dili devlet dili ilan edildi. Tahsilin millileĢtirilmesine özellikle dikkat edildi. Azerbaycan parlamentosu faaliyetine baĢladı. Milli para çıkarıldı. Azerbaycan Milli ordusu kuruldu. 1918 yılının yazından baĢlayarak andranik Nahçıvan ve Zengezur bölgelerinde Azerbaycan sınırlarını geçerek ahali üzerine saldırılar baĢladı. Bu durumda Karabağ da tehlike altına girdi. Azerbaycan Hükümeti 1919 yılının Ocak ayında ġuĢa, CevanĢir, Cebrail ve Zengezur kazalarını, Gence‟nin sınırlarından ayırıp merkezi ġuĢa Ģehri olmak üzere Karabağ bölgesi ordusu kuruldu. Hüsrev PaĢa Bey Sultanov ordu komutanı tayin edildi. Azerbaycan ordusu 1920 yılının Mart ayında Nevruz bayramı

202

gecesi ayaklanarak Ermenistan‟dan gönderilen nizami ordunun yardımıyla Karabağ‟ın dağlık kısmını Azerbaycan‟dan ayırmak isteyen Ermeni silahlı kuvvetlerini darmadağın etti. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti‟nin tartıĢılmayan arazisi 97297,67 km2 idi. Erivan ve Tiflis bölgesinin esasen Müslümanların yaĢadığı kısımları Azerbaycanla Ermenistan ve Gürcistan arasında henüz kesinlik kazanmamıĢ tartıĢmalı arazi olarak kalıyordu. Bu arazilerin sahası 15598,30 km2 idi. Bu arazilerin Azerbaycan‟a aitliği hakkında hükümetin elinde tartıĢılmayacak kadar kesin olan tarihi, coğrafi, etnografik ve iktisadi deliller var idi. TartıĢmalı olan arazilerle birlikte Azerbaycan‟ın arazisi 113895.97 km2‟ye ulaĢıyordu. Azerbaycan‟ın ahalisi 2861,862 kiĢi idi. Bunun 1952, 250‟unu, yani %70‟ini Türkler ve Müslümanlar teĢkil ediyordu.4 Bu devirde bütün Güney Kafkasya‟da 7 milyon 687 bin 770 kiĢi ahali yaĢayordı. Onun 3 milyon 306 bini Azerbaycan Türk‟ü idi. Paris sulh konferansından sonra Bakü‟yü terk eden Ġngilizlerin Ģehir limanının yönetimini, askeri kısım ve askeri gemilerin bir kısmının Azerbaycan Hükümeti‟ne verilmesi sebebiyle Hazar Deniz Donanması kuruldu. Osmanlı Devleti Azerbaycan‟ın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet oldu. Harici siyaset sahasında Azerbaycan hükümetinin ilk adımı 1919 yılında Paris sulh konferansına gönderilecek temsilciler meclisinin oluĢmasını ve statüsünü belirlemek oldu. M. Hacınski, A. Ağaoğlu, A. ġeyhülislamov, C. Hacıbeyli, M. Mehdiyev, M. Meherramov‟dan ibaret temsilciler heyetine tanınmıĢ siyasi lider, parlamentonun baĢkanı A. TopçubaĢov liderlik ediyordu. Bu sırada Ġstanbul‟da A. TopçubaĢov Ġngiltere, ABD, Ġtalya, Ġsveç, Ġran, Hollanda v.b. ülkelerin askeri ve diplomatik temsilcileri ile bir takım faydalı görüĢmelerde bulundu. Azerbaycan temsilciler heyeti konferansa iĢtirak etti. 2 Mayıs‟da ABD baĢkanı V. Wilson‟un teĢebbüsü ilk defa Azerbaycan meselesi Versal sulh konferansının Dörtler ġurasının toplantısında tartıĢıldı. 28 Mayıs‟da V. Wilson, Azerbaycan temsilcilerini kabul etti. Konferansta Ermeniler ABD vasıtasıyla Azerbaycan‟a olan arazi iddialarını halletmek isteseler de bu istekleri olmadı. Trans-Kafkasya Birliği‟nin dağılması neticesinde meydana gelen yeni devletlerden biri Ermenistan, yahud Ararat Cumhuriyeti idi. 1918 yılına kadar Kafkasya‟da Ermenistan adında bir toprak olmamıĢtı. ĠĢgalden sonra tahminen 1 milyon Ermeni‟yi harici ülkelerden naklederek arizm Kafkasya‟yı ErmenileĢtirmeye baĢladı. 1918 yılının Mayıs ayında Ermenistan Devletini kurmak için bir baĢkent gerekliydi. Ermenistan liderleri, ahalisi esasen Azerbaycanlılardan ibaret olsa da Erivan Ģehrini baĢkent yapmak istiyorlardı. Onlar Azerbaycan‟a müracaat ederek Erivan‟ı baĢkent olarak kendilerine verilmesini rica ettiler. Gergin, görüĢmelerden sonra Azerbaycan Milli ġurası ihtilaflara son vermek için Ermenilere vererek Erivanın baĢkent olmasına razı oldular. Fakat, daha sonra Ermeniler yeni yeni arazi taleplerini ileri sürdüler. Bu zaman Ermenistan‟ın arazisi yalnız 9 bin km2 idi. Ġngiltere temsilciler heyetinin teklifiyle Versal Ali ġurası 1920 yılının Ocak ayında Azerbaycan‟ı bağımsız bir devlet olarak tanıdı. Bakü‟de Ġngiltere, Fransa, ABD, Ġsveç v.b. ülkelerin diplomatik ve konsolosluk temsilcileri var idi. Azerbaycan‟ın bağımsızlığını 20‟ye yakın devlet tanıdı. Fakat, bu dönemdeki uluslararası konjöktür Azerbaycan‟ın lehine değildi.

203

1920 Yılının Nisanı‟ndaAzerbaycan‟ın Rusya TarafındanĠkinci Kez ĠĢgal Edilmesinden1991 Yılındaki SSCB‟nin Dağılmasına Kadar Olan Sovyet Devri BolĢevik Rusyası bağımsız Azerbaycan Devleti‟nin varlığını kabul edemiyor ve onu kendisi için bir tehlike olarak görüyordu. Ortaya çıkan uluslararası durumdan istifade eden Rusya 27 Nisan 1920‟de Azerbaycan Milli Hükümetini iĢgal yolu ile devirdi. BolĢevikler hakimiyeti gasp ettiler. Neriman Nerimanov baĢkanlığında Azerbaycan SSR Halk Komiserleri Sovyeti kuruldu. Bakü‟deki harici devletlerin diplomatik temsilcileri hapsedildi. Cumhuriyet devrinde kazanılan hakların tamamı iptal edildi. Kötü sonu bir kenara bırakılırsa Azerbaycan Halk Cumhuriyeti‟nin iki yıllık faaliyeti Azerbaycan Halkının tarihinde mühim bir dönemdir. Cumhuriyetin kurulması ile XIX. asrın baĢlarında kaybedilmiĢ olan devlet gelenekleri yeniden hayata geçirilmiĢ oldu. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Müslüman dünyasında kurulan ilk cumhuriyetti. BolĢevik hakimiyetinin ilk günlerinden itibaren Azerbaycan Halkı iĢgalle karĢı direnç gösterdi. Gence, Karabağ, Zagatala, Lenkeran v.b. yerlerde Sovyet hakimiyeti aleyhine isyanlar baĢladı. Ancak, mukavemet hareketinin sosyal destekleri pek güçlü değildi. Bununla birlikte anti Sovyet mücadelesi muhtelif yollarla devam ediyordu. DıĢarıya gitmek mecburiyetinde kalan Azerbaycanlı sosyal ve siyasi liderler BolĢevik diktatörlüğüne karĢı mücadeleyi devam ettirdiler. ĠĢgalden sonra Cumhuriyet devri liderleri ağır takiplere maruz kaldılar. 1920-1921 yıllarında Milli hükümetin eski baĢkanları F. Hoyski ve N. Yusifbeyli, parlamentonun baĢkan yardımcıları H. ağayev, C. Behbudov, hükümet üyeleri H. Rafibayov, Ġ. Ziyadhanov, meĢhur pedagog F. Köçerli v.b. Ermeni ve tetöristler tarafından öldürüldüler. M. Rasulzade hapsedilerek Moskova‟ya götürüldü. Fakat, BolĢeviklerle birlikte çalıĢmaktan imtina eden Resulzade 1922 yılında Finlandiya‟ya, oradan da Türkiye‟ye göç etti. M. Resulzade göç ettiği yıllarda da bağımsız Azerbaycan uğrunda faaliyetini devam ettirdi. BolĢevik hükümeti Azerbaycan‟da fevri bir yönetimde bulundu. Kitlevi tutuklamalar ve katliamlar gerçekleĢtirildi. Azerbaycan petrolü yalnız Rusya‟ya naklediliyordu. Servetlerinin vahĢicesine talan ve istismar edilmesi sayesinde Azerbaycan Halkına mazotlu göller, sefalet ve yoksulluk kaldı. Bunun aksine BolĢevik Rusyası Bakü petrolleri sayesinde iktisadi sıkıntılardan kurtuldu. 1991 yılına kadar devam eden BolĢevik iĢgalinin aĢağıda belirttiğimiz ağır sonuçlara da sebep teĢkil etti. Bağımsız Azerbaycan Devleti yönetimine son verildi. KolektifleĢme adı altında Azerbaycan‟ın köy gelir kaynakları dağıtıldı, özel mülkiyet lağv edildi; zengin Ģahıslar hapislerde yattılar; sanayileĢtirme adı altında özel teĢebbüs mahvedildi; müesseseler devletleĢtirildi; medeni devrim adı altında milli aydınlar mahvedildiler; eski elyazmaları yakıldı; alfabe değiĢtirildi; halkın adından Türk ifadesi kaldırılarak “Azerbaycanlı” olarak sanki farklı bir kavimmiĢ gibi adlandırıldı; milli Ģuur ve kimliğin unutulması siyaseti takip edildi. Bununla birlikte, Sovyet Devleti terkibinde bazı sahalarda ilerleyiĢler de oldu. Binalar, fabrikalar ve küçük sanayi müesseseleri kuruldu, yollar yapıldı v.b.

204

BolĢevik iĢgalinin yaptığı zararlar bununla da bitmedi. 15 Haziran 1921‟de RK (b) PMK‟nin Kafkas bürosunun toplantısında Azerbaycan dahilindeki Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti kuruldu.5 Ancak, Ermenistan‟da oldukça çok sayıda yaĢayan Azerbaycan Türklerine benzer bir statü vermek ise kimsenin aklına gelmiyordu. 30‟lu yıllarda ülkede güçlenen Sovyet yanlılarından en çok Azerbaycan zarar gördü. Milli aydınlar, görkemli din büyükleri, Pan-Türkçü, Pan-Ġslamcı ve Türkiye ajanı damgası ile toplu halde öldürüldüler, zindanlara atıldılar. Azerbaycan‟da yönetim kademelerine yerleĢtirilen Ruslar ve Ermeniler olayların ve baskıların Ģiddetlenmesinde önemli rol oynadılar. Bütün milli ruhlu aydınlar yok edildiler. Aslında 30‟lı yılların baskıları, Azerbaycanlılara karĢı XIX. asırdan beri uygulamaya konulmuĢ toplu katliamların değiĢik baĢka Ģekillerde devamı idi. BolĢevik uygulama ve baskıları 29.000 Azerbaycan Türk‟ünü yok etti. Ġkinci

Dünya

SavaĢı

Azerbaycan

tarihinde

önemli

merhalelerden

birini

teĢkil

eder.

Azerbaycanlılar SSCB vatandaĢları olarak Sovyet ordusu sıralarında faĢizme karĢı kahramancasına savaĢtılar. Bakü savaĢ cephesini petrolle destekledi. Cephe arkası lojistik destek savaĢta galibiyetin önemli unsuruydu. SavaĢta tahminen 420.000 Azerbaycan Türk‟ü helak oldu. Ġsrafil Memmedov, Hazi Aslanov, Ziya Bünyadov gibileri yüksek kahramanlık göstererek Sovyet Ġttifakı Kahramanı ilan edildiler. Bununla birlikte, bir kısım Azerbaycanlılar lejyoner birlikleri kurarak Almanya ile ittifak halinde Sovyetler Birliği‟ne karĢı da savaĢtılar. Bu, onların faĢizmle birlikte olması demek değildi. BolĢevizme nefret besleyen Azerbaycan lejyoner

birlikleri

SSCB‟nin

mağlubiyetinden

sonra

Azerbaycan‟ın

bağımsızlığını

yeniden

sağlayacaklarını düĢünmekteydiler. 6 Kasım 1943‟te Berlin‟de Azerbaycanlıların Milli Kurultai toplandı. Sürgünde Azerbaycan hükümeti ve parlamentosu kuruldu. Hükümetin baĢında Abdurrahman Fetali beyli Düdenginski bulunuyordu. Ancak, Almanların Kafkasya hakkındaki faĢizm planlarını anlayan sürgündeki Azerbaycan siyasi liderleri ondan uzaklaĢtılar. Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra Azerbaycan‟da siyasi rejim daha da katılaĢtı. Rejime karĢı mücadelede dıĢarıdaki siyasi muhacirler önemli rol oynadılar. 1949‟da M. Resulzade Ankara‟da “Azerbaycan Kültür Derneği”ni kurdu. 1945-1954 yıllarında Almanya‟nın Münih Ģehrinde faaliyet gösteren “Azadlıg” radyosunun Azerbaycan Ģubesinin redaktörü A. Fetalibeyli-Düdenginski‟nin Sovyet rejimine karĢı mücadelede özel hizmeti oldu. Bu radyo istasyonu Sovyet rejiminin gerçek mahiyetinin öğrenilmesinde ve milli-azadlık mücadelesinde müstesna rol oynadı. Lakin 1954‟te FetalibeyliDügendinski Sovyet casusu tarafından öldürüldü. Siyasi sürgünde Mirza Bala Memmedzade gibileri Bağımsız Azerbaycan Devleti kurmak uğruna yapılan mücadelede büyük rol oynadılar ve baĢkaları da müstagil Azerbaycan Devleti kurmak uğrunda mübarizada büyük rol oynadı. 40‟lı yılların sonu 50‟li yılların baĢlarında Ermeniler Moskova‟nın bilgi ve izni ile Türkiye‟ye karĢı toprak iddialarında bulundular. Fakat, Türkiye‟den toprak almanın mümkün olmadığını gören

205

Ermeniler Azerbaycan‟dan Dağlık Karabağ‟ı talep etmeye baĢladılar. Bunda da baĢarılı olamayan Ermeniler dıĢarıda yaĢayan Ermenileri Ermenistan‟a göç ettirmek amacıyla Erivan ve Ermenistan sınırları dahilinde yaĢayan Azeri Türklerini sıkıĢtırmaya baskı yapmaya baĢladılar. 1948‟den baĢlayarak Ermenistan‟daki Azerbaycanlıların tahminen 110.000‟i planlı olarak ata yurtlarından sürüldüler. Onları Azerbaycan‟da Mil ve Mugan‟da yaĢama ve Ģehirlenme yapılanması güç topraklara yerleĢtirdiler. 5 Mart 1953‟te Stalin‟in ölümünden sonra ülkedeki siyasi rejimde tedrici yumuĢama baĢladı. 1953 yılının Haziran‟ında görevinden alınan KuybıĢev petrol birliğine reis muavini olarak gönderilen Azerbaycan lideri M. C. Bağırov hemen hapse atılarak 1956 yılının Nisan‟ında halk düĢmanı iddiasıyla ölüm cezasına mahkum edildi. 30-40‟lı yıllarda baskılara maruz kalan yüzlerce Azerbaycanlı bundan sonra isnat edilen suçlardan beraat ettiler. Hüseyin Cavid, Ahmed Cevad, Mikayil MüĢfik, Yusuf Vezir amenzeminliy gibileri beraat edenlerdendir. Belirtmek gerekir ki, Sovyet devrinde Azerbaycan‟da faaliyet gösteren parlamento ve hükümet formal karakter taĢıyordu. Aslında, bütün hakimiyet Kominist Partisi‟nın elinde idi. Azerbaycan‟a ait bütün meseleler Moskova‟da merkezi hükümet tarafınden hall edilir, yerinde ise icra olunurdu. 1954 yılında Azerbaycan Kominist Partisi Merkezi Komitesinin birinci katibi vazifesine Ġmam Mustafayev seçildi. Ġ. Mustafayev, halkın vaziyetini iyileĢtirmek, Azerbaycan diline Devlet Dili statüsü vermek gibi iĢlerle ciddi Ģekilde uğraĢtı. Bunlardan dolayı Moskova onu cezalandırarak 1959 yılında milletçilik suçlamasıyla görevden aldı. Bundan sonra Veli Ahundov Azerbaycan‟ın lideri oldu. 1969‟da iĢten çıkarılan V. ahundov‟un yerine Azerbaycan Devlet Tehlikesizliği Komitesi‟nin baĢkanı, general H. Aliyev getirildi. O, 1982 yılına kadar bu görevde kaldı. 1982yılında ise Sov. ĠKP MK siyasi bürosunun üyesi ve SSCB Nazırlar Sovyeti BaĢkanlığı‟nın birinci muavini olarak Moskova‟da çalıĢmaya baĢladı. Fakat, 1987 yılında onu görevinden aldılar. 70‟li yıllar bütün SSCB‟de olduğu gibi, Azerbaycan‟da da tarihe durgunluk yılları olarak geçmiĢtir. Azerbaycan‟da bu yıllarda bütün ülkede olduğu gibi bir sıra fabrika ve müesseseler yapıldıysa da, yüksek okullar açılsa da, iktisadi durum kötüydü. Cumhuriyet‟te et, yağ ve diğer erzak mahsülleri zor bulunuyordu. Hükümet karne sistemine geçdi. Halk Sovyet rejiminden eziyet çekiyordu. Cumhuriyet‟te vazifelere Rus yanlısı Ģahıslar getiriliyordu. 1982 yılında Azerbaycan‟da baĢkanlığa Bağırov getirildi. SSCB Kanunlarıyla tespit edilmemesine rağmen Sovyet döneminde Azerbaycan‟ın harici siyaseti mevcut değildi. DıĢ ĠĢleri Bakanlığı yalnız formal faaliyet gösteriyordu. Bütün iliĢkiler istisnasız Moskova vasıtasıyla ve Merkezin nezaretinde uygulanırdı. 1991 Yılında Azerbaycan‟ınDevlet Bağımsızlığı Yeniden Sağlandıktan Sonraki Dönem 80‟li yılların ortalarında Sovyet cemiyetinin iktisadi, siyasi ve manevi hayatındaki sıkıntı daha da derinleĢti. Azerbaycan halkının Kominist ideolojisine olan güveni hayli azaldı. Sovyet liderliği Türk ve Müslüman halkları sıkıĢtırmaya baĢladı. Bu Ģartlarda Azerbaycan‟da milli düĢünceler, kendine dönüĢ

206

fikri gittikçe güçlendi. On yıllar boyu milli servetinin talan edilmesine, milli ve dini hislerinin tahkir edilmesine zorla sabretmiĢ halkın sabrı artık tükenmiĢti. 1988 yılından baĢlayarak Ermenistan‟da yaĢayan Azerbaycanlıların gruplar halinde sürgünü ve Dağlık Karabağ‟da iĢgalcilik meyillerine ve terör hareketlerine Merkezi Moskova hükümetinin de ses çıkarmayıĢı Azerbaycan‟da Halk harekatının baĢlamasına sebep oldu. Ġlk itiraz mitingi 19 ġubat 1988‟de oldu. Bu dönemde Azerbaycan baĢkanı olan K. Bağırov istifa etti, onun yerine A. Vezirov getirildi (1988-1990). Kasım ayında Azerbaycanı miting ve nümayiĢ dalgası bürüdü. Bakü‟de meydan harekatı güçlendi. Hükümet bu harekatın karĢısını almak için Bakü, Nahçıvan ve Gence‟de olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı koydu. Halk, Azerbaycan Halk Cephesi‟nde birleĢti. 1989 yılının Haziran‟ında Bakü‟de yapılan toplantıda Azerbaycan Halk Cephesin‟in programı ve yönetmeliği kabul edildi. Sovyet devrinde Rus zulmüne karĢı mücadele ederek isyancı olarak tanımlanmıĢ ve hapislerde yatmıĢ olan Ebulfeyz Elçi Bey teĢkilatın baĢkanı olarak seçildi. GeniĢ sosyal desteği olan AHC cumhuriyetin içtimai-siyasi hayatında mühim rol oynamağa baĢladı. Halkın baskısı altında Eylül‟ün 23‟ünde Ali Sovyetin (Yüksek Meclis) “Azerbaycan SSCB suverenliği hakkındaki Konstitusiya Kanunu”nu kabul etti. Yüz binlerce insanı arkasına alan AHC Kominist ideolojisini ve idare sistemini korkuya saldı. Bazı yerleĢim birimlerinde Sovyet ve Kominist organları hakimiyetten uzaklaĢtırıldı. 31 Aralık‟ta Sovyet-Ġran sınırı Aras çayı boyunca dağıtıldı. 20 Ocak‟ta SSCB Ali Sovyeti‟nin Riyaset Heyeti “Bakü Ģehrinde fevkalade vaziyetin tatbik edilmesi hakkındaki” fermanı verdi. Fakat, Bakü Ģehrinde televizyon vericisi patlatıldığından ahalinin bu fermandan haberi olmadı. 19 Ocak‟tan 20 Ocağa geçilen gece Sovyet ordusu Bakü‟ye hücum ederek büyük ve kanlı bir katliam yaptı. Bakü‟de ve diğer yerlerde 131 kiĢi öldürüldü, 744 kiĢi yaralandı, 400 kiĢi haps edildi, 4 kiĢi kayboldu.6 “Gara Ocak”a itiraz olarak Azerbaycan‟da 40 günlük milli tatil ilan edildi. Azerbaycan baĢkanı A. Vezirov gizlice Moskova‟ya kaçtı. Bu zamana kadar Azerbaycan Nazirlar Kabineti‟nin baĢkanı olarak görev yapan A. Mutallibov Azerbaycan KP MK‟nın birinci katibi oldu (1990 yılı Ocak-1992 yılı ġubat). Bundan sonra yerleĢim birimlerinde Kominist hakimiyeti yeniden sağlandı. Hükümet AHC üzerine hücuma geçti. Bu Ģartlarda Azerbaycan halkı artık bağımsız bir devlet kurmamının zaruri olduğunu anladı. Ancak, bu sırada Ermeni saldırıları da yoğunlaĢmıĢtı. 19 Mayıs 1990‟da Azerbaycan SSR Ali Sovyetinin seçiminde A. Mutallibov Cumhuriyetin ilk CumhurbaĢkanı oldu. 5 ġubat 1991‟de Azerbaycan SSR Ali Sovyeti‟nin meclis kararı ile ülke “Azerbaycan Cumhuriyeti” olarak isimlendirildi. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti‟nin üç renkli bayrağı devlet bayrağı olarak kabul edildi. Fakat, bu zaman bütün ülkede olduğu gibi Azerbaycan‟da da durum hayli gergin idi. 19 Ağustos 1991‟de Moskova‟da bir grup muhafazakar lider ve asker isyan edip hakimiyeti ele geçirdi. Demokratik kuvvetler kararlı tutum ve icraatlarıyla bu isyanın baĢarısına meydan vermediler. Azerbaycan baĢkanlığı

isyancıları

savundu.

Bu

sebeple

Moskova‟daki

Ağustos

hadiselerinden

sonra

Azerbaycan‟da siyasi vaziyet gerginleĢti. Muhalefet daha da güçlendi. Mitingler yeniden Azerbaycanı bürüdü. Azerbaycan Halkı Kominist Partisi ağalığının ve fevkalade vaziyetinin lağv edilmesini ve Dağlık Karabağ Muhtar Vilayetinde Azerbaycan‟ın kendi kanunlarının uygulanması için katı tedbirlerin alınmasını talep ediyordu. Halkın ikazları neticesinde Azerbaycan Cumhuriyeti Ali Sovyetinin

207

olağanüstü toplantısı 30 Ağustos 1991‟de “Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Devlet bağımsızlığının ilanı hakkındaki beyanname”‟yi kabul etti. 8 Eylül‟de Azerbaycan‟da ilk kez genel seçimler ve CumhurbaĢkanlığı seçimleri yapıldı. A. Mutallibov yeniden CumhurbaĢkanı seçildi. Eylül‟ün 14‟ünde Azerbaycan Kominist Partisi 33. kurultayında kendini lağvettiğini beyan etti. CumhurbaĢkanının muhalefet liderleri ile görüĢmesinde Ali Sovyet‟in lağvedilmesi iktidar ve muhalefet temsilcilerinden oluĢan bir Milli ġura‟nın kurulması kararı alındı. Ali Sovyet 18 Ekim‟de “Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Devlet bağımsızlığı hakkındaki Konstitusiya Akti”ni kabul etti. Böylelikle, 1920 yılının Nisan‟ında BolĢevik Rusyası‟nın iĢgalı neticesinde kaybedilmiĢ olan Azerbaycan Devleti‟nin bağımsızlığı yeniden kazanılmıĢ oldu. BaĢkanlık sistemi getirildi. YerleĢim birimlerine icra hakimiyeti baĢkanlığı görevi tesis edildi. 26 Kasım‟da Azerbaycan Cumhuriyeti Ali Sovyeti “Milli ġura hakkında” kanuna yeniden baktı. 25 kiĢi “Demokratik blok” temsilcilerinden ve 25 kiĢi iktidar tarafından milletvekillerinden ibaret Milli ġura kuruldu. Bu Ģartlarda SSCB‟de geliĢen her türlü olay Azerbaycan‟a da tesir ediyordu. 8 Aralık 1991‟de Brest Ģehri yakınlığındakı “Viskuli” otelindeki Belurus, Rusya Federasyonu ve Ukrayna baĢkanları Müstakil Devletler Birliği oluĢturulması hususunda anlaĢma yaparak SSCB‟nin uluslararası hukuki varlığına son vermiĢ oldular. 29 Aralık‟ta Azerbaycan Cumhuriyeti‟nde yapılan referandumda halk oy birliğiyle Bağımsız Devletin yeniden oluĢtu rulmasına sahip çıktı. 1992 yılının Mayıs‟ında Milli Meclis Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Devlet sembolünü, 1993 yılının baĢlarında Milli Banka kurulup, milli para olan manat piyasada iĢleme konuldu. Azerbaycan Devleti 2 Mart 1992‟de BirleĢmiĢ Milletler TeĢkilatına üye oldu ve faal olarak harici siyaset yapmaya baĢladı. Bununla birlikte Sovyet Ġttifakı terkibinde olan Azerbaycan‟ın bağımsızlığını ilk tanıyan devlet Türkiye Cumhuriyeti oldu. Sonra Romanya, Pakistan, Ġsviçre, ABD v.b. Azerbaycan‟ın bağımsızlığını tanıdılar. 1993 yılının baĢlarında Azerbaycan Devleti‟nin bağımsızlığını 116 ülke tanıdı, 70 harici devletle diplomatik alakalar kuruldu. Azerbaycan Cumhuriyeti 14 uluslararası teĢkilata üye kabul edildi. Azerbaycan 1991 yılında Ġslam Konferansı TeĢkilatı‟na, 1992‟de Ġktisadi EmekdaĢlık TeĢkilatı‟na üye oldu. Azerbaycan Devleti baĢka ülkelerle münasebetlerini uluslararası hukuk normalarına göre iliĢkiler kurmaya baĢladı. Ancak, bu dönemde harici siyasetin ağır basan yönü Rusya ile münasebetlerdi. Ermeni saldırılarının yoğunlaĢtığı yeni kurulmuĢ bir devletin bu siyasi Ģartlarda

uluslararası

siyaset

yapması

ve

dıĢ

iliĢkilerindeki

münasebetlerin

aksatılmadan

yürütülmesinin güç olduğunu da belirtmek gerekir. Ermeni ve Rus askeri birliklerinin yaptıkları Hocalı soykırımından sonra Azerbaycan cemiyetinde gerginlik yeniden artdı. Bu vaziyetde Ali Sovyet‟in 5-6 Mart 1992‟de yapılan olağanüstü toplantısında A. Mütallibov istifa etti. Onun selahiyetlerini Ali Sovyet‟in baĢkanı olan Yakub Memmedov kullanmaya baĢladı. Bir müddet sonra A. Mutallibov yeniden hakimiyeti dönmeye arzu etti. 14 Mayıs 1992‟de Ali Sovyet‟in toplantısında o, yeniden yönetime döndü. Mutallibov derhal olağanüstü halin uygulanması hususunda ferman verdi. Ancak demokratik güçler mitingler yaparak parlamentonun 14 Mayıs tarihli

208

kararının Anayasa‟ya aykırı olduğunu beyan ederek parlamentodan bu kararın iptalini istediler. Ultimatomun süresi dolduktan sonra AHC liderlerinin baĢkanlığı ile halk kütleleri Parlamento binasını, BaĢkanlık sarayını, Televizyon Radyo idaresini ve diğer Devlet müesseselerini ele geçirdiler. 18 Mayıs‟ta

Parlementonun

toplantısında

AHC

kurucularından,

rehberlerinden

ve

milli-azadlık

harekatının liderlerinden biri, Ermeni ideologlarına ve sahtekar tarihçilerine hala 80‟li yılların baĢlarında derin ilmi eserleri ile tutarlı cevap veren 35 yaĢındaki Ġsa Gamber, Ali Sovyet‟in baĢkanı seçildi. O, aynı zamanda Azerbaycan baĢkanı selahiyetlerini de kullanmaya baĢladı. Ġsa Gamber, Azerbaycan‟ın komünist olmayan ilk baĢkanı oldu. Ülke içindeki siyasi çalkantı duruldu, silahlı gruplar silahsızlaĢtırıldılar. Halkta milli ruh yükseldi. Devlet güçlenmeye baĢladı. Yani sosyal-siyasi tesir alanı geniĢledi. Ordu güçlendirildi. Kısa sürede Azerbaycan ordusu Dağlık Karabağ‟da ve onun civarındaki yerleĢim yerlerinde iĢgalcilerden kurtarılmaya baĢlandı. Goranboy bölgesi iĢgal güçlerinden temizlendi. 7 Haziran 1992‟de yapılan alternatif baĢkanlık seçimlerinde AHC baĢkanı Ebulfeyz Elçibey CumhurbaĢkanı seçildi. Demokratik kuvvetler ordu kurmanın gerekliliğine özellikle dikkat çektiler. Rus ordusunun kalan birlikleri Azerbaycan‟dan çıkarıldı. Azerbaycan kendi arazisinde Rus askeri birliği barındırmayan tek ülke oldu. Eski SSCB Hazar donanmasının kuvvet ve vasıtalarının %25‟i Azerbaycan‟a kaldı. Ġ. Gambar‟ın baĢkanlığı ile ülke parlementosu Azerbaycan‟da serbest Pazar ekonomisi, demokratik haklar ve insan hakları konularında mühim kanunlar kabul etti. Türk Dili, devlet dili ilan edildi. Latin yazılı, Azerbaycan alfabesine geçilmesi hususunda kanun kabul edildi. Milli Meclis Devlet sembolü, siyasi partiler, diplomatik derecelerin ve rütbelerin tespit edilmesi, dini inanıĢ serbestliği gibi konularda kanunlar kabul edildi.7 Azerbaycan Devleti bir çok uluslararası kuruluĢlara üye oldu. Azerbaycan Devleti faal harici siyaset yürütmeye baĢladı. Harici ülkelerde diplomatik ve konsolosluk gibi temsilcilikler açtı. Azerbaycan bir çok uluslararası ve sınırlı teĢkilatın, o cümleden Kara Deniz Ġktisadi Birliğinin kurulmasına da iĢtirak etti. Azerbaycan Devleti ATAT‟ın üyesi oldu. Devlet harici siyasetinin tercihi ağırlığı olarak Türkiye, ABD ve diğer Batı Devletleri ile münasebetleri ilan etti. Rusya ile iki taraflı iyi komĢuluk alakalarının kurulmasına özellikle dikkat etti. Azerbaycan Devleti, Bağımsız Devletler Birliğine katılmadı. Azerbaycan Devleti‟nin dahili ve harici siyasette kazandığı baĢarılar harici düĢmanları rahatsız etmeye baĢladı. Azerbaycan‟ın uyguladığı Batı‟ya yönelik siyasetten rahatsız olan Rusya, Ermenistan‟ı muhtelif yönlerden destekleyerek daha da güçlendirdi. 1993 yılının Nisan‟ında Ermeni ve Rus askeri birlikleri Kelbeceri iĢgal ettikten sonra ülkede siyasi buhran oluĢtu. Askeri muhalefet de isyan etti. 1993 yılının Haziran‟ında Gence‟de Albay Suret Hüseyinov‟un liderliğinde 709 numaralı birlik Devlet aleyhine ayaklandı. Neticede siyasi ve askeri muhalefet birleĢti. Hükümet isyanı bastıramadı. BaĢbakan ve Meclis BaĢkanı istifa etti. 15 Haziran‟da Haydar Aliyev Ali Sovyetin baĢkanı oldu. Ġsyancı Albay S. Hüseynov ise baĢbakan tayin edildi. 18 Haziran‟da Devlet BaĢkanı E. Elçibey, doğum yeri olan Ordubat Ģehrinin Keleki köyüne gitmeye mecbur kaldı. 23 Haziran‟da Milli Meclis

209

Devlet BaĢkanı‟nın yetkilerini H. Aliyev‟e verdi. 3 Ekim‟de yapılan Devlet BaĢkanı seçimlerinde H. Aliyev Devlet BaĢkanı oldu. Meclis BaĢkanlığına ise Resul Guluyev seçildi. Ülkedeki silahlı birlikler zararsız hale getirildi ve ülkede sakin bir hava oluĢturuldu. Daha sonra baĢbakan olan S. Hüseyinov ihtilal yapmak suçundan ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 1996 yılının sonbaharında meclis baĢkanı R. Guliyev görevinden istifa etti. Onun yerine Murtuz Eleskerov geçdi. 12 Kasım 1995‟te genel seçim yolu ile Azerbaycan Anayasası kabul edildi.8 Bağımsız Azerbaycan Meclisi‟ne ilk seçimler yapıldı. 11 Ekim 1998‟de H. Aliyev yeniden ülkeye baĢkan seçildi. 12 Aralık 1999‟da Azerbaycan‟da ilk defa belediye seçimleri yapıldı. Bu seçimlerde ülkenin ana muhalefet partisi olan Musavat Partisi büyük baĢarılar elde etti. 2000 yılının Kasım‟ında Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Meclisi‟ne gözlemci ülkelerin yaptığı değerlendirme ise dikkat çekiciydi, gözlemciler yapılan Devlet BaĢkanlığı seçimlerde ciddi usulsüzlükler, yolsuzluklar ve hile olduğunu tespit ettiler ve bu konudaki raporları uluslararası platformlarda kabul gördü. 1993 yılının Haziran‟ından sonra Azerbaycan yönetimi harici siyasette Batı‟ya yönelik açılım yeniden Rusya‟ya bağımlı bir hale getirmeye baĢladılar. Hatta Dağlık Karabağ probleminin halli ümidi ile 1993 yılının Bağımsız Devletler Topluluğu‟na üye olarak katıldılar. Ancak, buna rağmen Karabağ konusunda Rusya ve diğerlerinin olumlu bir tavır değiĢikliğine gitmediler. Bunun üzerine, hükümet yeniden harici siyasai faaliyetinde Türkiye, ABD ve diğer Batı ülkelerine yönelik politikaya ağırlık verdi. Azerbaycan yönetimi defalarca ABD, Türkiye, Büyük Britanya, Ġtalya, Almanya, Fransa v.b. ülkelerle muhtelif görüĢmeler yaptı. Bu görüĢmeler sonucunda değiĢik konularda ikili ya da gruplar halinde anlaĢmalar yapıldı. Azerbaycan Ekonomisi XIX. asrın II. yarısından baĢlayarak sanayileĢmenin inkiĢafının sanayi mahsulleri için ham madde ve pazar talep etmesi müstemlekelerin aynı konudalardaki iĢtirakını zaruri kıldı. Azerbaycan Cumhuriyeti Rusya pazarına iĢtirak etti. Diğer müstemlekelerden farklı olarak tabii servetleri olan Azerbaycan Rusya‟i hem de petrol ve diğer enerji kaynaklarıyla techiz ediyordu. 1848 yılında dünyada ilk defa Bakü‟de petrol kuyusu kazıldı. 1871 yılında ise Azerbaycan‟da sondayla ilk kuyu kazıldı. Ġsveç vatandaĢı olan Nobel kardeĢlerin Ģirketi olan “Nobel gardaĢları Ģirketi”nin prensiplerini koydular. BaĢta RotĢild olmak üzere, Fransız ve ViĢau ile Ġngiliz sermayesi Bakü petrol sanayiinde kendine bir yer buldu. Bakü Rusya Ġmparatorluğu‟nun petrol çıkarma ve petrol iĢleme merkezine döndü. Azerbaycan kazalarında da sanayii Ģehirleri meydana geldi. Yelizavetpol kazasında, Gedebey‟de, Ġlankayasında, CevanĢir kazasında Hendzasar ve baĢka madenlerde Bakür yatağı, DaĢkesende demir ve kobalt madeni, CevanĢir ve Nahçıvan kazalarındaki madenlerden gümüĢkurĢun madeni çıkarılıyordu. Zaylik köyü yakınlarında zay madeni çıkarılmaktaydı. Nahçıvan kazasında taĢ tuzu, Bakü ve Cevad kazalarında ise Ģor tuzlar çıkarılıyordu. Ġpek istihsali oldukça

210

yaygındı. Azerbaycan‟da pamuk istihsali de inkiĢaf etti. Ġlk pamuk iĢleme fabrikalarından biri 1882 yılında Nahçıvan‟da yapıldı. Hazar Denizi ticaret donanmasının inkiĢafında büyük denizcilik Ģirketleri önemli rol oynadı. Ticaret gemilerinin sayısı arttı. Nakliyatın diğer sahaları da geliĢti. 1883 yılı Nisan‟ında Bakü‟yü Tiflis ve Karadeniz limanları ile birleĢtiren Güney Kafkas demiryolu yapıldı. Böylelikle, Azerbaycan devrin muassır nakliyat vasıtaları ile dünya pazarına çıkmaya baĢladı. Azerbaycan‟da milli sermaye güçlendi. Saniyii ticaret sermayesinin büyük temsilcileri Hacı Zeynalabidin Tağıyev, Hacı ġıhali DadaĢov, Hacı Hacıağa DadaĢov, Hacı Mirzagulu Gadirov, Hacı Gurban AĢurov, ġamsi Asadullayev ve bunlar gibileri idi. Onlar Azerbaycan‟ın ilim ve medeniyet tarihinde de destekledikleri çalıĢmalarla da önemli bir yer tutarlar. Azerbaycan‟da tarihen Ģöhret kazanmıĢ halıcılık da geliĢmiĢti. Kuba, ġuĢa, Cebrail ve Bakü halıları dünyanın her yerinde bilinmekteydi. SanayileĢme köyleri de geliĢtirdi. 1870 yılı istihsali ile Azerbaycan‟da mülk sahibi köylüler Ģahsen azat edildikten sonra köylerde de sanayileĢtirmenin inkiĢafı süratlendi. Nahçıvan, ġuĢa, CevanĢir, Yelizavetpol, Aras, Göyçay ve Cevad kazalarında pamuk üretimi, Nuha, ġuĢa, ġamahı, Nahçıvan kazalarında ipekçilik, Lenkaran kazasında çeltikçilik, Kuba, Göyçay, ġamahı kazalarında, Zagatala çevresinde ve Karabağ‟da bağcılık inkiĢaf etti. Hacı Zeynalabdin Tağıyev bağcılığa ve üzümcülüğe yardım etmek amacıyla Merdekan‟da bağcılık okulu açtı. Azerbaycan‟da taĢ kömürü ve yanıcı gazlar da bulunmuĢsa da onların Ģimdilik sanayi için ehemmiyeti bulunmamaktadır. Enerji kaynaklarının esasını petrol, doğal gaz kaynakları, nehirlerin hidroenerji potansiyeli, güneĢ ve rüzgar enerjisi olmuĢtur. Ancak, güneĢ ve rüzgar enerjisinden az istifade edilmektedir. Petrol sanayii Azerbaycan‟ın en eski sanayi sahalarından biridir. Ülkeyi haklı olarak “Petrol Akademiyası” olarak adlandırırlar. Petrol sanayii Azerbaycan‟da diğer sahaların da süratli inkiĢafına yardım etmiĢtir. 1871 yılından 1998‟e kadar kadar ülkede 1 milyar 290 milyon ton petrol istihsal edilmiĢtir. Bu kadar petrolün 1 milyar tondan fazlası Sovyet devrinde çıkarılmıĢtır. Petrol üretimi hem eski kuyuların yenilenmesi, hem de yeni petrol yataklarının keĢfi sayesinde çoğalmıĢtır. 1930-40‟lı yıllarda Lökbatan, Puta, Zığ, Gala, Garaçuhur, Duvannı v.b. petrol yatakları da bulundu. 1941 yılında Azerbaycan‟da petrol hasılatı en yüksek seviyeye 23,5 milyon tona ulaĢtı. Bu zaman SSCB‟de üretilen petrolün %75‟i Azerbaycan‟da çıkmaktaydı. 1941-45‟li yıllar savaĢ zamanında Azerbaycan‟da 73 milyon ton petrol hasılatı olmuĢtur. Ġkinci dünya muharebesinde faĢizme karĢı kazanılan zaferde Azerbaycan petrolü baĢlıca rollerden birini oynadı. SavaĢtan sonraki ilk on yılında 108 büyük sanayii müessesesi inĢa edildi. Hazar Denizi‟nde petrol yatakları bulundu. 7 Kasım 1949‟da ilk deniz petrol kuyusu Petrol DaĢlarında sondajı kuruldu. 1954-1964‟lü yıllarda Zira, Sengaçal, Duvannı, MiĢovdağ, Karabağlı, Pürsengi, bağımsızlık yıllarında ise azeri, GüneĢli, ırag, ġahdeniz, Karabağ v.b. yataklar keĢfedildi. 1998 yılında Azerbaycan‟da 11,4

211

milyon ton petrol çıkarıldı. Azerbaycan‟ın Devlet bağımsızlığı sağlandıktan sonra petrol sahasında harici ülke Ģirketleri ile iĢbirliği sağlandı. 20 Eylül 1994‟de Azerbaycan, ABD, Türkiye, Ġngiltere gibi ülkelerin petrol Ģirketleri konsorsium oluĢturarak “Asrın mukavelesi”ni imzaladılar. Hazar Denizi‟nin Azerbaycan sınırlarında petrol çıkarılmasına dair harici Ģirketlerle 15 anlaĢma imzalandı. Bu anlaĢmaların genel değerinin toplamı 50 milyar dolardır. ıkarılan ham petrol ve petrol mahsulleri Hazar Denizi, demiryolu ve petrol boruları vasıtasıyla nakl ediliyor. Bakü-Groznı-Novorossiysk ve Bakü-Supsa boru hatlarının faaliyeti üst seviyededir. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı çalıĢmaları da baĢlamıĢtır. Bu hat Azerbaycan petrolünü doğrudan Akdeniz vasıtası ile dünya pazarına çıkması mümkün olacaktır. Azerbaycan‟da petrolle beraber gaz da aynı tarihlerde çıkarılsa da, gazın sanayi üretimi olarak istihsali 1928 yılında olabilmiĢtir. Ülkenin gaz yatakları esasen ApĢeron yarımadasında ve Hazar Denizi‟nin ġelf bölgesinde toplanmıĢtır. Bilinen gaz rezervlerinin %80‟i, bunun %93‟ü de deniz altındaki yataklarda bulunmaktadır. Karada en büyük gaz yatakları Garadağ-Gobustan ve GürgenZira bölgelerindedir. 1997 yılında Azerbaycan‟da 6 milyar küp metre gaz istihsal edildi. Ülke dahilinde gaz borularının geniĢ Ģebekeleri bulunmaktadır. Karadağ-Ağ Ģehir, Garadağ-Sumgait, Karadağ-Bakü, Zira-Bakü, Siyazen-Sumgait, ırag-Petrol DaĢları-Bakü gaz boruları faaliyet göstermektedir. Bütün Güney Kafkasya‟da en güçlü elektrik istasyonları Azerbaycan‟dadır. Azerbaycan‟daki bütün elektrik istasyonlarının gücü 5 milyon kilovata yakındır. Bunun %80‟i doğalgazla, %20‟si ise su ile üretilen elektrik barajlarından üretilmektedir. Azerbaycan‟da otomobil sanayii de bulunmaktadır. Bakü ve Gence otomobil fabrikaları, Mingeçevir köy tasarrufatı otomobil fabrikaları bulunmaktadır. Ülkede maden sanayii de inkiĢaf etmiĢtir. ĠĢgal edilmiĢ olan Kelbecer, Zengilan ve Hocavend kasabaları arazilerinde altın yatakları bulunmuĢtur. Sumgayt ve Gence alüminyum fabrikaları da faaliyet halindedir. Bakü‟de ve Sumgayt‟ta kimya sanayii, Petrolçala‟da yod-brom, Salyan‟da plastik kütle, Gence‟de sülfat madeni gibi iĢletmeler vardır. Petro-kimya sanayiinin yenileĢtirilmesine dair harici ülkelerle iĢbirliği yapılmaktadır. Ağaç imali ve mobilya üretimi müesseselerinin ekseriyeti Bakü‟de bulunmaktadır. Son yıllarda bu istihsal sahaları diğer Ģehirlerde de kurulmaktadır. Ülkede zengin inĢaat materyalleri sanayii de inkiĢaf etmiĢtir. Azerbaycan‟da turizm için uygun Ģartlar bulunmaktadır. Ülkenin landĢaft-iklim özellikleri dinlenme turizmini geliĢtirmek için mümkün görülmektedir. ġuĢa, Ġstisu, Naftalan, Bilgah, Galaaltı, Nabran gibi tatil beldeleri meĢhurdur. Hazar Denizi‟nin sahilleri de tatil turizmi bölgesidir. Ülkenin toprak sahasının yalnız 4,3 milyon hektarı diğer bir deyiĢle, yarısı köy iĢletmesindedir. Azerbaycan‟ın köy iĢletmesi genel mahsulünün %61‟i tarımın, %39‟u hayvancılığın üretimidir. Ülkede

212

tarım inkiĢaf etmiĢtir. Tarımda ġeki, Ġsmaillı, Celilabad, ġamahı, Sabirabad, Ağcabadi, Balaken ve Beylagan Ģehirleri önemli yer tutar. Pamukçuluk Azerbaycan‟ın stratejik ehemiyeti haiz ve en çok gelir getiren bir sahası olmuĢtur. ġu anda pamukçuluk tamamıyla Kür-Aras ovasında toplanmıĢtır. Ancak, son yıllarda pamuk üretimi hayli azalmıĢtır. Azerbaycan‟da tütüncülük de inkiĢaf etmiĢtir. Tütün ekimi ġeki, Oğuz, Yardımlı, Gabala, Zagatala, Lerik bölgelerinde yaygındır. 1998 yılında ülkede 14,6 bin ton tütün yaprağı istihsali olmuĢtur. Azerbaycan çay üretimine göre eski SSCB sınırları içerisinde Gürcistan‟dan sonra ikincidir. ay ekim sahaları 17 bin hektar teĢkil etmektedir. ay sahaları Lenkaran, Astara ve Masallı Ģehirlerindedir. Ülkede seracılık ve sebze üretimi de yaygındır. Kuba, Kaçmaz, Lenkaran ve Masallı, Lenkaran, Saatlı, Kürdemir v.b. Ģehirlerde hıyar, domates, lahana, karpuz, incir yetiĢtirilir. Gedebey, Tovuz, ġemkir kasabalarında patates yetiĢtiriciliği yaygındır. Ülke köylerdeki tarım istihsali ile kendi ihtiyacını karĢılayacak durumdadır. Azerbaycan‟da üzüm damla ve sulama Ģartlarında yetiĢtirilir. Kuba-Kaçmaz, ġeki-Zagatala ve Nahçıvan‟da elma, ceviz, fındık, kestane, ayva, erik yetiĢtirilir. Göyçay narı hayli meĢhurdur. Ülke arazisinda limon, portokal, naringi, feyhoa, badem, püsta, incir, zeytin v. s. yetiĢtirilir. Hayvancılık ġeki-Zagatala, Lerik, Yardımlı, Ağdam, Barda gibi kasabalarda yaygındır. Ülkede koyunculuk inkiĢaf etmiĢtir. Ġstihsal olunan etin %20‟si koyunculuktan elde edilmektedir. KuĢçuluk da Azerbaycan‟da inkiĢaf etmiĢtir. Ülkede istihsal olunan etin %30‟sunu kuĢ etindendir. Azerbaycan‟da baramaçılıg (ipekböcekçiliği) ve arıcılık da vardır. Son yıllar arıcılık geniĢ yapılmıĢtır. Yiyecek mahsüllerine bağlı sanayii de geliĢmiĢtir. ġarapçılık, meyve, sera ve balık konserveleri, tütün mamulatı, et-süt sanayii, ekmek üretimi de özellikle ayrı bir yer tutar. Ülkede balıkçılık ve avcılık da geliĢmiĢtir. Azerbaycan yurt dıĢına siyah havyar ihraç etmektedir. Ülkede balık kombinaları ve fabrikaları faaliyet göstermektedir. Hazar Denizi‟nin Azerbaycan sahilleri nadir bulunan balıklar açısından zengindir. Azerbaycan tedavi amaçlı tabii suları açısından da zengindir. Ermeni silahlı kuvvetleri tarafından iĢgal edilene kadar Kelbecer‟in meĢhur Ġstisu termalinde tabii maden su dolduran fabrika çalıĢmaktaydı. Sirab, Bademli, Vayhır maden suları kaynaklarında fabrikalar da çalıĢmaktadır. Ülkede yeni yeni kaynak sularını iĢleme müesseseleri inĢa edilmektedir. Azerbaycan‟da çağdaĢ nakliyatın tamamı bulunmaktadır. Ülkenin ulaĢım Ģebekesinin terkibine demiryolu, su, otomobil, hava yolları ve boru hatları dahildir. Azerbaycan‟da nehir nakliyatının rolü çok azdır. Kür çayı yatağından Yevlak Ģehrine kadar küçük çay gemileri ile yerli ehemiyetli yükler taĢınır.

213

Ülkede yük taĢımalarının hacmine göre damiryolu birinci yeri tutar. Azerbaycan‟dan götürülen ve Azerbaycan‟a getirilen yüklerin %70‟i, yolcu taĢımalarının ise %30‟su demiryoluyla yapılmaktadır. Azerbaycan‟da ilk demiryolu 1878-1879 yıllarında Bakü ile Balakanı arasında yapıldı. 1879 yılında petrol sanayii sahiplerinin vasıtasıyla Bakü-Tiflis demiryolunun inĢasına baĢlandı. Bu yol 1883 yılında faaliye baĢladı. 1900 yılında Bakü-Derbend demiryolu hattı çekilerek Rusya‟nın Merkezi Ģehirleri ile birleĢtirildi. Sonraki yıllarda Tiflis-Erivan-Uluhanlı-NoraĢen-Culfa, Alat-Culfa demiryol hatlarının çekiliĢi bitirilmiĢ oldu. Bakü-Astara demiryolu da yapıldı. Demiryolları bütün ülke arazisini baĢtan sona kaplamaktadır diyebiliriz. Demiryolunun 1111 km‟si elektrikledir. Fakat, Dağlık Karabağ hadiseleri baĢladıktan sonra Ermenistan tarafı Bakü-Nahçıvan demiryolunu kapatarak ulaĢımı engellemiĢtir. Bakü, Hazar Denizi‟nde en büyük limandır. Ülkenin bütün deniz yolları buradan baĢlar. Bakü deniz limanından HeĢtarhan‟a, Mohaçkale‟ye, Merkezi asya‟ya, Ġran‟a, ayrıca Volga-Baltık su yolu vasıtası ile dünyanın bir çok limanlarına gitmek mümkündür. Azerbaycan‟da otomobil nakliyatı süratla geliĢmektedir. Ülke Bakü-Gazak yolu ile Gürcistan‟a, Bakü-Astara yolu ile Ġran‟a, Bakü-Derbent yolu ile ülke Rusya‟ya çıkabilir. Avrupa Birliği‟nin TRASEKA programı üzerine Büyük Ġpek yolu hattının yeniden kurulması ile ilgili olarak otomobil nakliyatının da güçlenmesi devam etmektedir. Azerbaycan‟da dahili ve harici hava hatlarının geniĢ Ģebekesi faaliyet göstermektedir. Bakü, Gence, Nahçıvan mühim havayolu merkezleridir. Yevlak, Lenkeran, ġeki ve diğer Ģehirlerde hava alanları inĢa edilmiĢtir. Bakü önemli bir uluslararası hava limanıdır. Ondan dünyanın 40‟dan fazla ülkesinin hava yolları Ģirketi istifade etmektedir. Avrupa ile Asya arasında transit yolu gibi hava limanının önemi gittikçe artmaktadır. Boru hatları nakliyatı ülkenin en eski ve inkiĢaf etmiĢ nakliyat çeĢitlerindendir. Azerbaycan‟da ilk boru hattı 1878 yılında Balakanı ile Gara Ģehirdeki petrol rafineleri arasında çekildi. 1907 yılında uzunluğu 885 km olan Bakü-Batum ağ petrol hattı kullanıma açıldı. 60‟lı yıllardan sonra Ali BayramlıBakü, Petrol DaĢları-Bakü, Siyazen-Bakü petrol hatları inĢa edildi. En büyük gaz hattı Karadağ-Ağstafa-Tiflis, Mozdok-Gazimemmed, Ġran-Astara-Gazimemmed hatlarıdır. 1997 yılında Bakü-Groznı-Novorossiysk ve 1999 yılında yapılan Bakü-Tiflis-Poti (Supsa) petrol hatlarının mühim ehemiyeti vardır. Azerbaycan dünyanın bir çok harici ülkeleri ile ticari münasebetleri bulunmaktadır. Türkiye, Ġran, Büyük Britanya, Rusya, ABD, Ġtalya, Almanya vb. ülkelerle ile ticaret önemli yer tutar. Azerbaycan esasen petrol ve petrol mahsülleri, pamuk, madeni metallar, kimya sanayii mahsülleri, soğutucular, petrol üretim ve iĢleme ile ilgili sanayii, klima gibi ürünleri ihraç etmektedir. Ülkeye ise dıĢarıdan esasen yağ, un, Ģeker, buğday, otomobil, konfeksiyon, ayakkabı, gıda maddesi, ağaç mamulü v.b. getirilir.

214

Azerbaycan Medeniyeti Azerbaycan sadece tabii servetleri ile değil, halkının yarattığı eski ve zengin medeniyeti ile de meĢhurdur. Azerbaycan halkı dünya ilim ve medeniyet hazinesine büyük inciler vermiĢtir. Hatta bu medeni servetler devrimize kadar gelmektedir. Kuzey Azerbaycan‟ın iĢgal edilmesi ile Rusya‟nın müstemlekeci siyaseti ilim ve medeniyete de tesirini göstermiĢtir. Rusya, Kuzey Azerbaycan‟da tahsil sahasında kötü bir siyaset gütmekteydi. Önceki dönemlerde tahsil sahasında elde edilen bilgiler inkar edilip RuslaĢtırma yolu ile arlığa sadık memurların yetiĢtirilmesine yönlendirilen tahsil sistemi kurulmuĢtu. Tahsil sisteminin ilk basamağı bir yıllık “köy okulları”, sonraki basamakları ise kaza mektepleri, lise, üniversite ve teknik yüksek okulları idi. Kaza mektepleri ġuĢa‟da (1830), Bakü‟de (1832), Nuha‟da (1832), Gence‟de (1833), Nahçıvan‟da (1837) ve ġamahı‟da (1838) açıldı. Azerbaycan aydınları liselerin kurulmasını teklif etmiĢlerdi ancak “bu tedbirlerin vakti değil” bahanesi ile arlığın hakimiyet organları tarafından reddedilmiĢti. Azerbaycan Türkçesi ile eğitim veren derslikler 30 yılların sonunda açılmaya baĢladı. Müstemlekecilik ve RuslaĢtırma siyasetine rağmen, Azerbaycan medeniyeti terakkiperver hadimlerin -M. F. Ahundov, meĢhur maarifci- pedagog, alim ve mütefekkir H. Zardabi, dramaturg N. Vezirov, pedagog ve maarifci S. A. ġirvani, halk maarifi hadimdari S. M. Genizada, RaĢid bey Efendiyev gibi bir nesli de yetiĢtirdi. H. Z. Tagıyev, M. Nağıyev v.b. maarif sahasında cesaretli adımlar atarak mektepler açar, gençlerin baĢka Ģehirlerde tahsil almalarına yardım ettiler. Avrupa tahsili görmüĢ yeni milli aydınlar nesli yetiĢmeye baĢladı. Önceki öğretmenler, demokratik aydınlar mektep ve medreselerdeki eskimiĢ tahsil usüllerini tenkit ederek ana dilinde yeni usül mektepler açmaya çalıĢtılar. ġamahı‟da Seyid Azim ġirvani, ġuĢa‟da Mir Muhsin Navvab, Nahçıvan ve Ordubad‟da Memmedtağı Sidgi‟yi teĢkil ettikleri mekteplerde ana dili, tarih, coğrafya, tabiat v.b. fenler öğretiliyordu. 80‟li yılların ortalarında Rus-Azerbaycan mektepleri kurulmaya baĢlandı. Bu mekteplerde Azerbaycan dili mecburi derslerdendi. Ġlk Rus-Azerbaycan mektebinin esası 1887‟de Bakü‟de H. Mahmudbayov ve S. M. Genizada tarafından yapıldı. Nahçıvan, Nuha, ġuĢa, Gence, ġamahı, Salyan ve baĢka yerlerde de böyle mektepler açıldı. 1896‟da Bakü‟de erkek lisesi faaliyete baĢladı. Zagatala, Bakü, ġuĢa v.b. Ģehirlerde gız mektepleri açıldı. 1879‟de Gori Ģehrinde Güney Kafkas öğretmenler seminerinde Azerbaycan bölümü kuruldu. Ġlk kütüphane-okuma salonları mekteplerin kontrolünde açıldı. Bakü, Nahçıvan, Guba, ġamahı, Ordubad, Lenkaran, Gence, ġuĢa, Ağdam v.b. yerlerde bu türden 29 kütüphane vardı. N. B. Vezirov, N. Narimanov, H. Mahmudbayov, S. M. Genizada, R. Efendiyev, Ü. Hacıbayov, M. E. Sabir, C. Mammadguluzade, M. ġahtahtinski, A. ġaig, S. S. Ahundov ve baĢkaları modern pedagojik prensipler esasında yeni mekteplerin açılmasını talep ediyorlardı. A. ġaig, H. Mahmudbeyov ve baĢkaları ana dilinde ders kitapları yazdılar. Mekteplerin sayısı da arttı. 1902‟de Azerbaycan‟da 240 civarında kadar ilk okulda 15 binden çok öğrenci okuyurdu. Gori öğretmenler seminerinin mevcut Ģubeleri talepleri karĢılayamadığından 1914‟de Gence‟de, iki il sonra ise Bakü‟de muallimler semineri faaliyete baĢladı.

215

Milli Azadlıg hareketinin tesiri altında sayısı hayli artan kütüphaneler harici ülkelerden 30‟dan fazla dilde gazete, dergi ve kitap alıyordu. 1918‟de Azerbaycan Devleti kurulduktan sonra Milli hükümet ilim ve medeniyete özel önem verildi. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti halkın eğitimine de önem verdi. Ġlk Halk Maarif Bakanı olarak Nesibbey Yusufbeyli tayin edildi. Hükümet 28 Ağustos 1918‟de mekteplerin millileĢtirilmesi hakkında kararı kabul etti. Bakü, Gence, ġuĢa, Gazah v.b. Ģehirlerde hususi pedagoji kursları teĢkil edildi. artık 1919 yılın baĢlarında Azerbaycan‟da 23 orta ihtisas ve 637 ilk okul faaliyet gösteriyordu. 1 Ağustos 1919‟da Bakü Devlet Üniversitesi açıldı. Azerbaycan hükümeti tarafından 100 genç Türkiye, Ġtalya, Fransa, Ġngiltere ve Rusya‟nın yüksek okullarında tahsil almaya gönderildi. Fakat, BolĢevik iĢgali Milli hükümetin baĢladığı iĢi yarım koydu. 1920 yılının Nisan‟ından sonra tahsil yeniden RuslaĢtırıldı. 1926‟da Azerbaycan‟da ahalinin %25‟i, 1930‟da ise yarıdan çoğu okur yazardı. 30‟lu yılların sonunda Cumhuriyet‟te okulların genel sayısı 4500 civarındaydı. 20 yıllarında Azerbaycan‟da yeni yüksek okullar açıldı. Artık 1940-1941 eğitim yılında Azerbaycan‟da 16 yüksek okul vardı. 30‟lu yıllarda tahsil sahasında RuslaĢtırma hayli güçlendirildi. 1939 yılının sonunda latin iĢaretli Azerbaycan alfabesi değiĢtirilerek kiril iĢaretleri kullanıldı. Bundan maksat Azerbaycan halkının Latin alfabesiyle ortaya koyduğu ilim ve medeniyetin nesillere geçmesini önlemekti. Ġkinci Dünya Muharebesi Azerbaycan tahsil sistemine de ağır darbe vurdu. Bir çok öğretmen cephelere savaĢmaya gitti. 1949‟da zorunlu eğitim baĢladı. 1959‟da ise zorunlu eğitim sekiz ila 1966‟da on yıla çıkarıldı. 60-70‟li yıllarda yeni yüksek okullar açıldı. SSCB dağıldıktan ve Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra özel okullar da açıldı. Artık XX. asrın 90‟lı yıllarının sonunda Azerbaycan‟da tahminen 50‟ye yakın yüksek okul vardı. ĠĢgal Azerbaycan ilimine büyük zarar verdi. ĠĢgalden sonraki ilk yıllarda tarihçiler Mehemmed Razi, Mehemmed Sadig, Abdürrezzag Dunburlu, Kerim Ağa ġakihanov, Mirza Adıgözelbey, Mirza Cemal gibilerince temsil edilmekteydi. ĠĢgalden sonra ayrı ayrı hanlıkların tarihine dair eserlar yazıldı. ġeki‟nin sonuncu hanının oğlu Kerim ağa ġakihanov Azerbaycan Türkçesinde “ġaki hanlarının tarihi”, Mirza adıgüzel bey ve Mirza Cemal CevanĢir ise Karabağ hanlığının tarihine dair “Karabağname” eserlerini yazdılar. Abasgulu Ağa Bakühanov Azerbaycan tarihinin ilmi esaslarla yazılmasının metodunu ortaya koydu. XIX. asrın ikinci yarısında tarih ilmi esasen Mirza Yusuf Karabağlı, Rızagulubey Mirza Camaloğlu, Ahmedbey CevanĢir, Hasenalihan Karabağlı ve baĢkalarının Ģahsında temsil edildi. Görkemli tarihçi-hronist M. C. Rızagulubey 70‟li yıllarda “Karabağname” eserini tertip etti. H. Karabağlının 1880‟de yazdığı “Karabağname” adlı eseri XVIII. asrın ikinci yarısı-XIX. asrın ise baĢlarında ortaya çıkan hadiseleri ihtiva etmektedir. 1883‟te ġuĢa‟da Ahmedbey CevanĢir “1747‟den 1805‟e kadar Karabağ hanlığının siyasi vaziyeti” hakkındaki eserini Rus dilinde yazdı. Mir Mehdi

216

Hazani‟nin “Kitabi-tarihi Karabağ” eseri ise hanlığın kurulmasından Türkmençay AntlaĢması‟na kadarki dönemde olmuĢ olayları ihtiva etmektedir. XX. asırda Azerbaycan tarihine dair eserlerin yazılması iĢi devam ettirildi. Azerbaycan‟da felsefi fikrin inkiĢafı A. A. Bakıhanov ve M. ġ. Vazehin felsefi idelojileri ile bilinirlerdi. ReĢid Bey Ġsmailov “Muhtasar Kafkas tarihi”, Hacı ġeyh Hasen Mollazade Gencevi “Ġslam ve Doğu ülkeleri”, Mirza Rahim “Tarihi-Cedidi-Karabağ” (“Karabağ‟ın yeni tarihi”) adlı eseri yazdı. 15. yıl Rusya Arkeoloji Cemiyeti‟nin Doğu heykeltıraĢlığı Ģubesinin baĢkanı olarak görev yapan oryantalist M. S. TopçubaĢov dünyaca Ģöhret kazandı. MeĢhur oryantalist Mirza Kazımbey Rusya Ġlimler akademisinin muhbir üyesi, Büyük Britanya Kral Cemiyeti‟nin ve baĢka nüfuzlu uluslararası teĢkilatların üyesi seçildi. Azerbaycan‟ın ilk önemli kimyacısı Muhsin bey Hanlarov Almanya‟da tahsil alarak ilimler doktoru derecesine yükseldikten sonra Bakü‟de kendi sahasındaki araĢtırmalara devam etti. Bakü‟de onunla birlikte harici ülkelerde tahsil almıĢ tanınmıĢ kimyacılardan S. Gambarov, Ġ. Amirov vb. çalıĢmaktaydılar. Azerbaycan dili ilmi eserler dili idi. Bakü‟deki bilimsel labratuvarlarda M. Hanlarov, A. Mirzayev, Ġ. Rzayev, F. Rüstembeyov ve diğer Azerbaycanlı alim-mühendisler çalıĢıyordu. BolĢevik iĢgali ilmin inkiĢafına da ciddi darbe vurdu. Bununla birlikte, 1923‟te Azerbaycan‟ı bilen bir cemiyet kuruldu. Bu cemiyet 1929‟da Devlet Ġlmi Tedkikat Enstitüsü‟ne çevrildi. 1932‟de bu enstitünün bünyesinde SSCB EA Güney Kafkas Ģubesinin Azerbaycan bölümü teĢkil edildi. 1935‟te bu Ģube SSCB EA Azerbaycan bölümüne çevrildi. Sovyet devrinde Azerbaycan tarihçilerinin yeni nesli yetiĢtirilmeye baĢlandı. Bu devir tarih ilminin baĢlıca özellikleri gerçek tarihi hadise ve olayları çarpıtmak, Kominist Partisi‟nin hakim rolünü göstermek, sınıflar arası çatıĢmayı ön plana çıkarmak vs. idi. Bununla birlikte, Sovyet devrinde Azerbaycan tarihçilerinden Ġ. Hüseynov‟un, A. Sumbatzade‟nin, Z. Bünyadov‟un vb. eserleri tarih ilimine büyük faydaları oldu. Arkeoloji ilerledi, tıpçı M. TopçubaĢov meĢhurlaĢtı. Azerbaycan Sovyet Ġttifakında Türkolojinin Merkezi haline geldi. 1926‟da Bakü‟de I. Umumi Türkoloji Kurultayı toplandı. Cumhuriyet‟te petrol ilmi inkiĢaf etti. Ġkinci Dünya Muharebesi yıllarında Azerbaycan ilmi faĢizmle mücadelede kullanıldı. 1945‟de Azerbaycan Ġlimler Akademisi kuruldu. Devlet bağımsızlığını kazandıktan sonra Azerbaycan ilmi ne kadar güçlüğe düĢtüyse de, uluslararası alâkalar geniĢledi. Devlet bağımsızlığının kazanılması ile yakın ve uzak tarihi geçmiĢe yeni bir BaküĢ oluĢtu. Bu, tarihi olduğu gibi ve objektif yazmaktan ibaret idi. Azerbaycan tarihçileri doğrudan harici ülkelere çıkmak imkanını kazandılar. Onlar bir çok uluslararası konfranslara iĢtirak ettiler, hariçte bir çok bilimsel makale ve kitaplar yayınladılar. Birinci iĢgalden sonra Azerbaycan edebiyatında uzun bir tarihe sahip olan Milli edebi ananeler inkiĢaf ettirildi. Yeni edebi cereyanların esasları belirlendi. Azerbaycan edebiyatının mühim kollarını klasik romantik hikaye ve realizm oluĢturuyordu. Mirza ġafi Vazeh, Gasım Bey Zakir, Ġsmail Bey

217

GutgaĢınlı vb. gibi görkemli edebiyatçıları klasik romantik Ģiirin gazel, muhammes, terkib-i bend, destan, manzum hikaye, satirik hikaye, dramaturkiya v.s. türlerde eserler verdiler. XIX. asrın ikinci yarısında edebiyata yön veren akım realizm demokratik ve maarifçilik ideallerinin tebliğini, edebiyatta sosyal hayatla ilgili konulara yer verilmesini ve halkçılık tartıĢmalarına da son vermek istedi. Azerbaycan edebiyatında prensipleri M. F. Ahundov tarafından konulmuĢ demokratik idealleri S. A. ġirvani, C. Memmedguluzade, N. Vezirov ve baĢkaları geliĢtirdi. M. F. Ahundov komediler yazmakla Azerbaycan edebiyatında dram türünün Ģeklini ortaya koydu. Sonuncu Karabağ Hanı-Mehdigulu Hanın kızı, Ģaire HurĢidbanu Natevan “Han Gızı” adı ile bütün Karabağ‟da tanınmaktaydı. XX. asrın baĢlarında içtimai-siyasi hayatta ortaya çıkan hadiseler kendi edebiyatını da bulmuĢ oldu. Mürekkep tarihi Ģartları aksettiren edebiyatta konu zenginliği, meselelerin geniĢliği ve derinliği Bakümından Milli edebiyat tarihinde yeni bir merhale idi. Azerbaycan edebiyatında tenkidi realizmin ayrı bir türü olarak geliĢti. Tenkidi realizmi C. Memmedguluzadesiz tasavvur etmek mümkün değildir. O, bedii nesr ve dram türlerinin güzel numunelerini ortaya koydu. ġiir sahasında tenkidi realizm en yüksek zirvesine büyük Ģair Mirza Elekber Sabir yaratıcılığına ulaĢtı. Tenkidi realistlerden A. Hagverdiyev

ve

Y.

V.

amenz

Eminli

realist

bedii

edabiyatın

ideal-bedii

keyfiyetlerle

zenginleĢmesinde, dram, facia, hikaye ve roman türlerinin geliĢmesinde büyük hizmet gösterdiler. Roman türüne ilk kez maarifçi-realistler müracaat ettiler. M. S. Ordubadi‟nin “Badbaht milyoncu”, Ġ. Musabayov‟un “Petrol ve milyonlar saltanatında”, A. Sahhatin “Ali ve AiĢa” eserleri Milli romanın ilk numuneleri gibi kıymetli idi. Müterakki romantizmin M. Hadi, H. Cavid, A. ġaig gibi temsilcileri arizme ve onun müstemlekecilik siyasetine karĢı tartıĢmayı aksettiren, Güney Azerbaycan‟ı hilas etmeye çağıran, Milli medeniyetin terakkisini tebliğ eden klasik sanat eserlerini yaratmakla büyük iĢ yaptılar. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti devrinde Hüseyin Cavid, Mehemmed Hadi, Ahmed Cevad, Celil Memmedguluzade, Cafer Cabbarlı v.b. kendi eserleri ile Milli ruhun uyanmasında emsalsiz hizmette bulundular. Fakat, BolĢevik iĢgali edebiyata ağır darbe vurdu. Milli edebiyatın yerini proleter edebiyatı tuttu. 1926‟da “Gızıl galamlar” ittifakı kuruldu, daha sonra Azerbaycan Yazıcılar Ġttifakına dönüĢtürüldü. Ancak, ülkeyi bürüyen baskı Azerbaycan medeniyetine büyük darbe vurdu. 30‟lu yıllarda görkemli medeniyet hadimleri H. Cavid, A. Cavad, Y. V. amenz Eminli, M. MüĢfig, A. M. ġarifzada, Ü. Racab vb. Sovyet rejiminin kurbanları oldular. Büyük Vatan muharebesi yıllarında ve ondan sonra S. Vurgun, M. Rahim, O. Sarıvelli, R. Rıza v.b. Ģiirleri askerleri ve emektaĢları galip gelmeye teĢvik etti. 80‟li yılların sonu 90‟lı yılların baĢlarında içtimai hayatın bütün sahalarında olduğu gibi medeniyet sahasında da geçiĢ devrinin zorlukları kendini gösterdi. Bununla birlikte, edebiyat ve incesanat sahasında Komünist ideolojiye karĢı mücadele devam etmekte idi. Azatlık ideallerinin yayılmasında Ģiir hususi rol oynadı. Azerbaycan poetik fikrinin tanınmıĢ simalarından olan Halil

218

Rıza‟nın Ģiirleri elden ele geziyordu. Bahtiyar Vahabzade, Memmed Aras vb. Ģiirleri halka azadlık, kahramanlık hislerini aĢılıyordu. XIX. asrın ilk yarısında aĢık musikisi halk arasında büyük hürmete malik idi. AĢık konserleri Ģehir ve köyleri geziyor, halk meclislerine iĢtirak ediyorlardı. Hanendelik de geniĢ inkiĢaf yoluna çıktı. XIX. asrın ikinci yarısında yetenekli musiki ifacıları Kafkasya‟dan çok uzaklarda meĢhur olan Harrat Gulu, Hacı Hüsü, MeĢedi Ġsa, Cabbar Garyağdı, Elesker abdullayev, Keçeci oğlu Mehemmed ve baĢkaları idi. Musiki hayatının kaynayıp taĢtığı yer Karabağ idi. Muharebe yıllarında Azerbaycan incesanat hadimlari faĢizme karĢı kazanılan zaferde büyük pay sahibi idiler. Azerbaycan sanatçıları askeri birliklerde askerlere moral gecelerinde 35. 000 konser verdiler. Sovyet devrinde Azerbaycan‟da konservatuar ve musiki mektepleri kuruldu. PiĢekar musikiciler ve bestekarlar nesli yetiĢdi. 1934 yılında Bestekarlar Ġttifakı kuruldu. Üzeyir Hacıbeyov, Fikret Amirov, Gara Garayev, arif Malikov vb. Azerbaycan bestekarlık mektebinin görkemli temsilcileri oldular. Azerbaycan muğam sanatı inkiĢaf etti. R. Muradova, H. Hüseynov, A. Babayev v.b. meĢhurlaĢtı. Devlet bağımsızlığının kazanılması ile güçlüklere rağmen, musiki incesanatı da inkiĢaf etti. Yüksek musiki tahsili veren yeni mektepler açıldı. Azerbaycan musikisi doğrudan dünyaya çıktı. A. Gasımov büyük mugam ifacısı gibi meĢhur oldular. XIX. asırda tasviri incesanatın görkemli temsilcisi olan ressam Mirza Eski Erivani Erivan serdarı Hüseyingulu hanın sarayını yeniden yaptı ve sarayın yaz salonu duvarlarında Fetali hanın oğlu Abbas Mirzenin ve Hüseyingulu hanın portrelerini yaptı. ġehir inĢaasında görkemli mimar Kasımbey Hacıbababayov‟un büyük hizmeti oldu. Bakü‟da mimarlık incisi sayılan binalar inĢa edildi. Merdekan‟da meĢhur zenginler M. Muhtarov‟un ve ġ. Asadullayev‟in villaları inĢa edildi. Deniz kenarına bulvar yapılmaya baĢladı. Mimarlık inkiĢaf etti, yeni yeni binalar yapıldı. Azerbaycan‟ın Devlet bağımsızlığını yeniden kazandıktan sonra muasır mimarlık üslubunda yeni binalar yapıldı. Bakü‟nün mimarlık simasında ciddi değiĢiklik yapıldı. Ressamlık sahasında kazanılmıĢ prensiplerin çoğu devrin istedadlı ressamı Mirmuhsin Nevvab‟ın adı ile ilgiliydi. Satirik grafiğin inkiĢafında Azim Azimzade büyük rol oynadı. Behruz Kengerli piĢakar ressam gibi Ģöhret kazandı. Sovyet devrinde Azerbaycan renkkarlık mektebi meĢhur olmuĢtu. 1932‟de Azerbaycan Ressamlar Ġttifakı kuruldu. Sovyet devrinde T. Salahov, M. Hüseynov, T. Narimanbeyov‟un eserleri dünyada tanındı. 23 Mart 1873‟de M. F. Ahundov‟un “Lenkaran hanının veziri” adlı komedisinin temaĢaya sahnelenmesi ile Azerbaycan piĢekar tiyatrosunun esasları belirlenmiĢ oldu. Tagıyev‟in 1883‟te tiyatro binası yaptırması Azerbaycan‟da tiyatro sanatının inkiĢafına sebep oldu. Cihangir Zeynalov, Habib Bey Mahmudbeyov, Necefgulu Veliyev gibi istedadlı tiyatrocular yetiĢti. Kuba, Nuha, ġuĢa, Nahçıvan, Gence ve baĢka Ģehirlerde tiyatro gösterileri yapıldı. ġuĢa yeni tiyatro merkezine döndü. 1883‟te Nahçıvan‟da dram cemiyeti teĢkil olundu. 1895‟te Bakü artistler Cemiyeti tesis edildi.

219

Milli Azadlık harekatının geniĢlediği Ģaratlarda, 1904‟de “Müselman Artistleri Cemiyeti” teĢkil edildi. Hayır cemiyetlerinin bünyesinde tiyatro grupları ve Ģubeleri meydana geldi. C. Zeynalov, H. Arablinski, C. Hacınski, A. Rzayev, M. Aliyev, S. Ruhulla, H. Sarabski ve baĢkaları Azerbaycan Milli tiyatrosunun en parlak yıldızları seviyesine yükseldiler. 1917‟de Nahçıvan‟da “el güzgüsü” adlı tiyatro cemiyeti kuruldu. Gösterilerin ekseriyetinde R. Tahmasib liderlik ediyordu. Ü. Hacıbeyov, M. Magomayev, C. Garyağdı, G. Primov ve baĢkaları Azerbaycan Milli musikisinin inkiĢafı, zenginleĢmesinde büyük hizmetler gösterdiler. 12 Ocak 1908‟de tanınmıĢ bestekar, Milli opera sanatının banisi Üzeyir Hacıbayovun “Leyli ve Macnun” operası ilk defa sahnelendi. Bundan sonra o, “ġeyh Sinan”, “Rüstem ve Söhrab”, “Aslı ve Kerem” gibi operalarını yazdı. Azerbaycan musikili komedyasının da banisi Ü. Hacıbayov oldu. “Er ve Arvad”, “O Olmasın Bu Olsun”, “ArĢın Mal Alan” komedyalarının sahnelenmesi tiyatro sanatını zenginleĢtirmekle birlikte, yazara dünyada Ģöhret kazandırdı. Cumhuriyet devrinde Bakü‟de tiyatro grubu oluĢturuldu. Nisan iĢgalinden sonra 1922‟de Azerbaycan Devlet Dram tiyatrosu, 1924‟te Opera ve Balet tiyatrosu, 1931‟de Kukla tiyatrosu, 1936‟da Genç TemaĢacılar Tiyatrosu, 1938‟de Musikili komediya tiyatrosu kuruldu. adil Ġskenderov rejisör, Abbas Mirza ġerifzada, Sidgi Ruhulla, Ulvi Receb, Rıza Tahmasib, Merziye Davudova, Elesker Elekberov ise aktörler olarak tanındılar. Müstakillik yıllarında Azerbaycan tiyatrosu maddi zorluk çekmekle birdlikte serbestlik kazandı. Ülkede yeni yeni tiyatrolar faaliye baĢladı. 1940‟da Efrasiyab Bedelbeyli ilk Azerbaycan baletini- “Gız galası”nı yazdı. Ġlk Azerbaycan filmi 1916‟da çekildi. 1926‟da Bakü‟de film seti yapıldı. 1926‟da Azerbaycan radyosu, 1956‟da ise Azerbaycan‟da televizyonu yayına baĢladı. Devlet bağımsızlığı elde edildikten sonra bazı özel radyo ve iletiĢim Ģirketleri de kurulmuĢtur. arizm Azerbaycanı iĢgal ettikten sonra gazeteler da çıkmaya baĢladı. Azerbaycan Türkçesinde ilk gazeteler asrın birinci yarısında neĢredildi. 1832 yılının Ocak‟ında “Tiflisskie vedomosti” gazetesinin ilavesi olarak Azerbaycan Türkçesinde “Tatar haberleri” adlı sayfası çıktı. XIX. asrın 50‟li yıllarında Azerbaycan‟da küçük matbaalar kuruldu. Kuzey Azerbaycan matbuatının banisi Hasanbey Zerdebi oldu. Onun 1875‟te ana dilinde “Akıncı” gazetesinin büyük zorluklarla yayına baĢlaması bütün Kafkasya‟da ses getirdi. 1877-1878‟li yıllar Rusya-Türkiye muharebesinin baĢlaması ile ar yönetimi gazetenin siyasi karakterli meselelere değinmesini yasakladı, daha sonra ise gazetenin neĢri tamamıyla durduruldu. Avrupa medeniyetini yakınen bilen Celal Ünsizade 1880‟da Tifliste “KaĢkül” gazetesinin esaslarını ortaya koydu. Ana dilinde gazete ve dergilerin sınırlı sayıda yayınlanması sebebiyle Azerbaycan aydınları kendi yazılarına da Rusça matbuat sayfalarında devam ettiriyorlardı. XX. asrın baĢlarında matbuat ve neĢriyat iĢleri güç durumdaydı. Birinci Dünya SavaĢı arifesinde Azerbaycan‟da 275 isimle bin nüsha kitap, onlarla dergi ve gazete neĢrediliyordu. Azerbaycan

220

matbuatı fikirlerine göre demokratik, sermaye taraflısı ve BolĢevik Ģeklinde bölünürdü. C. Memmedguluzade, M. ġahtahtinski, S. Hüseyin, Ö. Faik, Ü. Hacıbeyov ve diğerleri Milli-demokratik matbuatımızın sayılan “Akıncı” ve “KeĢkül”ün en iyi ananelerini devam ettirmek için yeni demokratik matbuatın oluĢturulması uğrunda mücadele ettiler. 1906 yılı Nisan‟ında ıĢık yüzü gören “Molla Nasraddin” dergisi 25 yıl faaliyet gösterdi. Büyük yardımsever H. Z. Tağıyev, M. Muhtarov, ġ. Asadullayev, Ġ. AĢurbayov ve baĢkalarının vasıtası ile yayınlanan gazete ve dergilerin esas ideali halkın azadlığı ve mutluluğu idi. Bu gazete ve dergileri A. Ağaoğlu, A. Hüseynzada, A. M. TopçubaĢov, H. Vezirov, M. E. Resulzade ve diğer ileri gelen aydınlar redakte ediyorlardı. Azerbaycan Halkının Milli-Azadlıg uğrunda mücadelesinde M. E. Resulzadenin redaktörü olduğu “açıg söz” gazetesi müstasna rol oynadı. Cumhuriyet devrinde Azerbaycan‟da “Azerbaycan”, “Ġstiklal” v.b gazeteleri yayınlıyordu. Ancak, BolĢevik iĢgalinden sonra bu gazeteler kapatıldı. Bunların yerine Cumhuriyette “Komünist”, “Bakinski Raboçi” vb. gazeteleri yayına baĢladı. 70‟li yıllarda Azerbaycan‟da 84 gazete ve 23 dergi yayınlanıyordu. Bağımsızlık yıllarında oldukça fazla gazete ve dergi kurulmuĢtur. 90‟lı yılların ortalarında ülkede 600‟ye yakın haberleĢme vasıtası bilinmekteydi. XX. asrın sonlarında ise 200 civarında gazete ve onlarca dergi yayınlanırdı. Ülkede 20 haber ajansı faaliyet göstermektedir. Azerbaycan‟da en yüksek tiraja sahip gazete “Yeni Musavat”‟tır. Bundan baĢka “Azerbaycan”, “Doğu”, “Eho”, “Zerkalo” vb. yüksek tirajla çıkmaktadırlar. KomĢu Devletlerle KarĢılıklı ĠliĢkiler XIX. asrın I. yarısında Güney Kafkasya‟yı iĢgal ettikten sonra Rusya Ġmparatorluğu rejimi sıkı tutmak amacıyla muhtelif vasıtalardan istifade etti. Kuzey Azerbaycan‟ın iĢgali bittikten sonra Rusya, Azerbaycan halkının yaĢadığı arazilerdeki etnik vaziyeti değiĢtirmek için Ermenileri ve diğer Hristiyan halkları bu arazilere iskan ettirmeye baĢladı.9 Ġran ve Türkiye‟den nakledilen Ermenileri yerleĢtirmek için Erivan‟da ve Nahçıvan‟da iskan komiteleri oluĢturuldu. Ġran‟dan 40 bin, Türkiye‟den ise 90 bine yakın Ermeni Azerbaycan topraklarına göç ettirildi. Kafkasya‟da çalıĢmıĢ Rus memuru N. ġavrov 1911‟de “mevcut durumda Güney Kafkasya‟da yaĢayan 1.300.000 Ermeni‟nin 1.000.000‟dan fazlası yerli ahali değildi ve bizim tarafımızdan göç ettirilmiĢlerdi”10 diye yazmaktadır. Göç ettirilenler daha çok Erivan bölgesinde, Nahçıvan‟da ve Karabağ‟da iskan ettirildiler. Ahalinin etnik terkibi esaslı Ģekilde değiĢti. Bu göç politikasından önce Karabağ eyaletinde 20 aileden 1600‟ü (%8,4) Ermeni idiyse, göç sonucunda Ermenilerin yoğunluğu %34,8‟e yükseldi. ĠĢgalden evvel Erivan hanlığı ahalisinin %20‟den fazlası Ermeniler idiyse, 1834-1835 yıllarında bu rakam %46 oldu. Göç ettirilmeden önce Nahçıvan vilayetinde 434 Ermeni ailesi yaĢıyorsa, göçler sonucunda buraya 2551 yeni aile yerleĢtirildi. Bunun karĢılığında ise Ermenilerin göç ettirildiği topraklarda yaĢayan Azerbaycanlılar tedricen baĢka yerlere göçmeye baĢladılar. ĠĢgal edilen topraklara Ruslar da göç ettirildi.

221

Azerbaycan Türklerinin yaĢadığı topraklara Ermenilerin ve Rusların göç ettirilmesi, vazifelere ise Azerbaycan Türklerinin yerine Rusların yerleĢtirilmesi, onların yerli ahali gibi farzedilmesi rahatsızlığa ve tartıĢmalara sebep oldu. Daha sonra ise Ermeniler bu toprakları kendi toprakları gibi talep etmeye baĢladılar. arizm 1905-1907 yıllarında devrimi önlemek veya zayıflatmak için Kafkas‟ın muhtelif yerlerinde Ermeni-Azerbaycanlı kırgınları türettiler. Bu kırgınların gidiĢinde çok sayıda Azerbaycanlı mahvedildi. Birinci Dünya SavaĢı‟nın gidiĢinde arizm hakimiyet organlarının askeri birliklerin yerleĢim birimlerinden kaçan Ermenileri planlı bir Ģekilde Azerbaycan topraklarına yerleĢtirilmesi Azeriler arasında rahatsızlığa sebep oldu. Erivan bölgesine 110. 000, Yelizavetpol bölgesine 20.000, Kars 20.000 Ermeni yerleĢtirildi. 1916‟da Bakü‟de 3000‟e yakın Ermeni 487 evde yerleĢtirilmiĢti.11 Bütün bunlar Ermeni-Azeri iliĢkilerini olumsuz yönde etkiledi. Aynı zamanda Güney vilayetine

Kafkasya‟da ve Güney Azerbaycan‟da Ermeni silahlı birlikleri kurularak Osmanlı Devleti arazisine gönderdi. Bu birlikler Türk ve Müslüman halka karĢı toplu katliamlar yaptılar. Rus ordusu, Ekim Devrimi‟nden sonra savaĢ bitiminde ele geçirdikleri ve toplu halde tuttukları arazileri ve silahlarını Ermenilere bıraktı. BolĢeviklerin himayesi ve liderliği ile Ermeniler yeniden Azerbaycanlılara ve diğer müsalman halklara karĢı toplu katliamlar yaptılar. Toplu katliamların coğrafyası anadolu, Güney Azerbaycan, Kuzey Azerbaycan, Batı Azerbaycan (Ģimdiki Ermenistan) ve Borçalı kapsamaktaydı. 1918 yılının Mart‟ında Bakü‟de TaĢnak-BolĢevik ittifakı 12.000‟den fazla Azerbaycanlıyı katletti.12 Kısa bir zaman zarfında Azerbaycan‟ın muhtelif yerlerinde 30.000 Azerbaycanlı mahvedildi. 1918 yılının Mart‟ına kadar Erivan çevresinde 135.000 Azerbaycanlının yaĢadığı 199 köy dağıtıldı.13 1918‟de Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan müstakil cumhuriyetler ilan edildikten sonra onların arasında arazi anlaĢmazlıkları var idi. Ararat (Ermenistan) Cumhuriyeti‟ni kurmak için Ermeniler Erivan‟ı baĢkent yapmak için Azerbaycan hükümetinden rica ettiler. Uzun müzakerelerden sonra Azerbaycan Milli ġurası 29 Mayıs 1918‟deki toplantısında Ermenilerle çatıĢmaları bitirmek için Erivan‟ı Ermenilere adeta hediye ettiler.14 Ancak çok geçmeden Ermeniler Azerbaycan‟a ve Gürcistan‟a karĢı arazi iddialarını tekrar dile getirdiler ve eski Türk topraklarından yerli ahaliyi sürmeye saĢladılar. Bağımsızlık elde edildikten sonra Azerbaycanla Gürcistan arasında küçük anlaĢmazlıklar olsa da, bu anlaĢmazlıklar çok çabuk giderilip müttefik oldular. Azerbaycan ve Gürcü temsilciler heyeti Paris sulh konferansında birlikte hareket ettiler. Kafkasın BolĢevikler tarafından iĢgalinden sonra da Azerbaycan Halkı ile Kuzey Kafkas Halkları arasında anlaĢmazlık konusu bulunmamaktaydı ve onları müstemleke karĢısında bağımsızlık düĢüncesi birleĢtiriyordu. 1920 yılı Nisan iĢgalinden sonra BolĢevik maskesi giyen Ermeniler yeniden Azerbaycan‟dan toprak talep etmeye baĢladılar. Uzun tartıĢmalar sonucunda Dağlık Karabağ‟da yaĢayan 140.000 kiĢi

222

Ermeniye muhtariyet hukuku verildi. Onlar için Muhtar vilayet kuruldu. Ermenistan‟da yaĢayan Azerbaycanlılar kat kat çok olmalarına rağmen onlara böyle bir hukuk verilmedi. Sovyet devrinde oluĢturulmuĢ Ģartlarda Ermeni liderleri Azerbaycan topraklarını sulh yoluyla almaya üstünlük verdiler. 20-30 yıllarında Azerbaycan‟ın bazı sınır yerleĢim birimleriden münbit topraklar alınıp Ermenilere verildi. Lakin Ermeniler bununla da yetinmediler. Bu yıllarda Mil ve Mugan topraklarına 50.000 Rus‟un ve hayli Yahudi‟nin iskanı konusunda zemin hazırlıkları yapılmıĢtır.15 Ġkinci Dünya SavaĢı sonlarında oluĢmuĢ Ģartlardan istifade eden Ermeniler Türk dünyası aleyhine değiĢik metodlarla çalıĢmaya baĢladılar. Onlar Türkiye‟ye karĢı toprak iddiasında bulundular. Bunda baĢarısız olunca Ermeniler yeniden Azerbaycan‟a karĢı toprak iddialarına giriĢtiler. Ermenistan KP MK‟nın katibi arutyunov ÜĠK (b)P MK‟ya mektup yazarak Dağlık Karabağ‟ın Ermenistanla birleĢtirilmesini talep etti. Bu konuda ÜĠK (b) PMK katibi Malenkov 28 Kasım 1945‟te Azerbaycan KP(b)MK katibi M. C. Bağırov‟a mektup yazdı.16 M. C. Bağırov 10 Aralık 1945 tarihli 330 no‟lu cevabi mektubunda Ermenilerin iddialarını reddetti.17 Bununla birlikte ġuĢa istisna olmak kaydıyla, Dağlık Karabağ‟ı Ermenistanla sınırı olmamasına rağmen vermek mümkündü. Bunun mukabilinde DGMV‟nin Ermenistan‟a verilmesi konusu görüĢülürken Ermenistan SSCB‟in tamamıyla Azerbaycanlıların yaĢadığı ve Azerbaycanla sınır olan Azizbayov, Vedi ve Karabağlar yerleĢim birimlerinin Azerbaycan‟a verilmesi konusunun gündeme getirilmesi istendi. Bu yerleĢim birimlerinin Nahçıvanla Azerbaycan‟ın diğer arazilerini, yani, Türkiye ile Azerbaycan‟ı ve bütün Türk dünyasını kara yoluyla birleĢtirebileceğini ifade etmek gerekmektedir. M. C. Bağırov mektubunda, Gürcülerin de Azerbaycan‟dan Balaken, Zagatala ve Gah yerleĢim birimlerini talep ettiklerini yazdı. Bu yerleĢim birimlerinde yaĢayan 79.000 ahalinin yalnız 9.000‟i Ġngiloy idi. O, bu konunun da görüĢülmesinin mümkün olabileceğini mektubunda belirtmiĢti. Aynı zamanda Azerbaycan‟la sınırdaĢ olan ve tamamıyla Azerbaycanlıların yaĢadıkları Gürcistan SSR‟in Borçalı Ģehrinin de Azerbaycan‟a bağlanması konusunu da teklif etti. Bu toprakların arizm vaktinde “tatar distansiyası” olarak düĢünüldüğünü belirtmeliyiz bu Türkiye sınırına kadar uzanıyordu. Nihayet, M. C. Bağırov Azerbaycanla sınırdaĢ olan ve ahalisi tamamyla Azerbaycanlılardan ibaret olan Rusya terkibine katılmıĢ tarihi Azerbaycan toprakları olan ve zamanda Bakü yönetiminde olmuĢ Derbend ve Kasımkend Ģehirlerinin yeniden Azerbaycan‟a bağlanması konusunu gündeme getirdi. Ġ. V. Stalin konulardan haberdar olunca arĢiv belgesine “Bunların baĢı harab olmuĢ.” Ģeklinde derkenar yazarak meseleyi bitirdi. Ancak, Ermeniler üçüncü bir varyanta el attılar. Bu da dıĢarıda yaĢayan Ermenilerin Ermenistan‟a dönmesi talebiydi, bu istekle Kremlin‟in karĢısına çıktılar. Bu konu için 23 Aralık 1947‟de SSCB Nazırlar Sovyeti toplanarak “Ermenistan SSR‟den kolhozcuların ve baĢka Azerbaycanlı ahalinin Azerbaycan SSR‟in Kür-Aras ovalığına iskanı hakkında” kararı kabul etti. 10 Mart 1948 tarihli bir baĢka kararla bu iĢi uygulamak için geçici bir plan hazırlandı. Hariçdeki Ermenilerin

dönmesi

için

1948-52

yıllarında

223

Ermenistan‟da

yaĢayan

400.000‟den

fazla

Azerbaycanlının 150.000‟den çoğu planlı Ģekilde yurtlarından sökülerek Azerbaycan‟ın Mil ve Muğan arazilerinde yerleĢtirildiler.18 Azerbaycanlıların yurtlarından sürgün edilmesi ile “Türksüz Ermenistan” kurulmasın

planının

tatbiki

mümkündü.

Ermenistan‟da

tarihi

Türk

isimleri

değiĢtirildi

ve

Azerbaycanlılar Devlet iĢlerinden uzaklaĢtırıldılar. Ermeniler bundan sonra da kötü niyetlerinden vazgeçmediler. Azerbaycan Devlet Tehlikesizliği bakanı, general Mayor Yemelyanov‟un 24 Ağustos 1946 tarihinde DGMV‟de Ermeni aydınlarının menfi ahval-ruhiyesi hakkındaki soruĢturmasında Stepanakert‟ta Ermenilerin Türkiye ve Azerbaycan düĢmanı olduğuna dair istihbari bilgiler verilmiĢti.19 60-70 yıllarında da Ermenilerin Türk düĢmanlığı devam etti. 60‟lı yıllarda Moskova‟daki muayyen güçler Azerbaycan‟ı korkutmak için Dağlık Karabağ konusunu yeniden gündeme getirdi. Fakat, KruĢĢev, bu konuyu Azerbaycan‟ın lehine olacak Ģekilde halletti. 70‟li yıllarda da Ermenilerin Dağlık Karabağ konusunu yeniden gündeme getirme istekleri engellendi. 80‟li yılların baĢlarında Azerbaycan‟ın Kazak ve Gedebey Ģehirlerinde binlerce hektar arazi Ermenista‟a verildi. Halkın itirazına rağmen, hakim kuvvetler onları zorla bastırdı. Sov. ĠKP MK‟nın BaĢ katibi M. S. Gorbaçov‟un müĢavirlarinden biri olan Ermeni asıllı A. Aganbekyan 1987 yılının Kasım‟ında Paris‟te “Humanite” gazetesine verdiği demeçte, Dağlık Karabağ‟ın Ermenistan‟a verilmesi konusunda ülke yöneticilerine karĢı fikir beyan etmiĢti. Bu Ģartlarda Azerbaycan topraklarında “Büyük Ermenistan” kurma planlarını hayata geçirmek için Ermeni siyasetçileri faaliyete baĢladılar. Ermeni planlarının ilk kurbanları yine Ermenistan‟da yaĢayan Azerbaycanlılar oldular. Ermenistan‟da devlet seviyesinde yapılandırılan gizli silahlı birlikler Azerbaycanlıları topraklarından vahĢicesine koğup çıkarmaya baĢladılar. 1988 yılının Ocak ayında Ermenistan terkibindeki Gafan ve Mehri Ģehirlerinden ilk kaçkınlar Azerbaycan‟a gelmek zorunda kaldılar. Dağlık Karabağ‟a terörist birlikler gönderilldi. 17 ġubat‟ta “Ermenistan‟ı Türklerden temizlemeli”, “Ermenistan‟da yalnız Ermeniler yaĢamalıdır”, “Türksüz Ermenistan” sloganları altında yapılan mitinglerden sonra Dağlık Karabağ Ermenileri de Stepanakert‟de mitinglere baĢladılar. 20 ġubat‟ta DGMV Sovyetinin toplantısında Azerbaycan SSR Ali Sovyeti‟ne vilayetin statüsünün belirlenmesi hususunda müracaat etti. AĢağı Karabağ ahalisi 24 ġubat‟ta Yukarı Karabağ‟a yürürken Asgaran bölgesinde Ermeniler 2 Azerbaycanlıyı kurĢunladılar, 19 kiĢiyi ise yaraladılar. Bundan sonra hadiseler daha da kızıĢtı. Ermeniler yeni yeni fitne fesat çıkarttılar. 28 ġubat‟ta Sumgayt‟ta bir grup Ermeni katil 32 kiĢiyi (onlardan 6‟sı Azerbaycanlı idi) öldürdü, 200 ev harap edildi, onlarca bina, özel araba ve otobüsleri yaktılar. Bütün bu yaptıklarına rağmen Ermeniler Azerbaycanlılar hakkında kamu oyunda olumsuz fikir uyandırabildiler. Ermeni silahlı birlikleri Gugark ve Garabağ Muhtar Cumhuriyeti‟nde 100‟e yakın çocuğun bir çoğunu diri-diri ağaca bağlayıp benzin döküp yaktılar, bir kısmını da borulara doldurup ağzını kaynakladılar. 11 Aralık‟ta Ermenistan‟da deprem mağdurlarına Azerbaycan‟dan yardıma giden 78 kiĢilik ĠL-76 uçağını Ermeniler roketle düĢürdüler. 8 Ağustos 1991‟de Ermenistan‟da son kalan Azerbaycanlı köyü olan Mehri bölgesindeki Nüvedi köyü boĢaltıldı. Böylelikle, 1988‟den baĢlayarak

224

Ermenistan‟daki 185 Azerbaycanlı köyünden 230.000 kiĢi kovuldu, 31.000 ev, 165 kolhoz ve sovhoz emlakı talan edildi, 225 kiĢi öldürüldü, 1200‟e yakın insan yaralandı, yüzlerce insanın azaları kesildi, gözleri çıkarıldı. Bütün bunlar karĢısında merkezi Moskova hükümeti bu vahĢeti durduramadı. Azerbaycan yönetimi de bazı hadiselerde aciz kaldı. 1988 yılının Haziranı‟nda Ermenistan SSR Ali Sovyeti DGMV Halk Deputatları Sovyeti‟nin Ermenistanla birleĢmek hususundaki kararına onay verdi. Neticede, Azerbaycan‟ın arazi bütünlüğü bozuldu. 1989 yılının Ocak ayında SSCB Ali Sovyeti‟nin Riyaset Heyeti “Azerbaycan SSR‟in DGMV‟de özel idari yönetimi hakkında” karar verdi. Ermeniperest A. Volskin‟in baĢkanlığında Moskovaya tabii olan Hususi Ġdare etme Komitesi oluĢturuldu. DGMV aktif olarak Azerbaycan‟ın yönetiminden çıkarıldı. Hususi Ġdare etme Komitesi vilayetindeki Azerbaycanlıları sıkıĢtırmağa baĢladı. Ermenistan‟dan silah ve mühimmat taĢınması zorlaĢtırıldı. 1989 yılının Haziran‟ında Stepanakert‟in 14.000 Azerbaycanlı ahalisi Ģehirden kovuldu. Azerbaycan‟daki Milli Azadlık harekatının talepleri altında SSCB Ali Sovyeti 28 Kasım 1989‟da Hüsusi Ġdare Etme Komitesini lağv etti. Vilayetin idaresi SSCB Ali Sovyeti Hüsusi Komissiyasının denetimi altında Azerbaycan SSR‟in TeĢkilat Komitesine verildi. Ermenistan SSR Ali Sovyeti ise 1Aralık‟ta “Ermenistan SSR ve Dağlık Karabağ‟ı birleĢtirmek hakkındaki kararı” kabul etti. DGMV‟nin iktisadi ve siyasi idaresi Ermenistan‟a verildi. 15 Ocak 1990‟da SSCB Ali Sovyeti DGMV ve çevresinde olağanüstü hal ilan etti. Aynı yılın Mayıs ayında vilayetin idaresi yeniden Azerbaycan‟a verildi. Fakat Ermeni terörü bitmedi. Yukarı Karabağda Ermeni silahlı kuvvetlerinin vahĢilikleri devam etti. ġehirlerde Ermeni birliklerine karĢı Azerbaycanlıların gönüllü birlikleri savaĢıyordu. Artık Dağlık Karabağ‟da 10.000‟lerce Azeri birer kaçkına dönmüĢtü. Moskova Azerbaycan‟ın bağımsızlığına doğru giden yolu gittikçe zora sokmuĢtu. Nitekim, Eylül‟ün baĢlarında “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti” kurulduğu ilan edildi. Yukarı Karabağ‟da yerleĢen Sovyet ordu birliklerinin yardımı ile Ermeni birlikleri Goranboy Ģehrinin bir çok köyünü ele geçirerek talan ettiler. 20 Kasım‟da Hocavend Ģehrinin Garakend köyü hava sahasında Azerbaycan‟ın Devlet katibi, iç iĢleri bakanı, baĢ savcı, birkaç milletvekilinin de uçtuğu helikopter Ermeniler tarafından vurularak düĢürüldü. 1992 yılının Ocak ayında Ermeni iĢgalcileri, Rus ordu birliklerinin yardımı ile Dağlık Karabağ‟daki Azerbaycan Türklerinin yaĢadığı köylere hücum ettiler. Karkicakan, Malıbayli ve GuĢçular köyleri Ermeni terörist birlikleri tarafından yakıldı. 25 ġubat‟ta Ermeni birlikleri, Hankendin‟deki Rusya‟ya mahsus 366. alay ve ona bağlı birlikler Hocalı Ģehrine hücum ettiler. Hocalı Ģehri vahĢicesine darmadağın edildi, ahalisi ise topluca katledildi. Hocalıda yapılanın tam adı ise tabii ki bir „Soykırım‟dı. Bu katliamda Ermeni silahlı birlikleri 613 Azerbaycanlıyı öldürdüler, 487 kiĢiyi yaraladılar, 1275‟i ise esir alındılar, 6 aileyi tamamen mahvettiler. Kaçmaya çalıĢan yaĢlı, çocuk, kadın kısmını karlı bir gecede Ermeniler tarafından katledildiler. Hocalı faciasından sonra Azerbaycan‟da durum daha da gerginleĢti. Azerbaycan‟da hakimiyet el değiĢtirdi. 9 Mayıs‟ta Ermeniler 29.500 nüfusa sahip olan ġuĢa‟i iĢgal ettiler. ġehrin savunmasında 155 kiĢi Ģehit oldu,

225

167‟si ise yaralandı. Daha sonra Azerbaycan Milli Kuvvetleri Laçin‟i terk etmeye baĢladılar. 18 Mayıs‟ta 59.900 nüfusa sahip olan Laçin iĢgal edildi. 1993 Nisan‟ında 57. 500 nüfusa sahip olan Kelbecer Ģehri iĢgal edildi.20 Böylelikle Ermeniler Dağlık Karabağ‟ın ve çevresinin iĢgalini gerçekleĢtirmiĢ oldular. 1994 yılı Mayıs ayında ateĢkes ilan edildi. Ermeni terörü ve bunun neticesindeki tecavüzünün Azerbaycan oldukça büyük zararları oldu. Bir milyon fazla insan kendi vatanları dıĢında sürgün hayatı yaĢamaya baĢladı. Karabağ‟da yaĢayan 52.000 Azeri Türk‟ü öz vatanlarından ayrı düĢtü. Azerbaycan topraklarının %20‟si iĢgal edilmiĢ oldu. Karabağ‟ın dıĢında Nahçıvan‟ın ve Kazağ‟ın bazı yerleĢim birimleri Ermeni silahlı birliklerinin iĢgali altında kaldı.21 Ülkenin gelir kaynakları darmadağın oldu. ĠĢgal edilen yerlerde Ermeni tetrörist birlikleri 927 kütüphane bulundurulan 4,6 milyon eski elyazması ve baskı kitapları yaktılar,22 20 medeniyet evini dağıttılar.23 Ermeni tecavüzünü durdurmak için Azerbaycan Devleti BMT‟ye ve muhtelif uluslararası ve muhtelif teĢkilatlara müracaat etti. BMT Tehlikesizlik ġurası Ģimdiye kadar Dağlık Karabağ‟la bağlı dört kanun ve sedrin bir dizi beyanatını kabul etmiĢtir. Problemin halli için oluĢturulmuĢ Minsk grubunun saiları ve iki ülke liderlerinin görüĢleri de hala hiç bir fayda vermiyor. Ermenistan Dağlık Karabağ‟ın Ermenistan‟a birleĢtirilmesini, veya bağımsız olmasını talep etmektedir.24 * * * Böylelikle, XIX. asrın birinci yarısından XXI. asrın baĢlarına kadar olan devri gösteriyor, Azerbaycan halkı onun aleyhine yöneltilen bütün faaliyetlere rağmen daima bağımsızlık uğrunda muhtelif Ģekiller ve metodlarla görüĢmeler yapmıĢtır. Azerbaycan Halkı XX. asırda iki defa devlet bağımsızlığını yeniden kurmuĢtur. Birinci defa kazanılan devlet bağımsızlığının ikinci kez Devlet bağımsımlığı sağlaması gösterdi ki, Azerbaycan halkı bağımsız devleti kurmaya, inkiĢaf ettirmeye ve güçlendirmeye kadirdir.

1 Azarbaycan Respublikası Devlet ArĢivi (ARDA), f. 970, siy. 1, iĢ 1, v. 49-50. 2 A.g.e. v. 1-2. 3 ARDA, f. 970, siy. 1, iĢ 4, v. 1-4. 4 Adres-kalendar Azerbaydjanskoy Respubliki.-Baku, 1920, 48, 50. s. 5 Azarbaycan Respublikası Siyasi Partiyalar va Ġctimai Herakatlar Devlet ArĢivi (ARSPĠHDA), f. 64, siy. 2, iĢ 1, v. 118-122. 6 Bah: ernıy Yanvar. Bakü-1990. Dokumentı i materialı.-Baku, AzerneĢr, 1990; Balayev A., Rasim M. 20 Ocak hadiselari. Senadlar, mövgelar, Ģarhlar (1990-2000).-Bakü, aĢıoğlu, 2000.

226

7 Azarbaycan Respublikası Ali Sovetinin Malumatı, 1992, No:11(864), s. 6; No:12(865), s. 26; No:16(869), 19-26. s. 8 Bah.: Azarbaycan Respublikasının Konstitusiyası (asas ganunu).-Bakü, AzarnaĢr, 1995. 9 V. Gurko-Krjazhin. Armenien Question (en article from the Big Soviet Ensyclopedia, 1926).-Baku, 1992, p. 6. 10

ġavrov N. N. Novaa ugroza Russkomu delu v Zakavkazğe.-Baku, 1990, 64. s.

11

ARDA, f. 1, siy. 1, iĢ 1496, v. 50.

12

Azarbaycan Demokratik Respublikası (tarih, ictimai-siyasi va madeni hayat).-

Bakü, 1992, 173. s. 13

ARDA, f. 28, siy. 1, iĢ 185, v. 1-8; Gaz. “Azerbaydjan”, 25 Sentabra 1918, No: 4.

14

ARDA, f. 970, siy. 1, iĢ 3, v. 51-52, iĢ 123, v. 3-4.

15

Azarbaycan Respublikası Milli Tahlükasizlik Nazirliyinin ArĢivi. arh. No: PS 7525.

3-cü cyıld. M. H. Hacınskinin iĢi, v. 202. 16

ARSPĠHDA, f. 1, siy. 169, iĢ 249, v. 7.

17

A.g.e., v. 19-20.

18

Didarginlar.-Bakü, Genclik, 1990, 45. s.

19

ARSPĠHDA, f. 1, siy. 169, iĢ 249, v. 24-26.

20

Azarbaycan Respublikası Devlet Statistika Komitasi. Yuharı Garabağın, Laçın va

Kalbacar rayonlarının Azarbaycan hakimiyyat organları tarafinden nazarat edilen va Ermeni herbi birlaĢmalari tarafinden iĢğal edilmiĢ yaĢayıĢ mentagalari barada 28 Ġyul 1993-cü yıl vaziyyatina ekspress-malumat (Müdafia Nazirliyinin malumatları asasında).-Bakü, Ġyul 1993, 1-11. s. 21

A.g.e.

22

A.g.e.

23

Bah: Ġnformaüia po dokladu “Zahita kulğturnogo nasledia v stranah-çlenah PAGS”

(Azerbaydjanskaa Respublika).-Dokumentı PAGS. 1996 god. 24

Bah: Ġnformaüionnıy bölletenğ o posledstviah agressii respubliki armenii protiv

azerbaydjanskoy Respubliki. Dekabrğ 1993.-Baku, Ministerstvo Ġnostrannıh Del azerbaydjanskiy Respubliki, 1993, 10. s.

227

A. Azerbaycan Bağımsızlık Mücadelesi Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (1918-1920) / Dr. Mehman A. Damirli [s.148156] Baku DevletÜniversitesi Hukuk Bölümü /Azerbaycan 1918-1920 yılları, Azerbaycan Türklerinin tarihine önemli bir aĢama olarak girmiĢti. ĠĢte bu dönemde, Azerbaycan‟ın devlet yapısının ve Azerbaycan devletçiliğinin tarihin en derin dönemlerine kadar uzanan geleneklerinin canlandırılması gibi önemli olaylar yer almıĢ. Türk Dünyası dahil Müslüman âleminde ilk kez Cumhuriyet yönetim formuna dayanan devlet, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (AHC) kurulmuĢ ve faaliyet göstermiĢti. Hiç kuĢkusuz, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti‟nin kurulması, Azerbaycan Türklerinin devletçilik tarihinde olumlu dönüm noktası idi. 23 ay yaĢamasına ve dıĢ baskı ile içteki ağır durumun yarattığı ortamda faaliyet göstermesine rağmen, AHC, en çağdaĢ devlet yönetim formunu uygulamıĢ, demokratik cumhuriyet kurmuĢtu. Genç milli devlet topraklarının tam hukuklu sahibi olarak, devletin arazi bütünlüğünün korunması, ekonomik ve askeri yönden kuvvetlenmesi için önemli tedbirleri yerine getirmiĢ, milli servetleri, milletin çıkarlarına uygun bir Ģekilde kullanmıĢtı. Özgür Azerbaycan Devleti, bağımsız devlete özgü olan tüm yönetim unsurlarına (parlamento, yürütme makamları, ordu, mahkeme ve maliye sistemi) sahipti. Burada devlet kurma iĢleri, hukuki esaslara dayanılarak yapılmıĢ, hukuk devleti için gerekli olan tüm makamlar kurulmuĢtu. Milli Azerbaycan Devleti‟nin devlet yapısının bu mahiyetini değerlendirerek, H. Baykara Ģöyle yazıyordu: “Milli bağımsız Azerbaycan devletinin en önemli özelliklerinden birisi, onun tam anlamıyla hukuk devleti olması idi”.1 Oysa tarihimizin bu Ģanlı sayfasının Sovyet tarih ilminde incelenmemesinin yanı sıra sahteleĢtirilmesi ile uğraĢılmıĢtır. Yıllar boyunca bu dönemin araĢtırmacıları, AHC‟nin faaliyetlerinin olumlu yönleri konusunda sessiz kalmıĢlar ve onu Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti‟nin alternatifi kabul ederek, hiçbir temele dayanmadan eleĢtirmiĢlerdi. Bu gibi bir durum, Azerbaycan tarihi-hukuk ilminde de vardı. 80‟li

yılların

sonlarında

Azerbaycan‟da

bağımsızlık

uğruna

baĢlayan

mücadele

ve

demokratikleĢme sürecinin geniĢlemesi sonucu, 1918-1920 yılları milli devlet kurma tecrübesine büyük ilgi oluĢtu. Kısa zaman içinde milli devletçilik geleneklerinin yeniden ihyasına giriĢildi. AHC‟nin devlet yönetim unsurlarının ve sembollerinin ihyası ile ilgili kararlar kabul edildi. Azerbaycan Türklerinin milli kimlik bilincinin ve devletçiliğinin geliĢtirilmesideki büyük önemi göz önünde bulundurularak, 21 Mayıs 1990 tarihinde Azerbaycan CumhurbaĢkanı‟nın fermanı ile Azerbaycan‟ın bağımsız demokratik devlet olarak kuruldu. 28 Mayıs günü, Azerbaycan Devleti‟nin kuruluĢunun yıldönümü olarak ilan edildi. 18 Ekim 1991 tarihinde Azerbaycan Parlamentosu‟nun kabul ettiği “Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin devlet bağımsızlığı hakkında Anayasa kararnamesi”nin 2. maddesinde ise, Azerbaycan Cumhuriyeti, 28 Mayıs 1918 tarihinden 28 Nisan 1920 tarihine kadar faaliyet göstermiĢ Azerbaycan Halk Cumhuriyeti‟nin varisi olduğu kararlaĢtırılmıĢtı.2 Bu karardan sonra

228

Azerbaycan Halk Cumhuriyeti tarihinin, o sıradan hukuk tarihinin eski ideolojik engellerden kurtarılarak serbest bir biçimde araĢtırılması için imkan oluĢtu.3 Demokratik, Hukuk Devletine Götüren Yolun BaĢlangıcı İstiklal Beyannamesi ġubat 1917 tarihinde Rusya Ġmparatorluğu‟nu “milletlerin hapishane”sine dönüĢtüren çarlık rejiminin devrilmesi ile Azerbaycan‟da milli, mücadele ve siyasi süreçlerin geliĢimi, özellik açısından yeni bir sürece girdi. ġubat devrimi, Rusya‟da milli mücadele için gerekli olan koĢullar yarattı. Yüzyıllık sömürge altında bulunan Azerbaycan Türkleri, ġubat devrimini diğer mazlum milletler ve Rusya Ġmparatorluğu‟nun tüm demokratik güçleri ile beraber büyük ümitle karĢılaĢmıĢlardı. Bu dönemde Azerbaycan‟da milli bağımsız devlet kurma uğruna yapılan mücadele çok yaygınlaĢmaya baĢlar. ġubat devriminden sonra “Musavat” partisi, faaliyetlerini açık olarak yürütmeye baĢladı ve Haziran ayında Türk Federalistler Partisi ile birleĢti. Kısa bir zaman içinde bu partinin faaliyeti tüm Azerbaycan‟ı kapsadı. Bu dönemde yeni siyasi partiler (ilk önce Gence‟de Federalistler Partisi, Erivan‟da “ĠrĢad” Milli Partisi, sonralar ise Bakû‟de Azerbaycan Eserler Grubu, Eylül‟de ise “Ittihad” Partisi (“Rusya‟da Müslümancılık”) kuruldu. eĢitli siyasi partilerin kurulmasına rağmen, 1917 yılı yaz aylarının sonlarında, Azerbaycan‟ın siyasi hayatında “Musavat” Partisi, söz sahibi bir partiye dönüĢmüĢtü. Bunu, 22 Ekim 1917 tarihinde Bakû Sovyetinde yapılmıĢ seçimler de ortaya koydu. Bu seçimde “Musavat” Partisi, 25 bin oyun 10 binini yani seçime katılanların %40‟ının oyunu kazanmıĢtı. Oysa, kendileri için uygun ortamın olmasına rağmen, bu seçimde BolĢevikler sadece 4 bin kiĢinin oyunu kazanabilmiĢlerdi. Bu baĢarısına rağmen, “Musavat” Partisi Bakû Sovyeti‟ne katılmayı reddetti. 26 Ekim 1917 tarihinde, birleĢik “Musavat” Partisi‟nin I. Kongresi yapıldı. Kongre, gelecek siyasi mücadelede partinin taktiği ve stratejisini belirlemiĢ ve partinin yeni progamını kabul etmiĢti. 4 Kongre sırasında Petrograd‟da silahla isyanın zaferle sonuçlanması ve geçici hükûmetin devrilmesi hakkında kararlar alındı. Aynı gün Bakû‟de çeĢitli siyasi partilerin, sendikaların, askeri birliklerin katılımı ile acil toplantı yapılarak, hakimiyet konusu ele alındı. BolĢeviklerin aktif direniĢine rağmen, MenĢevik ve Eserler, Bakû‟de, yüksek devlet hakimiyeti makamı olarak Sosyal Güvenlik Komitesi‟ni kurmayı baĢardılar. Bu kararı reddeden BolĢevikler, hakimiyet konusunun tekrar görüĢülmesini kararlaĢtırdılar. 2 Kasım‟da Bakû Sovyeti‟nin geniĢletilmiĢ toplantısında BolĢevikler, Bakû Sovyeti‟ni Bakû Ģehrinde yüksek hakimiyet makamı olarak ilan ettiler ve onun Yürütme Komitesi‟nde esas görevlerini ele geçirdiler. 11 Kasım‟da Transkafkasya‟da faaliyet gösteren siyasi örgütlerin Tiflis‟te yapılan toplantısında, Temsilciler Meclisi tarafından egemenlik konusu çözülene kadar bölgeyi yönetmek için Özel Komite yerine, Transkafkasya Komiserliği‟nin kurulmasına karar verildi. Transkafkasya‟nın üç milleti ve onların siyasi partileri, bu komiserlikte temsil olunmalarından dolayı, onlar kendi fraksiyonlarını kurdular. Transkafkasya‟da devletçiliğin geliĢimi açısından komiserlik ileriye atılmıĢ bir adım idi. Fakat

229

buna rağmen, bölgede istikrarı temin etmek açısından Komiserliğin yürütme organları henüz zayıf idiler. 26-28 Kasım‟da bütün Transkafkasya‟da Rusya Temsilciler Meclisi için seçimler yapıldı. Temsilciler Meclisi‟nde, Gürcü MenĢevikleri 11, “Musavat” 10, TaĢnaklar 9, Müslüman Sosyalist Bloku 2, BolĢevikler, Eserler ve Ġttihatçılar birer yer kazandılar. Genellikle, seçimlerde “Musavat” Partisi Transkafkasya Müslümanlarının %63‟ünün oyunu kazanmıĢtı. Seçimlerin esas sonucu, Azerbaycan vatandaĢlarının “Musavat” programında yer almıĢ arazi otonomisi konusuna bütünüyle olmasa bile, büyük çoğunlukla oy vermeleri olmuĢtu. Aynı zamanda bu, Rusya‟ya bağımlılıktan kurtulma isteğini Gürcü ve Ermenilere kıyasla, Azerbaycan Türklerinde daha kuvvetli olmasıyla ilgili olmuĢtu.5 5 Ocak 1918 tarihinde Rusya Temsilciler Meclisi‟nin dağıtılması ve Rusya‟da Demokratik Parlamento‟nun mevcudiyeti perspektifine son verilmesinden sonra Transkafkasya‟dan olan Meclis üyeleri, bölgenin devletin yüksek idare organını kurmak amacıyle Tiflis‟te toplandılar. 10 (23) ġubat 1918 tarihinde Tiflis‟te Transkafkasya Seymi çalıĢmalarına baĢlıyor. Seym, Rusya Temsilciler Meclisi‟ne seçilmiĢ Transkafkaya‟nın üç esas temsilcisinden ve ek olarak Temsilciler Meclisi‟nde milli örgütlerin kazandıkları milletvekili sandalye sayısını üç misli artırmak kooptasyon -yani listelerin geniĢletilmesi- yoluyla üyelik kazanmıĢ temsilcilerden oluĢuyordu. Görüldüğü gibi, Seym, Temsilciler Meclisi seçimlerine katılmıĢ partilerin temsilcilerinden oluĢtuğundan burada on siyasi parti temsil edilmiĢti. Seym‟de çoğunluk, Müslüman partileri bloku üyelerinden oluĢuyordu. Seym‟de Azerbaycan grubunun 44 milletvelkili bulunmakta ve liderleri M. E. Resulzade idi. 9 (22) Nisan 1918 tarihinde Seym toplantısında Transkafkasya‟nın bağımsızlığı konusu görüĢülmüĢ ve Müslüman grubunun ısrarı ile Transkafkaya Demokratik Federal Cumhuriyet ilan olunmuĢtu. Fakat Seym, Transkafkasya milletlerinin hiçbir sorununu çözemedi. O, milletlerin ve siyasi partilerin çıkarlarını bütün bölgenin genel çıkarlarından aĢağıda tutmamakla, beceriksizliğini ve yeteneksizliğini sergiledi. Mart olaylarından sonra bu hükûmetin tutumu tahammül edilmez oldu. Bu dönemde Azerbaycan‟da meydana gelen silahlı saldırılar ve Bakû Halk Komiserlerinin tutuklanması isteği üzerine BolĢeviklere karĢı toplu Ģekilde gösteriler baĢladı.6 Aynı zamanda Ermeni TaĢnak çetelerinin saldırıları sonucu, Erivan bölgesinden 80 binden fazla Azerbaycan Türkü, oturdukları yurtları bırakmak zorunda kalmıĢlardı.7 Bunlarla ilgili olarak Müslüman Fraksiyonu Seym‟e gensoru verdiyse de, bundan hiçbir sonuç alınamadı. Traskafkasya Seymi‟nde dıĢ politikada da milli fraksiyonlar arasında birliğe varılamadı. Türkiye cephesindeki savaĢ durumu Seym‟in dağılma sürecini hızlandırdı. Böyle bir durumda Gürcü milletvekilleri, Transkafkasya Federasyonu‟ndan çıkarak, Gürcistan‟ın bağımsızlığını ilan etme kararını verdiler. 28 Mayıs 1918 tarihinde Gürcistan‟ın Federasyon‟dan çıkması hakkında verdiği bildirisinden sonra, Seym kendisinin dağıldığını ilan etti. “Bir aylık birliğin matem sesleri, buradaki milletlere,

230

değiĢimin onları bağımsız cumhuriyete götürdüğünü bildiriyordu”.8 Transkafkasya Federasyonu‟nun dağılması bölgede bağımsız milli devletlerin kurulmusının gerekli olduğunu ispat etti. 27 Mayıs‟ta, dağılmıĢ olan Seym‟in Müslüman Fraksiyonu üyelerinin olağanüstü toplantısı yapıldı. Toplantıya katılanlar oy birliği ile Azerbaycan‟ın yönetilmesi sorumluğunu üstlendi. Azerbaycan Milli ġurası‟nın baĢkanlığına “Musavat” Partisi lideri M. E. Resulzade, baĢkan yardımcılığı görevine M. Agayev ve M. Seyidov seçildiler. F. Hoyski yürütme organı baĢkanı, “Musavat” Partisi‟nden M. C. Hacinski, N. Yusifbeyli, H. Hasmemmedov ve M. Y. Caferov, Müslüman sosyalist blokundan H. Melikaslanov ve C. Hacinski, “Hummet” Partisi‟nden A. A. Seyhülislamzade, “Ittihad” partisinden H. P. Sultanov yürütme organı üyeliğine seçildiler.9 Görüldüğü gibi, Milli ġura‟da bütün partiler temsil olunmuĢtu. BaĢka türlü söylersek, bu organ çok partili, koalisyon tabanında ĢekillenmiĢti. 28 Mayıs‟ta Milli ġura‟nın ilk toplantısında geniĢ ve uzun görüĢmelerden sonra Azerbaycan‟ın devlet bağımsızlığı ilan edildi. Ġki kiĢinin (S. M Geniyev ve C. Ahundov) çekimserliği hariç, 24 oy ile Azerbaycan Halk Cumhuriyeti‟nin tarih sahnesine çıktığını bildiren “Ġstiklal Beyannamesi”10 kabul edildi. “I. Bugünden baĢlayarak Azerbaycan halkı özgürlük haklarının sahibidir ve Güney-Doğu Transkafkasya‟dan oluĢan Azerbaycan tüm haklara sahip, bağımsız devlettir. II. Bağımsız Azerbaycan‟ın siyasi yapısı Halk Cumhuriyeti olarak belirlenir. III. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti uluslararası birliğin bütün üyeleri, özellikle sınırı bulunduğu millet ve devletlerle iyi komĢuluk iliĢkileri kurmaya çaba gösterir. IV. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, sınırları içinde milliyeti ve dinine bakmaksızın, bütün vatandaĢlara vatandaĢlık ve siyasi haklarını temin eder. V. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, onun topraklarında oturan bütün milletlere serbest geliĢme için geniĢ olanaklar sağlar. VI. Temsilciler Meclisi toplanıncaya kadar bütün Azerbaycan‟ın yönetimi baĢında, halkın oyu ile seçilmiĢ Milli ġura ve Milli ġura karĢısında sorumlu olan geçici Hükümet bulunur.”11 “Ġstiklal Beyannamesi”nin ilan edilmesi ile yeni bir özgür devlet -Azerbaycan Halk Cumhuriyetidünyanın siyasi haritasında yer aldı ve “bu zamana kadar coğrafi terim olmuĢ Azerbaycan kelimesi Ģimdi devletin adına dönüĢtü”.12 Bu, Azerbaycan Milli ġurası‟nın Azerbaycan Türklerine yaptığı karĢısında büyük hizmet idi. “28 Mayıs 1918 tarihinde Beyanname‟yi kabul etmekle Azerbaycan Milli ġurası, bir Azerbaycan halkın varlığını siyasi anlamda belirlemiĢti. ünkü, Azerbaycan kelimesi sıradan, bir coğrafi, etnografik ve lingüistik bir kelime olmaktan çıkarak, siyasi bir anlam kazanmıĢtı”.13 “Ġstiklal Beyannamesi”nde Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, özgür ve tüm haklara sahip, bağımsız bir devlet olmanın yasal ifadesini buldu. Aynı zamanda onun siyasi önemi, Azerbaycan devletinin

231

ihyasıyla Azerbaycan Türklerinin kendi mukadderatını kendisinin belirlemeye hakkı olduğunu tüm dünyaya göstermiĢ olmasıdır. “Bu belge ile Azerbaycan Türkleri demokratik milletler ailesine ilk Müslüman Türk Cumhuriyeti‟ni katmıĢ oldular”.14 “Ġstiklal Beyannamesi”, Azerbaycan Devleti‟nin yeniden ihyasını hukuki açıdan belirlemesinin yanı sıra, milli Azerbaycan Devleti‟nin siyasi sisteminin esaslarını (demokratik rejimli cumhuriyet yönetim formu, yüksek devlet idari organlarının sistemi, yaĢama organı karĢısında hükûmetin sorumluluğu ve parlamenter rejimin belirlenmesi), iç ve dıĢ siyasetin esaslarını (tüm milletler, özellikle komĢu millet ve devletlerle iyi komĢuluk iliĢkileri, devletin sınırları içinde bulunan bütün halkların serbest yaĢaması imkanlarının sağlanması), vatandaĢların yasal statüsünün esaslarını (milliyeti, dini, sosyal durumu ve cinsine bakmaksızın bütün vatandaĢlarını sivil ve siyasi haklarının temin edilmesi) belirlemiĢti. Devlet hayatının esas prensip ve görüĢlerini, anayasa karakterli sosyal-siyasi konuların kurallarına göre düzenleyen “Ġstiklal Beyannamesi”ni, Anayasa düzeyinde önemli olan bir kararlar bütünü olarak kabul edebiliriz. O, aynı zamanda Azerbaycan devlet tarihinde ilk Anayasa mevzuatı idi. “Ġstiklal Beyannamesi” bu açıdan AHC mevzuatının hukuki esasını oluĢturuyordu. Sonraki dönemlerde AHC‟nin yüksek devlet organlarının kabul ettikleri kararnameler ile devlet hayatının ve sosyal hayatın demokratikleĢtirilmesine yönelik diğer bütün tedbirler, “Ġstiklal Beyannamesi”nde belirlenmiĢ demokratik prensip ve görüĢlerin gerçekleĢtirilmesine yöneltilmiĢti. Böylelikle XIX. yüzyılın baĢlarında Azerbaycan‟da küçük mahalli devletçikler bulunmuĢ, hanlıklar kaldırıldıktan sonra, aĢağı yukarı yüz yıllık bir dönemde devletinden yoksun olmuĢ Azerbaycan Türkleri, devletlerini yeniden kurarak, onu prensip açısından büsbütün yeni ve aynı zamanda milli bir bünye üzerinde kurmaya baĢladılar. Yeni kurulmuĢ cumhuriyetin yüksek değerlerinden M. E. Resulzade, “Azerbaycan, Müslüman âleminde ilk cumhuriyet, Türk dünyasında ilk devlettir. Türk asıllı bütün devletler, genellikle dini bünye üzerinde kurulmuĢ oldukları halde, Azerbaycan Cumhuriyeti çağdaĢ milli, medeni bağımsızlık anlayıĢı, Türk milli-demokratik devlet yapısına dayalıdır ve bu açıdan bizim cumhuriyetimiz ilk Türk devletidir”, diye yazıyordu.15 Gerçekten de, AHC, tarih boyunca Azerbaycan topraklarında kurulmuĢ bütün devletlerden özelliği açısından esaslı bir biçimde farklıydı. Önceki kurulan devletler monarĢik devletler idilerse, AHC, parlamenter cumhuriyetçi, çağdaĢ, millimedeni bağımsızlık anlayıĢına dayanan milli devlet idi. AHC, aynı zamanda Müslüman âleminde ilk cumhuriyet idi. Gerçekten de, AHC kurulduğu dönemde Türkiye‟de Sultanlık, Ġran‟da ġahlık, Afganistan‟da PadiĢahlık, Hive ve Buhara‟da ise hanlık yönetimleri bulunmaktaydı. M. E. Resulzade: “Hukuk Devletinin Esası Yasama, Yürütme ve Yargı Egemenliğinin Taksimidir” AHC‟de yüksek yasama egemenliği Parlamento‟nun idi.16 Azerbaycan‟da bulunan bütün halkların ve partilerin yer aldığı Parlamento‟nun, yasama organı olarak kurulduğu günden itibaren, Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin siyasi sisteminde önemli ve aynı zamanda bu sistemin kurumlaĢmasında etkili bir yeri olmuĢtur.

232

AHC Parlamentosu, genç devletin hukuk sisteminin kurumlaĢtırılması yükünü üzerine almanın yanı sıra, faaliyetini büsbütün yasal esaslara dayanak yapmıĢtı. AHC yüksek yürütme egemenliği, parlamenter rejime uygun olarak, parlamento tarafından Ģekillendirilen ve onun karĢısında sorumlu olan Hükûmet (Nazirler ġurası) idi. Milli Azerbaycan Devleti‟nde hükûmet kabineleri koalisyonlu olmuĢ ve genellikle, hükûmet baĢkanına ve programına güven oyu verilerek göreve baĢlamıĢtı. Azerbaycan hükûmetinin faaliyeti aĢırı derecede karmaĢık, çok yönlü olmuĢ ve gerginlik içinde geçmiĢti. Azerbaycan hükûmetinin gerçekleĢtirdiği ve listesi tam olmayan çok yönlü fonksiyonları Ģunlar olmuĢtu: Devletin ekonomik, sosyal ve kültürel geliĢmesi için uygun olan iç ve dıĢ ortamı yaratmak, o sıradan komĢu devletlerle iyi komĢuluk iliĢkileri kurmak, ülkede yer almıĢ anarĢi ve yasa dıĢı eylemlere son vermek ve yasaların uygunlanması için istikrarlı ortamı oluĢturma, ülkenin ekonomik hayatını düzenlemek, devletin toprak bütünlüğünü ve dokunulmazlığını temin etmek, demokratik prensiplere dayanan kudretli egemenlik geliĢtirmek, milli silahlı kuvvetleri kurmak vb. Azerbaycan hükûmeti toplam, 23 aylık gibi kısa bir zaman içindeki faaliyeti döneminde milli devlet kurmada önemli baĢarılar kazanmıĢ, Azerbaycan‟ın toprak bütünlüğü uğruna devamlı mücadele etmiĢ, milli ordunun kurulmusı ve milli kültürün geliĢtirilmesinde ciddi tedbirler almıĢtı. Milli Azerbaycan Hükûmeti‟nin faaliyetinin en önemli öğretici yönü, Fethali Han Hoyski‟nin Ģu sözlerinde kapsamlı bir biçimde yer almıĢtır: “Hükûmetin faaliyetinde ne kadar kusur ve eksikler olmuĢsa da, yol gösteren ıĢıklı yıldızı bu olmuĢtu: Milletin hakkı, istiklali ve faydası!”17 AHC‟de yöneticiliğin muhtelif alanları üzerine normal devlet faaliyetini temin etmek için gerekli olan merkezi devlet yürütme organları kurulmuĢtu. Onun için gerekli olan bağımsız dıĢ politika, maliye, gümrük, sınır muhafazası, askeri idare, eğitim, sağlık, bayındırlık gibi kuruluĢlar tesis edilmiĢti. AHC, egemenliğini kısa zamanda Transkafkasya‟nın güneydoğu kısmındaki eski Azerbaycan topraklarında kurmuĢtu. Azerbaycan hükûmeti önceki rejimden kalmıĢ yerel egemenlik organları kaldırılmasa da, yerleĢim birimlerinde ayrı ayrı yürütme alanları ile ilgili organların yaĢatılmasının yanı sıra devlet hayatının diğer alanlarında olduğu gibi, yerel yöneticilikte de dayanıklı reformlar yapmayı hedefliyordu. Azerbaycan Cumhuriyeti, yerel yöneticiliğin reformunu yapmıĢ, köy yürütme organlarının seçimle yönetime gelmesi tekrar temin etmiĢ, çağdaĢ devletlerde kabul edilmiĢ demokratik esaslar ile “Azerbaycan Cumhuriyeti‟nde Ģehir meclisleri üyelerinin seçimlerinin yapılması hususunda kurallar” projesini hazırlamıĢ ve bunlar Azerbaycan Parlamento‟sunun 7 Ağustos 1919 tarihli toplantısında kabul edilmiĢti. ġunu da belirtelim ki, Azerbaycan‟ın Ģehir meclisleri, sözünü ettiğimiz kurallara göre ve kısa zamanda Ģekillenerek faaliyete baĢlamıĢtı. ok hassas iç ve dıĢ siyasi koĢullarda faaliyet göstermesine rağmen, “AHC Parlamentosu, hukuk devleti için önemli olan „egemenliğin taksimi‟ prensibini uygulamıĢtı. Fakat, bu genç devletin bu demokratik özelliğe sahip olmasına giden yol henüz çok açık değildi. Milli ġura ve hükûmet Gence‟ye

233

nakledildikten sonra, bağımsız Azerbaycan‟ın mevcudiyeti tehlike ile karĢı karĢıya kaldığında, Azerbaycan Milli ġurası bütün yasama ve yürütme yetkilerinin Hükûmete verilmesi üzerine karar almak zorunda kalmıĢtı. Bu durum 1918 yılı Kasım ayı ortalarına kadar devam etmiĢti. Yüksek yasama organı çalıĢmalarına baĢladıktan sonra ise, egemenliklerin taksimi prensibinin uygulanması için imkanlar çoğalmıĢtı. Azerbaycan Parlamentosu iĢte bu prensibe dayanarak, 25 Ocak 1919 tarihli 9. toplantısında milletvekili görevleri ile devlet hizmetinin aynı zamanda uygulanamayacağı hususundaki kanunu kabul etti.18 Kanuna göre, bakanlar hariç, parlamento üyeleri yürütme organlarında devlet memuru fonksiyonunu yerine getiremezdi. Sadece Parlamento‟nun bulunduğu yerdeki eğitim kurumlarının idari fonksiyonu olmayan akademik üyeleri ve devlet kurumlarında özel bilgi gerektiren konular üzerine bilirkiĢi olarak hizmette bulunan kiĢiler bu kanunun hükmü dıĢında tutuluyorlardı. Devlet hizmetlerinde bulunan kiĢi, Parlamento üyesi seçilmiĢse, onun bu yeni görevi kabul veya reddetmek hakkı vardı. Eğer devlet hizmetinde bulunan Parlamento üyeleri kanunla belirlenmiĢ zaman içinde (Bakû Ģehrinde oturan üyeler için 3 gün, Bakû Ģehri dıĢında oturanlar için ise 10 gün) devlet hizmetinden çekilmeleri hususunda Parlamento‟nun yönetimine bilgi vermezlerse, onlar devlet hizmetini tercih etmiĢ ve Parlamento üyeliğinden çekilmiĢ kabul edilirlerdi. Bahsi geçen kanun, ciddi Ģekilde uygulanmıĢtı. Örneğin, kanuna uygun olarak, Parlamento üyesi S. M. Ganiyev, Eğitim Bakanlığı‟ndaki görevinden çekilmiĢ ve Parlamento üyeliğinde kalmıĢ,19 Denetleme komisyonu üyesi B. Rızayev ise Parlamento üyesi olmasından dolayı, görevinden alınmıĢtı.20 M. E. Rasulzade kanunun mahiyet ve amacını Ģöyle açıklamıĢtı: “Bu kanunun amacı, yaĢama egemenliğinin yürütme egemenliğinden ayrılmasıdır. Hukuk devletinin despotik devletten farkı, egemenliğin bir kiĢiden birkaç kiĢiye geçmesinde değil, egemenliklerin taksimi sistemi olmayınca, egemenlik çok sayıda kiĢinin elinde çok daha despotik olmasıdır. Hukuk devletinin özü, yasama, yürütme ve mahkeme egemenliğinin taksimidir”.21 Milli Azerbaycan Devleti‟nin ayrı bir mahkeme sistemi vardı. Burada 1864 yılında yapılmıĢ mahkeme reformu ile kurulmuĢ ve daha sonra bazı yerlerde anarĢi sebebiyle faaliyetini durdurmuĢ, Bakû ve civarında ise, BolĢevikler tarafından kaldırılmıĢ önceki dönem mahkeme organlarının (bölge ve barıĢ mahkemeleri) kısa zamanda hayata geçirilmesinin yanı sıra sistemin yeni halkaları (Azerbaycan Mahkeme Odası, Azerbaycan Harbi Mahkeme, Alay Mahkemeleri) kurulmuĢ, mahkeme egemenliğinin yürütme egemenliğinden büsbütün ayrılması ve serbestliği yönünde Ģekillendirilmesi için çaba sarf edilmiĢti. Sonuncu husus, genel mahkemelere kıyasla bir prensip olarak devamlı uygulandıysa da, askeri mahkemelere gelince, o dönemin, koĢulları buna imkan vermemiĢti. Batı Avrupa hukuk fikrinin son baĢarılarına dayanan genç devlette serbest, peĢin hükümsüz, insanlara yakın mahkeme organlarının kurulması, ceza mahkemelerinin tesis edilmesi ile adalet sorgulamasının gerçekleĢtirilmesine iliĢkin geniĢ insan tabakalarının katılımının temin edilmesi, insanlara yakın yerel mahkemelerde seçim kurallarının belirlenmesini öngören mahkeme reformunun gerçekleĢtirilmesi planlanmıĢ ve buna uygun olan kanun teklifleri hazırlanmıĢtı. Böylelikle, Ģunu

234

belirtmemiz gerekir ki, AHC‟de egemenliklerin taksimi prensibi o dönemin Ģartlarının elverdiği ölçüde gerçekleĢtirilmiĢtir. Hukuk Sisteminde YapılmıĢ Temel Reformlar 1918-1920 yıllarında Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin devlet yapısının demokratik karakteri, ilk önce toplumun demokratikleĢtirilmesine yönelik önemli tedbirlerle ön plana çıkmıĢtı. ok ilginç olan ise, kadınlara, Müslüman âleminde ilk kez seçim hakkının tanınmasıydı. O, dönemin dünya devletlerinin tecrübesi ile kıyaslayınca, tüm sorumluluğu üstlenerek Batı Avrupa‟nın bazı devletleri de milli devletimize imreniyorlardı, diyebiliriz. Örneğin Ġngiltere de halk temsilciliği hususundaki 1918 tarihli kararnamesine göre, seçim hakkı, erkekler olgunluk yaĢına, kadınlar ise 30 yaĢına ulaĢınca, kazanırlardı.22 Oysa AHC‟de kadınlara erkeklerle beraber seçim hakkı verilmiĢti. Azerbaycan‟da söz ve basın serbestliğinin hukuki teminatları belirlenmiĢ, Azerbaycan‟ın mevcudiyetinin gerekli Ģartı olarak bağımsızlık konusu hariç, tüm alanlarda fikir serbestliğine ve muhalefetin faaliyetine geniĢ olanaklar sağlanmıĢ, gerekli ortam temin olunmuĢtu. N. Yusufbeyli‟nin Parlamento‟da söylediği Ģu fikirleri çok öğreticidir: “BaĢlıca özgürlükler -söz özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı, birlik ve grev yapmak özgürlüğü-her çağdaĢ demokratik devletin özünü oluĢturur. Bu kutsal özgürlükleri savunmayı hükûmet kendisinin görevi olarak kabul eder. Her bir Azerbaycan vatandaĢı istediğini yazabilir, istediğini söyleyebilir, istediği yerde toplanabilir. Fakat bunun bir Ģartı vardır-bunların hiçbirisi Azerbaycan milletinin en kutsal hakkına onun bağımsızlığına karĢı yönelik olmamalıdır.”23 Genç milli devletin vatandaĢlarının hukuk ve serbestlikleri alanında eski rejimden miras olarak kalmıĢ sınırlamaları kaldırmak için de önemli tedbirleri gerçekleĢtirmiĢti. Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin demokratik ve hukuk özelliği hukuk sisteminin tüm alanlarında gerçekleĢtirilmiĢ tedbirlerde bütün parlaklığı ile yer almıĢtı. Burada hukukun baĢlıca alanlarında gerçekleĢtirilmiĢ reformların en önemli yönlerini ele alacağız. Mülkiyet İlişkilerinin Düzenlenmesi Hususu Ġlk önce Ģunu belirtmemiz gerekir ki, AHC‟nin bağımsız ekonomi politikası, mülkiyet iliĢkileri, maliye-döviz siyaseti, dıĢ ticaret ve ekonomik iliĢkiler, ekonomik yönetim sistemini oluĢturdu. Burada sosyal adalet, üretim araçları üzerinde mülkiyet formları aracılığıyla uygulanmıĢtı. AHC‟nin ekonomi politikasının temelinde mülkiyet çoğulculuğu yerleĢtirilmiĢ ve devlet, belediye, giriĢimci, özel vb. mülkiyet formlarının geliĢmesi için geniĢ ve ortak imkanlar sağlamıĢtı. AHC ve onun liderleri, BolĢevik tutumunun tam aksi olarak, toprak, fabrika, iĢletmecilik ve diğer baĢlıca üretim araçları üzerinde özel mülkiyetten vazgeçmiyor, mülkiyet ile özel giriĢim arasında doğrudan iliĢkiler kuruyordu. Bununla ilgili olarak M.E. Resulzade Ģunları yazıyordu: “… mülkiyeti büsbütün kaldırmak, Ģu anki durumda zor kullanmak özel giriĢimcileri kaldırabilir.” 24 Aynı zamanda AHC‟de özel mülkiyetin sınırı belirleniyor, mülkiyetin aĢırı yönlerinin kaldırılması, sosyal reformun özü olarak değerlendiriliyordu. Fakat AHC‟de mülkiyetin, örneğin, çok büyük emlak ve üretim araçlarından oluĢmuĢ fabrika ve küçük iĢletmelerin ayrıĢtırılmasını imkansız kabul ederdi.

235

AHC‟de devlet mülkiyetine ve bazen de belediye mülkiyetine “devletin servet ve gelir kaynağını oluĢturan yer altı madenleri”; “demiryolu, elektrik, su, telefon, telgraf vb. bunun gibi genel iĢlere hizmet eden kurumlar” dahil edilirdi. Ekonomide AHC‟nin tedbirleri, her Ģeyden önce BolĢeviklerin uyguladığı millileĢtirmeyi kaldırmaya yönelikti. Ekim 1918 tarihinde hükûmet, “Petrol sanayinin özelleĢtirilmesi ve bu alanla ilgili kuruluĢların eski sahiplerine iade edilmesi hakkında” kararı kabul etti. Karara göre, petrol sanayisi ve yardımcı kuruluĢlar, aynı zamanda ticaret odası, bu cümleden olarak Bakû Halk Komiserleri Sovyeti‟nin bu kuruluĢların yönetilmesi ve kuralları ile ilgili olarak verdiği direktifler feshediliyordu.25 MillisizleĢtirmede (çağdaĢ anlamda özelleĢtirme), petrol sanayiinin yanı sıra diğer yardımcı alanlara da ait olan hazır ürün ve rezervler, hükümetin ermine verilmiĢ; kuruluĢların eski sahiplerine iade edilmesi konusunda bu rezervler ve hazır ürünler ile ilgili olarak bazı bağlantılar kurulmuĢtu. Mülkiyetin çeĢitli formlarının geliĢmesine imkan vermek, AHC‟nin bu alandaki faaliyetinin baĢlıca amacı olmuĢtu. Genellikle, AHC‟nin ekonomideki faaliyetinin esası, demokratik görüĢlerden oluĢuyordu. Bu bakımdan onun ekonomik faaliyetini kapitalizm ve sosyalizm ölçüleri ile değerlendirmek, gerçeklikten uzak olurdu. Kanuna dayanarak titizlikle düzenlenen gelir vergisi, toplama mekanizması aracılığıyla özel sermaye ile devlet arasındaki iliĢkiler düzenleniyordu. ĠĢte bu usul ile özel sermayenin gelirlerinin belirli kısmı devlet hazinesine geçiriliyor ve orada tekrar paylaĢım kurullarına uygun olarak sosyal-ekonomik gayelerin gerçekleĢtirilmesine yönlendiriliyordu. Azerbaycan hükûmeti, devletin ekonomik hayatını yoluna koymak amacı ile geçici tedbir olarak, bazı emlak çeĢitlerinde mülkiyet hakkı kazanılmasının özel kurallarını belirlemiĢti. Hükûmetin 31 Ekim 1918 tarihli kararına göre, petrol madenlerine, petrollü topraklara, petrol üretim fabrikalarına, petrol kuyularının podrat usulü ile kazılmasıyla uğraĢan kuruluĢlara ve mekanik fabrikalara, aynı zamanda Hazar Denizi‟nde yüzen gemilere mülkiyet veya kullanma hakkının verilmesi için her defa ticaret ve sanayi bakanının özel bir izni ile mümkündü. Bu hakların kazanılması noterce onaylanmalı idi. Söz konusu kuralların bozulması sonucu imzalanmıĢ bütün anlaĢmalar geçersiz kılınıyordu.26 Toprak mülkiyetinin hukuki rejiminin belirlenmesinde AHC‟nin siyaseti çok ilginçtir. Bu konu üzerine partiler arasında, o cümleden “Musavat” Partisi içinde de fikir ayrılığı olmasına rağmen, genellikle AHC‟de ilerici içeriği olan siyaset uygulanmıĢtı. Musavat Partisi Parlamento‟nun ikinci toplantısında toprak hakkında bir bildiri sunarak, gerek mülk sahiplerine, gerekse eski Rus devlet hazinesine bağlılığına rağmen, bütün toprakların köylüler arasında karĢılık olmaksızın paylaĢılması fikrini savunmuĢtu.27 AHC‟de ġubat-Mart 1920 tarihinde toprak reformu ile ilgili olarak iki kanun teklifi hazırlanmıĢtı. Gerek “Musavat” Partisi‟nin kanun teklifi28 gerekse Toprak Bakanlığı‟nın hazırladığı kanun teklifi29 belirli farklara rağmen, amacı topraksız ve az topraklı insanlara toprak temin etmekti. Fakat, bilinen nedenlerden dolayı bu iĢler tamamlanamadı ve ihtiyaç olan kanunlar kabul edilmedi.30 İş Hukukunun Temini ile İlgili Olarak Mevzuat Tedbirleri

236

VatandaĢların iĢ hukuku ve çıkarlarının temini, AHC‟nin sosyal geliĢme alanındaki milli programının ayrılmaz parçası olmuĢ, onun mevzuat ile düzenlenmesine büyük önem verilmiĢti. “Burada çalıĢan iĢçilerin hakları özel bir biçimde hazırlanan iĢ kanunlarının kabul edilmesi ile temin edilmiĢti”.31 ĠĢçi ve memurlar ile iĢadamları arasındaki iliĢkilerin düzenlenmesiyle ilgili ilk tedbir, Emek bakanının 26 Ocak 1919 tarihli deklarasyonu ile 2 Ekim 1917 tarihinde kabul edilmiĢ kolektif anlaĢmanın iĢçi ve memurların ekonomik durumu ile ilgili kısımda32 canlandırılması olmuĢtu. Aslında kolektif anlaĢmanın hukuk normları ise, iĢe alma ve iĢten çıkarma hukuku ile ilgili madde hariç değiĢtirilmeden bırakılmıĢtı. Söz konusu kolektif anlaĢma, iĢ gününün kısaltılması, iĢçilerin bazı kategorileri için kısaltılmıĢ iĢ gününün belirlenmesi (örneğin, Ģehirdeki devlet makamlarının personeli ve madende çalıĢanlar için 6 saatlik iĢ günü), iĢadamının veya müdürün emri ve bilgisi dahilinde çalıĢılan iĢ saatinden fazla çalıĢmalara olağanüstü hallerde izin verilmesi ve bu tür iĢlere göre maaĢ verilmesinden oluĢuyordu. Emek bakanının 26 Ocak 1919 tarihli deklarasyonu ile iĢçi ve memurların iĢe alınması ve iĢten çıkarılması hakkı, kuruluĢ sahibinin olağanüstü hakkı olarak tanınırdı. Fakat bu hakkın bazı sınırlamaları da bulunmaktaydı: a) Diğer Ģartlar eĢit olduğu takdirde iĢe alma, sendika üyelerinin tercihi doğrultusunda yapılır. b) Fabrika ve iĢletme komitelerinin üyeleri, çalıĢma yerinin iĢçilerinin temsilcileri tarafından seçilmiĢ kiĢiler, sadece Emek Bakanlığı‟na bağlı olarak kurulmuĢ tarafların aynı sayıda temsilcilerinin bulunduğu özel organın kararı ile iĢten çıkartılabilir. c) Toplu Ģekilde iĢten çıkartma ve personel sayısının azaltılması (on kiĢiden fazla kimsenin aynı zamanda iĢten çıkarılması), Emek Bakanlığı‟nın adı geçen organının kararı ile gerçekleĢtirilebilirdi. d) Toplu Ģekilde iĢten çıkarma ve personel sayısının azaltılması (on kiĢiden fazla insanın aynı zamanda ve grup halinde iĢten çıkarılması) Emek Bakanlığı‟nın adı geçen organının kararı ile gerçekleĢtirilebilirdi. Ġktidar tarafından tanınmıĢ herhangi bir siyasi partinin veya örgütün üyesi olma iĢten çıkarılma sebebi olamazdı. Deklerasyonda aynı zamanda yeni ortak bir anlaĢma imzalanana kadar hükümetin bu deklarasyonda belirtilen sebeplerle iĢçilerin hukuk ve çıkarlarını kesinlikle savunacağı da yazılıydı. 26 Ocak 1919 tarihli deklarasyonun olumlu yönlerine rağmen sonraki dönemlerdeki uygulamalarda onun normları sıkça bozuluyordu. ĠĢçiler, on kiĢiden fazla sayıda olan grup halinde aynı zamanda değil ama çok kısa zaman içinde iĢten çıkarılıyordu.33 Deklarasyon görüntü olarak yerine getirilmekle birlikte aslında iĢçilerin toplu halde iĢten çıkartılması, emeğin muhafazası organlarının izni ve haberi olmaksızın gerçekleĢtiriliyordu. Bu ise iĢçilerin haklı olarak tepkisine neden oluyordu.

237

Bütün bunların neticesinde iĢçi ve memurların iĢten çıkarılmasının yeni kuralları belirlendi.34 Bu kurallara göre iĢ anlaĢması gerek modern teĢebbüsü gerekse iĢçi ve memurların kendi teĢebbüsü ile bozulabilirdi. 1. KuruluĢlar feshedildiğinde, 2. Üretim veya ticaretin kısıtlanması halinde, 3. Ayrı ayrı görev ve iĢlerin kaldırılması halinde, 4. Bir aydan fazla süre için iĢlerin durması halinde, 5. Eğer iĢ geçici ise iĢin tamamlanmasının sonuncu gününde, 6. ĠĢe uyumsuzluk veya açık ve bilerek soğuk davranıldığında, 7. Sürekli olarak görevlerini yerine getirmedikleri hallerde, 8. Malzemelerin, araç gereçlerin ve emlakin bilerek tahrip edilmesi zarar verilmesi halinde, 9. Suç iĢlediği hallerde, 10. ĠĢ adamlarının veya kuruluĢ yöneticilerinin hareket veya sözle aĢağılanması halinde. ĠĢçi veya memurlar kuruluĢ yöneticileri ile sendikalar arasındaki anlaĢmalar doğrultusunda iĢten çıkartılabilirdi. Mutabık olunmadığı hallerde konu, Emeğin Muhafazası Organları tarafından çözülmeliydi. KuruluĢ sahibi, iĢçi veya memurları iĢten çıkarma durumunda gerekli Ģartları haiz bir dilekçe ile sendikaya baĢvurmalı, sendika ise müracaattan itibaren iki gün ile iki hafta içerisinde verilen karara katılıp katılmadıkları hakkındaki görüĢlerini bildirmeliydi. Belirtilen süre zarfında görüĢ bildirilmediği hallerde iĢten çıkartma kararı hakkındaki sendika görüĢünün olumlu olduğu farz edilir. Üretim alanının feshi, kısıtlanması veya iĢlerin durdurulması sonucu toplu halde iĢten çıkarmada, yasa dıĢı hareketleri önlemek amacıyla iĢçi ve memurların hakları, emeğin muhafazası organı tarafından belirlenmeli idi. Bu dönemde ücretlerin belirlenmesi hususunda da adaletli taksim prensibi uygulanmaktaydı. Ücret milli ve dini bağ, cins ve yaĢ farklarına bakılmaksızın uygulanıyordu. ĠĢçilerin ücretleri sendika ve iĢveren tarafından ortaklaĢa tespit ediliyordu. Hükümet ücretlerin devamlılığının sağlanmasını üstleniyordu.35 Ceza Hukuku Milli Azerbaycan Devleti‟ne önceki rejimden dağıtılmıĢ ve harabeye dönmüĢ bir ülke miras kalmıĢtı. Cumhuriyetin yeni kurulduğu dönemde anarĢi ve suç oranı artmıĢtı. Bu Ģartlarda devletin organlarının tesisi de oldukça güç olmaktaydı. Bu sebeple Azerbaycan hükûmeti, ilk önce ülkede istikrarı temin etmek için ceza mevzuatını düzenlemekteydi. AHC‟de diğer hukuk iliĢkileri gibi ceza hukuku iliĢkileri de hükümetin 23 Haziran 1918 tarihli kararına göre Rusya‟nın önceki kanunları ile düzenlenmekteydi. Milli devletin mevcudiyeti döneminde

238

bu alanda mecelleleĢtirilmiĢ büyük hacimli mevzuat kararnameleri kabul edilmiĢti. Fakat ülkede anarĢinin önlenmesi, yasal düzenin sağlanması ve kuvvetlendirilmesi milli ve sınıf düĢmanlığının kaldırılması, devlet hayatının ve siyasi yapının esaslarının detaylı Ģekilde değiĢtirilmesi, küçük hacimli olsa bile, yeni ceza mevzuatı kararnamelerinin kabul edilmesi ve geçici eski mevzuat kararnameleri için gerekli değiĢim ve ekler yapmayı talep ediyordu. Azerbaycan‟da ceza mevzuatının geliĢmesinin baĢlıca yönleri, o dönemin Ģartlarıyla belirlenmiĢti. Ceza hukuku ile ilgili mevzuat kararnameleri, genellikle, anarĢi unsurlarına ve milli zemindeki düĢmanlığın her türlü belirtilerine (27 Ocak 1919 tarihli hükûmet kararı) ve görevli kiĢilerin yetkilerini kendi çıkarı için kullanma hallerine karĢı mücadeleye (rüĢvete göre cezanın sertleĢtirilmesi hususunda 29 Eylül 1919 tarihli kanun), vatandaĢların siyasi hak ve özgürlüklerinin, Ģahsının ve emlakinin güvencesinin teminine yönelmiĢti. Buna göre de, suç-hukuk kararnameleri, genellikle, ceza hukukunun özel kısmına ait konulara-eski kanunlar ile öngörülmüĢ suçlara göre sorumluluk belirleyen normların değiĢtirilmiĢ siyasi yapının ve o dönemin talepleriyle, dönemin Azerbaycan‟ın gerçekliğine adapte edilmesi veya yeni suç eylemlerini belirleyen normların belirlenmesi ile ilgili idi. Milli mücadele sonucu kazanılmıĢ baĢarıların (bağımsız demokratik devlet yapısının esaslarının, o cümleden mahkeme egemenliğinin serbestliği) muhafazası ile ilgili mevzuat kararnameleri de kabul edilmiĢti. “Ayaklanma halinde sorumluluğun belirlenmesi hususunda, bu gibi karıĢıklığı ve adalet sorgulamasını etkilemek hakkında bazı kararların degiĢtirilmesi üzerine” 13 Ekim 1919 tarihli Kanun ile Cinayet Kanunnamesi‟nin üçüncü bölümünde değiĢiklik yapılmıĢtı. Kanun, ayaklanma ve ona hazırlık yapmaya, Parlamento‟nun faaliyetine engel olmaya ve diğer suçlara göre sorumluluğu artırıyordu. Siyasi hak ve özgürlüklerin suç-hukuk aracılığıyla sağlanması hususunda da uygun kararnameler kabul edilmiĢti. Azerbaycan Parlamentosu tarafından 21 Temmuz 1919 tarihinde kabul edilmiĢ olan “Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Temsilciler Meclisi‟ne seçimler hakkında Tüzük” ile vatandaĢların siyasi haklarından birisi olan seçim hakkının ceza-hukuk açısından muhafazasına yönelik ölçüler belirlenmiĢti. Basın özgürlüğünün gerçek teminini hukuki açıdan belirleyen ve 30 Ekim 1919 tarihinde Azerbaycan Parlamentosu tarafından kabul edilen “Basın hakkında Tüzük”, onun ceza hukuku muhafazasını da belirlemiĢti. Örneğin, adı geçen tüzükte genellikle, basın hiçbir egemenlik makamının yasa dıĢı eylemlerinin kurbanı olamazdı ve sadece geçerli olan ceza mevzuatı ile öngörülmüĢ suçlar iĢlendiği halde, mahkeme yolu ile sorumlu tutulabilirdi (2. madde). Tüzüğün II. kısmı Cinayet Kanunnamesi‟ni belirleyen yeni ölçüleri de içeriyordu. Aslında sadece devlete yönelik ve devletin esas kanunlarına karĢı basın aracılığıyla eylem yapan kiĢilerin suç iĢlemiĢ olduğu teklif ediliyordu. Bununla ilgili olarak M. E Resulzade, “Milletin her partisinin kendisine uygun örgüt ve gazetesi var. Bu gazeteler, çoğunlukla hükûmeti eleĢtirme ile

239

uğraĢtıkları halde, onlara karĢı büyük sabır gösterildi”, diye yazıyordu.36 AHC Parlamentosu tarafından kabul edilen af hakkındaki kanunlar, ceza mevzuatında humanizm prensibinin göstergesi olmuĢtur.

1 Huseyn Baykara. Azerbaycan Ġstiglal Mubarizesi Tarihi, Azernesr, Baki. 1992. s. 249-250. 2 Halg Gezeti, 7 Kasım 1991. No: 219. 3 Konu ile ilgili araĢtırmalardan tarafımızdan yazılan Ģu kitaplara bknz: Demirli M., Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin Ali Devlet Hakimiyyeti Organlari: Teskili ve Faaliyetinin Hugugi Esaslari, Bakû 1996; Damirli M., Organizatsiya gosudarstvennoy vlasti v Azerbaydjane (1918-1920 gg), Odessa 1998. 4 Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet ArĢivi (ACDA), fon 894, kasa 1, dosya 56, varak 5. 5 Svyatocovski T., “Rus Azerbaycani 1905-1920: Müselman Cemiyyeti Ġçerisinde Millet Yaranisi”, Azerbaycan Dergisi, 1989, No: 11, s. 199. 6 Agamaliyeva, N. Hudiyev R., Azerbaydjanskaya Respublika. Stranitsi politiceskoy istorii. 1918-1920 gg. Bakû 1994, s. 12. 7 Balayev A. Azerbaydjanskoye natsionalno-osvoboditelnoye dvijeniye 1917-1920 gg. Bakû. 1990, s. 25. 8 Svyatocovski T,. a.g.y., s. 129. 9 ACDA, fon 970, kasa 1, dosya 1, varak 46-47. 10

“Ġstiklal Beyannamesi”, o dönemin belgelerinde “Azerbaycan Ġstiklalini Mubeyyin

Akdname”, muhaceret edebiyatında “Milli And”, “Misak-i milli” adı ile geçmektedir. 11

Sobraniye uzakoneniyi i rasporyajeniy Azerbaydjanskoy Respubliki, No: 1, Bakû

ot 15 noyabrya 1919 goda, S. 1. 12

Svyatocovski T., a.g.y., s. 130.

13

Ġstiklal Gazetesi, 28 Mayıs 1933 yılı.

14

Azerbaydjan Gazetesi, 28 Mayıs 1919 yılı, No: 110.

15

Azerbaydjan Gazetesi, 28 Mayis 1919 yılı, No: 110.

16

O dönemin belgelerinde Parlamento “Parlaman”, “Meclis-i Mebusan” olarak da geçer.

17

Azerbaydjan Gazetesi, 9 Aralık 1919 yılı, No: 60.

18

ACDA, fon 895s, kasa 1, dosya 13, varak 48, 56-57, 66.

19

Azerbaydjan Gazetesi, 30 Ocak 1919 yılı, No: 21.

240

20

Aynı Gazete, 25 Haziran 1919 yılı, No: 130.

21

Azerbaydjan Gazetesi, 26 Ocak 1919 yılı, No: 19.

22

Hrestomatiya po istorii gosudarstva i prava zarubejnih stran. Pod red.

Cernilovskogo. Moskva. 1994. s. 345. 23

Azerbaydjan Gazetesi, 16 Nisan 1919 yılı.

24

Resulzade M. E. Esrimizin Siyavusu, ÇağdaĢ Azerbaycan Edebiyatı. ÇağdaĢ

Azerbaycan Tarihi. Bakû, Gençlik. 1990. s. 41. 25

Azerbaydjan Gazetesi. 7 Ekim 1918 yılı, No: 5.

26

ACDA, fon 24, kasa 1, dosya 6, varak 34.

27

Azerbaydjan Gazetesi, 13 Aralik 1918 yılı.

28

ACDA, fon 895, kasa 3, dosya 306, varak 2-6.

29

ACDA, fon 895, kasa, dosya 312, varak 2-5.

30

Bununla ilgili olarak bknz: Demirli M. Azerbaycan Halg Cumhuriyetinde mülkiyet

münasebetlerinin hususi tenzinlenmesi//Hugugi devlet ve ganun, 1991, No: 9 s. 50-52. 31

Resulzade M. E., a.g.e., s 42.

32

ACDC, fon 2814, kasa 1, dosya 28, varak 42-43.

33

ACDA, fon 51, kasa 2, dosya 196, varak 44.

34

ACDA, fon 51, kasa 2, dosya 196, varak 45.

35

Bunun üzerine bknz: Demirli M., Emek Hugugunun temini sahesinde AHC‟nin

ganunvericilik tedbirleri, Hugugi Dovlet ve Ganun, 2000, No: 3, s. 32-34. 36

Resulzade M. E., a.g.e., s. 41

YayımlanmamıĢ Kaynaklar Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet ArĢivi (ACDA): Fon 24, kasa 1, dosya 6. Fon 51, kasa 2, dosya 196. Fon 894, kasa 1, dosya 56. Fon 895, kasa 1, dosya13; kasa 3, dosya 306, dosya 312. Fon 970, kasa 1, dosya 1. Fon 2814, kasa 1, dosya 28. Süreli Yayınlar

241

Azerbaydjan Gazetesi: 7 Ekim 1918 yılı, No: 5. 26 Ocak 1919 yılı, No: 19. 30 Ocak 1919 yılı, No: 21. 9 Aralık 1919 yılı, No: 60. 28 Mayıs 1919 yılı, No: 110. Halg gezeti, 7 Kasım 1991. No: 219. Ġstiklal gazetesi, 28 Mayıs 1933 yılı. YayımlanmıĢ Kaynaklar Sobraniye uzakoneniy i rasporyajeniy Azerbaydjanskoy Respubliki, No: 1 ot 15 noyabrya 1919 goda, Bakü, 1919. AraĢtırmalar Agamaliyeve, N. Hudiyev, R. Azerbaydjanskaya Respublika, Stranitsi Politiceskoy Ġstorii, 1918-1920 gg. Bakü, 1994. Balayev A. Azerbaydjanskoye Natsionalno-Osvoboditelnoye Dvijeniye, 1917-1920 gg. Bakü, 1990. Baykara H., Azerbaycan Ġstiklal Müçadilesi Tarihi, Ġstanbul, 1975. Huseyn Baykara. Azerbaycan Ġstiglal Mubarizesi Tarihi, Bakü, Azernesr. 1992. Caferoğlu A., Kafkasya Türkleri, Ankara 1976. Cemenzeminli Y. V. Biz Kimik ve Ne ĠĢteyiruk?, Bakü, 1919. Demirli M., Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin Ali Devlet Hakimiyyeti Organları: Teskili ve Faaliyetinin Hugugi Esaslari, Bakü, 1996. Demirli

M.,

Azerbaycan

Halg

Cumhuriyetinde

Mulkiyet

Munasebetlerinin

Hususi

Tenzinlenmesi//Hugugi Devlet ve Ganun, 1991, No: 9 s. 50-52. Demirli M., Azerbaycan Hugug Tarihi, Ders vesaiti. Bakû, 1999. Demirli M., Emek Hugugunun Temini Sahesinde AHC-nin Ganunvericilik Tedbirleri/Hugugi Dovlet ve Ganun, 2000, No: 3. Demirli M., Organizatsiya Gosudarstvennoy Vlasti v Azerbaydjane (1918-1920 gg), Odessa, 1998. Demirli M., A., Aleskerli A. R. Azerbaycan Hugug Tarihi: Cinayet Hugugu. Bakü, 1999. Hacibeyli C., Ġlk Müslüman Respublikasi Azerbaycan, Paris, 1919.

242

Keykurun N. Azerbaycan Ġstiklal Müçadilesi Hatiralari, Ġstanbul, 1964. Mehmetzade M. B., Milli Azerbaycan Hareketi, Ankara, 1991. Resulzade M., E Azerbaycan Cumhuriyyeti, Bakü, 1990. Resulzade M., E Azerbaycan Cumhuriyyeti Hagginda Be‟zi Geydler, Ġstiglal Gazeti 28 May 1933. Resulzade M., E. Azerbaycan‟ın Teskilinde Musavat, Bakü, 1920. Resulzade M., E. Esrimizin Siyavusu, Cagdas Azerbaycan Edebiyatı. Cagdas Azerbaycan Tarihi, Bakü, Genclik, 1990. Sunbul T. Azerbaycan Dosyasi, Ankara, 1990. Svyatocovski T., Rus Azerbaycani 1905-1920: Muselman Cemiyyeti Ġcerisinde Millet Yaranisi, Azerbaycan Dergisi, 1989, No: 11. Topcubasov

A.,

M.,

Azerbaycan‟ın

Tesekkulu,

Ġstanbul,

1918,

Azerbaycan

Elmlar

Akademiyasinin Hebarlari, Tarix, Falsafa ve Hugug Seriyasi, 1990, No: 3. Vekilov R., “Azerbaycan Respublikasinin Yaranma Tarihi”, Azerbaycan gazetesi, 28 May 1919cu il;. Ziyadhanov A., Azerbaycan, Bakü, 1919.

243

Azerbaycan Türklerinin Ġstiklâl Mücadelesi Önderi Ebulfez Elçibey / Prof. Dr. Kâmil Veli Nerimanoğlu [s.157-161] Avrasya AraĢtırmaları Merkezi BaĢkanı /Azerbaycan Yazıma Musavat Partisi BaĢkanı Ġsa Kamber‟in Elçibey‟in vefatından tahminen üç yıl önce gazeteci-yazar Elçin Hüseyinbeyli ile söyleĢisinden bir alıntı ile baĢlamak istiyorum. “E. H:

Peki

(Azerbaycan‟da-K.V.N.) bireysel olarak kendini kanıtlamıĢ siyasi güç, siyasi Ģahsiyet kimdir? I. K: XXI. yüzyılda siyasetçi olarak mutlak surette belirtilmesi gereken kiĢiler tabii ki, yüzyılın baĢında M. E. Resulzade, yüzyılın sonunda ise E. Elçibey‟dir. Resulzade‟nin çevresinde çok değerli insanlar bulunmuĢ ve onların her birinin tarihimizde büyük hizmetleri olmuĢtur. Aynı zamanda Elçibey‟in dava arkadaĢları arasında dikkate layık insanlar az değildir, yani tarih onların da değerini verecektir. Yüzyılın sembolü olarak bu iki Ģahsiyetin adı tarihte kalacaktır”. (Araz Dergisi, Stockholm, 1997, No: 1/2). Üç yıl sonra amansız tarih bu büyük gerçeği acı bir ölümle bir daha ortaya koydu. Türk dünyası, dünya demokratik düĢüncesi XX. yüzyılın büyük ideologlarından birinin, Azerbaycan milli-bağımsızlık harekatı liderinin, Azerbaycan Halk Cephesi‟nin değiĢmez önderinin, bağımsız, demokratik Azerbaycan‟ın ilk meĢru CumhurbaĢkanının, fikir ve düĢünce adamının ölümünü halkın milli matem günü, dünya demokrasisinin hüzün günü olduğunu belirgin bir gerçeğe çevirdi. Ölüm hayatın kapısını kapatabilir. Fakat fikrin, ideolojinin, düĢünce sisteminin kapısını kapatamaz. Burada oturan herkese bellidir ki, Elçibey‟in mütevazı ve alçakgönüllülükten yoğrulmuĢ Ģahsiyeti Elçibeycilik kavramına, Elçibey mektebi anlayıĢlarına karĢı olmuĢtur. Mehmetemincilik, Atatürkçülük, Hiyabanicilik ideolojisinin öne çıkması, bu ideologların ekollerinin yaranması için uzun bir mücadele yolu geçen Ebulfez Elçibey, birĢeylerin temelini koyduğunu, hangi fikir ve ideolojinin yaratıcısı olduğunu bir defa bile olsun iddialı Ģekilde dile getirmemiĢtir. Ġnsanlar kaba güç, zor ve servetle yönetilemez. Milli-bağımsızlık harekatını ve milli devlet maneviyatını yalnız ve yalnız Elçibey‟in gücü, saf ideoloji ve temennasız Ģahsiyet fikri yönetebilir. Elçibey‟in çile dolu Ģerefli hayatı, zengin, dolgun, orijinal bilimsel dünya görüĢü ve en baĢlıcası yaratıcı dehası Elçibey ideolojisinin özünü oluĢturuyor. Büyük liderler, büyük inam, iman, yol yaratan insanlardır. Karizmatik lider olmak, halkın kalbinde maneviyat tohumu serpip, onun ürününü alsa da, almasa da bu ürünün alınacağına-halkı kurtaracağına inanmak ve bu gerçeği lideri olduğu topluma, millete inandırmaktır. Elçibey‟in dünyaya bakıĢ açısını üç kelime ile ifade edebiliriz: Nasyonalizm, İdealizm, Realizm. Ġlk bakıĢta paradoksal gözükse de, bu sözler büyük insanın tefekkür tarzı için esas kriterlerdir.

244

Elçibey ideolojisinin kaynakları, aĢamaları ve içeriği ayrı ayrılıkta büyük araĢtırma konusudur. Bunlara kısaca da olsa değinelim: Öncelikle Ģunu belirtmek gerekir ki, Elçibey ideolojisinin kaynağı Türk düĢünce tarihi, Ġslâm felsefesi ve bakıĢ açısı, Batı felsefesi ve liberal-demokrat düĢüncesi, Doğu-Batı milliyetçilik tarihi, çağdaĢ dünyanın manevi değerleri olmuĢtur. Elçibey‟i tanıyan herkes onun resmi toplantılarda, daha çok dost ve aile sohbetlerinde eski Türk, Doğu tarihi, ġaman inanç sistemi, Kuran‟dan orijinalinden)

(bizzat

hadislerden, sünnetden, Sufizmden, Fransız devriminin mahiyetinden, tarih

felsefesinden, eski ve çağdaĢ edebiyattan, dil ve milli zihniyetten, ideolojik sistemler tarihinden, dünya stratejisinden, beĢeriyenin demokrasi mücadelesinden… yaptığı sohbetlerin Ģahidi olmuĢtur. Ne yazık ki, o sohbetlerin binde biri bile kaleme alınmamıĢtır. Kaleme alınanlardan ancak bir damlasını Adalet Bey‟in hazırladığı “Elçibey‟le 13 Saat Yüzyüze” kitabında bulunmaktadır. Kaynakların bu büyük tarihi-manevi çerçevesini biraz sınırlamıĢ olursak, Elçibey ideolojisinin baĢlıca temeli ve selefi Azerbaycan milli-demokratik düĢünce olduğunu görürüz. Bu düĢünce ekolü M. F. Ahundov‟dan baĢlıyor. H. B. Zerdabi, N. B. Vezirov, M. Kazim Bey, Mirze Celil, Sabir, Üzeyir Hacibey, Alibey Hüseyinzade, Ahmet Ağaoğlu, M. E. Resulzade, M. TopçubaĢı bu büyük okulun devamcıları olmuĢlar. Milli kimlik ve milli özüne dönüĢü, demokratizm ideolojisini bu Ģahsiyetlerin eserlerinden, ortaya koydukları fikirlerden bağımsız düĢünmek mümkün değildir.

(“Azerbaycan

aydınları”) Doğu‟daki ilk cumhuriyetin mimarı M. E. Resulzade‟nin ve onun silah arkadaĢlarının ideolojik sistemi Elçibey dünya görüĢü sisteminin baĢlıca temeli, fikir babasıdır. 1988 yılı meydan harekatının ilk günlerinde kitle heyecanının duygu ve heyecan dalgalarının milli mücadeleye, düĢünce mücadelesine çevrilmesinde Elçibey‟in söylediği bir fikir belirleyici rol oynadı: “Bizim yolumuz Mehmet Emin Resulzade ve Atatürk yoludur!” Bu cümleyle tarihi belleğin büyük bir konsepti tam açıklığı ile ortaya konuldu. Gerçekten de sömürgecilik ve yarı sömürgeciliğe ve ideolojik yapısının Marksizm-Leninizm olduğu totalitarizme karĢı koymayı baĢarmıĢ ideoloji Müsavatçılık ve Atatürkçülüktü. Müsavatçılığı Azerbaycan halkının tarihi manevi ihtiyacının doğalzaruri ifadesi gibi kavrayıp araĢtıran ve yorumlayan Elçibey Müsavatçılık doktrininin teorik ve pratik zeminini çok derinden açıklıyor. M. E. Resulzade “Azerbaycan TeĢekkülünde Müsavat” (1920) eserinde yazıyordu: “Bundan sonra bağımsız ve milli Azerbaycan‟ın Ģevki tarihle idareye memur olacak fırkanın adı “Müsavat” olmayabilir, fakat o fırkanın “Müsavatçı” olması Ģarttır. ünkü Müsavatçılık belirttiğimiz gibi

1)

Milliyetçilik, 2) Türkçülük, 3) Vatancılık, 4) Azerbaycancılık, 5) Milli Devletçilik, 6) Ġstiklalcilik, 7) Cumhuriyetçilik demektir”. Bu sözler tarihen olduğu gibi bugün de canlıdır. Mehmet Emin‟in geniĢ çaplı teorik-ideolojik sisteminin yeniden klasik üçlüde yuvarlak hale getirilmesi mefkure hedefinin sembolleĢtirilmesi bakımından gerekiyordu. Özellikle birbirine yakın olan ideolojik düzeylerin birleĢtirilmesi ideolojik isabetlilik bakımından seçilmiĢtir. Ġçeriği değiĢmeyen ilkeler

245

zaman zaman değiĢebiliyor, Müsavatçılık çağdaĢlaĢıyor. Örnek olarak tanınmıĢ ideologlarımızdan H. Ġbrahimli‟nin, N. Nesibli‟nin “Bütöv Azerbaycan” kitabına yazdığı önsözden bir noktaya değinerek fikrimizi devam ettirelim: “Müsavatçılıkta milli bütünlük, Vahit Azerbaycan düĢüncesi yenidir. 80‟li yıllardan baĢlayarak Azerbaycan siyasal düĢüncesinde (aslında dünya siyasal düĢüncesinde-K.V.N.) Vahit Azerbaycan fikri pekiĢmeye baĢladı. Bu fikrin siyasal düzeyde ortaya konulması Ebulfez Elçibey‟in adı ile bağlıdır”. Elçibey ideolojisinin en büyük seleflerinden biri olan Atatürk‟ün ilke ve inkılapları, Atatürk‟ün devlet felsefesi ve devlet tecrübesi idi. Ana hatları ile birbirine bağlı olan Atatürkçülük ve Mehmeteminciliğin temelinde Ziya Gökalp, Ġsmail Gaspıralı ve Ali Bey Hüseyinzade, Ahmet Bey Ağaoğlu düĢünceleri bulunduğu için bu görüĢler sisteminin altyapısı aynı idi. Fakat ayrı ayrı coğrafi, etnik-milli, tarihi-sosyolojik sınırlar bu milli ideolojilerin değiĢik özelliklerini de ortaya koymuĢtur. Elçibey bu fark ve benzerlikleri yapıcı Ģekilde yorumlayan, bu meseleye ideolojik açıklık kazandıran fikir adamı idi. Daha somut Ģekilde ifade edersek, Elçibey çağdaĢ Müsavatçılık ve Türk dünyasına yönelik Atatürkçülük ideoloji ekolünün temelini doktrin çapında ortaya koymuĢtur. Sovyetler Birliği‟nin dağılmasından sonra Marksizm-Leninizm dünya görüĢü çöktü. Yalnız ayrı ayrı Ģahıslarda ve sınırlı gruplarda ideolojiden ziyade nostaljik yaĢam tarzı olarak kalan eski dünya görüĢünün yerini yeraltı nehirleri gibi millet tefekkürünün hafızasında yaĢayan milli demokratik görüĢler sistemi almaya baĢladı. Acılı, sancılı geçen bu süreç bugün de sona ermiĢ değildir. Ana hatları değiĢmeyen Müsavatçılık dünya Ģartlarının, tarihin, güç dengelerinin yeni disiplinlere uygun olarak değiĢmesi ve modernleĢmesi ile orantılıydı. Bu ideolojik değiĢimin baĢında Elçibey duruyordu. Harekat yıllarında ve sonralar parti içi, parti dıĢı faaliyetlerde ideolojik düĢünceye büyük önem veren Elçibey, bu faaliyetlere bizzat önderlik yapmakla Ġsa Kamber, Nesib Nesibli, Cemil Hasanlı, Adalet Tahirzade, Aydın Balayev, Nesiman Yakublu, Fazil Gazenferoğlu, Arif Rahimoğlu, Neriman Kasımzade, Hikmet Hacızade, Arif Acalov, Niyazi Mehdi gibi yeni ideologlar kuĢağının yetiĢmesinde büyük hizmeti olmuĢtur. DeğiĢen politik dengeler ve küreselleĢen dünya XX. yüzyılın sonunda Elçibeyciliği zorunlu hale getirmiĢtir. Bu zorunlu süreç 1993 yılındaki darbeden ne kadar etkilense de, toplumda bir ideoloji yozlaĢması yaĢansa da, bir Ģahıs üzerinde odaklanmıĢ yalan ve dayanaktan yoksun sistem kurma giriĢimlerinde bulunulduysa da, tüm bunlar tarihin gereksiz eĢyalar deposuna bırakıldı. Mehmet Emin Resulzade‟ye, onun ideolojisine dayalı siyasi örgütlere, Ģahsen Elçibey‟e, Ġsa Kamber‟e, diğer siyaset önde gelenlerine karĢı ne kadar büyük baskılar olsa da, bu giriĢimler acı gülüĢün hedefi oldu. Son 7-8 yılda yayınlanmıĢ süslü-püslü kalın kitaplar fiyaskodan baĢka bir Ģey olmadı. Yalan ayak aldı, ancak yürüyemedi. Gerek içten devlet çapında baskılar, Ģovlar, kampanyalar, otoriter ahlaka dayalı ağır baskılar, suçlamalar, gerekse dıĢarıdan Rusya-Ġran kaynaklı ideolojik sabotajlar Mehmetemincilik, Elçibeycilik öğretisini çökertemedi. Aksine, onun karĢısında fiilen teslim oldu. Polis gücü ve yolsuzluk serveti ile tarih denemesinden çıkmıĢ ideolojiler susturulamaz.

246

Müsavatçılığın 3 temel dayanağı-Türkçülük, ağdaĢlık ve Ġslâm, Elçibey‟le Ali Bey Hüseyinzade, Ziya Gökalp ve Mehmet Emin arasında en büyük manevi-siyasi ideolojik köprüdür. Bu üç kelimede binlerce kitabın, araĢtırmanın mayası, cevheri var. Bağımsız, demokratik Azerbaycan bayrağında üç renk bulunuyor: mavi, kırmızı ve yeĢil. Bu renklerin sembolleĢtirdiği Türkçülük, ağdaĢlık, Ġslâm zaman zaman dünyaya gelmiĢ, tarihin ağır sınavlarından çıkmıĢ derin anlamlı bir sembolü, devlet ideolojisidir. Ali Bey Hüseyinzade bu sembolü yarattı. Ziya Gökalp onun siyasi anlamını, kültür kökünü derinleĢtirdi. M. E. Resulzade bu sembolü devlet simgesinden bayrağa çevirdi. Elçibey bu sembolün felsefi-tarihi mahiyetini derinleĢtirdi ve ikinci-sonuncu defa devlet sembolünü devlet ideolojisi haline getirdi. Elçibey‟in mefkure davasında Türkçülük ayrıca bir önem taĢımaktadır. GeniĢ teferruata varmadan Elçibey‟in kendi sözlerine göz atalım: “Mefkuresi, maneviyatı, ahlakı bin yıllar boyunca bu toprakta teĢekkül eden Türk etnosu bu ideolojinin de kurucusudur. Evet, bütün ideoloji arayıĢımızın ve düĢünce çatıĢmalarımızın çıkıĢ noktası bu özül üzerine kurulmalıdır”. Türkçülüğü bir bütün olarak kabul eden ve onu teorik-pratik sistem haline getiren Elçibey, Türk milli kimliği, Türk kültür birliği, Türk dünyası, ortak alfabe, ortak edebi dil, ortak derslik vs. gibi önemli konuları siyasi-ideolojik, bilimseltarihi boyutları ile araĢtıran, ortaya belli baĢlı kriterler koyan fikir adamı olarak kabul edilmiĢ ekoldür. Tarihi-felsefi metotla Türk tarihinin öğrenilmesi, Avrupa-Rus bakıĢ açısından değil, Türkün kendi bakıĢ açısından bu tarihin yazılması Elçibey ideolojik konseptinde önemli yer tutuyor. Elçibey diyor: “Türk dünyasının entelektüel gücü bugün bu iĢin gerçekleĢtirilmesine yetiyor, ancak Türk devletlerinin ortak kültür politikası da olmalıdır. Ortak Türk kültürü, ortak Türk edebiyatı ve ortak Türk dilinin oluĢturulması, bu kültür politikasının bir parçası olmalıdır”. Ġdeolojide sık sık bilinçli veya bilinçsiz olarak karıĢtırılan Azerbaycancılık ve Türkçülük anlayıĢları konusunda en doğru yorumu Elçibey getirmiĢtir. Azerbaycan‟a Ģimdiki iktidardan gelen Azerbaycancılık anlayıĢı ve ondan doğan Azerbaycan dili, Azerbaycan milleti vs. kavramlar komünist milliyetçilik düĢüncesinin bir ürünüdür. Halbuki, Mehmet Emin yazıyordu: “Yalnız „Türk‟ kelimesi değil, „Azerbaycan‟ adı da kazanılmalıdır.” Ġlerici bir görüĢ olarak söylenen bu fikir “BirleĢik Azerbaycan” anlayıĢı için, Vatan ve Devlet kavramı için zorunludur. Fakat Azerbaycancılığın Türkçülüğe karĢı konulması, coğrafya ile milletin ve onların değerlerinin karıĢtırılması, ideolojik eksiklik ve ayrımcılık siyasetinden baĢka bir Ģey değildir. Elçibey‟in düĢüncesi Ģöyledir:

“Azerbaycancılık da devletçilik ilkesi açısından belirli yere kadar

faydalıdır, ancak milli çıkarlara zararlıdır ve bu zararın altından daha sonra çıkılmayabilinir”. Azerbaycan Türklerin ve Türk olmayan etnosların vatanıdır. Azerbaycan‟daki vatandaĢ hakları ve eĢitlik ilkesi anayasada belirlenmiĢtir. Fakat Azerbaycan ortak Türk medeniyetinin ve maneviyatının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu anlamda Azerbaycancılık Türkçülüğün bir parçasıdır ve birbirleri ile karıĢtırılamazlar.

247

Azerbaycan‟da Türk olmayanların etnik mensubiyetlerinin

(dil, kültür…)

korunması için de

anayasal güvencelerin de bulunması doğaldır. Elçibey döneminde Milli Meclis‟te etnik azınlıkların kültürel haklarının korunması ve geliĢimi hakkında kabul ettiği karar bu ideolojik düĢüncedeki demokratizmi ortaya koymaktadır. Elçibey iktidarı döneminde Latin alfabesi ile yayınlanmıĢ 100‟e kadar derslik, “Soyadı”, “Devlet Dilinin Adı” vs. kanunlar, kararlar kısa dönem zarfında devletin kabul ettiği milli ideolojik programın pratik kısmıdır. Maalesef bu ideolojik istikamet 1993 Haziranı‟ndan sonra çıkmaza girdi ve yarıda kaldı. ağdaĢlık veya demokrasi Müsavatçılığın temel dayanaklarından biri olarak Elçibey‟in görüĢlerinde önemli yere sahiptir. Elçibey‟in kendi sözlerine göz atalım: “Bizde diyorlar ki, demokrasi önemli değil. Ama son zamanlar demokrasiye ait bir çok makaleler, kitaplar yazılıyor, hatta Azerbaycan‟da liberal demokrasi uğrunda mücadele sürüyor. AHCP‟de, Musavat Partisi‟nde olan liberal demokratlar istiyorlar ki, bu partilerin programlarını değiĢtirerek liberal demokrasi zemininde kursunlar. Demek ki, çağdaĢ değerlerin de taraftarları ve uzmanları yetiĢmektedir. Hatta milliyetçiler de farkına varmadan liberal-demokratlık

yapıyorlar.

Mesela geçenlerde Avrupa‟nın liberal

demokratları bizimle görüĢtüler, onlar ancak liberal-demokratlarla iĢbirliği yapmak istiyorlar. Ben onlara söyledim ki, biz milliyetçi, milli demokratlarız. Ancak programımızı okuduktan sonra gördüler ki, biz de halkın bağımsızlığını, insanların hürriyetini, Azerbaycan‟da yaĢayan azınlıkların haklarını temin etmeye çalıĢıyoruz. Dediler ki, bunlar liberal değerlerdir ve siz liberal değerleri benimsemiĢ milliyetçilersiniz. Buna hiç bir itirazımız olmadı. Yani biz çağdaĢ değerleri kabul ediyoruz, çünkü çağdaĢlık bizim Musavatçılığın esas ilkelerinden biridir”. Elçibey, çağdaĢlıkla milli, dini değerlerin içiçe, organik bağlılığını bir kültür tezahürü, toplum düĢüncesi, insan düĢüncesi gibi kabul edilmesi yönünde çok ciddi açıklamalar yapmıĢ, bu sentezi tarihi delillerle yorumlamıĢtır. O, Japon medeniyetinde ve dünya görüĢünde milli değerle çağdaĢ değerin diyalektik iliĢkisini sık sık örnek gösteriyordu. Elçibey‟in Kuran‟a, eski Türk demokratizmine büyük önem vermesi, eski Yunan, Avrupa, Amerika demokrasisi ile Doğu demokrasisini bir araya getirmesi onun ideolojik sisteminin esas halkalarından biridir. Ġngiltere‟nin eski BaĢbakanı M. Thatcher‟in “Büyük Demokrat Ebülfez Elçibey” demesi çok ciddi gerçeklerin anahtarıdır. Demokrasi bakımından Elçibey‟in Mehmet Emin siyasi ekolüne ve Atatürk‟e yaklaĢımı, bilimsel-teorik, tarihi-deneysel açıklamaları üzerinde ayrıca durulması gereken önemli konulardır ve ileri zamanlarda araĢtırılacaktır. Bilindiği gibi, Türkiye‟deki demokratik devlet geleneği ile Azerbaycan‟daki demokratik devlet geleneği aynı değildir. Evrim, demokratik reformlar, devrimci reformlar, dogmatik yönetim metodları, tekpartilik ve çokpartilik, medya plüralizmi ve otoriter medya gelenekleri gibi meseleler ideoloji tarihinin Azerbaycan‟da ve Türkiye‟deki tezahürüdür. Elçibey bütün bunların öğrenilmesi için ipuçları, konsept vermiĢ ve gençlik için büyük ideolojik platform yaratmıĢtır.

248

Müsavatçılığın üçüncü ilkesi Ġslami değerlerdir. Azerbaycan Cumhuriyeti yüzyılın baĢlarında dünyevi (laik) devlet olduğu gibi, yüzyılın sonunda da dünyevi devlet oldu. Azerbaycan demokrat aydınların beyinlere serptiği tohumların ancak böyle ürün vermeleri beklenirdi. Din ve devlet iĢlerinin ayrılması cumhuriyet kuruculuğunun temel ilkelerinden biri olan laik hukuk sisteminin temelidir. ağdaĢ sivil devlet bu ilkeler dıĢında tasavvur edilemez. Önce Mehmet Emin‟in, beĢ yıl sonra Mustafa Kemal‟in Doğu‟da yarattıkları iki demokratik Türk Cumhuriyeti, Türk devlet tarihinin çağdaĢ döneminin baĢlangıcıdır. “Hukuk-halkın iradesidir”. Devlet felsefesi ateist devletlerde materyalist, spiritüal-milletçi, Marksist-proleter mahiyette olan metafizik temele oturtulmuĢtur. Halbuki, dünyevilik insanın ve vatandaĢa değil devlete özgüdür. Elçibey‟in bakıĢlar sisteminde din, Ġslâm dünya görüĢü devletin hukuk sisteminde, onun üç ana fonksiyonunda (yürütme, yargı, yasama) değil, kültür komponenti gibi devletin felsefesinde kendi yerini almaktadır. Aynı zamanda Anayasal bir hak olarak herkesin din seçme, dine tapma özgürlüğü vardır. Bu bir vicdan özgürlüğü ve manevi değer faktörüdür. Bu anlamda Elçibey insanlığın mit, din, bilim aĢamalarını geniĢ Ģekilde açıklıyor. Tarihi, siyasi, ideolojik bağlamda bu fenomenleri aydın bir mantıkla araĢtırıyor. (Bkz: “Bütöv Azerbaycan Yolunda”, s. 15-143) Elçibey, Ġslâmi dünya görüĢü ile demokratik, çağdaĢ ve Türkçü bakıĢ açılarının organik bağımlılığının yanı sıra bunların bilimsel-mantıki iliĢkisine de özel önem veriyordu. Elçibey, konuĢmalarının birinde Ģöyle diyor: “Gerçekten de Ġslâm ilmi, yani Ġslâm‟daki bilim ve bilgi zafer çalmıĢtır. Mantığın, felsefenin, tarih bilimciliğin geliĢimi göz önündedir. Demek ki, Ġslâm, kapısını ilime sonuna kadar açık bırakmıĢtır… Ġslâm‟ın kapısı ilme açık olduğu kadar demokrasiye de açıktır. ünkü ilim demokrasinin ana hatlarından biridir. Ġlim toplumu ileri götüren, onu her zaman terakkiye çeken bir güçtür. Bunun için Müsavatçılığın esasları incelikle açıklanmalı ve yanlıĢ fikirler bilimsel Ģekilde reddedilmelidir. Bu manevi değerler toplum hayatında kendine layık olan yeri aldığında Müsavat büyük zafer kazanabilecek ve ben eminim ki, bu böyle de olacak!” Bu sözlerin geniĢ tefsirine lüzum yoktur. Peygamberler Tanrı elçileridir. Onlar Allah kelamını ulaĢtırmak, haberdar etmek için gönderilmiĢlerdir. Bütün peygamberlerin mucizeleri olmuĢtur. Son peygamber olan Hz. Muhammed‟in (S.A.V.) mucizesi akıl ve mantık sisteminin mucizesidir. Elçibey Kuran‟ın mücerretliğini, çeliĢkisizliğini, derinliğini, demokratizmini özellikle yüksek değerlendiriyor. Cehalete, skolastliğe, hurafaya karĢı Ġslâm felsefesini, Ġslâm pragmatizmini, Kuran‟ın yüksek ahlaki değerlerini ortaya koyuyordu. Elçibey‟in tarikat felsefesine, özellikle de Sufizme, Hurufizme kendine özgü bakıĢları ve yorumları var. Yunus Emre hakkında yazdığı çok kıymetli makalede Mevlana, Nesimi, Hatai, Fuzuli… hakkında yazılarında, konuĢmalarında, Doğu bilimciliğine yönelik araĢtırmalarında Ebulfez Bey tarikatların yerli dinlerle ilgili kökeni, hümanizm ve hoĢgörü felsefesini geniĢ açıklamıĢtır. Elçibey‟in ġamanizm-Tanrıcılık dini, ZerdüĢtilik-AteĢperestlik dini hakkında görüĢleri de ciddi bilimsel ilginin yanı sıra ciddi ideolojik, bilimsel-tarihi anlam taĢıyor.

249

Bu yönde onun dava arkadaĢları Mirmahmud Miralioğlu, Neriman Kasımzade, Rafik Ġsmayılov ve diğerlerinin baĢkanlık ettiği, birlikte yürüttükleri iĢler, düĢünsel-fikri örgütlenme faaliyetleri ideolojik temelin pekiĢmesi için önem taĢımaktadır. Ġran adlanan devlette dinin aĢırı Ģekilde siyasileĢtirilmesi, dini tarikat bölücülüğünün toplum, millet bölücülüğüne dönüĢmesi Elçibey tarafından keskin Ģekilde eleĢtirilmiĢtir. Elçibey Türk Ġslâmı ile Arap ve Fars Ġslamı‟nın ayırt edilmesine önem veriyordu ve Türk Ġslâmı‟nın özellikleri üzerinde ayrıca duruyordu. Elçibey Türkçülüğe karĢı stratejik merkezlerde hazırlanmıĢ Pantürkizm, çağdaĢlaĢmaya karĢı beynelmilelcilik (enternasyonalizm), Ġslâmcılığa karĢı Panislâmizm “öğretisinin” içeriğini, bölücü rolünü defalarca açıklamıĢ ve aslında tüm faaliyeti boyunca bu bakıĢların özündeki niyetleri, zehirli tohumları ortaya çıkartmaya çalıĢmıĢ ve mücadelesini kazanmıĢtır. Elçibey‟in ideolojik sisteminin aĢamaları Ģöyle sıralanabilir: 1) Resmi ideolojiye karĢı muhalif faaliyeti ve bağımsızlık yolunda milli mücadele harekatı dönemi (1960-1989), 2) Azerbaycan Halk Cephesi Partisi ve BirleĢik Azerbaycan Birliği dönemi (1989-2000). Elçibey‟in ideolojik sisteminde bütöv Azerbaycan konsepti çok mühim bir yer kapsamaktadır ki, üzerinde ayrıca durulacak baĢlı baĢına bir konudur. Elçibey‟in bütöv Azerbaycan konsepti, istiklal ve mücadele düĢüncesi mücadele askerlerini örgütleyen ve hareket yönünü birleĢtiren büyük bir sistemdir. Bütünleşme, Milletleşme, Devletleşme yolunda enine ve boyuna örgütlenmeye büyük önem veren Elçibey “BirleĢik Azerbaycan Yolunda” kitabında kendi görüĢlerini sistemli bir Ģekilde açıklamaktadır. Bu program çağdaĢ Müsavatçılığın esaslarından biri olarak gerçekleĢtirilmiĢtir ki, bu da Elçibey ve arkadaĢlarıyla bağlantılıdır. … Elçibey dünyasını değiĢtirdi. Ölümün bir anlamı olarak yeniden doğdu. Böylece Elçibey mefkuresinin bütün dünyaya yayılacak ikinci dönemi de baĢlamıĢ oldu. Dünyanın bir çok yerinde, bilim ve araĢtırma merkezlerinde, akademik kurumlarda, üniversitelerde ve akademilerde “Elçibey Siyasal Sistemi” “Elçibey Döneminde Azerbaycan‟ın DıĢ Politikası”, “Elçibey‟in Kararverme Mekanizması”, “Elçibey ve Etnik Azınlıklar Meselesi”, “Elçibey Milliyetçiliği”, “Elçibey Demokratizmi”, “Elçibey‟in Bütöv Azerbaycan Doktrini” ve diğer konularda bilimsel çalıĢmalar yapılmaktadır. Elçibey‟in ideolojik sistemini araĢtıran onlarca eser yazılmaktadır. ABD‟de, Avrupa‟da, Japonya‟da, Türk cumhuriyetlerinde, Rusya‟daki Türk topluluklarında, Baltık ve Balkan ülkelerinde, Ġslâm ülkelerinde Elçibey kuramına ilgi gittikçe artmaktadır. Artık dünyada Elçibey hakkında basılmıĢ kitaplar, gazete ve dergi makaleleri, film ve ekran kroniği, internet kaynakları bir kütüphane oluĢturacak düzeye ulaĢmıĢ boyutlardadır. Bu kütüphane gün geçtikçe daha da zenginleĢmektedir. Elçibey konuĢmalarının birinde Ģöyle diyor: “Ben Azerbaycan Türklerine dünyanın bir kaç büyük Ģahsiyetini öğrenmeyi tavsiye ediyorum. Bunlardan birincisi bütün devirlerin dehası olan Muhammed

250

Peygamberdir

(S.A.V.). Onun yaĢamını, fikirlerini, hadislerini ve tümüyle o dönemi iyi bilmek

gerekiyor. Ġkincisi Farabi‟dir. Onun dini ve felsefi görüĢleriyle tanıĢmak ilmimiz için oldukça faydalı olur. Üçüncüsü ve dördüncüsü M. E. Resulzade ve Mustafa Kemal Atatürk‟tür ki, onları bir bütün olarak incelikle benimsemeyi her bir Azerbaycan aydını için gerekli, politikacılarımız için ise hayati zaruret sayıyorum. Yeni, çağdaĢ dünyanın kapılarını açmada onların bıraktığı miras yardımcımız olacaktır”. Bu tarihi sıralamada beĢinci Ģahıs kuĢkusuz ki, onurlu yaĢamı, pak inancı ve derin zekası, ölmez eserleri ve düĢünceleriyle, manevi evlatlarıyla, Azerbaycan‟ın geleceği olan siyasi ekolleriyle, büyük manevi selefleri ve umut verici halefleriyle E. Elçibey‟in kendisidir.

M. E. Resulzade, Azerbaycan TeĢekkülünde Müsavat, Bakı 1920. E. Elçibey, Bu Menim Taleyimdir, Bakı 1992. E. Elçibey, Deyirdim ki Bu QuruluĢ Dağılacağ, Bakı 1992. E. Elçibey, Bütöv Azerbaycan Yolunda, Ġstanbul 1998. E. Elçibey, Tulunoğulları Devleti, Ġstanbul 1997. E. Elçibey, Azadlığ ve Demokratiya, Ġstanbul 1992. K. V. Nerimanoğlu, Azerbaycan Türklerinin Azadlığ Elçisi, Ġstanbul 1992. K. V. Nerimanoğlu, Elçibey ÇağdaĢ Türkçülüğün Ġdeologudur, Tarih Derg. Eylül 2000, Ġstanbul. F. Gazenferoğlu, Ebülfez Elçibey: Tarihten Geleceğe, Ġstanbul 1995. O. Memmedov, Elçibeyle Birge Otuz Ġl, Ġstanbul 1999. A. Tahirzade, Elçi Bey, Bakı 1999. A. Tahirzade, Elçibeyle 13 Saat Üz-Üze, Bakı1999. Atatürkçü DüĢünce El Kitabı, Ankara 1996. T. Feyzioğlu, Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara 1996. M. E. Resulzade, Milli Tesanüd, Ankara 1978. E. Hüseyinbeyli‟nin Ġsa Kamber‟le söyleĢisi, Araz (dergi), Stokholm, 1997, No: 1 (2).

251

Azerbaycan'ın Bağımsızlık Sürecinde Azerbaycan Halk Cephesi'nin Yeri / Hakan CoĢkunaslan [s.162-166] Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü / Türkiye 1917 Ekim Devrimi ile kurulmuĢ olan Sovyetler Birliği‟nin kaderini, 1985 yılından itibaren iki sözcük değiĢtirmiĢti: “Glasnost” (açıklık), Perestroyka” (yeniden yapılanma). Mihail Gorbaçov‟un iktidara geçmesi ile ekonomik açıdan hantallaĢmıĢ olan SSCB‟nin çıkmazları göz önüne alınarak bir dizi reformlara giriĢildi. Gorbaçov‟dan önceki yönetimler için Komünist Partisi, baĢarısızlığın ifadesini göstermek amacıyla birer damga vurdu. Stalin, “diktatör”, KruĢçev, “voluntarist” idi. Brejnev dönemine ise “durgunluk” dönemi denildi.1 Gorbaçov gerçekte SSCB‟nin dağılmasından yana değildi. Brejnev döneminden beri süregelen durgunluğun giderilmesi için politik söylemler geliĢtirmiĢti. Ancak SSCB “ideolojik bir imparatorluk” olduğu kadar, içinde barındırdığı pek çok farklı millet için de bir “milletler hapishanesi” idi. Özellikle Stalin devrinden baĢlayarak izlenen milletler politikası, Rus olmayan halkların tüm haklarından yoksun bırakıldığı, ulusal kimliklerinin ve benliklerinin tamamen “SovyetleĢtirilmek” istendiği bir asimilasyon politikası hâlini almıĢtı. “Glasnost” ve “Perestroyka” sloganlarıyla durgunluğa son vermek isteyen Komünist Partisi (KP) bağlı cumhuriyetlerde yönetim değiĢikliğine gitmiĢtir. 1986 yılında Kazakistan KP‟nin baĢkanı Kazak asıllı Dinmuhammed Kunayev çeĢitli gerekçeler gösterilerek görevinden alınmıĢ, yerine Rus asıllı Gennadiy Kolbin atanmıĢtır. Gorbaçov‟un karĢılaĢtığı ilk büyük sorun olan 17-18 Aralık (Jeltoksan) olayları da bu yüzden çıkmıĢtır. Kunayev‟in idari görevlere Kazakları yerleĢtirmiĢ olmasından dolayı rahatsızlık duyan Moskova yönetimi, onu görevinden alarak Kazakları cezalandırma yoluna gitmek istemiĢti. Ancak Kazak Türkleri bu olaya çok Ģiddetli tepki göstermiĢler ve baĢkent Alma Ata dahil altı ayrı Ģehirde halkın katıldığı gösteriler düzenlenmiĢtir. Bu gösterilere bazı kaynaklara göre 300.000 kiĢi katılmıĢtır. Ruslara karĢı bir hareket hâlini alan gösteride “Kazakistan Kazaklarındır”, “Kolbin Rusya‟ya Dön” gibi sloganlar atılmıĢ, pankartlar taĢınmıĢtır. Bu büyük halk tepkisinden çekinen Moskova Kolbin‟in yerine Kazak asıllı Nursultan Nazarbayev‟i göreve getirmek zorunda kalmıĢtır.2 Sovyetler Birliği bu olayı dünyaya mümkün olduğu kadar duyurmamaya çalıĢmıĢtı. ünkü bu halk hareketinin diğer bölgelere örnek olması, yapılacak olan reformların hedefinden sapacağı anlamına gelmekteydi. Dünya kamuoyunda yeterince duyulmamıĢ olsa da (Polonya gibi, “Doğu Blokundaki” muhalif hareketler tarafından büyük destek görmüĢtü.) Kazakistan olayları aslında “Ġmparatorluk”un çöküĢünün habercisi idi ve Rus olmayan halklar için de esin kaynağı olmuĢtu. Glasnost ve Perestroyka ile beraber baĢta Ukrayna olmak üzere, Baltık cumhuriyetlerinde çeĢitli yazar ve aydınlar tarafından daha sonraları “Halk Cepheleri” olarak karĢımıza çıkan teĢkilatlar kurulmaya baĢlanmıĢtı. Daha çok kültürel konularda, faaliyet gösteren bu teĢkilatlar Azerbaycan ve Özbekistan‟da da kendilerini göstermiĢlerdi. Azerbaycan‟da Ebulfez Elçibey‟in baĢkanı olduğu Azerbaycan Halk Cephesi, Özbekistan‟da da Ģair Muhammed Salih‟in baĢkanlığında teĢkilatlanan

252

Birlik ve Erk hareketleri, hemen hemen diğer cumhuriyetlerdeki halk cepheleri ile aynı anda oluĢturulmuĢtu. Ukrayna Halk Hareketi (RUKH), Belorusya, Estonya gibi diğer Baltık cumhuriyetlerine de örnek olmuĢ, ayrıca gerek Özbekistan‟daki gerekse Azerbaycan‟daki demokrasiyi savunan halk hareketleri ile de dayanıĢmaya gitmiĢtir.3 Bu halk hareketlerinin temelini çok küçük öğrenci ve aydın grupları oluĢturmaktaydı. Gorbaçov‟un iktidara gelmesiyle esen serbestlik rüzgarları, insanları biraz daha cesaretle politik yaĢama sürüklemiĢti. Azerbaycan‟da da çoğunu aydınların ve üniversiteli gençlerin oluĢturduğu küçük teĢkilatlar oluĢmaktaydı. Bunlardan Bakü‟de, AzerneĢr binasında temeli atılan “enlibel” birliği, Bakü‟de üniversite öğrencileri tarafından oluĢturulan “Yurt” birliği, kültürel konularda faaliyet göstermekle birlikte aslında Azerbaycan‟da oluĢan ilk siyasal birimlerdi.4 Yeniden yapılanma döneminde Türk cumhuriyetleri ve Baltık cumhuriyetleri gibi Gürcistan ve Ermenistan‟da da bazı örgütlenmeler baĢ göstermeye baĢlamıĢtı. SSCB‟nin dağılma sürecine girmesini engellemek amacıyla Moskova kıĢkırtıcı faaliyetlere giriĢmeye baĢladı. Bunu da Ermenistan‟daki politik süreci, “Türk düĢmanlığı”nı yeniden canlandırarak, Azerbaycan‟daki siyasi geliĢmelerin önüne set çekmeye yöneltmekle baĢardı.5 Ermenistan‟da kurulmuĢ olan “Demokrasi ve Bağımsızlık” örgütünün Sovyetler tarafından sınırdıĢı edilen lideri Paruyr Hayrikyan 1989‟da Ģunları söylemiĢti “Moskova, Ermenileri, yüzyıllardır, bahçede oynarsanız Türkler gelir sizi yutar diye korkutuyordu. Oysa Ģimdi Ermenistan‟da bu oyunu farkeden güçler ortaya çıkmıĢtır. Bu ise Moskova‟yı çok rahatsız ediyor ve Türk tehlikesinin ne kadar ciddi olduğunu ispatlamak için de Karabağ olayını kullanıyor.”6 GeliĢmelerden rahatsızlık duyan Moskova, Karabağ Ermenilerini hızla örgütleyerek Türklere karĢı kıĢkırtmaya baĢladı. 1988 yılının sonbaharında Karabağ‟da eski Türk abidelerinin bulunduğu “Tophane” ormanı Ermeniler tarafından tahrip edildi. Olaylar Karabağ‟la sınırlı kalmamıĢ Azerbaycan‟ın diğer bölgelerine de yayılmıĢtı. Provakasyonun bir parçası olarak 26 ġubat tarihinde Sumgayıt Ģehrinde 26 Ermeni öldürüldü. Sadece SSCB‟de değil Ermeni lobisinin dünyadaki gücü sayesinde tüm dünyada Ermeniler “mazlum halk”, Azerbaycan Türkleri ise “katil halk” olarak gösterilmeye baĢlandı. 15 Kasım‟da Bakü Üniversitesi‟nin önünde, 16 Kasım‟da da Ġlimler Akademisi önünde olayları protesto etmek amacıyla gösteriler yapılmıĢtır. Ermenilerin Karabağ‟da yaptıkları katliamlara Moskova‟nın tepkisiz kalması Azerbaycan Türklerini harekete geçirmiĢ ve Bakü‟de Lenin (bağımsızlıktan sonraki adıyla Azatlık) meydanında 17 Kasım ile 5 Aralık tarihleri arasında devam eden ve 1 milyon kiĢinin katıldığı büyük bir gösteri düzenlenmiĢtir. Azerbaycan tarihinin dönüm noktalarından birisi olan bu gösteride bir isim öne çıkıyordu: Ebulfez Aliyev. KonuĢmalarla halkı yönlendiren, Rus kuvvetleri ile halkın çatıĢmasını engelleyerek, gösterinin katliama dönüĢmemesini sağlayan kiĢi idi Ebulfez Aliyev.7 Ebulfez Hoca

253

1938 yılında Azerbaycan‟ın (Nahcivan) Ordubad bölgesinin Keleki köyünde dünyaya gelmiĢtir. Ataları Tebriz yakınlarındaki Kükemer köyünden Nahcivan‟a gelip yerleĢmiĢlerdir. Babası II. Dünya SavaĢı‟nda Sovyet orduları safında hayatını kaybetmiĢ ve Ebulfez yetim olarak büyümüĢtür. Ġlginçtir ki SSCB‟nin dağılma devrinde milliyetçi hareketlerin baĢındaki aydınların pek çoğu, Ebulfez‟le aynı kaderi paylaĢan kiĢilerdir. Yani babaları veya yakın akrabaları II. Dünya SavaĢı‟nda ölen kimselerdir. Ünlü yazar Cengiz Aytmatov‟un romanlarında II. Dünya SavaĢı‟nda boĢalan köylerdeki zorlu yaĢam gayet güzel tasvir edilmektedir. Ebulfez Aliyev 1957 yılında Bakü Devlet Üniversitesi, ġark Dilleri Fakültesi, Arap Dili Bölümü‟ne girdi. Ebulfez Aliyev öğrenci iken çevresindeki arkadaĢlarıyla birlikte Azerbaycan‟ın geleceği konusunda sohbetlere baĢlar. Bu sohbet ortamı giderek bağımsız Azerbaycan fikrine yönelir. Sohbet ortamlarında kendisinin millet sevgisinden dolayı ona “millet” lakabı verilmiĢti. Yakın dostları ile beraber millet kelimesinin yerine eski Türkçe “el” kelimesini ve milliyetçi yerine de “elçi” lakabını kullanmaya baĢladı. En yakın arkadaĢı Malik Mahmudov, sınıfın en baĢarılı öğrencisi olarak bir yıllığına Irak‟a gönderilir. Mahmudov‟un Irak‟tan dönüĢünden sonra milli konularda uzun sohbetlere devam ederler. Ġki arkadaĢ bir meramname hazırlayarak gelecekteki Halk Cephesi‟nin temellerini öğrenciyken atmıĢ olurlar. 1962 yılında üniversiteyi bitirir ve Mısır‟a tercüman olarak gönderilir. Ġki yıl boyunca Mısır‟da kalır ve fırsat buldukça kütüphanelerde çalıĢır. Elçibey gibi bir idealistin okuyup incelemesi gereken kitapları serbestçe bulacağı bir ortam vardır. Bu da onun için bulunmaz bir nimettir.8 1964 yılında ülkesine dönerek Tarih Fakültesi‟nde yüksek lisans yapmaya baĢladı. 1968 yılında da aynı fakültede Asya ve Afrika ülkeleri bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıĢmaya baĢladı. Gençliğinden beri düĢündüğü siyasi teĢkilatlanma iĢi için üniversite fırsattı. Öğrencilerine Türklük Ģuurunu aĢılamakla kalmayan Elçibey bir yandan da onları örgütlemeye koyulmuĢtu. 1971 yılından itibaren üç, beĢ, yedi ve dokuzar kiĢiden oluĢan ayrı ayrı gizli gruplar teĢkil etti. Bu grupların her biri bağımsız olarak çalıĢıyor ve Ebulfez Hoca‟dan emir alıyorlardı. Öğrencilerin birbirlerinden dahi haberi yoktu. Elçibey‟in hedefi öğrenciler ve asistanlardı. Elçibey propaganda yoluyla bütün üniversitede gençliği yönlendirebilmiĢ, sürekli toplantılarla gizli bir örgüt kurmayı baĢarabilmiĢti. Bu durum KGB‟nin gözünden kaçmamıĢ ve fakültelerde milliyetçi bir örgütün varlığını sezmiĢti. 1974 yılında KGB, Ebulfez Hoca‟yı üç kez sorgulamıĢtı. Öğrenciler ve üniversite çalıĢanları KGB‟ye onun konuĢmalarını, çalıĢmalarını rapor etseler de, kod isim kullanan örgüt üyesi gençleri açığa çıkaramamıĢlardı.9 O yıllarla iliĢkili bir hatırası çok ilginçtir. Üniversitenin bölüm baĢkanlarından birisi olan Aslan AtakiĢiyev Elçibey‟i yanına çağırarak “Bu iĢlerden vaz geç. Bir iki yazı yaz. Yaptıklarından dolayı özür dile, mesele kapansın” der. Elçibey red cevabı verir. AtakiĢiyev: “Seni tutuklayacaklar, ben tutuklanmanı istemiyorum.” der. Elçibey de ne yazması gerektiğini sorar: “Sen Türkiye‟yi çok övüyorsun. Türkiye aleyhine bir makale yazman isteniyor” der. Elçibey red cevabı verince bu sefer makalenin yazıldığını sadece imza atması gerektiğini söylerler. Elçibey yine red cevabı verir. Bunun üzerine AtakiĢiyev baĢka bir teklifte bulunur. “Sosyalist Sistemin Müsbet Yönleri” konusunda da bir makale yazmıĢlar. Sen sadece imzala, “Bakroboçi” ve “Pravda”da yayımlatacağız; böylelikle mesele de kapanır”, der.

254

Elçibey bunu da reddeder ve 1975 yılında tutuklanır.10 Elçibey hakkında KGB arĢivlerinde o yıllara ait tutanaklar, belgeler arasında ilginç bir yazı vardır. 20 Kasım 1974 yılında Eliçebey‟in evi aranır. Bu aramada 15 sayfa kadar el yazısıyla yazılmıĢ bazı kağıtlar bulunur. Bunlardan birisi Türkçü fikir adamı yazar Nihal Atsız‟ın oğluna yazdığı vasiyetnamenin bir bölümüdür: “Oğlum Yağmur! Bu gün senin yaĢ yarımın tamam oluyor, ben ise kendi vasiyetnamemi bitiriyorum! Benim öğütlerimi kulağında küpe eyle. Ġyi Türk ol! Komünizm bizim düĢmanımızdır. Bunu iyi bil! Görüyorsun bizim ne kadar düĢmanımız var. SavaĢa hazır ol! Tanrı sana yar olsun!”11 Mahkemede “Pantürkist” olduğuna karar verilen Elçibey 18 ay hapishanede kalır. 1976 yılının Temmuz ayında serbest bırakılır. Serbest bırakılsa da artık o, KGB tarafından “sakıncalı bir kiĢi”dir. Eski görevine dönemez. Sadece, siyasi çalıĢmalardan uzak durması Selman Mümtaz adındaki Elyazmalar Enstitüsü‟nde uzman olarak çalıĢmaya baĢlar. 1981 yılında Enstitünün müdürü olur ve cumhurbaĢkanı seçilene kadar bu görevinde kalır. Elçibey 1980 yılından sonra da siyasal faaliyetlerine devam eder. Azerbaycan ve Nahcivan‟da üniversite öğrencileri arasında milliyetçi bir teĢkilatın varlığı bilinmektedir. TeĢkilatı yönlendiren de “bey” lakaplı Ebulfez Hoca‟dan baĢkası değildir. Azerbaycan Halk Cephesi Karabağ‟da Türklere karĢı açık bir katliam yapan Ermenilere karĢı Azerbaycan yöneticileri pasif kalmıĢlardı. Moskova‟nın ise Ermeni olaylarını durdurmak gibi bir çabası olamazdı. ünkü olayları bizzat Moskova tertiplemiĢti. Karabağ‟dan kaçan sivil halk zor durumda idi. Azerbaycan KP‟nin baĢında bulunan Bağırov görevinden alınarak yerine Vezirov‟u getirdiler. Ancak Vezirov dıĢarıdan gelmiĢ bir lider olarak halkın taleplerine cevap veremiyordu. Bu durumda aydınlar halkı temsil edecek bir “Cephe” teĢkil edilmesi kararına vardılar. Bir grup aydın Halk Cephesi‟nin kuruluĢunu ilan etmek maksadıyla komünist yönetimden izin istediyse de bu izin verilmedi. Bunun üzerine Bakü‟de bir evde toplanan aydınlar milliyetçi gençlerin hocası olan Ebulfez Hoca‟yı Azerbaycan Halk Cephesi‟nin (AHC) baĢkanı olarak seçtiler.12 5 Aralık olaylarından sonra halk artık ne Moskova yönetimine ne de Azerbaycan‟ın komünist yöneticilerine güveniyordu. Halk Cephesi halkın güvenebileceği tek güç hâlini almıĢtı. Ermenistan sınırları içinde yaĢayan 200.000 Türk, Azerbaycan‟a sürülmüĢtü, Ermeniler Sovyet ordusunun gücünü de kullanarak sivil Türkleri katletmekte idi. Bu durum karĢısında Halk Cephesi inisiyatifi eline aldı. Ağdam, Cebrayıl, Fuzuli, Kubatlı, ġuĢa gibi Ermenilerin saldırdığı bölgelerde Cephenin Ģubeleri açılıyor ve halk örgütlenerek Ermenilere karĢı direniyordu. Silah ve malzeme de tüm imkansızlıklara rağmen yine Cephe tarafından karĢılanıyordu. Azerbaycan‟da artık devlet iradesi yerine “Cephenin iradesi” vardı.13 Büyük halk desteğini arkasına alan Cephe, Vezirov tarafından siyasi bir kuruluĢ olarak tanındı. 25 Aralık 1989‟da Halk Cephesi‟nin yayın organı olan “Azadlık” gazetesi yayım hayatına baĢladı. AHC programında hedeflerini Ģöyle tanımlıyordu: “Cumhuriyetin bütün alanlarında köklü demokratikleĢmeyi ve yeniden yapılanmayı savunan toplumsal bir teĢkilat” AHC‟nin nihai hedefi “Azerbaycan‟da hukuk devleti ve geliĢmiĢ demokratik toplum kurmak” idi. 14 Bu anlamda AHC siyasi

255

bir parti görünümde idi. Partinin fikri kökenlerine bakıldığında Türkçü-demokrat bir fikir hareketi idi. Sovyetlerdeki çözülmeyle birlikte Türk bölgelerinde ortaya çıkan siyasal hareketlerden en tutarlı olanları, Özbekistan‟da Muhammed Salih‟in önderliğindeki Erk Partisi ve Azerbaycan‟da Halk Cephesi idi. Bu iki hareketi Olıvıer Roy Ģöyle tanımlamıĢtır: “…Özbekistan‟daki Erk Partisi‟yle (Muhammed Salih) Azerbaycan‟daki Halk Cephesi (Ebulfeyz Elçibey) daha çok laik ve Pantürkisttir.”15 Ebulfez Elçibey‟in ve dolayısıyla AHC‟nin üzerinde durdukları temel konuların baĢında Ermenilerin baĢlattığı savaĢ geliyordu. Bunun yanı sıra Azerbaycan‟ın demokratik bir siyasal rejime geçmesi, Ġran Azerbaycan‟ındaki Türklerin, insan haklarından yararlanabilmesi ve nihai olarak da ikiye bölünmüĢ olan Azerbaycan‟ın tekrar diriltilmesi ana ilkeleriydi. Elçibey‟in Güney Azerbaycan konusundaki fikirleri yıllar sonra bile değiĢmemiĢtir. Bu konu hakkında Ģunları söylemiĢti: “…bizim böyle bir (Güney Azerbaycan) meselemiz var ve biz Azerbaycan‟ın güneyindeki halkımızı hür ve bağımsız olarak görmek istiyoruz. Biz halkımızın bütünlüğünü sağladığımızda gerçekten kendimizi o zaman hür ve bağımsız sayacağız.”16 1989 yılının Aralık ayı baĢlarında, iki Almanya‟yı ayıran Berlin duvarının yıkılmasından sonra AHC önderleri ve on binlerce Türk, Aralık sonlarında, Güney Azerbaycan sınırına gelerek 10 kilometrelik sınır tellerini yok ederek güneydeki kardeĢleri ile kucaklaĢmıĢ ve hasret gidermiĢlerdir. Bu olay da Rusya ve Ġran‟ı Azerbaycan konusunda daha sıkı tedbirler almaya yönlendirmiĢtir. Azerbaycan‟da Elçibey‟in önderliğinde büyük bir güç kazanan Azerbaycan halk hareketinin önünü kesebilmek için KGB devreye girmiĢ ve cepheyi ikiye bölmeye kalkıĢmıĢtır. Gösterilerde adları öne çıkan Nimet Penahov, Ġtibar Memmedov, Rahim Gaziyev, ZerdüĢt Alizade gibi isimler Cephe içinde ayrılık çıkararak, Azerbaycan halk hareketini bölme giriĢiminde bulundular. Daha sonraki yıllarda Elçibey aleyhine Gence‟de Rus ve Ġran istihbaratlarının himayesiyle geliĢen Suret Hüseyinov‟un ayaklanmasında da bu kiĢilerin ismi geçmiĢtir. 17 Kendilerine “Radikaller” diyen bu gurup bir an önce halkın ayaklanarak bağımsızlığını kazanmasını istiyorlardı. Elçibey ve arkadaĢları ise SSCB‟nin dağılma sürecinde olduğunu, bir halk ayaklanmasından ziyade demokratik talepler ile bağımsızlığa doğru daha yavaĢ ilerlenmesi gerektiğini savunuyorlardı. Sonuç olarak Nimet Penahov, Ġtibar Memmedov ve Rahim Gaziyev Halk Cephesinden ayrı olarak Ulusal Savunma Komitesi adı altında örgütlenme yoluna gittiler. SSCB‟nin Bakü‟deki temsilcileri olan Yevgeni Primakov ve Aleksandr Grienko Azerbaycan‟daki geliĢmelerle ilgili olarak bu “radikaller” grubunu muhatap almayı tercih ediyorlardı.18 Primakov ve Elçibey‟in görüĢmesi ise 19-20 Ocak‟taki kanlı olayların kime ve neye karĢı yapıldığını açıkça göstermektedir: “Primakov bizden sordu: Halk ve siz AH Cephesi ne istiyorsunuz? Biz, Demokratik seçim. Eğer seçim olursa, AH Cephesi tam bir baĢarı sağlayacak? Ne mahzuru, ne farkı var. Demokratik ve açıklık bunu gerektirmiyor mu?

256

Ondan sonra bir adım kalıyor, parlementoyu çağırıp Azerbaycan‟ı tam bağımsız devlet ilan etmek ve SSCB‟den ayırmak. Biz bununla ilgili hiç düĢünmemiĢiz ve öyle bir fikrimiz de yoktur. Biz biliyoruz. Biz bu sohbeti ederken Sovyet orduları artık Bakü‟ye doğru hareket etmekteydi.19 SSCB Yüksek Sovyeti 15 Ocak 1990 tarihinde Dağlık Karabağ ve bazı bölgelerde olağanüstü hâl ilan etme kararı aldı. Üstelik Azerbaycan SSC Yüksek Sovyeti‟ne de olağanüstü hâlin Bakü ve Gence‟de de uygulanması tavsiyesinde bulundu. AHC bu kararı, Azerbaycan halkına bir hakaret olarak kabul edip Azerbaycan Yüksek Sovyeti‟ni 20 Ocak tarihine kadar olağanüstü toplantıya çağırdı. Ayrıca AHC temkinli davranarak Bakü‟nün giriĢ çıkıĢlarına barikat kuran halkı uyararak barikatların kaldırılmasını ve olağanüstü hâl durumunda buna karĢı direniĢ gösterilmemesini beyan etti. SSCB Yüksek Prezidyum‟u 19 Ocak‟ta Bakü kentinde olağanüstü hâl ilan etme kararı aldı. Ancak bu kararın halka duyurulması televizyon binasının bombalanması ile engellendi. 19 Ocağı 20 Ocağa bağlayan gece Sovyet askerleri Bakü‟ye girdiler. Sovyet ordusunun Bakü‟ye girmesi sonucunda 131 kiĢi öldürüldü. Halk Cephesi üyelerinin halkı evlerine dönmeleri yolundaki ikna çabaları geç kalmıĢtı. ünkü olağanüstü hâl ilanı kararı AHC yetkililerine bile son anda duyurulmuĢtu. Bakü katliamının ardındaki gerçek ise iradesi olmayan Komünist Parti‟nin yerini, AHC‟nin almıĢ olmasıydı. Nitekim Elçibey ve Primakov arasında geçen konuĢma ve o zamanki SSCB Savunma Bakanı Orgeneral Dimitri Yazov‟un basına verdiği demecinde Bakü‟ye AHC‟nin kurumlarını dağıtmak için girdiklerini söylemiĢ olması, saldırının güçlenen AHC‟ye karĢı yapıldığının göstergesidir.20 SSCB‟ye bağlı Rus olmayan cumhuriyetlerdeki milliyetçi ve demokrat hareketleri durdurmanın yollarını arayan Moskova, Bakü katliamı ile mesaj vermiĢti. Ancak Azerbaycan‟da durum bunun tam tersi olmuĢtu. Halk katliamın sorumlusu olarak Gorbaçov‟u görüyor ve bağımsızlık taleplerini artırıyordu. AHC ise olayları tırmandırmamak için uzun süre sessiz kaldı. Azerbaycan KP sekreterliğine getirilen Ayaz Muttalibov AHC‟ni muhalefet olarak tanımakla birlikte hiçbir taleplerini yerine getirmiyor ve AHC‟yi baskı yoluyla sindirmeyi düĢünüyordu. Halk Cephesi ise itidalli davranarak 30 Eylül‟de yapılan Azerbaycan Yüksek Sovyeti ve yerel Sovyet seçimlerine katıldı. Muttalibov‟un baskıları altında yapılan ve yasadıĢı uygulamalara sahne olan seçimlerde AHC 23 milletvekili ile parlamentoya girebildi.21 19 Ağustos 1991 tarihinde Moskova‟da eski komünistlerden oluĢan bir gurup tarafından Gorbaçov‟a karĢı bir darbe giriĢiminde bulunuldu. Azerbaycan‟da darbeye karĢı ilk tepkiyi AHC verdi ve darbe karĢıtı mücadeleyi veren Boris Yeltsin‟i destekledi. Ayaz Muttalibov ise darbecilerin yanında olduğunu açıklamıĢ beyanatlar vermek suretiyle eski komünistlerle birlikte davranacağını açıkça ilan etmiĢti. AHC genel merkezi önünde yapılan gösteriler sırasında polisle çatıĢmaya giren Cephe üyelerinden pek çoğu yaralandı. Ebulfez Elçibey de aldığı darbeler sonucu 2 ay kadar hasta yattı. Tüm bu olaylar Cephenin daha fazla halk desteği almasını, mevcut iktidarın ise halk desteğinden tamamen yoksun kalmasını sağlamıĢtır. 26 Ağustos tarihinde AHC önderliğinde halk yine meydanlara inmiĢ, gösteriler yapmaya baĢlamıĢtı. Bakü‟de olağanüstü hâlin kaldırılması,

257

Komünist Partisi‟nin ve Yüksek Sovyetin feshi, yeni seçim kanunun kabul edilmesi ve milli ordunun kurulması AHC‟nin baĢta gelen talepleri idi. Muttalibov halkın isteklerine karĢı gelemeyeceğini anlayarak bağımsızlığa giden yolda AHC‟nin isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. “Komünist” gazetesinin ismi “Halk” gazetesi, “Lenin” meydanın ismi de, “Azadlık” meydanı olarak değiĢtirildi ve meydandaki Lenin anıtı kaldırıldı. 27 Ağustos‟ta Azerbaycan Yüksek Sovyeti olağanüstü toplanarak 30 Ağustosta Azerbaycan‟ın bağımsızlığını ilan etti. 18 Ekim 1991‟de Azerbaycan‟da yapılan halk oylamasında, halkın %95‟i bağımsızlıktan yana oy kullanarak Azerbaycan‟ın bağımsızlığının kesinleĢmesi sağlanmıĢtır.22 AHC bu baĢarısının ardından demokratik yollarla Muttalibov‟a muhalefeti devam ettirmiĢ ve 7 Haziran 1992‟de Devlet BaĢkanlığı seçimlerinin yapılmasını sağlamıĢtır. Azerbaycan Türklerinin %59.4‟ü seçimlerde Ebulfez Elçibey‟i desteklemiĢ ve ilk kez bağımsız Azerbaycan‟da yapılan demokratik bir seçimle onu Devlet BaĢkanı olarak seçmiĢlerdir.23

1 Ramiz Asker, “Perestroyka ve Azerbaycan Basını”, s. 121. 2 C. Kazakbalası, 17-18 Aralık 1986 Kazakistan Olayları, s. 11-13. 3 Serhii Holowaty, “Ukrayna‟daki Politik Reform”, s. 310. 4 Fazıl Gezenferoğlu, Tarihten Geleceğe Ebülfez Elçibey. 5 Nesip Nesipzade, “Perestroyka‟nın Zor Döreminde Azerbaycan‟da Politik GeliĢmeler”, s. 116117. 6 Ahat Andican, DeğiĢim Sürecinde Türk Dünyası, s. 84. 7 Gezenferoğlu, a.g.e., s. 119. 8 Ebulfez Elçibey, Deyirdim ki Bu GuruluĢ Dağılacak, s. 7-9. 9 Gezenferoğlu, a.g.e., s. 41-52. 10

Elçibey, a.g.e., s. 38-39.

11

Gezenferoğlu, a.g.e., 75-76.

12

Gezenferoğlu, a.g.e., s. 122-127.

13

Gezenferoğlu, a.g.e., s. 130-131.

14

Nazim Cafersoy, Elçibey Dönemi Azerbaycan DıĢ Politikası, s. 17.

15

Olıvıer Roy, Yeni Orta Asya ya da Ulusların Ġmal EdiliĢi, s. 184.

16

Adalet Tahirzade, Elçibey‟le 13 Saat, s, 184.

17

Gezenferoğlu, a.g.e., s. 133.

18

Cafersoy, a.g.e., s. 22.

258

19

Gezenferoğlu, a.g.e., s. 134-135.

20

Cafersoy, a.g.e., s. 23-24.

21

Cafersoy, a.g.e., s. 27-28.

22

Mehmet Saray, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, s. 64-65; Cafersoy, a.g.e., s. 32,

23

Saray, a.g.e., s. 67

Ahat, Andican;. DeğiĢim Sürecinde Türk Dünyası, Emre Yayınları, Ġstanbul 1996. Asker, Ramiz; “Perestroyka ve Azerbaycan Basını”, Türkiye Modeli ve Türk Kökenli Cumhuriyetlerle Eski Sovyet Halkları, Yeni Forum Dergisi‟nin 16-19 Eylül 1991 Tarihinde Düzenlediği Sempozyuma Sunulan Bildiriler. Yeni Forum A. ġ. Ankara, (Tarihsiz) s. 121-127. Cafersoy, Nazim; Elçibey Dönemi Azerbaycan DıĢ Politikası, Asam Yayınları, Ankara 2001. Ebulfez Elçibey, Deyirdim ki Bu GuruluĢ Dağılacak, Gençlik, Bakı 1992. Gezenferoğlu, Fazıl; Tarihten Geleceğe Ebülfez Elçibey, Ġstanbul 1995. Holowaty,

Serhii;

“Ukrayna‟daki Politik

Reform”,

Türkiye Modeli ve

Türk Kökenli

Cumhuriyetlerle Eski Sovyet Halkları, Yeni Forum Dergisi‟nin 16-19 Eylül 1991 Tarihinde Düzenlediği Sempozyuma Sunulan Bildiriler. Yeni Forum A. ġ. Ankara, (Tarihsiz) s. 309-316. Kazakbalası, C.; 17-18 Aralık 1986 Kazakistan Olayları, Büyük Türkeli Yayınları, Ġstanbul, 1988. Nesip Nesipzade, “Perestroyka‟nın Zor Döreminde Azerbaycan‟da Politik GeliĢmeler”, Türkiye Modeli ve Türk Kökenli Cumhuriyetlerle Eski Sovyet Halkları, Yeni Forum Dergisi‟nin 16-19 Eylül 1991 Tarihinde Düzenlediği Sempozyuma Sunulan Bildiriler. Yeni Forum A. ġ., Ankara (Tarihsiz) s. 115-120. Roy, Olıvıer; Yeni Orta Asya ya da Ulusların Ġmal EdiliĢi, çev: Mehmet Moralı, Metis Yayınları Ġstanbul, 2000. Saray, Mehmet; Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1996. Tahirzade, Adalet; Elçibey‟le 13 Saat, Turan Kültür Vakfı Yayınları, Ġstanbul, 2001.

259

B. Ermenilerin Azerî Türklerine KarĢı Katliamları Batı Azerbaycan: Etno-Politik DeğiĢiklikler ve Ermenistan'ın Kurulması (1801-1921) / Dr. Rafik Firuzoğlu Safarov [s.167-174] Azerbaycan Bilimler Akademisi Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü / Azerbaycan Söz konusu bu mesele Azerbaycan topraklarında Ermeni Devleti‟nin kurulması süreci ile ilgilidir. Bu süreç, Ermenilerin etnik yerleĢimleri için bütün mümkün olanakları yaratmıĢ olan Rusya Ġmparatorluğu‟nun

Kafkaslar‟a

gelmesinden

sonra

baĢlamıĢtır.

Müslüman

topraklarına

Rus

müdahalesinin baĢlamasıyla Ermeniler, Güney Kafkasya‟da Rusya‟nın önemli bir müttefikine dönüĢmüĢlerdir. Katolik ve Protestan misyonerler tarafından beslenen Ermeni milliyetçiliği, Avrupa devletlerinin Osmanlı saltanatını parçalamak için kullanacakları en önemli silahtı. XIX. yüzyılda Erivan Guberniyası olarak adlandırılan, XX. yüzyılda ise Ermenistan‟a dönüĢen Batı Azerbaycan toprakları, tarihte XIV. yüzyılın II. yarısından itibaren ukursed adı altında sık sık karĢımıza çıkmaktadır. ukursed, Dvin ġeddadilerinin ve Azerbaycan Ġldenizlerinin hakimiyeti altında olmuĢtur. ukursed, XV. yüzyılın baĢlarından itibaren Erivan Hanlığı, ġuragel, Pembek ve Lori1 eyaletlerini kendi içinde birleĢtirmiĢtir. 1630‟lu yıllarda ise Safeviler, Nahçivan ve Makü‟yü de hanlığın yönetimine dahil etmiĢlerdir. XV-XIX. yüzyılın baĢlarında Azerbaycan‟ın bu bölgelerinde Ermenilerin küçük bir azınlık oluĢturdukları tarihi belgelerle ispatlanmıĢtır. Bugünkü Ermenistan arazisinde bile Ermeniler tamamen azınlıkta idiler. Osmanlı idaresi zamanında düzenlenmiĢ vergi listelerinden edindiğimiz bilgilere göre, ukursed‟in (Erivan ve Nahçivan eyaletleri) ahalisi2 1590 yılında 120 bin kiĢi, 1728 yılında ise (Erivan, Nahçivan ve ġuragel3 eyaletleri) 183 bin kiĢi olmuĢtur. 1590 yılında bütün ahalinin %77,5‟ini Türkler, %22,5‟ini Ermeniler oluĢturmuĢlardır. 1728 yılında ise %76,5 Türklerin oranı, %23,5 Ermenilerin oranı olmuĢtur.4 XIX. yüzyılın baĢlarında Rusya‟nın Kafkasya‟ya sokulması ukursed‟in ve onunla sınır olan diğer Azerbaycan eyaletlerinin yüzyıllarca önceden formalaĢmıĢ olan etno-demografik dengesini bozmuĢtur. Bölgede hukuklarını ezen yeni hakimiyete tabi olmama isteği, Azerbaycan Türklerinin buradan toplu surette çekip gitmelerinin esas nedeni olmuĢtur. 1801-1811 yıllarında Pembek, ġuragel‟de 100‟den fazla Azerbaycan (Türk) köyü boĢaltılmıĢtır. 1801 yılında Pembek‟ten Erivan‟a 14 Türk köyü (5-6 bin kiĢi) göç etmiĢ, 1803 ve 1804 yıllarında ise bir o kadar kiĢi de diğer bölgelere göç etmek zorunda kalmıĢtır. Ama bunların bir kısmı daha sonraları geri dönmüĢlerdir.5 Pembeklilerin bir bölümü Kars‟a ve ġuragel‟e kaçmıĢlardır. Fakat 1805‟te ġuragel‟e göç edenlerin, Rus orduları tarafından tutuklanmalarından sonra Pembekliler ve ġuragellilerin büyük bir kısmı Kars‟a göç etmiĢlerdir.6 Geriye kalan 3000 kiĢiden fazla ġuragelli ise Erivan‟a göç etmiĢtir.7 1811 yılında Erivan Hanlığı‟nda sadece Pembek ve ġuragel‟den gelen 3000‟den fazla Azerbaycanlı ailesi vardı.8

260

Aynı zamanda terk edilmiĢ köylere Erivan ve Kars‟tan getirilen Ermeniler yerleĢtiriliyordu. 1804 yılında Ruslar, Erivan‟dan 357 Ermeni ailesini Pembek‟e götürmüĢlerdir.9 Bir yıl sonra ise buraya Erivan‟dan 40 Ermeni ailesi daha getirilmiĢtir.10 Yine 1807 yılında, Kars seferi zamanı Ruslar, Pembek‟e 500, ġuragel‟e ise 170 Ermeni ailesi getirmiĢler, 1810 yılında ise 40 Ermeni ailesi daha bu bölgelere göç ettirilmiĢtir.11 1823 yılında Türkiye‟den ġuragel‟e 368 Katolik Ermeni ailesi gelmiĢtir.12 1804, 1805, 1826, 1827 ve 1832 yıllarında Rus kaynakları, Ermeni ruhanilerinin nüfus kayıt listeleri13 ve 1801-1823 yıllarındaki göçler de dikkate alınarak 1801 yılında Pembek ve ġuragel‟in etnik yapısı belirlenmiĢtir: Azerbaycan Türkleri %87,3, Ermeniler %12,7. 1801-1823 yılları arasında 6.000 Azerbaycan Türkünün aileleri ile buradan kovulmaları ve onların yerine 1.500 Ermeni ailesinin yerleĢtirilmesi Azerbaycan Türklerinin oranının %27,5‟e kadar azalmasına neden olmuĢtur. 1829-1832 yılları arasında Rusların yaptığı nüfus kayıt listesinde ukursed‟de 196.450 kiĢi, Pembek ve ġuragel‟de 32.000 kiĢi (16.641 kiĢilik erkek nüfus gösterilmiĢtir) 14 kayda alınmıĢtır. 1886 ve 1897 yıllarındaki nüfus kayıtlarının kıyaslanması sonucunda 1832, 1842, 1852, 1863 ve 1873 yıllarının vergi listelerinde halkın bir kısmının kayıt dıĢı kaldıkları ortaya çıkmıĢtır. 1832 yılı vergi listeleri düzenlenirken ukursed sakinlerinin %45‟i, Pembek ġuragel ahalisinin ise %50‟si kayıt dıĢı kalmıĢlardır (Tablo 1‟e bakınız). 1832 yılı kayıtlarında gösterilen etnik yapı ve eyaletler arasındaki oranın korunması Ģartı ile ukursed ahalisinin sayısı ile ilgili yaptığım hesaplamalar bu sonucu tam olarak kanıtlamaktadır.15 1827-1828 yıllarında yaĢadıkları ukursed‟i terk ederek sınırın o tarafına gitmiĢ olan muhacirlerin sayısı Ģimdiye kadar kesin olarak belirlenememiĢtir. Bu problemi, ilk olarak Ġ. ġopen‟in verdiği bilgiler esasında, G. Bournoutian derinlemesine araĢtırmıĢtır. O, Erivan Hanlığı‟nda öldürülmüĢ veya göç etmiĢ olan Müslümanların sayısını 5.000 aile veya 26.000 kiĢi olarak belirlemiĢtir. 16 Bu kayıp Hanlığın toplam Müslüman nüfusunun 1/3‟ini oluĢturmuĢtur. Ama Kafkasya ordu komutanı Paskeviç‟in, sadece 1827 yılının birinci yarısında 2.000 göçmen Azerbaycan Türk ailesinin ve 3.000‟den fazla Kürt ailesinin Erivan‟ı terk ettikleri hakkında verdiği bilgiler 17 G. Bournoutian‟ın dikkatinden kaçmıĢtır. Bu bilgilerin karĢılaĢtırılması, 1827-1828 yılları arasında Erivan‟ın Müslüman ahalisinin 10.000 aileden fazla (aynı zamanda da en az 5.000 Azerbaycanlı Türk ailesi) azalmıĢ olduğu kanısına gelmemize olanak sağlıyor. Nahçivan Hanlığı, (2.400 kadar aile) Pembek ve ġuragel‟le birlikte18 ukursed‟in öldürülmüĢ ve göç etmiĢ olan (geri dönenler hariç)19 Türk-Müslümanlarının toplam sayısı 13.500 aileye veya 75-80 bin kiĢilik bir rakama ulaĢmıĢtır (Tablo 2‟ye bakınız). 1801-1831 yılları arasında. Kuzey Azerbaycan‟ı aĢağı yukarı 112.000 Azerbaycan Türkü ve 35.000 Kürt terk etmiĢtir.20 Aynı zamanda Ruslar, Müslümanların terk ettikleri yerlere dıĢarıdan getirdikleri Hıristiyanları yerleĢtiriyorlardı. Büyük değiĢikliklere uğrayan resmi bilgilere esasen Ruslar, Ġran‟dan (1828 yılının Mart ve Haziran aylarında) 8.249, Türkiye‟den ise (1829 yılının sonları ve 1830 yılı arasında) 14.044 aileyi bu topraklara göçürmüĢlerdir.21 Göçmenlerin sayısı hesaplamalarda her bir ailenin ortalama 5-7 kiĢi olarak kabul edilmesine bağlı olarak değiĢik rakamlar ortaya çıkmıĢtır. Ġran‟dan 40 bin ile 60 bin

261

arası ve Türkiye‟den 84 bin ile 100 bin arası kesin olmayan rakamların gösterilme nedeni iĢte bu olaydır.22 Yukarıda da belirtildiği gibi, sayımlar esnasında ahalinin kayda alınmaması durumu göçmenlere de ait idi. Ona göre de 1828-1831 yılları arasında Güney Kafkasya‟ya göç ettirilmiĢ bütün Hıristiyanların sayısı hakkında çeĢitli fikirler (150.000 kiĢiden 200.000 kiĢiye kadar) mevcuttur.23 Yukarıda gösterilen bilgilerin karĢılaĢtırılması 1828 yılının Haziran verilerinde o zamana kadar sınırı geçememiĢ olan 1.500 ailenin24 hesaplanmadığını gösteriyor; daha sonra 1828-1830 yıllarında göçmenlerin bir kısmının Ġran ve Türkiye‟den gelirken yolda açlık ve hastalıklardan öldüklerini, bir kısmının ise memurlar tarafından kayda alınamamaları düĢünülürse, Ġranlı göçmenlerin sayısının 11.000 aileden fazla ve tahminen 75.000 kiĢi, Türkiyeli göçmenlerin sayısının ise tahminen 20.000 aile ve 130.000 kiĢi (eğer her bir aile ortalama 6-7 kiĢi olarak kabul edilirse ki, bu, o dönem Ermeni aileleri için kabul edilir bir rakam idi) olmuĢtur.25 Böylece, 1828-1831 yıllarında Ġran ve Türkiye‟den Güney Kafkasya‟ya toplam 31.000 Hıristiyan ailesi (tahminen 200.000 kiĢiden fazla insan) göç ettirilmiĢ, bunlardan 21.000 aile (140.000 kiĢi) ukursed‟e yerleĢtirilmiĢtir. Rus

yönetimi

döneminde

iĢgal

olunmuĢ

topraklarda

kazalara

ayrılan

guberniyalar

oluĢturulmuĢtur. 1849 yılında yaratılmıĢ olan Erivan guberniyasında Pembek ve ġuragel toprakları Aleksandropol kazasını oluĢturuyordu. Erivan eyaleti dört (Erivan, Novobeyazid, Eçmiedzin ve Sürmeli), Nahçivan eyaleti ise iki (Nahçivan ve ġerur-Dereleyez) kazaya bölündü. 1868 yılında oluĢturulan Yelisavetopol guberniyasında kazalar, Karabağ‟dan alınmıĢ olan Zengezur Kazası hariç, Karabağ‟ın eyaletleri sınırları çerçevesinde kuruldu. ġimdi ise ukursed‟i çağdaĢ Ermenistan toprağı olarak gösterilen Ermenistan‟ın terkibi Pembek, ġuragel, Lori, Ağbaba, Erivan‟ın esas hissesi (Sürmeli ve Sederek hariç), Nahçivan‟ın bir kısmı (Derelegez ve Mevazihatun), Zengezurun batı ve Gazah‟ın güney kısımlarından oluĢmuĢtur. XIX-XX. yüzyılın baĢlarında Ermenistan arazisinde yaĢayan ahalinin sayısı ve etnik yapısı ilk kez Z. Korkotyan tarafından belirlenmiĢtir.26 Ama o da, etnik yapısına göre sonraki dönemlerden farklı olan XIX. yüzyılın birinci çeyreğini dikkate almamıĢtır. Bu boĢluk Korkotyan‟ın yararlanmıĢ olduğu kaynaklar esasında tarafımızdan giderilmiĢtir. 1827 yılında Ermenistan ahalisinin terkibinde Ermenilerin oranı uygun olarak %40 ve %33,8 olarak hesaplanmıĢtır O. Tumanyan ve V. Parsamyan‟ın27 eserlerinde de 1827-1828 yıllarındaki Müslüman göçmenler tam olarak dikkate alınmamıĢtır. Bu da etno-demografik göstericilerin (parametrelerin) tahrif olunduğunu gösterir. 1829-1832 yıllarındaki sayımın verileri esasında,28 Müslüman kayıpları ve Ermeni göçmenleri de dikkate alarak ukursed ahalisi hakkında elde ettiğim bilgilere dayanarak Ermenistan eyaletlerinin etnik yapısını hesaplama imkanı buldum. XIX. yüzyılın baĢlarında Azerbaycan Türkleri Pembek ve ġuragel‟de nüfusun %87, Erivan‟da %76, Ağbaba‟da %100, Dereleyez‟de %97, Lori‟de %26, Zengezur‟da %40 ve Gazah‟da %12‟sini oluĢturuyorlardı. Ġlk dört eyalette bütün Ermenistan ahalisinin %80‟i toplanmıĢtır. Üç küçük dağ eyaletinde (Zengezur, Gazah ve Lori) Ermenilerin %55‟i yaĢamakta

262

idi. Bütün Ermenistan arazisinin tahminen %80‟inde Azerbaycan Türkleri meskunlaĢmıĢlardı. Nihayet, Erivan Ģehrinin kendisinde Azerbaycan Türkleri halkın %84‟ünü oluĢturuyorlardı. Pembek, ġuragel, Erivan ve Nahçivan Hanlıklarının Ruslar tarafından iĢgali zamanı Ermenistan‟ın etnik yapısında köklü değiĢiklikler ortaya çıktı. Ölümler ve göçler sonucu Müslümanların sayısı 69.000 kiĢiye geriledi. 1828-1831 yıllarında Ermenistan‟ın Ģimdiki arazisine dıĢ devletlerden 134.000 Ermeni getirildi. Onlar Erivan, Pembek, ġuragel, Dereleyez, Zengezur ve Lori‟de yerleĢtirildiler. Gazah ve Ağbaba bu göçlerin dıĢında kaldı. Ağbaba ise daha 1877 yılına kadar Türkiye‟nin terkibinde idi. Göç süreçleri sonucu çok kısa tarihi süre içinde bütün Ermenistan‟da nüfus dağılımı açısından önemli değiĢiklikler ortaya çıktı. O dönemde Ermeniler, en büyük eyalet olan Erivan‟da genel nüfusun %59, Pembek-ġuragel‟de %96, Dereleyez‟de %41, Zengezur‟da %69 ve Lori‟de %90‟ını oluĢturmaktaydılar.29 Bu Ermeni göçleri, Ermenistan‟da etnik arazilerin sınırlandırılmasına belirgin bir etki gösterdi. Göçmenlerin arazinin her yerine dağıtılmalarına rağmen, Ermenilerin meskunlaĢtırılmasında ilk sırada ErmenileĢtirilecek olan bölgeler belirleniyordu. Onlar Merkezi Erivan eyaletinde, esasen de Erivan Ģehrinin kuzeyinde, Göyçe Gölü‟nün batı sahilleri ile Pembek-ġuragel arasında meskunlaĢıp, Pembek-ġuragel, Lori ve Gazah Ermenileri ile birleĢerek bütün bir etnik arazi yaratmayı baĢardılar. Müslümanlar ise o dönemde artık, Zengezur “hattı” hariç, Ermenistan‟ın esas bölgeleri (Dilican, Novobeyazid kazasının bütün doğu hissesi, Dereleyez, kuzeybatı kıyımı hariç bütün Erivan kazası, Eçmiedzin kazasının batı yarımı ve Ağbaba) üzere meskunlaĢmıĢlardı. Tamamen Ermenilerle doldurulmuĢ illerde Türk azınlıklar olduğu gibi, bu illerde de Ermeniler azınlıktaydılar. Zengezur Ermenileri esasen Dereleyez Müslümanları sayesinde Ermenistan‟dan uzak düĢmüĢlerdi. Böylece, Müslümanların göçe zorlanarak bölgeye Ermenilerin yerleĢtirilmeleri sadece Ermeni nüfusun sayısının mutlak anlamda artmasıyla kalmayıp, aynı zamanda Güney Kafkasya‟da Ermeni etnik arazisinin ortaya çıkmasında ve formalaĢmasında birinci derecede rol oynamıĢtır. 1832-1914 yılları arasında Ermenistan‟da iki etnik grubun, Azerbaycan Türkleri (tahmini oran olarak %28,5 ile %31,1 arasında) ve Ermeniler (%64 ile %68,4) bu bölgenin esas demografik yapısını oluĢturmaktaydı (Tablo 3‟e bakınız). Ġki amil-Ermeni burjuvazisi ve Rus himayeciliği bölgenin sanayi, ticaret, maliye alanlarında ve idarî sisteminde Ermenilerin egemenliği için ortam oluĢturuyordu. Siyasi yönden diğer halklar üzerinde üstünlük hissi ve terörist Ermeni milliyetçiliğinin geliĢmesi bütün Kafkasya‟da telaĢ uyandırıyordu. Büyük devletlerin, zayıflama sürecindeki Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun iç iĢlerine dahi açıktan açığa müdahalelerinin baĢlamasıyla 1878 yılında Berlin Kongresi‟nde “Ermeni meselesi” ilk defa gündeme getirildi.30 Ermeni terör teĢkilatları kurulmaya baĢladı. Bu cemiyetler, komiteler ve partiler gizli teĢkilatların bütün bilinen, nihilizm ile doldurulmuĢ silahlarından (yalan, ihanet ve terör)

263

yararlanmaktaydılar. “Hınçak” ve “TaĢnaksütun” partilerinin faaliyetleri özellikle kanlı cinayetlerle tarihe geçmiĢtir.31 Ermeni propagandalarının Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında düĢmancılık yaratmak amaçlı faaliyetleri32 1894-1896 yıllarındaki Ermeni-Türk SavaĢı‟nın baĢlamasına neden oldu. On binlerce Ermeni Kafkasya ve Ġran‟a göç etti. TaĢnaklar terörü Rusya‟ya taĢıyarak oradaki Müslümanlarla Hıristiyanlar arasına nifak salmakla uğraĢmaya baĢladılar. Güney Kafkasya‟da yeni bir güçle alevlenen Ermeni ırkçı harekatı amansız bir Ģekilde anti-Azerbaycan yönünde geliĢmeye devam etti. Bölgedeki halkların karĢılıklı iliĢkilerini çok iyi bilen, “Kavkaz” gazetesinin redaktörü bu konuda Ģöyle yazıyordu: “Ermeni halkının çağırılmamıĢ hamileri içerisinde, „özerk Ermeni çarlığı‟ (hem de Rusya sınırları içinde) yaratma arzusu sönmemiĢ, tam tersi gittikçe daha da alevlenmiĢtir. Bu çirkin niyetlerini Türkiye‟de gerçekleĢtiremeyeceklerini anlayan Ermeniler, bu uyduruk özerkliği yapay bir Ģekilde Kafkasya‟da oluĢturmayı baĢardılar”.33 Ermeni komitecileri tarafından 1904 yılının son baharından itibaren Azerbaycan Türklerine karĢı baĢlatılan katliamlar34 ve zulmün yayılması 1905-1906 yıllarında Bakü‟den Erivan‟a ve Tiflis‟e kadar bütün bölgeyi saran Ermeni-Azerbaycanlı (Türk) çatıĢmalarına yol açtı.35 Güney Kafkasya‟da ErmeniAzerbaycanlı savaĢının baĢlıca sebebi çeĢitli Ermeni teĢkilat ve komitelerinin, ilk sırada “TaĢnaksütun” Partisi‟nin çirkin ve terörist faaliyetleriydi.36 Bu olaylar Güney Kafkasya‟da milletlerarası iliĢkilerin gerginleĢmesine ve milli bölgeciliğin aĢırı boyutlara ulaĢmasına sebep oldu. Birinci Dünya SavaĢı döneminde Ermenilerin %95‟i Rusya (1.685 bin kiĢi), Türkiye (1300 bin veya 1600 bin kiĢi) ve Ġran (80 bin kiĢi) olmak üzere üç devlette yaĢıyordu.37 Rusya Ermenilerinin çoğu, 1 milyon 612 bin kiĢi Kafkasya‟nın sakinleri idi. Türkiye Ermenilerinin ancak yarısı, 868 bin kiĢi Doğu Anadolu‟da, Vilayet-i Sitte‟de yaĢıyordu. Ġran Ermenilerinin ise yarısı Azerbaycan vilayetinde meskunlaĢmıĢtı. ağdaĢ Ermenistan arazisinde Kafkasya Ermenilerinin %40‟ı yaĢıyordu. Benim hesaplamalarıma göre 1897-1913 yılları arasında Türkiye‟den Güney Kafkasya‟ya tahminen 165.000 ile 185.000 Ermeni (bunlardan 26.000‟i Erivan kazasına) göç etmiĢtir. Bütünlükte ise 1801-1913 yılları arasında Kafkasya‟ya Türkiye‟den 540 bin Ermeni, Rum ve Yezidî, Ġran‟dan ise 77 bin Ermeni ve Aysor (nyüzyilani) göç ettirilmiĢtir. Kısaca, bu bir asırlık süre içinde Güney Kafkasya‟da Ermeni nüfusunun oranı akıl almaz bir Ģekilde (1801 yılında %7-8 iken 1914 yılında %25‟e kadar çıkmıĢtır) artmıĢtır.38 1914 yılının baĢlarında Güney Kafkasya nüfusunu baĢlıca olarak üç etnik gruba (1.992.000 Azerbaycan Türkü baĢta olmakla toplam 2.382.000 Müslüman, 1.549.000 Ermeni ve 1.536.000 Gürcü olmak üzere) ayrılmaktaydı.39 Birinci Dünya SavaĢı esnasında Türkiye‟de yaĢayan Ermeniler, silahlanarak Türkiye ile savaĢan Rusya tarafından içinde yaĢadıkları topluma karĢı savaĢmakla kendi nankörlüklerini bir kez daha dünyaya ispatlamıĢ oldular. Rus ordusuna toplam 150.000 Ermeni katılmıĢtı. Bundan baĢka Rusya, Türkiye, Ġran ve diğer devletlerde yaĢayan Ermeniler, Türklere karĢı savaĢmak için 50.000 gönüllüden oluĢan bir ordu ile Anadolu ve Azerbaycan topraklarında terör estiriyorlardı.40 Özel savaĢ eğitimi almıĢ olan bu gönüllüler hem gerilla savaĢı yapıyor, hem de yaĢadıkları Türkiye‟ye karĢı her türlü

264

ihaneti (1915 yılının Nisan ayındaki Van isyanı, soygunlar ve sivil Müslüman ve Türklerin katliamı) yapıyorlardı. Osmanlı hükümeti Mayıs ayında son tedbir olarak, Ermenileri Doğu Anadolu‟dan güneye, savaĢtan uzak bölgelere göçürmek zorunda kaldı. Cephe boyu bölgenin isyancı ve düĢman ruhlu Ermenilerden temizlenmesi Kafkasya‟ya Ermeni geliĢinin yeni ve güçlü dalgasını doğurdu. Benim hesaplamalarıma göre, sadece 1915 yılında buraya 120.000 Ermeni, ayrıca günümüz Ermenistan arazisine 75.000 Ermeni daha gelmiĢtir.41 Kafkasya cephesi mültecilerinin durumu ile ilgilenen baĢlıca organının 1917 yılının baĢlarında verdiği bilgilere göre savaĢ esnasında Türkiye‟nin iĢgal edilmiĢ olan bölgelerinden Rusya‟ya 374.000 Hıristiyan göçmen gelmiĢti.42 Ermenilerin Kafkasya‟ya göçleri ilerleyen yıllarda da devam etmiĢtir. ĠĢhanyan‟ın verdiği bilgilere göre 1914 yılından 1919 yılına kadar Türkiye‟den toplam 430.000 Ermeni ve Yezidi (Kars ve Sürmeli‟den 130.000 kiĢi) gelmiĢtir.43 1916 ve 1917 yıllarındaki Rusların yapmıĢ oldukları nüfus sayımı ve 1914-1916 yıllarının cari istatistik verileri bu dönemde Rusya‟da (Kafkasya da dahil) yaĢayan Ermenilerin sayısını belirleme olanağı sağlıyor. 1914 yılında 1.685.100 kiĢi olan Ermeni nüfusu 3 sene gibi çok kısa bir sürede 1.998.700 kiĢiye ulaĢmıĢtır.44 Ermeni göçmenlerin esas kütlesinin Erivan kazasına ve Kars vilayetinde toplandığını dikkate alırsak, Rusya Ġmparatorluğu‟nun çöküĢü esnasında bu bölgelerde karmaĢık demografik durumun boyutlarını tahmin etmek mümkündür. 1917 yılı Rus Devrimi Rus ordusuna dağıtıcı etki yaptı. Bu ordunun cephe bölgelerinde ve Güney Kafkasya‟da kalması Ermeni silahlı birliklerinin Müslüman halka karĢı yaptıkları zulmün karĢısında zor da olsa durmaktaydı. Ama bu ordunun buradan çekilmeye baĢlamasıyla, 1917 yılı Aralık ayının ortalarında iĢgal olunmuĢ Erzurum, Bitlis ve Van vilayetlerinin Müslüman ahalisinin toplu bir Ģekilde katliamına baĢlandı.45 1918 yılının Ocak ayından itibaren Ermeniler, Kars ve Erivan Müslümanlarına karĢı soyguna baĢladılar. Ocak ve ġubat aylarında Erivan Hanlığı‟nın Erivan, Eçmiedzin, Sürmeli ve Novobeyazid kazalarının 200 kadar köyü talan edildi, 100.000 kiĢiden fazla Azerbaycan Türkü ve diğer Müslüman unsurlar kendi topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. 46 Ermeniler, Rusların iĢgal etmiĢ oldukları bölgeleri korumaya çalıĢıyorlardı. Ama 1918 yılının Nisan ayında Batum ve Kars‟ı iĢgalden kurtaran Osmanlı ordusu tarafından mağlubiyete uğratıldılar. Geri çekilen orduları ile beraber Ermeni ahalisi de Erivan guberniyasına akın etmeye baĢladılar. Ermeni göçmenlerin esas kısmı, (350.000 kiĢi) Güney Kafkasya‟ya sığındı,47 burada Ermenilerin sayısı 2 milyonu geçerek Kafkasya‟da Azerbaycan Türkleri ile eĢit duruma geldi. Rusya Müslümanları askeri mükellefiyetten muaf edilmiĢlerdi ve onların silah taĢıma hakları kısıtlanmıĢtı. Haziran‟da yeniden kurulan 11-13 binlik Azerbaycan ordusunun büyük çoğunluğunu yeterince askeri hazırlıkları olmayan gönüllüler oluĢturmaktaydı.48 Kafkasya cephesi ordularının geri çekilmesiyle Ermeni askeri birlikleri Bakü‟ye kadar bütün Güney Kafkasya‟ya yayılmıĢlardı. Türk ordusunun geliĢine kadar Ermeniler Bakü guberniyasında defalarca Müslümanları öldürmek için saldırılar düzenlemiĢlerdi. Arazinin etnik temizlenmesi gibi taĢnak siyaseti ve Ermenistan‟da,

265

Azerbaycan‟da ve Gürcistan‟da yığılmıĢ büyük Ermeni göçmen kitleleri Kafkasya Müslümanları için son derece kötü sonuçlara varabilecek bir tehlike oluĢturmaktaydı. Kafkasya‟nın birbirlerini düĢmanca münasebetler besleyen devletlere parçalandığı günlerde Ermenistan‟ın nüfusu (göçmenler de dahil) 1.271.200 kiĢiye (290.000 Müslüman) ulaĢmıĢtı (Tablo 4‟e bakınız). Türkler, Güney Azerbaycan ve Bakü yönünde harekete geçtikleri zaman nizami Ermeni askeri birlikleri Zengezur ve Karabağ Türklerine karĢı zalimce davranıĢlarını devam ettiriyor ve Nahçivan‟ı iĢgal etmek için giriĢimlerde bulunuyorlardı. Olağan üstü istintak komisyonu üyesi Mihaylov‟un verdiği bilgilere göre sadece 1918 yılının yaz ve sonbaharında Zengezur‟da 115 Azerbaycan köyü dağıtılmıĢ ve 7729 kiĢi öldürülmüĢtür.49 1918 yılının Kasım ayında Güney Kafkasya Ġngiliz iĢgaline uğradı. Ġngilizler bırakın Ermenilerin cinayetlerini durdurma giriĢimlerini, tam tersi nüfus çoğunluğunu Müslümanların oluĢturduğu Kars vilayetini ve diğer komĢu kazaları da onlara verdiler. Bu cinayetleri sadece Ermeni soyguncuları yapmıyorlardı. Belli ki Türklere karĢı her zaman düĢmanca tavır takınan Ermenistan hükümeti bu birlikleri bizzat kendisi yönlendiriyordu.50 Ermeni siyaset adamları bu devleti Müslüman ve Türklere karĢı savaĢmak, onların mal ve mülklerine sahip çıkmak için (topraklar da dahil) kurmuĢlardı. 51 Ermeni hükümetinde soygun iĢleri üzerine bakanlık görevi vardı. Müslüman ve Türk halkını tamamen yok etmek için Ermeniler, özel terminoloji ve metot bile hazırlamıĢlardı: “Makrel”-araziyi temizlemek, “kaytsel”-yabancı halkları ve yabancı dinlere inananları yok etmek, küle çevirmek. 52 Ermeni hükümeti, toprakların “ErmenileĢtirilmesi” amacıyla, etnik temizleme meselelerinde denenmiĢ metotları ustalıkla uygulayarak, gayrı Ermeni nüfusu yok olma tehlikesi ile karĢı karĢıya bırakarak göçe zorluyordu. Ermenilerin 1919 yılında geçirdikleri nüfus sayımı gayrı Ermeni nüfusun son derece azaldığını göstermekle Ermenilerin bu çirkin siyasette ne kadar baĢarılı olduklarının ispatılıyordu. 53 Halk içerisinde 665.000 kiĢi yerli ve 212.500 kiĢi göçmen Ermeni, 25.700 kiĢi Rus, Yezidî, Rum ve aysor kayda alınmıĢtır.

Sonuç itibariyle,

uyduruk

Ermenistan

sınırları içinde 58.500 Müslüman

yaĢamaktaydı. Bu rakamları 1914-1916 yıllarına ait verilerle kıyasladığımızda Ermenilerin azalmasının sadece göçmenler arasında görülmüĢ olduğu ortaya çıkmaktadır. Ermenistan‟dan göç akını Gürcistan üzerinden Kuzey Kafkasya‟ya ve kısmen de Ukrayna‟ya yönelmiĢti. Kuzey Kafkasya‟da sığınacak yer bulan göçmen Ermenilerin sayısı 150.000 kiĢiye ulaĢmıĢtı.54 Bunun dıĢında, Ermeni göçmenlerin bir kısmı Azerbaycan‟a, Gürcistan‟a ve Orta Asya‟ya sığınmıĢtı. Ruslar, Rumlar, Yezidîler ve diğer gayrı-Müslümanlar içerisinde azalma %50‟den fazlaydı. Azerbaycan Türkleri ve Kürtler akıl almaz kayıplar vermiĢlerdi. Bir yıldan fazla süren bu katliam ve topraklardan çıkarma siyasetinden sonra Müslümanların sayısı 232.000 kiĢi azalmıĢtı. Nüfus sayım verileri, gösterir ki, Zengezur, Növobeyazid, Lori, ġuragel ve Ağbaba‟da yaĢayan Türk ve Müslüman nüfus öldürülmek ve kovulmak Ģartıyla tamamen yok edilmiĢtir. Dereleyez ve

266

Erivan‟da Türk nüfusun sadece %10‟u, Eçmiedzin‟de ise yarısı kalmıĢtır. Pembek ve Gazah‟ın Türk halkı ise Ģimdilik kendilerini bu çirkin taĢnak politikası karĢısında koruyabilmiĢlerdir. 1919 yılının Ağustosu‟nda Ġngiliz ordularının geri çekilmesi taĢnak hükümetinin önünü tamamen açtı. TaĢnaklar, Erivan guberniyası ve Kars vilayetinin Türk halkını amansızca öldürmeye baĢladılar.55 1919 yılının Ekim ayında ise Eçmiedzin ve Sürmeli‟den kaçan 25.000 kadar kiĢi Kars‟a sığınmıĢlardı.56 Ekim ayının 1‟inde Ermenistan‟dan Azerbaycan‟a 31.000 kadar Azerbaycan Türkü göç etmek zorunda kalmıĢtı.57 O dönem Azerbaycan‟ın resmi bilgilerine göre, Kasım ayının sonunda Azerbaycan‟da hükümet yardımı almıĢ olan tahminen 77.000 göçmen kayda alınmıĢtır.58 Rusya‟nın Kafkasya‟ya yeniden girmesi ve Ermenistan‟ın 1920 yılının Kasım ayının 29‟unda baĢlayan SovyetleĢmesi taĢnak hakimiyetine son verdi. 1921 yılının 16 Martı‟nda Rusya ve Türkiye arasında yapılan Moskova AnlaĢması gereğince Kars, Artvin ve Sürmeli Türkiye‟ye geri verilmiĢtir. Nahçivan vilayetinin statüsü özel olarak belirlenmiĢtir: O, Azerbaycan‟ın terkibinde kalacaktı. Kars, Sürmeli ve Nahçivan halkı Ermeni iĢgalcilerinin saldırılarına karĢı kahramanca direndiler ve kendi topraklarını Ermeni zulmünden korumayı baĢardılar. TaĢnakların üç yıllık hakimiyetlerinin sonucu ciddi bir faciaydı. 1920 yılının sonunda Ermenistan‟ın nüfusu toplam 722.000 kiĢi idi (Tablo 4‟e bakınız). Ermenistan‟da katliamlar sonrası 10.000 Azerbaycan Türkü,59 bizim hesapladığımız 691.000 Ermeni ve 21.000 diğer gayrımüslim nüfus yaĢıyordu. 1918-1920 yıllarında Ermenistan‟ın nüfus kaybı 549.000 kiĢi olmuĢtur. En büyük kaybı ise (280.000 kiĢi) Azerbaycan Türkleri vermiĢtir. Ermeniler 240.000 kiĢi, geriye kalanlar ise (Ruslar, Rumlar, Yezidîler vb.) 29.000 kiĢi azalmıĢtır. Her ne kadar rakamlar bize Ermenistan, Kafkasya ve Anadolu Türklerinin nasıl yok olduklarını söylemiyorlar. Ama I. Dünya SavaĢı ve iç savaĢlar sonucu, zorunlu göçler, hastalıklar ve özellikle de açlık, ölümlerin esas sebepleri olarak gösterilir. Ama bu nedenler arasında Ermeni iĢgalcilerinin Türklere karĢı yaptıkları katliamı da eklemek zorundayız. 1801-1921 yılları arasında Kuzey Azerbaycan‟ın batı hissesinde etno-politik ve demografik durum köklü Ģekilde değiĢmiĢti. Rusya‟nın Kafkasya‟ya girmesi ile bağlı olan siyasi değiĢiklikler demografik değiĢikliklere yol açmıĢtır: 1801-1831 yılları arsında Azerbaycan Türkleri ve Kürtlerin muhacereti, Türkiye ve Ġran Ermenilerinin göç ettirilmeleri Erivan, Pembek-ġuragel, Lori ve Gazah‟ın kesiĢmesinde ve 1904-1906 yıllarındaki Ermeni-Türk savaĢları sonucunda bir o kadar büyümüĢ Ermeni etnik arazisinin kurulması ile bitmiĢtir. Esas etno-politik değiĢiklikler Rusya‟nın Kafkasya‟dan gitmesinden sonra ortaya çıkmıĢtır. Etnik problemlerle dolu olan bu bölgede, 1917-1921 yıllarında Azerbaycan halkının, dağlıların, Türklerin ve Müslüman unsurların misilsiz katliamı pahasına kurulmuĢ olan Ermenistan Devleti, bu topraklarını daha da geniĢletmek için günümüzde bile çeĢitli terör planlarını uygulamaktan çekinmemektedir.

267

1 Ġstoriçeskaya Geografıya Azerbaycana, Bakü 1987, s. 88, 91, 93-97, 110-119; BerdzeniĢvili N., CavahiĢvili Ġ., CanaĢia S., Ġstoriya Gruzii, I. cilt, Tbilis 1950, s. 302, 310. 2 Hammer J., Geschichte des Osmanischen Reiches, Pest 1831. Bd. 7. s. 328; Mustafazade T. T., Azerbaycan i Russko-Turestkie OtnoĢeniya v Pervoy Treti XVIII. v., Bakü 1993. s. 127; Kırzıoğlu F. M., Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590), Ankara 1993, s. 327, 346. 3 H. Memmedov ġuragel ile ilgili önemli bilgiler vermiĢtir. 4 Erivan eyaletinin Ġcmal Defteri/AraĢtırma, Tercüme, Keyıt ve Ġlavelerin Müellifleri Z. Büniyatov ve H. Memmedov. Bakü 1996, s. 18; Nahçıvan sancağının müfessel defteri/GiriĢ ve Tercüme Müellifleri Z. Büniyatov ve H. Memmedov. Bakü 1997, Summary, s. 335; Safarov R., XIX. Yüzyılın Birinci Gerinesinde Çukursaad Ahalisinin Etnik Yapısı (Baskıda). 5 Aktı, Sobrannıye Kavkazskoy Arkheografıçeskoy Komissiyey. Arkhiv Glavnogo Upravleniya Namestnika Kavkazskogo, Tiflis 1866, I. cilt, No 801, 804, s. 599, (sonra-AKAK). 6 Prisoyedineniye Vostoçnoy Armenii k Rossii, Sbornik dokumentov, T. I. (1801-1813). Erivan 1972, No 215, s. 290, No 222, s. 295. 7 AKAK, 1868, T. II. No 1128, s. 574. 8 AKAK, 1875, T. VI. II. baskı, Dopolneniya i prilojeniya, No 68, s. 853. 9 Prisoyedineniye Vostoçnoy Armenii k Rossii, No 234, s. 307. 10

AKAK, T. II. No 1164, s. 585.

11

AKAK, 1869, T. III. No 992, s. 549; AKAK, 1870, T. IV. No 24, s. 24.

12

AKAK, 1874, T. VI. ç. 1. No 631, s. 468.

13

Azerbaycan Devlet Tarih ArĢivi, F. 24. s. 1, ĠĢ. 21. V. 80: AKAK, T. I. No 575, s. 462,

464; T. III. No 415. s. 228; T. VI. ç. 1. No 601, s. 449; Potto V., Kavkazskaya Voyna v Otdelnıh Oçerkah, Epizodah, Legendah i Biografıyah, T. 3. Vıp. 1. SPb., 1888. s. 45; Obozreniye Rossiyskih Vladeniy za Kavkazom v Statistiçeskom, Etnografıçeskom, Topografiçeskom i Finansovon OtnoĢeniyah, ç. II. SPb., 1836, s. 303-304. 14

ġopen Ġ., Ġstoriçeskiy Pamyatnik Sostoyaniya Armyanskoy Oblasti v Epohu Yego

Prisoyedinenya k Rossiyskoy Ġmperii, SPb., 1852, s. 635-642; Obozreniye Rossiyskih Vladeniy za Kavkazom, . II. s. 303-304. 15

Bkz. Safarov R. F., Kameralniye Opisaniya Kak Ġstoçnik po Etniçeskoy Statistike

Azerbaycana//ġarkın Aktüel Problemleri, Bakü 2000, s. 45-48. 16

Bournoutian G., Eastern Armenia in The Last Decades of Persian Rule, 1807-1828,

Malibu, California 1982. P. 76. 17

AKAK, 1878, T. VII. No 511. s. 547.

268

18

Safarov R., Ġz Etniçeskoy Ġstorii Nahçivana v XIX. -XX. Vekah//Nahçivan Üniversitesi

Ġlmi Eserleri (Humanitar seriya), 1999, No 5. s. 36-38. Pembek ġuragel muhacirlerinin sayısı Azerbaycanlı ailelerinin sayısının 1826 yılında 960, 1829 yılında ise 420 olması arasındaki farkın esasında belirlenmiĢtir. (Potto V., a.g.e., s. 45; Obozreniye Rossiyskih Vladenıy za Kavkazom, . II. s. 303-304). 19

1828 yılının Nisan ayında Müslüman göçmenlerin Rusya topraklarına geri dönmelerinin

yasaklanması hakkında Paskeviç‟in emri verilmiĢti (AKAK, T. VII. No 438. s. 490). 20

Safarov R.

F.,

Russkoye

Zavoyevaniye

i

Demografiçeskiye

Ġzmeneniya

na

Kavkaze//International Conference “Archeology and Ethnography of the Caucasus”: Summary of thesis, Bakü 2000, s. 210-211. 21

Glinka S., Opisanıye Pereseleniya Armyan Azerbaijanskih v Ppredeli Rossii,

Moskva 1831, s. 92, 132; AKAK, T. VII. S. III, No 830, s. 847. 22

Tavakalyan N. A., “Pereseleniye Armyan iz Persii i Turtsii v Zakavkazye Posle

Prisoyedineniya Vostoçnoy Armenii k Rossii”, Ġstoriko-Filologiçeskiy Jurnal, 1978, No 3, s. 33-34, 37. 23

Yevetskiy O., Statistiçeskoe Opisanie Zakavkazskogo Kraya, V 2-h çastyah, SPb.,

1835, s. 245; ġavrov N., Russkaya Kolonizatsiya na Kavkaze, Voprosı kolonizatsii, SPb., 1911, T. 8, s. 133. 24

Glinka S., a.g.e. s. 131; Griboyedov A. S., Polnoe Sobranie Soçineniy, T. I.

(Prozaiçeskie Pisma i Perepiska), SPb., 1889, s. 260. 25

Tavakalyan N. A., a.g.e., s. 26-39.

26

Korkotyan Z., Sovyet Ermenistanı‟nın Ahalisi Sonuncu Yüzyılda (1831-1931),

Erivan 1932, s. 164-167 (Ermenice). 27

Tumanyan O., “Sovyetlere Kadarki Devirde Ermenistan‟ın Ahalisi” (Ermenice),

Ermenistan SSR EA-nın Tarix-Filologiya Jurnalı. 1965, No 4, s. 43; Parsamyan B., Ġstoriya Armyanskogo Naroda. 1801-1900, Kn. 1, Erivan 1972. s. 88. 28

ADTA, F. 24, s. 1. I. 335, V. 221-331; ġopen Ġ., a.g.e., s. 485-642, 653-654, 666, 706.

29

ġopen Ġ., a.g.e., s. 485-642; Korkotyan Z., a.g.e., s. 166-167, XXXI-XXXII.

30

Gürün K., Ermeni Dosyası, Ankara 1983, s. 134, 156.

31

A.g.e., s. 160-167.

32

Mayewsky V. T., Voyenno-Statistiçeskoe Opisanie Vanskogo i Bitlisskogo

Vilayetov, Tiflis 1904, Otdel Prilojeniy, s. 12.

269

33

Veliçko V. Z., Kavkaz. Russkoye Delo i Mejdu Plemennıye Voprosı, SPb., 1904. T.

I, s. 106. 34

VsepoddaneyĢiy Otçyot o Proizvedennoy v 1905 g. po VısoçayĢemu Poveleniyu

Senatorom Kuz‟minskim Revizii g. Baku i Bakinskoy Gubernii, Bakü 1905, s. 21. 35

Swietochowski T., Russian Azerbaijan. 1905-1920: The Sparing of National Identity in

a Muslim Community. Cambridge, 1985. P. 41. 36

Mayewsky V. T., Armyano-Tatarskaya Smuta na Kavkaze, Kak Odin iz Fazisov

Armyanskogo Voprosa, Tiflis 1915. s. 7, 10, 27, 28. 37

Kavkazskiy Kalendar na 1914 God, Tiflis, 1915. Statistiç. otd. s. 218-269; Gürün K.,

a.g.e. s. 119; McCarthy J., Müslümanlar ve Azınlıklar. Osmanlı Anadolusu‟nda Nüfus ve Ġmparatorluğun Sonu, ev. Bilge Umar, Ankara 1998, s. 112, 128; Ormanian M., Armyanskaya Serkov, Per. s frans. B. Runt. Moskva 1913, s. 216. 38

Safarov R. F., Russkoe Zavoyevanie, s. 210-211.

39

Kavkazskiy Kalendar na 1914 God, s. 218-269.

40

Shaw St. J., Kural-Shaw E., History of the Ottoman Empire and Modern Turkey.

Vol. II: 1808-1975. Cambridge 1977, P. 314. 41

Kavkazskiy Kalendar na 1914 God, s. 218-269; Kavkazskiy Kalendar‟na 1916 God,

s. 177-237. 42

Arutünyan A. A., Pervaya Mirovaya Voyna: Armyanskiye Bejentsı (1914-1917 gg.):

Avtoreferat kandidat. disser. Erivan 1989, s. 16. 43

Korkotyan Z., a.g.e. s. 184, 185.

44

Bruk S. I.; Kabuzan V. M., “Etniçeskiy Sostav Naseleniya Rossii (1719-1917 gg.)”,

Sovetskaya Etnoqrafiya, 1980. No 6, s. 24-25. 45

Tverdohlebov, Memuarı Russkogo Ofitsera, Ġstoriya Azerbaycana po Dokumentam i

Publikasiyam, Bakü 1990, s. 121-148. 46

A.g.e., s. 216-220.

47

Korkotyan Z., Ağ Gırğından Gırmızı Guruculuğa Doğru, Erivan 1929, s. 4,

(Ermenice). 48

Swietochowski T., Op. cit. P. 130.

49

Ġstoriya Azerbaycana po Dokumentam, s. 195-209.

50

A.g.e., s. 246-256, 257-258.

270

51

Boryan B. A., Armeniya, Mejdunarodnaya Diplomatiya i SSSR. Moskva-Leninqrad

1998 T. II. s 82. 52

A.g.e., s. 81, 82, 195.

53

Korkotyan Z., a.g.e., Erivan 1932, s. XLVI-XLVII.

54

Kocabekyan V. E., Armanskaya SSR, Naseleniye Soyuznıh Respublik, Sbornik

Statey, Moskva 1977, s. 265. 55

Ġstoriya Azerbaycana po Dokumentam, s. 221-224; Gurko-Kryajin V., Armyanskiy

Vopros, BolĢaya Sovetskaya Entsiklopediya, Moskva 1926, T. 3. s. 438. 56

Gaciyev A., Ġz Ġstorii Obrazovaniya i Padeniya Yugo-Zapadnoy Kavkazskoy

(Karskoy) Respubliki, Bakü 1992. s. 24. 57

Azizbekova P., Azerbaycanskaya Demokratiçeskaya Respublika i Mejdunatsional‟nıye

OtnoĢeniya (1919-1920 gg.), Azerbaycan EA.‟nın Heberleri, Tarih, Felsefe, Hukuk Seriyası, 1991. No 1. s. 19. 58

Adres-Kalendar Azerbaycanskoy Respubliki na 1920 g. Bakü (yıl gösterilmemiĢ), s. 84-

59

Korkotyan Z., a.g.e., s., 184.

85.

271

Ġrevan (Revan) Vilayetindeki Demografik DeğiĢiklikler Üzerine / Dr. Hacar Y. Verdiyeva [s.175-180] Baku DevletÜniversitesi Tarih Fakültesi / Azerbaycan Tarih öylesinekonuşmayan bir hatip ki,seleflerin vasiyetlerini tüm detay vetanıtımlariyle haleflere belirtir,ihtiyaç ve refah nedenlerini, gelişme veçöküş yollarını onlara anlatır. A. A. Bakihanov Azerbaycan XIX. yüzyıl baĢlarında Rusya ve Ġran devletleri arasında paylaĢılmıĢ; Kuzey Azerbaycan Rusya, Güney Azerbaycan da Ġran egemenliğine geçmiĢtir. AraĢtırma konumuz, Azerbaycan tarihçiliğinde son yıllara kadar yeterince incelenmemiĢtir. Tarihçilerin bir kısmı eserlerinde ülke nüfusunun demografik durumunun bir takım alanlarına değinseler de1 Kuzey Azerbaycan‟ın arazi sınırları Baku ve Elizavetpol vilayetleri çerçevesinde ele alınmıĢ, Nahçıvan bölgesi kısmen araĢtırılsa da Erivan arazisi -Azerbaycan‟ın tarihi toprağı olarakAzerbaycan tarihçiliğinde “unutulmuĢ”, tarihi hafizadan uzaklaĢtırılmıĢ ve bir yerde “yabancılaĢmıĢtı”. Yalnız Azerbaycan Cumhuriyeti ikinci kez bağımsızlığına kavuĢtuktan sonra araĢtırmacılar Azerbaycan tarihinin yeni dönemini araĢtırırken, ukur-Sed toprağını da dikkate almıĢlardır.2 XIX-XX. yüzyılın baĢlarında Erivan vilayetindeki demoğrafik değiĢimler ve onların sonuçlarına geçmeden önce Rusya Ġmparatorluğu‟nun Kuzey Azerbaycan‟ı iĢğalinden sonra Azerbaycan topraklarında yaptığı idari-coğrafi yapılanmaya bakmak istiyoruz. XIX. yüzyılının ilk otuz yılında Rusya Ġmparatorluğu‟ Kuzey Azerbaycan‟ı iĢgal etmiĢ ve sürekli ve ardıcıl bir amaca yönelik sömürgecilik siyaseti yürütüp, Azerbaycan topraklarında “makaslama” operasyonu düzenlemiĢtir. XIX. yüzyılın ortalarına doğru Azerbaycan‟ın kuzey hanlıkları ortadan kaldırılmıĢ, onların yerinde Ermeni vilayeti, Kaspi vilayeti ve Gürcü-Ġmeretiya vilayeti oluĢturulmuĢtu. XIX. yüzyılın 40‟lı yıllarında Rusya Ġmparatorluğu‟ iĢğal ettiği arazileri kendisinin idarı-bölge sistemi içinde “eritmek” amacıyle Azerbaycan topraklarında ġemahı (1858 yılı ġemahı depremi sonucu il merkezi 1859 yılında Baku‟ya taĢınmıĢ ve Baku guberniyası (vilayeti) diye adlandırılmıĢtır.) Ġrevan, Derbent (1860 yılında bu vilayet kaldırılmıĢtır), 1868 yılında Elizavetpol vilayetlerini kurmuĢtur. Bu vilayetlerin kurulması ilk önce “makaslama” ilkesine dayanmıĢtı. 21 Mart 1828 tarihinde kurulan Ermeni vilayetine dört kaza bağlanmıĢtı: Bembek ve ġoragel, Erivan‟, Külpin ve Nahçıvan.3 9 Haziran 1849 tarihli fermanına göre 1850 yılında Erivan Guberniyası kurulmuĢ ve Ermeni vilayeti ve Alexandropol kazası birleĢtirilerek, beĢ kazaya bölünmüĢtü. Sonraki yıllarda “makaslama” sürmüĢ, 1870 yılında ġerur Dereleyez kazası kurulmuĢ ve 1868 yılında Ordubat kazasının Mihri bölgesi, Elizavetpol vilayetine verildiği için Erivan Guberniyası kesin olarak 1872 yılında oluĢmuĢ ve yenibaĢtan yedi kazaya bölünmüĢtü: Erivan‟, Alexandropol, Nahçivan, Novo-Bayazit, Sürmeli, ġerurDereleyez, Eçmiadzin.4

272

XIX. yüzyılın sonlarına doğru ukur-Seed topraklarında Rusya Ġmparatorluğu‟nun sömürü siyasetinin taleplerine uyğun olarak idari-coğrafi yapı tamamlanmıĢtı. XIX. yüzyıl baĢlarında Azerbaycan‟ın kuzey topraklarını iĢğal eden Rusya Ġmparatorluğu, amaca yönelik iskan siyaseti yürütmüĢ ve bunun sonucu olarak Erivan Guberniyası‟nda ciddi demografik değiĢiklikler ortaya çıkmıĢtır. XIX. yüzyılın otuzlu yıllarından baĢlayarak hıristiyan gruplar kuzey Azerbaycan‟a yerleĢtirilmiĢtir. Ġskan edilenler arasında bulunan Ermeniler, Rusya Ġmparatorluğu‟nun daha fazla güvenç ve ümit kaynağı idi. ünkü IV. yüzyılda kendi devletini kaybeden Ermeniler, Rusya Ġmparatorluğu‟na daha çok meyilliydiler. Ġran Devleti ve Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda yaĢayan Ermeniler, Doğu Hıristiyanları oldukları için Rusya Ġmparatorluğu‟nda yaĢamak isteklerini de saklamıyorlardı. I. Petro‟nun hakimiyeti döneminde dünyaya dağılan Ermenilerin arzusu: “Rusyanın onları müslüman zulmünden kurtarması”ydı,5 fakat Ermenilerin bu niyeti o zaman gerçekleĢmemiĢ ve onlar elveriĢli durumun meydana gelmesini beklemek durumundaydılar. XIX yüzyıl baĢlarında Rusya Ġmparatorluğu‟ Güney Kafkas‟ın ve Azerbaycan‟ın kuzey topraklarını iĢgal ederken, Ermenilere bağlı büyük planlar tasarlamıĢ ve 1813 yılında Gülistan AnlaĢması imzalanmazdan önce bu planlarını gerçekleĢtirmeye koyulmuĢtur. Eylül 1806‟da Rusya Kafkas ordusunun temsilcisi Nesvetayev‟e verilen malumatta, Bayazit paĢalığından 10 bin Ermeninin, Azerbaycan toprağı olan Erivan hanlığına göçmek arzusunda olduğu görülmektedir.6 Erzurum Ermenileri de Erivan hanlığında yaĢamak istiyorlardı.7 Asırlarca taĢıdıkları Ermeni devletinin kurulması ümitlerini Rusya Ġmparatorluğu‟nun desteğine dayanarak besleyen Ermeniler, 1804-1813 arasındaki Rus-Ġran harbinde Güney Kafkasya‟da askeri operasyonlar yapan Rus ordusuna aktif olarak yardımda bulunuyorlardı, General N. Sipyagin8 “Ermenilerin cesaretleri ve Rusya‟ya olan sadakatlerini”9 zikretmekte; General N. F. RtiĢev10 de Ermenilerin Rusya Ġmparatorluğu‟na sadakatinden ve Rusya‟ya önemli hizmetler yaptığından bahsetmektedir.11 Tarihi belgeler adı geçen Rus generallarının fikirlerini desteklemektedir. P. D. Sisyanov‟un12 söylediğine göre, Ermenilerin ideolojik ve politik önderi baĢpiskopos Nerses AĢtarakski, Rusların Gence hanlığını iĢgali sırasında yardım etmiĢtir. 1809 yılında Ġrevan kalesi general Ġ. V. Gudoviç13 tarafından kuĢatılırken, üç kilise-EçmiadzinebaĢı olan Nerses AĢtarakski Rusların askeri güçlerine yardım amaciyle “12 bin pud tahıl ve un, 25 bin pud barut”, göndermiĢ ve bununla da “Rus ordusunu zor bir durumdan kurtarmıĢ ve yardımlarından ötürü pırlanta ile ödüllendirilmiĢti. 14 Ermenilerin ve onların ideolojik ve politik önderinin “kahramanlıkları” üzerine Karabağ‟ın Ermeni melikleri Sankt Peterburg‟a, Rus filosunun amiralı, Ermeni M. Lazarev‟e malumat veriyorlardı.15 1804-1813 arasındaki I. Rus-Ġran Harbi‟nin sonuçlarına göre tüm dünyaya dağılan Ermenileri Güney Kafkasya‟ya yerleĢtiremeyen Rusya‟ya karĢı, onlar yine ümitlerini yitirmemiĢti. Bu yüzden de Ermeniler 1826-1828 yıllarında II. Rus-Ġran Harbi döneminde Rus ordusuna aktif surette yardım ediyorlardı. Bununla ilgili, kimi tarihcilere göre, “Ermeni zanaatcılar ġuĢa‟nın savunmasında büyük katkıda bulunmuĢlar”,16 Erivan kalesi Rus ordusu tarafından kuĢatılırken, Ermeniler yardım etmiĢlerdir.17

273

1826-1828 yıllarındaki II. Rus-Ġran ve 1828-1829 arasındaki Rus-Osmanlı SavaĢı sonucunda Ġran ve Osmanlı Devletleri‟nde yaĢayan Ermenilerin kitle halinde bölgeye göç etmesi için elveriĢli koĢullar oluĢtu. Ermenilerin Kuzey Azerbaycan‟a göçü sırasında Rusya onları yakın yerlere yerleĢtirmeğe gayret etmiĢ ve bölgede onları kendisine bir dayanak yapmayı amaç edinmiĢti. Rusya Ġmparatorluğu‟ tasarladığı bu planı Azerbaycanlılar (ın) ve onların tarihi toprakları üzerinde gerçekleĢtirmiĢti. 21 Mart 1828 tarihinde alınan senato kararına göre 10 ġubat1828 tarihinde Ġranla imzalanan antlaĢmaya dayanarak, Rusya‟ya katılan Erivan Hanlığı ve Nahçıvan Hanlığı bundan sonra emrimizle Ermeni vilayeti adlanacaktır” denilmektedir.18 Nahçıvan ve Erivan hanlıkları sayesinde Ermeni vilayetini kuran Rusya‟nın hakim çevrelerindeki inanç, Ermenilerin metropol ülkenin sadık dayanağı olacağı yönündeydi. Bu fikir o donemin tarihi belgelerinde kendi aksini bulmuĢtur: “Genellikle, Hıristiyanları (ermenileri) Nahçıvan ve Erivan eyaletlerine iskan için teĢvik gerekir, çünkü burada mümkün mertebe hiristiyan nüfüsun sayısının arttırılması göz önünde bulundurulur”.19 Türkmençay AnlaĢması‟nın imzalanması sonucu 1828-1829 yıllarında Ġran‟dan Kuzey Azerbaycan‟a Ermeniler kitle halinde göç etmiĢlerdir. Sayıları 6,946 aile ve 35.560 kiĢiye ulaĢmıĢtır. 20 Bunlardan 2.557 Ermeni ailesi Nahçıvan eyaletine yerleĢmiĢti.21 Tahmini hesaplarımıza göre 1.400 Ermeni ailesi Erivan eyaletinde yerleĢmiĢti. Edirne anlaĢmasının imzalanması sonrası Osmanlı Devleti‟nden Kuzey Azerbaycan‟a Ermeniler göç etmeğe baĢladı. 1829-1830 yıllarında Osmanlı Devleti‟nden Güney Kafkasya‟ya, özellikle de Kuzey Azerbaycan‟a 14 bini aĢkın Ermeni ailesi veya 84 binden fazla Ermeni göç etmiĢti.22 Göçen Ermenilerin ilk göç edenleri Gümrü civarında, Bembek ve Alagöz bölgelerinde baĢlıca olarak da yerli halkın -Azerbaycanlıların terkettikleri köylere yerleĢmiĢlerdi.23 2.264 aile Kars‟dan, 4.215 aile Bayazit‟ten gelmiĢti.24 Böylece, Ermenilerin yoğun Ģekilde yerleĢtikleri araziler, tarihen Azerbaycan toprağı olan Erivan ve Nahçıvan hanlıkları olmuĢtur. Bu da Ģu gerçeği kanıtlıyor ki, XIX. yüzyılın baĢlarında Rusya Ġmparatorluğu‟nun önünde Karabağ meselesi yoktu ve sömürü siyasetini yürüten devletin tek hedefi iĢgal edilen Türk topraklarında yeni Ermeni Devleti kurmak ve bunu imparatorluğun çıkarlarına tabi tutmaktı. Genellikle, XIX. yüzyılın birinci yarısında Kuzey Azerbaycan‟da ciddi demografik değiĢiklikler ortaya çıkmıĢtı. Bu dönemde ülkeye gayrimüslim nüfus göç etmekle kalmıyor, yerli nüfusu oluĢturan çok sayıda Azerbaycanlı da kendi ana yurtlarını, topraklarını terkedip gidiyorlardı. Öyle ki, 1830 yılı sonlarında Azerbaycanlılar Erivan‟, Nahçıvan hanlıklarını Bembek ve ġoragel, ġemĢeddil topraklarını kitle halinde terkederek, genellikle Ġran ve Osmanlı Devleti‟ne göçmüĢlerdir. Onların topraklarına ise, yukarıda kaydettiğimiz gibi, adı geçen devletlerden göç ettirilen Ermeniler iskan edilmiĢti.25 Gerçeğe dayanan tarihi kaynaklar Azerbaycanlıların göç sürecini kanıtlamaktadır. V. Grigoryev‟e göre, 1827-1828 yıllarında Nahçıvan hanlığında yaĢayan 4600 aileden 4170‟i Azerbaycanlı Türk ailesi idi, yani26 Azerbaycanlılar hanlık nüfusunun %90‟dan fazlasını oluĢturuyorlardı. Türkmençay ve Edirne AnlaĢmaları sonucu 1400 Azerbaycanlı Türk ailesi kendi

274

topraklarını terk etmiĢ ve sonunda 1832 yılında bu arazide Azerbaycanlıların sayısı 2.791 aileye inmiĢti,27 yani bu bölgenin nüfusunun %60‟nı oluĢturuyordu. Ġ. ġopen kendi araĢtırmalarında göstermektedir ki Rus-Ġran Harbi arifesinde (1826-1828) Ġrvan hanlığında 2.984 Azeri ailesinin yaĢadığını, Rusya iĢgali sonrası ise bu arazide 847 Azeri ailesi kalmıĢtı. Bu rakamlar kısa bir süre zarfında Azerbaycanlıların burada sayıca % 35‟de azaldığını açıkça kanıtlıyor. Kendi topraklarını terkeden Azerbaycanlılar Ġran ve Osmanlı devletlerine gitmiĢlerdi.28 Böylece, bu tarihi aĢamada baĢ gösteren demografik değiĢiklikler nüfusun etnik bünyesinde Ermeni ağırlığının artmasına yol açtı. Azerbaycanlıların yaĢadığı Kever köyüne 1830 yılında gelen Ermeniler, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun Bayazit Ģehrinden göç ettikleri için toprağa NovoBayazit adı verilmiĢti ve Novo-Bayazit Ģehrinde yalnız Ermeniler oturuyorlardı.29 Onların sayısı XIX. yüzyıl ortalarında 2,560 kiĢiye ulaĢmıĢtı.30 Novo-Bayazit kazasında ise aynı yıllarda 23.038 Ermeni, 8.207 Azerbaycanlı yaĢıyordu,31 yani yerli halkın sayısı buraya yerleĢtirilen Ermenilerin sayısından üçte bir azdı yani yüzde 36‟yı oluĢturuyordu. Ocak 1896 yılının göstergelerine göre ise Novo-Bayazit Ģehrinde Azerbaycanlılar yaĢamıyordu, Novo-Bayazit kazasında ise Azerbaycanlılar kaza halkının yüzde 28.5‟ini oluĢturdukları halde, Ermeniler yüzde 66,4‟ünü oluĢturuyorlardı. 32 Demek ki, 40 yıl zarfında bu kazada Azerbaycanlıların sayısı yüzde 7,5 azalma göstermiĢti. Bu da yukarda gösterdiğimiz gibi, toplumsal ve demoğrafik nedenlerle açıklanabilir. Benzer durum Erivan vilayetinin Alexandropol kazasının Bembek bölgesinde de meydana gelmiĢtir. XIX. yüzyılın 50‟li yıllarında burada 1,513 Ermeni ailesi yaĢadığı halde, Azerbaycanlı ailerinin sayısı 166 idi.33 Yanı Azerbaycan Türkleri bu araziye göçenlerin ortalama yüzde l0‟unu oluĢturuyorlardı. Oysa ki, 1830 yılına kadar burada daha çok yerli Azerbaycan Türkleri yaĢamıĢtı.34 Erivan vilayetinin Aleksandropol kazasının ġoragel mıntakasında durum daha karmaĢık idi. Bu arazinin iklimi susuz ve kuraktı. Edirne barıĢ anlaĢmasından sonra bu araziye Kars, Erzurum ve Bayazit paĢalıklarından, MuĢ ve Van‟dan gelen Ermeniler yerleĢtirilmiĢlerdi.35 Sonuçta ġoragel mıntakasında demografik değiĢiklikler ortaya çıkmıĢtır. XIX. yüzyıl ortalarında burada 5.239 Ermeni ailesi yaĢıyordu ve Azerbaycanlılar ise yalnızca 32 aileden ibaretti.36 Tüm bu olaylar ve sayısal göstergeler XIX. yüzyılda ortaya çıkan demografik değiĢiklikler Rusya Ġmparatorluğu‟nun yürüttüğü ve gerçekleĢtirebildiği göç siyaseti sonucu ilk önce 1830lu yılların sonlarında Ermenilerin kitle halinde ve diğer Hıristiyan grupların da zaman zaman Kuzey Azerbaycan‟a yerleĢtirilmesi gerçeğiyle karĢılaĢtığımız gerçeğini gösteriyor. Yerli nüfus da aynı dönemde Rusya‟nın iĢgal siyaseti sonucu kendi ana yurtlarını terketmek zorunda kalmıĢlardı. Bizim bu fikrimizi destekleyen F. R. Markova da Erivan hanlığı Rusya Ġmparatorluğu‟na tabi tutuluncaya dek burada nüfusun baĢlıca kısmını Azerbaycanlıların oluĢturduğu görüĢündedir. XIX. yüzyılın 30-40‟lı yıllarında Azerbaycanlılar Ġran ve Osmanlı Devletlerine göçmüĢ, onların boĢalttığı köylere, örneğin, ErdeĢir, Beydiyezli ve diğerlerine, yukar‟da kaydedildiği gibi, belli dönemlerde göçen Ermeniler yerleĢtirilmiĢti. Yerli idarı kurumlar Azerbaycanlıları kendi köylerinden göç ettiriyor, onların yerine ise göç ettirilen Ermeni ve Aysorları ylerleĢtiriyorlardı. 1840‟lı yıllarda

275

AĢağı Küleser köyünden sürülen Azerbaycanlılar boĢ arazide ġor-kent köyünü kurmuĢlardı. AĢağı Külser‟e ise Aysorlar yerleĢetirilmiĢlerdi.37 Böylece, yukarda gösterdiğimiz toplumsal süreçler bölgede sonradan gelen nüfusla yerli nüfus arasında demografik bilançoyu çok etkilemiĢ, bölge halkının etnik bileĢimine ciddi yönden etki yapmıĢtır, yani göçme, göç ettirilme siyaseti, sonunda demografik degiĢikliklere yol açmıĢtı. XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl baĢlarında Rusya Ġmparatorluğu‟nun Güney Kafkasya‟da, bu arada Kuzey Azerbaycan‟da takip ettiği sömürgecilik ve göç siyaseti sonucunda yerli nüfus Azerbaycanlıları Erivan vilaeti nüfusunun etnik yapısında üstün düzeyi oluĢturmuyorlardı. Böyle bir demografik durumun sebep ve sonuçları Ģunlardır: a) Bir taraftan XIX. yüzyılın birinci yarısında Rusya Ġmparatorluğu‟nun iĢğalı ile Azerbaycanlıların bir kısmı bu bölgeden Ġran ve Osmanlı Devletlerine göç etmiĢ ve böylece Azerbaycanlıların sayısı azalmıĢtır. Diğer taraftan da Rusya Ġmparatorluğu‟nun takip ettiği göç siyaseti sonucu Ermeniler Ġran ve Osmanlı Devletlerinden göçürülerek, Kuzey Azerbaycan‟a ve daha çok da Erivan vilayetine yerleĢtirilmiĢ ve bölge halkının etnik yapısında güçler dengesi onların lehine değiĢmiĢti. Bunu istatistiksel rakamlar da gösteriyor. 1886 yılında Erivan vilayetinde 670.405 kiĢiden 377.521‟i Azerbaycan Türküydü. Bu da vilayet nüfusunun yüzde 53.1‟ini, kapsıyordu; XX. yüzyılın baĢlarına ait göstergelere göre ise 1.120.242 kiĢiden 373.582‟si Azerbaycanlı idi, bu da vilayet nüfusunun %33.3‟ünü oluĢturuyordu.38 Rusya Ġmparatorluğu‟nun maksatlı göç siyaseti sonucu XIX. yüzyıl baĢlarında Kuzey Azerbaycan‟da Ermenilerin sayısı çok artıĢ gösterdi. Ġran ve Osmanlı devletlerinden 1828-1830‟lu yıllarda Kuzey Azerbaycan‟da yerleĢtirilen Ermenilerin sayısı 21.690 aileye veya yaklaĢık 119.5 bin kiĢiye ulaĢmıĢtı. Ermenilerin çoğu I. Nikolay‟ın ilan ettiği Ermeni vilayetine yerleĢmiĢlerdi. Yapılan araĢtırmalar Ģu gerçeği kanıtlıyor ki, Rusya Ġmparatorluğu‟ bu araziyi iĢgal edinceye dek, Azerbaycan‟ın bu tarihsel topraklarında nüfusun büyük kısmını zaten Türkler oluĢturuyorlardı. 1828 yılına kadar, ayrı ayrı araĢtırmacıların elde ettiği göstergelere göre, burada 81.749 Azerbaycan‟lı ve 25.151 Ermeni yaĢıyordu.39 Ġran ve Osmanlı Devletlerindeki Ermeniler kitle halinde Kuzey Azerbaycan‟a göç ettirilmiĢ, bunun sonucu olarak Ermeni vilayetinde Ermenilerin sayısı 81,61040 kiĢiye çıkmıĢ ve böylece, tarihsel Azerbaycan topraklarında Ermenilerin özgül ağırlığı 3.3 defa artmıĢ ve sayıca Azerbaycanlı Türklerden fazla olmuĢlardır. Ermenilerin göçü son yıllara dek sürmüĢtü. Kırım (1853-1856 yy.) ve son olarak Rus-Osmanlı (1877-1878 yy.) harpleri sonrası Ermenilerin sayısı Azerbaycan‟ın aynı bölgesinde bir hayli artıĢ göstermiĢti. 1873 yılı göstergelerine göre Erivan vilayetinde 221.191 Ermeni kaydedilmiĢtir.41 Oysa ki, 1831-1833 yılları nüfus sayımına göre bu arazide Ermenilerin sayısı 81.610 kiĢi idi. Demekki, 40 yıl zarfında Ermenilerin sayısı yaklaĢık üç defa artmıĢtır. 1868 yılında Mihri mıntakasının Ordubat kazasından alınıp yeni kurulan Yelizavetpol vilayetine verildiğini göz önüne aldığımızda,42 Erivan vilayeti arazi yönünden küçülse de, burada Ermenilerin sayısı artmaktaydı.

276

ġu bir gerçektir ki, Erivan vilayetinde aynı yıllarda Ermenilerin sayısı demografik nedenlerle değil de nüfusun göçürülmesi sürecinde, yani nüfusun mekanik hareketi sayesinde artmıĢtır. Bu süreç sonraki yıllarda da hızını kaybetmeden sürmüĢtür. 1886 yılı göstergelerine göre Ermenilerin sayısı 375.700 kiĢiyle ulaĢmıĢtı.43 Bu da araĢtırdığımız dönemde Ermenilerin Erivan vilayetinde sayıca artıĢının, göçe bağlı bulunduğunu gösteriyor. 1877-1878 yıllarında Rus-Osmanlı Harbi sona erdikden sonra Ermeniler Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndan Kuzey Azerbaycan‟a göçmüĢ, sonuçta sayıları Erivan vilayetinin Aleksandropol kazasında yüzde 24,29 ve Novo-Bayazit kazasında yüzde 22,78 artmıĢtır.44 1897 yılında Erivan vilayetinde Ermenilerin sayısı 439.926 kiĢiye ulaĢmıĢtı.45 1886 yılı istatistik göstergelerinden farklı olarak, Ermenilerin sayısı 64,226 kiĢidir ve yüzde 17,18 artmıĢtır. Ermenilerin 11 yıl zarfında bu sayısal artıĢı göstermesi, 1890 yıllarında Osanlı Ġmparatorluğunda ortaya çıkan sosyal-siyasal süreçlerle ilgilidir. XIX. yüzyılın sonlarında Van‟da, Samsun‟da Ermeni ayaklanmaları bastırıldıktan sonra 10 binlerce Ermeni Rusya Ġmparatorluğuna, Güney Kafkasya‟ya gelmiĢtir. N.N. ġavrov‟a göre bu olaylar sırasında 90 bin Ermeni Güney Kafkasya‟ya yerleĢmiĢ ve onların çoğu Kuzey Azerbaycan‟da meskunlaĢmıĢtı.46 A. E. Alektorova göre ise XIX. yüzyıl sonlarında Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda vuku bulan olaylar sonrası Güney Kafkasya‟ya 42 bin Ermeni göç etmiĢti.47 Batı tarihçilerinin kanısınca yukarıda gösterilen olaylar sırasında Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndan Güney Kafkasya‟ya 60 bin Ermeni göçmüĢtü.48 Bu sorunla ilgili olarak Sovyet tarihcileri çeĢitli rakamlar gösteriyorlardı. M. S. Lazarev‟e göre “1894-1896 yıllarında, Rusya‟ya 50 bin Ermeni gitmiĢti”.49 D. Ġ. Ġsmayılzade ise, 1895-1896 yıllarında Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndan Güney Kafkasya‟ya 35 bin Ermeni göç etmiĢti demektedir.50 Bu sorun ele alınırken, Kafkasya valisi Ġ. Ġ. Vorontsov, 1906 yılında Rusya Ġmparatorluğu‟nun Bakanlar Kurulu baĢkanı görevine tayin edilen P. A. Stalıpin‟e gönderdiği mesajda 1895-1896 yılları olayları sırasında Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndan 75 bin Ermeninin Güney Kafkasya‟ya göç ettiğini yazmıĢtır.51 Bu durum tarihi belgeye yansıdığı için biz kendi araĢtırmalarımızda iĢte buna dayanarak Ģöyle bir sonuca varıyoruz ki, 1886 ve 1891 yılları zarfında Erivan vilayetinde Ermeni nüfusunun sayıca artıĢı XIX. yüzyılı sonlarındakı göç olaylarından çok etkilenmiĢtir. XX. yüzyıl sonlarında Erivan vilayetinde Ermenilerin sayısı 1916 yılında 669.871 kiĢiyi bulmuĢtur.52 1916 yılının istatistik göstergeleri ile 1897 yılı sonuçlarının karĢılaĢtırılması gösteriyor ki, 19. yüzyıl zarfında bu vilayette Ermeni nüfusunun sayısı 229.945‟e ulaĢmıĢ, yani yüzde 34.3 artmıĢtır. XX. yüzyılı baĢlarında Ermenilerin sayısının Erivan vilayetinde hızla artması, ilk önce I. Cihan SavaĢı yıllarında meydana gelen olaylarla ilgiliydi. Rus ordusunun Kafkas cephesinde elde ettiği baĢarılar sonucunda Anadolu‟nun belli bir kısmı iĢgal edilmiĢti. Bu durumu kullanan Ermeni bölücüleri 1915 yılı ilkbaharında Van‟da Rusya Ġmparatorluğu‟na dayanarak, “sözde Ermeni devleti” kurmuĢ ve Türk nüfusuna karĢı soykırım hareketi yapmıĢlardı.53 Rusya Ġmparatorluğu‟ndan tam destek alamayan Ermeni komitacıları 1915 yılı yazında “Van Cumhuriyetinin” ortadan kaldırılması sonucu, Anadolu‟nun ayrı ayrı yerlerinde ayaklanmaya gayret etseler de, bunu baĢaramamıĢ ve Osmanlı Devleti‟nin kesin müdahalesiyle Ermeni bölücülerinin planları suya düĢmüĢtü. Tabii ki, savaĢ sırasında

277

beĢinci kol rolünü yerine getiren Ermenilerin Anadolu‟da kalmaları imkansız ve amaca aykırı olduğundan, Ermeniler Osmanlı hakim daireleri tarafından kitle halinde Mezopotamya ve Suriye‟ye tehcir edilmiĢlerdi. Osmanlı Devleti‟nin bu hareketi Ermeni müfrezelerinin imparatorluk arazisinde terörist faaliyetine karĢı bir cevaptı. Böyle bir ortamda Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda iĢledikleri cinayetlerin sorumluluğunu üzerlerinden atan Ermeniler kitle halinde Güney Kafkasya‟ya ve ilk önce Erivan‟a geldiler. Yalnız 1915 yılı sonbaharında Erivan etrafında ordugaha 23 bini aĢkın göçmen yerleĢmiĢti.54 1916 yılı yazında ise Erivan‟da yaklaĢık 17 bin göçmen yaĢıyordu.55 Böylece gerekli olgusal malzemeler XX. yüzyıl baĢlarında Erivan‟da Ermenilerin sayısal artıĢının demografik faktörlere değil de mekanik yer değiĢtirmelere bağlı olduğu gerçeğini gösteriyor. Yukarda gösterilen tarihi belgelere, gerekli olgusal malzemelere ve istatistik göstergelere dayanarak diyebiliriz ki, araĢtırdığımız döneme ait Erivan‟da Ermenilerin sayısının hızlı artıĢı nüfus yer degiĢtirmesi ile ilgili olmuĢtur. Bu dönemde Ermeniler dıĢında Erivan‟a maksatlı bir biçimde Kürtler de göçürülmüĢtür. AraĢtırdığımız dönemde Erivan‟ın etnik yapısına Ruslar da dahil olmuĢtur. 1850 yılı baĢlarında Rus tarikatcılarından prgunlar Erivan‟ın Alexandropol kazasını mesken edinmiĢ,56 1854 yılında prıgunlar bu guberniyanın Novo-Bayazit kazasının Yelenovka, Semyonovka ve Konstantinovka köylerine göçmüĢlerdir:57 1870 yılında ise Ruslar Erivan vilayetinin Ġrevan kazasında meskun olmuĢlardı. Yelizavetpol vilayetinin Kazah kazasının Mihaylovka köyünden göçen Ruslar Ġrevan kazasında Novo-Nikolayevka köyünü kurmuĢlardı.58 Fakat araĢtırdığımız dönemde Ermeniler ve Kürtlerden farklı olarak, Rusların meskun olması süreci Erivan‟da pek hızlı değildi. 1886 yılı göstergelerine göre Erivan‟da 7,048 Rus

yaĢıyordu ve onlar vilayet nüfusunun %11‟ini oluĢturuyorlardı. Onlardan 3.090‟ı Ortodoks, 3,958‟i ise tarikatçı idi.59 1897 yılı göstergelerine göre ise vilayette 21,298 Rus kayda geçirilmiĢti ki,60 onlar da nüfusun %2,6‟sını oluĢturuyorlardı. 11 yıl zarfında Rusların sayısı 14,250 kiĢiye çıkmıĢ ve %202,1 artıĢ göstermiĢti. Bu göstergelere dayanarak, bu yıllarda Rus nüfusunun artıĢının göçe bağlı olduğunu söylemek mümkündür. Böylece, Rusya Ġmparatorluğu‟nun takip ettiği amaca yönelik ve durmadan gerçekleĢtirdiği göç siyaseti sonucunda araĢtırma konumuzu oluĢturan dönemde Erivan Guberniyası nüfusunun etnik bileĢiminde ciddi değiĢlikler ortaya çıkmıĢtır. Vilayet nüfusunun nomenklatürüne yeni etnoslar-Ruslar- girmiĢ, kitle halinde göçler sonucu Ermenilerin özgül ağırlığı hızla artıĢ göstermiĢtir. Rusya‟nın iĢgalcı, sömürgecilik siyaseti sonucunda Erivan‟da Azerbaycan‟ın yerli nüfusunun sayısının ve dolayısıyle özgül ağırlığının azalması hızlanmıĢ, bu da Azerbaycan‟ın ilerideki müthiĢ ve türlü facialarının baĢlangıcı olmuĢ, Azerbaycan topraklarının mezata çıkarlmasına zemin hazırlamıĢtır.

278

1 Lerner V. A., Kolichestvennıe i kachestvennıe izmeneniya v sostave naseleniya Azerbaydjana v posledney treti XIX veka. Avtoref. kand. diss., Baku 1985; Muradalieva E. V., Goroda Severnogo Azerbaydjana vo vtoroy polovine XIX veka, Baku 1991; Ġskenderov A. G., “Klassovaya struktura gorodskogo i selskogo naseleniya Azerbaydjana v pervoy treti XIX v. ”, Goroda Azerbaydjana v period kapitalizma, Baku 1987 2 Musayev Ġ., Azerbaycan‟ın Nahçıvan ve Zengezur Bölgelerinde Siyasi Veziyyet ve Harici Dövletlerin Siyaseti, Bakı 1996; Verdiyeva Kh. Yu., Pereselencheskaya Politika Rossiyskoy Ġmperii v Severnoy Azerbaydjane, Baku 1999; Safarov R., “Ġz Etnicheskoy Ġstorii Nahchıvana XIXnach. XX vekov”, Nahçıvan MR-75, Elmi Eserler, Hüsusi BurakılıĢ, No. 5, 1999. 3 Aktı, Sobrannie Kavkazskoy Arkheograficheskoy Komissiey (dalee-AKAK), t. VII, Tiflis, 18-78, s. 47, ver. s. 38 4 Pervaya Vseobshaya Perepis Naseleniya Rossiyskoy Ġmperii 1897 Goda, vıp. LXXI, s. V; Ġstoriya Azerbaydjana, t. II, Baku 1960, s. 153. 5 Anninskiy A., Ġstoriya Armyanskoy Serkvi (do XIX veka), Sankt-Peterburg 1898, s. 301. 6 Nersesyan M., Ġz Ġstorii Russko-Armyanskikh Otnosheniy, t. I, Erevan 1956, s. 232. 7 Verdiyeva H. Y., XIX Esrin Birinci Yarısında ġimali Azerbaycan‟ın Ehalisi, Bakı 1993, s. 14. 8 Sipyagin Nikolay Martyanoviç, general-yaver general-teğmen, 1800 yılında Semyonovsk alayında askeri hizmete baĢlamıĢ, 1827 yılı Martında Tiflis askeri gubernator (vali) görevine girmiĢ, 1828 yılında Tiflis‟de aynı görevinin baĢındayken ölmüĢtür. 9 Parsamyan V. A., Ġstoriya Armyanskogo Naroda, Erevan 1972, s. 30. 10

RtiĢev Nikolay Fyodoroviç, soylulardan olup, 1811 yılında Kafkas hattında yerleĢen

ordunun baĢ komandanı görevine atanmıĢtır 1812 yılından HeĢterhan guberniyasının, Kafkas ve Gürcüstan‟ın sınır ve sivil askeri birliklerinin baĢ komutanı görevine atanmıĢtır. 1813 yılında ona general rütpesi verilmiĢtir. 1816 yılında görevini kötüye kullandığı için görevinden alınmıĢ ve ordudan atılmıĢtır. 11

Ezov G. A., Snosheniya Petra Velikogo s Armyanskim Narodom. Dokumentı,

Sankt-Peterburg 1898, s. XIX. 12

Sisiyanov P.D. 1802 yılında Kafkas müfettiĢliğinin Ġnfanterya müfettiĢi, HeĢterhan

askeri gubernatoru ve Gürcüstan askeri komutanı olmuĢ. 2 Ocak 1804 yılında ayın 2‟den 3‟e geçen gece Gence kalesini ele geçirdiği için infanterya-generalı rütpesi almıĢtı. 8 ġubat 1806 yılında Baku kalesi civarında Baku hanı Hüseyin Kulu hanın amcazadesi tarafından öldürülmüĢtür. 13

Gudoviç Vasili Semyonoviç, 1748 yılında doğmuĢ, Almanya‟da eğitilmiĢ, 1776 yılında

graf rütpesine layık görülmüĢtür. 1798 yılında Anapa‟yı ele geçirdiği için II dereceden kutsal Georgi

279

niĢanı ile ödüllendirilmiĢtir. 1806 yılında Gürcüstan‟ın yönetilmesi üzere davetiye almıĢ ve 1807 yılında general-feldmareĢal rütbesi almıĢtır. 14

Ezov G. A., Ukaz rab., s. XXIII.

15

Ezov G. A., Ukaz rab., s. XIX.

16

Parsamyan V. A., Ġstoriya Armyanskogo Naroda, Erevan 1972, s. 32.

17

Sbornik Materialov Dlya Opisaniya Mestnostey i Plemen Kavkaza (sonra -

SMOMPK), t. IV, s. 36. 18

SGĠA-Rossii, f. 880, op. 5, dok. 389, l. 18, ob.

19

AKAK. t. VII, str ot 561-603.

20

Shopen Ġ., Ġstoricheskiy Pamyatnik Sostoyaniya Armyanskoy Oblasti v Epoku ee

Prisoedineniya k Rossiyskoy Ġmperii, Sankt-Peterburg 1852, s. 539. 21

Sobranie Aktov, Otnosyashikhsya k Obozreniya Ġstorii Armyanskogo Naroda,

Chast II, Moskva 1838, s. 369; Grigoryev V., Statisticheskoye Opisanie Nahchevanskoy Povinsii, Sankt-Peterburg 1833, s. 125-127; sm: NAĠĠ, inventar No. 84; SGĠA VUA, g. 4329, l. 288. 22

Utverjdenie Russkogo Vladıchestva na Kavkaze, Pod red. V. A. Potto, tom IV, chast

2, s. 453. 23

Utverjdenie Russkogo Vladıchestva, t. IV, chast 2, s. 453.

24

SGĠA Rosii, f. 1377, op. 1, g. 41, l. 49.

25

Parvitskiy V. A., “Ekonomicheskiy Bıt Gosudarstvennıkh Krestyan Yugo Zapadnoy

Chasti

Novobayazitskogo

Uezda

Erivanskoy

Gubernii”,

Material

Dlya

Ġzucheniya

Ekonomicheskogo Bıta Gosudarstvennıkh Krestyan Zakavkazskogo Kraya (dalee-MĠEBGKZK), t. I, chast 1, Tiflis 1886, s. 317; Kavkazskiy Almanakh na 1904 god, Tiflis 1903, s. 116; Volkova H. G., “Etnicheskie Prosessı v Zakavkazye v XIX-XX Vekakh”, Kavkazskiy Etnograficheskiy Sbornik (dalee - KES), Moskva 1967, s. 6. 26

Statisticheskoe Opisanie, s. 31; Shopen Ġ., Ġstorichesky Pamyatnik, s. 540-541.

27

Statisticheskoe Opisanie, s. 31.

28

Shopen Ġ., Ġstoricheskiy Pamyatnik, s. 541.

29

Kavkazskiy Kalendar (dalee-KK) na 1853 god, Tiflis 1852, otd. III, s. 357.

30

KK na 1855 god, Tiflis, 1854, otd. III, s. 412-413.

31

KK na 1855 god, Tiflis, 1854, otd. III, s. 416-417.

32

ES., t. XXI, s. 261.

33

KK na 1855 god, s. 347.

280

34

Obozrenie

Rossiyskikh

Vladeniy

za

Kavkazom

v

Statisticheskom,

Etnograficheskom, Topograficheskom i Finansovom Otnosheniyakh, S. Peterburg 1836, g. s. 2, s. 303-304. 35

Zelinskiy S. P., “Ekonomicheskiy Bıt Gosudarstvennıkh Krestyan v Shoragele,

Aleksandropolskogo Uezda Erivanskoy Gubernii”, MĠEBGKZK, t. 1, chast 1, s. 1, 4; KK na 1855 god, s. 341. 36

Markova F. P., “Ekonomicheskiy Bıt Gosudarstvennıkh Krestyan Erivanskogo Uezda”,

MĠEBGKZK, t. III, Tiflis 1886, s. 5. 37

Verdiyeva Kh. Yu., Pereselencheskaya Politika Rossiyskoy Ġmperii v Severnoy

Azerbaydjane, Baku 1999, s. 263. 38

Erisov A. D., “Dannıe ob Armyanskom Naselenii v Rossii”, Ġzvestiya Kavkazskogo

Otdela Ġmperatorskogo Russkogo Geograficheskogo Obshestva (dalee-Ġzvestiya KOĠRGU), Tiflis 1881, t. VII, No. 1, s. 92. 39

Verdiyeva Kh. Yu., Peresalencheskaya Politika, s. 228.

40

Zelinskiy S. P., “Plemennoy Sostav, Religiya i Proiskhojdenie Gosudarstvennıkh

Krestyan”, Svod Materialov po Ġzucheniyu Ekonomicheskogo Bıta Gosudarstvennıkh Krestyan Zakavkazskogo Kraya (dalee-Svod MĠEBGKZK), t. II Tiflis 1887, s. 166-170. 41

Pervaya Vseobshaya Perepis Naseleniya Rossiyskoy Ġmperii 1897 Goda, Vıpusk

LXXI, s. V. 42

Svod Statisticheskikh Dannıkh o Naselenii Zakavkazskogo Kraya, Ġzvlechennıkh

iz Posemeynıkh Spiskov 1886 Goda, Tiflis 1893, s. 534. 43

Zelinskiy S. P., “Ukaz. rab. ”, Svod MĠEBGKZK, t. II, s. 131.

44

Pervaya Vseobshaya Perepis, vıp. LXXI, gl. XIV, s. 58-59.

45

Shavrov H. H., Novaya Ugroza Russkomu Delu v Zakavkazye i Predstoyashaya

Rasprodaja Mugani Ġnorodsam, Baku 1990, s. 64 (perepechatka). 46

Alektorov A. E., Ġnogorodsı v Rossii. Sovremannıe Voprosı, Sankt-Peterburg 1906,

47

Armyanskiy Genosit: Mif i Realnost, Baku 1993, s. 204.

48

Lazarev M. S., Kurdskiy Vopros 1891-1917 Godakh, Moskva 1972, s. 88.

49

Ġsmailzade D. Ġ., Russkoe Krestyanstvo v Zakavkazye, Moskva 1982, s. 120.

50

Siyasi Partiyalar ve Ġctimai Herekatlar. (Dövlet ArĢivi) - (SPVĠHDA) f. 276, siy, 8; iĢ

s. 60.

265, ver. 12; bak. Verdiyeva Kh. Yu., Pereselencheskaya Politika Rossiyskoy Ġmperii v Severnom Azerbaydjane, Baku 1999, s. 125.

281

51

KK na 1917 god, Tiflis 1916, s. 218-219.

52

Jorc de Malevil, Armyanskaya Tragediya 1915 Goda, Baku 1990, s. 28 (perevod s

Fransuzskogo). 53

SPVĠHDA, f. 276, siy. 8, iĢ 513, ver. 8 arxa.

54

SPVĠHDA, f. 276, siy. 8, iĢ 513, ver. 9.

55

Shopen Ġ., Ġstoricheskiy Pamyatnik, s. 529.

56

Dingelshtedt N., Zakavkazskiye Sektı. Pervıe Prıgunı v Zakavkazye, Sankt-

Peterburg 1885, s. 44-46. 57

Dingelshtedt N., Göst. eser, s. 42.

58

Markova F. P., “Ekonomicheskiy Bıt Gosudarstvennıkh Krestyan Erivanskogo Uezda”,

MĠEBGKZK, t. II, Tiflis 1886, s. 5. 59

Svod Statisticheskikh Dannıkh o Naselenii, s. 535.

60

Pervaya Vseobshaya Perepis, 1905, vıp. LXXI, s. 58-59.

282

Ermenilerin Azerî Türklerine KarĢı Terör ve Katliamları (XX. Yüzyıl BaĢları) / Doç. Dr. Sani Tofigoğlu Hacıyev [s.181-194] Baku Devlet Üniversitesi Tarih Enstitüsü / Azerbaycan 1 988 yılından itibaren Ermenilerin Azeri Türklerine karĢı yaptığı baskı ve zulüm yoğunlaĢarak Azerbaycan halkının zor günler geçirmesine sebep olmuĢtur. DıĢ ülkelerde yaĢayan Ermenilerin oluĢturduğu lobiler ve Ermeni yanlısı güçlerden ve Azerbaycan dahilinde hakimiyete gelmek isteyen kuvvetlerin birbirleri arasındaki çekiĢmelerden de istifade ederek Ermeniler, yapılan doğrudan yardımlar sayesinde, talep ettikleri Dağlık Karabağ‟ı ve benzer 7 yerleĢim birimini -Azerbaycan toprağının %20‟sini- iĢgal etmiĢlerdir. Bir milyondan fazla insan ata yurtlarından koparılarak sürgün ve kaçkın olarak yaĢamaya zorlanmıĢ, binlerce Azerbaycan vatandaĢı Ermeni güçleri tarafından katledilmiĢtir. Bu hareket Ermenilerin Azeri Türklerine karĢı yaptıkları tarihteki ilk hareket değildi. Daha önceleri XX. yüzyılın baĢlarında -1905-1906 ve 1918-1920 yıllarında- da benzer saldırılarda bulunmuĢlardır. Bu sebeple Ermenilerin tarihte yaptıkları bu tecavüzkar saldırıları dünyanın yönetiminde söz sahibi olan büyük ülkelerin de bilmesi zaruridir. Bilindiği gibi, XIX. yüzyılın baĢlarında Rusya Güney Kafkasya‟yı iĢgal ederek Azerbaycan‟ı Ġran ile paylaĢmıĢtı. Azerbaycan Cumhuriyeti CumhurbaĢkanı‟nın 26 Mart 1998 yılındaki bildirgesinde de açıklandığı gibi Gülistan ve Türkmençay antlaĢmaları tarihi Azerbaycan topraklarının bölünmesini sağlamıĢtır.1 arlığın sadık kulları görünümündeki Ermeni ırkçılarının Büyük Ermenistan ideallerini gerçekleĢtirmek için Rus hükümeti 1828 yılında Nahçıvan ile Erivan Türk Hanlıklarının arazileri üzerinde “Ermeni Vilayeti”adıyla bir yönetim tesis etti. Fakat, arlık yönetimi Ermeni ırkçılarının amaçlarını anlayarak hemen 1850 yılında tesis ettikleri bu yönetimi lağvetti. Ermeniler tarihin dönüm noktaları sayılan karıĢıklıklardan menfaatleri doğrultusunda istifade etmesini bilmiĢlerdir. Nitekim, 1905-1907 yıllarında Rus Devrimi zamanında Ermeni milliyetçiliği de yeniden canlandı. Soykırım bildirgesinde de belirtildiği gibi “Büyük Ermenistan” kurma hülyalarından hareket eden Ermeni saldırganları 1905-1907 yıllarında Azeri Türklerine karĢı açıkça geniĢ ölçüde kanlı saldırılarda bulundular. Bakı‟da baĢlayan kırgın, ġuĢa, Zengezur, Nahçıvan, Erivan ve Karabağ‟da devam etti. Bunun neticesinde binlesrce Türk öldürüldü.2 1905-1907 yılları arasında devrim hareketi baĢladığında arlık, Güney Kafkasya‟daki devrim taraftarı hareketi önlemek için Kafkasya‟da karıĢıklığın devamını sağlamak maksadıyla Ermenilerin Türklere karĢı olan saldırılarını teĢvik etti. 6 ġubat 1905‟te Bakı‟da baĢlayan katliam daha sonra Erivan, Nahçıvan, ġuĢa Ģehirlerine de sıçradı. Hatta meĢhur Ermeni milliyetçisi Kafkas uzmanı Voronsov-DaĢkov, milli savaĢlarının ilk savaĢçılarının her yerde Ermeniler olduğunu itiraf etmiĢti.3

283

Gürcü yazar Kavibi bu konuyla ilgili “DaĢnaksütyun” sıklıkla komĢu Tatar (Azeri Türkleri) köylerine baskınlar düzenleyip onların da cevap vermesini istiyorlardı. DaĢnaksütyun istikbalde özerk Ermenistan kurmaya zemin hazırlamak için Ermeni ahaliye az ya da çok önemli topraklar sağlamaya çalıĢırdı” demektedir.4 TaĢnakların silahlı birlikleri bu tarihlerde ortaya çıkmıĢtı. Bunlar korumasız köylere baskınlar yaparak bütün ahaliyi katletmek, evleri tamamen yakmak taktiğiyle saldırıyorlardı. Büyük Azeri tarihçisi M. S. Ordubadi, Ermeni saldırılarını “Ermenilerin Türkiye arazisinde Ermenistan kurmak idealleri boĢa çıkınca Ermeni liderleri Erivan bölgesinde, Gence bölgesinin yaylak ve dağbasar bölgelerini Kars sancağı ile birleĢtirip Ermeni saltanatını tesis etmek için savaĢ yoluyla aynı topraklarda yaĢayan Türkleri öldürerek yalnızca Ermenilerin yaĢadığı bir toprak haline getirmeye çalıĢtılar”5 Ģeklinde değerlendirmektedir. 1905 yılı faciasının baĢlangıcı Bakı‟daki ġubat hadiseleriydi. ġubat‟ta Ermeniler büyük güçlerle hücuma geçtiler, ancak, Azeri Türkleri tarafından mukavemetle karĢılaĢınca evlere, bahçelere gizlenerek sokaklardan geçen masum inlanlırın üzerine ateĢ açtılar. Özellikle Ermeni katilleri Krasilnikov, Mayılov, Korsakov‟un evlerinden ve Madrid otelinden sokaklara ateĢ açtılar. Balahanı‟da büyük çatıĢmalar ve yangınlar oldu. Maalesef zamanın hakim unsurları bu katliamı önlemek için hiçbir Ģey yapmadılar.6 atıĢma ve buna bağlı yangınlar 10 ġubat‟a kadar devam etti. 6-10 ġubat olayları neticesinde bin civarında Azeri ve Ermeni öldü. Bu hadiselerde mağlup olan TaĢnaklar hırslarını Bakı yöneticisi NakaĢidze‟ye yönelttiler ve o, 11 Mayıs‟ta Ermeni teröristlerin bombası ile öldürüldü.7 Bakı olaylarından sonra bütün Güney Kafkasya‟da Ermeni ve Azeriler arasındaki iliĢkiler gerginleĢti. Mayıs‟ın baĢlarında Ermeniler Nahçıvan kazasında birçok Azeri Türkünü öldürdüler, birçoğunu da yaraladılar. 26 Kasım‟a kadar taraflar arasında zaman zaman ateĢkes ilan edildi. Ancak, her defasında Ermenilerin fitnesi barıĢa karĢı yönelmiĢti. 26 Kasım gecesi Rus Kazakları Ermeni güçlerle birleĢerek saldırıya baĢladılar. Müslümanların pazar yerini yakıp dağıttılar. ġehirde yaĢayan Müslümanlar Ģehrin yöneticisi General Paskeçiç‟e Kazakları Ģikayet etseler de o hiçbir önlem almadı ve Ģehri gizlice terk etti.8 24 Mayıs‟ta Erivan‟da çatıĢmalar baĢladı. Askerlerin yardımıyla Ermeni mahallelerinde yaĢayan Azeri aileleri tehlikesiz yerlere göç ettirildiler. Kendi evlerinde kalmakta olan Azeri Türklerinden 4 kadın, 2 çocuk ve 5 erkek Ermeniler tarafından öldürüldü. O zaman Azeri gönüllüler silahlanarak Ermenilere karĢı harekete baĢladılar. Silahlanan bu Azeri birlikleri Ermenilere karĢı baĢarılı olunca, yerleĢim bölgelerinde bağımsız yönetimler için seçimler baĢlattılar. Bunu fırsat bilen Ermeniler bütün Erivan‟da hücuma geçip onlarca köyü yakıp çok sayıda Azeri Türkünü katlettiler. 9 Cebrayıl kazasında da korkunç olaylar yaĢandı. TaĢnaklar, Divanalı ve Veyselli köylerini mahvettikten sonra büyük kuvvetlerle Gacar köyüne saldırdılar, ancak, yaklaĢık iki yüz civarında kayıp vererek geri çekilmek zorunda kaldılar.10 1905 yılının karıĢık noktalarından biri de ġuĢa idi. ġuĢa‟da 16-20 Ağustos tarihlerinde kanlı çatıĢmalar devam etti. Rus Kazakları ve Rus piyade birliği Ermeni gönüllüleriyle birlikte Azerilerin

284

evlerine baskınlar yaptılar. Ancak Azerilerin müdafaası karĢısında Rus Kazakları karargahlarına, Ermenilerin bir kısmını evlerine bir kısmını da yerleĢim birimlerinin dıĢına çıkardılar. General GalaĢaçanov Azeri Türklerine gelerek barıĢ için aracı oldu.11 20 Ağustos‟ta Ermeniler Bakı‟da yeniden saldırılara baĢladılar. 10 Eylül‟de Voronsov DaĢkov barıĢ görüĢmeleri için Bakı‟ya geldi. 14 Eylül‟de Ģehirde ateĢkes ilan edildi. 12 19-23 Kasım 1905 tarihleri arasında Gence‟de çatıĢmalar oldu ancak asıl katliam 23 Kasım günü oldu.13 1906 yılının Haziran ayında Zengilan‟da Ermeniler 5 köyü dağıttılar.14 Bu köylerin asıl sahipleri Gatar köyünde saklanmıĢlardı. Ermeniler bu köyü muhasaraya aldıkları zaman Saharov‟un komutasındaki Rus Kazakları Azerileri koruyacaklarını vaad ederek Azerilerin yeterince silahlanmasını da önlediler. Kazaklar köyün içine girdiklerinde ahalinin çoğunun silahlandığını görerek “ siz evlerinizde rahat oturunuz, Ermenilerin silahlı saldırılarına kesinlikle karĢılık vermeyiniz, hükümet elbetteki bunları cezalandıracaktır” diyerek onları aldatmıĢlardır. Rus Kazaklarının Ermenilere yaptıkları yardıma rağmen Azeri Türkleri Gatar köyünü muhafaza edebildiler. TaĢnaklar, Zengezur bölgesinde ayrı bir vahĢilik sergilemiĢlerdir. 9-15 Ağustos 1906 tarihleri arasında devam eden katliamlar neticesinde 200 civarında Azeri Türkü katledildi ve 20‟den fazla Azeri köyü yakılıp yıkıldı. Ohçu ġabadek köyünde Ermeniler halıların üstüne 15 Türk gencinin kesilmiĢ baĢını yığmıĢlardı.15 20 ġubat 1906‟da Tiflis‟te Voronsov DaĢkov‟un baĢkanlığında barıĢ görüĢmeleri baĢladı. Ancak, görüĢmeler karĢılıklı ithamlara dönüĢtü.16 1905 yılında Ermeni teröristler Azeri aydınlarına karĢı saldırılarda bulundular. 29 Ağustos‟ta Batum‟da “DaĢnakstyun” komitesinin kararı ile Azeri eğitimci hukukçu Memmedgulu bey Kengerli öldürüldü. O, bir kısım gence Paris‟te eğitim yaptırmayı istiyordu.17 CavanĢir kazasında da çok kanlı olaylar oldu. 3 Ekim 1905‟te Ermeniler Sırhavend köyüne baskın yaptılar. Ġnsanlar ormanda saklanmak için kaçtılar, fakat, yolda Hamazasp‟ın liderlik ettiği 400 kiĢilik Ermeni süvarileri tarafından vahĢice katledildiler. Hamazasp‟ın yanında komiser A. Ġ. Mikoyan bulunmaktaydı. Hamazasp, daha sonra Azeri Türklerine karĢı yapmıĢ olduğu katliamlar sebebiyle “DaĢnakstyun” komitesince general rütbesiyle taltif edildi.18 Ġstanbul‟u, boğazları ve hatta Doğu Anadolu‟yu kontrol etme isteğinde olan Rusya Birinci Cihan Harbi arifesinde Türkiye ile savaĢ durumunda Yakın Doğu‟daki askeri siyasi stratejisinin bir parçası olarak Ermeni silahlı kuvvetlerini oluĢturup yönlendirmeyi planlamıĢtı. SavaĢ baĢladığında Rusya dünyanın muhtelif yerlerinden Ermenileri Rus ordusu ili birlikte Türkiye‟ye karĢı savaĢa çağırdı. 1914 yılının sonunda 4 Ermeni silahlı birliği kurulmuĢtu.19 Bu gönüllü Ermeni birliklerinin kurulmasında Rusya‟nın Tiflis‟teki valisi Aleksandr Hatisyan‟ın büyük rolü olmuĢtur. SavaĢ yıllarında Ermenilerin ilk silahlı saldırısı Zeytun‟da oldu. Daha sonra, Kayseri, Diyarbakır, Van ve diğer yerlerde Ermeni silahlı birlikleri Müslüman Türk ahaliye karĢı her türlü zülm ve ihanette bulundular. Rus ordusu Andranik‟in yönettiği Birinci gönüllü Ermeni silahlı birliği Van Ģehrine

285

yakınlaĢtığında buradaki TaĢnak birlikleri vilayetin birçok yerinde isyan ettiler. Ermeniler civar köylerdeki Müslümanları kadın, yaĢlı ve çocuk ayırt etmeden öldürdüler. Rusların önünde gelen Ermeni gönüllü birlikleri iki gün boyunca yerli Müslüman Türk ahaliyi katlettiler.20 Ermeni isyanları karĢısında ĢaĢıran Osmanlı hükümeti tedbir almaya mecbur kaldı. Cephede durumu sabitlemek için Van, Bitlis, Erzurum ve cepheye yakın baĢka Ģehirlerden Ermenileri Suriye ve Mezopotamya bölgesine tehcir etti. Ancak, üzerinde yaĢadıkları topraklara ve devlete isyan ihanet karĢısında hükümet tarafından zaruri bir tedbir olan bu tehcir Ermenilerin tellalları tarafından bir soykırım olarak dünyaya takdim edilmeye çalıĢılmıĢtır. Ermeniler bu teçhirde 2.000.000 Ermeni‟nin planlı bir Ģekilde öldürüldüğünü iddia etmektedirler. Halbuki, Birinci Dünya SavaĢı‟nda Anadolu‟da yaĢayan Ermenilerin toplam nüfusu 1.300.000 idi. Daha sonra bunlardan da tahminen 400 ila 800 bin civarında Ermeni nüfusu Kafkasya‟ya, Avrupa‟ya ve Amerika‟ya gitmiĢlerdir. Ancak bir milyon Ermeni Filistin ve Suriye‟ye göçürülmüĢtü. Muteber kaynaklarda Birinci Dünya SavaĢı‟nda Anadolu‟da toplam 300 bin Ermeni‟nin değiĢik sebeplerle öldüğü belirtilmektedir. Bunların bir kısmı da kayıptır, kaldı ki bu sayıya Ruslarla birlikte Van‟dan kaçan Ermeniler de dahildir. 11 Aralık 1918 yılında Ermeni temsilciler heyetinin baĢkanının Fransa DıĢiĢleri Bakanına yazdığı mektupta da bu rakamı göstermiĢtir. Mukayese etmek için Ģunu belirtmeliyiz ki, Birinci Dünya SavaĢı‟nda Anadolu‟da yaĢayan ahali arasındaki ölüm 1.600.000 idi.21 Bu ölümler Rus askeri birliklerinin önünde ve arkasında hareket eden Ermeni silahlı katil birliklerinin faaliyeti sonucuydu. Böylelikle, Ermenilerin Türkiye topraklarında devlet kurma hülyaları gerçekleĢemedi. Böyle olunca, Ermeniler Rusya‟daki ġubat Devremi ve Ekim Ġhtilali neticesinde Kafkasya‟da hakimiyet buhranlarından istifade ederek kendi faaliyetlerinin ağırlığını bu bölgeye çevirdiler. Ermeni milliyetçileri kendi stratejik maksatlarını Ermeni devleti için Güney Kafkasya‟da arazi temini yönünde sevkettiler. Ermenilerin çoğunluğunun silahlanması, Rus ordusu ile paralel ya da onun içinde bulunan Ermeni lejyonlarının kurulmasıyla Ermeniler Azerilere karĢı üstün duruma geçtiler. Bir diğeri, Kafkas savaĢının askeri Ģartlarında Rusya‟ya karĢı Türkiye‟nin bulunduğu sırada Azerilerin teĢkilatlanması veya askeri kuruluĢlar oluĢturması oldukça zordu. ġunu da belirtmeliyiz ki, ġubat Devrimi‟nden sonra Rusya‟da hakimiyete gelen geçici hükümet ve Ekim Ġhtilali‟nden sonra hakimiyete gelen Sovyet hükümeti de Kafkasya‟da arlığın yürüttüğü siyaseti devam ettirerek, bölgeyi elden çıkarmak istemiyordu. SavaĢ sonunda iktisadi yönden tamamen çökmüĢ olan Sovyet Rusyası, Bakı petrolü olmadan ayakta duramazdı. Lenin, S. ġaumyan‟ı “Kafkasya Olağanüstü Hal Komiseri” tayin edip bölgeye göndermiĢti.22 ġaumyan, önce Tiflis‟i çalıĢma merkezi olarak seçmiĢti. Ancag 1918-ci il ġubat‟ın 25de Tiflis‟de Zagafgaziya Seymi açılmıĢ ve Zagafgaziya hökumeti teĢkil olunmuĢdu.23 S. ġaumyan, kendi faaliyetlerini BolĢeviklerin mevkilerinin güçlü olduğu Bakı Ģehrine aldı. 1917 yılının Mart ayında yapılan iĢçi parlamentosu Sovyet‟ine Ekim ayında yeni yapılan seçimlerde “Musavat” partisi oyların %40‟ını almıĢtı. Koministler ve DaĢnaklar da hayli oy aldılar. BolĢevikler ve DaĢnaklar Azerileri, ilk etapta Musavat‟ı iktidardan uzaklaĢtırmak için ittifak ettiler. Musavat‟ın yeni seçilmiĢ olan Sovyet‟in

286

terkibine dahil olmaktan imtina etmesi Bakı‟da hakimiyetin BolĢevikler ve perde arkasında ise esas DaĢnakların eline geçmesine ortam hazırladı. Kısa müddet zarfında Bakı petrol kuyularında çalıĢan Rus iĢçileri ve Ermenileri toplayarak 18 Mart 1918‟de Ermeni ve Ruslardan oluĢmuĢ Bakı iĢçi, asker milletvekilleri Bakı Sovyet yönetimini kontrolleri altına aldılar ve ġaumyan Sovyet‟in baĢkanı oldu. Hakimiyeti ele geçirmek için BolĢeviklere “Musavat”ın önüne geçecek ve onlara darbe vuracak güçler gerekliydi. Bunu da DaĢnakların silahlı kuvvetlerini yardıma çağırarak sağlamıĢ oldular. Bunun sonucunda 1918 yılının Mart aylarının sonunda Nisan aylarının baĢlarında Bakı‟da ve diğer Azerbaycan Ģehirlerinde toplu katliamlar oldu. Müslüman ahiliyi katletmek ve BolĢeviklerin hakimiyeti ele alması için hazırlıklar bitmiĢti. Fabrikalarda ve madenlerde Kızıl Ordu‟ya gönüllüler yazılırken muhtelif sebepler öne sürülerek Azeri Türklerini kabul etmiyorlar, Ermenileri ise hevesle yazıyorlardı. Cepheden dönen Ermeni askerlerini her yolla Bakı‟da bulundurmak için gayret sarf ediyorlardı. Eli kanlı cellat Hamazasp kendi silahlı birliğini “Kızıl Ordu‟nun 3. bölüğüne” çevirmiĢti.24 Bu sırada Müslümanların tek askeri birliği Lenkeran‟da gönüllülerden oluĢmuĢ “Dikaya Diviziya” idi. Bu sebeple BolĢeviklerin ve DaĢnakların ilk darbesi ona indirildi. Hacı Zeynelabidin Tağıyev‟in bu gönüllü birlikte hizmet eden ve elim bir Ģekilde ölen oğlu Mehemmed‟in cenaze merasimine giden arkadaĢlarını -General TalıĢinski baĢta olmak üzere- hepsi ġaumyan‟ın emriyle toplu halde garda tutuklandılar. Bu Bakı‟da ve Azerbaycan‟ın muhtelif Ģehirlerinde tepkilere sebep oldu.25 Zaten bundan önce, ġaumyan‟ın emriyle bir kısım silahlı birlik Hacıgabul‟dan geçerek Salyan‟a ve daha sonra da bazı kuvvetler deniz yoluyla Lenkeran‟a gönderilmiĢti. Resmi maksat Bakı Sovyet‟ine dahil olmayan “Dikiya Diviziya”yı silahtan arındırmaktı. Ancak, DaĢnaklar yol boyunca köyleri tahrik ve taciz etmeye baĢladılar. Özellikle, Astara‟da onlarca ev tahrip edildi ve yakıldı. Mukavemet göstermek isteyenler acımasızca öldürüldüler. 30 Mart‟ta ġaumyan‟ın emri doğrultusunda Lenkeran‟a dönen Azeri savaĢçılarının olduğu “Evelina” gemisi Bakı limanında tutuldu. Komutan mukavemet göstermeye çalıĢtıysa da askerlerin silahları toplatıltı. Musavat Partisi‟nin temsilcileri ile Azeri askerlerin bulunduğu “Avetik” gemisi de ġaumyan‟ın emriyle Ermeni silahlı birlikleri tarafından ateĢe verildi. Aynı gün Avakyan “Astoriya” otelinde DaĢnaklara silah dağıtmaya baĢladı. Bu günlerde S. Lalayev‟in birlikleri ġamahı‟da Müslüman ahaliye baskınlar düzenlemeye baĢladılar.26 Bu durumda Musavat tamamen tecrit edilmiĢ oldu. Panislamizmle korkutulan MenĢevikler ve Komünistler de DaĢnak ve BolĢevikleri müdafaa ettiler. Aynı zamanda ġaumyan ve onun emrindekiler Müslüman ahaliyi silahsızlandırmak için her Ģeyi yapıyorlardı. ġaumyan‟ın iĢtirakı ile yapılan istiĢareden sonra N. Nerimanov, Tezepir camisine giderek Müslümanları sakinleĢtirmeye çağırdı ve Sovyet hakimiyetinin gücünün bu tür fevri davranıĢlara son verdirecek kadar gücü olduğuna halkı inandırmaya çalıĢtı. Musavatçıların güya kalede kalan Rusları öldürdükleri yolundaki uydurma haberlere inanan Hazar Denizcileri Ģehrin Müslümanların yaĢadığı mahallelerine ateĢ açtılar.27

287

ġehirde Müslüman ahalinin toplu katliamları baĢladı. Önceleri tarafsızlığını ilan etmiĢ olan DaĢnaklar hızla oluĢmuĢ duruma milli bir hüviyet kazandırmaya çalıĢtılar. Onlar da Salyan kazarmasından Ģehrin Müslüman mahallelerine ateĢ açmaya baĢladılar. Aynı zamanda süvariler ve piyade birlikleri de hücuma geçtiler.28 Hadiselerin Ģahidi olan Yahudi A. N. Kvasnik, Ermeni silahlı birliklerinin evlere girerek buldukları Azerileri hemen kurĢuna dizdiklerini belirtmiĢti. Onlar için her Ģey mübahtı. Ellerine fırsat geçtiğinde kadınlara tecavüz ediyorlardı. Ermeniler Müslümanları büyük kitleler halinde “Rekord” ve “Mailov” birimlerine kovuyorlardı. oğunu da yolda öldürüyorlardı. DaĢnaksütyun Partisi güya esirlerin dokunulmazlığını koruyordu. Aslında Ermeni grupları birbirinin ardınca binaya girip sağlam Müslümanları seçerek arka avluda onları kurĢuna diziyorlardı. Ermeniler ateĢkes ilanından sonra da durmuyorlar Müslümanları öldürmeye devam ediyorlardı.29 1 Nisan günü Azerbaycanlı ahalinin temsilcileri Bakı Sovyeti‟ne bizzat ġaumyan‟a müdafaasız Müslümanların katliamını durdurması isteği ile müracaat ettiler. Ancak, Azeri Türklerinin katliamı 3 Nisan‟a kadar devam etti. Yalnız, Caparidze‟nin sert müdahalesi ve onu savunan 36. Türkistan Alayı‟nın ciddi istekleri ve Rus Hazar denizcilerinin Bakı Sovyetinin emrinden çıkacakları hususundaki haberleri bu kitle katliamlarını durdurdu. Ardahan ve Krasnovodsk askeri gemileri Ģehir limanlarına yanaĢarak Müslümanların katliamları durdurulmazsa Ģehrin Emenilerle meskun mahallelerini topa tutacaklarını bildirdiler.30 DaĢnak Partisi‟nin Bakı‟da BolĢeviklerle sıkı alakalarının neticesinde DaĢnakların yardımıyla BolĢevikler 1918 yılının Mart ayında “Musavat”ı darmadağın ettiğini o zamanın DaĢnaksütyun liderlerinden biri olan O. Kaçaznun da itiraf etmiĢtir: “… biz idari tedbirlerle Müslüman yerleĢim birimlerinde düzen kuramadık ve silah zoruyla, askeri güçlerle, toplu katliamlarla yapmaya çalıĢtık ve hatta bunda da yeterince baĢarılı olamadık”.31 1918 yılının Mart‟ında Azeri Türklerini sadece Bakı‟da kırmadılar. DaĢnaklar ġamahı kazasında da büyük vahĢilikler sergilemiĢlerdir. ġehir yakılmıĢ tarihi binalar Cuma Camii gibi. mahv edilmiĢtir.32 ġamahı‟yı zabtetmek için meĢhur DaĢnak savaĢçıları olan T. Emirov ve S. Lalayev gönderilmiĢti. Bunlar Bakı‟da yaptıkları katliamlarla tanınmıĢlardı. Kazada

40 civarında Azeri köyü dağıtılmıĢ, binlerce genç Müslüman tutuklanarak katledilmiĢlerdir.33 Lalayevcilerin vahĢiliklerine insan aklı eremezdi. Hatta Bakı Sovyet‟i, Kojemyako‟nun baĢkanlığında bir de askeri tahkikat komisyonu kurulmuĢtu. Komisyon Müslüman ahalinin katledilmesiyle ilgili Lalayev‟in aleyhinde bir de rapor tanzim etmiĢtir. Ancak, Kojemyako, Lalayev‟i cezalandırmak için çağırdığı zaman buna ġaumyan engel olmuĢtu.34 MeĢhur DaĢnak katili Hamzasp Guba yerleĢim biriminde daha da büyük vahĢilikler sergiledi. Nisan ayında BolĢeviklerin temsilcisi D. Gelovani 187 silahlı askerle Guba‟ya gelip kendini yerleĢim yerinin komiseri ilan etmiĢti. Gubalılar Sovyet hakimiyetini kabul etmiĢlerdi. Ancak birkaç gün sonra dağlık kesimde yaĢayan çevredeki Lezgi köylerinden Ģehre yapılan saldırılar sonucu Ģehri elinde tutamayan Gelovani Ģehri terk etmiĢ, bu arada kendisiyle birlikte Hırıstiyan sakinleri (bunların çoğu

288

Ermeniler idi) de götürmüĢtü. Lezgiler, geri çekilenleri de takip ederek bir kısmını öldürdüler. Daha sonra Lezgi birlikleri de Guba‟yı terk ettiler ve Ģehirde normal hayat devam etti.35 Ġki hafta sonra ġaumyan, diğer komiserlerle anlaĢmadan Hamazasp‟ın birliğini Guba‟ya gönderdi. Bu birlik tahminen 2.000 kiĢiydi ve yalnızca Ermenilerden oluĢmuĢtu. Hamazasp‟ın kendisi Gubalılara kendisinin “Ermeni halkının kahramanı ve menfaatlerinin müdafii” olduğunu beyan etti. Ayrıca, Guba‟ya düzeni sağlamak maksadıyla değil iki hafta önce bu bölgedeki çatıĢmalarda öldürülen Ermenilerin intikamını almak için gönderilmiĢti. Ona deniz sahilinden ġah Dağı‟na kadar olan bütün bu bölgede yaĢayan Müslümanları yok etme (ġirvan‟da olduğu gibi) ve evlerini yurtlarını yakıp yıkma emri verilmiĢti.36 1 Mayıs 1918‟de Hamazasp‟ın silahlı güçleri Guba‟yı muhasara edip top, roket ve tüfeklerle saldırdı. Silahlı güçler hiçbir mukavemetle karĢılaĢmadan Ģehre girdi. Ermeniler sokaklarda rastladıkları insanları kadın, çoluk çocuk, yaĢlı genç ayırt etmeden acımasızca öldürdüler. Evlere girerek bütün aileyi birden yok ettiler hatta kundaktaki çocuklara dahi acımadılar. Kerbelayı Memmed Tağı oğlu 14 kiĢilik ailesiyle, Memmed Resul hanımı ve üç çocuğu ile birlikte, Memmed Resul‟ün karnını yararak, çocuklarının ise baĢlarını keserek katlettiler. Bunlara benzer birçok aileyi topluca öldürdüler. Ermeni askerler erkeklerden kendileri için Müslüman kadınlar getirmeyi istiyorlardı. Bu isteklere razı olmayanlardan Ali PaĢa Kerbelayı Meherrem ve onun oğlu -babanın gözü önünde oğlunun gözü çıkarılarak, iĢkencelerle öldürüldüler. Bunun sonucunda Guba‟da genel toplam itibarıyla 2.000 kadın, çoluk, çocuk, yaĢlı, genç Ermeniler tarafından katledildi. Ermeniler yüzü aĢkın kadın ve kıza tecavüz etmiĢ, paralarını, altınlarını ve kıymetli eĢyalarını ise gasbetmiĢler, yüzlerce evi yakıp yıkmıĢlardır.37 Hamazasp‟ın güçleri Guba‟ya giderken demiryolunun her iki tarafında da bulunan Müslüman köylerine baskınlar tertip etmiĢ, evleri yerle bir etmiĢ, kaçamayan insanları ise öldürmüĢlerdi. 122 Türk Müslüman köyü, Deveci, Se‟dan, arhana, Siyezen ve baĢka birçok köy dağıtılmıĢ ve yakılmıĢtır. Bazen, ahali Ermenilerin yanına beyaz bayrakla temsilciler göndermiĢler ancak, Ermeniler onlarla daha hiç konuĢmadan kurĢuna dizmiĢler ve bu temsilcileri gönderen köyleri yakmıĢlardır. Mesela, Alihanlı yerleĢim biriminde temsilci olarak Ermenilerin yanına giden köy muhtarı Mirze Mehemmed DadaĢ oğlu ve Gülhüseyn Meherrem oğlunu öldürmüĢlerdir. Deveci Pazar ve Kızıl Burun köylerinin sakinleri 15 kiĢiyi barıĢın sembolü olan tuz ve ekmekle Ermenilerin yanına göndermiĢ ancak, Ermeniler dostluğu ve barıĢı kabul etmeyerek temsilcileri öldürmüĢlerdir. Ermeniler birçok camiyi yıkmıĢ, sayısız Kur‟an‟ı parçalayıp yakmıĢlardır.38 Bütün bunlara rağmen, günahsız kan akıtan BolĢevik DaĢnak ittifakı kendi hakimiyetini yalnız Bakı ve çevresine yayabildiler. 1918 yılının ġubat‟ında Güney Kafkasya‟da Rusya Müessisler Meclisi‟ne seçilmiĢ olan milletvekilleri Tiflis‟te Transkafkasya Birliği‟ni oluĢturup Güney Kafkasya Federatif Cumhuriyeti‟nin kurulduğunu ilan etmiĢlerdi. Transkafkasya hükümeti Rusya ile Almanya ve müttefikleri arasında 5 Mart 1918‟de yapılan Brest Litovsk antlaĢmasını tanımadığını bildirip antlaĢma Ģartlarında Türkiye‟ye geçmesi gereken Kars, Batum ve Ardahan‟ı diğer iĢgal altındaki Türk

289

topraklarını da boĢaltmaktan imtina ettiğinden Trabzon‟da ve daha sonra Batum‟da sülh görüĢmeleri yapıldı. Transkafkasya temsilciler heyetine dahil olan Ermeni ve Gürcü temsilcileri muhtelif yollarla görüĢmeleri uzatarak iĢgal altındaki Türk topraklarından çekilmekten imtina ediyorlardı. Bunun neticesinde Osmanlı ordusu askeri harekata yeniden baĢlamak durumunda kaldı ve SarıkamıĢ, Kars ve Batum Ģehirleri iĢgalden kurtarıldı. Düzenli Osmanlı askeri birliklerinin önünden kaçan Ermeniler yol boyunca geçtikleri yerlerdeki Türk ahaliyi de katletmeye baĢladı. ok kısa bir zaman zarfında Kars vilayetine bağlı 82 Müslüman köyü yakıldı, ahalisinin bir kısmı öldürüldü kalanı ise bitap haldeydi. Ermenilerle birlikte Kars‟ı terk eden Yunanlılar Ģöyle yazmaktadır: “Türk Ordusu karĢısında geri çekilen Ermeni kaçaklar etraftaki Müslüman köylerini yer yüzünden silerek her Ģeyi ateĢe verdiler, insanları kılıçtan geçirdiler, tasavvur edilemez iĢkenceler yaptılar. „Galip‟ Ermeni ordusu kaçarken askeri ganimetleri yani süngü ucuna takılmıĢ kundaktaki çocukları ve geçtikleri yolların kenarlarında çıplak soyundurdukları Müslüman kadınlarını takıyorlardı. Bu cehennem azabından aklını kaybetmiĢ kadın ve çocukların yürekler parçalayan iniltilerini, kocaların ümitsiz nalelerini dinlemek için insanın kalbi taĢ olmalıdır. Seksen iki köyden ibaret bir sancak bu tasvir edilen felakete düçar olmuĢtur”.39 Erivan bölgesinde yerleĢen Ermeni askeri birlikleri istikbaldeki müstakil Ermenistan için arazi temin etmek amacıyla Azerbaycan Türklerini toplu katliamlarla yok ettiler. 80.000 civarındaki Azeri Türkü atayurtlarını terk etmek zorunda kaldı.40 1918 yılının Mart ayına kadar Erivan bölgesinin, Erivan kazasında toplam 3015 kooperatifi olan 32 Azeri köyü dağıtılmıĢ ve sakinleri terke mecbur bırakmıĢlardı. 1908 yılının bilgilerine göre bu köylerde 10298 erkek 8707 kadın toplam 19005 kiĢi yaĢamaktaydı. Bölgenin Sürmeli kazasında 5. 493 kooperatif ve iĢletmesi olan 75 köy dağıtılmıĢ ve sakinleri tarafından terk edilmiĢti. Yine 1908 yılı bilgilerine göre bu köylerde 21.889 erkek 19.458 kadın toplam 42.347 kiĢi yaĢamaktaydı. Eçmiedzin kazasında 5979 iĢletmesi olan 84 köy dağıtılmıĢtı. 1908 yılının bilgilerine göre 18.967 erkek 16.658 kadın toplam 35.784 kiĢi yaĢamıĢtır. Erivan bölgesinin Novobayazid kazasında 668 iĢletmesi olan 7 köy dağıtılmıĢtır. Böylelikle bütün bölgede 15.155 iĢletmesi bulunan 199 köy dağıtılmıĢ ve sakinleri köylerini terke mecbur bırakılmıĢtır. 1908 yılı bilgilerine göre aynı köylerde 100. 626 kiĢi yaĢamaktaydı. 10 yılda ahalinin tahminen %30 arttığı dikkate alınırsa bölge üzerinde 135 bin kiĢinin yaĢadığı Müslüman köyünün dağıtılması ve ahalisinin zorla dağıtılması demektir.41 Ermenilerin, Kafkasya Müslümanlarına tecavüzünün arttığı bir zamanda Türk askeri birliklerinin ilerlemesi Azeri Türklerinin tamamen yok edilmesini önlemiĢtir. Osmanlı ordusunun hareketi aynı zamanda Transkafkasya Federasyonu‟nun dahilinde bulunan anlaĢmazlıkları da keskinleĢtirmiĢ oldu ve dağılmasını hızlandırdı. 26 Mayıs 1918‟de Gürcistan, 28 Mayıs‟ta ise Azerbaycan ve Ermenistan bağımsızlıklarını ilan ettiler. Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ikili anlaĢmanın özel öneme sahip olan dördüncü maddesine göre ülkenin güvenliğini sağlamak için ihtiyaç halinde Osmanlı hükümeti Azerbaycan Cumhuriyeti‟ne askeri yardım vermeyi taahhüt etmekteydi.42 Bu anlaĢma Azeri Türklerinin varlığını koruyup muhafaza etmek için zaruri bir adım idi. Karabağ‟ın dağlık kısmında

290

huzuru bozan Ermeni birliklerinin lağvedilmesi ve Bakı‟nın iĢgal kuvvetlerinden temizlenip huzur ve sükunun sağlanması için dördüncü maddenin özel bir önemi vardı. Osmanlı hükümeti, Azerbaycan‟a ordu gönderilmesine Almanya‟nın itiraz etmemesi hususunda gerekli giriĢimlerde bulunarak Osmanlı ve Azeri gönüllülerinden oluĢan „Ġslam Ordusu‟ kuruldu. Haziran‟ın baĢlarında artık Türk askeri birlikleri Gence istikametine doğru harekete

geçmiĢti.

Türk ordularının bir kısmı Kars ve Aleksandropol‟dan geçerek Karakilise-Dilican-Kazak ve Ağstafa yoluyla, bir kısmı da Güney Azerbaycan Karabağ istikametinden hareket etmiĢti. Mürsel PaĢa‟nın komutasında 5. kolordu Haziran ayının baĢlarında Gence‟ye girdiler. Türkiye‟nin Kafkasya‟daki ordularının baĢ komutanı Enver PaĢa‟nın kardeĢi Nuri PaĢa, kendi karargahıyla birlikte Gence‟ye geldi.43 Türk ordusunun Azerbaycan‟a doğru hareketi bu bölgede hakim unsur olmaya çalıĢan Sovyet Rusyası‟nda ve onun kontrolündeki Bakı HKS‟de ciddi rahatsızlıklara sebep oldu. V. Ġ. Lenin, özellikle Mayıs ayının sonlarında S. G. ġaumyan‟a gönderdiği telgrafta “Bakı‟nın uluslararası durumu oldukça zordur, bu sebeple Jordaniya ile ittifak halinde olmanızı tavsiye ederim‟ Ģeklinde direktif verdi. 44 Bu talimata uygun olarak S. G. ġaumyan 6 Haziran‟da Gürcistan‟a giderek N. Jordaniya ile görüĢüp Türk askerlerine karĢı mücadele teklif etti. Bu takdirde Gürcistan‟a muhtariyet verilebileceğini vaad ediyordu.45 Aynı Ģekilde Almanya da Türk askerlerinin Gürcistan topraklarından geçmesine izin verilmemesini istiyordu. 10 Haziran tarihinde Borçalı üzerinden Azerbaycan‟a doğru hareket eden Türk birliklerinin karĢısına Alman-Gürcü birlikleri çıktı. Pek de büyük olmayan bir çatıĢma neticesinde Türk ordusu General Kressin‟in komutasındaki Alman-Gürcü ittifak güçlerini geri püskürterek çok sayıda esir aldı. Bu hadiseden sonra Gürcistan hükümeti de Tifliste bulunan Azerbaycan hükümetinden Tiflis‟i terk etmesini talep etti ve Azerbaycan hükümeti 16 Haziran‟da Gence‟ye taĢındı.46 Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin kurulmasını istemeyen Bakı Halk Komiserleri Sovyeti 12 Haziran‟da Gence‟ye hücum emri verdi. Bakı Sovyeti ordusunun askerlerinin ve subaylarının çoğu Ermeni (doğrudan Hamazasp gibi) idi. Onlar yol boyunca bulunan Müslüman köylerinin ahalisine acımasızca zulm ettiler. Bu yüzden ahali de onlara düĢmanlık besliyordu. ġaumyan, Enzeli‟deki general Beçerahov‟dan yardım istedi. Beçerahov, kendine bağlı Rus Kazak birliği ile Bakı‟ya geldi, fakat, Beçerahov cepheyi çok çabuk terk ederek Kafkasya‟ya gitti. Lenin, Sovyet Rusyası‟nın kendi ağır durumunu dikkate almadan Lenin Birliği olarak anılan 1. Devrim Ordusunu Batı cephesinden ayırıp Bakı Sovyetinin yardımına gönderilmesi hususunda emir vermiĢti.47 Ancak, buhran içindeki Sovyet Rusyası da Bakı Sovyetine lazım olan yardımı gönderemedi. Aynı zamanlarda Azerbaycan hükümeti yardım için Türkiye‟ye baĢ vurdu. BirleĢmiĢ Türk-Azeri birlikleri Göyçay yakınlarında 27 Haziran-1Temmuz tarihleri arasında devam eden çatıĢmalarda Bakı Sovyeti‟nin ordusunu darmadağın ettiler.48

291

Ermeni milliyetçileri, hatta Andranik Bakı Sovyetine yardım etmek arzusunda olduklarını bildirdiler. Nahçıvan‟da Müslüman ahaliyi kırmakla meĢgul olan Andranik bu bölgeyi Rusya‟nın bir parçası olarak ilan eder, kendisinin de merkezi Rus hükümetine bağlı olduğunu beyan eder.49 ġaumyan, Andranik‟in bu teklifi üzerine derhal Moskova‟ya haber verir. 20 Haziran‟da Ukrayna cephesinden Petrov‟un 800 kiĢilik birliği ve bazı kuvvetler Rusya‟dan Bakı‟ya gelir.50 Bakı

Halk

Komiserleri

Sovyeti‟nin

Türk-Azerbaycan

ordularına

karĢı

mukavemet

gösteremeyeceğini anlayan Bakı Sovyetinin Komünist-DaĢnak çoğunluğu Ġngiliz askerlerinin Bakı‟ya davet edilmesi hususunda 30 Haziran‟da karar alırlar. BolĢevikler hakimiyetten düĢerler. Yönetime Komünist-DaĢnak Birliği diktatörlüğü geçer. Komiserler gemilere binip HeĢterhan‟a doğru giderler. Fakat, yeni yönetimin emriyle onlar geri döndürülerek hapse atılırlar. 13 Eylül 1918‟de “Sevan” adlı yük gemisinde HeĢterhan‟dan Bakı‟ya gelen Rus temsilciler heyeti Sentrokaspi hükümetine hapsedilmiĢ BolĢevik komiserleri azad etmeyi, Rusya‟nın petrol techizatının devam ettirilmesini teklif etmiĢ, karĢılığında HeĢterhan‟da bulunan birlikleri ve askeri malzemeyi Bakı‟ya göndermeyi teklif etti.51 Türk-Azerbaycan ordularının karĢısında dayanamayan Sentrokaspi diktatörlüğü yardım için Ġran‟da bulunan Ġngiliz askeri birliğinin komutanı Denstervil‟e müracaat etti. Denstervil binden fazla asker ve iki zırhlı otomobille Enzeli‟den Bakı‟ya geldi.52 Ağustos‟un sonunda Türk-Azerbaycan ordusu cephenin Lökbatan bölgesinde hücuma geçtikleri zaman Ġngilizler karĢılarına geçmek için harekete geçtiler, ancak, baĢarısız oldular. Ahaliden mağlubiyeti gizlemeye çalıĢan Ġngilizler Ģehrin sokaklarında marĢlar çaldırdılar. Geceleyin Ġngilizler müttefiklerinden gizlice gemilere binip 14 Eylül günü Enzeli‟ye ulaĢtılar. 14 eylül‟de Türk-Azeri ordusu Bakı‟ya girdi.53 Azerbaycan‟a karĢı olan Ermeni tecavüzü 1918 yılının ortalarından itibaren geniĢlemiĢtir. Ġlan edilmemiĢ üstü kapalı bir savaĢın bütün unsurları yaĢanmaktaydı, Zengezur, Karabağ, Erivan bölgelerinin bütün kazaları ve bu arazilerde komĢu olan topraklarda Ermenilerin bulunduğu yerler vardı ve bu yerler Ermenilerce istikbaldaki Ermenistan‟ın toprakları olarak düĢünülmekteydi. 9. Kolordu komutanı RüĢtü PaĢa I. Kafkasya irtibat komutanlığına 20 Haziran 1918 tarihli raporunda, Erivan‟ın 10 km doğusundaki Ağcakala köyünden ġorbulak yoluyla Erivan‟a göç eden Müslümanların 17-18 Haziran 1918 tarihlerinde ġorbulak ve Tohmak köyü arasında Ermeniler tarafından tamamıyla yok edildiğini bildiriyordu.54 9. Ordu komutanı ġevki PaĢa, BaĢ Komutanlığa gönderdiği 27 Aralık 1918 tarihli telgrafında Yanun adlı Ermeni‟nin yönetiminde 1.200 kiĢilik bir kuvvetle 5 Aralık 1918 tarihinden itibaren Nahçıvan civarındaki Müslümanlara zulm etmeye baĢlayarak Nahçıvan‟ın 40 km kuzey batısındaki Almalı bölgesinin 688 ve bu köyün 12 km kuzey batısında AğuĢ adlı mevkide 516 kiĢiyi katlettikleri, genç kadınları ayırdıktan sonra 200 kiĢiyi bir yerde toplayarak yaktıklarını bildirmiĢti.55

292

1918 yılının Haziran-Temmuz aylarında katil Andranik kendi eli kanlı birlikleri ile Nahçıvan‟ı ele geçirdi ve oradan Zengezur ve Karabağ‟a doğru saldırıya geçti. Andranik, Ermeni hükümetinin 4 Temmuz 1918 tarihinde Batum‟da Türkiye ile yapılan antlaĢmayı “ihanet” olarak adlandırdı. Ermenistan‟ın DaĢnak hükümeti ile alakasını kestiğini ve “Türk iĢgalceleri” ile silahlı mücadeleye devam edeceğini ilan etti.56 Ancak, Andranik, Türkiye ile açıkça savaĢa girmeye de cüret edemedi ve bütün savaĢ kabiliyetini silahsız müdafaasız Azerbaycan köylerini yakıp yıkmak ve ahalisini katletmeye yöneltti ġaumyan‟dan destek alan Andranik katillerinin hareket alanını geniĢletti. Onun ilk kurbanları Zengezur‟un sakinleri, sonra Karabağ‟ın ahalisi oldu. Belirtmeliyiz ki, o zaman Nahçıvan, ġarur, Derelyez, Sürmeli kazaları ve Erivan kazasının önemli bir kısmı Azerilerle meskun idi. Ġstitastiki bilgilere göre bahsi geçen kazalarda Müslüman ve Ermenilerin oranı Ģu Ģekildeydi; Nahçıvan kazası 62,5‟a-36,7; ġarur-Derelyez kazası 72,3‟e-27,1; Sürmeli kazası 63‟e-30,4, Erivan kazası 60,2‟ye-37,4 hatta bazı yerleĢim birimlerinde (Vedibasar, Millistan gibi) Azeri Türklerinin yoğunluğu %‟90‟a ulaĢmaktaydı.57 Özellikle bu yerler Ermeni silahlı birliklerinin baskınlarına daha çok maruz kalmaktaydı. Olaylara Ģahit olanların verdiği bilgilere göre “Andrinik‟in silahlı birlikleri Müslüman çocuklarını ateĢlerde yakar, hamile kadınların karnını yarıp, insanların kafataslarına çivi çakar, kadınların yüzlerine haç iĢareti çizerlerdi.58 1918 yılının yazında Nahçıvan‟ı iĢgal eden Andranik bu kazayı “Sovyet Rusyasının ayrılmaz bir parçası” ilan etmiĢ, kendine bağlı birlikle Merkezi Sovyet hükümetinin ihtiyarına girdiğini bildirmiĢti. 59 Anranik, daha sonra Ağdam ve Yevlah‟ı iĢgal etmiĢti, Bakı HKS ile ilgi kurmak istiyordu.60 Ġzvestiya gazetesinin 24 Temmuz 1918‟de ve takip eden birkaç gün sürecindeki sayılarında Andranik‟inin hareketi hususunda haberler vermiĢ ve hatta “halk kahramanı” adıyla mülakatlar yayınlanmıĢtı. 61 S. P. Ağayan, milli çatıĢmaların ortaya çıkması hususunda asıl fitne merkezinin “Türk yöneticileri ve toplarının bulunduğu Yayıcı, Nehrem ve Cehri köyleridir” Ģeklinde bahsetmektedir. Güya Türkler 19 Temmuz 1918‟de Nahçıvan‟ı iĢgal ederken Ģehirde ve çevredeki köylerde dehĢetli katliamlar yapmıĢlardır. “Belirtmek lazımdır ki, bu çarpıĢmalar esnasında Andrinik‟in bazı askerleri tarafından baskılar olmuĢtu, ancak, bu gibi olaylar bizzat Andrinik‟in kendisi tarafından yapılmıĢtır”. 62 Düzenli Türk ordularının karĢısında aciz kalan Andranik, Ermenistan‟ı terk ederek dıĢarıya gitmiĢti. Ermenistan‟da Sovyet hakimiyeti kurulduktan sonra Andranik, “Sovyet Ermenistanı‟nın karĢısında önemli bir iĢaret gibi” kendi kılıcını Erivan müzesine göndermiĢti. O kendi silahlı birliğine “640. Ermeni Özel Darbe Birliği” adını vermiĢti. Andranik‟in, elamanları aynı zamanda Karabağ‟ın Ermeni ahalisini silahlı isyana teĢvik ediyordu. Andranik üç kez Zengezur‟dan Karabağ‟ın dağlık kesimlerine geçmek için hareket etti. Fakat, her defasında Zabuk deresinde Azerbaycan savunma birliklerinin mukavemeti ile durdurulmuĢtu. Ancak, O, kendi beyanatlarında artık Zengezur‟u, Karabağ‟ı ve Gence bölgesinin Dağlık Karabağ‟dan kuzeyde olan kısımlarının payıtahtı ġuĢa olmakla birlikte “Küçük Ermenistan” ilan etmiĢti.63 Ġstikbaldeki “Küçük Ermenistan‟ın” topraklarında olan

293

Azerbaycanlı ahali aralıksız teröre maruz kalmıĢtı. Diğer Ermeni “halk rehberleri” Hamazasp, General Dro, Albay Doluhanov ve diğerleri de Andranik‟den geri kalmıyorlardı. CavanĢir, ġuĢa, Cebrayıl ve Zengezur kazalarında Azerbaycanlı ahali Ermeni milliyetçilerinin hareketlerinden çok zararlar görüyordu. Fevkalade Tahkikat Komisyonu‟nun üyesi Mihaylov‟un dilekçesinde belirtilir ki, Ermeni silahlı birliklerinin CavanĢir kazasında Müslüman ahaliye karĢı baskınları 1917 yılının Aralık ayında baĢlamıĢtır. CavanĢir kazasında Ermeniler Müslüman köylerine baskı yapıyor, mallarını eĢyalarını alır, yerli ahaliye ise dağlara ve geriye göç etmeye imkan vermiyorlardı. Ümidsiz duruma sevkedilmiĢ Müslümanlar ne pahasına olursa olsun büyük kayıplara maruz kaldılar. Bir çok kaçkın onları takip eden Ermeniler tarafından öldürüldüler.64 Bunların yanında Ermeni birlikleri 1918 yılının ilkbaharında ve yazında Terter havzası çaylarının karĢısını keserek mecrasını değiĢtirmiĢ, rahat ve huzur içinde yaĢayan Müslüman ahaliyi sudan mahrum etmiĢlerdir.65 Bu Azerbaycanlı ahaliyi sıkıĢtırmak taktiklerinin birinci merhalesi idi. 1918 yılının ikinci yarısından itibaren tazyik ve sıkıĢtırmalar toplu katliamlar, baskınlara ve bütün köylerin sakinlerinin baĢtan sona yok edilmelerle yer değiĢti. Ermeniler, Cebrayıl kazasında Azerbaycanlılar yaĢayan Düdükçü, Helefli, Totor, Sirik, Nusaslı, Eyvapzlı, Melikli köylerini yağma edip yakmıĢ, onlarca insanı öldürmüĢlerdir.66 Zengezur kazasında, Azeri köylerinin birbirinden uzak ve adeta Ermeni köyleriyle çevrili olması, diğer taraftan Andranik‟in yönettiği çok sayıda askeri gücün olması Azeri Türklerinin durumunu çok ağırlaĢtırıyordu. Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin topraklarına dahil olan ve muhtemel ki, Ermenistan hükümetinden emir alan Andranik Müslüman ahaliden Ermenilere tabi olmalarını ya da topraklarını terk etmelerini istedi. Hiçbir yerden yardım almayan ve tecrit olmuĢ Azeriler, Ermenilere tabi olmadılar. Ermeniler, Müslümanlara karĢı sınırsız kötülükler yaptılar. Hatta, Müslümanlar gönüllü olarak kendi topraklarını terk ettikleri halde bile Ermeniler köyleri yakıp, köy sakinlerini öldürüp, hayvanları ve taĢınır malları yağma ettiler. Fevkalade Tahkikat Komisyonu‟nun bilgilerine göre 1918 yılının ilkbaharı ve sonbaharı içinde Zengezur kazasında 105 Azeri köyü dağıtılmıĢ, yakılmıĢ ve mahv edilmiĢti.67 Hesaplara göre bu zaman zarfında 3257 erkek, 2276 kadın ve 2196 çocuk öldürülmüĢ, 1060 kiĢi yaralanmıĢ, 794 kadın ve 485 çocuk yaralanmıĢtı. Toplam 10.086 insan öldürülüp, yaralanmıĢtır. 50. 000 Azeri hayatta kalabilmek için Zengezur‟u terk etmek mecburiyetinde bırakılmıĢtır. 68 Bugadı köyünde 15 güzel kız Ermeni savaĢçılarına verilmiĢ olmasına rağmen iĢkencelerle öldürülmüĢlerdir. Aynı köyde 400 köylü camiye sığınmıĢ oldukları halde Ermeniler pencereden içeriye bombalar atarak öldürmüĢler sonra da içindeki insanlarla birlikte camiyi yakmıĢlardır. Yine bu köyde Ermeniler birçok kadına tecavüz etmiĢ ve sonra göğüslerini keserek iĢkenceyle öldürmüĢlerdir. Nüvend köyünde Ermeniler 100 ihtiyar insanı süngüleyerek öldürmüĢ, kaçmak isteyen kadın ve çocukların baĢlarını kesmiĢlerdir. ġeki köyünde, sokaklarda göğüsleri kesilerek öldürülen kadın ve parçalanmıĢ çocuk cenazeleri vardı. ĠrmiĢli köyünde Ermeniler kundaktaki çocukları süngülere takmıĢlar, Agudi köyünde bütün güzel kızlara tecavüz edilmiĢ ve öldürülmüĢlerdir. Bağırbeyli köyünde

294

Ermeniler 7 erkek ve kadını bir eve doldurarak evi içindekilerle birlikte yakmıĢlardır. Müslüman cenazelerinin eli, ayağı, baĢı kesilerek öylece sergilenmiĢ, ölülere dahi iĢkenceler yapmıĢlardır. I. Vartanuzar köyünde çoğu kadın ve çocuk bıçaklarla doğranmıĢ, Rahman Efendi köyünde ihtiyarların gözleri çıkarılmıĢ ve öldürülerek ölüleri yakılmıĢtı.69 Müslüman köylerinin çoğu Andranik‟in silahlı birlikleri kazaya girdiklerinde dağıtılarak yakılmıĢlardır. Hadiselerin Ģahidi olan A. Lalayan “DaĢnak birlikleri, Türk kadın ve çocuklarını, ihtiyarları ve gençleri mahv etmek için olağanüstü „Ģecaat‟ gösteriyorlardı. DaĢnak birlikleri tarafından ele geçirilmiĢ olan köyler insanlardan temizlenmiĢ ve ucube hale gelmiĢ cesetlerle dolu harabelere çevriliyorlardı” diye yazmaktadır.70 DaĢnak eĢkıyalarından biri de kendi „Ģecaatlerini‟ Ģöyle tasvir etmektedir: “Ben hiçbir Ģey ayırt etmeden Basargeçer‟de Türkleri mahv ettim. Harcadığım kurĢunlara acırdım. Bu itleri öldürmeyin en doğru yol savaĢtan sonra sağ kalanları toplayıp onları kuyulara doldurmak ve onların içeriden çıkmamaları için üstlerine ağır taĢlar dökmek lazımdır. Ben böyle yaptım, bütün erkek, kadın ve çocukları kuyuya doldurup üstünü taĢla doldurdum”.71 Erivan bölgesinde Müslüman ahali acımasız teröre maruz kalmıĢtır. Bir daha belirtmeliyiz ki, Azeriler yeni kurulmuĢ Ermenistan Cumhuriyeti nüfusunun önemli bir kısmını oluĢturuyorlardı. Erivan kazasının kendinde 1914 yılının bilgilerine göre Azeriler Ermenilerden iki misli fazlalıkta idiler.72 DaĢnak hükümeti Büyük Ermenistan kurmak için on binlerce insanı öldürmeye hazırdı. Ermeni silahlı birlikleri ġerur, Dereleyez kazasında özellikle zulm ediyorlardı. Onlar, Vedibasar, Aralık, Vedi, Genibasar, Büyükvedi, Demirci köylerinde toplu katliamlar yapmıĢlardır. Ancak, burada Albay

Doluhanov‟un

birliği

yerli

sakinlerin

mukavemeti

ile

karĢılaĢtı.

Andranik‟in

baĢlıca

elamanlarından biri olan General Dron‟un (o zaman askeri iĢler bakanının yardımcısı görevindeydi) komutasınyla Doluhanov‟a yardım gönderildi. Ancak, Abbaskulu Bey ġadlınski‟nin liderliğindeki Azerbaycan Muhafız birlikleri galip geldi. Ermeniler, savaĢ meydanında binden fazla ölü bırakarak kaçtılar. Ġngilizlerin müdahalesi neticesinde askeri faaliyetlere bir müddet ara verildi. Fakat, sonra yeni bir kuvvetle yeniden canlandı. Ancak, Ermeniler, NoraĢen ve ġahtahtı‟da savaĢlarda yeni mağlubiyetlere uğradılar. Meydan muharebelerinde mağlup olan Ermeniler, General Dron‟un tabiriyle ifade edersek “arka cepheyi temizlemek için” ġildi, Halsa, OvĢar, Camrkan, Karalar, Küçük Vedi ve ġıhlar köylerini yer yüzünden sildiler. Sadece Iğdır bölgesinde ve Eçmiedzin kazasında 60 Azeri köyü dağıtılmıĢ, erkekleri öldürülmüĢ kadınları ise esir olarak götürülmüĢtür.73 Erivan bölgesinin yalnız güney kısmında yüzlerce Azeri köyü yakılıp yok edilmiĢtir. Bu bölgelerdeki sürgün ve kaçkınların sayısı 100. 000 kiĢiyi aĢmaktaydı. ArĢiv kayıtlarına göre bu tür köylerin sayısı 155‟e ulaĢmaktaydı.74

295

1919 yılının Ağustos ve Eylül ayları içinde Erivan bölgesinde Eçimeddin kazasında 62 köy, Sürmeli kazasında daha 34 köy dağıtılmıĢ, Erivan kazasında da 34 köy de dağıtılıp, Erivan kazasında Zengibasar bölgesindeki köyler istisna olmak üzere Azeri köyleri yok edildi.75 Azerbaycan hükümetinin müttefik devletlerin Ali Komiserine takdim ettiği bilgide 1919 yılının Ağustos ve Eylül aylarında Ermeni askeri birlikleri Eçmeddin, Sürmeli, Erivan, Yeni Bayad kazalarında Müslüman köylerini dağıttıklarını bildiriliyordu. Eçmeddin kazasında bir köy saldırıdan kurtulmuĢ, Sürmeli

kazasında ise 4 köye

dokunulmamıĢtı. Erivan kazasının Zengibasar bölgesinin Azeri köylerinin ahalisi müdafaaya hazır oldukları için Ermeniler onlara dokunamamıĢlardır. 1918 yılının sonbaharında Zengezur‟un bir kısmında kuvvetlenen Andronik burada bir çeĢit Ermeni “Gubernatorluğu” teĢkil ederek Gorus‟u onun merkezine çevirdi sonra da “baĢkent” ġuĢa olacak, “Küçük Ermenistan” devletini kurmaya çalıĢtı.76 Zengezur kaza reisi 12 Eylül 1918 tarihli 3 numaralı raporunda Andranik‟in liderliği ile Ermenilerin Rut, Darabas, Ahadu, Hidi köylerini dağıttıklarını Erikli, ġükür, Melikli, Pulkend, ġeki, Kızılcık köyleri ile Karakilse, Ġrlik, Tahıllı, Darabas, Kürdler, Hotanan, Sisyan ve Zabadur köylerinin Müslüman mahallelerinin yakıldığını, bu sırada kurtulabilen 500 erkek, kadın ve çocuğun katledildiği haberini veriyordu.77 Mudros antlaĢmasına esasen Osmanlı askeri birliklerinin Azerbaycan‟dan çıkması ile Ermeni birlikleri yeniden faalleĢti. Ermeni birliklerinin tecavüzünün önlemek için 1918 yılının Kasım ayında Nahçıvan bölgesinde Aras Türk Cumhuriyeti kurulmuĢtur. Onun arazisi Nahçıvan, ġarur Dereleyez ve Ordubad kazalarını ve Serdarabad, Uluhanlı, Verdibasar, Kemerli, Mehri gibi Ģehirleri ihtiva etmiĢti. Merkezi ise Nahçıvan Ģehri idi. Bu devlet 1919 yılının Martı‟na kadar mevcut olmuĢtur.78 Birinci dünya savaĢı bittikten sonra Kafkasya‟da o cümleden Azerbaycan‟da sağlamlaĢtırmaya çalıĢan Ġngilizler kendi amaçlarına ulaĢmak için Ermenilerden de istifade etmeye baĢladılar. Kendi açılarından Lord Kerzon‟un “… Elahazret hükümetinin baĢlıca amacı Ermenilerin azad edilmesidir” fikrinden hayat bulan Ermeniler de Ġngilizlerin siyasetinden faydalanmaya çalıĢıyorlardı.79 1919 yılının ġubat‟ında Nahçıvan bölgesine az sayıda Ġngiliz askeri getirildi. Aynı zamanda Ermenistan‟ın komĢu bölümleri Zengezur-Nahçıvan-Karabağ bölgelerine tecavüzünü daha da geniĢletti. Ġngilizler, Nahçıvan bölgesini geçici olarak tarafsız bölge ilan ederek burada kendi askeri yönetimlerinin kurulduğunu ilan ettiler.80 Ġngilizlerin Nahçıvan‟a girmelerine rağmen Azerbaycan hükümeti bu bölge üzerinde olan yönetim yetkisini geri çekmedi. Bununla birlikte, mevcut fiili durumu da dikkate alarak 1919 yılı ġubat ayında Nahçıvan askeri yönetiminin kurulması husunudaki kararı da kabul etti. Behram Han da bu yönetime baĢkan tayin edildi.81 Osmanlı orduları gittikten sonra Ermenistan tarafından yönlendirilen ve techiz olunan Andranik kendi silahlı birliği ile Zengezur‟da yeni yeni olaylara sebep oldu. Andranik‟in kendi silahlı birliği ile 22 Kasım 1918 tarihinde Zengezur kazasının merkezi olan Gorus‟a geldi. Ermeni silahlı güçleri kısa bir

296

müddet adzında kazanın 30‟dan fazla Azeri köyünü yaktılar.82 Yalnız 9 Aralık 1918‟de yalnız bir günde Ermeniler 120‟den fazla köyü yakmıĢlardı.83 Andranik‟in ve birliğinin Zengezur‟da Azerilere karĢı yaptığı katliam ve kırgınlar 1918 yılının Mart ayına kadar devam etti. Zengezur kaza reisinin Gence Yönetimine gönderdiği 28 ġubat 1919 tarihli mektubunda Ģu kayıtlar bulunmaktadır: Kana susamıĢ Ermeniler Andranik‟in komutasında en katı vahĢiliklerini ve zulümlerini Hekerin‟den Aras‟a, Minkend‟den Bazarçay‟a ve Nahçıvan kazasının sınırlarından uzanan araziye tatbik etmiĢlerdir.84 1919 yılının ġubat ayının sonlarında Andranik katliamlarını geniĢletti. Zengezur kaza reisinin ADR‟nin Dahili ĠĢler ve Harbi Bakanlıklarına gönderdiği 28 ġubat 1919 tarihli belgede, 23 ġubat‟ta Andranik silahlı ve kuvvetli bir birlikle Gorus‟tan Dağ istikametine hareket etmiĢ aynı zamanda da onun birliğinin 4 bölüğü Ağarak köyüne gelmiĢtir.85 15-17 ġubat 1919 tarihlerinde yapılan bölge toplantısında Zengezur‟da Ģimdiye kadar 166 köyün dağıtılmıĢ olduğu ve ahalisinin %30‟unun katledildiği belirtilerek onun bölgeden çıkartılması gerektiği hususu görüĢüldü.86 ADR Hükümetinin isteğini dikkate alan müttefik komutanlığı Andranik‟in silahlı kuvvetlerinin Azerbaycan‟dan çıkarılması isteğini kabul etti. Aynı karara göre Andranik‟in 1300 kiĢi piyade, 500 atlı birliklerinden ibaret bölüğü 7-11 Mart tarihleri arasında Ģose yolu ile Yevlah‟a geçmesine izin verilmiĢti. Onun burada silahdan arındırılarak Erivan‟a gönderilmesi gerekiyordu.87 Andranik‟in kendi birliği Eçmiedzi‟nde katolikosa tehvil vererek harice gitmiĢ ve bir müddet orada “Büyük

Ermenistan” kurulması uğrunda DaĢnak Hükümeti adıyla “diplomatik görüĢmeler yapılmıĢtı”.88 Onun silahlı birlikleri Azerbaycan‟dan gittikten sonra bazı bölgelerde bu arada Zengezur‟da Ermenilerin fitnekar emelleri devam etmiĢtir. Resmi Erivan‟ın desteklediği Karabağ Ermenilerinin isyankar hareketleri ve yerli Müslüman ahaliye karĢı yaptıkları zulümleri önlemek, Andranik‟in baĢıbozuk birliklerini uzaklaĢtırmak için güçlü bir idare organı kurmak amacıyla Azerbaycan hükümeti 1919 yılı Ocak ayında Karabağ Genel Yönetimi kurmak ve Hüsrev Bey Sultanov‟un genel yönetici olarak tayin edilmesi hususunda karar kabul etti.89 Karabağ ve Zengezur‟a dair ikibaĢlı ve birbirine ters siyaset yürüten Ġngilizler Azerbaycan‟ın bu bölgelere hukuklarını resmen tanısalar da bölgelerde hakimiyet aslında Azerbaycan‟a değil Ermeni Milli ġurası‟na vermiĢ hatta Ermenilerin Karabağ ve Zengezur‟da kuvvetlenmesine mani olan bir Ģahıs gibi Hüsrev Beyi vazifesinden uzaklaĢtırmaya niyet etmiĢlerdir. 1919 yılının yazında Ermenistan‟ın Nahçıvan topraklarını iĢgal etme niyetleri daha da kuvvetlendi Ermeniler Ġngilizlerin bu iĢte onları himaye edeceklerini ümid ediyorlardı. 19 Mart 1919‟da Ermenistan ordusunun Nahçıvan sınırındaki birliğinin komutanının kendi hükümeti DĠN‟e gönderdiği raporda “Nahçıvan‟daki Ġngiliz birliklerinin komutanı Albay Temberleyin

kendisine Ġngiltere

Genelkurmayının ġarur kazası, Aralık ve diğer köylerinin alınmasına itiraz etmediklerini söylediğini” yazmaktadır.90

297

1919 yılının Nisan ayının ortalarından itibaren Nahçıvan bölgesinin Müslüman ahalisi arasında bu bölgenin Ermenistan‟ın idaresine verildiği hakkında haberler yayılmaya baĢladı. Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Erivan‟da diplomatik temsilciliği teĢkilatı, Ermeniler, Karabağ‟ın talan ederek Nahçıvan‟da bir kiĢi bile Ermeni olmamasına rağmen burayı iĢgal etmek hususunda konuĢurlar, diye bildirmiĢtir.91 Teklinski, 20 Nisan 1919 tarihli telgrafında yayılan haberlere göre Ġngilizlerin Kars, ġerur ve Nahçıvan‟ı Ermenilere verdiklerini yazmaktaydı. Müttefiklere bu Ģaiyanın doğruluğunu araĢtırmak için soruĢtururlar bunun doğru olması halinde birkaç milyon Müslüman ahalinin yarım milyonluk Ermenilere tabi edilmesi halinde bütün Ġslam alemi daimi Sulh konferansında buna itiraz edilmesini zaruri sayıyordu.92 Azerbaycan tarafının kesin itirazlarına rağmen Ġngiliz generali Devi ve Erivan askeri birliğinin komutanı Dro 30 Mayıs 1919‟da Nahçıvan bölgesinin Ermenistan Cumhuriyetinin geçici yönetimine verilmesi hususunda bir emir imzaladılar.93 Aynı emre uygun olarak 14 Mayıs 1919‟da General Devi ve Ermenistan Cumhuriyeti‟nin BaĢbakanı G. Hatisyan Nahçıvan istasyonuna geldiler. Ahalinin itirazlarına rağmen onlar temsilci olarak G. Varsamyan‟ı Nahçıvan‟da muhafaza ederek aynı gün Erivan‟a döndüler.94 Haziran‟an ayının sonlarına kadar -yani tahminen 2 aylık süre zarfında- Nahçıvan Bölegesinde Ermeni yönetimi kaldı. Ermeniler kontrolü ele aldıkları ilk günlerden itibaren ahaliye karĢı gaddarca davranmaya baĢladılar. Ermeniler tarafından bölgenin muhtelif yerlerinde baskılar ve talanlar baĢlatıldı. Sebepsiz yere soruĢturmalar baĢlatıldı bazı nüfuzlu Ģahıslar Ġslamcı ve Türkçü suçlamalarıyla hapsedildi. Hayli iĢkenceler tatbik edildi, bunlardan kurtulmak isteyenler kaçmak durumuna düĢtüler. Ermenilerin kısa süreli yönetimindesadece Nahçıvan‟da 500-600 kiĢi hapsedildi. 100-150 kiĢi iĢkence gördü.95 Azerbaycan gazetesi 2 Haziran 1919 tarihli sayısında Nahçıvan‟da Azerbaycan Türklerinin Ermeniler tarafından öldürülmelerinin çoğaldığını 18 Haziran‟da Ermeni zırhlı birliğinin BaĢ NoraĢen yakınlarındaki Müslüman köyünü ateĢe tuttuğunu yazdı.96 1919 yılının Haziran‟ında yine Ermenilerin yüzünden Nahçıvan bölgesinde siyasi askeri hal netleĢti. Ermeniler sunni olarak Azerilerin isyanlarını çıkartmak sonra da onu yatıĢtırmak bahanesi ile bölgeyi Müslümanlardan temizlemeye onların yerine derhal Ermenileri göç ettirip böylelikle sayı olarak çoğunluğu sağlamayı bu yolla bölgeyi Ermenistanla birleĢtirmeyi hedefliyorlardı. 1919 yılının Ağustos ayında Ġngiliz ordularının Kafkasya‟yı terk etmeleriyle ortaya çıkacak Ģartları elveriĢli bir durum farzeden Ermeniler bölgeyi tamamıyla ele geçirmek için kötü emellerine devam ettiler. Nahçıvan Ģehri ahalisi 25 Haziran‟da Ermenilerin Elihanlı mahallesine yaptığı saldırıyı geriye püskürterek onların Yeni Bayazıt kazasının sınırlarına doğru kaçmaya mecbur bıraktılar.97 Böylelikle, Nahçıvan bölgesindeki Ermeni yönetimi baĢarısız kalarak rezil bir Ģekilde bitti. NoraĢen istasyonundaki ve Vedi yakınlarındaki çatıĢmalar Azeri Türklerinin galibiyeti ile sonuçlandı. Vedi etrafında Ermeniler 4.000 kiĢi ve askeri malzeme kaybederk geri çekildiler.98

298

Bu mağlubiyetten gazaba gelen Ermeniler Ağustos ayının baĢlarında Iğdır ve Eçmieddin kazasında 60 köyü talan edip dağıttılar. Ermeni birliğinin komutanı Dro kendisinin zorbalıklarını Türk gruplarının saldırılarından korunmak adıyla güya stratejik Ģartlar gereği yaptığını savunuyordu. 99 Bunların dıĢında bir çok bölgeler de Ermeni talancılarının vahĢi saldırılarına maruz kalıyordu. Erivan bölgesi Yeni Bayazid kazasının DaĢkend köyünün sakinleri 23 Ocak 1919‟da Ermenistan Hükümetinin resmi askeri birlikleri kazanın 22 köyünü darmadağın etmiĢ 9‟unu ise tamamıyla yakmıĢlardır.100 Yeni Bayazid kazasında Ermenilerin ayaklanmalıyla ilgili Azerbaycan gazetesi 8 ġubat 1919 tarihli 29 numaralı sayısında, subaylar Filimov ve Nikolaiov‟un lidirlik ettiği Ermeniler kazanın Göyce bölgesinin Kızıl Veng, Subatan ve Zagalı köylerini dağıttıkları, 4 erkek ve 6 kadının öldürüldüğü haberi veriliyordu. Aynı haberde, insanlarının baĢlarının, kadınların göğüslerinin kesildiği, ġarab köyünde bütün insanlarının öldürüldüğü, çocukların tandırlara atılarak yakıldığı ve 8 kadına sekiz boyunca tecavüz edildiği de bildiriliyordu. Ermeniler, Ġngilizlerin himayesiyle Nahçıvan bölgesinde kendi yönetimlerini kurmaya teĢebbüs etmiĢlerdir. Kısa süreli Ermeni yönetimini zamanında rmenilerin yaptıkları katliam, iĢkence ve zulümler yapmıĢlardır. 19-25 Haziran 1919‟da yapılan çatıĢmalar sonucunda Ermeni yönetiminin bölgeden kovulması ile sonuçlandı.101 Ġngilizlerin mevkilerinin zayıfladığı zamanda, yani +9+9 yılının ikinci yarısında faal hale gelen ABġ hükümeti Ermeni-Azeri çatıĢmalarından faydalanmaya çalıĢtı. Nahçıvan bölgesi ile ilgili konularda aslında Ermeni yanlısı olan ABġ bölgeye yeterince silahlı kuvvet getiremediği ve ahalinin güçlü mukavemeti sebebiyle burada iki yüzlü siyaset yürütüyordu. Müttefiklerin Ermenistandaki Ali Komiseri Albay Haskel Zengezur ve Karabağı Azerbaycan‟ın dahilinde olduğunu kabul ederek Ermenilerle Müslümanlar arasında normal münasebetler kurulması gerekçesiyle Nahçıvan ve ġerurDerelez kazalarının geçici olarak özel tarafsız bölge ilan edilmesi ve burada Amerika askeri yönetimi kurulmasını teklinifini yaptı.102 23 Kasım 1913‟te Amerikalıların gözetiminde Tiflis‟te Azerbaycan ve Ermenistan arasında beĢ maddeden ibaret anlaĢma imzalandı.103 Azerbaycan hükümeti bu geçici antlaĢmaya inanarak ve müttefiklerin giriĢimlerini esas alarak anlaĢılan konular neticelenmeden kendi askeri birliklerini Zengezur‟dan çıkardı. Halbuki, Ermenistan hükümeti bundan istifade ederek derhal bölgeye ilava kuvvet göndererek orada daha geniĢ askeri müdahalelere baĢladı. 1920 yılının baĢlarında Ermenistan‟ın Azerbaycan topraklarını iĢgal etmek arzuları güçlense de Azerbaycan hükümetinin siyasi ve askeri tedbirleri DaĢnakların planlarının gerçekleĢmesine fırsat vermedi.

1 “Azerbaycan” Gazetesi, 27 Mart 1998.

299

2 “Azerbaycan” Gazetesi, 27 Mart 1998. 3 Kavibi, “Krasnaya Kniga”, Ġstoriya Azerbaydjana po Documentam Ġ. Publizatsiya, Bakü 1990, s. 159. 4 A.g.e., s. 159-160. 5 M. S.Ordubadi, Ganlı Ġller (1905-1906-cı Ġllerde Afgazda BaĢ Veren Ermeni-Müselman Davasının Tarihi), Bakü 1991, s. 10-11. 6 A.g.e., s. 13. 7 Nadjalov B., itso Vraga, çast 1, Bakü 1993, s. 182. 8.

M. S. Ordubadi, a.g.e., s.18-22.

9 Nadjalov B., a.g.e., s. 184-185. 10

M. S. Ordubadi, a.g.e., s. 26.

11

A.g.e., s., 40.

12

A.g.e., s., 55, 61-62.

13

A.g.e., s., 82-85.

14

A.g.e., s., 120-224.

15

A.g.e., s., 128-134.

16

Nadjalov B., a.g.e., 1 Hisse, s. 71-75.

17

M. S. Ordubadi, a.g.e., s.71-75.

18

A.g.e., s., 80-81.

19

Arutunyan A. O., Kafkazskiy Front (1914-1917), Yerevan 1971, s. 299-320.

20

Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, 4. Baskı, Ġstanbul 1986 240. s.; Van‟da Ermeni

Mezalimi. 1895-1920 “Ruslara göre Ermenilerin Türklere Yaptığı Mezalim” Ankara, 1987, s. 9-59. 21

Joren Malevil,Armyanskaya Tragediya 1915 (çev. Ayten Kazımov), Bakü 1990, s. 64-

65, 90. 22

Abdulhaluk ay, “Ermenilerin Baku‟da yaptığı 31 Mart 1918 Katliamı” “Tarih Boyunca

Türklerin Ermeni Toplumu ile ĠliĢkileri Sempozyumu Erzurum 8-12 Ekim 1984”. 243. s. 23

H.Agamaliyeva, R. Hudiyev, Azerbaydjanskaya Respublica, Stranitsı Poliçeskoy

Ġstorii (1918-1920), Bakü 1944, s. 5. 24

Nadjov B., a.g.e., 11 Hisse, s. 54, 55; AzerbaycanGazetesi No: 19, 21 (24, 04, 82, 01,

05. 92).

300

25

Nadjalov B., a.g.e., 11 Hisse, Bakü 1994, s. 54-55; Azerbaycan Gazetesi No: 12;21

(24.04.92; 01.04.92) 26

Nadjolov B., a.g.e., 11 Hisse, s. 55-57.

27

Nadjolov B., a.g.e., 11 Hisse, s. 58.

28

A.g.e., s., 59.

29

Azerbaycan Gazetesi, No: 19,21.

30

Nadjalov b., a.g.e., 11 Hisse, s. 67.

31

DaĢnokstunyun, BolĢe Neçego Delat?, Bakü, 1990, s. 213.

32

Nadjalov B., a.g.e., 11 Hisse, s. 68-80.

33

A.g.e., s., 69-80.

34

A.g.e., s., 80.

35

Doklad

çlena

çerezvıçaynoy

sledstvennoy

komisii

Novatskogo

gospodinu

predsedatelnyu toy je komissiii o razgrome gor. Kubı i selenii Kubinkogo uezdo i naseleniyak sovremenıh nad jiteley upompanutogo goroda i selenii. Azerbaycan Tarihi Senedler ve NeĢirler Üzre, Bakü 1990, s. 182. Ayrıca bkz.: Azerbaycan SSC EAHaberleri, Tarih, Felsefe, Huzur Seriyası, No: 24, 1989, s. 132-134. 36

“Doklod çlena rezvıçaynoy sledstuennoooü komissii Novatsrogo”, Azerbaycan

TarihiSenedler ve NeĢirler Üzre, s. 185. 37

“Fövgelade tehgigat Komissiyasının üzvü Novatszi‟nin Meruzesi”, Azerbaycantarihi

Senedler ve NeĢirler Üzre, s. 183-184. 38

“Fövgelade

tehgigat

Komissiyasının

üzvü

Novatszi‟nin

Meruzesi”

Azerbaycan

Respublikası Merkezi Dövlet ArĢivi (Armda), f. 970, siy. 1, iĢ 142, vereg 56-68; Azerbaycan Tarihi Senedler ve NeĢirler üzre, s. 184-185; Nodjafov B., a.g.e., s. 73. 39

C. Hasanov, Azerbaycan Beynelhalk Minasebetler Sisteminde (1918-1920), Bakü

1993, s. 71. 40

Nadjalov B., a.g.e., “Hisse, s. 84)

41

ARMDA s f. 894, siy. 10, iĢ 80, vereg 49-56; Azerbaycan Haberleri, 1989, No:4, s.

140-144. 42

C. Hasanov, s. 90.

43

C. Hasanov, s. 94-95.

44

V. Ġ. Lenin,Azerbaycan Hakkında, Bakü 1970, s. 126.

45

C. Hasanov, a.g.e., s. 95.

301

46

A.g.e.

47

S. P.Agayan, Vekovaya Drujba Narodv Zakavkazya, ast 11, Yerevan 1972, s. 106.

48

Nadjalov B., a.g.e, 11 Hisse, s. 104.

49

Nadjalov B., a.g.e. 11 Hisse, s. 105-106.

50

A.g.e., s. 108.

51.

S. P.agayan, a.g.e., s. 107.

52.

Nadjalov, s. 109.

53.

Nadjalov, a.g.e., 11 Hisse, s. 110.

54

Hüsamettin Yıldırım, Rus-Türk-Ermeni Münasebetleri (1914-1918)

55

A.g.e.,

56

Nadjalov B., a.g.e, 11 Hisse, s. 125.

57

“Azerbaycan Sülh Nümayende He‟yetinin ParisSülh Konferansının Sedrine 16-19

Avgust 1919 cu il tarihli Mektubu”, AzerbaycanTarihi Senedler ve NeĢrler s. 190. 58

Nadjalov B., 11. Hisse, s. 128.

59

S. P. Agayan, a.g.e., s. 93.

60

A.g.e., s., 94.

61

S. P. Agayan, a.g.e., s. 94-95.

62

A.g.e., s., 95.

63

Nadjalov B., 11 Hisse s. 130-131.

64

Nadjalov B., 11 Hisse, s. 130-131; Azerb. EAHaberleri, Tarih, Felsefe ve Huzur

Seriası, No: 3, s. 130-131. 65

Nadjalov B., 11 Hisse s. 131.

66

Nadjalov B., 11 Hisse s. 130-132.

67

ARMDA, f. 970, siy. 1, iĢ 166, vereg 7; siyahı 10, iĢ 161, vereg 1-9; f. 894, siyahı 10, iĢ

80, v. 39-44;Azerb. Tarihi Senedleri ve NeĢrler Üzre, s. 194. 68

ARMDA, f. 970, siy. 1, iĢ 166, V. 7; siy. 10, iĢ 810, V. 39-44; Azerbaycan Tarih,

Senedleri ve NeĢrler Üzre, s. 205-206, Azerbaycan Haberleri, No: 3, 1989, s. 140-144. 69

ARMDA, f. 970, siy. 1, iĢ. 166, ver. 8, s. 134; ARMDA, f. 894, siy-10, iĢ. 80, ver. 39-44;

Azerb. Tarihi Senedleri ve NeĢrler Üzre, s. 206-208. 70

Azerbaycan Gazetesi, No: 5, 7 Yanvar 1919; Nadjalov B., 11 Hisse, s. 135.

302

71

Lalaya A., “Kontrrevolyutsionnıy “DaĢnokstyun” i Ġmperialistiçeskaya Vayna (1914-

1918)”,Azerbaycan Tarihi Senedleri ve NeĢrler Üzre”, s. 100. 72

Adres-Kalendar Azerbaydjanskoy Respubliki 1920 g., Bakü, s. 76-88; adjalov B.,

11. Hisse, s. 135. 73

ARMDA, f. 894, siy. 10, iĢ. 80, vereg 39-44;Azerb. Tarihi Senedleri Üzre, s. 209-213.

74

ARMDA, f. 894, siy. 10, iĢ. 80, v. 39-44, Azerbaycan Tarihi Senedleri Üzre, Nadjolov

13., 11. Hisse, s. 136. 75

ARMDA, f. 894, siy. 10, iĢ, v. 8; Azerb. EA.Haberleri, 1989, No: 4, s. 146.

76

Azerbaycan, 17 Noyabr 1918, Azerbaycan Cumhuriyeti (1918-1920), Bakü 1998, s.

77

ARMDA, f. 894, siy. 4, iĢ. 65, veg. 129-134; Azerb. SSR EAHaberleri, Tarih, Felsefe

187.

ve Hukuk Seriyası, No: 4 1989, s. 85 78

ARMDA, f, 970, siy. 1, iĢ 215, v. 9 (Garka);Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 188-189.

79

Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 189-190.

80

A.g.e., s., 190.

81

ARMDA, f. 894, siy. 2, iĢ 102, v. 2; siy. 3, iĢ 75, v. 2; AzerbaycanCumhuriyeti, s. 192.

82

ARMDA, f. 894, siy. 4, iĢ 65, 4. 131; Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 192.

83

ARMDA, f. 894, siy. 4, iĢ 65, v. 129-34; Azerb.EA Haberleri, No:X 4, 1989, s. 86.

84

Ġsmayıl Musayev, Azerbaycan‟ın Nahçıvan ve Zengezur Bölgelerinde Siyasi

Veziyet ve Harici Devletlerin Siyaseti (1917-1921-ci iller), Bakü 1998, s. 142. 85

Ġsmayil Musayev, s. 142-143.

86

Azerbaycan Respublirası Siyasi Partiyalar ve Ġctimai Harekatlar Merkezi DevletArĢivi

(ARSHĠP MBA), f. 277, siy. 2, iĢ 43, v. 10-21; Ġ. Musayev, s. 143. 87

ARSPĠH MDA, f. 277, siy. 2, iĢ 43, v. 10-21, Ġ. Musayev, s. 143.

88

Kommunist Gazetesi (Yerevan) 25 Fevral, 1965; Ġsmail Musayev, s. 145.

89

ARMDA, f. 894, siy. 1, iĢ 43, v. 13-14; siy 9, iĢ 5, v. 1,8,11,13,17-19; f. 970, siy. 1, iĢ

274, v. 10; Azerbaycan Cumhuriyeti s. 194. 90

Madatov G., Pobeda Sovetskoy Vlasti v Nahçivani i Obrazovanie Nahçivanskoy

ASSR, Bakü 1968, s. 58; Ġ. Musayev, s. 150. 91

Ġ. Musayev, s. 152.

92

ARMDA, f. 970, siy. 1, iĢ 151, v. 16; iĢ 57, v. 27; Ġ. Musayev, s. 152.

303

93

AR SPĠH MDA, f. 276, siy. 9, iĢ 1, v. 30-32; Ġ. Musayev, s. 156.

94

AR SPĠH MDA, f. 277, siy. 2, iĢ 57, v. 11; Ġ. Musayev, s. 156.

95

Azerbaycan Gazetesi No: 68, 22, 23 Oztyabr 1919; Ġ. Musayev, s. 164-165.

96

Azerbaycan Gazetesi, 2 Ġyül, 1919; Musayev, s. 166.

97

ARMDA, f. 894, siy. 10, iĢ 80, v. 42-43

98

Ġ. Musayev, s. 180-181.

99

ARMDA, f. 894, siy. 10, iĢ 80, v. 43; Ġ. Musayev, s. 187.

100

ARMDA, f. 894, siy. 4, iĢ 65, v. 129-134.

101

Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 195-196.

102

Azerbaycan SSREATarih Ġnstitutunun eserleri, XIII cild, Bakü 1958, s. 353;

Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 198. 103

ARMDA, f. 970, siy. 1, iĢ 190, v. 9; Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 200.

304

Türk Dünyasının Kanayan Yarası: Karabağ / Araz Aslanlı [s.194-208] Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM) Kafkas AraĢtırmaları Masası / Türkiye Sovyetler Birliği‟nin dağılma sürecinde dünya gündeminde yerini almaya baĢlayan Karabağ meselesi, SSCB sonrasında Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir savaĢa neden oldu. 1994 yılında yapılan bir ateĢkes anlaĢması ile savaĢ durdurulmuĢ olsa da, sorunun çözümü konusunda henüz kesin adımlar atılmıĢ değildir. Son dönemlerde, özellikle uluslararası güçlerin barıĢ anlaĢması konusundaki giriĢimleri yoğunluk kazansa da, gerçek bir çözümün kısa vadede gelemeyeceği çok açıktır. Bu nedenlere yazının ilerleyen kısımlarında çeĢitli vesilelerle değineceğiz. Ama, önce Karabağ bölgesinin coğrafyasına ve tarihsel geçmiĢine kısaca bir göz atalım. Karabağ BölgesininTarihi ve Coğrafyası Karabağ, Azerbaycan‟da Kür ve Aras ırmakları ile Ģu anda Ermenistan sınırları içinde bulunan Gökçe gölü arasındaki dağlık bölge ile bu bölgeye bağlı ovalardan oluĢan bir yerdir. Aynı zamanda, XVII. yy.‟ın ortalarında bu topraklar üzerinde kurulan bir Azerbaycan Türk Hanlığının da adıdır. Karabağ, Azerbaycan‟ın diğer bölgeleriyle beraber, Ermenistan ve Ġran‟ı da kontrol edebilecek bir noktada bulunması nedeniyle bölge açısından jeopolitik öneme sahiptir. Karabağ ile Dağlık Karabağ bölgesini birbirine karıĢtırmamak gerekiyor. Dağlık Karabağ, Karabağ‟ın (yüzölçümü 18.000 km2) sadece 4392 km2‟lik kısmını teĢkil ediyor. Karabağ, Ağdam, Terter, Yevlah, Füzuli, Beylegan, Kubatlı, Cebrail, Mingeçevir, Ağcabedi, Hocavend, ġuĢa, Hankendi, Laçın, Kelbecer, Hanlar, Gorus, Akdere, Berde, Zengezur, Hadrut rayonlarından1 oluĢmaktadır. Ama, Dağlık Karabağ Hankendi merkez olmak üzere ġuĢa, Akdere, Hadrut, Hocavend, Askeran ilçelerinden oluĢmaktadır. ġimdi Karabağ‟ın genel tarihine de bir gözatalım. Karabağ, dünyadaki en eski insanların yaĢadığı yerlerden biridir. Buradaki “Azıh” mağarasında bulunan eski insan-“Azıhontrop”un yaĢının yaklaĢık olarak 1.2 milyon sene eskiye kadar götürülebileceği bilim adamlarınca da kanıtlanmıĢtır.2 Fakat, her halükarda en az 300-500 bin yılllık olduğu kabul edilmektedir. Yine bölgede bulunan “Tağlar” mağarasında da bundan 80-100 bin yıl evvelki devre ait zengin kalıntılar bulunmaktadır.3 Ara devirlerde Karabağ‟daki yaĢama iliĢkin kanıtlar yine bulunmaktadır. M.Ö. 4. bin yıldan itibaren ise bu topraklarda yaĢayanların kimliğine iliĢkin bilgiler elde edebilmekteyiz. Bunlar “Hürriler” diye isimlendirilen Türk kavminden olanlardı. Bu Türk kavmi M.Ö. 4. binyılda Kafkasya‟ya gelerek Karabağ‟a yerleĢmiĢlerdir.4 M.Ö. 2. binyıla iliĢkin olarak da Hürrilerin buradaki yaĢamlarına iliĢkin kanıtlara rastlanmaktadır. M.Ö. 1. binyılın baĢlarında bölgede Urartular ortaya çıkmaya baĢlarlar.5 Daha sonra buralara, yine Türk boylarından olan Sakalar yerleĢmiĢlerdir. Ermenilere gelince, kendilerini iddia ettikleri gibi ister Yasef‟e dayandırsınlar, isterse de buralara Frigyalılarla birlikte geldiklerini öne sürsünler, her halükarda buralarda M.Ö. 6. ve 7. yy.‟dan sonra bulunmuĢ oluyorlar.6 M.Ö. 250‟lerde Karabağ‟da, Oğuzların Üçoklar boyundan olan Arsaklar, M.S. 1. yy.‟da Kafkasya Türk

305

Albanları, 2. yy.‟da Romalılar, 3. yy.‟da Sasaniler, 6. yy.‟da Hun Türkleri ve 7. yy.‟da Hazar Türkleri hükmetmiĢlerdir. 7.yy.‟dan itibaren Karabağ Müslümanların yönetimi altına geçti. 642‟de Arap Ġslam orduları, 646 yılında ise Müslüman Oğuzlar burada hükmetmeye baĢladılar. 8. yy.‟da bölgede Müslüman idareye karĢı isyanlar baĢladı ve 9. yy.‟da Babek‟in liderliğinde doruğuna ulaĢtı. 837 yılında isyan bastırıldı ve 838 yılında Babek Samire Ģehrine götürülerek burada vahĢicesine idam edildi. 892930 yılları arasında Saç Oğulları isimli Müslüman Türk Beyliği bölgenin hakimi oldu.7 XI. yy.‟dan baĢlayarak bölge Selçukluların akımına uğradı. 1064 yılında Gürcistan seferinden dönen Alp Arslan ve 1076‟ta onun oğlu ve halefi Melik ġah burayı baĢtan baĢa iskan etti. 1256‟dan itibaren Karabağ Ġlhanlıların (Türk devleti) yönetimi altına geçti. 1396‟dan sonraysa, Kıpçak seferinden dönen Timur‟un orduları buraları iĢgal etti. XV. yy. boyunca buralar daha çok Akkoyunluların yönetiminde bulundu. XIV. yy.‟ın sonlarında Osmanlılar tarafından alınıncaya kadar, bu bölge Safevilerin yönetiminde bulundu.8 Bundan sonra XVIII. yy.‟ın baĢlarında Penah Ali Beyin önderliğinde bölgede Karabağ Hanlığı kuruldu. XVIII. yy.‟ın sonlarında artan dıĢ saldırılar sonucunda kısa bir süre için (sadece 1797 yılında bir süre) Karabağ, merkezi Güney Azerbaycan (Ģu anki Ġran) topralarında bulunan Gacar Türklerinin yönetimi altına geçtiyse de, genelde bağımsızlığını koruyabildi.9 1826 yılında, Karabağ arlık Rusyası‟nca iĢgal edildi. Rusya ile Gacar yönetimi arasındaki savaĢlar sonucunda, 1828‟de imzalanan Türkmençay AntlaĢması ile Karabağ Rusya‟ya bağlandı. 1828-1829 yıllarında Osmanlılarla Rusya arasında Kafkaslarda yaĢanan savaĢ da Karabağ‟ın bağımsızlığını yeniden kazanmasına yardım etmedi. Bu savaĢların ve imzalanan antlaĢmaların Karabağ açısından bir diğer önemi, bu süreçte Gacar yönetimi altındaki topraklardan 1825-1826 yıllarında 18.000, 1828‟de 50.000 (Türkmençay AntlaĢması‟nın 15. maddesi Gacar yönetimi altındaki Ermenilerin bir yıl içinde Aras nehrinin kuzeyine, yani Rus yönetimi altındaki topraklara geçmesini öngörüyordu), 1829 Osmanlı-Rus Edirne antlaĢması ile de 84.000 civarında Ermeninin Karabağ topraklarına getirilmesi sonucu ortaya çıkmıĢtır.10 Bu süreç içinde Kafkasya‟ya, Anadolu‟dan ve Ģu anki Ġran topraklarından en az 1 milyon Ermeni göç etmiĢti veya ettirilmiĢti.11 Bu göçler sonucunda I. Nikolay, Revan ve Nahçıvan hanlıklarının topraklarını içeren Ermeni bölgesi de kurdu.12 Zaten, Rusya bölgede bir Ermeni devletinin kurulmasının planlarını uzun yıllardan beri yapmaktaydı. 1967 yılında Ermenistan‟ın baĢkenti Erivan‟da basılan “XVIII. yy.‟da Ermeni-Rus iliĢkileri” isimli kitapta (s. 204-205‟te) Ģöyle denmektedir: Daha 19 Mayıs 1783‟te Knez G. A. Potyomkin, II. Yekatrina‟ya “fırsat bulunca Karabağ‟ı hemen Ermenilerin kontrolüne vermek ve böylece Asya‟da bir Hıristiyan devleti ortaya çıkarmak için gerekenleri yapacağız”, diye yazmıĢtı Bu nedenle bu kadar büyük göçlerin gerçekleĢmesinde Rusya‟nın çıkarları bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Bunun yanında buradaki Müslümanlardan da (Türklerden de) önemli bir miktar Gacar yönetimi altındaki topraklara göç ettirilmiĢti. Bunca göçe rağmen, 1832 yılındaki arlık Rusyası resmi sayımlarında Karabağ nüfusunun %64.8‟i Türk (Azerbaycanlı), %34.8-i Ermeni olarak kayda geçmiĢtir.13 1887 yılında Fransa‟da yayınlanan “Nouveau Dictionnaire de Geographie Universelle” (“Yeni Evrensel Coğrafya Sözlüğü”) isimli kitabın “Karabağ” maddesinde, 250.000 olarak gösterilen

306

toplam nüfusun en az yarısının Azerbaycan Türklerinden, geri kalanının Ermenilerden ve bazı Ġranlı ve Ruslardan oluĢtuğu kaydediliyor.14 Hatta Ermenistan kaynakları bile 19. yy. baĢlarında Karabağ‟da Ermeni nüfusun azınlıkta kaldığını ifade ediyorlardı. 1972 yılında Erivan‟da yayınlanan “Batı Ermenistan‟ın Rusya‟ya birleĢtirilmesi” isimli bir kitapta (s. 562), bu yıllar için Karabağ‟da 12 bin ailenin bulunduğu ve bunların sadece 2500‟ünün Ermeni ailesi olduğu belirtiliyor. Ermenilerin buraya sonradan geldiğinin kendilerince bir baĢka ifadesi de, 1978 yılında Karabağ‟ın Akdere (eski Mardakert) rayonunda, “Bölgeye GeliĢlerinin 150. Yılı” anıtını dikmeleri olmuĢtur. 15 Gerçi, 1980‟lerde olayların yeniden tırmanmasıyla bu anıt yıkılmıĢtır. Fakat, onunla ilgili video görüntüler ve fotoğraflar durmaktadır. 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl baĢlarında çeĢitli isyanlar baĢ gösterdiyse de, 1918 yılına kadar Karabağ, arlık Rusyası‟nda Azerbaycan‟ın bir bölgesi olarak (Gence Guberniyası) yer almaya devam etti. Karabağ MeselesininDoğuĢu 19. yy.‟ın sonları, 20. yy.‟ın baĢlarında Kafkasya‟da yaĢayan Ermeniler, hızlı bir biçimde örgütlenmeye baĢladılar. Bu yapılanmaların en önemlisi 1890 yılında kurulan “TaĢnaksutyun Komitesi” idi. Komite, daha çok Doğu Anadolu‟daki Osmanlı topraklarını kapsayan bir Ermeni devleti kurmayı amaçlıyordu. Bu devirde Ermeniler, arlık Rusyası yönetimi altındaki topraklara iliĢkin iddialarını pek dile getirmiyorlardı. Bunun nedeni, tarihsel süreçte hep iĢbirliği yaptıkları Ruslarla, iliĢkiyi bozmama isteği idi. Genelde iyi olan iliĢkiler, 1719 yılında ar I. Petro‟nun, Rus Ortodoks Kilisesi mensuplarına tanınan hakları ülkesinde yaĢayan tüm Ermenilere de vermesi ile daha da pekiĢmiĢti. 16 Fakat, bir yandan arlık Rusyası‟nın halkları kaynaĢtırma isteklerinin Ermeni milliyetçiliği ile çatıĢması, diğer yandan da Rus Ortodoks kilisesinin Ermeni Gregoryan kilisesini kendisine birleĢtirme çabaları bu yakın iliĢkiyi bir süre için zayıflattı. Fakat etnik çatıĢmaların baĢlaması, iliĢkileri eski seyrine sokmakta geç kalmadı. Kafkasya‟daki milli uyanıĢ hareketleri de bu etnik çatıĢmalara paralel olarak geliĢti. Özellikle 1905 yılı tarihe iki toplum arasındaki kanlı çatıĢmalar yılı olarak geçti. Olaylar bir Müslüman‟ın (Azerbaycan Türkü‟nün) TaĢnaklar tarafından öldürülmesiyle tırmandı.17 Azerbaycan‟ın çeĢitli yerlerinde, özellikle de Karabağ‟da, Gökçe‟de her iki taraftan karĢılıklı olarak çok sayıda insan öldürldü. Her iki toplumun bazı aydın kesimleri, aslında aralarında düĢmanlık bulunmadığını, olayların Ruslar tarafından kıĢkırtıldığını dile getirdiler. SSCB kurulduktan sonra bu olaylara değinilirken, her zaman bu olayların arlık yönetimince düzenlendiği ifade ediliyordu. Neden olarak da, iĢçi hareketlerini engellemek, toplumları arlığa karĢı mücadeleden caydırmak için birbirlerine karĢı mücadeleye yöneltmek olarak gösteriliyordu. 1906 yılında da devam eden olaylar, bu yılın Temmuz ayından itibaren yerini genel bir sessizliğe bıraktı. Tarihsel açıdan ve arlık Rusyası açısından önemli olayların yaĢandığı 1906-1918 yılları aralığında iki toplum arasındaki çatıĢmalar durdu. Hatta bazı konularda beraber hareket ettikleri

307

de görüldü. Fakat, 1917-1918 yıllarında geliĢen olaylar, iki toplumu yeniden karĢı-karĢıya getirmeye baĢladı. 1917 BolĢevik ihtilalinden sonra Rus Duması bırakılmıĢ, Dumanın Kafkaslardan olan üyeleri Transkafkasya Federasyonu oluĢturmuĢlardı. Bu tarihlerde Rusya‟da iktidarı ele alan bolĢevikler “Milletlerin Haklar Bildirisi” ile her milletin kendi geleceğini tayin etmesi ilkesini kabul ettiklerini açıklamıĢlar ve bunu sonucunda bölgede bir güç boĢluğu oluĢmuĢtu. Aynı zamanda, Ermenilerin Osmanlı‟ya yönelik toprak taleplerinin ve Doğu Anadolu‟da yaptıklarının (bu konuda arlık Rusyası‟nın Van ve Erzurum‟daki baĢ konsolosu olmuĢ olan Mayevski‟nin hatıralarına bakılabilir) cevabı mahiyetinde, Osmanlı ordularının Doğu‟ya doğru harekat yapması bekleniyordu. Böylesine bir beklenti, Ermenileri hızlı bir biçimde silahlanmaya sevketti. Bu, aynı zamanda müttefiklerin Osmanlı‟ya karĢı Kafkasya‟da bir güç oluĢturma planlarıyla da örtüĢüyordu. TaĢnaklar önderliğinde silahlanan Ermeniler, Doğu Anadolu‟yla beraber Azerbaycan‟a ait bölgelere de saldırmaya baĢladılar. Bu durum, Rus ordusunda askeri eğitim alamayan ve askeri tehcizatı bulunmayan Azerbaycan Türkleri için oldukça endiĢe vericiydi. Nitekim, 1918 Martı‟nda, diğer bölgelerle beraber Ermenilerin o kadar da çok olmadıkları Bakü‟de de toplu Türk katliamları yaĢandı. Bu süreçte, BolĢeviklerin de Milliyetçi Ermenilerle iĢbirliğinde olması olayın ilginç yönlerinden biriydi.18 Katliamların büyük boyutlara ulaĢması -Bakü‟de ve Azerbaycan‟ın bir sıra baĢka Ģehirlerinde 30 bin civarında Türk‟ün öldürülmesi- üzerine önemli sayıda Türk, Bakü‟yü terketmek zorunda kaldı.19 Olayların böylesine geliĢmesi Transkafkasya Konfederasyonu‟nun varlığını soru altında bırakmıĢtı. Mayıs sonlarında anlaĢmazlıkların daha da Ģiddetlenmesi yüzünden Transkafkasya Konfederasyonu dağılma sürecine girdi. Karabağ bölgesi ise, 28 Mayıs 1918‟de Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettikten sonra da onun içinde yer almaya devam etti. 12 Ocak 1919‟da Paris‟te toplanan BarıĢ Konferansı sırasında bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti resmi olarak tanınırken de, Karabağ‟ın onun bir parçası olması uluslararası kabul görmüĢtü. 15 Ağustos 1919‟da toplanan Karabağ Ermenileri VII. Kurultayı, aldığı karar üzerine Azerbaycan yönetiminin atadığı geçici genel vali Sultanov‟la anlaĢma yapmıĢ, bu anlaĢma ile bir ortak konsey kurarak, Karabağ‟ın yönetimini önemli ölçüde bu konseye havale etmiĢlerdir. Bu anlaĢmada aynı zamanda, Paris BarıĢ Konferansı‟nda Karabağ‟ın Azerbaycan toprağı olarak kabul gördüğüne de iĢaret edilmiĢtir.20 Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti 27 Nisan 1920 tarihinde Ruslar tarafından iĢgal edilinceye kadar, Azerbaycan‟da Osmanlı ve ondan sonra da Ġngiliz orduları bulundu. Her iki güç de Karabağ‟ı, Azerbaycan‟ın bir parçası olarak görmeye devam etti. Bu süre içinde Ermeniler Karabağ‟da bir çok kere isyan çıkardılarsa da baĢarılı olamadılar. Fakat, Rusların teĢviki ve yardımı ile 1920 yılı Nisanı‟nda büyük çaplı bir isyan çıkardılar. Azerbaycan ordu birlikleri isyanı bastırmak üzere bölgeye gittiği sırada, BolĢevik Rus orduları (11. Kızıl Ordu) Azerbaycan‟ı iĢgal etti. Sovyet YönetimiZamanında Karabağ

308

Ermenilerin Karabağ‟a yönelik iddiaları genellikle, onun hep Ermenistan‟a bağlı olduğu, Sovyet yönetiminin Karabağ‟ı zorla alarak Azerbaycan‟a bağladığı Ģeklindedir. Fakat resmi belgeler tam tersini söylüyor. Daha 22 Mayıs 1919‟da, BolĢevik Ermeni liderlerden A.Ġ. Mikoyan, RK (b) P MK‟ne V.Ġ. Lenin‟e görüĢünü yazarken “Ermeni TaĢnakları Karabağ‟ı Azerbaycan‟dan koparıp Ermenistan‟a birleĢtirme çabasındalar. Fakat bu, Karabağ için yaĢam kaynağı olan Bakü‟den ayrılmak ve hiçbir bağı bulunmayan Ġrevan‟a birleĢmek anlamına geliyor. Ermeni köylüleri 5. Kurultaylarında Azerbaycan‟ı tanımayı ve onun yönetimi altında kalmayı kararlaĢtırmıĢlardır” ifadelerini kullanmıĢtır. 21 Ayrıca, yukarıda

değindiğimiz

VII.

Kurultaylarında

da

Azerbaycan‟la

bağlılıklarına

iliĢkin

anlaĢma

imzaladıklarını belirtmiĢtik. 28 Nisan 1920 tarihinde Azerbaycan‟da Sovyet Yönetim ilan edildi. Karabağ ve Ģu anda Ermenistan sınırları dahilinde bulunan Zengezur, ilan edilen Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti‟nin toprakları idi. Fakat, tarih boyunca amaçlarına ulaĢmak için hep Ruslarla iĢbirliği yapan Ermeniler, Azerbaycan‟da Rus yanlısı yönetim kurulmasını bir fırsat olarak gördüler ve Karabağ‟a iliĢkin iddialarını daha yüksek sesle dile getirmeye baĢladılar. Ġlk baĢlarda, daha Ermenistan Sovyet Rusya ile birleĢmediği için, Sovyet Yönetimi bu tür meselelerde biraz Azerbaycan yanlısı tutum takınarak Ermenistan‟a baskı yapmaya çalıĢıyordu. Bu arada eğer Ermenistan‟da Sovyet Yönetimi kurulursa bunun karĢılığında Karabağ ve Zengezur‟la ilgili olarak bir takım vaatler de veriliyordu. Bunun en önemli örneklerinden birisi, Lenin‟in “doğunun Lenin‟i” diye nitelendirdiği, bağımsız Azerbaycan Halk Cumhuriyeti‟nin milli yöneticileri tarafından her zaman ihanetle suçlanan ve sonraları Moskova‟da zehirlenerek öldürülen, dönemin Azerbaycan Sovyet yönetiminin baĢı Neriman Nerimanov tarafından Ermenistan Komünistlerine gönderilen bir telgraftı. 1 Aralık 1920 tarihinde gönderilen bu telgrafta, Ermenistan‟da Sovyet Yönetimi kurulması karĢılığında, Azerbaycan‟ın Nahçıvan, Zengezur ve Karabağ‟ı ona verebileceği ifade ediliyordu. Burada amaç yukarıda da ifade edildiği üzere, Ermenistan‟ı Sovyet yönetimine geçme konusunda teĢvik etmek idi. Bu süreçte Rusya Sovyet yönetiminin gözönünde bulundurmaya çalıĢtığı bir husus da potansiyel etnik karıĢıklık merkezleri oluĢturmak idi. Merkeze yönelik tepkileri birbirlerine yöneltme amacını güden bu politika, Sovyet Rusya‟ya arlık rejiminden kalma bir miras idi. Daha 19 Haziran 1920‟de, Orconikidze, Lenin ve içerin‟e çektiği telgrafta, Karabağ ve Zengezur‟un kendilerini Azerbaycan‟ın bir parçası olarak gördüklerini ifade ediyordu.22 TartıĢmalar devam ederken, Azerbaycan‟da Rusça yayınlanan “Komünist” gazetesinin 2 Aralık 1920 tarihli sayısında Nerimanov adına bir bildiri yayınlandı. Bildiride, arazi meseleleri yüzünden iki komĢu halkın kanının akmaması gerektiği ve Karabağ emekçilerinin kendi kaderlerini belirleme hakkının bulunduğu ifade ediliyordu. Ermenistan‟da Sovyet yönetiminin kurulması dengeleri biraz değiĢtirdi. Ermenistan Sovyet yönetiminin liderleri Karabağ‟a iliĢkin iddialarını hem Moskova‟ya ilettiler, hem de Komünist BolĢevik Partisi (K (b) P) Kafkas Bürosu‟nda dile getirdiler. Bu iddialar üzerine, önce 27 Haziran 1921‟de Azerbaycan KP MK toplanarak Ermenilerin iddialarını reddettiler ve

309

Karabağ‟ın Azerbaycan‟dan koparılamayacağını ifade ettiler. 4 Temmuz 1921‟de toplanan RK (b) P Kafkas Bürosu (Kafkas cumhuriyetlerindeki komünist partilerinden oluĢuyordu ve yedi üyesinden sadece bir tanesi Azerbaycanlı idi) Dağlık Karabağ‟ın Ermenistan‟a verilmesi gerektiği konusunda görüĢ bildirdi. Fakat, Azerbaycan bu konuya sert tepki gösterdi. 5 Temmuz‟da, RK (b) P MK‟den temsilcilerin de katılımıyla RKP Kafkas Bürosu yeniden toplandı. Bu toplantıda Kirov da Karabağ‟ın Azerbaycan‟da kalması gerektiği yönünde görüĢ bildirdi. Tüm değerlendirmeler yapıldıktan sonra, Orconikidze ve Nazaretyan‟ın önerisiyle “Müslümanlar ve Ermeniler arasında milli sulhün gerekliliği, Yukarı ve AĢağı Karabağ‟ın iktisadi alakasının zaruriliğine, onun Azerbaycan‟la olan daimi bağlantısı gibi hususlardan hareketle Dağlık Karabağ‟ın Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içinde kalmasına, bölge dahilinde bulunan ġuĢa Ģehrinin idari merkez olmak üzere bölgeye geniĢ bir özerklik verilmesine” karar verildi.23 Böylece, Azerbaycan‟ın bir üyeyle temsil olunduğu toplantıda Ermenilerin de onayıyla, Karabağ Azerbaycan‟dan koparılamayacağı karara bağlanmıĢ oldu. Mirzoyan (ASPS lideri) bu çözümden sonra “Aslında Karabağ diye bir sorun yoktur. Ermeni köylüleri Bakü ve Ağdam‟la bağlantıları olmadan yaĢayamayacaklarını söylüyorlar.”, diyordu.24 Fakat, olayın bir de Karabağ‟da özerk bölge oluĢturulması boyutu vardı. Bu konuda yaklaĢık iki yıl tartıĢmalar sürdü. Bir sonuç alınmaması üzerine, 27-28 Haziran 1923 tarihlerinde toplanan RK (b) P Kafkas Bölge Komitesi bir ay içerisinde Karabağ‟da özerk bölge oluĢturulması gegrektiği konusunda Azerbaycan‟ı son kez uyardı. Hatta bu amaç için Azerbaycan yönetiminin baĢı da değiĢtirildi. Kirov, Moskova tarafından Azerbaycan yönetiminin baĢı olarak atandı. Yapılan görüĢmeler sonucunda, 7 Temmuz 1923‟te Azerbaycan Merkezi Yürütme Komitesi, Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi‟nin oluĢturulması kararını aldı.25 1980‟li Yılların Ġkinci Yarısından 1994 AteĢkesine Kadar Karabağ Sorunu Olayların tırmandığı 1980‟li yılların ortalarına gelinceye kadar, Ermeniler çeĢitli yollarla ve çeĢitli düzeylerde Karabağ bölgesinin Azerbaycan‟dan alınarak kendilerine verilmesi gerektiğini ifade ediyorlardı. 1980‟li yılların birinci yarısında bölgeden olan Ermeni asıllı yazarlar, yazılarının sonuna adres olarak “Ermenistan‟ın Karabağ bölgesi” notunu düĢmeye baĢladılar. 1984 yılında, “Literaturnaya Gazeta”nın Ermenistan muhabiri Zori Balayan‟ın “Ocak” isimli kitabı Rusça olarak basıldı. Kitapta Türklere (özellikle de Azerbaycan Türklerine) nefret aĢılanıyor, Azerbaycan‟a yönelik toprak iddiaları ileri sürülüyordu. Azerbaycan aydınları bu olaya karĢı tepkilerini ortaya koysalar da yönetim bu tepkilerin ortaya çıkmasını engelledi. Örneğin; Ġsa Kamber‟in [(Ģu anki Müsavat Partisi BaĢkanı (o zamanlar Doğu AraĢtırmaları Enstitüsü‟nde çalıĢan tarih araĢtırmacısı idi)]

“Ocak”a cevap olarak

yazdığı eserin basılması engellendi. 1985 yılında SSCB‟de yönetimin baĢına M. Gorbaçov‟un geçmesiyle birlikte, yeni bir dönem “perestroyka” (yenidenkurma) ve “glasnost” (açıklık) dönemi- baĢladı. Bir yandan dıĢarıdaki Ermeni lobisinin, diğer yandan da SSCB içindeki Ermeni aydınların Gorbaçov‟la geliĢtirdiği iliĢki, onları Azerbaycan‟ın Karabağ bölgesini alabilmeleri konusunda umutlandırıyordu. Ġlerleyen dönemlerde ister Gorbaçov‟un ekonomi danıĢmanı Aganbekyan‟ın Paris‟te yaptığı konuĢma,26 isterse de

310

Ermenistan‟da ve Moskova‟daki Ermeni faaliyetleri, Karabağ bölgesini biran önce Azerbaycan‟dan koparmaya yönelikti. Bu arada, bölgede yaĢayan Ermeniler de artık daha aktif bir pozisyona gelmiĢlerdi. 20 ġubatta DKÖB bölge sovyeti (140 üyesinden 110‟u Ermeni idi) Azerbaycan ve Ermenistan Yüksek Sovyetlerine hitaben, Azerbaycan‟dan ayrılarak Ermenistan‟la birleĢme isteğini belirten müracaatı kabul etti. 21 ġubatta toplanan Sovyetler Birliği KP MK Ermenilerin isteklerinin gerçekleĢemeyeceği kararını aldı. Azerbaycan‟ın DKÖB içinde yer alan Askeran rayonunda iki Azerbaycanlı gencin öldürülmesi, Ermenistan gazetelerinde güya Gorbaçov‟un Karabağ‟ı onlara vereceği sözünü vermesi iddialarının yayınlanması ve Ermenistan‟da (Zengezur, Göyce ve baĢka bölgelerden) yaĢayan yüz binin üzerinde Azerbaycan Türkünün katliamlara maruz kalması ve göçe zorlanması (sürecin sonunda toplam 160 bin Azerbaycan Türkü Ermenistan‟ı terketmek zorunda kalmıĢtı), bu göçe zorlananların da genellikle Bakü ve Sumgayıt‟a yerleĢmesi sonucu özellikle, bu iki kentte Ermenilere karĢı saldırılar düzenlendi. Sumgayıt‟taki saldırılarda 6‟sı Azerbaycanlı, 26‟ı Ermeni olmak üzere 32 kiĢi öldü. 12 Temmuz 1988‟de DKÖB Yerel Meclisi, Azerbaycan‟dan ayrılma kararını aldı. Ertesi gün toplanan Azerbaycan Yüksek Sovyeti BaĢkanlık Divanı yerel meclisin kararını geçersiz ilan etti. GeliĢmeler üzerine 18 Temmuzda toplanan SSCB Yüksek Sovyeti BaĢkanlık Divanı, her iki cumhuriyetin kararlarını değerlendirdi ve karar aldı. Değerlendirmeler sırasında konuĢma yapan SSCB KP MK Genel Sekreteri M. Gorbaçov Karabağ‟ın sorunlarının varlığını kabul ettiklerini, fakat bu sorunların Azerbaycan‟ın toprak bütünlüğüne dokunulmadan çözüleceğini ifade etti. 20 Temmuz 1988 tarihli “Kommunist” (Bakü) gazetesinde yayınlanan kararda, Azerbaycan ve Ermenistan‟ın sınırlarının ve anayasayla belirlenen toprak bütünlüğünün değiĢtirilmesinin mümkün olmadığı, bu kararın SSCB Anayasası‟nın 78. maddesine (her hangi bir Sovyet cumhuriyetinin sınırı onun rızası olmadan değiĢtirilemez) dayandığı ifade ediliyordu. Kararda ayrıca, Sovyet yönetimi döneminde DKÖB‟deki bir çok sorunun çözüldüğü, fakat hala çözüme kavuĢturulmayan bazı sorunlar olduğu, Azerbaycan ve Ermenistan yönetimlerinin bu yönde iĢbirliği içinde çalıĢmaları gerektiği de vurgulandı.27 Bu kararlar Ermenilerin tepkisine neden oldu ve onlar Azerbaycan‟dan ayrılma yönündeki faaliyetlerini daha da artırdılar. 7 Aralık 1988‟de Ermenistan‟da olan deprem olayları kısa bir süre için durdurdu. 12 Ocak 1989‟da, Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti DKÖB‟nin yönetimini geçici bir süre için Azerbaycan‟dan alarak Moskova‟ya bağlı Özel Yönetim Komitesi‟ne verdi. Gorbaçov‟un danıĢmanlarından olan A. Volski komitenin baĢına getirildi ve 5.400 kiĢilik ĠçiĢleri Bakanlığı birliği ona bağlanarak bölgeye gönderildi.28 1989 yılı boyunca çatıĢmalar küçük çaplı da olsa ara vermeden devam etti. 28 Kasım 1989‟da, Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti DKÖB yönetiminin yeniden Azerbaycan‟a bırakılmasına, fakat güvenlik güçlerinin orada kalmaya davam etmesine, Karabağ‟daki Ermenilerin haklarının korunması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması Ģartıyla karar verildi. Karar, Karabağ‟ın Azerbaycan toprağı olduğunu bir daha onayladığı için Ermenilerce, Karabağ konusunda

311

Azerbaycan‟a bazı dikteler ettiği için de Azerbaycan tarafından eleĢtirildi. Ermenistan daha da ileri giderek 1 Aralık 1989‟da Karabağ‟ı kendisine birleĢtirme kararı aldı. Bunun üzerine, 7 Aralık 1989‟da, Azerbaycan Yüksek Sovyeti Ermenistan Parlamentosu‟nun aldığı DKÖB ilhak kararını kınadı ve Karabağ‟ı yönetmek üzere, Egemenlik Yasası‟na (23 Eylül 1989‟da kabul edilen bu yasada Karabağ üzerinde Azerbaycan‟ın egemenliği de ayrıca vurgulanmıĢtı) dayanarak baĢkanlığını Azerbaycan KP ikinci sekreteri V. Polyaniçko‟nun yaptığı “TeĢkilat Komitesi” kurdu. 2 Ocak 1990‟da DKÖB‟nin merkezi Hankendi‟nde Azerbaycan Türklerini taĢıyan otobüs konvoyu Ermenilerin saldırısına uğradı. Güvenlik güçleri saldırıyı güçlükle önledi ve olaylar sırasında 1 kiĢi öldü, 3 kiĢi de yaralandı. 9 Ocak‟ta Ermenistan Parlamentosu‟nun 1990 bütçesini onaylarken ekonomik plan kapsamına Karabağ‟ı da dahil etmesi olayları çığırından çıkardı. Azerbaycan‟da hem Moskova yönetimine, hem de Azerbaycan yönetimine karĢı protesto gösterileri arttı.29 12 Ocakta Ermenilerin Karabağ‟daki iki Türk yerleĢim birimine saldırmaları sonucu, 12 kiĢi öldü, 22 kiĢi rehin alındı.30 13 Ocakta, bir Ermeni Bakü‟de iki Azerbaycanlıya baltayla saldırdı. Saldırıya uğrayanlardan birisi öldü, diğeri ağır yaralandı. Bu haberin o sırada gerçekleĢmekte olan büyük bir mitinge ulaĢması üzerine karĢı saldırı düzenlendi ve bu saldırı sırasında büyük çoğunluğu Ermeni olmak üzere toplam 34 kiĢi hayatını kaybetti. Olayların daha da trajik boyut kazanmasını neden gösteren Moskova yönetimi, Bakü‟de ve Azerbaycan‟ın bir çok baĢka bölgesinde (DKÖB dahil) olağanüstü hal uygulaması baĢlattı. 19 Ocak 1990 tarihinde akĢam saatlerinde edilen olağanüstü hal ilan edilirken, aynı saatlerde Kızılordu birlikleri havadan, karadan ve denizden Azerbaycan‟a çıkartma yaptı. Amacı daha çok Azerbaycan‟daki bağımsızlık yanlılarını ezmek olan çıkartma sonucunda en az 130 kiĢi öldü, yüzlercesi yaralandı.31 23 Ağustos 1990‟da Ermenistan egemenliğini ilan ederken, uluslararası hukuku hiçe sayarak, Karabağ‟ı kendi toprağı olarak gösterdi.32 Bu arada, 1990 yılı boyunca da karĢılıklı saldırılar devam etti. 1991 yılına belirsiz bir ortam içinde girildi. Orta çaplı çatıĢmalar, iki tarafın sürekli birbirini suçlaması ve merkezi yönetimin gerekli önlemleri almaması yine devam ediyordu. 1991 Martı ortalarında Gorbaçov “Tass” ajansına yaptığı açıklamada bölgedeki çatıĢmalardan rahatsızlığını ifade etti ve “Karabağ‟ın Azerbaycan‟ın ayrılmaz bir parçası” olduğunu ifade etti. Bu açıklamadan sonra basın toplantısı düzenleyen Ermenistan baĢbakanı Vazgen Manukyan, o güne kadar izledikleri politikanın aksine Karabağ üzerinde bir hak iddia etmediklerini, sadece oradaki yerli Ermenilerin mücadelesini desteklediklerini beyan etti.33 Ağustos ayı ortalarında Gorbaçov‟a karĢı düzenlenen darbenin baĢarısız olması ve bunun sonucunda Sovyet cumhuriyetlerinin bağımsızlaĢmasının hızlanması, Karabağ sorununa da yeni bir boyut kazandırdı. 30 Ağustos 1991‟de Azerbaycan bağımsızlığını ilan etti. Bunun ardınca Karabağ Ermenileri toplanarak “Artsak Ermeni Cumhuriyeti”ni ilan ettiler. Azerbaycan parlamentosu karara, Azerbaycan Anayasası‟na (aynı zamanda SSCB Anayasası‟na) aykırı olduğu için sert tepki gösterdi. 20 Eylül 1991‟de Ağustos Moskova olaylarının muzafferi Yeltsin yanına, öteden beri bu olaylarla

312

yakından ilgilenen Nazarbayev‟i de alarak 20 Eylül 1991‟de geç saatlerde Bakü‟ye geldi. Ertesi gün Gence kentine giden liderler, burada yeterli güvenlik önlemleri alındıktan sonra Karabağ‟ın merkezi Hankendi‟ne geçtiler. Son durak ise Erivan oldu. Yeltsin ve Nazarbayev bir barıĢ sürecini baĢlatmaya çalıĢtılar ve her iki tarafla yaptıkları görüĢmelerde bunun Ģartlarını yaklaĢık olarak belirlediler. UzlaĢma üzerine, 23 Eylül 1991‟de Rusya‟nın güneyindeki Jeleznovodsk kentinde barıĢ görüĢmelerine baĢlandı. 24 Eylül 1991‟de Yeltsin ve Nazarbayev‟in garantörlüğünde iki ülke anlaĢmaya vardı. Buna göre, ateĢkes sağlanacak, Ermenistan Karabağ‟ın Azerbaycan‟a ait olduğunu kabul edecek, bölgeye kendini yönetmek için bir takım olanaklar sağlanacaktı.34 GörüĢmelerin ikinci ayağı iki taraf yetkililerince, sınırdaki Ġcevan rayonuna bağlı bir köyde gerçekleĢtirildi. GörüĢme sonrasında yayınlanan bildiride, “cinayet ve intikama dayanan kısır döngünün durdurulmasının zorunlu olduğu” bildirildi. Fakat, bu arada karĢılıklı saldırılar da ara vermiyordu. Azerbaycan tarafı, ateĢkese uyulmadığını göstermek üzere Rusya ve Kazakistan‟dan bölgeye gözlemciler de getirdi.35 20 Kasım 1991‟de çok önemli bir olay gerçekleĢti. Azerbaycan hükümetinin üyelerini, adalet ve güvenlik yetkililerini, iki Rus generali, Kazak ve Rus gözlemcileri, gazetecileri taĢıyan helikopter Ermeniler tarafından düĢürüldü. Olayda kurtulan olmadı. Bu olay Azerbaycan tarafını birtakım kararlara itti. Ermenistan‟a giden demir yolu kapatıldı, ayrıca Azerbaycan Yüksek Sovyeti 26 Kasım 1991 tarihli toplantısında DKÖB‟nin statüsünü ortadan kaldırdı ve onu oluĢturan rayonları direk Bakü‟ye bağladı.36 Karar, tahmin edilebileceği gibi Ermenilerce pek hoĢ karĢılanmadı. Bu aynı zamanda bir barıĢ giriĢiminin sonuçsuz kalması anlamını taĢıyordu. 1992 yılına gelindiğinde, artık SSCB‟nin dağılma süreci tamamlanmıĢtı. Bu arada iki toplum arasındaki çatıĢmalarda ölenlerin sayısı bini geçmiĢti. 30 Ocakta Prag‟da yapılan AGĠK toplantısında Azerbaycan ve Ermenistan‟ın bu kurumun üyesi olmasıyla birlikte, konu uluslararası bir boyut kazandı. Tam bu sıralarda Ermenilerin roket atıĢıyla Azerbaycanlı mültecileri taĢıyan helikopter düĢürüldü. Olayda en az 40 kiĢi öldü.37 ġubat 1992‟nin baĢlarında Ġran‟ın arabuluculuk önerileri taraflarca kabul görmedi. ġubatın ortalarında Avrupa Parlamentosu Strasbourg‟da toplanarak Karabağ‟a gözlemci göndermeyi karara aldı. 20 ġubat 1992‟de Rusya DıĢiĢleri Bakanlığı‟nın giriĢimi ile üç ülke dıĢiĢleri bakanları Moskova‟da biraraya geldiler ve yaptıkları görüĢme sonrasında düzenledikleri basın toplantısında çatıĢmalara bir an önce son verilmesi ve yerleĢim bölgeleri üzerinde ablukanın kaldırılması konusunda karara vardıklarını duyurdular. Ermenistan DıĢiĢleri Bakanı Hovanisyan toplantı sonrasında, Azerbaycan DıĢiĢleri Bakanı Sadıkov‟a Karabağ sorunu ile ilgili görüĢmelerin, Dağlık Karabağ temsilcisinin katılımı olmadan baĢarısız olacağını ifade ettiğini de açıkladı. 38 Fakat, en azından çatıĢmalara ara verilmesinin kararlaĢtırılması barıĢ açısından iyi bir geliĢmeydi. 24 ġubat‟ta Ġran DıĢiĢleri Bakanı Velayeti bölgeye, arabuluculuk yapma amacıyla bir ziyaret gerçekleĢtirdi. 25-26 ġubat 1992‟de Ermeni güçlerinin bölgedeki Azerbaycanlı yerleĢim birimi Hocalı‟ya düzenledikleri saldırı bir katliama dönüĢtü. Saldırıda 600‟den fazla sivil öldürüldü ki, bunlardan 63‟ü çocuk, 106‟sı kadın, 70‟i yaĢlı idi. Ayrıca, 487 kiĢi Ermenilerce rehin olarak götürüldü,

313

1275 kiĢi yaralandı, 150 kiĢiyle ilgili olarak ise hiçbir Ģekilde bilgi edinilemedi. Azerbaycan resmi olarak, Hankendi‟ndeki 366.‟cı Rus Alayının saldırıya katıldığını açıkladı. ünkü saldırıda en geliĢmiĢ konvansiyonel silahlar kullanılmıĢtı. Bunlar değil Karabağ‟daki yerel gruplarda, yeni oluĢmaya baĢlayan Azerbaycan ve Ermenistan ordularında bile yoktu. Rus tarafı her zamanki gibi yine de saldırılarla alakası olmadığını açıkladı. Fakat, adıgeçen alaydan firar eden 3 Rus askeri 3 Martta düzenledikleri basın toplantısında, “beyinlerinin yıkandığını ve Hristiyan Ermeniler yanında Müslüman Azerbaycanlılara karĢı savaĢmaya çağrıldıklarını” itiraf ettiler. 39 Hocalı katliamı, kendi halkını korumak için yeterli önlem almayan Azerbaycan CumhurbaĢkanı A. Mütellibov‟un sonunu da hazırladı. Mart ayı boyunca karĢılıklı saldırılar devam ederken, 24 Mart 1992‟de Helsinki‟de toplanmakta olan AGĠK DıĢiĢleri Bakanları Konseyi, Karabağ‟daki durumu değerlendirdi ve sonuç bildirisinin 3.-11. maddelerinde sorunun çözümü için Beyaz Rusya‟nın Minsk kentinde konferans çağırılmasının kararlaĢtırıldığı ifade edildi. 9. maddede konferansın katılımcıları olarak Azerbaycan, Almanya, ABD, Ermenistan, Beyaz Rusya, Ġsveç, Ġtalya, Fransa, Rusya, Türkiye, ek ve Slovakya Federal Cumhuriyeti (toplam 11 devlet) belirlendi. Minsk Konferansı için koordinatörlük görevi Ġtalya‟ya verildi ve konferansa baĢkanlık etmek üzere Ġtalyan temsilci Mario Rafaelli atandı. Konferans Temmuz ayında Minsk‟te yapılacaktı. AGĠK‟in bu giriĢimi BM‟den de destek gördü. BM GK‟nun 26 Mart tarihli toplantısında, soruna direk müdahale etmeme ve AGĠK‟in giriĢimini destekleme kararı alındı.40 1 Nisanda Roma‟da konferansa katılacak ülkelerin temsilcilerinin katılımı ile Rafaelli baĢkanlığında toplantı yapıldı. Aynı günlerde AGĠK gözlemci heyeti de Bakü‟yü ziyaret etti. Nisan sonuna doğru Ġran‟ın arabuluculuk giriĢimleri de arttı ve 7 Mayıs 1992‟de, Tahran‟da Azerbaycan ve Ermenistan devlet baĢkanları sorunun çözümü ile ilgili anlaĢma imzaladılar. Fakat, hemen ertesi gün Ermeniler bölgedeki en stratejik noktayı ġuĢa kentini iĢgal ettiler. Üzerinden 10 gün geçmeden bu defa Dağlık Karabağ‟ı Ermenistan‟a bağlayan Laçın rayonunu iĢgal ettiler. Olaylar aynı günlerde barıĢ görüĢmeleri için bölgeye gelen AGĠK heyetinin gözleri önünde cereyan ediyordu. Bu arada, 15 Mayısta Azerbaycan‟da Mutallibov‟un cumhurbaĢkanlığı görevine geri dönme giriĢimi ters tepti ve muhalefeti beklediği seçimden önce iktidara taĢıdı.41 Yeni iktidar Karabağ da dahil olmak üzere toprak bütünlüğü konusunda hiç taviz vermeyeceğini ilk baĢtan belirtti ve ilk sınavını da 21 Mayıs 1992 tarihinde Helsinki‟de gerçekleĢen AGĠK Kıdemli Memurlar Komitesi toplantısında verdi. Bu toplantıda Ermenistan‟ın son saldırıları da değerlendirildi. ABD temsilcisinin önerdiği, Azerbaycan‟ın toprak bütünlüğünü vurgulayan ve bölgedeki tüm yabancı askeri güçlerin çekilmesini öngören tasarı için, Ermenistan dıĢındaki 51 ülkenin temsilcisi lehte oy kullandı. Aynı tarihte Ermenistan Rusya ile 7. Rus askeri üssünün cumhuriyette kalması konusunda anlaĢma imzaladı. Buna bir de Ermenistan‟ın BDT üyesi olmasını ve 15 Mayısta imzaladığı BDT Ortak Güvenlik Paktı anlaĢmasına Azerbaycan‟ın katılmadığını eklersek, Rusya‟nın desteğini alma bakımından Ermenistan‟ın önemli bir avantaj elde ettiğini söyleyebiliriz.42 Bundan cesaret alan Ermenilerin orta çaplı saldırılarını sürdürmekle beraber, bir de büyük çaplı saldırı planladıkları söylentileri dolaĢmaya baĢladı. Bunun üzerine Azerbaycan 12

314

Haziran‟da karĢı saldırıyı baĢlattı. Diplomatik görüĢmelerin aksamasını da doğuran bu saldırılar sırasında daha önce Ermenilerce iĢgal edilen bir çok köy kurtarıldı. Bu geliĢmeler sonrasında Ermenistan temsilcilerinin barıĢ görüĢmelerine Karabağ Ermenilerinin resmi sıfatla katılmalarını istemesi ve aksi taktirde toplantılara katılmayacağını söylemesi, 29 Haziran7 Temmuz arasında yapılacak olan Roma görüĢmelerinin 3. turundan ve 15 Temmuzda yapılması planlanan 4. turundan sonuç alınmasını engelledi ve durum Roma görüĢmelerinin katılımcıları tarafından tepkiyle karĢılandı.43 atıĢmaların Ģiddetlenerek devam etmesi uluslararası gözlemcileri yeniden arabuluculuk yapmaya itti. 26 Ağustos 1992‟de Kazakistan devlet baĢkanı Nazarbayev ateĢkes ilan edilmesi için giriĢimde bulundu, 27 Ağustos‟da ise Minsk Grubu BaĢkanı Mario Rafaelli sırasıyla Azerbaycan‟ı ve Ermenistan‟ı ziyaret ederek ateĢkes yapılması ve Minsk Konferansı için görüĢmelere baĢlanması çağrısını yaptı. Ġlk sonuçlar Azerbaycan, Ermenistan ve Kazakistan dıĢiĢleri bakanları arasında 27 Ağustos 1992‟de Alma-Ata Beyannamesinin imzalanmasıyla elde edildi. Bu beyannamede öngörüldüğü üzere, 1 Eylül 1992‟den itibaren ateĢkes sağlandı. 3 Eylül 1992‟de taraflar Minsk Grubunun da çağrılarına uyarak bu belgeyi uygulamak için sınırdaki Ġcevan rayonunda protokol imzalandılar. 14-15 Eylül 1992 tarihlerinde üçtaraflı çalıĢma grubu faaliyete geçti. Fakat, bu defa Ermenistan Alma-Ata Beyannamesini reddetti ve Kazakistan‟ın ikna çabaları da sonuçsuz kaldı.44 Bir sonraki giriĢim Rusya‟dan geldi. 19 Eylül 1992‟de Rusya‟nın arabuluculuğuyla Soçi kentinde, Azerbaycan, Ermenistan, Rusya ve Gürcistan savunma bakanları 25 Eylülden itibaren ateĢkesin sağlanması ve bir baĢka konuda da anlaĢma imzaladılar. Fakat bir yandan iki tarafın sürekli birbirlerini ateĢkesi ihlal etmekle suçlaması, diğer yandan Ermenistan‟ın Karabağ Ermenilerini görüĢmelere resmi sıfatla katma yönündeki çabaları nedeniyle bu anlaĢmaya da uyulmadı. 1992 Ekimi‟nin ortalarından itibaren arabuluculuk faaliyetlerini yoğunlaĢtıran BM Genel Sekreteri‟nin özel elçisi Jack Marisca‟nın çabaları da aynı nedenlerle sonuçsuz kaldı. 1992‟nin sonlarına doğru, 12 Haziranda çatıĢmaların savaĢa dönüĢmesiyle hep üstün durumda olan Azerbaycan, üstünlüğünü Ermenistan‟a kaptırmaya baĢladı.45 1993 yılının hemen baĢında 3 Ocakta Kremlin‟de biraraya gelen ABD BaĢkanı George Bush ile Rusya Devlet BaĢkanı Boris Yeltsin, Dağlık Karabağ‟a iliĢkin olarak imzaladıkları beyannamede Dağlık Karabağ‟da ve Azerbaycan-Ermenistan sınırındaki çatıĢmalardan rahatsızlıklarını ifade ediyor ve sorunun AGĠK‟in temel ilkeleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiğini vurguluyorlardı. Buna karĢılığında ise çatıĢmanın her iki tarafı yine sorunun çözümlenememesinin nedeni olarak diğerini gösteriyordu.46 20 ġubat 1993‟te Roma‟da Azerbaycan, ABD, Ermenistan, Rusya, Ermenistan temsilcileri ve Minsk Konferansı BaĢkanı Rafaelli‟nin katıldığı Roma görüĢmeleri devam etti. GörüĢmeler sonucunda taraflar ateĢkesin tam olarak sağlanması ve Minsk Konferansı‟nın resmen açılması için anlaĢamasalar da en azından ateĢkesin sağlanması için bölgeye gözlemcilerin gelmesi konusunda uzlaĢmaya vardılar. Fakat, 27 Mart 1993‟te Ermenistan tarafından, Ermenistan‟la Azerbaycan‟ın Dağlık Karabağ

315

bölgesini bağlayan koridorlardan biri olan Kelbecer rayonuna yönelik saldırı baĢlatıldı. Saldırılar birkaç gün sürdü. Azerbaycan CumhurbaĢkanlığı 6 Nisan 1993‟te, 3 Nisan 1993‟ten itibaren rayonun tamamen Ermeni güçleri tarafından iĢgal edildiğini resmi olarak açıkladı. Saldırı sonucunda rayon nüfusunun bir kısmı öldürüldü, kalanlarsa mülteci durumuna düĢtü. Azerbaycan tarafı bu iĢgal sırasında Ermenistan tarafının Rus askeri birliklerinden yardım gördüğünü iddia etti. 6 Nisan 1993‟te ABD de Ermeni saldırısını kınadı. Bu arada Azerbaycan tarafı AGĠK barıĢ görüĢmelerinden çekildiğini de açıkladı. 8 Nisan‟da AT‟na üye ülkeler de “Azerbaycan topraklarından çekilmesi” ve çatıĢmaların durdurulması konusunda “Dağlık Karabağ‟da nüfuzunu kullanması” için Ermenistan hükümetine müracaat ettiler. Olayla ilgili açıklama yapan Ermenistan Savunma Bakanı Vazgen Manukyan, Kelbecerin iĢgaline Ermenistan ordusunun hiç katılmadığını, olayın Karabağ Ermenilerince gerçekleĢtirildiğini iddia etti.47 Bu arada Azerbaycan yetkililerinin iĢgalle ilgili olarak uluslararası düzeyde giriĢimleri devam etti. Hem devlet baĢkanı, hem de dıĢiĢleri bakanlığı iĢgalin kınanması ve Ermenistan‟a karĢı gerekli yaptırımların uygulanması için BM, AGĠT ve diğer uluslararası kuruluĢlar nezdinde giriĢimlerini sürdürdüler. Azerbaycan‟ın BM‟deki temsilcisi H. Hasanov, Azerbaycan Devlet BaĢkanı E. Elçibey‟in ve DıĢiĢleri Bakanı T. Kasımov‟un istekleri doğrultusunda BM Güvenlik Konseyi üyeleriyle görüĢerek olayla ilgili açıklama yapılmasını ve karar alınmasını istedi. 6 Nisan 1993‟te Güvenlik Konseyi dönem baĢkanı Pakistan‟lı Marker açıklama yaparak, Güvenlik Konseyi‟nin Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki durumun kötüleĢmesinden, Ermenilerin (ülke adı geçmiyordu) Kelbecer‟i iĢgalinden bölgedeki barıĢı tehdit eden tüm bu türden hareketlerden duyduğu rahatsızlığı ifade etti. Açıklamada ayrıca, sınırların değiĢmezliği ve toprak bütünlüğü ilkeleri çerçevesinde AGĠK‟in barıĢ giriĢimlerini desteklediklerini belirttiler ve BM Genel Sekreterinden konuyla ilgili Güvenlik Konseyi‟ne rapor sunmasını istediler. 14 Nisan 1993‟te Genel Sekreter tarafından Güvenlik Konseyi‟ne sunulan raporda, Karabağ‟daki çatıĢmalara ve özellikle de Kelbecerin iĢgaline Ermenistan‟ın taraf olarak katılıpkatılmadığının tam olarak belirlenemediğini, fakat, saldırılarda tank, ağır çaplı silahlar ve uçakların kullanılmasının, olayda yerel Ermeniler dıĢında gücün bulunduğunu gösterdiğini belirtmiĢtir. ĠĢgalden hemen sonra Türkiye, Pakistan, Ġran, Ġngiltere, ĠKÖ, biraz yumuĢak dille Ġtalya ve Fransa olayı kınayan açıklamalarda bulundular.48 Bu arada Rusya‟nın, bölgenin kontrolünü elinde tutma amacı çerçevesinde bir takım giriĢimleri de oldu. Önce, 8 Nisan 1993‟te Azerbaycan BaĢbakanı P. Hüseynov‟la Ermenistan Savunma ve Güvenlik Bakanı V. Sarkisyan Rusya Savunma Bakanı P. Graçev‟in arabuluculuğuyla biraraya geldiler, fakat bir sonuç elde edilemedi. 23 Nisanda ise Rusya Devlet BaĢkanı B.Yeltsin BM Güvenlik Konseyi‟nde, sorunla ilgili olarak arabuluculuk yapacaklarını ifade ediyordu. Arkasından, hem Ermenistan, hem Azerbaycan yetkilileriyle, hem de Karabağ bölgesi temsilcileriyle görüĢmeler yapıldı. Bunu 28-29 Nisan 1993 tarihlerinde Prag‟da gerçekleĢtirilen AGĠK toplantısı izledi. Azerbaycan‟ın isteği ve 17 üye ülkenin desteği ile gerçekleĢtirilen toplantıda, barıĢ görüĢmelerinin devamı için

316

Ermenistan‟ın Kelbecer‟in boĢaltılması yönünde adım atmasının Ģart olduğu vurgulandı. Ermenistan‟ın bunu reddetmesiyle görüĢmeler sonuç alınmadan sona erdi.49 Azerbaycan‟ın yoğun diplomatik çabaları sonucunda 30 Nisan 1993‟te Güvenlik Konseyi Azerbaycan-Ermenistan çatıĢmasını ve Kelbecer‟in iĢgali konusunu görüĢtü ve 15 üyenin oybirliği ile 822 sayılı kararı kabul etti. Kararda, Güvenlik Konseyi BaĢkanı‟nın konuya iliĢkin daha önce verdiği beyanatlara ve sunduğu rapora da gönderme yaparak, iki ülke arasındaki savaĢın endiĢe verici boyutundan, Kelbecer‟in Ermenilerce (ülke gösterilmiyor) iĢgal edilmesinden duyulan rahatsızlık dile getirilerek ve uluslar arası kabul görmüĢ sınırların ihlal edilemezliği, toprakların silah zoruyla ele geçirilmesinin kabul edilmezliği, bütün devletlerin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi ilkeleri de vurgulanarak 5 madde sıralanıyor: 1. Ateşkesin kesin biçimde yapılması, ayrıca tüm işgal güçlerinin Kelbecer rayonundan ve Azerbaycan‟ın bu yakınlarda işgal edilmiş diğer rayonlarından çıkarılması amacıyla bütün askeri operasyonların ve düşmanca eylemlerin durdurulmasını talep eder; 2. İlgili tarafların çatışmanın AGİK Minsk Grubu barış süreci ile çözümü için görüşmelere hemen ve tekrar başlanması ve sorunun barışçıl araçlarla çözümünü zorlaştıracak eylemlerden kaçınması ısrarla vurgular; 3. Sivil halkın zorluklarını azaltmak için bölgede, özellikle çatışmanın etkili olduğu bütün rayonlarda insani yardımların yapılabilmesi için engellerin kaldırılmasını isteyerek, bütün tarafların uluslararası insani hukukun ilke ve normlarına uymak zorunda olduğunu belirtir; 4. Genel Sekreterden AGİK Başkanı, ayrıca AGİK Minsk Grubu ile görüşmeler yaparak bölgedeki, özellikle Azerbaycan‟ın Kelbecer rayonundaki durumu değerlendirerek bu konuda Güvenlik Konseyi‟ne rapor sunmasını rica eder; 5. Bu konuyla aktif olarak ilgilenmeyi sürdüreceği kararını alır. Kararda Azerbaycan açısından beğenilen noktalar olsa bile genel olarak iki ülke arasında denge korunmaya çalıĢılmıĢtı. ġöyle ki, bir yandan “Ermenilerin iĢgalinden”, “Kelbecer‟in ve diğer iĢgal edilen bölgelerin terkedilmesi gerektiğinden” bahsediliyorken, Azerbaycan‟ın yoğun taleplerine karĢın iĢgalci devlet olarak Ermenistan‟ın adı açıkça belirtilmiyordu. Ama, taraf olarak Karabağ Ermenilerinin değil de, Ermenistan‟ın isminin geçmesi dolaylı da olsa onun çatıĢmada taraf olduğunun ifadesiydi. 3 Mayıs 1993‟te Rusya Devlet BaĢkanı Yeltsin‟in inisiyatifiyle Rusya, Türkiye ve ABD, AGĠK süreci çerçevesinde bir barıĢ giriĢimi baĢlattıklarını açıkladılar. Rusya‟yı Ermeni yanlısı olarak gören Azerbaycan, durumu dengelemek için eĢit güce sahip ülke olarak ABD‟nin sürece katılmasını istemiĢti. Tarafların, 14 Mayıs 1993‟e kadar Ermeni güçlerinin Kelbecer‟i boĢaltmasını, 17 Mayıs 1993‟ten itibaren de AGĠK çerçevesinde barıĢ görüĢmelerinin devam ettirilmesini öngören teklifleri Azerbaycan tarafından kabul görse de, Ermenistan buna yanaĢmadı. 27 Mayıs‟ta gerçekleĢen Yeltsin-Ter-Petrosyan görüĢmesinden sonra Ermenistan‟ın tutumunda değiĢiklik baĢ verdi. Yani, Ermenistan arabulucuların tüm tekliflerini kabul ettiğini Fakat, çok geçmeden bu defa da Karabağ

317

Ermenilerinin Ģartları kabul etmediğini ileri sürerek süreci tıkadılar. 50 Bir grup gözlemci bu olayı Ermenistan‟la Karabağ Ermenileri arasında çıkan ilk görüĢ ayrılığı olarak görseler de, bunu büyük bir ihtimalle “Ģike” olarak yorumlamak mümkündür. ünkü bu yolla, Ermenistan taviz vermeden üzerindeki uluslararası baskıları hafifletebiliyordu. 3-4 Haziran 1993 tarihlerinde, Roma‟da BM Genel Sekreterliği gözlemcilerinin de katılımı ile Azerbaycan ve Ermenistan dıĢındaki Minsk Grubu üyesi devletlerin toplantısı gerçekleĢtirildi. Toplantının amacı BM Güvenlik Konseyi‟nin 822 sayılı kararının uygulanması için planlar hazırlamak ve AGĠK çerçevesinde görüĢmelerin yeniden devam ettirilmesini sağlamaktı. Bahsedilen planların 11 Haziranla 5-6 Temmuz 1993 tarihleri arasında uygulanması öngörülüyordu. Buna göre, 11 Haziran‟da taraflar bu planı ve Minsk Konferansı baĢkanının mektubunu imzalayarak (planı onayladıklarını göstermek için) baĢkana iade etmeli idiler. 15 Haziran‟dan itibaren baĢlayarak Ermeni güçleri Kelbecer‟i boĢaltmaya baĢlamalı ve bu süreç 20 Haziran akĢam saatlerine kadar tamamlanmalıydı. 21-23 Haziran tarihlerinde ise AGĠK denetimcileri bölgeyi gezerek buna uyulup uyulmadığını kontrol edeceklerdi. 1 Temmuz‟dan itibaren AGĠK‟in 50 gözlemcisi bölgeye yerleĢtirilecekti. Ardından da, rayonun asıl nüfusunun geri dönmesi sağlanacaktı. Fakat, AGĠK Minsk Konferansı‟nın baĢkanı Mario Rafaelli‟nin 4 Temmuz 1993‟te baĢlayan Azerbaycan ve Ermenistan‟ı ziyareti bir soruna dönüĢtürülünce planın uygulanmasının sanıldığı kadar kolay olmayacağı anlaĢıldı. Rafaelli‟nin bölgeyi Bakü-Ġrevan-Bakü-Ağdam-Hankendi-Bakü-Roma grafiği üzre ziyaret etmek istemesine Ermenistan tarafı itiraz etti. Onlar Hankendi‟ne Ağdam‟dam gidilmesine itiraz ediyorlardı. Azerbaycan tarafı uzlaĢmacı tavır sergileyerek Bakü-Tiflis-Ġrevan-Hankendi-Ġrevan-Tiflis-Bakü grafiğini kabul etti ve Rafaelli bu trafikle ziyaretini tamamladı. Yine de sonuç alınamadı.51 ünkü, uluslararası arabulucuların barıĢ planı aynıydı: Ermeniler iĢgal ettikleri yerlerden çekilecek, ateĢkes ilan edilecek, uluslar arası gözlemciler bölgeye gelecek ve Minsk görüĢmeleri sonuçlandırılacak.52 Bunun en önemli nedenlerinden biri, hiç kuĢkusuz ki, o sırada Azerbaycan‟da baĢlayan darbe giriĢimi (daha sonra baĢarıyla sonuçlandı) ve Ermenilerin bundan cesaret alması idi. Aslında, bir yandan Ermenistan dünya kamuoyunun baskısına dayanamıyordu, diğer yandan Azerbaycan‟ın Ermenistan‟la uzlaĢma olmaması halinde toparlanıp saldırıya baĢlama ihtimali vardı. Bu nedenle de taraflar barıĢ planını kabul etmek zorunda kalmıĢlardı. Hatta, bu konudan ABD Devlet BaĢkanı B. Clinton‟un Azerbaycan Devlet BaĢkanı E.Elçibey‟e 5 Haziran‟da yazdığı mektupta da bahsediliyordu.53 Fakat, bahsettiğimiz gibi, Azerbaycan‟da iç karıĢıklıkların çıkması ve hızla tırmanması durumu Azerbaycan aleyhine değiĢtirdi. Ermenistan tarafı karıĢıklıkları fırsat bilerek, süreci tıkadılar ve bunu yaparken, Azerbaycan‟da gerçek iktidarın kim olduğu belli değil, kimi muhatap alacağımızı dahi bilmiyoruz demekten de geri kalmadılar. Tüm bu olaylarda, Rusya‟nın bölgeye barıĢın böyle erken gelmesini istememesinin önemli etkisi vardı.54 Azerbaycan‟daki karıĢıklıklar ve iktidar boĢluğu barıĢ görüĢmelerini tıkamakla kalmadı, Ermenilerin yeni saldırılarını da beraberinde getirdi. Daha çok iç karıĢıklıklarla uğraĢmak zorunda kalan Azerbaycan (ordu birliklerinin önemli bir kısmının Bakü‟ye yöneldiği bir zamanda) Ermeni

318

saldırıları karĢısında fazla tutunamadı. 1993 sonuna kadar Ermeni iĢgalleri ve bunları kınayan BM kararları birbirini izledi. 17 Haziran 1993‟te bölgeyi ziyaret eden Rus gözlemciler Ağdam kentine düzenlenen uçak saldırılarının Ģahidi oldular. Aynı durum Rus gözlemcilerin Temmuz sonuna kadar bölgeye yaptıkları iki ziyaret sırasında daha tekrarlandı. 26-28 Haziran tarihlerinde düzenlenen saldırılar sonucu Ermeniler Azerbaycan‟ın Akdere kentini ele geçirdiler. 23-24 Temmuz 1993 tarihlerinde Ağdam rayonu yoğun saldırılar sonucunda büyük oranda Ermenilerce iĢgal edildi. 29 Temmuz‟da toplanan BM Güvenlik Konseyi konuyla ilgili 853 sayılı karar aldı. Kararda, 822 sayılı kararın (Kelbecer‟in iĢgali ile ilgili) uygulanması gerektiği de vurgulanarak, sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü ilkelerine değinilerek, 14 madde halinde Ağdam‟ın ve iĢgal edilen diğer bölgelerin acilen ve Ģartsız olarak boĢaltılması, sorunun AGĠT Minsk Grubu çerçevesinde çözümlenmesi Ermenistan‟ın bu konularda gerekli tüm adımları atması gerektiği vurgulandı. Bu arada, 21 Temmuz-12 Ağustos 1993 arasında AGĠK Minsk Grubu‟nun BM Güvenlik Konseyi‟nun 822 ve daha sonra alınan 853 sayılı kararlarının uygulanması için yaptığı çalıĢmalar sonuçsuz kaldı. ünkü, 11 Ağustos‟tan itibaren Ermenistan güçlerinin Fizuli ve Cebrayıl rayonlarına saldırıları yoğunlaĢtı. Ermenilerin Fizuli‟yi iĢgale giriĢmeleri üzerine 18 Ağustos 1993‟te BM Güvenlik Konseyi dönem baĢkanı ABD temsilcisi M. Olbrayt uzun bir açıklama yaparak, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki durumun kötüleĢmesinden duydukları endiĢeyi dile getirdi. Açıklamada Ermenistan‟ın, Azerbaycan‟ın Dağlık Karabağ bölgesindeki çatıĢmalara iliĢkin 822 ve 853 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanması konusunda adımlar atması gerektiği, Azerbaycan‟ın Fizuli rayonuna yapılan saldırılara son verilmesi gerektiği, daha önce iĢgal edilen Kelbecer, Ağdam ve diğer yerlerin terkedilmesi gerektiği de yer aldı.55 Fakat, Ermenistan güçlerinin saldırısı daha da yoğunlaĢtı ve 23 Ağustos 1993‟te Fizuli rayonu büyük ölçüde iĢgal edildi. Bunu 2526 Ağustosta Cebrayıl‟ın, 31 Ağustosta da Gubatlı‟nın iĢgalleri izledi. Paris‟te 21-28 Eylül 1993‟te, daha sonraysa 18-21 Ekim tarihlerinde AGĠT Minsk Grubu son geliĢmeleri de görüĢmek üzere görüĢmeler yaptı. Bu arada, 14 Ekim 1993‟te toplanan BM Güvenlik Konseyi uygulanmayan kararlar serisine 822 sayılı kararı alarak birini daha ekledi. 874 sayılı bu kararda, daha önce alınan 822, 853 sayılı kararlara, dönem baĢkanının 18 Ağustos 1993 tarihli açıklamasına, AGĠT Minsk Konferansı baĢkanının 1 Ekim 1993 tarihli mektubuna, Azerbaycan‟ın ve diğer devletlerin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün dokunulmazlığına değinilerek, Azerbaycan‟ın Dağlık Karabağ bölgesinde ve Ermenistan-Azerbaycan arasındaki çatıĢmalardan duyulan rahatsızlık dile getirilerek, 13 madde sıralanıyordu. Bu maddelerde, 822 ve 853 sayılı kararların mutlaka uygulanması gerektiği, “iĢgal edilen toprakların hemen ve Ģartsız olarak terkedilmesi konusunda” AGĠT Minsk Grubu‟nun planının uygulanması için gerekenlerin yapılması noktaları vurgulanıyordu. Yaptırımı olmayan bu kararların Ermeni iĢgallerini durdurması mümkün değildi. Nitekim, devam eden saldırılar sonucunda çok geçmeden 23 Ekimde Horadiz kasabasının, 28 Ekim-1 Kasım tarihlerinde Zengilan‟ın da iĢgal

319

edilmesiyle Karabağ fiilen Azerbaycan‟ın kontrolünden çıkarak Ermenistan güçlerinin eline geçmiĢ oldu. ĠĢgal üzerine BM Güvenlik Konseyi 11 Kasım 1993‟te etkisiz/sonuçsuz kararlar serisinden sonuncusunu kabul etti. 884 sayılı bu kararda yine önceki kararlara, AGĠK Minsk Konferansı baĢkanının 9 Kasım 1993 tarihli mektubuna, Azerbaycan‟ın ve diğer bölge devletlerinin bağımsızlık ve toprak bütünlüklerinin dokunulmazlığına, Azerbaycan‟ın Dağlık Karabağ bölgesinde ve AzerbaycanErmenistan arasındaki gerilimden, Horadiz ve Zengilan‟ın iĢgalinden duyulan rahatsızlığa değinilerek, 11 madde sıralanıyor. Bu maddelerde, Horadiz‟in ve Zengilan‟ın iĢgali ve Azerbaycan topraklarının bombalanması (ülke ismi verilmiyor) kınanıyor, eski kararların ve bu kararın uygulanması konusunda Ermenistan‟ın üzerine düĢeni yapması, AGĠK Minsk Grubu‟nun 4 Kasım 1993 tarihli bildirisinin kabul edilmesi, AGĠK Minsk Grubu çerçevesinde sorunun çözümü için gerekli çabanın gösterilmesi vurgulandı. Yıl sonuna doğru çatıĢmalar zayıflayarak devam etti. 1993 yılından geriye kalan Azerbaycan‟ın iĢgal edilen toprakları, BM Güvenlik Konseyi‟nin uygulanmayan kararları ve AGĠK Minsk Grubu‟nun sonuçsuz kalan çabaları oldu. BM Güvenlik Konseyi‟nin kararlarını kısaca yorumlarsak, bu kararların bir yönü devamlı Azerbaycan‟ın toprak bütünlüğünün dokunulmazlığını, Ermenistan‟ın sorunda taraf olduğunu ve iĢgal edilen toprakların hemen ve Ģartsız olarak terkedilmesi gerektiğini vurgulaması idi. Kararların diğer yönüyse, Ermenistan‟ın açıkça saldırgan ülke ilan edilmemesi (halbuki, ordusu ve askeri tehcizatı olmayan Karabağ Ermenilerinin uçak, tank ve ağır çaplı silahlarla yapılan saldırıları kendi baĢlarına gerçekleĢtirdiklerini iddia etmenin ne kadar mantıksız olacağı ortadadır. Ayrıca, Kelbecer‟in iĢgali sırasında iki taraftan -Azerbaycan‟ın Karabağ bölgesinden ve Ermenistan sınırından- saldırıldığı video görüntülerle de tespit edilmiĢti), Ermenilerin iĢgal ettikleri yerlerden çekilmediklerinde uygulanacak yaptırımlar (Irak‟ın Küveyt‟i iĢgali örneğinde olduğu gibi) konusunda hiçbir Ģey ortaya konulmamıĢtı. Ama sonuç, iç karıĢıklıklar yaĢayan ve yeterli dıĢ askeri destek sağlamayan Azerbaycan‟ın topraklarının yaklaĢık %20‟sini kaybetmesi ve Karabağ Ermenilerinin Azerbaycan‟ı bölme konusunda avantajlı duruma gelmeleri oldu. 1994 yılı Ocak-Mart dönemi küçük çaplı saldırılar ve Rusya ve AGĠK‟in barıĢ çabalarıyla geçti. Bunlar içinde en önemlileri Moskova‟da 18 Ocak‟ta Kozırev‟le Azerbaycan DıĢiĢleri Bakanı arasındaki ve 20 Ocakta Rusya ve Ermenistan DıĢiĢleri Bakanları arasındaki görüĢme, 4 ġubat 1994 tarihinde Macaristan‟da “Minsk dokuzlusu”nun AGĠT Minsk Konferansı‟nın yeni baĢkanı yeni baĢkanı Yana Eliasson‟la (Ġsveçli) görüĢmesi, 18 ġubat 1994 tarihinde Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya Savunma Bakanları arasında Moskova‟da yapılan görüĢme sonrasında protokol imzalanması, 28 ġubat-1Mart tarihlerinde Rusya Savunma Bakanı Yardımcısı ve devlet baĢkanı‟nın yetkili temsilcisinin Bakü ve Ġrevan‟ı ziyaretleri idi. 31 Mart-3 Nisan 1994 tarihlerinde BDT Parlamentolararası Kurulu temsilcisi olarak Kırgızistan Yüksek Meclisi BaĢkanı ve Rusya Devlet BaĢkanı özel temsilcisi Bakü‟yü, Erivan‟ı ve Azerbaycan‟ın Hankendi kentini ziyaret etti. 9 Nisanda Ermeniler Terter rayonuna yaklaĢık bir ay süren ağır çaplı

320

saldırı baĢlattılar. 15 Nisan‟da Moskova‟daki BDT Devlet BaĢkanları zirvesi sırasında Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan Devlet BaĢkanları biraraya gelerek Karabağ sorununu görüĢtüler. BDT Devlet BaĢkanları zirvesi sırasında ayrıca, Dağlık Karabağ bölgesi ve çevresindeki olaylarla ilgili ortak bir bildiri yayınlandı. 26 Nisan-2 Mayıs arasında AGĠK heyeti bölgeyi ziyaret etti. 4-5 Mayıs 1994 tarihlerinde, BiĢkek‟te BDT Parlamentolararası Kurulu çerçevesinde Kırgızistan Parlamentosu ve Rusya DıĢiĢleri Bakanlığı temsilcileri, Ermenistan ve Azerbaycan parlamentoları baĢkanlarını ve Karabağ‟ın Türk ve Ermeni nüfusunun temsilcilerini biraraya getirdiler. Bu görüĢme sırasında barıĢa yönelik bir adım olarak “BiĢkek Protokolü” (5 Mayıs‟ta) imzalandı. Daha sonra imzalanacak ateĢkes anlaĢmasına temel oluĢturan bu protokolü, Azerbaycan, Ermenistan ve Karabağ‟ın sadece Ermeni temsilcilerinin (ayrılıkçıların) imzalaması, Azerbaycan açısından ciddi bir tavizdi. ünkü, o güne kadar Azerbaycan taraf olarak sadece Ermenistan‟ı kabul ediyordu. Fakat, Ģimdi kendi ülkesinin bir parçasını temsil ettiğini iddia edenlerle anlaĢma imzalamıĢtı. Protokolde kısaca, Dağlık Karabağ ve onun çevresindeki çatıĢmaların Azerbaycan ve Ermeni halklarına ve bölgenin diğer halklarına zarar verdiği, 14 Nisan 1994 tarihli BDT Devlet BaĢkanları Zirvesinde silahlı çatıĢmaların durması ve uzlaĢmaya varılmasının desteklenmesi, Parlamentolararası Kurulun ve BDT‟nin bu yöndeki çabası, BM ve AGĠK‟in sorunun çözümü konusunda aldığı kararların (her Ģeyden önce Güvenlik Konseyi‟nin 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararlarının uygulanması) uygulanması gerektiği vurgulanarak, 18 ġubat 1994 tarihinde Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya Savunma Bakanları arasında Moskova‟da imzalanan protokole değinilerek, 8 Mayıs‟tan 9 Mayıs‟a geçen geceden itibaren ateĢin kesilmesi, bir sıra baĢka problemlerle beraber mültecilerin yerlerine dönüĢünün sağlanması konusunda uzlaĢmaya varıldığı bildiriliyordu. 9 Mayıs 1994‟te Azerbaycan ve Ermenistan savunma bakanları ve Karabağ‟daki ayrılıkçı Ermenilerin temsilcisi ateĢkesle ilgili anlaĢma imzaladılar.56 12 Mayıs 1994‟ten itibaren ateĢkes rejimi uygulanmaya baĢladı. Böylece Karabağ sorununda sıcak çatıĢmaların ve bir ara savaĢın yaĢandığı yaklaĢık yedi yıllık bir dönem Ģimdilik sona ermiĢ oldu. AteĢkesten Sonraki Dönemde Karabağ Sorunu AteĢkesin ilan edilmesi için yapılan dıĢ baskılar sonuç vermiĢti. Ermenistan tarafının bu ateĢkes için pek zorlandığı söylenemez. Zira, o ana kadar artık tüm güçlerini ortaya koyarak önemli toprak parçasını iĢgal etmiĢlerdi. Ama, Azerbaycan açısından durum farklıydı. ünkü, o sırada Azerbaycan topraklarının yaklaĢık %20‟si Ermenilerce iĢgal edilmiĢ bulunuyordu. Bu nedenle toplum ve siyasi güçlerin hemen-hemen tümü bu tür bir ateĢkesi kabul edemiyorlardı. Fakat, Azerbaycan Devlet BaĢkanı Haydar Aliyev iç tepkileri minimize etmek için halka, onları bir savaĢtan kurtardığını, çocuklarının artık boĢ yere ölmeyeceğini, çünkü Karabağ‟ı Ermenilerden savaĢmadan alacağını söyledi. Bu arada, savaĢı Ermenistan‟ın kazanmasını sağlayan iç ve dıĢ faktörlere kısaca bakmamız doğru olur kanısındayız. Dünyanın önemli noktalarındaki hemen hemen tüm sorunlarda, çatıĢmalarda

321

Batı dünyası (özellikle ABD) ve Rusya hep farklı tarafları desteklemiĢlerdir. Bu konuda Karabağ sorunu büyük bir ihtimalle tek istisnayı oluĢturmaktadır. SavaĢ sırasında Rusya‟nın askerini, Batı‟nın maddi ve manevi desteğini eksik etmediği Ermenistan, ne gariptir ki, kendisini “Ġslam Devleti” olarak adlandıran komĢu Ġran‟ın da her türlü desteğini almıĢtır. Buna karĢın, Türk Cumhuriyetleri ve halkı Müslüman olan devletler Azerbaycan‟a gerekli desteği vermemiĢ, bir çok kere Ermenistan‟ı destekledikleri bile görülmüĢtür. Ġç faktörler açısından da Ermenistan daha iyi durumdaydı. SavaĢ boyunca Ermenistan‟ın tek iktidara sahip olmasına karĢın, Azerbaycan sürekli iktidar mücadelelerine sahne olmuĢ, mevcut iktidarlar ülkede gerekli savaĢ ortamını tam anlamıyla sağlayamamıĢlardır. Bir noktayı özellikle vurgulamamız gerekiyor ki, bölgedeki savaĢların kaderini büyük oranda Rusya belirlemektedir. Rusya‟nın askeri ve politik olarak desteklediği bir tarafın diğerine oranla ne kadar küçük ve zayıf olursa olsun baĢarısı kaçınılmazdır. SavaĢ sırasında Rusya‟ya karĢı bölgede Batı‟nın çıkarlarını temsil eden (günümüzde de bu büyük oranda geçerliliğini korumaktadır) Azerbaycan‟ın baĢarı kazanma Ģansı, doğal olarak çok düĢüktü. AteĢkes anlaĢmasının imzalanması, sorunun çözümlendiği anlamına gelmiyordu. AnlaĢma çok hassas bir yapıya sahipti. Onun korunması ve bununla beraber sorunun çözümü konusunda da ilave adımlar atılması gerekiyordu. 1994 ateĢkesinden günümüze kadarki dönem bu konuda atılan adımlar açısından zengindi. Fakat, bu adımların çoğu genelde sonuçsuz kaldı. Bunun çeĢitli nedenleri bulunmaktaydı ve bu nedenler halen herhangi bir barıĢ anlaĢmasının imzalanmasını engellemektedir. Öncelikle, her iki ülkenin kamuoyları taviz verme konusuna hep soğuk bakmıĢlardır. Azerbaycan toplumu bölgenin hukuki ve tarihi olarak57 kendisine ait olduğunu öne sürmektedir. Buna karĢılık, Ermenistan toplumu Ģu anda toprakları- iĢgal yolu ile de olsa -kendi elinde bulundurmanın avantajını kullanmakta ve “Büyük Ermenistan‟ın” bir parçası olarak gördüğü Karabağ bölgesini bırakmak istememektedir. Ermenistan bölge devletlerinden Rusya‟nın asker dahil açık desteğine sahipti ve Ġran tarafından da desteklenmekteydi. Azerbaycan ise, Rusya kadar güçlü olmasa da, Türkiye‟nin tam açık askeri desteği hariç diğer tüm alanlarda desteğini almaktaydı. Diğer önemli bir etken de, Azerbaycan‟ın doğal zenginliklere, Ermenistan‟ın ise Batı devletlerinde güçlü lobiye sahip olmasıydı. Hukuk Azerbaycan‟dan, Batı kamuoyları Ermenistan‟dan yanaydı. AteĢkes sonrasında, sorunun çözüme kavuĢturulması için hem ayrı ayrı devletlerin, hem de uluslararası kuruluĢların çabaları yoğun bir biçimde devam etmiĢtir. AteĢkes sonrasında gerçekleĢen ister BDT ve AGĠT zirve toplantıları, Ġslam Konferansı Örgütü toplantıları dahil bir çok uluslar arası toplantıda, ister AGĠT Minsk Grubu EĢbaĢkanlarının bölgeyi ziyaretleri sırasında, isterse de iki ülke yetkililerinin yabancı ülke yetkilileri ile gerçekleĢtirdikleri hemen-hemen tüm görüĢmeler sırasında Karabağ sorunu gündemdeki yerini almıĢ, çözüme yönelik çabalar dile getirilmiĢtir. eĢitli ülkeler arabuluculuk tekliflerini dile getirmiĢ, bu teklifler taraflarca farklı Ģekilde karĢılanmıĢtır. Fakat, sorunun çözümüne yönelik giriĢimlerin en önemli kısmını AGĠT Minsk Grubu EĢbaĢkanlığı‟na sahip üç ülkenin (ABD, Rusya ve Fransa) grup çerçevesinde ve bireysel çabaları

322

oluĢturmuĢtur. EĢbaĢkanlar bir çok kere bölgeyi ziyaret etmiĢ, ülke yetkilileri ile çözüm önerileri üzerinde görüĢmeler yapmıĢ, sınırlarda denetim yapmıĢ, AGĠT zirve toplantıları için sorunun durumu ile ilgili özel bildiriler hazırlamıĢtır. EĢbaĢkanlar tarafından Ģimdiye kadar 3 çözüm önerisi (barıĢ anlaĢması taslağı) ortaya konmuĢ, fakat bunlardan birisi Azerbaycan, diğer ikisi Ermenistan tarafından kabul edilmediği için uzlaĢma sağlanamamıĢtır. Uzun süre gizli tutulan bu üç taslak sırasıyla “Toptan özüm”, “AĢamalı özüm” ve “Ortak Devlet” diye isimlendirilmektedir. Taslaklar genelde aynı maddeleri içermekle beraber, önemli zıtlıklar da taĢımaktadırlar. Taslakların her üçünde ekonomik unsurlar ön plana çekilerek, bölgenin kalkınması, yaĢam standartlarının yükselmesi, bölgeye yabancı yatırımın gelmesi için barıĢın Ģart olduğu ifade edilmiĢtir. Taslaklar, Azerbaycan ile onun Dağlık Karabağ bölgesi arasında çıkabilecek sorunların çözümü için Sürekli Karma Komisyon ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki iliĢkilerin geliĢtirilmesi için Azerbaycan-Ermenistan Ġki taraflı (ya da Hükümetlerarası) Komisyonu‟nun kurulmasını öngörmektedir. Ayrıca, her üç taslakta Ermenistan silahlı güçlerinin, Ermenistan sınırları içine dönmesi gerektiği vurgulanmakta, bununla beraber Azerbaycan güvenlik ve emniyet kuvvetlerinin Dağlık Karabağ yönetiminin rızası olmadan onun sınırları içine giremeyeceği de belirtilmektedir. 17 Temmuz 1997‟de ortaya konan ilk taslak olan “Toptan özüm”, sorunun çözümüne iliĢkin tüm önemli noktaları içeren bir anlaĢmayı öngörmekte idi. Buna göre iki anlaĢma imzalanmalı, bunlardan birisi barıĢın Ģartlarını, diğeri ise Dağlık Karabağ‟ın statüsünü belirlemeliydi. Burada, Dağlık Karabağ Azerbaycan içerisinde devlet kurumu olarak tanımlanmakta ve onun polis güçleri ile beraber orduya sahip olabileceği de belirtilmekte idi. 2 Aralık 1997‟de sunulan “AĢamalı özüm”, öncelikle barıĢın tam olarak yerleĢmesini, mültecilerin geriye dönmelerinin Ģartlarının hazırlanmasını, Dağlık Karabağ‟ın statüsü, Laçın, ġuĢa ve ġaumyan ilçelerinin durumuyla ilgili görüĢmelerin daha sonra yapılması konusunda anlaĢılmasını öngörmekte idi. 7 Kasım 1998‟de sunulan ve “Ortak Devlet” diye isimlendirilen son taslak, Dağlık Karabağ Cumhuriyeti kurulmasını ve bu cumhuriyetin Azerbaycan sınırları içinde, onunla ortak devlet oluĢturmasını öngörmekteydi. Taslakta, diğer tasarılardakine ek olarak, Dağlık Karabağ‟ın resmi dili olarak Ermenice gösterilmekte, Dağlık Karabağ‟ın isterse kendi parasını basabileceğine de yer verilmekte idi. Taslağın ilerleyen kısımlarında, Laçın koridorunun, ġuĢa ve ġaumyan‟ın durumları, barıĢ anlaĢmasının içeriği ve güvencesi ile ilgili maddelere yer verilmekte idi.58 Azerbaycan‟ın sonuncu, Ermenistan‟ın ise ilk iki tasarıyı kabul etmemesi nedeniyle, Aliyev‟in 23 ġubat‟ta Azerbaycan Milli Meclisi‟nde yaptığı konuĢmada da ifade ettiği gibi, bunlar artık tarihe karıĢmıĢ oldu. Bölge devletleri Rusya, Türkiye, Ġran ve Gürcistan sorunun çözümlenmesi için çeĢitli vesilelerle arabuluculuk teklif etmiĢlerdir. Bunlardan Rusya ve Ġran‟ın arabuluculukları kabul edilmiĢ, Türkiye‟nin

323

teklifleri sürekli Ermenistan tarafından geri çevrilmiĢ, Gürcistan‟ınkiler ise galiba pek ciddiye alınmamıĢtır. Ġran‟ın ateĢkes sonrasındaki teklifleri bu defa Azerbaycan tarafından sert tepkilerle geri çevrilmiĢtir. Rusya giriĢimlerini hem Ermenistan ve Azerbaycan ile gerçekleĢtirilen karĢılıklı ziyaretler, hem de AGĠT çerçevesinde sürdürmüĢtür. Hatta konuya verdiği önemi göstermek istercesine, AGĠT Minsk Grubu çerçevesindeki tüm görüĢmelere kendisini temsil eden EĢbaĢkanın yanısıra, DıĢiĢleri Bakan Yardımcısı ile de katılmıĢtır.59 Fransa, ateĢkes sonrasında barıĢ için giriĢimlerini en yoğun sürdüren devlet olmuĢtur. Hatta, 1997 yılında Fransa CumhurbaĢkanı Chirac‟ın giriĢimleri neredeyse barıĢ anlaĢmasını getirmek üzereydi. Fakat, Ermenistan‟da L. Ter-Petrosyan‟ın devrilerek yerine R. Koçaryan‟ın gelmesi bu süreci engelledi. Yapılan yoğun çalıĢmalar sonucunda, Mart 2001‟de Paris‟te Azerbaycan ve Ermenistan Devlet BaĢkanları arasında Chirac‟ın arabuluculuğuyla görüĢme gerçekleĢtirilmiĢ, fakat kesin bir çözüme ulaĢılmamıĢtır. Fakat, Chirac görüĢmelerin hoĢ bir ortam içinde geçtiğini, olumlu geliĢmeler kaydedildiğini, içinde bulunduğumuz yıl içinde barıĢ anlaĢmasının imzalanacağını umduğunu ifade etmiĢtir. Koçaryan‟ın Ermenistan Devlet BaĢkanı seçilmesinin ardından çıkmaza giren barıĢ sürecinde önemli bir rolü de iki devlet baĢkanını kendi aralarında görüĢmeye teĢvik etmek suretiyle ABD‟nin oynadığını belirtmek gerekir. NATO‟nun 50. yılı törenleri sırasında ABD tarafından ortaya atılan bu teklif, hem Rusya, hem de Fransa tarafından olumlu karĢılanmıĢ, sonrasında ise bildiğimiz üzere Fransa‟da 4-5 Mart 2001‟de gerçekleĢtirilen görüĢme ile iki devlet baĢkanı arasındaki ikili görüĢmelerin sayısı 15‟e ulaĢmıĢtı.60 eĢitli vesilelerle arabuluculuğunu sürdüren, ABD‟nin bu konudaki en önemli adımı Nisan 2001 baĢlarında gerçekleĢtirilen Key-West görüĢmeleri olmuĢtur. Bu toplantı, Karabağ sorununu çözümleme çabaları açısından bir ilki oluĢturmuĢtur. GörüĢmeler öncesinde ABD‟nin yaydığı resmi “Karabağ sorununun geçmiĢine dair” raporda ilk defa, Ermenistan ordusunun Azerbaycan topraklarını iĢgal altında bulundurduğuna iliĢkin ifadelere yer verilmiĢtir. ABD DıĢiĢleri Bakanı Powell‟in arabuluculuğuyla gerçekleĢtirilen görüĢmelere Azerbaycan ve Ermenistan Devlet BaĢkanları, AGĠT Minsk Grubu‟nun her üç EĢbaĢkanı ve çok sayıda uzman katılmıĢtır. GörüĢme sonrasında, genelde olumlu açıklamalar yapılsa da, kesin bir çözüme ulaĢılmadığı ifade edilmiĢtir.61 GörüĢmeler

sonrasında

EĢbaĢkanlarca,

15

Haziran

2001‟de

Cenevre

görüĢmesinin

gerçekleĢtirileceği açıklansa da, Cenevre görüĢmesi gerçekleĢtirilememiĢtir. Taraflar buna neden olarak, konuyla ilgili

olarak

herhangi bir

ilerleme sağlanmadığını,

gerçekleĢtirmenin anlamsız olacağını göstermiĢlerdir. Genel Değerlendirme Peki, Karabağ sorunu hangi aĢamadadır, nasıl ve ne zaman çözülebilir?

324

bu nedenle görüĢme

Yapılan üst düzey görüĢmelerin hepsinin içeriğinin gizli tutulması, ilk sorunun cevabını zorlaĢtırmaktadır. Ama, iki tarafın Ģartlarını da gözönünde bulundurarak, çözüme çok yakın olmadığımızı rahatça söyleyebiliriz. Öncelikle, imzalanacak bir barıĢ anlaĢmasının, mutlaka tüm sorunları çözmeyeceğini peĢin olarak bilmemiz gerekiyor. Hukuki ve tarihi gerçeklikleri, dünya politikasındaki konjonktürel durumu ve bölgedeki stratejik geliĢmeleri gözardı eden herhangi bir anlaĢma, içinde muhakkak çatıĢma potansiyeli barındıracaktır. Tarafların toprak bütünlüklerini öncelikli olarak dikkate almayan bir anlaĢma, oldukça karmaĢık etnik yapıya sahip Kafkasya için yeni etnik çatıĢmaları teĢvik edici mahiyette olabilir. AnlaĢmanın ne zaman imzalanabileceğine gelince, özellikle, 2001 sonbaharına kadar

yapılan

açıklamalarda,

hemen-hemen

tüm

yetkililer

anlaĢmanın

bu

yıl

içerisinde

imzalanmasının muhtemel olduğunu ifade etmekteydiler. Daha sonraki dönemlerde ise savaĢ söylemleri ağırlık kazanmaya baĢladı.62 Yine de uluslararası baskıların savaĢı engelleyeceği, tarafları barıĢ anlaĢmasına iteceği söylenebilir. YoğunlaĢan dıĢ baskılar ve iç politik hesapların, ekonomik çıkarları da yanına alarak bir barıĢ anlaĢması ortaya çıkaracağı da kesindir. Ama, konuya iliĢkin kesin tarih vermek mümkün değildir. Burada, 11 Eylül sonrasında Azerbaycan‟a karĢı ambargoyu öngören 907 sayılı ek maddenin uygulanmasını durduran ve eçenistan‟daki Rus askeri operasyonlarına tam destek vererek, “bölücülüğü” kınayan ABD‟nin,63 toprak bütünlüğü konularında hassas olması beklenen Rusya‟nın tutumları çok önemli olacaktır.

1 Rayon-Azerbaycan‟da ilçeden büyük, ilden küçük idari birimi ifade eder. 2 Süleyman Eliyarlı, Azerbaycan Tarihi, s. 9, Ziya Bünyadov ve d., Azerbaycan Tarihi I cilt, s. 20. 3 Cemalettin TaĢkıran, GeçmiĢten Günümüze Karabağ Meselesi, s. 31. 4 Mehmet Kengerli, “Karabağ Azerbaycan toprağıdır dünya durdukça da öyle olacaktır”, Azerbaycan Türk Kültür Dergisi, s. 7. 5 Ġgrar Aliyev, Nagornıy Karabah (Dağlık Karabağ), s. 15. 6 C. TaĢkıran, a.g.e., s. 35. 7 M. Kengerli a.g.m., s. 8. 8 M. B. Memmedzade, Ġslam Ansiklopedisi, Karabağ maddesi, ss. 212-214. 9 Z. Bünyadov ve d., a.g.e., ss. 530-541. 10

ReĢid GöyüĢov, Karabağ‟ın geçmiĢine seyahat, s. 75.

11

N. N. ġavrov, Novaya Ugroza Russkomu Delu v Zakavkazie, SPb, 1911, ss. 59-61.

325

12

Tadeusz Swietochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycan‟ı

1905-1920, s. 26. 13

Dursun Yıldırım ve Cihat Özönder, Karabağ Dosyası, s. 87, Transkafkasyadaki Rusya

topraklarının icmali (Rusça) 3. Bölüm St. Petersburg, 1834 ve ekleri. 14

C. TaĢkıran, a.g.e., s. 240.

15

Ġ. Aliyev, a.g.e., ss. 75-78.

16

Ali Arslan, Rusların Güney Kafkasya‟da yayılmalarında Ermeni Eçmiyazin

Katogigosluğu‟nun Rolü, Kafkas AraĢtırmaları II sayı, s. 21. 17

T. Swietochowski, a.g.e., ss. 68-69.

18

T. Swietochowski, a.g.e., ss. 154-159.

19

D. Yıldırım, C. Özönder, a.g.e., s. 16.

20

C. TaĢkıran, a.g.e., ss. 249-251.

21

D. Yıldırım, C. Özönder, a.g.e., s. 85, (Sov. B. KP arĢivi Fond 1, Envanter 74, Dosya

120, Sayfa 113). 22

Ġ. Aliyev, a.g.e., s. 80 (SSCB DıĢiĢleri Bakanlığı ArĢivi, Dosya No 54882, Sayfa 20).

23

C. TaĢkıran, a.g.e., ss. 136-137.

24

Ġ. Aliyev, a.g.e., ss. 84-85 (Lenin külliyatı, 42. Cilt, Sayfa 54).

25

Nesib Nesibli, Azerbaycan‟ın Jeopolitiği ve Petrol, s. 183.

26

L‟humanite 18 kasım 1987, sayfa 10.

27

D. Yıldırım, C. Özönder, a.g.e., ss. 62-64.

28

Fahrettin iloğlu, Rusya Federasyonu‟nda ve Transkafkasya‟da Etnik ÇatıĢmalar,

s. 144-145. 29

Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi II Cilt, s. 211.

30

M. Kengerli, “Karabağ Azerbaycan toprağıdır dünya durdukça da öyle olacaktır”,

Azerbaycan Türk Kültür Dergisi, s. 14. 31

F. iloğlu, a.g.e., ss. 147-148.

32

Le Monde, 24 Ağustos 1990.

33

C. TaĢkıran, a.g.e., 156-157.

34

F. iloğlu, a.g.e., ss. 151-152, C. TaĢkıran, a.g.e., 158-159.

35

F. iloğlu, a.g.e., s. 152.

326

36

C. TaĢkıran, a.g.e., s. 161.

37

F. iloğlu, a.g.e., s. 154, C. TaĢkıran, a.g.e., s. 164.

38

C. TaĢkıran, a.g.e., s. 165.

39

Hürriyet, 4 Mart 1992.

40

Manvel Sarkisyan, Politiçeskie Problemı Kavkaza i Armeniya (Politika Armenii v

Regione) = Kafkasların ve Ermenistan‟ın Politik Sorunları (Ermenistan‟ın Bölge Politikası), s. 59. 41

7 Haziran 1992‟de Azerbaycan‟da cumhurbaĢkanlığı seçimleri yapılacaktı. Fakat

yukarıda bahsettiğimiz giriĢimin önlenmesiyle birlikte muhalefet-AHC, parlamento baĢkanlığını elde etti. Eski CumhurbaĢkanı istifa ettiği ve yenisi de henüz seçilmediği için yasalara göre meclis baĢkanı cumhurbaĢkanlığı görevini de yürütüyordu. 7 Haziranda yapılan cumhurbaĢkanlığı seçimlerini AHC baĢkanı Ebülfez Elçibey‟in kazanmasıyla demokratik muhalefetin iktidar olma süreci tamamlanmıĢ oldu. 42

C. TaĢkıran, a.g.e., s. 171-172.

43

Nazim Cafersoy, AHC Yönetiminin DıĢ Politikası (yayınlanmamıĢ yüksek lisans tezi),

44

Musa Kasımov, Azerbaycan Uluslararası ĠliĢkiler Sisteminde, s. 101-102.

45

F. Kırzıoğlu, a.g.e., s. 159-160.

46

Azerbaycan, 8 Ocak 1993.

47

F. iloğlu, a.g.e., ss. 163-164.

48

N. Cafersoy, a.g.e., s. 85.

49

F. iloğlu, a.g.e., s. 165.

50

F. iloğlu, a.g.e., s. 167.

51

M. Kasımov, a.g.e., ss. 105-106.

52

F. iloğlu, a.g.e., ss. 170.

53

Adalet Tahirzade, Elçi Bey, s. 287.

54

Bunun nedenlerinden birisi de, barıĢ anlaĢmasının uygulanmasının ardından Rusya‟nın

s. 79.

pay almadığı petrol anlaĢması imzalanacak olması idi. 55

M. Kasımov, a.g.e., ss. 119-122.

56

AnlaĢmaya iĢgal altındaki Karabağ bölgesini temsilen Ermenilerin imza atması

Azerbaycan‟da büyük bir tartıĢma yarattı. Azerbaycan yetkilileri anlaĢmayı sadece Ermenistan‟la imzaladıklarını iddia etmektelerdi. Fakat Ermeni kaynakları üçlü imzanın bulunduğu anlaĢma örneğini kamuoyuna yansıtmıĢlardı. Bir diğer ilginç nokta, anlaĢma için BiĢkek‟te bulunan Azerbaycan

327

Parlamentosu BaĢkan Yardımcısı Afyeddin Celilov‟un (daha sonra sui-kast sonucu öldürüldü) üçlü imzaya karĢı çıkarak geri dönmesi, bunun üzerine dönemin Azerbaycan Parlamento BaĢkanı Resul Kuliyev‟in BiĢkek‟e giderek anlaĢmaya imza atması idi. 57

Bu konuda Ermenilerin de iddiaları bulunmakla beraber, yine kendi kaynaklarında bu

faktörü yalanlayan bilgiler de bulunmaktadır. Bunlara yukarıda da değinmiĢtik. 58

Tasarıların tam metni için bakınız: Azerbaycan, 21 ġubat 2001.

59

Araz Aslanlı, Tarihten Günümüze Karabağ Sorunu, Avrasya Dosyası Azerbaycan

Özel Sayısı, 2001, ss. 418-419. 60

Araz Aslanlı, Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Son GiriĢimleri IĢığında Karabağ

Sorunu: Çözüme Doğru mu?, Stratejik Analiz, Nisan 2001, s. 56. 61

Araz Aslanlı, Tarihten Günümüze Karabağ Sorunu, Avrasya Dosyası Azerbaycan

Özel Sayısı, 2001, ss. 425-426. 62

525. gazete, 08. 09. 2001, 06. 11. 2001.

63

NTV, 23 Kasım 2001.

328

C. Sosyal ve Ekonomik Yapı Azerbaycan: GeçiĢ Döneminin Ġlk On Yılında Sosyo-Ekonomik ve Siyasel GeliĢmeler / Prof. Dr. ġefik Alp Bahadır [s.209-216] Erlangen-Nürnberg Üniversitesi /Almanya GiriĢ Kafkasya‟da mevcut 3,000 kilometreden fazla uluslararası sınırların sadece bir bölümü, Azerbaycan‟ın Nahçıvan bölgesi ile Türkiye arasındaki dokuz kilometrelik kısmı, gerçekten dostane bir sınır olarak nitelendirilebilir.” The Economist dergisinin bu isabetli tespiti,1 hem Azerbaycan‟ın Türkiye ile derin dostluğunu vurgulamakta hem de bu ülkenin coğrafyasının ne denli bir dezavantaj teĢkil ettiğine dikkatleri çekmektedir. Gerçekten de siyasi, etnik ve kültürel açılardan çok karmaĢık ve o derece de yoğun krizler içeren coğrafi konumunun yanında Türkiye ile olan tarihi ve kültürel bağları, Azerbaycan‟ın geçiĢ döneminin en önemli iki dıĢ etkenini oluĢturmaktadır. Bu dönemin en belirleyici iç unsurları ise, bir taraftan Sovyetler Birliği‟nin dağılması ile Azerbaycan toplumunun bağımsızlık düzeninde geliĢmesinin ve özellikle ulusal ekonominin sistem halinde tesisinin gerektirdiği yapısal uyum politikalarının geliĢtirilmesi, öte taraftan da merkeziyetçi planlama sisteminden piyasa ekonomisine geçiĢin kurumsal koĢullarının gerçekleĢtirilmesidir. Sözü geçen bu faktörler, bu makalenin ana konularını oluĢturmaktadır. 1. Ulusal Bağımsızlık Süreci Azerbaycan toplumunun bağımsızlık hareketi, Dağlık Karabağ bölgesinin siyasi statüsü konusunda Ermenistan‟a karĢı verilen mücadele ile yakından bağlantılıdır.2 Ermeniler, 1988 bağlarında kendi ülkelerinde ve Dağlık Karabağ‟da gösteri yürüyüĢleri tertipleyerek Azerbaycan‟a bağlı bu özerk bölgenin Ermenistan‟a geçmesini ulusal dava ilan etmiĢlerdir. Bu talep, aynı yılın ġubat ayında, Dağlık Karabağ bölgesi yönetimi tarafından resmen Moskova, Ermenistan ve Azerbaycan hükümetlerine iletilmiĢ, fakat hem Bakü hem de Moskova yönetimleri tarafından reddedilmiĢtir. Bunun üzerine Ermenistan ve Dağlık Karabağ‟da giderek Ģiddetlenen gösteriler, 1988 sonlarında Bakü‟ye de sıçramıĢtır. Azeri Türkleri, Ermenilerin bu haksız ve temelsiz talepleri karĢısında Bakü‟de 1 milyon civarında kiĢinin katılımıyla 1988-1989 yıllarında zaman zaman gösteriler düzenlenmiĢtir. Fakat bu sadece Dağlık Karabağ sorunuyla sınırlı kalmamıĢtır: Bakü halkı, Ermeni taleplerine karĢı çıkmanın ötesinde Moskova yönetiminin ekonomi politikasının doğurduğu zor hayat Ģartlarına karĢı da protesto yürüyüĢleri düzenlemiĢ ve özellikle ülkedeki iktisadi kurumların ve iĢletmelerin Moskova‟daki Birlik Bakanlıklarından bağımsızlığını talep etmiĢlerdir. Bu siyasi hareket sürecinde, 1989 yılı ortalarında Halk Cephesi oluĢmuĢ ve Azerbaycan toplumunun siyasi, iktisadi ve kültürel bağımsızlığını programına yazmıĢtır. Halktan geniĢ destek alan bu örgüt, kısa sürede siyasi parti statüsünü kazanmıĢ ve bu partinin talebi üzerine Azerbaycan Devlet Şurası, 23 Eylül 1989 tarihinde ülkenin bağımsızlığını ilan etmiĢtir.

329

Böylece, Sovyetler Birliği anayasasına aykırı olarak, kapsamlı karar yetkileri, özellikle özerk bölgeler ilan etme yetkisi, ülke yönetimine geçmiĢtir.3 Hızla geliĢmekte olan bu ulusal bağımsızlık hareketi, ġubat 1990‟da öngörülen Azerbaycan Devlet Şurası seçimlerinin arifesinde ağır bir darbe almıĢsa da, kısa zamanda tekrar güçlenerek ülkenin ulusal bağımsızlığının ana unsurunu oluĢturmuĢtur. Bu seçimlerde Komünist Parti‟nin ağır kayıplar alacağı ve Halk Cephesi‟nin seçimleri kazanma beklentileri, 19 Ocak 1990 gecesi Sovyetler Birliği ĠçiĢleri Bakanlığı‟na bağlı özel hareket birimlerinin Bakü‟ye girmesine sebep olmuĢtur. 150‟ye yakın insanın katline ve 750‟den fazla ağır yaralıya neden olan bu askeri hareketin asıl hedefi, Moskova‟nın öne sürdüğü gibi Dağlık Karabağ ġurası‟nın 1 Aralık‟ta bu bölgeyi Ermenistan‟ın bir parçası ilan etmesi üzerine Ermenilere karĢı yapılan bazı saldırılar değil, Halk Cephesi‟nin sindirilmesi ve seçimlerin ertelenmesi olmuĢtur.4 Bu nedenle Bakü‟de olağanüstü hal ilan edilmiĢ, Halk Cephesi‟nin yöneticileri tutuklanmıĢ, parti gazetesi ve partinin diğer faaliyetleri yasaklanmıĢtır. Bazı gözlemciler tarafından “Kızılordu‟nun Bakü‟yü ikinci iĢgali”5 olarak adlandırılan bu olaylar, Azerbaycan halkı için bir travma Ģoku oluĢturmuĢ ve ulusal bağımsızlık hareketini halkın nezdinde daha da güçlendirmiĢtir. Bakü‟deki Meclis binasının yanında inĢa edilen özel bir parkta defnedilen bu darbenin kurbanları, Moskova zulmünün sembolleri olarak Azerbaycan halkının ulusal bilincinde kalıcı bir yer edinmiĢlerdir. 1990 yılının Eylül ayına ertelenen seçimleri Komünist Parti‟nin kazanmasının baĢlıca nedeni ise, bu partinin de ulusal talepleri en azından bir milliyetçi retorik bazında benimsemiĢ olması ve seçimlerde gözlenen yaygın yolsuzluklardır. 1991 Ağustosu‟nda Moskova‟da kurulan “Devlet Komitesi”nin Gorbaçov‟u devirme giriĢimi karĢısında Azerbaycan Komünist Partisi Sekreteri ve Bakanlar Kurulu BaĢkanı Ayaz Mutallibov önce çekimser kalmıĢsa da, bu giriĢimin baĢarısızlığa uğramasının ardından komünist yönetim olağanüstü hal uygulamasını kaldırmıĢ ve 18 Ekim 1991‟de Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin bağımsızlığı hakkındaki Devlet Şurası kararı yürürlüğe girmiĢtir. Ülke bağımsızlığının ilk aylarında, özellikle birinci Devlet BaĢkanı A. Mutallibov döneminde (Eylül 1991-Mart 1992) ülkenin siyasi güçleri, Dağlık Karabağ sorunu üzerinde yoğunlaĢmıĢtır. Bu özerk bölgenin en üst siyasi organının Eylül 1991‟de bölgeyi Ermenistan‟ın bir parçası ilan etmesine karĢılık Azerbaycan Devlet BaĢkanı, Ocak 1992‟de Dağlık Karabağ‟ı kendi kontrolü altına almıĢ, akabinde çıkan savaĢta baĢarısız geliĢmeler neticesinde Mart 1992‟de görevinden istifa etmiĢtir. Devlet Şurası tarafından aynı yılın Mayıs ayında tekrar bu göreve getirilen Mutallibov, sadece bir gün bu görevde kalabilmiĢtir. Bu ara siyasi etkisini oldukça geliĢtiren Halk Cephesi, Devlet BaĢkanı‟nı tekrar görevinden almıĢ, Devlet Şurası‟nı dağıtmıĢ ve yerine Halk Cephesi‟nin ve Komünist Parti‟nin 25‟er milletvekilinden oluĢan Milli Meclis‟i kurulmuĢtur. Haziran 1992‟de yapılan Devlet BaĢkanı seçimlerinde ise Ebulfez Elçibey bu göreve seçilmiĢtir. Ebulfez Elçibey‟in sadece bir yıl süren devlet baĢkanlığı döneminde süregelen siyasi istikrarsızlığın en önemli iki nedeni, Dağlık Karabağ bölgesindeki savaĢ ile Sovyet sisteminin siyasi ve ekonomik kurumlarının yerine geçen Cumhuriyet‟in yeni kurumları arasındaki görev ve yetki sınırlarının belirsizliği olmuĢtur.6 Bu durum, ilk baĢta Devlet BaĢkanı ile Milli Meclis arasındaki

330

iĢbölümü için geçerlidir. Örneğin, Milli Meclis‟in çıkardığı özel sektör faaliyetleri hakkındaki kanun (İşgüzarlık Kanunu, Aralık 1992) ve Özelleştirme Kanunu (Ocak 1993), gerekli uygulama kararnamelerinin çıkarılamamıĢ olmasından dolayı tatbik edilememiĢtir. Neticede Halk Cephesi içerisinde ihtilaflar ve bölünmeler meydana gelmiĢ ve ulusal hareket önemli ölçüde siyasi etki kaybına uğramıĢtır. Bu geliĢmeler çerçevesinde, Dağlık Karabağ yönetimi için görevlendirilmiĢ olan Suret Hüseynov, merkezi hükümete karĢı baĢkaldırma söylentileri neticesinde ġubat 1993‟te bu görevinden alınmıĢ ve kendisini desteklediği iddia edilen Rus birlikleri de ülkeden çıkarılmıĢtır. Bunların Gence Ģehrindeki merkezi karargahlarında geride bıraktıkları silah ve teçhizatı ele geçiren Hüseynov, hükümetin

görevden

alma

kararına

karĢı

çıkınca,

Elçibey

de

ona

bağlı

birliklerin

silahsızlandırılmalarını emretmiĢ ve böylece Haziran 1993‟te Gence‟de kanlı çatıĢmalar meydana gelmiĢtir. Gence Ģehrini kontrolü altında tutmayı baĢaran Hüseynov, bu defa Elçibey‟in devlet baĢkanlığından istifasını talep ederek birlikleriyle Bakü‟ye doğru harekete geçmiĢtir. Bunun üzerine Elçibey Bakü‟den kaçmıĢ ve Milli Meclis de devlet baĢkanlığı görevini Haydar Aliyev‟e devretmiĢtir. Yeni Devlet BaĢkanı da Hüseyinov‟u BaĢbakanlığa getirmiĢtir. Eylül-Ekim 1993‟te yapılan Devlet BaĢkanı seçimleriyle de bu siyasi geliĢmeler meĢruluk kazanmıĢtır.7 2. Siyasi Konsolidasyon Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin üçüncü Devlet BaĢkanı Haydar Aliyev, ülkenin yakın tarihinde çok önemli liderlik görevleri üstlenmiĢtir. 1950 ve 1960‟larda Sovyetler Birliği‟nin güvenlik kurumlarındaki değiĢik görevlerden sonra, Azerbaycan Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) baĢkanlığına ve 1969 yılında Komünist Parti genel sekreterliğine getirilmiĢ, 1982-1987 yıllarında da bakanlar kurulu baĢkan yardımcılığı görevini üstlenmiĢtir. Fakat, Ocak 1990‟da Sovyet birliklerinin Bakü‟ye kanlı saldırısını protesto ederek Komünist Parti‟den istifa etmiĢ ve Moskova‟ya karĢı muhalif bir tutum sergilemeye baĢlamıĢtır.8 1993 devlet baĢkanlığı seçim programında, Azerbaycan‟ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyacağını, Sovyetler Birliği‟nin yeniden teĢekkülüne ve komünizme karĢı mücadele vereceğini, hukuk devleti ve piyasa ekonomisinin oluĢumu için uğraĢacağını belirtmiĢtir. 9 Elçibey döneminde Azerbaycan‟ın eski Sovyet Cumhuriyetleri ile tamamen kopan iliĢkileri, Aliyev‟in iktidara gelmesiyle daha realist bir çizgide yeniden canlanmıĢtır. Elçibey, 21 Aralık 1991‟de parafe edilen Bağımsız Devletler Topluluğu antlaĢmasını imzalamamıĢ ve Ekim 1992‟de Azerbaycan‟ın bu topluluktan çıktığını resmen ilan etmiĢtir. Böylece Ermenistan, bu topluluk çerçevesinde varılan askeri yardım antlaĢması sayesinde Rusya‟dan destek alarak Dağlık Karabağ savaĢında avantajlı bir duruma geçebilmiĢtir. Hem bu askeri dezavantaj hem de tamamen diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri üzerinde yoğunlaĢmıĢ olan geleneksel ekonomik iliĢkilerin kopmasının doğurduğu sıkıntılar, Milli Meclis‟in 24 Eylül 1993‟te Bağımsız Devletler Topluluğu‟na katılım kararı almasına sebep olmuĢtur.10 Azerbaycan‟da süregelen siyasi istikrarsızlık, Aliyev devlet baĢkanı olduktan sonra da bir süre devam etmiĢ ve özellikle ĠçiĢleri Bakanlığı‟na bağlı özel polis birlikleri ile hükümet kuvvetleri arasında

331

sık sık çatıĢmalara neden olmuĢtur. Fakat Aliyev, bu olayları her defasında bastırabilmiĢ ve bu meyanda da muhaliflerini tesirsiz hale getirmiĢtir. Örneğin, Ekim 1994‟te cereyan eden ilk hükümet darbesi giriĢimi neticesinde oldukça siyasi nüfuz sahibi olan Suret Hüseynov, baĢbakanlık görevinden alınmıĢ; Mart 1995‟te ortaya çıkan ikinci hükümet darbesi giriĢimi de, bunu destekleyen baĢbakan yardımcısının ölümüyle neticelenmiĢtir. Bu olaylardan sonra, Haydar Aliyev‟in iktidarı oldukça kuvvetlenmiĢ ve ülkede belli bir siyasi istikrar oluĢmuĢtur. Böyle bir ortamda, Kasım 1995‟te ilk Milli Meclis seçimleri yapılmıĢ ve bu seçimlerde Aliyev‟e yakın partiler Meclis çoğunluğunu elde etmiĢlerdir.11 Milli Meclis, 125 milletvekilinden oluĢmuĢ ve bunların 25‟i parti listelerinden, 100‟ü ise seçim bölgelerinde doğrudan seçilmiĢlerdir. Bu seçimlerle birlikte yapılan referandum ile devlet baĢkanına geniĢ yetkiler tanıyan yeni Azerbaycan Anayasası seçmen çoğunluğuyla kabul edilmiĢtir. Milli Meclis‟in görevlerini tanımlayan yeni Anayasanın 95. maddesi, devlet baĢkanının geniĢ yetkilerini açıkça belirlemektedir. Bu maddeye göre Milli Meclis‟in baĢlıca görevleri, devlet baĢkanının sunduğu devlet bütçesinin karara bağlanması ve bütçenin uygulanmasının kontrolü; devlet baĢkanının kararlarının (fermanlarının) tasdiki; devlet baĢkanının teklifi üzerine merkez bankası yönetim kurulu üyelerinin atanması ve görevden alınması; devlet baĢkanının atadığı baĢbakanın onaylanması; devlet baĢkanının teklifi üzerine Anayasa Mahkemesi, Temyiz Mahkemesi ve Ekonomi Mahkemesi hakimlerinin atanması olarak belirlenmiĢtir. Anayasa, bu geniĢ yetkilerin yanı sıra, Milli Meclis ve bakanlıklardan bağımsız, sadece devlet baĢkanına sorumlu, kapsamlı bir idari teĢkilatı da (prezident aparatı) öngörmüĢtür. Böylece devlet baĢkanı, bu teĢkilatın hazırladığı programları Bakanlar Kurulu‟na tasdik ettirerek, devletin iktisadi ve sosyal politikalarını doğrudan belirleyebilmektedir. 12 3. Piyasa Ekonomisine GeçiĢinKurumsal Yapılanması ve YasalSorunları Diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinde olduğu gibi, Azerbaycan‟da da geçiĢ döneminin en belirleyici faktörünü, kamu kurumlarının ulusal ekonominin bir sistem halinde yapılanması ve piyasa ekonomisine uyumu sağlayacak Ģekilde yeniden düzenlenmesi oluĢturmaktadır. Azerbaycan‟da bu alanda kaydedilen geliĢmeler üç noktada özetlenebilir. Birinci nokta, piyasa ekonomisinin geliĢtirilmesi için gerekli reformları yapacak kuruluĢların oluĢturulmasıdır ki bu alanda bir hayli mesafe kaydedilmiĢtir. Bu amaçla meydana getirilen yeni kurumların baĢlıcaları, Devlet Emlak Komitesi, Devlet Antitekel Politikası ve Sahipkarlığa Kömek Komitesi, Devlet Toprak Komitesi ve İktisadi Reformlar Merkezi‟dir. Fakat bu kurumların faaliyetlerinin hem Ġktisat Bakanlığı hem de Devlet BaĢkanlığı Ġktisat MüĢavirliği tarafından koordine edilmesi, bazı sorunlar yaratmaktadır. Ġkinci nokta, ekonominin bir sistem halinde yeniden yapılandırılmasıdır ki bu amaçla yeniden oluĢturulan kurumların baĢında Vergi Genel Müdürlüğü, Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı ve Gümrük Komitesi gelmektedir. Burada da iĢaret edilmesi gereken husus, yeni çıkan bir kanunla bir kuruma bazı görevler verilirken, aynı görevleri yürütmekte olan diğer kurumların yetki kaybına karĢı gösterdiği direnç ve bunun doğurduğu sorunlardır. Örneğin, özel sektörde fazlaca sıkıntı yaratan böyle bir durum, vergi kontrol yetkisinin Vergi Genel Müdürlüğü‟ne verilmiĢ olmasına rağmen, Sovyet sisteminde bu görevi yürüten jandarma örgütünün aynı göreve devamda direnmesidir.

332

Üçüncü nokta ise, mevcut diğer kurumların fonksiyonlarının piyasa ekonomisi koĢullarına uyumlu Ģekilde yeniden belirlenmesidir ki bu alanda özellikle İktisat Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Devlet İstatistik Komitesi nezdinde önemli reformlar gerçekleĢtirilmiĢtir. Fakat diğer bazı kurumlar, özellikle de Ticaret Bakanlığı, Tarım Bakanlığı ve Materyal İhtiyatları Bakanlığı, Sovyet sisteminden alıĢılagelmiĢ fonksiyonlarını hemen hemen aynen yürütmektedirler. Eski Sovyet sisteminde Moskova‟daki Birlik Bakanlıklarının ve ihtisas kurumlarının birer Ģubesi fonksiyonunu yerine getiren Azerbaycan devlet kurumlarının ulusal bağımsızlık çerçevesinde yeniden oluĢturulması veya bu yeni çerçeveye uyumu, baĢtan da beklendiği gibi kolay bir görev olmamıĢtır. Azerbaycan‟ın ilk on yılda bu alanda aldığı mesafeyi değerlendirirken, literatürde sıkça rastlandığı gibi bazı Doğu Avrupa devletlerini ölçü olarak almak, aradaki tarihi farklılıkları hiçe saymak anlamına gelir ve hatalıdır. Doğu Avrupa devletleri, ulusal bağımsızlıklarını yakın bir geçmiĢte, 2. Dünya SavaĢı‟nın sonrasında kaybetmiĢ ve komünist rejime geçmeden önce piyasa ekonomisinin modern kurumlarını ve mekanizmalarını uzun süre denemiĢlerdir. Halbuki, Kafkasya ve Orta Asya toplumları, daha 19. yüzyılın baĢlarında veya ortalarında ulusal bağımsızlıklarını kaybetmiĢ ve modern kapitalist sistemi hiç tanıyamamıĢlardır. Bu yüzden, bugün yaygın olarak kullanılan “geçiĢ dönemi” (transition) konsepti, Doğu Avrupa ülkeleri için sadece eski sisteme geri dönüĢ anlamını taĢırken, Azerbaycan ve diğer Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri için yepyeni ve yabancı bir sisteme geçiĢ anlamına gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Azerbaycan‟ın ilk on yılda katettiği mesafe, halen çözülememiĢ bütün sorunlara rağmen daha yerinde değerlendirilebilir. Bu “yepyeni ve yabancı bir sisteme geçiĢ” sürecinin ağır sorunları, özellikle yasama alanında kendini göstermektedir. Genelde bir ülkenin yasal sistemi, o ülkenin siyasi, sosyal, iktisadi ve kültürel gerçeklerinin ıĢığında tarihi bir süreç içerisinde oluĢur ve geliĢir. Halbuki, Azerbaycan‟da, diğer Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetlerinde olduğu gibi, yeni bir yasal sistem, daha yasaların konusu olan toplumsal yaĢam oluĢmadan yapılandırılmak durumundadır. Bu yüzden, toplumsal değiĢimi amaçlayan yeni yasalarla toplumun halen içinde yaĢadığı koĢullar arasında giderek bir uçurum oluĢmaktadır. Örneğin, pazar ekonomisi koĢullarının tarihsel oluĢumu ile bu koĢulların yasalarla düzenlenmesi, Batılı toplumlarda bir bütünlük teĢkil eder. Halbuki, Azerbaycan ekonomisinde daha eski “komando sistemi” (Merkezî planlama) hüküm sürerken pazar ekonomisini düzenleyen yasaların çıkmasıyla, önemli boyutlarda yasal tedirginlik ve ekonomide durgunluk meydana gelmiĢtir. Öte yandan, yasal sistemin yapılandırılması sürecinde çeĢitli ülkelerin kanunlarının tahlili ve kullanılması, ancak bir dereceye kadar mümkün olmuĢtur. Örneğin, Sovyet sisteminde özel mülkün kazanç amacıyla kullanılmasının genellikle yasaklanmıĢ olması nedeniyle, Sahipkarlık Faaliyetleri (özel teĢebbüs) Kanunu çıkarılmıĢtır. Halbuki, sosyalist ülkelerin dıĢında hiçbir ülkede toplumsal yaĢamın en tabii bir unsuru olan özel teĢebbüsün meĢrulaĢtırılması için böyle bir özel yasaya ihtiyaç görülmemiĢtir. Bu sorunlara ek olarak, kısa zaman zarfında çok sayıda yasanın çıkarılması da kaçınılmaz olarak yasal uyumsuzluklara ve tersliklere sebep olmuĢtur. ıkarılan yasaların uygulanması, bu yüzden önemli bir ölçüde aksamaktadır. Bunun bir örneği, aĢağıda belirtileceği gibi özelleĢtirme kanunudur.

333

4. Bankacılık Reformu veÖzelleĢtirme Politikaları Devlet kurumlarının piyasa ekonomisi Ģartlarına uyumu alanında, bazı sorunlara rağmen, kayda değer bir mesafe kaydeden Azerbaycan‟ın, piyasa ekonomisi kurumlarının ve altyapısının oluĢturulması sürecinin halen ilk aĢamasında olduğu söylenebilir. Bu durum, geçiĢ döneminin stratejik iki faktörü olan bankacılık sisteminin reformu ve devlet mal ve iĢletmelerinin özelleĢtirilmesi alanlarında özellikle göze çarpmaktadır. Bilindiği gibi, Sovyetler Birliği‟nde hem merkez bankası hem de ticari banka fonksiyonlarını birlikte sürdüren Devlet Bankası (Gosbank) ve kurumsal açıdan onun Ģubeleri konumundaki çok sınırlı yetki ve görevlerle donatılmıĢ ihtisas bankalarını içeren tek kademeli bir bankacılık sistemi mevcut idi. Bu ihtisas bankalarının baĢlıcaları, Agroprom Bank (Ziraat Sanayi Bankası), Prominvest Bank (Sanayi Yatırım Bankası), Sberbank (Tasarruf Bankası) ve Uluslararası Banka olarak sıralanabilir. Azerbaycan ve diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerinin banka sistemlerini ise, Gosbank‟ın ve bu ihtisas bankalarının Moskova‟daki merkezlerinin talimatları çerçevesinde görevlerini sürdüren yerel Ģubeleri oluĢturmakta idi.13 Daha bağımsızlığının dördüncü ayında (ġubat 1992) Azerbaycan hükümeti, Gosbank‟ın, Prominvest Bank‟ın ve Agroprom Bank‟ın yerel Ģubelerini birleĢtirerek Moskova‟dan bağımsız bir Merkez Bankası (Milli Bank) kurmuĢtur.14 Aynı yılın Ağustos ayında çıkarılan bir kanunla bu banka feshedilerek halen yürürlükte olan iki kademeli banka sistemi oluĢturulmuĢtur. 15 Bu kanuna göre yeniden kurulmuĢ olan Merkez Bankası (Azerbaycan Respublikasının Milli Bankı), milli para emisyonu, milli paranın iç ve dıĢ değerinin korunması ve hazinenin bankası görevlerini üstlenmiĢtir. 16 Yukarıda adı geçen dört ihtisas bankasının Azerbaycan Ģubeleri ise, sermayelerinin %51‟i Maliye Bakanlığı‟na ait olmak üzere anonim Ģirketler olarak yeniden yapılandırılmıĢtır.17 Böylece oluĢan Agrar Sanayi- Bank (eski Agroprom Bank), Sanayi İnvestisiya Bank (eski Prominvest Bank), Emanet Bankı (eski Sberbank) ve Beynelhalk Bankı (eski Uluslararası Banka) o zamandan beri birer ticari banka olarak ülkenin bankacılık sisteminin en önemli unsurlarını oluĢturmaktadırlar. Milli Bank ve adı geçen kamu katılımlı bankaların yanı sıra özel ticaret bankaları, Azerbaycan bankacılık sisteminin üçüncü unsurunu oluĢtururlar. Daha 1988 yılında Sovyetler Birliği‟nde kooperatifler kanununun çıkarılması ile özel bankalar kurulmaya baĢlamıĢ ve Azerbaycan‟da da öncelikle kamu iĢletmelerinin yöneticileri, bazı iĢadamları ve yerel kamu yönetimleri tarafından özel bankalar kurulmuĢtur. Cumhuriyet‟in bağımsızlığının ilk yıllarında özel bankacılık sektöründe çok gevĢek bir politika uygulanması ve bankacılık için gerekli öz sermayenin aĢırı düĢük seviyelerde tutulması, bu sektörde yoğun bir giriĢimcilik yaratmıĢ ve banka sayısını giderek arttırmıĢtır. Özel bankaların sayısı, daha 1992 yılında 92‟ye çıkmıĢ ve 1994 yılında 230‟u geçerek en yüksek seviyeye ulaĢmıĢtır.18 Bu bankaların birçoğunun tek iĢlevi, merkez bankasının interbank pazarında dağıttığı düĢük faizli kredilerini yüksek faizle iĢletmelere ileterek kar yapmaktan ibaret olmuĢtur. Sektörün yeniden yapılandırılması amacıyla 1995‟ten itibaren bankacılık sektörüne yeni düzenlemeler getirilmiĢ19 ve bankaların asgari öz sermaye limitleri bu yılın Ağustos ayında 20.000 dolara, Ocak

334

1996‟dan itibaren de 50.000 dolara yükseltilmiĢtir.20 Bu uygulamalar neticesinde 1995 ortalarında 180 civarına gerileyen özel bankaların sayısı, ancak 1999 sonunda 70‟e çekilebilmiĢtir. 21 Bu bankaların bir kısmı, yabancı bankaların ortaklığı ile kurulmuĢ ve bu sektörde Türk ve Rus bankaları önemli bir rol oynamıĢlardır. Bu tip bankaların ilk etapta iĢletme safhasına geçenleri, Özbank, Hahurbank, Azer-Türkbank (Türk bankaları ortaklığı), ART Bank ve Azakbank (Türk ve Rus bankaları ortaklığı) olarak sıralanabilir.22 1995 yılında yabancı sermaye kanununda yapılan bazı değiĢikliklerle yabancı sermayenin bankacılık sektörüne yatırımı oldukça kolaylaĢtırıldıktan sonra, yabancı banka katılımlı özel banka sayısında bir hayli yükselme olmuĢtur. Pazar ekonomilerinde verimliliği ve istikrarı sağlaması bakımından çok önemli bir konumu olan merkez bankası, Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin ilk on yılında bazı nedenlerden dolayı üzerine düĢen görevleri yeterli ölçüde yerine getirememiĢtir. Bu nedenlerin baĢında, para ve kredi politikalarının ülke bağımsızlığının ilk yıllarında Moskova tarafından, daha sonra ise Hükümet ve özellikle de Devlet BaĢkanı talimatlarıyla belirlenmesi gelmektedir. Milli Bank‟ın devletin diğer icra organlarından bağımsızlığı, Azerbaycan‟ın geçiĢ döneminin ilk on yılında daha çözülememiĢ kurumsal sorunların en önemlilerinden birini oluĢturmaktadır. Sovyetler Birliği‟nde Aralık 1990‟da çıkarılan Devlet Bankası (Gosbank) hakkındaki kanunla cumhuriyetlerde kurulan milli bankalar (merkez bankaları), bu ülkelerin siyasi bağımsızlığından sonra da, kendi milli paralarını dolaĢıma sürene kadar, para ve kredi politikalarını Gosbank‟la koordine etmek zorunda kalmıĢlardır. ruble emisyonu ve cumhuriyetlere nakit para dağıtımı, Gosbank‟ın tekelinde kalmıĢ, fakat ülkelere tahsis edilen nakit miktarının yetersizliğinden dolayı bu cumhuriyetlerdeki merkez bankaları, devlet bütçesi ve devlet iĢletmelerinin mali açıklarını finanse edebilmek için piyasalarına aĢırı ölçüde ve koordinesiz kredi sürmüĢlerdir.23 Bunun neticesinde de tüm ruble bölgesinde enflasyon hızla yükselmiĢ; buna karĢılık artan kredi hacmi ve fiyat artıĢları, dolaĢımdaki para miktarını yetersiz kılmıĢ, nakit para sıkıntısını daha da arttırmıĢtır. Azerbaycan Cumhuriyeti‟nde de çok kısıtlı para (ruble) dolaĢımı nedeniyle 1991 ve 1992 senelerinde bankacılık sektöründe ağır bir nakit para sıkıntısı yaĢanmıĢ ve bunun neticesinde devlet kurumları ve Ģirketler maaĢ ve ücret ödeyemez duruma gelmiĢlerdir. Bu sıkıntı, 1992‟de fiyatların serbest bırakılmasıyla hızlanan enflasyonla daha da artarak ağır bir mali kriz (crash crunch) yaratmıĢtır.24 Ücret ve maaĢlarını alamayan halkın huzursuzluğu neticesinde bu mali kriz bir siyasi krize dönmeye yüz tutunca, Ağustos 1992‟de rublenin yanı sıra Azerbaycan‟ın milli parası manat da dolaĢıma sürülmeye baĢlamıĢ ve bu milli para biriminin değeri de 10 ruble olarak belirlenmiĢtir. 25 Bununla birlikte Azerbaycan Milli Bankası kanunu da çıkarılarak, Milli Bank‟ın Moskova‟dan bağımsız olarak para politikası yürütmesi sağlanmıĢtır.26 Fakat, yeni milli para manatla birlikte hâlâ dolaĢımda bulunan rublenin emisyonu Moskova‟daki Gosbank‟ın tekelinde olduğu için, Milli Bank‟ın bağımsız bir para politikası uygulaması bir müddet mümkün olamamıĢtır. Örneğin Gosbank, Nisan 1993‟te Dağlık Karabağ‟la ilgili siyasi nedenlerle Azerbaycan‟a ruble transferini durdurmuĢ ve ülkedeki savaĢ ortamında bir de mali krize sebep olmuĢtur.27 Buna karĢılık, eski Sovyet Cumhuriyetleri arasında

335

Temmuz 1993‟te varılan ruble bölgesi anlaĢmasına katılmayan Azerbaycan, 1993 yılı sonunda rubleyi dolaĢımdan çekmiĢ ve böylece 1 Ocak 1994‟ten itibaren manat, dolaĢımdaki tek para durumuna gelmiĢtir. Özetle denebilir ki, Ağustos 1992‟de kurulan Azerbaycan Merkez Bankası (Milli Bank), ancak Ocak 1994‟ten itibaren Moskova‟dan bağımsız bir para politikası sürdürebilmiĢtir. Fakat, 1992‟de çıkarılan Milli Bank Kanunu‟nda 1996‟da yapılan değiĢikliklerle28 Banka, bağımsızlığını tekrar kaybetmiĢ ve bundan böyle devlet baĢkanlığına bağlı bir kurum haline gelmiĢtir. Örneğin, daha önce tamamen bağımsız bir kurum olan ve sadece Milli Meclis‟in tetkik komisyonuna karĢı sorumluluk taĢıyan Merkez Bankası, 1996‟dan itibaren doğrudan devlet baĢkanına karĢı sorumludur. 29 Milli Bank tarafından hazırlanan ve Banka‟nın çalıĢma yöntemlerini belirleyen yıllık “Para ve Kredi Politikası Esasları”30 1996‟dan önce yalnız Milli Meclis tarafından onaylanırken, 1996‟dan beri devlet baĢkanının da kabulünü gerektirmektedir.31 Banka‟nın kur politikası için kullanabileceği döviz miktarı, devlet baĢkanının tahsis ettiği fonla sınırlı kalmakta ve Banka‟nın kredileri, aynı eski Sovyet sisteminde olduğu gibi devlet iĢletmelerinin beyan ettiği kredi gereksinimlerine ve devletin bütçe açığına göre tespit edilmektedir. Merkez Bankası‟nın bu Ģartlar altında bağımsız bir para ve kredi politikası planlaması ve uygulaması, anlaĢılacağı gibi pek mümkün olamamaktadır. Öte taraftan Ģunu da belirtmek gerekir ki, ülkenin geçiĢ döneminin ilk yıllarının ağır Ģartları ve bazı olumsuz dıĢ etkiler de Merkez Bankası‟nın iĢlemlerini bir hayli zorlaĢtırmıĢtır. Bir taraftan 1992-1995 döneminde tüm ruble bölgesinde de baĢgösteren yüksek enflasyonu sıkı kredi politikası ile aĢağı çekmeye çalıĢan Merkez Bankası, öte taraftan devlet iĢletmelerinin üretiminin “asgari bir seviyede kalabilmesini sağlamak”32 zorunluluğu nedeniyle enflasyonu körükleyen boyutlarda kredi hacmi yaratmıĢtır. Örneğin, yıllık ortalama fiyat artıĢı, 1992 senesinde %1.000, 1993‟te %1,200 ve 1994‟te %1,700 iken, Merkez Bankası kredi faizleri 1992‟de %12, 1993‟te %100 ve 1994‟te %200 gibi enflasyonun çok altında kalmıĢtır.33 Ancak 1995 yılında Merkez Bankası kredi faizi, enflasyonun üzerine çıkmıĢ ve bankacılık sektöründe yapılan yönetim reformuyla özel bankaların kredi üretim hacmi de kısıtlanarak enflasyon kontrol altına alınabilmiĢtir. Hükümetin icra organlarının ve özellikle de devlet baĢkanının ekonomiye aĢırı müdahalesi, yalnız Merkez Bankası‟nın iĢlevini olumsuz yönde etkilememiĢ, genel olarak özel sektörün geliĢmesini önleyici bir faktör oluĢturmuĢtur. Bu tespit, özellikle kamu iĢletmelerinin özelleĢtirilmesi alanında göze çarpmaktadır. Daha 1993 yılında özelleĢtirme kanunu çıkarılarak bu iĢle görevli Devlet Emlak Komitesi kurulmuĢtur.34 Temmuz 1993‟te faaliyetine baĢlayan bu komitenin baĢlıca görevi, acilen üç yıllık bir özelleĢtirme programı hazırlayıp bu programı tatbik etmek iken, komitenin hazırladığı program 18 kere bakanlıklar veya devlet baĢkanı tarafından geri çevrilmiĢ ve ancak Temmuz 1995‟te Milli Meclis tarafından “Devlet ÖzelleĢtirme Programı 1995-1998” karara bağlanabilmiĢtir.35 Bu kararname, Doğu Almanya ve diğer birçok Doğu Avrupa ülkelerinin aksine, özelleĢtirme iĢlemlerini bağımsız bir kamu kuruluĢu yerine genellikle devlet baĢkanının ve ilgili bakanlıkların kararına bırakmıĢtır. Devlet Emlak Komitesi, sadece küçük iĢletmelerin özelleĢtirilmesi ile yetkili kılınmıĢ, orta ve büyük iĢletmelerin özelleĢtirilmesi ise doğrudan devlet baĢkanının ve bakanların yetkisinde

336

kalmıĢtır. Neticede siyasi partiler ve devletin icra organları arasındaki maddi ve siyasi çıkar çatıĢmaları, programın tatbik edilmesini önlemiĢ ve öngörülen üç yıl zarfında sadece küçük ticarethaneler ve hizmet sektöründe kayda değer bir oranda özelleĢtirme gerçekleĢtirilebilmiĢtir. 36 Öte yandan, özelleĢtirme sürecinin uzaması ve 1995-1998 programının uygulanamaması, birçok kamu iĢletmesinin fiilen özelleĢtirilmesine neden olmuĢtur. Örneğin, iĢletme yöneticileri iĢletmelerin varlıklarını (makina, nakliye araçları vb.) özel mülklerine geçirmiĢ veya kendi kurdukları özel Ģirketlerde kullanmıĢlardır. Yaygın bir “gizli özelleĢtirme metodu” da, kamu Ģirketi yöneticilerinin kendi kurdukları özel Ģirketlerle yönettikleri kamu iĢletmesi arasında sözleĢmeler yaparak kendi Ģirketlerine aĢırı kâr ve mal transfer etmeleri Ģeklinde ortaya çıkmıĢtır. Azerbaycan makamlarının resmi açıklamalarına göre, 1995-1998 ÖzelleĢtirme Programı‟nın baĢlıca baĢarısızlık nedenlerini, büyük iĢletmelerin mal varlıkları ve kazanç potansiyelleri hakkında bilgi yetersizliği ve yaygın rüĢvet olayları oluĢturmaktadır.37 Bu programın ardından yürürlüğe girmesi öngörülen 1999-2000 Yılları ÖzelleĢtirme Programı‟nın 1999 sonunda Milli Meclis tarafından onaylanması gerekirken,38 bu programın hazırlıkları 2001 yılı sonu itibarıyla hâlâ tamamlanamamıĢtır. IMF‟nin 2000 yılı raporunda da, aĢırı bürokrasinin ülkede özel sektörü frenleyen bir ortam oluĢturduğu ve bu ortamın mevcut özel sektör iĢletmelerinin yanı sıra yeni giriĢimcileri, özellikle de yabancı sermayeyi olumsuz yönde etkilediği tespit edilmektedir.39 Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin pazar ekonomisine geçiĢ sürecinin onuncu yılında en önemli görevlerinin baĢında, bu sorunların çözülmesi gelmektedir. 5. Sonuç: Ekonomik ve Sosyal GeliĢmeler Sovyetler Birliği‟nin dağılmasından sonra Azerbaycan ekonomisi çok ciddi bir kriz ortamına girmiĢtir. 1992-1995 yıllarında gayri safi milli hasıla %70 civarında düĢmüĢ;40 sanayi sektöründe üretim 1992 yılında %24, 1993‟te %29, 1994‟te %45 ve 1995‟te %55 azalmıĢ;41 tüketici fiyatları 1992 yılında %101, 1993‟te %123, 1994‟te %176 ve 1995 yılında %51 artmıĢ;42 halkın reel geliri ise 1992 yılında %52, 1993‟te %23 ve 1994‟te %51 gerilemiĢtir.43 Ekonomideki bu çöküĢün baĢlıca nedenlerini, Dağlık Karabağ bölgesindeki savaĢ neticesinde ülke topraklarının %20‟sinin kaybının ve bu bölgeden ve Ermenistan‟dan kaçan 600 bin civarında göçmenin iktisadi yükü; eski Sovyet Cumhuriyetleri ile ticari ve ekonomik iliĢkilerin kopması; bu ülkelerden alınan malların fiyatlarının dünya piyasaları seviyesine çıkması ve devlet bütçesi açıklarının merkez bankası tarafından karĢılanmasının doğurduğu yüksek enflasyon ve diğer ekonomik istikrarsızlıklar olarak sıralanabilir. Dağlık Karabağ‟daki savaĢın 1994 AteĢkes AnlaĢması ile sona ermesi, ülke ekonomisi ve yaĢam Ģartlarında süregelen bu olumsuz geliĢmelerin hızlı ve sürekli iktisadi büyümeye dönüĢtüğü bir dönüm noktası olmuĢtur. SavaĢın bitmesiyle, Eylül 1994‟te Azerbaycan Devlet Petrol ġirketi SOCAR ile yabancı yatırımcılar arasında ilk petrol üretim ortaklığı anlaĢması imzalanmıĢ ve ülkenin üç önemli petrol yatağının geliĢtirme ve üretim hakları uluslararası bir petrol konsorsiyumuna verilmiĢtir. 44 Bu

337

dönemden itibaren daha birçok benzeri anlaĢmalar imzalanarak mevcut petrol rezervlerinin çalıĢtırılması yanı sıra yeni rezervlerin de aranması ve geliĢtirilmesi sağlanmaktadır. Böylece Sovyetler Birliği döneminde Sibirya petrol yataklarına tanınan öncelik neticesinde sürekli ihmal edilen yüz yıl öncesinin dünya çapında en önemli petrol ülkesi Azerbaycan‟ın zengin kaynakları, yeniden bir canlanma safhasına girmiĢtir. 1994 AteĢkes AnlaĢması‟nın diğer önemli neticesi ise, Azerbaycan hükümetinin 1995 baĢlarında IMF‟nin de desteğiyle45 baĢlattığı kapsamlı bir istikrar programıdır. Bu program çerçevesinde, bütçe ve kredi politikaları sıkı bir kontrol altına alınmıĢ ve özellikle döviz kurları ve dıĢ ticaretin serbestleĢtirilmesi46 alanlarında önemli yapısal reformlar baĢlatılmıĢtır. Bu istikrar ve yapısal reform programları, 1996 yılında IMF‟den sağlanan stand by47 ve enhanced struktural adjustment facility48 destekleri ve de Dünya Bankası‟nın Yapısal Uyum Kredileri ile desteklenerek süreklilik kazanmıĢ ve gözlenen baĢarı neticesinde de bu destek günümüze kadar süregelmiĢtir. Ekonomik istikrar programı ve petrol sektörüne akan yabancı sermaye, 1996 yılından itibaren ekonomide hızlı bir büyüme yaratmıĢ, enflasyonu 1996 sonu itibariyle %7‟ye düĢürmüĢ ve manatın dolara karĢı değer kazanmasını sağlamıĢtır. Gayri safi yurtiçi hasılası, 1997 yılında 15.8 milyar manat iken sürekli artarak 2000 yılında 23.6 milyara yükselmiĢ,49 manat, bu zaman zarfında dolar karĢısında değerini (4 manat=1 dolar) çok küçük dalgalanmalarla korumuĢ50 ve 1996 sonunda 199.2 olan tüketici fiyat endeksi, devamlı düĢerek 2000 sonunda 186.0 seviyesine inmiĢtir. 51 Bununla beraber daha 1994 yılında ülke ortalamasında 11.9 dolar seviyesindeki aylık ücretler, dört kat artarak 2000 yılında 49.5 dolara yükselmiĢtir.52 Bu olumlu geliĢmenin baĢlıca motorunu her ne kadar yabancı Ģirketlerin petrol sektörüne yatırımları oluĢturmakta ise de, bu sektördeki yatırımlar giderek inĢaat ve servis sektörlerinde de hızlı bir canlanma yaratmaktadır. Yukarıda bahsi geçen özel sektörün geliĢmesini ve yabancı sermayenin petrol dıĢındaki sektörlere de akmasını önleyen yapısal ve yasal sorunların çözülmesiyle, ekonomideki geliĢmelerin daha da hızlanacağı Ģimdiden söylenebilir. Ekonomide gözlenen hızlı geliĢme ve istikrar, Azerbaycan halkının 1990‟ların baĢlarında karĢılaĢtığı çok ağır yaĢam Ģartlarını da giderek hafifletmekte ve halkın refah seviyesini yükseltmektedir. Ülke bağımsızlığının onuncu yılında bu alanda halen çok ciddi sorunlar mevcuttur. Örneğin, iĢsizlik 1999 yılında hâlâ iĢgücünün yüzde 14‟ünü oluĢturmuĢ, buna karĢılık iĢsizlerin yalnız yüzde beĢi iĢsizlik parası alabilmiĢtir.53 Sağlık ve eğitim sektörlerinde uygulanan “gizli harçlar”, özellikle büyük Ģehirlerin dıĢındaki bölgelerde ciddi sorunlar yaratmaktadır. Bölgesel bazda gözlenen yüksek seviyede gelir dağılımı farklılığı ve özellikle de Nahçıvan bölgesindeki yaygın yoksulluk da çözüm bekleyen sosyal sorunların en önemlilerindendir. Diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerinde de yaygın olarak gözlenen, fakat savaĢ Ģartları neticesinde Azerbaycan‟da daha ciddi seviyelere ulaĢan yoksulluğa karĢı hükümet, son yıllarda kapsamlı programlar baĢlatmıĢ ve bu alanda ümit verici uygulamalara giriĢmiĢtir. Bu çerçevede Uluslararası Kalkınma Örgütü (IDA) ve IMF ile birlikte 2001 yılında hazırlanan “Yoksulluğu Azaltma Stratejisi”,54 daha uygulanmasının ilk yılında uluslararası kuruluĢların takdirini kazanmıĢ ve ülke halkının yakın bir gelecekte yoksulluktan kurtulacağı beklentisini yaratmıĢtır.55 Bu beklentiyi gerçekleĢtirmek,

338

Azerbaycan hükümetinin, ülkenin merkezi planlama sisteminden pazar ekonomisine geçiĢ döneminin onuncu yılında, en önemli görevini oluĢturmaktadır.

1 “The Caucasus. Where Worlds Collide”, The Economist, 19-25. 08. 2000, s. 15. 2 Bkz. Eva. Maria Auch, ‟Ewiges Feuer‟, Aserdaidschan, Köln: Bundesinstitut für Ostwissenschaftliche und Internationale Studien, 1992 ve Karl Grobe-Hagel, Russlands Dritte Welt. Nationalitätenkonflikte und das Ende der Sowjetunion, Frankfurt am Main: ISP-Verlag, 1992. 3 Bkz. Erhard Stölting, Nationalitäten und Religionen der UdSSR, Frankfurt am Main: Eichborn 1991, s. 276-7 ve Johannes Grotzky, Konflikt im Vielvölkerstaat. Die Nationen der Sowjetunion im Aufbruch, München, Zürich: Piper Verlag, 1991, s. 78-87. 4 Bkz.: Igor Nolyain, “Moscow‟s initiation of the Azeri-Armenian Conflict”, Central Asian Survey, C. 13, No. 4, 1994, s. 541-64. 5 Bkz. Audrey L. Altstadt, The Azerbaijani Turks, Stanford: Hoover 1992, s. 216. 6 Bkz.: Freitag-Wirminghaus, Rainer, “Aserbeidschan: Die Nationalen und Internationalen Auswirkungen des Krieges um Berg-Karabach”, Orient. Zeitschrift des Deutschen Orient-Instituts, 34. Jg., 1993, Heft 2, s. 245-58. 7 Bu siyasi geli‟melerin detaylı bir tahlili için bkz.: Eva-Maria Auch, Demokratie als Utopie?, Köln: Bundesinstitut für Ostwissenschaftliche und Internationale Studien, 1994, s. 19 ve devamı. 8 Haydar Aliyev‟in siyasi özgeçmiĢi için bkz.: Audrey L. Altstadt, a.g.e., s. 177-8. 9 E. -M. Auch, a.g.e., s. 27-8. 10

Roland Götz, Uwe Halbach, Politisches Lexikon GUS, München: Beck, 1992, S. 13-

11

Bu seçimlere bazı muhalif partilerin katılması önlenmiĢtir. Bkz.: Hassan Guliyev,

4.

“Probleme und Perspektiven der Demokratie in Aserbaidschan”, Wostok. Informationen aus dem Osten für den Westen, C. 41., No. 4, 1966, S. 40-43. 12

Bkz.: “Azerbaycan Respublikası‟nın Konstitusiyası”, Layihe, Azerbaycan, 8. 11. 1995.

13

Özellikle bkz.: Sabine Hanke, Aserbaidschans Weg zur Marktwirtschaft. Fünf Jahre

Wirtschaftstransformation seit der Unabhängigkeit, Berlin, Paris, New York, Wien: Peter Lang, 1998, s. 65-118. 14

Bkz.: Azerbaycan Respublikasının Milli Bankının Yaradılması Hakkında Azerbaycan

Respublikasının Prezidentinin Fermanı, sayı: 566. tarih: 11.02.1992.

339

15

Bkz.: Azerbaycan Respublikasının Milli Bankı Hakkında Azerbaycan Respublikasının

Kanunu” sayı: 261, tarih: 07. 08. 1992, kaynak: Ali Sovetinin Malumatı (Resmi Gazete), sayı. 15, 1992, s. 19-28. 16

Adı geçen kanunun 3 ve 4. maddeleri.

17

Ali Sovetinin Malumatı (Resmi Gazete), sayı. 15, 1992, S. 29.

18

Bkz.: Centre for Strategic and International Studies, Azerbaijan: Policy&Economy,

No. 2 (32), 13. 01. 1995, s. 23 ve No 30 (60), 28. 07. 1995, s. 24. 19

Özellikle yeni banka muhasebe nizamnamesi için bkz.: “Muhasibat Uçotu Hakkında

Azerbaycan Respublikasının Kanunu”, sayı: 998, tarih: 24. 03. 1995, kaynak: Biznesmenin Bülleteni, No. 23 (53), 1995. 20

Bkz.: Centre for Strategic and International Studies, Azerbaijan: Policy & Economy, No.

29 (59), 21. 07. 1995, S. 29. 21

IMF, Azerbaijan Republic: Recent Economic Developments and Selected Issues, IMF

Staff Country Report No. 00/121, Washington, D. C.: IMF, September 2000, s. 22-3. 22

Bkz.: Centre for Strategic and International Studies, Azerbaijan: Policy&Economy,

No. 15 (45), 14. 04. 1995, s. 15-16. 23

Bkz.: IMF, World Bank, OECD, EBRD, A Study of the Soviet Economy, C. 1, Paris:

OECD 1991, s. 370-71. 24

Bkz.: World Bank, Azerbaijan: From Crises to Sustained Growth, Washington, D. C.:

World Bank 1993, s. 11. 25

“Azerbaycan Respublikasının Milli Valyutasının Dövriyyeye Bırakılması Hakkında

Azerbaycan Respublikasının Prezidentinin Fermanı, sayı: 48, tarih: 15. 07. 1992. 26

“Azerbaycan Respublikasının Milli Bankı hakkında Azerbaycan Respublikasının

Kanunu”, sayi: 261, tarih: 07. 08. 1992, kaynak: Ali Sovetinin Malumatı (Resmi Gazete) sayı: 15, 1992, s. 19-28. 27

Bkz.: R. Pomfret, Monetary Reform in Azerbaijan, Adelaide: Department of

Economics and Centre for International Economic Studies, 1993, S. 11. 28

Azerbaycan Respublikasının Milli Bankı hakkında Azerbaycan Respublikasının

Kanunu, sayı: 118, tarih: 10. 06. 1996, kaynak: Biznesmenin Bülleteni, No. 32 (97), 1966. 29

1992 tarihli Milli Banka Kanunu‟nun 5. maddesine göre adı geçen tetkik komisyonu Milli

Meclis tarafından oluĢturulurken, kanunda 1996 yılında yapılan değiĢikliklerle (madde 42 f) bu komisyon, Devlet BaĢkanı tarafından tayin edilmektedir. 30

“Azerbaycan Respublikasının pul-kredi siyasetinin baĢlıca istikametleri”.

340

31

Bkz.: 1996 Milli Banka Kanunun 14. maddesi.

32

Bkz.: “Azerbaycan Respublikasının 1995-ci il pul-kredi siyasetinin baĢlıca istikametleri”.

33

Bkz.: Azerbaycan Respublikasının Devlet Statistika Komitesi, Azerbaycan

Rakamlarda 1994, Baku, 1995, s. 132 ve “Azerbaycan Respublikasının 1995-ci il pul-kredi siyasetinin baĢlıca istikametleri”. 34

“Azerbaycan

Respublikasında

Devlet

Mülkiyetinin

ÖzelleĢtirilmesi

Hakkında

Azerbaycan Respublikasının Kanunu”, sayi: 445, tarih: 07. 01. 1993, kaynak: Biznesmenin Bülleteni, No. 3 (8), 1994, S. 9-14. 35

“Decree of National Assembly of the Azerbaijan Republic on Approval of State

Privatisation Programme of State Property in the Azerbaijan Republic in 1995-1998”, kaynak: Azerbaijan Republic, Legislative and Normative Statements for Promoting Investment Activity, Baku, January 1998. 36

IMF‟nin Ağustos 1998 ülke raporu verilerine göre, 1997 sonuna kadar sadece 13,000

küçük ve 450 orta çapta iĢletme özelleĢtirilmiĢ, büyük iĢletmelerde özelleĢtirme olmamıĢtır. Bkz.: IMF, Azerbaijan Republic. Recent Economic Developments, IMF Staff Country Report No 98/83, Washington, D. C.: IMF, August 1998, s. 21. 37

Bkz.: IMF, Azerbaijan Republic: Revent Economic Developments and Selected Issues,

IMF Staff Country Report No. 00/121, Washington, D. C.: IMF, September 2000, s. 21. 38

Bkz.: Azerbaijan, Enhanced Structural Adjustment Facility Policy Framework

Paper, 1999-2001, prepared by the Azerbaijan authorities in collaboration with the staffs of the Fund and the World Bank, January 8, 1999, s. 9. 39

IMF, Azerbaijan Republic, Recent Economic Developments and Selected Issues,

IMF Staff Country Report No. 00/121, Washington, D.C.: IMF, September 2000, s. 22. 40

Bkz.: Azerbaycan Respublikası, Devlet Statistika Komitesi, Azerbaycan ve Müstakil

Devletler Birliği, Baku 1997, s. 35, tablo 1. 19. 41

A.g.e., s. 147, tablo 6. 1.

42

A.g.e., s. 48, tablo 1. 29.

43

A.g.e., s. 72, tablo1. 42.

44

Bu anlaĢmaya üç yıl süren müzakereler neticesinde varılabilmiĢse de, savaĢın bitmesi

yabancı Ģirketler için önemli bir sinyal teĢkil etmiĢtir. Sekiz milyar Dolar değerindeki anlaĢmaya göre Azerbaycan, 300 milyon Dolarlık bir primin yanı sıra, iĢletme kârının %80‟ini alacaktır. Yabancı ortaklar, BP, Statoil, Amoco, Pennzoil, Ramco, TPAO, McDermott, Unocal ve Delta‟dır. Bkz.: “Ghost at the feast of Baku”, Petroleum Economist, November 1994, s. 24.

341

45

Bkz.: IMF, “IMF Approves STF Drawing for the Republic of Azerbaijan”, Press Release

No. 95/24, April 19, 1995. 46 milyon dolarlık bu destek, Azerbaycan‟ın IMF‟den aldığı ilk yardım olmuĢtur. 46

Bkz.: “Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Gümrük Mecellesi”, Azerbaycan Gazetesi, no.

1686, 1687, tarih: 05. -06. 08. 1997. 47

Bkz.: IMF, “IMF Approves Stand-by Credit and Second STF Drawing for Azerbaijan

Republic”, Press Release No. 95/58, November 17, 1995. 48

Bkz.: IMF, “IMF Approves Combined ESAF/EFF Financing for Azerbaijan Republic”,

Press Release No. 96/64, December 20, 1996. 49

Bkz.: IMF, Azerbaijan Republic: Selected Issues and Statistical Appendix, IMF, Country

Report No. 02/41, Washington, D.C.: IMF, March 2002, s. 15. 50

A.g.e., s. 35.

51

A.g.e., s. 22.

52

Bkz.: IMF, Azerbaijan Republic: Selected Issues and Statistical Appendix, March 2002,

a.g.e., s. 20 ve IMF, Azerbaijan Republic: Recent Economic Developments, August 1998, a.g.e., s. 70. 53

Bkz.: IMF, Azerbaijan Republic: Selected Issues and Statistical Appendix, March 2002,

a.g.e., s. 36. 54

Bkz.: IMF, World Bank, “Republic of Azerbaijan: Interim Poverty Reduction Strategy

Paper”, World Bank Document No. 22336, June 5, 2001. 55

Dünya Bankası‟nın Avrupa ve Orta Asya‟dan sorumlu direktörü Shigeo Katsu,

bankanın bu stratejiyi değerlendirmesini Ģu sözlerle ifade etmiĢtir: “After a very recent start, the Azeri government has come a long way in designing a strategy that addresses the country‟s most pressing needs, and we welcome its efforts to use a broad participatory approach in doing so. We appreciate that the government has been able to maintain solid GDP growth and macroeconomic stability in the past four years, and we hope this will form the basis of a comprehensive development strategy that brings economic welfare to all citizens of Azerbaijan.” Bkz.: World Bank, Azerbaijan: World Bank Discusses Azerbaijan‟s Poverty Reduction Strategy, World Bank: News Release No. 2002/008/ECA, July 6, 2001, s. 1.

342

Azerbaycan'ın Etnik ve Demografik Yapısı / Elnur Ağaoğlu [s.217-226] Hacettepe Üniversitesi Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılap Tarihi Enstitüsü /Türkiye GiriĢ ok sayıda dilin1 konuĢulduğu dünyamızda tek uluslu, yani yalnız bir milletten, bir halktan oluĢan bir ülke, devlet bulmak neredeyse imkansızdır. Dünyanın tüm ülkeleri çok uluslu bir yapıya sahiptir. Bu ülkelerde ana etnik unsurun yanında yaĢamlarını sürdüren çok sayıda milli azınlık, etnik azınlık ve azsayılı halka2 rastlamak mümkündür. Bu etnik gruplar ya belli bir bölgede toplu halde yaĢar, ya da ülkeye yayılmıĢ durumda bulunurlar. ok uluslu yapıya sahip toplumlarda devlet kurumlarının -özellikle yeni kurulan devletlerdevarlığını sürdüren etnik gruplara yönelik yansız bir milli politika belirlememesi, devletin ileride bu konuda çıkan sorunların muharriki olarak karĢımıza çıkmasına yol açmaktadır. Etnik grupların kültürel ve dilsel hak taleplerinin reddedilmesi sorunu çözmediği gibi, etnik duyguların daha da kuvvetlenmesine sebep olabilmektedir. Bu duygular geliĢmekte olan devletlerde geliĢmenin önünde engel oluĢturduğu gibi, yabancı dıĢ güçlerin yeni oluĢumu parçalaması için de kaynak niteliğini taĢıyabiliyor. ok uluslu yapıya sahip devletlerde burada yaĢayan etnik gruplara yönelik yansız bir politikanın izlenmesi üniter-demokratik devlet yapısında etnik grupların iyi iliĢkiler içinde yaĢamlarını sürdürmesini sağlar. Azerbaycan coğrafyası3 ve bu coğrafyanın belli bir kısmı üzerinde kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti de tarih boyunca çok uluslu bir yapıya sahip olmuĢtur. Tarihi Ġpek Yolu üzerinde yerleĢmesi, güzel doğası, tükenmez yer altı ve yer üstü zenginliklere sahip oluĢu bir çok milli azınlığın, etnik grubun ve azsayılı halkın gelip bu coğrafyaya yerleĢmesine sebep olmuĢtur. Bu zengin bölge dünya devletlerinin de hep dikkat merkezinde olmuĢ ve bir çok ekonomik çıkar savaĢlarına sahne olmuĢtur. Azerbaycan coğrafyası defalarla göçeri halkların akınlarına uğramıĢtır. Ayrıca buraları iĢgal eden devletler, birçok kavmi ve dini grubu buralara göç ettirmekle kontrollerini güçlendirmeye çalıĢmıĢlardır. Eski ve Orta ağlarda Ġran yönetimi, yeni dönemde ar Rusyası, daha sonraki dönemde ise Sovyet yönetimi iĢgal ettikleri Kafkasya‟ya, özellikle de Azerbaycan‟a yabancı iskanını yapma yollarını denemiĢ ve çok yönden de baĢarılı olmuĢlardır. Böylece, Azerbaycan burada yaĢayan yerel halklarla beraber, sonradan gelip yerleĢen milli azınlık, etnik azınlık ve azsayılı halkların da vatanına çevrilmiĢ ve bu etnik unsurların birleĢimi de daha sonraları oluĢturulan ve günümüzde de kullanılan Azerbaycan halkı mefhumunu ortaya çıkarmıĢtır.

343

70 yıllık Sovyet Ġmparatorluğu döneminde “Sovyet Halkı” yaratma fikrine hizmet eden Sovyet Milli Politikasıyla yönetilen Azerbaycan, bağımsızlığını kazandığı ilk günlerle beraber suni Ģekilde yaratılan milli sorunlarla yüz yüze kalmıĢtır. Moskova, Ermenistan ve bazı Avrupa baĢkentlerinde Azerbaycan‟da sahneye konmak için hazırlanan suni “Ermeni Problemi” planları 1988 yılında Azerbaycan‟ın Dağlık Karabağ bölgesinde uygulanmaya konmaya baĢlandı. Milli zeminde hiçbir sorun yok iken Ermeniler milli sorunlar varmıĢ gibi bir manzara yaratarak Dağlık Karabağ bölgesinde ayaklandılar. Azerbaycan Cumhuriyeti‟ne karĢı verdikleri savaĢ sonucu Ermeniler Dağlık Karabağ bölgesini iĢgal ettiler. Mayıs 1994 yılında ateĢkes imzalanmasına rağmen Azerbaycan topraklarının %20‟si halen Ermeni iĢgali altındadır. 1993 yılında, bu sefer Lezgi ve TalıĢ Problemi yaratılmak istendi. Fakat, dönem yöneticilerinin Türkçü düĢüncelerini ön plana çıkarmalından rahatsız olmalarına rağmen dıĢ güçler burada yaĢayan bu etnik grupları istedikleri gibi kullanamadılar. Yarattıkları TalıĢ-Mugan Özerk Cumhuriyeti kısa sürede ortadan kaldırıldı. Lezgi halkını harekata geçirmek isteyen “Sadval” cemiyeti etkisizleĢtirildi. Ağustos 2001 yılında bu sefer Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin kuzeyinde milli azınlıkların yaĢadığı Zagatala bölgesinde milli zeminde yeni oyunlar oynanmak istendi. Fakat, Azerbaycan‟da milli zeminde önemli bir sorun yok iken, yeniden bu eski kartları kullanmak isteyen güçler bellidir. Bunlar Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin yer altı ve yer üstü zenginliklerine, servetlerine sahip olmak isteyen, ekonomik ve siyasi yönden güçlenip, ayakları üzerinde durmasından rahatsız olan dıĢ yabancı güçlerdir. Bu araĢtırmada Azerbaycan tarih yazımından ve 20. yüzyılda Azerbaycan‟da yapılan nüfus sayımı sonuçlarından hareketle Azerbaycan coğrafyasında yerleĢen halk, milli azınlık, etnik azınlık ve azsayılı halkların buradaki yerleĢimleri, sayıları ve günümüzdeki durumları gözden geçirilecek ve bu etnik unsurlar arasındaki iliĢkiler değerlendirilecektir. Azerbaycan A.

Coğrafyasında

Etkin Yapı

Azerbaycan Türkleri

Azerbaycan coğrafyasında Azerbaycanlılar adıyla anılan Azerbaycan Türkleri ana etnik unsuru oluĢturmaktadır. Azerbaycan Türklerinin Azerbaycan coğrafyasında ilk yerleĢimleri konusuna geçmeden, Azerbaycan Türklerine Azerbaycanlılar adının verilme tarihi üzerinde bir açıklama yapmakta yarar vardır. Sovyetler Birliği‟nin kurulduğu döneme kadarki edebiyatlarda Azerbaycan‟da yaĢayan Türkler için Türk veya Tatar ismi kullanılmaktaydı. Bu durum Sovyet yönetiminin iktidarının güçlendiği döneme kadar devam etmiĢtir. Fakat, Sovyetler Birliği‟nin kurulmasıyla birlikte Azerbaycan Türklerinin etnik adı ilga edildi. Halka ve onun milli diline yeni ad verildi: Türkler “Azerbaycanlılar” ve onların dili “Azerbaycan Dili” adını aldı. 1939 yılından itibaren de Türk adı yasaklanmıĢ oldu.4 30‟lu yıllardan

344

itibaren Azerbaycan Türklerinin resmi adının iktidar yöneticileri tarafından değiĢtirilmesinin baĢlıca amacı, halkın milli Ģuurunun geliĢmesini engellemekti. Fakat bunlara rağmen Sovyetlerin son dönemine kadar Azerbaycan adı altında Türk isminin kastedildiği anlaĢılmaktaydı. Bugün Azerbaycan tarih yazımında Azerbaycan Türklerinin etnik menĢeine dair üç ana görüĢ mevcuttur: 1. Medya-Atropatena GörüĢü, 2. Albanya GörüĢü, 3. Eski Türk GörüĢü. Medya-Atropatena görüĢünü “ilk defa doğru-ilmi izahıyla” Sovyetler Birliği Komünist Partisi BaĢkanı Ġ. Stalin 1939 yılında ortaya koymuĢtur.5 Medya-Atropatena görüĢüne göre, M. Ö. (XI-IV. yüzyıllarda) bugünkü Azerbaycan topraklarında Medya (Atropatena) Devleti mevcuttu. Bu devlette Ġran dilinde konuĢan Atropatenalılar yaĢıyordu. Fakat, Atropatenalılar Orta ağ‟da Türk Halkının gelip buralara yerleĢmesiyle Türk dilini benimseyip yeni Türk halkına dönüĢerek Azerbaycanlıların etnik ataları arasında yer almıĢlardır.6 Ġkinci tez olan Albanya görüĢünün destekleyicileri Azerbaycan‟da Türk etnik topluluğunun menĢeinde eski Kafkasya Albanyası‟nda oturan kavimlerin varolması üzerinde durmaktalar. Albanların tarih sahnesinde devamcıları konusunda ilk fikir belirtenlerden biri Leviatov olmuĢtur. Leviatov daha 1948 yılında yazdığı eserinde “Arap hilafetinin hakimiyeti döneminde Albanların bir kısmı MüslümanlaĢtı, diğer bir kısmı ise Hıristiyan kaldı” görüĢünü ileri sürer.7 Bu fikri devam ettiren PetruĢevski de buna benzer sonuca varır: “Albanya‟da Hıristiyan kalanlar ErmenileĢti, Müslümanlığı kabul edenler ise Azerbaycan halkına katıldı”.8 Ġgrar Aliyev de Albanların ĠslamlaĢmasının onların TürkleĢme prosesini hızlandırdığı üzerinde durmaktadır.9 Böylece VII. yüzyılda Albanya Krallık‟ının sukut etmesiyle burada yaĢayan MüslümanlaĢan halk, ülkenin topraklarına yığınlar halinde yerleĢen ve Türk Dilinde konuĢan halkla birleĢmiĢlerdi10 ve bugünkü Azerbaycan Türklerinin ataları arasında yer almıĢlardır. Eski Türk görüĢünü savunanlar ise, Türklerin daha M. Ö. Azerbaycan topraklarına yerleĢtiklerini ileri sürerler. Bu görüĢü savunan tarihçilere göre umumiyetle Türklerin bu bölgeye yerleĢmeleri 3 dalga Ģeklinde olmuĢtur: Birinci dalga M. Ö. VIII. yüzyıl sonlarından VII. yüzyıl baĢlarına kadar sürmüĢtür. Bu dalga sonucu Kimmer, Ġskit ve Saklar Kafkasya‟ya yerleĢmiĢlerdir. Ġkinci dalga II-IV. yüzyılda Hun kabilelerinin göçleri ile yaĢanmıĢtır. Üçüncü dalga ise Selçukluların XI. yüzyılda buraya yerleĢmesiyle yaĢanmıĢtır. Yani Azerbaycan Türklerinin babaları daha M. Ö. bu topraklarda yaĢamıĢlardır.11 Yukarıda da görüldüğü gibi Azerbaycan tarih yazımında Azerbaycan Türklerinin Azerbaycan coğrafyasına yerleĢmeleri konusunda ideolojilerden doğan farklı görüĢler mevcuttur. Fakat, bugün yeni kurulan Azerbaycan Devleti açısından demokratik ve serbestlik ortamında Azerbaycan Türklerinin kökenlerini bilimsel yöntemlerle araĢtırıp bulmak önemlidir. 1926 yılında Sovyetler Birliği‟nde yapılan ilk nüfus sayımında genel nüfus içinde %62‟lik bir payı olan Azerbaycan Türklerinin sayısı Sovyetler Birliği‟nin son nüfus sayımı olan 1989 yılı nüfus

345

sayımında 5.805.000‟e (%82.7) ulaĢmıĢtır. Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti‟nde yapılan ilk ve tek nüfus sayımı olan 1999 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre ise Azerbaycan Türklerinin sayısı 7.205.500 (%90.6) olmuĢtur. Azerbaycan Türklerinin sayısındaki bu artıĢı doğal nüfus artıĢıyla beraber bir çok etkenlerle de açıklamak mümkündür. ġöyle ki 1948 yılında baĢlayan ve 1990‟lı yıllarda bile devam etmiĢ olan göç olayı sonucu binlerce Azerbaycan Türkü, Ermenistan‟daki baba yurtlarından Azerbaycan‟a kovulmuĢlardır.12 Diğer bir etken olarak da burada yaĢayan etnik unsurların bir kısmının Sovyet Dönemi nüfus sayımı uygulamalarından vazgeçememeleri13 ve kendilerini ana etnik unsur olarak gösterilen Azerbaycanlı Ģeklinde kaydettirmeleri gösterilebilir. Azerbaycan Türkleri, Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin ana etnik unsurunu oluĢturmaktadır ve Azerbaycan‟ın tüm bölgelerinde yaĢarlar. Azerbaycan Cumhuriyeti‟nde ana etnik unsuru oluĢturan Azerbaycan Türkleri burada yaĢayan diğer etnik unsurlarla iyi iliĢkiler içindeler ve tüm siyasi, ekonomik ve kültürel haklara sahipler. B. Ahıska Türkleri Azerbaycan‟da, Azerbaycan Türklerinden sonra Türk adıyla anılan ve nüfus sayımında bu ad altında kaydolunan diğer bir etnik unsur da Ahıska Türkleridir. Ġkinci Dünya SavaĢı‟na kadar Sovyetler Birliği‟nde Ahıska Türkleri esasen Gürcistan‟ın Türkiye sınırı yakınlarında yaĢamaktaydılar. Ġkinci Dünya SavaĢı Döneminde -17 Kasım 1944 yılında- SSCB Devlet Savunma Komitesi, Ahıska Türklerine güvensizliklerini ifade ederek onları Orta Asya‟ya göç ettirmek hakkında karar çıkardı. Karara uyularak Ahıska Türkleri yurtlarından edilerek Orta Asya‟ya sürüldüler. KıĢın soğuk Ģartlarında sürülenlerin bir kısmı yolda hayatlarını kaybettiler. Sağ kalanlar ise ağır Ģartlar altında Orta Asya cumhuriyetlerine yerleĢtirildiler. 31 Ekim 1957 yılında SSCB Yüksek Sovyeti bu kez Ahıska Türklerinin yurtlarından sürülme kararını yanlıĢ bularak kaldırdı. Ahıska Türklerine vatanlarına geri dönme izni verildi. Fakat, Gürcistan hükümeti yurtlarına dönmek isteyen Ahıska Türklerini kabul etmedi. Bunun üzerine Ahıska Türkleri dini bir ve kanı bir olan Azerbaycanlıların yanına yerleĢmeye baĢladılar. Gelenler toplu Ģekilde Azerbaycan‟ın Saatlı ve Sabirabad rayonlarına14 yerleĢtirildiler. Azerbaycan‟a ilk yerleĢtirilen Ahıska Türklerinin sayısı ilk defa 1979 yılı nüfus sayımına yansımıĢtır. Bu sayım sonucuna göre Azerbaycan‟da 7.900 (%0.1) Ahıska Türkü yaĢamaktaydı. Ahıska Türklerinin Azerbaycan‟a göç edip yerleĢmelerinin ikinci kademesi 1989 yılında yaĢandı. 1989 yılının Mayıs-Haziran aylarında hayatlarına Orta Asya‟da devam ettirmek isteyip 1957 yılında vatanlarına dönmeyen Ahıska Türkleri ile Özbekler arasında Özbekistan‟ın Fergane, Kokong, Kuvaçay, Yayçan kentlerinde kanlı olaylar yaĢandı. Bu olaylarda 110 kiĢi öldürüldü, 1011 kiĢi yaralandı, 1200 ev yakıldı.15 Olaylar sonucu Ahıska Türklerinin, Özbekistan‟da yaĢamlarını sürdürmeleri imkansız hale geldi. Ahıska Türkleri baĢka bölgelere göç ettirilmeye baĢlandı. Bu defa da Ahıska Türkleri ağırlıklı olarak Azerbaycan‟a göç etmeyi tercih ettiler. Yeni gelen göçler bu sefer önceki göçlerin yerleĢtirildikleri Saatlı ve Sabirabad rayonuyla beraber Guba, Haçmaz, Deveçi,

346

ġamahı, Ağsu rayonlarına yerleĢtirildiler. Bu göç olayı da 1989 ve 1999 nüfus sayımlarına yansımıĢ oldu. 1979 yılında 7.900 olan Ahıska Türklerinin sayısı artarak 1989 yılında 17.700‟e (%0.2) ve 1999 yılı sayımında ise 43.400‟e (%0.5) ulaĢmıĢtır. XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Azerbaycan‟a yerleĢtirilen Ahıska Türkleri, Azerbaycan vatandaĢı olarak burada yaĢayan diğer halklarla eĢit haklara sahipler. Onların problemleri ile devlet yetkilileri ve “Ahıska” Kültür Merkezi ilgilenmektedir. C. Ruslar Rusların, Azerbaycan‟da ilk görünmeleri IX. yüzyıla dayanmaktadır. Zira bu yüzyılda yaĢamıĢ Arap bilgini Abdül Kasım, Rus tüccarlarının Ġdil nehrinden Hazar Denizi‟ne inerek oradan Kür Nehri vasıtasıyla o günkü Azerbaycan sınırlarından uzakta kalan büyük ticaret Ģehri olan Berde‟ye kadar geldiklerini yazar.16 Bunu yine Rusların farklı dönemlerde bölgeye, bu sefer ticari değil de, soyguncu yürüyüĢleri takip etmiĢtir. Fakat Rusların Azerbaycan‟a iskan amacıyla ilk göçleri XIX. yüzyıla rastlamaktadır. Bu yüzyılda Rusya ve Ġran arasında baĢ gösteren savaĢlar sonucu imzalanan 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay AnlaĢmalarıyla Azerbaycan ikiye parçalanmıĢ oldu: Güney Azerbaycan Ġran esaretinde kalırken, Kuzey Azerbaycan Rusya‟ya bağlanmıĢ oldu. Bu iĢgalı takiben de ilk göçler XIX. yüzyılın 30-50‟li yıllarında Rusya‟nın Tambov, Saratov ve Voronej vilayetlerinden baĢladı.17 Rusya, Kafkasya ve Azerbaycan‟daki iskan siyasetine özellikle dikkat etmiĢtir. Ġyi bir kolonizasyon siyaseti takip etmekle Rusya, yeni ele geçirdiği bölgelerde daha kolay bir yönetim oluĢturabileceği düĢüncesindeydi. Aynı zamanda bu dönemde Rusya‟da, devlete karĢı baĢkaldırmalar ve dini tarikatçı hareketler de baĢ göstermekteydi. Bu muhalif insanların yeni ele geçirilen topraklara yerleĢtirilmesiyle Rusya‟da da sakin bir düzen kurulacaktı. Rusya Devleti, göç ettirdiği insanlara yeni yerleĢim yerlerinde problemlerini daha kolay çözmeleri için para yardımında da bulunmaktaydı. Rus nüfusun XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl baĢlarında Azerbaycan‟a yeni göçlerinin arkasında Bakü‟nün geliĢmiĢ bir sanayi-petrol Ģehri oluĢu vardır. Azerbaycan‟a yerleĢtirilen Ruslar esasında Ortodoks idiler. Fakat, muhtelif dini tarikatlara itaat eden ve devlete karĢı gelen Malakanlar, Babtistler, Dukobarlar, Subbotnikler de vardı. Göç ettirilen Ruslar Guba, Cevat, Göyçay, Lenkeran, ġamahı, Bakü bölgelerine yerleĢtiriliyor ve onlar için bu bölgelerde ayrıca Rus köyleri kuruluyordu. Rusların, Azerbaycan‟a göç ettirilmeleri Sovyetler Birliği Dönemi‟nde de devam etmiĢtir. Azerbaycan‟da yaĢayan Rusların sayısı 1939 yılı nüfus sayımında 530 binle (%16.5) en üst düzeye ulaĢtı. Fakat sonraki nüfus sayımlarında Rusların sayısında düĢüĢ yaĢanmaya baĢlandı. ġöyle ki, 1979 yılında 475.300 olan Rusların sayısı (%7.9), 1989 yılında 392.300‟e (%5.6) ve son 1999 yılı sayımında ise 141.700‟e (%1.8) düĢmüĢtür. Rusların sayısının azalması Sovyetler Birliği‟nin dağılmasından sonra Rusların, Azerbaycan‟dan göç etme olaylarının artması, aynı zamanda bir kısım Rus‟un da artık kendilerini Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaĢı olarak gördüklerinden nüfus sayımında kendilerini Azerbaycanlı diye yazdırmaları, doğum oranlarında azalmanın görülmesi ile açıklanabilir.

347

Ruslara bugün Azerbaycan‟da geniĢ haklar tanınmaktadır. Ülkede ondan fazla Malakan dini topluluğu, dört Adventist topluluğu, yedi Baptist topluluğu bulunmaktadır. Ayrıca 90‟lı yılların ortalarında Rusya Kilisesi Kutsal Sinod‟unun kararıyla, merkezi Bakü‟da bulunan bağımsız Hazar Piskoposluk Dairesi kurulmuĢtu.18 Rus dilinde gazeteler yayınlanmakta, televizyon programları sunulmakta, kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Bakü‟de Semed Vurgun adında Rus Dram Tiyatrosu bulunmaktadır. Rus dilinde eğitim veren okul ve üniversiteler vardır. Ruslar

Azerbaycan‟da

tüm

kademelerde

temsil

olma

hakkına

sahipler

ve

bunu

kullanmaktadırlar. D. Ermeniler Ermenilerin Azerbaycan topraklarına yerleĢmeleri XIX. yüzyılın baĢlarına rastlamaktadır ve Rusya-Ġran ve Rusya-Türkiye savaĢlarını takiben baĢlamıĢtır. Ermeniler ilk olarak Azerbaycan‟ın Karabağ ve Erivan vilayetine yerleĢmiĢlerdir. ar I. Nikola‟nın 21 Mart 1828 yılı kararı ile Nahçivan, Revan Hanlıkları ve Ordubad bölgesi “Erivan Vilayeti” adı altında birleĢtirilmiĢtir.19 Bu yıllarda Erivan vilayetinin merkezini oluĢturan Erivan Ģehrinde 7.331 (1.807 hane) Azerbaycanlı (Müslüman) nüfusa karĢı 2.369 (567 hane) Ermeni yaĢıyordu. Erivan Ģehrinde Ermenilerin azınlıkta kalma durumu 1917 yılına kadar devam etmiĢtir. 1897 yılında Rusya‟da yapılan ilk nüfus sayımına göre Erivan vilayetinde 313.188 Azerbaycanlı yaĢıyordu. Ancak 1917 yılının Kafkazski Kalendar‟ın (Kafkas Yıllığı) verdiği nüfus sayımı sonucunda Ermenilerin Erivan Ģehrinde çoğunluğu oluĢturdukları görülmektedir: 93.544 (%45.5) Azerbaycanlıya karĢı 106.933 (%52) Ermeni var idi. Nahçivan ve Ordubad bölgesinde ise Ermeniler hiçbir zaman üstünlük sağlayamamıĢlar. Ermenilerin yerleĢtirildikleri diğer bir bölge olan Karabağ‟da da durum farklı değildi. Burada da Ermeniler Azerbaycanlılardan 4-5 misli kadar azınlıkta idiler. 1810 yılının resmi bilgilerine göre Karabağ vilayetinde 12.000 ailelik ahali vardı. Bunların içerisinde de 2.500 Ermeni ailesi vardı. 1823 yılında Karabağ Hanlığında 90.000 nüfus olmuĢtur. Bir Ģehir ve 600‟den fazla köy vardı ki, bunun 150‟si Ermeni köyü idi.20 10 ġubat 1828 Rusya-Ġran SavaĢı sonucu imzalanan Türkmençay AnlaĢması‟nın 15. maddesine dayanılarak Ġran‟dan Kafkasya‟ya, özellikle Azerbaycan‟a çok sayıda Ermeni nüfus yerleĢtirilmiĢtir. Bir hesaba göre 130.000‟den çok aile göç ettirilmiĢtir.21 Diğer bir kaynağa göre ise 1829-1830 yıllarında Ġran‟dan 40.000 ve Türkiye‟den (Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndan) 84.600 Ermeni Kafkasya‟ya yerleĢtirilmiĢtir.22 Büyük petrol Ģehri olan Bakü‟ye ise Ermeni göçleri özellikle XX. yüzyıl baĢlarında baĢlamıĢtır. Nüfus sayımlarına dikkat edersek XX. yüzyıl baĢlarından yüzyılın 80‟li yıllarına kadar Ermeni nüfus Azerbaycan‟da hep artıĢ göstermiĢtir: 1926 yılında Azerbaycan‟da Ermenilerin sayısı 282.000, 1939‟da 388.000, 1950 yılında 442.100, 1979‟da 475.300 olmuĢtur. 1988 yılında AzerbaycanErmenistan savaĢının baĢlamasıyla beraber Azerbaycan‟da yaĢayan Ermenilerin, Ermenistan‟a,

348

Rusya‟ya veya daha sonra iĢgal ettikleri Dağlık Karabağ‟a yerleĢmeleri baĢlamıĢtır. Bu da 1989 yılı nüfus sayımına Azerbaycan‟da Ermeni nüfusunun azalması Ģeklinde yansıdı [390.500 (%5.6)].23 1999 yılı nüfus sayımına göre Azerbaycan‟da 120.700 (%1.5) Ermeni yaĢamaktadır. Bu nüfusun ağırlıklı kısmı halen Azerbaycan‟ın fiili hakimiyet sahası içinde bulunmayan Karabağ ve çevresindeki topraklarda yaĢamaktadır. Bunun dıĢında Bakü‟de ve diğer kent ve ilçelerdeki karıĢık ailelerde de Ermeniler yaĢamaktalar. E. Gürcüler

(İngiloylar)

Azerbaycan‟da Gürcüler adı altında nüfus sayımında kaydedilen etnik unsurun diğer adı Ġngiloy‟dur. Ġngiloylar bugün Azerbaycan‟ın Zagatala, Gah ve Balaken rayonlarında yaĢamaktadırlar. Ġngiloyların kökeni de Azerbaycan tarih yazımında netlik kazanmamıĢtır. Kimi tarihçiler Ġngiloyların XVI. yüzyılda Dağıstan‟dan Zagatala bölgesine göç eden Guri tayfasının; kimi tarihçiler ise XVII. yüzyılda Ġslamı kabul eden Kahetlerden olduğu görüĢünü ileri sürerler. Bir kısım tarihçiler Ġngiloyların kendiliğinden bir halk olduklarını savunurken, son dönem tarihçiler de onları Alban tayifelerinden olan Gellere bağlamaktalar.24 Ġngiloyların Gürcü oldukları da söylenmektedir. Bir görüĢe göre de, onlar XVII. yüzyılda Ġslam dinini kabul ettikleri için Azerbaycan Türkleri onlara “yengiloy”, yani “yeni dine gelenler” adını vermiĢlerdir. Geybullayev‟in fikrine göre, bu etnosun asıl adı Gürcü menĢeli “geloy” idi, fakat XVII. yüzyılda Ġslam dinini kabul ettikleri için “yeni geloy” adını almıĢlardır ki, bu ad da sonralar Ġngiloy Ģekline düĢmüĢtür.25 Ġngiloylar arasında dini parçalanma söz konusudur. Müslümanlığın Sünni mezhebini kabul eden Ġngiloylar kendilerini Azerbaycanlı, Gürcülerden Ortadoksluğu kabul eden Ġngiloylar ise kendilerini Gürcü olarak görmekteler. Sovyet Dönemi‟nde yapılan nüfus sayımlarında Ġngiloyların sayısı Ģöyle değiĢmekteydi: 1926 yılında 9.500, 1939 yılında 10.200, 1959 yılında 9.500, 1970 yılında 13.600.26 Daha sonraki nüfus sayımlarında isimleri geçmemekle beraber bu gün sayılarının 14.000‟in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. F. Tatlar Azerbaycan‟ın etnik yapısında Tatlar önemli yer tutmaktalar. Tat dili Hint-Avrupa dil grubunun Ġran ailesine dahildir. Azerbaycan‟da yaĢayan Tatların dillerinde lehçe farkları vardır. Tat dili bu farklardan dolayı 3 gruba ayrılmaktadır: 1. Guba, Deveçi ve Gonakkent bölgesinde yaĢayan Tatların kullandığı Kuzey lehçesi, 2. Hızı rayonunda yaĢayan Tatların kullandıkları Merkez lehçesi ve 3. AbĢeron, Lahıç ve ġamahı Tatlarının kullandıkları Güney lehçesi. Bu lehçe farklılıklarına rağmen Tatlar ortak Tat dilini kullanmaktalar. Dini inançlarına göre de Tatlar 3 gruba ayrılmaktalar:

Ġslam dinini kabul eden Tatlara

“Müslüman Tatlar”, Grigoryan mezhebini kabul eden Tatlara “Ermeni Tatlar” ve Yahudi dinini kabul

349

edip Tat dilinde konuĢanlara ise “Yahudi Tatlar” adı verilmektedir. Müslüman Tatlar esasen AbĢeron yarımadasının Balahanı, Surahanı köylerinde; Hızı, Guba, ġamahı rayonunun Melhem köyünde; Ġsmayıllı rayonunun Lahıç kasabasında yaĢıyorlar. Ermeni Tatlar son döneme kadar ġamahı rayonunun Medrese ve Deveçi rayonunun Gilvar köyünde yaĢamaktaydılar. Yahudi Tatlar ise Guba rayonunun Kırmızı kasabasında, Oğuz rayonunun merkezinde, aynı zamanda Bakü‟de yaĢamaktalar. Azerbaycan tarih yazımında Tatların bugün yaĢadıkları Azerbaycan topraklarına yerleĢmeleri konusunda genel bir görüĢ hakimdir: Bu görüĢe göre, Tatlar Sasanilerin (Yezdegird, Hüsrev, NuĢirevan) IV. yüzyılda (309-381) hakimiyeti döneminde Ġran‟a kuzeyden baskınlar düzenleyen göçeri Türk

kabilelerine

karĢı

koymak,

baskınlardan

korunmak

için

bugün

yaĢadıkları

bölgeye

yerleĢtirilmiĢlerdir. Azerbaycan tarih yazımının daha oluĢum aĢamasında olduğu XX. yüzyıl baĢlarında ortaya atılan bu görüĢ günümüz tarih yazımında da kabul görmektedir.27 Yahudilerin ve Grigoryanların Tat dilini kabul etmeleri ise Tatların yüksek bir medeniyete sahip olmalarıyla açıklanmaktadır: “Tatların medeniyeti nispeten artık olduğundan bunlar ile komĢu olan Türkler (örneğin: MaĢtağa, Surahanı vs. köylerinde yaĢayan Türkler), Yahudiler ve Garaçılar Tat dilini, âdet ve resmini kabul etmiĢler. Hatta Azerbaycan‟ın müthiĢ fatihleri olan Araplar bile kendi dillerini kaybedip Tat lisanını öğrenmiĢlerdir”.28 “Yahudi Tatlar”dan konu açılmıĢken burada Yahudelere değinmekte de yarar vardır. Yukarıda, Sasaniler Dönemi‟nde Tatların (aynı zamanda Yahudi Tatların) Azerbaycan‟da yaĢadıkları bugünkü yerlere yerleĢtirilmelerinden bahsedildi. Fakat, bunların yanında Azerbaycan‟da Avrupa Yahudileri denen Yahudiler yaĢamaktadır. Bu Yahudilerin Azerbaycan‟a yerleĢmeleri ise Rusların Kafkasya‟yı, o cümleden Azerbaycan‟ı iĢgalini takiben baĢlamıĢtır. Yahudi Tatlar ile Avrupalı Yahudiler arasında âdet-ananelerinde farklar mevcuttur. Yahudi Tatların ibadet evi olan “Numazi” Avrupalı Yahudilerin sinagoglarına benzememektedir. Yahudilerin Azerbaycan‟daki sayıları son döneme doğru azalma göstermektedir. ġöyle ki; 1939 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre Azerbaycan Yahudilerinin sayıları 41.200 olarak tespit edilmiĢtir. Bu sayı 1989 yılı sayımında 30.800‟e (%0.4), 1999 yılı sayımında ise 8.900‟e (%0.1) düĢmüĢtür. Bu sayıda azalma Sovyetler Birliği‟nin son dönemi ve çöküĢünü takiben Yahudilerin anayurtları olarak tanımladıkları Ġsrail‟e göç etmeleri sonucu oluĢmuĢtur. “Yahudi Tatlar” genelde Azerbaycan dilinde, Avrupalı Yahudiler ise Rusça konuĢmaktalar. Yahudilerin bugün Azerbaycan‟da, Sinogogları bulunmakta, uluslararası “SOHNUT” teĢkilatı ve Azerbaycan-Ġsrail Derneği faaliyet göstermektedir. Tatların sayılarına baktığımızda aĢağıdaki manzarayla karĢılaĢıyoruz: 1897 nüfus sayımına göre ise Azerbaycan‟da 91.300, 1926 sayımına göre ise 30.500 Tat yaĢamaktaydı. Tatların sayısındaki bu azalma Sovyetlerin millet politikasıyla açıklanabilir. Kurulduğu ilk dönemlerde milletlere kendi kaderlerine sahip olacaklarına söz veren Sovyet Ġdeolojisi daha ilk günden o milletleri, etnik grupları sıkıĢtırma yolunu tuttu. 1926 sayımında Tatların azalmıĢ olarak görülen kısmı, kendilerini

350

Azerbaycanlı olarak yazdırmak zorunda bırakılmıĢlardı. 1939, 1959 nüfus sayımında Tat adının geçmemesi de bununla açıklanabilir. Sovyetlerin 1989 son sayımına göre Azerbaycan‟da 10.200 Tat yaĢamaktaydı. Azerbaycan‟ın bağımsızlığından sonra yapılan ilk nüfus sayımında ise Tatların sayısı 10.900 (%0.13) olarak gösterilmektedir. 1999 yılı nüfus sayımıyla Tatların, Azerbaycan‟da asimile olmadıkları ve 10.900‟lük bir sayıyla yaĢadıkları kanıtlanmıĢ oluyor. Bugün Azerbaycan‟da 1990 yılında kurulan “Azeri” Tat Kültür Merkezi faaliyetini sürdürmektedir. Merkez Tat folklorunu, edebiyatını, tarihini, dilini, âdet-ananelerini incelemekte, Tatların toplu yaĢadıkları bölgelerde 1-4. sınıflarda milli dilde eğitim vermek için ders programları, kitapları hazırlamaktadır. Tat dilinde kitaplar yayınlanmakta ve Tatlar devlet yönetiminde, kültürel ve ekonomik hayatta yer almaktalar. Kendi aralarında Tat dilini kullanmakla beraber Azerbaycan‟ın diğer etnik unsurlarıyla ortak anlaĢma dili olarak devlet dili-Azerbaycan dilini kabul etmekte ve kullanmaktalar. G. Talışlar TalıĢlar Hint-Avrupa dil grubunun Ġran ailesine dahildir. TalıĢlar 642 yılında Arapların bu bölgeye geliĢiyle Ġslam dinini kabul etmiĢlerdir. Esasen Ġslamın ġii mezhebindendirler. Fakat Astara rayonunda birkaç köyde TalıĢ Sünniler de yaĢamaktadır. TalıĢlar, Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin güney bölgesindeki Lerik, Astara, Lenkeran, Masallı ve Yardımlı rayonlarında meskundurlar. Adı geçen rayonlarda toplu Ģekilde yaĢamaktalar. Bunun dıĢında Bakü ve Sumgayıt gibi merkezi Ģehirlerde de çok sayıda TalıĢ yaĢamaktadır. TalıĢlar Azerbaycan‟ın yerli (otokton) halkıdır. Bu bölgeye ne zaman yerleĢtikleri konusu tarih yazımında aydınlık kazanamamaktadır. Fakat, ağırlıklı görüĢ TalıĢların Milattan Önce bugün yaĢadıkları toprakta yaĢayan Kadusilerin devamcıları olduğu yönündedir.29 ok eski zamanlarda TalıĢlar Medya Devleti terkibinde yaĢamıĢlardır. XVII. yüzyılda TalıĢ Hanlığı adı altında bir hanlık kurmuĢlardır. Bu Hanlık 1813 yılında Ġran ve Rusya arasında imzalanan Gülistan AnlaĢması‟yla Rusya ile birleĢtirilmiĢtir. 1926 yılı nüfus sayımına göre Azerbaycan‟da 77.323 (%3.3) TalıĢ yaĢamaktaydı. 1939 yılındaki sayımda bu sayı 87.600‟e (%2.7) yükselmiĢtir. 1959, 1970 ve 1979 yılı nüfus sayımında TalıĢ etnik adı gösterilmemektedir. Bu da her Ģeyden önce Sovyet ideolojisinin bir yansımasından ileri gelmekteydi. ġöyle ki, etnik grupların adı, yerini genelleĢtirilmiĢ Azerbaycanlı adına bırakmaktaydı. 1939 yılından beri yok ettirilen TalıĢlar 1989 yılında Sovyetler Birliği‟nde 21.914, o cümleden Azerbaycan‟da 21.200‟lük bir rakamla (%0.3) yeniden görünmeye baĢladılar. 1999 yılı nüfus sayımına göre Azerbaycan‟da 76.800 (%1.0) TalıĢ yaĢamaktadır. Fakat, bu rakam büyük olasılıkla TalıĢların gerçek sayısını yansıtmamaktadır. Zira, TalıĢların 1926 yılından 1999 yılına kadar sayılarının artması gerekirken, azalmalarına sebep olacak bir olaya da rastlanmamaktadır. Büyük olasılıkla TalıĢlarının sayısındaki

azalma

daha

çok

sayıda

TalıĢ‟ın

Sovyet

nüfus

sayımı

uygulamalarından

vazgeçememeleri ve kendilerini Azerbaycanlı olarak yazdırmaları sayesinde olmuĢtur.

351

Bugün Azerbaycan‟da TalıĢların, merkezi Bakü‟de ve TalıĢların yaĢadıkları bölgelerde, Ģubeleri bulunan TalıĢ Kültür Merkezi vardır. TalıĢ Kültür Merkezi, TalıĢların dili, yaĢam tarzını, folklorunu, gelenek-göreneklerini bir sözle TalıĢların maddi ve manevi değerlerini araĢtırmayı amaçlamaktadır. TalıĢ Kültür Merkezi‟nin yayını olan “TolıĢi Sedo” gazetesi Ģimdiye dek yayınladığı 55 sayısıyla TalıĢ kültürü araĢtırmasında belli mesafe kat etmiĢtir. Fakat, günümüzde maddi sıkıntılardan dolayı yayınlanamamaktadır. TalıĢların yaĢadıkları bölgelerde 1-4. sınıflarda TalıĢ dili eğitimi verilmektedir. TalıĢ dili eğitimi için gerekli kitaplar devlet tarafından yayınlatılmıĢtır. TalıĢ Ģair ve yazarlarının TalıĢ ve Azerbaycan dilinde kitapları yayınlanmaktadır. Devlet radyosunda haftada iki gün, 15‟er dakikayla TalıĢ dilinde program sunulmaktadır. TalıĢlar TalıĢ diliyle beraber Azerbaycan dilini de kullanmaktalar. Okullarda Azerbaycan dilinde eğitim almaktalar. Azerbaycan‟ın diğer halklarıyla eĢit haklara sahiptirler. H. Kürtler Azerbaycan‟da yaĢayan Hint-Avrupa dilli etnik gruplardan biri de Kürtlerdir. Kürtler Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Ermenistan tarafından iĢgal olunan Laçın, Gubadlı, Zengilan ve Kelbecer rayonlarında ve kısmen de Nahçivan Özerk Cumhuriyeti‟nde yaĢamaktaydılar. Kürtlerin Nahçivan Özerk Cumhuriyeti‟nde yaĢayan kısmı yaĢamlarına aynı yerde devam ederken, Dağlık Karabağ bölgesinde yaĢayanlar Azerbaycan-Ermenistan savaĢı sonucu buralardan göç ederek bugün Azerbaycan‟ın farklı bölgelerinde yaĢamaktalar. Azerbaycan‟da yaĢayan Kürtler, Azerbaycan diliyle beraber kendi dillerini de kullanmaktalar. Esasen Kürt dilinin Kurmanci ve Kürdi diyalektini kullanmaktalar. Kürtlerin Azerbaycan‟da görünmeleri XI. yüzyıla dayanmaktadır.30 XVI. yüzyıldan itibaren ise bölgedeki savaĢlar sonucu Ġran‟dan bu bölgeye Kürtlerin göçü artmıĢtır. Bu göçler XIX. yüzyılda da devam etmiĢtir. 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay AnlaĢmalarına esasen Ġran‟dan Ermenilerle beraber Kürtler de Azerbaycan‟a yerleĢtirilmiĢlerdir. 1926 yılı nüfus sayımında Kürtlerin sayısı 40.000 (%1.8) olmuĢtur. Ana etnik unsurun sayısında artıĢ hesabına göre Kürtlerin sayısı 1989 yılında 12.200‟e (%0.2) düĢmüĢtür. 1999 yılı nüfus sayımında ise sayıları 13.100‟e (%0.2) ulaĢmıĢtır. Kürtler bu gün Azerbaycan‟da yaĢayan halklar için Anayasa‟da belirlenen tüm haklara sahipler. I. Lezgiler Azerbaycan coğrafiyasında Kafkas dilli halklar arasında Lezgiler önemli bir yer iĢgal etmekteler. Lezgiler Azerbaycan‟ın Gusar, Haçmaz, Göyçay, Gebele, Oğuz, Ġsmayıllı rayonlarında toplu halde yaĢarlar. Lezgilerin babalarının isimlerine I. yüzyılda yaĢamıĢ Strabon‟un “Coğrafya” adlı eserinde rastlanmaktadır. Lezgiler kadim Albanya‟da yaĢayan “legi/legiler” tayfasının devamcılarıdırlar ve Kafkasya‟nın yerli halkıdırlar.31

352

1926 yılı nüfus sayımına göre Azerbaycan‟da 37.300 Lezgi yaĢamaktaydı. 1970 yılında bu sayı 137.300‟e yükselmiĢtir. 1989 sayımında ise Lezgiler 171.400‟le (%2.4) Azerbaycan nüfusu içerisinde 4. sıraya yükselmiĢtir. Son 1999 yılı sayımında ise Lezgiler Azerbaycan Türklerinden sonra Azerbaycan‟da ikinci büyük etnik unsuru oluĢturmaktalar [178.000 (%2.2)]. Azerbaycan‟da nüfuslarının çokluğu ve geniĢ bir araziye yayılıĢları bazı Lezgi milliyetçilerinde (özellikle Rusya arazisinde yaĢayan Lezgilerde) “Lezgistan Devleti” kurma hevesini uyandırmıĢtır. Bu amaçla Rusya‟da yaĢayan bir grup Lezgi “Sadval” adı altında milliyetçi bir harekat oluĢturmuĢlardır. Bu harekat 1992 yılında Rusya Devleti tarafından da tanınmıĢtır. Harekat devlet tarafından tanındıktan sonra kendinde güç bularak Rusya ve Azerbaycan arazisinde Lezgilerin yaĢadıkları toprakları birleĢtirme yoluyla Lezgistan Devleti kurma planlarını açıklamıĢlardır. Bu durum karĢısında Rusya Devleti Haziran 1993 yılında harekatın faaliyetinin tanındığı 969. kararı kaldırmıĢtır. Yasal olarak tanınmamakla beraber “Sadval” harekatı bugün de Lezgilerin yaĢadıkları bölgede milliyetçi faaliyetini sürdürmektedir. Fakat, bu faaliyet ne Azerbaycan ne de Rusya‟da yaĢayan Lezgiler tarafından sıcak karĢılanmamaktadır. Bugün Azerbaycan‟da faaliyetini sürdüren “Samur” Lezgi Kültür Merkezi Lezgilerin maddi ve manevi değerlerini araĢtırmada önemli bir merkezdir. Merkezin “Samur” adlı gazetesi faaliyetlerini geniĢ çapta okuyucularına duyurmaktadır. Gusar rayonunda açılan Lezgi Devlet Dram Tiyatrosu Lezgi ve Azerbaycan dillerinde oyunlar hazırlamaktadır. Lezgilerin toplu yaĢadıkları bölgelerde 1-4. sınıflarda Lezgi dilinde dersler verilmektedir. “Aras” radyosunda Lezgi dilinde haftada iki gün 15‟er dakikalık program sunulmaktadır. Lezgiler Azerbaycan coğrafyasının yerli halkı olarak Azerbaycan‟ı doğma vatanları olarak görmekteler. İ. Avarlar Avarlar Kafkas halklarının Lezgi dil grubuna dahiller. Azerbaycan‟ın Balaken ve Zagatala rayonlarında yaĢarlar. Avarlar XVII-XVIII yüzyıllarda Azerbaycan‟a Dağıstan‟dan göç etmiĢlerdir. Göç etmelerine sebep Azerbaycan‟da tarım için geniĢ toprakların varolması olmuĢtur.32 Avarlar Ġslam dinini kabul etmiĢlerdir. Azerbaycan‟dakı nüfus sayımlarına göre Avarları sayı Ģöyle değiĢmektedir: 1897 yılında 7.400, 1926 yılında 19.100, 1959 yılında 17.300, 1979 yılında 36.000 (%0.6) 1989 yılında 44.100 (%0.6). Son 1999 yılı nüfus sayımına göre ise Azerbaycan‟da 50.900 (%0.6) Avar yaĢamaktadır. Avarların yaĢadıkları bölgelerde ilköğretimde Avar dili eğitimine baĢlanmıĢtır. “ġeyh ġamil” adlı kültür cemiyetleri faaliyetini sürdürmektedir. Azerbaycan Devleti vatandaĢı olarak Avarlar anayasada tanınan siyasi, ekonomik ve kültürel haklara sahipler.

353

J. Udiler Azerbaycan‟ın Kafkas dillerinin Lezgi grubuna dahil yerel etnik unsurlardan biri de Udilerdir. Udiler günümüzde dünyada ancak Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin Gebele rayonunun Nij köyünde ve az sayıda da Oğuz rayonunda yaĢamaktalar. Udiler eski Albanya‟da yaĢayan 26 tayifeden biridir. Yani Azerbaycan‟ın en eski etnik unsurlarındandır.33 Ġslam dininden önce Udilerin bir kısmı GüneĢe, Aya taparken, bir kısmı da Hıristiyanlığı kabul etmiĢtir. VII. yüzyılda Ġslam dininin bölgeye yerleĢmesiyle Udilerin bir kısmı ĠslamlaĢırken, bir kısmı da Hıristiyanlığa devamda karar kılmıĢlardır. Hıristiyanlığa devamda karar kılan Udilerin bir kısmı Ermeni Grigoryan kilisesinin etkisiyle Grigoryanlığı kabul edip aynı zamanda ErmenileĢirken, diğer bir kısmı ise Ortodoksluğu Gürcülerden kabul ederek GürcüleĢmiĢlerdir. Azerbaycan‟da yaĢayanlar ise kendi maddi ve manevi değerlerini koruyarak yaĢamlarına devam etmiĢlerdir. Udilerin sayısında 1979 yılından 1989 yılına kadar devam eden artıĢ [5.800‟den (%0.1) 6.100‟e (%0.1)]

1999 yılı nüfus sayımında azalma göstermiĢtir [4.100 (%0.05)]. Bu da her Ģeyden önce

Azerbaycan-Ermenistan SavaĢı sebebiyle ErmenileĢmiĢ-GrigoryanlaĢmıĢ Udilerin buralardan göç etmeleriyle açıklanabilir. Günümüzde Udilerin “Orayin” (Bulak) Kültür Merkezleri faaliyet göstermektedir. Devlet yönetiminde, ekonomik ve kültürel hayatta diğer etnik unsurlarla eĢit haklara sahipler. K. Sahurlar Sahurlar Azerbaycan‟ın Kafkas dil ailesinin Lezgi grubuna dahiller. Sahurlar Azerbaycan‟ın Zagatala ve Gah rayonlarının birkaç köyünde yaĢamaktalar. Sahurların tarihen yaĢadıkları yer Kafkasya olmuĢtur. Sahurların kökeni bir varsayıma göre Güney Dağıstan‟da bulunmuĢ Alban kabilesi civarlarından gelmektedir.34 Birkaç yüzyıl önce Dağıstan‟dan Azerbaycan‟a göç etmiĢlerdir. Arapların bu bölgeleri ele geçirmeleri ile Sahurlar Ġslam dinini kabul etmiĢlerdir. Sahurların sayısı nüfuz sayımlarına göre Azerbaycan‟daki durumları Ģu Ģekildedir: 1926 yılında 15.600, 1939 yılında isimleri ayrıca kayıt edilmemiĢtir, 1959 yılında 2.900, 1979 yılında 8.500, 1989 yılında 13.300 ve son sayım olan 1999 yılı nüfus sayımına göre 15.900 (%0.2). Bugün Azerbaycan‟da Sahur Kültür Merkezleri faaliyetini sürdürmekte, Sahur dili okullarda öğretilmektedir. L. Ukraynalılar Slav kökenli olan Ukraynalılar Azerbaycan‟da uzun süre Rus kimliği altında “gizlendikten” sonra 1979 yılı nüfus sayımında kendi kimlikleriyle kayıt olmayı tercih etmiĢlerdir (26.400, %0.4). 1999 yılında son nüfus sayımında sayıları 29.000‟e (%0.4) ulaĢmıĢtır. Azerbaycan‟a yerleĢmeleri Ruslarla aynı döneme rastlar.

354

Ukraynalılar Azerbaycan‟da ordu kuruculuğuna yardımda bulunmuĢlardır. Bu gün Ukrayna asıllı General TimoĢenko, Azerbaycan Milli Meclisi‟nin üyesidir. Azerbaycan‟da bulunan Ukraynalılar, Azerbaycan ile Ukrayna arasındaki ekonomik, siyasi ve kültürel iliĢkilerin geliĢtirilmesinde önemli rol oynamaktadırlar. M. Tatarlar Azerbaycan‟da Kırım, Kazan, Nogay ve Astrahan Tatarları yaĢamaktadır. Tatarların sayısı 1979 yılı nüfus sayımında 31.400 (%0.5) olarak tespit edilmiĢtir. Bu sayı 1989 yılında azalmakla beraber (28.600, %0.4) 1999 yılında yeniden artıĢ göstererek 30.000‟e (%0.4) ulaĢmıĢtır. Tatarların Azerbaycan‟da görünmeleri Safevi-Osmanlı savaĢı dönemine rastlamaktadır. O zamanlar Tatarlar Osmanlı ordusu tarafında savaĢıyorlardı. Tatarların bu Ģekilde Azerbaycan ile ilk tanıĢması sonraki yüzyıllarda -özellikle de XX. yüzyıl baĢlarında- sanayi Ģehri olan Bakü‟ye göçleri ile devam etmiĢtir. Bakü‟de “Tugun tel” Milli Kültür Merkezleri faaliyet göstermektedir. Her yıl milli bayramları “Saban Toy”u kutlamaktalar. N. Diğer Etnik Unsurlar Azerbaycan‟da yapılan son nüfus sayımında Diğer Milletler adı altında yukarıda haklarında bahsettiğimiz etnik gruplar dıĢında kalan azınlıklar kaydedilmektedir. Adı diğer milletler adı altında umumileĢtirilen azınlıklar aĢağıdakilerdir: Özbekler, Kazaklar, Litvanyalılar, Latviyalılar, Moldovyalılar, Estonyalılar, Kırgızlar, Tacikler, Türkmenler, Abhazlar, Agullar, Buryatlar, İnguşlar, Kabardinler, Komiler, Kumıklar, Mariler, Nogaylar, Çeçenler, Çuvaşlar, Çerkezler, Gagavuzlar, Araplar, Afganlar, Bulgarlar, Macarlar, Yunanlar, Viyetnamlılar, Koreliler, Kubalılar, Almanlar, Farslar, Polonyalılar, Uygurlar vs. Bu sıralananların bazıları çok eski dönemlerde göç yoluyla, ticaret etmek amacıyla, evlilik yoluyla buralara yerleĢmiĢlerdir. Azerbaycan‟da sayıları çok az olmasına rağmen kaydedilmesi gereken 3 azınlık daha vardır. Bunlar Hınalıklar, Buduglar ve Grızlardır. Azerbaycan‟ın en kadim ahalisi olan bu halklar Guba rayonun ayrı ayrı köylerinde yaĢamaktalar. Ġslam Dini‟nin Sünni mezhebine dahiller. Hınalıklar dünyada bir tek Guba rayonunun Hınalık köyünde yaĢarlar. En son 1926 yılı nüfus sayımında kayıt olunmuĢlardır ve sayıları 1.448 olmuĢtur ki, bunun da sadece 100‟ü kendini Hınalıklı yazdırmıĢtır. Diğer kısmı ise kendilerini Azerbaycanlı olarak kaydetmeyi “tercih” etmiĢler. 35 Buduglar esasında Guba rayonunun Buduk köyünde yaĢamaktaydılar. Fakat, XIX. yüzyılda diğer köylere de yayılmıĢlardır. Sayıları 1926 yılı sayımına göre 1993 kiĢidir. Buduglar bugün Azerbaycan‟ın farklı bölgelerinde yaĢamakta ve sayılarının 15.000 olduğu tahmin edilmektedir. 36

355

Grızlar Guba rayonunun Grız köyünde yaĢamaktaydılar. Fakat, onlar da Buduglar gibi XIX. yüzyılda diğer köylere yayılmıĢlardır. Sayıları 1926 yılında 2.600 idi. Hınalık, Budug ve Grızlar 1999 yılı nüfus sayımında ayrıca kayıt olunmasalar da Azerbaycan‟ın yukarıda belirtilen yaĢayıĢ bölgelerinde yaĢamlarını sürdürmekte, kültürlerini yaĢatmakta ve Azerbaycan‟ın siyasi, ekonomi ve sosyal hayatında rol almaktalar. Sonuç Azerbaycan coğrafyasında 20‟den fazla etnik unsurun yaĢadığı tarihi bir gerçekliktir. Buranın yerli halkı olan veya sonradan gelip buralara yerleĢen etnik unsurlar Azerbaycan‟ı kendilerine bir vatan olarak görmekteler. Azerbaycan devletinin uyguladığı milli politika burada yaĢayan tüm etnik unsurların kendilerini demokratik Ģekilde ifade edebilme esasına dayanan Azerbaycancılık düĢüncesini içermektedir. Bu Azerbaycancılık düĢüncesiyle de yine oluĢturulmak istenen etnik unsurlarının kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir cemiyette “Azerbaycan Halkı” anlayıĢıdır. Bugün Azerbaycan‟da yaĢayan tüm etnik unsurların dillerini, tarihlerini, edebiyatlarını, âdetananelerini, bir sözle maddi ve manevi değerlerini araĢtırma, öğrenme ve öğretme haklarına sahipler. Bu haklar etnik unsurların aralarındaki saygılar esasında geliĢmektedir. Etnik unsurların toplu olarak yaĢadıkları bölgelerde yerel etnik unsurun dilleri okullarda öğretilmekte, dillerinde kitaplar ve gazeteler yayınlanmakta, televizyon ve radyo programları hazırlanmakta, kültür merkezleri faaliyetlerini sürdürmekteler. Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaĢları olarak Anayasayla belirlenen tüm haklara sahipler. Azerbaycan coğrafyasında yaĢayan millet, milli azınlık, etnik grup ve azsayılı halkların birliği, mücadelesi sayesinde 1991 yılında yeniden bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti, yine bu etnik unsurların hür ve özgürlüğünü, birlik ve beraberliğini ifade eden Azerbaycancılık ve “Azerbaycan Halkı” anlayıĢıyla dünyanın hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik devletleri arasında yerini alacaktır.

1 1992 yılında dünyada 6528 dilin konuĢulduğu hesaplanmıĢtır. Bu konuda geniĢ bilgi için bkz.: Tümertekin, E., Özgüç, N., BeĢeri Coğrafya “Ġnsan-Kültür-Mekan”, antay Kitabevi, Ġstanbul 1997, s. 163. 2 Literatürde çoğu zaman milli azınlık, etnik azınlık ve azsayılı halk terimleri yerine göre yanlıĢ kullanılmaktadır: milli azınlığa etnik azınlık, etnik azınlığa azsayılı halk, azsayılı halka millet terimleri yakıĢtırılmaktadır. Etnik unsurların doğru terimlerle adlandırılmaması bu unsurların kendi kendilerini doğru tanıma ve tanıtmalarında da sorunlar yaĢanmasına neden oluyor. Bundan dolayı da bu terimleri kısaca açıklamakta yarar vardır:

356

Milli Azınlık: Bir ülkede, devlette nüfusun çoğunu oluĢturan milletten sonra azınlıkta kalanları içermektedir. Etnik Azınlık: Ayrı ayrı halk ve milleti oluĢturan etnik birlikten kopmuĢ, etnik prosesler zamanı kendine has forma ve anlam kazanan etnik kurumlardır. Azsayılı Halk: Bir bölgede toplu halda yaĢayan ve kendilerinin bu toprağın yerel etnik unsuru olduklarına inananları içermektedir. Bu tanımlamalar için bkz.: GemerĢah Cavadov, Azerbaycan‟ın Azsayılı Halkları ve Milli Azınlıklar, Bakü 2000, s. 9. 3 Tarihi Azerbaycan coğrafyası Güneyde Urmiya Gölünden Küzeyde Derbent‟e, Doğuda Hazar Denizi ve Batıda günümüz Ermenistan‟ını da içine alan bir mekanı ifade etmektedir. Yazıda Azerbaycan coğrafyasının günümüz Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları içindeki kısmından bahs edilmektedir. 4 Azerbaycan Türkleri‟nin adının Azerbaycanlılar olarak değiĢtirilmesi konusunda geniĢ bilgi için bkz.: Elnur Ağayev, Sovyet Ġdeolojisinin Azerbaycan Tarihçiliğine ve Tarih Eğitimine Etkisi, Hacettepe Üniversitesi Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkîlap Tarihi Enstitüsü (YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2000, s. 28-29. 5 Ġstoriya Azerbaydjana-Kratkiy Oçerk (S DrevneyĢiy Vremen Do XIX Veka), Podgotovlen Kollektivom Nauçnım Rabotnikov Ġnstituta Az. Fan., Bakü 1941, s. 19. 6 Azerbaycan Türklerinin kökenlerinin Medya-Atropatenalara dayandığı görüĢünü yukarıda da ifade edildiği gibi Sovyet yöneticileri ortaya atmıĢlardır. Bu görüĢ daha sonra Ġstoriya AzerbaydjanaKratkiy Oçerk (S DrevneyĢiy Vremen Do XIX Veka), Podgotovlen Kollektivom Nauçnım Rabotnikov Ġnstituta Az. Fan., Bakü 1941, “Oçerk Po Ġstori Azerbaydjana (S DrevneyĢiy Vremen Do Kontsa XIX Veka)”, Ġzvestiya Akademi Nauk Azerbaydjanskoy SSR, no. 1, 5, Bakü 1946, Ġstoriya Azerbaydjana, Bakü, 1958 eserlerinde geliĢtirilmiĢtir. Bu konuda ayrıca bkz.: Ağayev, a.g.t., s. 28-29; Ġgrar Aliyev, Oçerk Ġstorii Atropatenı, Bakü 1989, s. 4. 7 Leviatov V. N., Oçerki Po Ġstorii Azerbaydjana v XVIII veke, Bakü 1948, s. 149. 8 PetruĢevski Ġ. P., Oçerki Po Ġstorii Feodalnich OtnoĢeniy v Azerbaydjane i Armenii v Naçale XIX vv., Leningrad 1949, s. 52. 9 Ġgrar Aliyev, Dağlık Karabağ: Tarih, Faktlar, Hadiseler, Bakü 1989, s. 82. 10

Bu konuda geniĢ bilgi için bkz.: Farida Mamedova, Politiçeskaya Ġstoriya i

Ġstoriçiskaya Geografiya Kafkazskoy Albanii (III Do n.e.-VIII v.n.e.), Bakü, 1986, s. 246. 11

Bu konuda daha geniĢ bilgi için bkz.: Yusufov Y. B., Ob Aktualnıh Problemah

Etniçeskoy Ġstorii Azerbaydjana, Bakü 1988.

357

12

Bu konuda geniĢ bilgi için bkz.: Elnur Ağaoğlu, “Ermenilerin Azerbaycan Topraklarını

ĠĢgali ve Azerbaycanlıların Soykırımı Günü”, Yeni Türkiye Dergisi Ermeni Sorunu Özel Sayısı, Sayı: 38 (Mart-Nisan 2001), s. 1031-1033. 13

Sovyet dönemi nüfus sayımı uygulamalarında bölgedeki ana etnik unsurun sayısını

artırmak için daha az sayıda olan etnik azınlığın kimliği çoğunluk hesabına gizletiliyor veya kalıntı düzeyinde bırakılıyordu. Bu uygulama Sovyetlerin ilk dönemlerinde pek görülmemektedir. Özellikle Sovyet yönetiminin yerleĢip ve güçlenmesinden sonra bu uygulamaya geniĢ Ģekilde rastlanmaktadır. 14

Rayon Sovyet sisteminde bir idari taksimat bölgesi olup, tam olmasa da, Türkiye idari

yapılanmasında daha çok “il”e uygun düĢmektedir. Azerbaycan‟da Ģimdi de bu terim kullanılmaktadır. 15

Veli Aslanov, “Ahıska Türklerini Mehv Olmag Tehlikesi Gözleyirmi?”, Azerbaycan

Gazetesi, 3 Ġyun 1993. 16

Azerbaycan Tarihi, cilt 1, Bakü 1961, s. 147.

17

Ġsmailzade D., Güney Kafkasya‟da Rus Hıristiyanlığı, Moskova 1982, s. 34.

18

Rasim Musabeyov, “Azerbaycan‟daki Etnik Azınlıklar”, Avrasya Dosyası Azerbaycan

Özel Sayısı, cilt 7, sayı 1, Ġlkbahar 2001, s. 180. 19

Tadeusz Swietochowski, Müslüman Cemaaten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycan‟ı

1905-1920, Ġstanbul 1988, s. 26. 20

Ġgrar Aliyev, Dağlık Karabağ…, s. 84.

21

Aliyev, Dağlık…, s. 85.

22

ReĢid GöyüĢov, Karabağın GeçmiĢine Seyahat, Bakü 1993, s. 75.

23

Bkz.: O Natsionalnım Sostave Naseleniya Azerbayrjanskoy SSR-Gosudarstvennıy

Komitet Azerb. SSR po Statistike, Bakü 1990, s. 5-6. 24

Bu konuda geniĢ bilgi için bkz.: Cavadov, a.g.e., s. 232

25

Giyaseddin Geybullayev, K Etnogenezu Azerbaydjantsev, Bakü, 1991, s. 169.

26

Cavadov, a.g.e., s. 231.

27

Hebil Hebilov, Azerbaycan Etnografyası, Bakü, 1991, s. 37; ReĢit Bey Ġsmayılov,

Azerbaycan Tarihi, Bakü, 1993, s. 25. 28

Ġsmayılov, a.g.e., s. 25

29

Geybullayev, a.g.e., s. 360-361; Hebilov, a.g.e., s. 38.

30

Aristova T., “Ġstoriya Vozniknoveniya Sovremennıh Kurdskih Seleniy v Zakafkaze”,

Sovetskiy Etnografya, no. 2, 1962, s. 39. 31

Geybullayev, a.g.e., s. 166.

358

32

Cavadov, a.g.e., s. 288,

33

Geybullayev, a.g.e., s. 142-143.

34

Giyaseddin Geybullayev, Toponomiya Azerbaydjan, Bakü 1986, s. 85.

35

Cavadov, a.g.e., s. 175.

36

Buduglu-Piriyev V., Budug ve Buduglular, Bakü 1994, s. 14.

“Oçerk Po Ġstori Azerbaydjana (S DrevneyĢiy Vremen Do Kontsa XIX Veka)”, Ġzvestiya Akademi Nauk Azerbaydjanskoy SSR, no. 1, 5, Bakü 1946. Ağaoğlu Elnur, “Ermenilerin Azerbaycan Topraklarını ĠĢgali ve Azerbaycanlıların Soykırımı Günü”, Yeni Türkiye Dergisi Ermeni Sorunu Özel Sayısı, Sayı: 38, (Mart-Nisan 2001). Ağayev Elnur, Sovyet Ġdeolojisinin Azerbaycan Tarihçiliğine ve Tarih Eğitimine Etkisi, Hacettepe Üniversitesi Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkîlap Tarihi Enstitüsü (YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2000. Aliyev Ġgrar, Dağlık Karabağ: Tarih, Faktlar, Hadiseler, Bakü 1989. Aliyev Ġgrar, Oçerk Ġstorii Atropatenı, Bakü 1989. Aristova T., “Ġstoriya Vozniknoveniya Sovremennıh Kurdskih Seleniy v Zakafkaze”, Sovetskiy Etnografya, no. 2, 1962. Aslanov Veli, “Ahıska Türklerini Mehv Olmag Tehlikesi Gözleyirmi?”, Azerbaycan Gazetesi, 3 Ġyun 1993. Azerbaycan Tarihi, cilt 1, Bakü 1961. Buduglu-Piriyev V., Budug ve Buduglular, Bakü 1994. Cavadov GemerĢah, Azerbaycan‟ın Azsayılı Halkları ve Milli Azınlıklar, Bakü 2000. Geybullayev Giyaseddin, K Etnogenezu Azerbaydjantsev, Bakü 1991. Geybullayev Giyaseddin, Toponomiya Azerbaycan, Bakü 1986. GöyüĢov ReĢid, Karabağ‟ın GeçmiĢine Seyahat, Bakü 1993. Hebilov Hebil, Azerbaycan Etnografyası, Bakü 1991. Ġsmailzade D., Güney Kafkasya‟da Rus Hıristiyanlığı, Moskova 1982. Ġsmayılov ReĢit Bey, Azerbaycan Tarihi, Bakü 1993. Ġstoriya Azerbaydjana, Bakü 1958. Ġstoriya Azerbaydjana-Kratkiy Oçerk (S DrevneyĢiy Vremen Do XIX Veka), Podgotovlen Kollektivom Nauçnım Rabotnikov Ġnstituta Az. Fan., Bakü 1941. Leviatov V. N., Oçerki Po Ġstorii Azerbaydjana v XVIII veke, Bakü 1948.

359

Mamedova Farida, Politiçeskaya Ġstoriya i Ġstoriçiskaya Geografiya Kafkazskoy Albanii (III Do n.e.-VIII v.n.e.), Bakü 1986. Musabeyov Rasim, “Azerbaycan‟daki Etnik Azınlıklar”, Avrasya Dosyası Azerbaycan Özel Sayısı, cilt 7, sayı 1, Ġlkbahar 2001. PetruĢevski Ġ. P., Oçerki Po Ġstorii Feodalnih OtnoĢeniy v Azerbaydjane i Armenii v Naçale XIX vv., Leningrad 1949. Swietochowski Tadeusz, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycan‟ı 19051920, (ev. Nuray Mert), Ġstanbul 1988, Tümertekin, E., Özgüç, N., BeĢeri Coğrafya “Ġnsan-Kültür-Mekan”, antay Kitabevi, Ġstanbul 1997. Yusufov Y. B., Ob Aktualnıh Problemah Etniçeskoy Ġstorii Azerbaydjana, Bakü 1988.

360

D. Dil, Edebiyat ve Basın Azerbaycan Türkçesi / Yrd. Doç. Dr. GülĢen Seyhan AlıĢık [s.227-243] Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye Azerbaycan Adının Kökeni Azerbaycan‟ın adı Büyük Ġskender‟in hizmetine giren (M.Ö. 328) ve Ġskender‟in ölümü üzerine, onun adına Media‟nın (Media Minör) kimi vilayetlerinin idaresini üstlenen Ahemeni (Kiyâniyan) komutanı Atropates‟in adından kaynaklanmaktadır. Atropates‟in Güney Azerbaycan‟da kurduğu devlet de Yunanca Atropatane “Atropates‟in ülkesi” olarak adlandırılmıĢtır. Arapçada, g>c değiĢikliği ile Azarbayc#n, Ermenicede Atrapatakan, Orta Farsçada Aturpatakan biçiminde söylenen sözcüğün Arapça biçimi Farsça ve Türkçeye yerleĢmiĢtir. Bu sözcük üzerine halk köken bilimi (folk etymologie) yakıĢtırmaları da yapılmıĢtır: Pehlevîce #zar “ateĢ”+bayg#n “muhafız”, #zer “ateĢ”+ #b#d-g#n “yurt” sözcüklerinden türediği ya da Azarb#d Bîvaresf kiĢi adına bağlanması görüĢleri bu türdendir. Azerbaycan‟ın TürkleĢmesi Azerbaycan‟ın özellikle bugünkü Kuzey Azerbaycan‟ın yoğun bir biçimde Türkler tarafından iskânı MelikĢah‟ın beğlerinden ġadtekin‟in l076‟da Az. topraklarına yaptığı seferle gerçekleĢmiĢtir.1 Yüzyıllarca Arap sülâlelerinin egemenliğinde kalan Az.‟da l0. yy.‟dan sonra Türkler hâkim olmuĢlardır. Yüzyıllardan beri değiĢik kültürlere beĢiklik yapmıĢ olan Azerbaycan‟ın soy birliği sağlaması ve kalabalık bir Türk yurdu hâline gelmesi bu döneme rastlar. Azerbaycan‟a yerleĢen Türk boyları arasında kuzeyden gelen Kıpçaklar da var idi. 1146‟da Azerbaycan‟da bağımsızlık ilân eden Atabekler de Kıpçak boyu idi. (1146-1227) 13. yy.‟da HarzemĢahlar (HarezmĢahlar) çağında Azerbaycan topraklarına yeni Türk boyları da yerleĢmiĢtir. Sırasıyla Ġlhanlılar, Safeviler, Karakoyunlular ve Akkoyunluların devlet kurdukları bu Türk yurdunda l7. yy.‟dan sonra, küçük hanlıklar yönetimi ele almıĢlardır. l8. yy.‟ın sonu l9. yy.‟ın baĢlarından itibaren Ruslar Az.‟a girmiĢler, sonunda Rusya ile Ġran arasında yapılan Gülistan (1813) ve Türkmençay (22 ġubat 1828) AntlaĢmalarıyla Kuzey Azerbaycan; Rus, Güney Azerbaycan ise; Ġran egemenliğine girmiĢtir. l9. yy.‟da baĢlayan Türkçülük hareketleri bütün Az.‟da etkili olmuĢ ve bu geliĢmeler sonucunda, l9l8 yılında “Azerbaycan Cumhuriyeti” kurulmuĢ ise de 28 Nisan l920‟de tekrar Rus (Sovyet) hâkimiyetine girilmiĢ, Azerbaycan SSC kurulmuĢtur. 12 Mart 1922‟de Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile birlikte Transkafkasya SSC‟nin bir üyesi durumuna getirilmiĢ, 5 Aralık 1936‟da bu federasyon dağılmıĢ ve bütün ülkeler, Eski SSCB‟nin bir üyesi olmuĢlardır. Sovyetler Birliği‟nin dağılmasından sonra, 30 Ağustos 1991‟de Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilân etmiĢ, 7 Haziran 1992‟de yapılan ilk demokratik seçim sonucunda, Ebulfeyz Elçibey Devlet BaĢkanı seçilmiĢtir.

361

Güney Az.‟da da Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın bitiminde kısa ömürlü millî bir hükûmet kurulmuĢtur. Azerbaycan Coğrafyası ve Nüfusu Kuzey ve Güney Azerbaycan‟ın toplam yüzölçümü 192.752 km2‟dir. Azerbaycan Cumhuriyeti, Nahçivan ve Dağlık-Karabağ bölgesini de içine alan 86.800 kilometrekarelik bir coğrafî alana sahiptir. Doğuda, Hazar Denizi; kuzeybatıda, Gürcistan; güneyde Ġran; güneybatıda ise Ermenistan ile çevrilidir. BaĢkenti Bakü‟dür. Nüfus, Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan itibaren, sürekli artıĢ göstermiĢ ve günümüzde Azerbaycan Cumhuriyeti‟nin nüfusu, 7.558.000 olarak saptanmıĢtır. Güney Az. ise, kuzeyden Aras nehri ve Hazar Denizi kıyılarına kadar uzanan TalıĢ Dağları, batıdan Türkiye, doğudan Hazar Denizi ve Ġran‟ın Gilan vilayetiyle çevrelenmiĢ, 105.952 kilometrekarelik bir alana yayılmıĢtır. Güney Az. doğu ve batı olmak üzere, iki yönetim bölgesine ayrılmıĢtır. Doğu Azerbaycan‟ın merkezi, eskiden beri Tebriz‟dir, Erdebil, Meraga ve Merend önemli Ģehirleridir. Batı Azerbaycan‟ın merkezi, Urmiye‟dir, diğer önemli Ģehirleri ise Miyândab, Mehâbâd, Hoy ve Mâkû‟dur. Toplam nüfus, 12.630.681‟dir. Irak‟taki Türk nüfusu ise, 1.0843.71‟dir (BirleĢmiĢ Milletler, 1995 Resmi Kayıtları). Yarı göçebe olarak hayatlarını sürdüren AfĢarlar; ġiraz, Isfahan, Urmiye ve Afganistan‟da Kâbil yakınlarında yerleĢik olup, nüfusları ise, 45.000 dolayındadır. KaĢkayların sayısı ise, 400.000 dolayındadır, yaylak-kıĢlak kültürünü devam ettirirler, Ġran‟ın Fars eyaletinde ve ġiraz‟da yoğun olarak bulunurlar.2 Bu resmî nüfus istatistiklerine baĢta Gürcistan olmak üzere, diğer bölgelerdeki Azerbaycan Türklerinin sayısı da eklenecek olursa, yaklaĢık yirmi beĢ milyonluk Azerbaycan Türk nüfusundan söz edilebilir. Azerbaycan Türkçesi Azerbaycan Türkçesinin Yazımı Türkçe gibi yazıya geçirildiği dönemlerden beri, sürekli olarak alfabe değiĢikliğine uğramıĢ bir dil daha yoktur. Türkçede görülen alfabe değiĢiklikleri, geçirilen dinî, siyasî ve coğrafî farklılıklar ile bağlantılıdır. Türk yazı geleneği, Köktürk (Göktürk) yazısı ile baĢlar (7-9. yy.), bunu Uygur, Mani, Brahmi, Soğd, Lâtin (Ġlk kez Kuman Türkleri tarafından kullanılmıĢtır, Codex Cumanicus 1303) Ġbranî, Süryanî, Ermenî, Arap (10. yy.‟dan sonra), Lâtin (ilk kez Yakut Türkleri tarafından 1917‟de kullanılmıĢtır) ve Slav kökenli yazılar izlemiĢtir.3 Günümüzde ise; Lâtin, Kiril ve Arap alfabeleri eĢ zamanlı olarak ayrı Türk yazı öbekleri tarafından kullanılmaktadır. Azerbaycan Türkçesinin yazımı için 1922 yılına kadar Arap kökenli alfabe kullanılmıĢtır. Günümüzde ise, Azerbaycan Cumhuriyeti‟nde Lâtin ve Kiril, Güney Azerbaycan ve Irak‟ta ise Arap kökenli alfabe kullanılmaktadır. Azerbaycan‟da 19. yy.‟ın ikinci yarısında aydınlar arasında ana dili bilincinin oluĢması sonucunda dil ve yazı kavramları değiĢik yönleri ile tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. Alfabe konusunda ilk

362

ciddî çalıĢma, Mirza Fethali Ahundzâde (1812-1878) tarafından yapılmıĢtır. Ahundzâde, Ġslâm dünyasının geri kalıp cehâlete boğulmasını, yazılması ve okunması zor olan Arap alfabesine bağlamaktadır. Mirza Fethali Ahundzâde, yazıyı Az. Tü.‟nin ses bilgisine uygun biçime getirmek için, Arap kökenli alfabeyi kökünden iyileĢtirmeye çalıĢmıĢ ve bu yolda hazırladığı Farsça bir taslağı, Türk, Ġran ve Rusya Devleti‟nin ilgili komisyonlarına göndermiĢtir. M. Fethali Ahundzâde, söz konusu taslak için Osmanlı Devleti‟nden hiçbir cevap alamayınca, l863‟te Ġstanbul‟a gelerek Cemiyyet-i Ġlmiyye-i Osmaniyye‟de, Münif PaĢa‟nın da hazır bulunduğu bir toplantıda hazırladığı taslağı sunar. Ancak taslak, okuma ve yazmayı pek kolaylaĢtırmadığı ve kitap basma iĢindeki güçlüklerden dolayı geri çevrilir. Edebiyat tarihçilerinin belirttiği gibi; Ahundzâde, Ġstanbul‟a Arap harflerinin kaldırılmasını teklif etmek için gelmemiĢtir. Ancak, l873 yılında Ġstanbul‟da çıkan Hakayık gazetesine gönderdiği mektupta, Lâtin harflerine dönülmesini arzu eder, ömrünün son yıllarında da Arap harflerinin kaldırılarak, Lâtin harflerinin kullanılmasını isteyen yazılar yayınlamıĢtır. Ahundzâde, gerçekleĢtiğini göremediği bu idealinin, hayata geçirilmesini gelecek nesillere vasiyet etmiĢtir: “… Bu iĢi, bu zehmet ve eziyyeti baĢa çatdırmağı gelecek nesle tapĢırdım.”4 l9. yy.‟ın sonunda, M. F. Ahundzâde‟nin bu ideali ciddî bir biçimde ele alınır. Ekinci gazetesi, Ahundzâde‟nin bu fikirlerini savunur. l905 yılından baĢlayarak, alfabe meselesi çeĢitli makalelerle tekrar gündeme getirilir.5 Celil Memmedguluzâde (1866-1932) baĢkanlığında Tiflis‟te çıkarılan Molla Nesreddin (siyasî, içtimaî mizah dergisi; 1906-1908 Tiflis, 1919-1921 Tebriz, 1922-1931 Bakü) yazarlarının en önemli konusu, alfabe ve dil reformu idi. Bu dergi, yalnız Kuzey Azerbaycan‟da değil, bütün Kafkasya ve Güney Azerbaycan‟da da etkili olmuĢtur.6 Benzeri geliĢmeler, aynı dönemde diğer Türk topluluklarında da görülmektedir. Özellikle alfabe değiĢikliği, ortak Türk alfabesi ve ortak yazı dili konuları üzerinde durulmaya baĢlanmıĢtır. Azerbaycan‟da; Hayat, Füyûzat, Teze Füyûzat, ġelâle, ĠrĢad, Açık Söz, Bahçesaray‟da; Tercüman gibi süreli yayınlar bunların en önemlileridir. Bu dergilerin yazarları, ortak Tük yazı dili oluĢturmaya çalıĢmıĢlardır. Belli baĢlı yazarlar; Hüseynzade Ali Bey, Ağaoğlu Ahmed, Hüseyin Cavid, Mehemmed Hâdi, Yusuf Bey Vezirof (emenzeminli) idi. Azerbaycan‟da alfabe meselesi ile ilgili iki ayrı görüĢ vardı: Birinci grup, Arap alfabesinin iyileĢtirilerek kullanılmasını, ikinci grup ise Lâtin kökenli bir alfabenin kabul edilmesini istiyorlardı. Uzun tartıĢmalar sonucunda, Lâtin harflerini esas alarak, yeni bir alfabe hazırlanması fikri, hem aydınlar hem de halk tarafından uygun görülür. Müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti (1918-1920) döneminde, Abdulla Bey Efendizade tarafından hazırlanan Lâtin esaslı alfabe taslağı, parlamentoda kabul edilmiĢ, aynı yıl “Son Türk Elifbası” adı ile Bakü‟de basılmıĢtır. Kısa ömürlü bu siyasî değiĢiklikten sonra, yeniden Sovyet egemenliği söz konusu olmuĢtur. l921 yılında Azerbaycan Halg Komisarları Saveti tarafından, yeni Azerbaycan alfabesini oluĢturmak üzere, “Elifba Komitesi” kurulmuĢtu. Bu komite tarafından Lâtin alfabesi esas alınarak hazırlanan, Az. alfabesi 1922 yılında kabul edildi ve uygulamaya kondu. 32 harften oluĢan bu

363

alfabede, Slav kökenli iki harf de kullanılmıĢtır. Elifba Komitesi, alfabenin yaygın biçimde kullanımını sağlamak üzere, bir dizi tasarı hazırlamıĢ ve bunları sırasıyla hayata geçirmiĢtir. Bunlardan ilki, yeni alfabe ile Yeni Yol (Jeni Jol) adlı haftalık gazete çıkarmak olmuĢtur. Ġlk sayısı 21 Eylül 1922‟de, “Heftelik, edebi, biteref Türk gazetesi” alt baĢlığı ile yayınlanmıĢtır. Burada dikkat çeken bir özellik de ana dili bilincinin Azerbaycan‟da yerleĢmesi sonucu, Türk adının yayın organlarında kullanılmaya baĢlanmasıdır. Bu dergiyi, Tiflis‟te çıkan Yeni Fikir (ġubat 1924), ĠĢıg Yol (Mart 1924) dergileri izledi. 28 ġubat 1924‟te, Tiflis Yeni Elifba Komitesi de kuruldu, böylece Gürcistan‟da yaĢayan Türkler arasında da Lâtin kökenli Türk alfabesi kullanılmaya baĢlanmıĢ oldu. l924 yılında bu alfabe, okullarda ve resmî yazıĢmalarda Arap alfabesinin yerini aldı. 1926 yılına gelindiğinde, Sovyet rejiminin de desteği ile yeni alfabenin kullanımı yaygınlaĢmıĢtır, örnek olarak; Yeni Yol gazetesinin baskı sayısı altı bine çıkmıĢ ve 1927-1928 öğretim yılında, yeni yazıyla öğretim zorunluluğu getirilmiĢtir. Böylelikle, Azarbaycan‟da yeni yazı sistemi tam anlamıyla yerleĢmiĢtir. 26 ġubat-6 Mart l926 tarihleri arasında, Bakü‟de Ġsmailiye Palas‟ta Semedağa Ağamalıoğlu baĢkanlığında ilk Türkoloji Kurultayı toplanmıĢtır.7 Bu toplantıya, bütün Türk yurtlarından bilim adamı ve yazarlar katılmıĢtır. Burada, bütün yönleri ile, alfabe meselesi görüĢülmüĢ, sonuçta karĢı düĢüncelere rağmen, çoğunluk Lâtin kökenli yeni alfabeyi onaylamıĢ ve bütün Türk boyları arasında bu alfabenin kullanılması tavsiye edilmiĢtir. “BirleĢdirilmiĢ Yeni Türk Elifbası” adı verilen bu alfabe 33 Rr, Ss, ġĢ, Tt, Uu, Vv, Xx, Yy, Zz, +=, „(Burada iki harf göstrilememiĢtir g (el yazısı ile küçük g), j (ortasında düz çizgi bulunan z). Bakü Kurultayı‟ndan sonra, Sovyetler Birliği‟nde yaĢayan diğer Türkler de (Özbekler, Kazaklar, BaĢkurtlar ve Türkmenler) yavaĢ yavaĢ yeni alfabelerini oluĢturmaya baĢladılar.8 Alfabe ile ilgili ikinci Kurultay, TaĢkent Kurultayı 17 Ocak 1928‟de TaĢkent‟te toplandı. Böylece Türk dünyasında alfabe ve dille ilgili problemler yeniden görüĢüldü.9 1928 yılında Türkiye‟nin de Lâtin kökenli alfabeyi kabulü ile Türk coğrafyasının büyük bir kısmında yazı birliği sağlanmıĢ oldu. Yazı birliğini, yazı dili birliğinin sağlanması konusundaki çalıĢmalar izledi. Bu dönemde Azerbaycan ve Türkiye arasında sıkı edebî iliĢkiler oluĢmuĢ, Azerbaycanlı yazarların bir kısmı Türkiye Türkçesine yakın bir dille yazmıĢlardır (Hüseyinâde Ali Bey, Hüseyin Cavid, Mehemmed Hâdi vb). Bütün Türkler için yazı ve dil birliği çabaları, Stalin baĢkanlığındaki Sovyet yönetiminin baskısı ile, 1937‟lerden sonra bütünüyle kesilmiĢtir. O kadar ki, Bakü Kurultayı‟na katılmıĢ olan bilim adamı ve yazarlar, Stalin‟in pan-Türkizm siyaseti gütmekle suçladığı ve cezalandırdığı kiĢiler olmuĢtur. Dilbilimci Bekir obanzade (1893-?) bunlardan yalnızca biridir. 1937 yılında Bakü Üniversitesi‟ndeki görevinden uzaklaĢtırılmıĢ ve Bakü‟den alınıp götürüldükten sonraki akıbeti bilinmemektedir. 10

364

Bütün Sovyet cumhuriyetlerinde Slav kökenli alfabenin kullanılması için, l939 yılında hükümet tarafından yapılan çalıĢmalar sonucunda bütün Türk yurtlarında kültürel çözülme yeniden baĢladı. Aynı yıl, Az.‟da bir alfabe komisyonu oluĢturuldu. Sonuçta, 32 harflik Slav kökenli bir alfabe taslağı hazırlandı. Bu taslak tartıĢılırken, iki ayrı görüĢ ileri sürüldü: Biri, Rus alfabesinin hiç bir değiĢiklik yapılmadan aynen kullanılması, diğeri ise, Az. Tü.‟nin, ses sistemine uygun slav kökenli yeni bir alfabenin oluĢturulması idi. GörüĢmelerden sonra 36 harf bir de apostroftan oluĢan yeni Az. alfabesi kabul edildi.11 Bu alfabenin uygulanması emri, Stalin‟in sağ kolu Azerbaycan Komunist Partisi Birinci Sekreteri Mir Cefer Bagirov tarafından, Yazarlar Birliği BaĢkanı Resul Rıza‟ya tebliğ edilmiĢ, bu hareketin karĢısında olan Resul Rıza aynı yıl bu görevden ayrılmak zorunda kalmıĢtır. Aslen Gürcü kökenli olan Stalin, Gürcülerin ve Ermenilerin kendi orjinal alfabelerini kullanmalarına izin vermiĢtir. l Ocak l940 yılından itibaren, Slav kökenli alfabe resmen kullanılmaya baĢlanmıĢır. 1947 yılında “y” harfi yerine Lâtin kökenli “j” harfi alfabeye dahil edilmiĢ; l958 yılında da Az. Tü.‟nin ses yapısına ters olan Rusça harfler alfabeden tamamen çıkarılmıĢtır. Aynı dönemde Güney Az.‟da ise Arap kökenli alfabe kullanılmıĢtır. Sovyet döneminde dil üzerindeki baskı yalnız alfabe ile sınırlı kalmamıĢ, buna paralel olarak, Türkçenin ana dili olarak geliĢmesi ve kullanılması da sınırlanmıĢtır. 1990‟lara kadar süren bu dönemde, Bütün Türk bölgelerinde iki dillilik (bilingualism) açmazı ortaya çıkmıĢ, hattâ kimi bölgelerde Rusça ana dili olarak Türkçenin yerini almıĢtır. Bu bölgelerde iki dillilik ana dilin zayıflamasına, ana dili kullanımının yalnız ev gibi özel ortamlarla sınırlanması sonucunda, ana dilinin yazı dili olarak ortak kullanımından sapmalar olmuĢ, böylelikle büyük dil öbekleri (lehçeler) ve küçük dil öbekleri (ağızlar) arasındaki ayrımların giderek çoğaldığı ve keskinleĢtiği gözlemlenmiĢtir. Hattâ bu lehçelerin ortak bir ağacın dalları olduğu gerçeği de unutturularak, baĢlarındaki Türk sözü kaldırılıp Özbek, Kazak, Tatar, Türkmen, Kırgız gibi ulusal diller yaratılmaya çalıĢılmıĢtır. Türkçe, Karayim Türklerinde görülen dil değiĢtirmeden (language shift) kaynaklanan dil ölümüne kadar, pek önemli sorunlarla yüzyüze bırakılmıĢtır.12 Sovyetler Birliği‟nin çöküĢünü takiben, 30 Ağustos 1991‟de, Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edilmiĢtir. Azerbaycan Parlamentosu‟ndan 24 Aralık 1991 tarihinde ilk geçen karar, Lâtin alfabesine geçiĢ ile ilgili olmuĢtur. Bu dönemde alfabe komisyonu oluĢturulmuĢ, tedrici olarak baĢlayan Lâtin alfabesi kullanımı giderek yaygınlaĢmıĢtır. Azerbaycan Devleti de Lâtin kökenli Azerbaycan alfabesini, resmî yazıĢmalarda kullanarak bu yeniliğe öncülük etmiĢtir. 1992 yılından itibaren, ilkokulların birinci sınıfında yeni alfabe ile eğitim yapılmaya baĢlanmıĢ, televizyon yayınlarında, reklâm pano ve tabelalarında da yaygın olarak yeni alfabe kullanılmıĢtır. Bununla beraber, süreli yayınların büyük bir bölümü Kiril alfabesi ile yayınlanmakta, yalnız baĢlıklarda Lâtin alfabesi kullanılmaktadır. 1 Ağustos 2001 tarihinde, resmî olarak basın ve yayında lâtin kökenli Azerbaycan alfabesinin kullanımı mecburiyeti getirilmiĢtir. Lâtin alfabesinin yaygınlaĢması, beraberinde Ana dili olarak, Azerbaycan Türkçesinin kullanımını da getirmiĢtir. Örnek olarak; bu bölgede iĢ yapan yabancı iĢverenler önceden kendilerine

365

Rusça çevirmen ararken, Ģimdi ilânlarını Azerbaycan Türkçesi ve Rusça olarak değiĢtirmiĢlerdir. Bugün Azerbaycan‟da Azerbaycan Türkçesi yazı dili olarak bütün alanlarda kullanılmaya ve kendisini geliĢtirmeye baĢlamıĢtır.13 Kuzey Azerbaycan‟daki bu değiĢiklikler, Güney Azerbaycan‟da yaĢanmamıĢ, hiç kesintiye uğramadan Arap alfabesi kullanılmıĢtır. Azerbaycan Türkçesi, Ġran‟da Lingua Franca olarak geniĢ bir coğrafyada kullanılmasına rağmen, resmî bir geçerliliği yoktur. Kezâ Irak‟ta da Arap alfabesi kullanılmaktadır, yazı dili olarak da Arapça geçerli dildir. Her iki Türk yurdunda da Türkçe yayın çok sınırlıdır bununla beraber, Bağdat‟ta aylık KardaĢlık dergisi ve haftalık Yurt gazetesi Türkçe olarak, Baas Rejiminin kontrolü altında çıkmaktadır. Bugün Türk bölgelerinde ortak alfabe ve ortak yazı dili arayıĢları sürmektedir. 18-20 Kasım 1991‟de, Ġstanbul‟da Milletlerarası ağdaĢ Türk Alfabeleri Sempozyumu düzenlenmiĢ, sonuç bildirisinde katılımcıların onayları ile, Lâtin kökenli ortak alfabe oluĢturulmuĢ ve kullanımı tavsiye edilmiĢtir.14 Azerbaycan Türkçesinin Türk Lehçeleri İçindeki Yeri Türkçenin,

Oğuz öbeğinin güneybatı koluna bağlı olan,

Az.

Tü.

çeĢitli biçimlerde

sınıflandırılmıĢtır: A. N. Samoyloviç (ses esasından hareketle /z/ öbeğinin /y/ bölümünün olmak kısmında (azak ya da adak>ayak, bolmak>olmak, kalgan>kalan, tag>dağ, taglık>dağlı değiĢiklikleri görülen öbek) değerlendirmiĢtir. Ayrıca A. N. Samoyloviç15 ve M. Räsänen‟e göre;16 Az. Tü., Selçuk Türkçesi, Türkiye Türkçesi, Rumeli Türkçesi, Tuna Türkçesi, Kırım Türkçesinin Oğuz kısmı, Türkmence ve Gagauzca ile birlikte Türkçenin güneybatı kolunu oluĢturur. Az. Tü.‟ni W. Radloff,17 Gy. Németh18 y- öbeğinin Karadeniz bölümünde, L. Ligeti19 Doğu Türkçesinin Oğuz öbeğinde, Muharrem Ergin Batı Türkçesinin doğu dâiresinde saymıĢlardır.20 Arat, dağlı ve cenup grubu, G. Doerfer,21 güneybatı veya Oğuz grubu ve Talât Tekin ise22 dağlı veya Oğuz grubunun Eal- alt grubu içerisinde değrlendirmiĢlerdir. Öbeklendirmelerde ayrı ayrı ölçütler kullanılmıĢtır, bunlara göre Az. Tü. I. Boy esasına göre: Oğuz, II. Bölge esasına göre: Günaybatı, III. Ses esasına göre: t->d, d >y, -E>ø, W->E- öbeği içinde değerlendirilmelidir. Kars, MuĢ ve kısmen Ağrı dolayında konuĢulan Karapak ağzı; Az. Tü.‟ni, T. Tü.‟ne, Türkmenistan‟daki Göklen ağzı da Türkmen Türkçesine bağlar. Azerbaycan Türkçesinin Oluşum ve Gelişme Evreleri Türk dili, kendisine özgü tarihî geliĢmesini geride bırakarak, 6. yüzyıldan sonra Orhun Yazıtları ve Yenisey mezar taĢları ile yazıya geçirilmiĢtir. 6-9. yüzyıllarda ortaya çıkan Köktürkçe (Göktürkçe) ve Uygurca eserlerin dili, Orta Asya‟dan, Güney Sibirya‟ya kadar olan bütün Türk boylarının ortak yazı dili olarak kullanılmıĢtır. Türkçenin Batı kolunun doğu dairesini oluĢturan, Az. Tü.‟nin özünü, Orhun Yazıtlarında aramamız doğaldır. Oğuz yazı dilinin kuruluĢunda hiç Ģüphesiz yerleĢmiĢ bir geleneği bulunan ve bir bakıma Uygur edebî dilinin devamı olan, Doğu Türk yazı dilinin etkisi büyüktür. KarıĢık dilli eserler olarak adlandırılan ve Eski Anadolu Türkçesinin kuruluĢ dönemine ait eserlerde bile, Oğuzca özelliklerin

366

yanında, Doğu Türkçesi özellikleri de görülür. Bu sebepten dolayı, Oğuzcanın ilk ürünlerini T. Tü. ve Az. Tü. gibi kesin olarak iki bölüme ayırmak imkânsızdır. Zirâ, her iki kol arasındaki lehçe ayrılıkları, eskiden ortak tutum olarak karĢımıza çıkmaktadır; baĢlangıçtaki ortak ögeler dil içi (ses, yapı, anlam vb. geliĢmeler) ve dil dıĢı (siyâsî, coğrafî, dinî, kültürel vb.) etkilenmeler sonucunda, bir kolda daha çok geliĢmiĢ, öbür kolda ise körleĢmiĢtir. Bugün yapılan lehçe sınıflandırmasına esas olan kimi ayrılıkları ise, her iki kolda tarihî süreç içerisinde ortaya çıkmıĢtır. Kimi bilim adamları tarafından Az. Tü.‟nin ilk ürünleri olarak kabul edilen eserlerin dilinde, Az. Tü.‟nin özelliklerinin zayıflığı, bu Ģâirlerin Eski Türkiye Türkçesi-Az. Tü. lehçelerinin sınırında yetiĢmiĢ olması ya da metinlerin sonraki müstensihler tarafından, Eski Türkiye Türkçesine yaklaĢtırılması biçiminde açıklanmaya çalıĢılmıĢsa da asıl sebep, bu özelliklerin o dönemde kesin bir ayrılık olarak daha ortaya çıkmamıĢ olmasında aranmalıdır. Az. Tü. ve Eski Türkiye Türkçesi alanları arasındaki ayrılıkların ilk belirtileri, E. A. Tü. döneminde baĢlamıĢ, ayrılma git gide belirginleĢerek kesinlik kazanmıĢ ve sonunda iki ayrı lehçe oluĢmuĢtur. Ġki alan arasındaki en büyük ayrılıklar bugün mevcut olanlardır. Az. Tü. ve T. Tü. arasındaki ayrılıklarda ağız özelliklerinin yazıya geçirilmesi de etkili olmuĢtur. Bu sızma, Kuzey Az.‟da az, Güney Az.‟da daha çoktur. Az. Tü. ve T. Tü. arasındaki ayrılık ve birleĢme noktaları, Anadolu‟dadır. Bugün de Doğu Anadolu ağızlarının ses ve yapı özelliklerinde Az. Tü.‟nin yoğun etkisini görmek mümkündür.23 Az. Tü. ile T. Tü.‟ni farklı kılan sebepleri Ģöyle sıralayabiliriz: * E. A. Tü.‟si dönemindeki dil geliĢmeleri ve karıĢık kullanılan biçimlerin bir kısmını Az. Tü., bir kısmını ise T. Tü.‟nin tek ve kesin bir biçim olarak kabul etmesi. * Az. Tü.‟nin Kıpçakça ve Doğu Tü.‟nden etkilenmesi ve yazı diline bu özelliklerin girmesi: yükleme ekinin T.Tü.‟inde +ı /+i Az. Tü.‟nde +nı/+ni biçiminde olması vb. * Az. Tü.‟nde Ġlhanlılar döneminden kalma Moğolca unsurların kullanılması: lap, car, céyran, cilov vb. * Her iki alanda görülen değiĢik kültürlerin etkisi ve bu durumun ses yapısı ve söz varlığına yansıması. T. Tü.‟nde Batı dillerinin Az. Tü.‟de ise Farsça ve Rusçanın etkisi. Az. Tü. geçirdiği târihî geliĢmesi içerisinde üç ana döneme ayrılır. 1. Yazı dilinin oluşması dönemi (15-17. yy.). 2. Yazı dilinin sadeleşmesi-millîleşmesi (18-19. yy.) dönemi. 3. Çağdaş Az. Tü. dönemi. Az. Tü.‟nin 18. yy.‟dan sonra sâdeleĢmesi ve öz benliğini bulmasında, Türkçülük ve yurtseverlik akımlarının büyük etkisi olmuĢtur. Feridun Beğ Köçerli 1903‟te yayınladığı bir risâlede, Az. edebiyatını Molla Penah Vakıf‟tan (ölüm 1797) baĢlatır ve Vakıf‟ı bu edebiyatın kurucusu kabul eder, sözlü edebiyatın köklerinin ise, çok daha eskilere uzandığına dikkati çeker.24 Yusuf Beğ Vezirof‟a göre ise Nesimî‟nin (ö. 1417) eserleri yazılı edebiyatın ilk ürünleridir.25

367

Gerek Türkiye‟de gerekse Az.‟da yazılan edebiyat tarihlerinde, Hasan-oğlu mahlası ile Türkçe ve Pûr-Hasan mahlası ile Farsça Ģiirler yazmıĢ olan Şeyh „İzzal-Dîn-i Isfarâyinî‟nin (ö. 642=1244/1245) Türkçe gazeli yazılı edebiyatın baĢlangıcı olarak kabul edilir. 26 Bu dönemde Azerbaycanlı yazarlar eserlerini, Farsça yazmıĢlardır. Buna rağmen, Şirvanlı Hakanî (ö. 1199) ile Genceli Nizamî (ö. 1209) için Ġranlılar, Bûy-ı Türk mîâyed “Onlardan Türk kokusu geliyor” diye söz etmekten kendilerini alamamıĢlardır.27 XIV. yy.: Bu dönemin önemli temsilcileri Kadı Burhaneddin (ö. 1399) ve Seyyid İmâdüddin Nesimî‟dir (ö. 1417). Kadı Burhaneddin divanında Azerbaycan ve Eski Anadolu Türkçesinin özelliklerinin, karıĢık olarak bulunması, Kadı Burhaneddin Divanı‟nı bütünüyle Az. Tü.‟ne mâl etmemizi engeller.28 XV. yy.: Karakoyunlu ve Akkoyunlu saraylarında Türkçe kullanılmıĢ, bizzat hakanların Türkçe divânlar yazmaları, aydınları da Türkçe yazmaya yöneltmiĢtir. Karakoyunlu hakanı olan Cihan Şah (1437-1467), Hakikî mahlası ile Türkçe ve Farsça divan yazmıĢtır: Cânımı yandurdı şevWı], ey dil #r#mım meded Xalmadı sabrım, tükendi gétdi #r#mım, meded. Lebi]

miz#cını sormaEda isterem hızrı

Déyem ki, çeşme-i #b-ı zül#l beyle gerek. (British Museum Or. 9493, 6. ve 38. gazeller) Bu dönem Ģâirlerinden en önemlileri, Ruşenî ve Habibî‟dir. XVI. yy.: Ġran Azerbaycanı, Horasan ve Irak‟ta güçlü bir devlet kurmayı baĢarmıĢ Türk-Ġran hakanı Şah İsmail Ģiirlerinde Hataî (ö. 1524) mahlasını kullanmıĢtır. Türkçe divânı Deh-nâme ve Nasihat-nâme adlı iki mesnevisi vardır. Şah İsmail Azerbaycan‟da konuĢulan Türkçe‟yi resmî dil kabul ederek Diyarbakır‟dan, Bağdat‟a kadar uzanan bir bölgede konuĢulmasını sağlamıĢtır. Bu dönemde Fuzulî (ö. 1556) Osmanlı edebiyatında olduğu gibi Az. edebiyatında da yeni bir çığır açmıĢ, kendinden sonra yetiĢen Ģâirlere etkisi büyük olmuĢtur. Fuzulî‟nin apar-„götürmek‟, başmaE “ayakkabı, yemeni‟, döz-„tahammül etmek‟, ohşa-„benzemek‟, güzgü „ayna‟ gibi pek çok Az. Tü. sözcüğünü ustalıkla kullandığını görüyoruz. Az. edebiyatında, Arap ve Ġran kültür çevresinde çok iĢlenen, Leylâ ve Mecnûn hikâyesi ilk önce bu yüzyılda, Tebrizli Hakirî tarafından yazılmıĢtır. Yüzyıllarca dilden dile yaĢayıp geliĢen, Dede Korkut hikâyeleri de bu dönemde yazıya geçirilmiĢtir. On iki hikâyeden oluĢan Dede Korkut Kitabı‟nda EATü ve Az. Tü. dil özellikleri karıĢık olarak bulunur. Ergin “Dede Korkut”un dili, Eski Anadolu Türkçesi‟nin son devirlerinin hususiyetlerini taĢır” görüĢündedir.29 Bu eser üzerine yapılan son yayında Semih Tezcan ise Azerbaycan Türkçesi ile değil, Doğu Anadolu Türkçesiyle yazıldığı görüĢünü savunur.30 Hamid Araslı baĢta olmak üzere Azerbaycanlı bilim adamları ise eseri, bütüyle Az. Tü. ürünü olürük kabul ederler.

368

XVII. yy.: 16. yy. sonu ile 17. yy. baĢlarında yaĢamıĢ olan Tufarganlı Abbas, divân edebiyatı nazım Ģekilleri yanında, koĢma ve bayatî gibi halk edebiyatı biçimlerini de kullanmıĢtır. Şah İsmail, Aşıg Garib ve Köroğlu destanları gibi halk edebiyatı ürünleri de bu dönemde yayılmaya baĢlamıĢtır. Bu dönemin belli baĢlı Ģairleri; Melik Beg Avcı, Salır Beg Eşfar, Fedai, Mesihî, Tebrizli Saib, Govsî, Mehcur, Ağa Mesihî ve Nisat, âĢıkları ise; Sarı aşıg, Heste Gasım‟dır. XVII. yy.: Bu dönemde sözlü edebiyatın etkisi ile, konuĢma diline ağırlık verilmiĢ yazı dilinde Karabağ ağzı etkili olmuĢtur. Azerbaycan edebiyatında âĢık ve gelenekçi yolda yazdıkları Ģiirlerle Molla Penah Vakıf (ö. 1797) ve Molla Veli Vidadi (ö. 1809) seçkin bir yer tutarlar. Vakıf Ģiirlerinde halk dilinin zenginliğinden ve kıvraklığından yararlanarak, halk dili ile edebî dili birleĢtirme yoluna gitmiĢtir. Az. Tü. için Vakıf dönüm noktası olmuĢtur. Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safevîler gibi Türk devletlerinin saray ve ordu dili olan, Az. Tü. bu dönemde, Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalarla dolu olan edebî dil, yerini yavaĢ yavaĢ duru temiz Türkçeye bırakmaya baĢlamıĢ; aruz vezninin yanında hece vezni kullanılmıĢ, Az. Tü.‟ne özgü nazım biçimleri olan bayatî, Eeraylı gibi nazım biçimleri yazılı edebiyâta girmiĢtir. Zengin ve köklü bir geleneği olan Az. halk edebiyatının canlanması dilin geliĢmesini hızlandırmıĢtır. Vakıf ve Vidadî‟nin eserlerinde Az. Tü. artık ses ve yapı bakımından tam bir olgunluğa eriĢmiĢ, edebî sanatlar, ustaca seçilmiĢ deyimler, özel kullanılıĢlar ve ses uyumu ile kusursuz bir edebî dil, bir ezgi dili hâline gelmiĢtir. 17. yy.‟dan sonra, eski sözcükler yerlerini Az. Tü.‟ne özgü sözcüklere bırakmıĢlardır. Millî edebî dilin oluĢması ses düzeninin sâbitleĢmesi ile ilgilidir. Önceki dönemde ana, anlar, andan biçiminde /a/ 3. kiĢi zamiri yerini /o/ zamirine bırakmıĢtır. Vakıf‟ın dilinde ara sıra görülen a‟lı biçim gelenekle ilgilidir. Yer, yön ekleri ve zamir köklerindeki /W/ sesi 18. yy.‟da yerini tamamıyla /h/ ye bırakmıĢtır (henceri, hara, hansı, hamı…) Bu dönemde halk dili edebî dil seviyesine yükselerek ses özelliklerinin korunması sonucunda eski biçimler ortadan kalkmıĢ ve Az. Tü.‟ne özgü ses düzeni yerleĢmiĢtir. Eski Türkçe döneminde zamir köküne gelen +nı/+ni yükleme eki, Az. Tü.‟nde 18. yy.‟dan sonra, ünlüyle biten bütün sözcüklere getirilmeye baĢlanmıĢtır (Koroğlunu, Alını). Öğrenilen geçmiĢ zaman için bütün kiĢilerde kullanılan-ıb /-ib, -ub/ -üb eki bu dönemden baĢlayarak yalnızca 2. ve 3. kiĢilerde kullanılmıĢtır. XIX-XX. yy.: Azerbaycan Türkçesi bu dönemden itibaren edebiyatın her dalında ürünler veren, geleneksel türler yanında Batı edebiyatı türlerinin de kullanıldığı yeni bir döneme girer. En önemli özelliği, Güney Azerbaycan‟da gelenekçi edebiyatın, Kuzey Azerbaycan‟da ise Batı tarzında edebiyatın etkili olmasıdır. Bu dönemde Kuzey Azerbaycan‟da Ģiir alanında sayabileceğimiz isimler Ģunlardır: Resul Rıza, Mıkayıl Müşfik, Elmas Yıldırım, Semed Vurgun, M. Rahim, Ehmed Cemil, Zeynel Halil, Bahtiyar Vahabzâde, Nebî Hazrî, Hüseyin Hüseynzâde, Zeynel Cabbarzâde, A. Babayef, İslâm Seferli, Kasım Kasımzâde, Eliağa Gürçaylı, S. Rüstem, H. Cavid, M. Aslan…

369

Nesir türü de yine bu dönemde geliĢerek Mehmed Emin Resulzâde (ö. 1955), Hacıbaba Nezerli, E. Ebülhesen, Hüseyin Mehdi, Mir Celâl, Ali Veliyev, Sabit Rahman, Enver Memmedhanlı, Mirza İbrahimof, Avez Sadık, İlyas Efendiyef, Ekrem Eylisli, Elçin, Anar gibi romancı ve hikâyecilerin yetiĢmesine vesile olmuĢtur. Güney‟de ise Ali Fitret, Habib Seher, Bağır Niknam, Muzaffer Derefşî, M. Zehtabi, Balaş Azeroğlu, Seher Bulut Garaçorlu, Medine Gülgûn, Mir Mehdi Etimad, Höküme Billurî bu dönemin yazar ve Ģâirleridir. Mehemmed Hüseyin Şehriyar (l907-l988), günümüz Azerbaycan edebiyatının en çok sevilen ve sayılan temsilcisidir. ġehriyar‟dan sonra, 1950 Güney Azerbaycan Ģiirinde bir canlanma göze çarpar. AĢık edebiyatı bu yıllarda geliĢme göstermiĢ; âĢıklar sazları ve sözleri ile millî heyecan ve hislerini dile getirmiĢlerdir. Son yılların adı duyulan bu Ģâirleri arasında; H. Sahir, Sehend, Meftun Eminî, K. Türkoğlu, Çayoğlu, Zergerî, Aydın Tebrizli, Zeyneddin Herisli Nejad, Mirza Ali Muciz, Sönmez, Savalan, Yahya Şeyda, H. Nutki, Mir Hidayet Hisari, Ali Tebrizi, C. Remzi, H. Ali Şekaki Rehgüzar‟ı sayabiliriz. Azerbaycan Türkçesi Ağızları Azerbaycan Türkçesinde de doğal geliĢim içerisinde, çeĢitli sebeplerle yazı dilinden ayrılıklar gösteren ağızlar doğmuĢtur. Azerbaycan Türkçesi genel olarak iki büyük diyalekt öbeğinden oluĢur: Güney ve Kuzey Azerbaycan. Kuzey Azerbaycan Türkçesi üzerinde daha çok çalıĢma yapılmıĢ, bütün yönleri ile ayrıntılı olarak incelenmiĢtir. Oysa Güney Azerbaycan ağızları konusunda fazla çalıĢma yoktur. Azerbaycan Türkçesinin coğrafya esasına dayalı olarak yapılmıĢ olan sınıflandırması Ģöyledir: 1. Doğu öbeği: Kuba, Bakü, ġamahı, Salyan ve Lengeran 2.Batı öbeği:

Kazak, Borçalı, Ayrım, Gence ve Karabağ

3. Kuzey öbeği: Nuha, Zagatala, VartaĢan ve KutkaĢan 4. Güney öbeği:Nahçıvan, Ordubad ve Tebriz ġiraliev 1983‟te yayınlanan kitabında, Azerbaycan ağızları üzerinde tek tek durduktan sonra bunları, Azerbaycan Türkçesine, Oğuzca ve Kıpçakça etkisini göz önüne alarak yeni bir ayrıma tabi tutmuĢtur: A.Kıpçak tipli ağızlar 1. Zagatala, Kah 2. ġeki, 3. Kuba B. Oğuz tipli ağızlar 1. Kazak, 2. Gence, 3. Ayrım, 4. Karabağ, 5. Nahçıvan, 6. Ordubad C. Oğuz Kıpçak özelliklerinin karıĢık olarak yaĢadığı ağızlar 1. ġamahı, 2. Bakü, 3. Mugan, 4. Lengeran, 5. Pedehodnıe

370

Güney Azerbaycan diyalekt öbeği: 1. Kuzeybatı ağızları: Tebriz, Urmiye; 2. KaĢkay; 3. Aynallu; 4. Sungur; 5. Kum; 6. Kâbil AfĢar ağzı; 7. Kuzey Irak ağzı. Ayrıca Doğu Anadolu ağızları da T. Tü.‟nden ziyade, A. Tü.‟ne daha yakındır. Onlar da Azerbaycan dairesi içinde değerlendirilebilir. Güney Azerbaycan diyalekt öbeğinin en önemli ayrılığı Farsça etkisi ile ünlü uyumlarının bozulmuĢ olmasıdır. Söz varlığında ve ki‟li birleĢik cümlelerin kullanımında Farsça etkisi yoğun olarak görülür: Sizin vezifeniz al-vér élemekdir yerine, sizin vezifeniz budur ki, al-vér éleyesiniz gibi kullanımlar. KaĢkay ve Aynallu ağızlarının en ayırt edici özellikleri, E.Tü. aslî uzunlukları korumalarıdır. Azerbaycan TürkçesininÖzellikleri A. Ses Özellikleri Az. Tü.‟nde dokuzu ünlü (a, e, ı, i, o, ö, u, ü, é) yirmi üçü ünsüz (b, p, t, c, ç, h (x), h, d, r, z, j, s, Ģ, E (q), g, f, k, l, m, n, v, y) olmak üzere 31 ses kullanılmaktadır. Arapça sözcüklerdeki ayın ve kesme /‟/ iĢâretleri ile gösterilmektedir. Az. Tü.‟nin ses çeĢitliliği tam anlamıyla yazıya aktarılmamaktadır. Kimi ünsüzler, birden çok ses değeri taĢıdıkları hâlde, tek harfle karĢılanmakta ve yerlileĢmiĢ alıntı sözcüklerde var olan uzunluklar hiç belirtilmemektedir. /E/, /k/ hem ince hem de kalın sıradan iki sesi karĢılamaktadır. Örneğin /k/ harfinin iĢâret ettiği ses kül, kör, kar, hekim sözcüklerinde tonlu ve ön sıradan; kolhoz, kanal gibi sözcüklerde arka sıradan ünlülerle kullanılır. Ünlüler: Türkiye Türkçesinden farklı olan sesler Ģunlardır: /é/: Eski Türkçe /é/ sesi Az. Tü.‟nde bir anlam ayırt edici ses birim olarak kullanılmaktadır: Az. Tü. béşmüzakire, fetvâ>fitva, hayâl>hiyal. f) Farsça sözcüklerdeki /é/ sesinin /i/ olması: çerağ>çirağ. Ünsüzler: Az. Tü.‟nde yirmi üç ünsüz vardır. /b/ E. Tü. sözbaĢı /b/ birkaç sözcük /v/‟ye dönüĢmüĢtür: bé: r> vér-, ba: r>bar, bar->var-. Bununla birlikte, b- ile baĢlayan büyük bir sözcük topluluğu da korunmuĢtur. E. Tü /b/ ile baĢlayan kimi sözcükler de ötümsüzleĢerek /p/ olmuĢtur: (boz->poz-, balçıE>palçıE. /k/ /k/ tonsuz, sert damak ve dil ortası sesidir. Az. Tü‟inde /k/ ünsüzü sözcük baĢı (kel-, kes-), sözcük ortası (teker, ekin) ve sözcük sonunda (bilek, çiçek) bulunur. Ancak sözcük sonunda /k/ sesi yerine daha çok /X‟/ (yh) kullanılır. /k/ sesi Az. Tü.‟inde aslında ince sıradaki ünlülerle kullanılır. ekin, kiçik, kéçi, könül gibi. Alıntı birkaç sözcükte kalın ünlü ile de kullanıldığı görülmektedir. kolhoz, kosa, kaha, kalağay vb. /g/: E.Tü. sözbaĢı /k/ ön damak ünsüzü, Az. Tü.‟inde /g/ ön damak ünsüzüne dönüĢür: *kü: ç>güç, kel->gel, két->gét- vb. Son seste ise /k/ korunmuĢtur: yürek>ürek, çéçek>çéçek, emgek>emek gibi korunduğu örnekler yanında /k/>/y/ dağiĢikliği de görülmektedir: Kö: k> göy “gök, mavi”. Söz ortasında ve söz sonunda /g/ sesi daha çok alıntı sözcüklerde görülür: Agah, şagird, eger. /E/: E.Tü. sözbaĢı art damak /W/ sesi /E/ ya dönüĢür: Wa: l-> Eal-; Work->Eorh, kuş > Euş. Bunun dıĢında Arapça ve Farsça‟dan Az. Tü.‟ne geçen ve /W/ bulunan sözcükler bugün Az. Tü.‟nde /E/ ile söylenir ve yazılır: Eiymetğ geliĢmesi sonunda ortaya çıkmıĢtır. /d/ E.Tü. sözbaĢı /t/ lerinin bir bölümü Az.‟Tü.nde /d/ ye dönmüĢtür: ad-> dad-, *ta: Ģ > daĢ, ton > don, *tu: z > duz, *o: t > od, *a: t > ad. /t/: E.Tü. /t/ sesi, Az. Tü.‟nde büyük ölçüde korunmuĢ: tü: ş>tüş „rüya‟, tik->tik-„dikmek‟, tek>tek „gibi‟; bir kaç sözcükte ise tonlulaĢarak /d/‟ye dönmüĢtür *ta]>dan, tır]aW>dırnaE, tut->dut-. /m/: Az. Tü. /b/ ~ /m/ değiĢikliğinde öteki Oğuz öbeği lehçelerinin tersine daha çok /m/ yanındadır: men, min-, min “1000”. Bu yüzden T.T.‟nde /m/ ile baĢlayan Türkçe sözcük görülmezken, Az. Tü.‟nde min-, men, muncug gibi sözcüklerle karĢılaĢılır. Az. Tü.‟inde /m/ sesi sözcük baĢında daha çok alıntı sözcüklerde görülür: maral hajı vb.

372

Rusça ve Farsça kökenli sözcüklerdeki /j/ sesi dolayısıyla bu ses alfabeye girmiĢtir (jurnal, ejdaha, tiraj gibi). /h/: (X). E.Tü. art damak /W/ lı bir çok sözcük bugün Az. Tü.‟ nde /W/ > /h/ değiĢikliği ile kullanılmaktadır: aW-> ah-, oWı-> ohu-, toWı-> tohu-buWaEu>buhov “bukağı”vb. Ses Uyumu a. Ünlü uyumu 1. Kalınlık-incelik Uyumu Dilin durumuna göre farklılaĢan ünlülerin uyumu kalın ve ince olmak üzere iki türdür. Az. Tü.‟nde de bu uyum vardır (garga, galın, alov, uĢag, elek, eĢik, üzüm, ürek, köndelen, özek gibi). Ġnce ve kalın ünlülü

sözcüklere

gelen

ekler

de

uyuma

bağlıdır:

EarEa+lar+ın

alov+lu+luE,

elek+siz,

çohlarıla a, ö> e, ü-> e) düzlerden yuvarlaklara geçilmez. b. Ünsüz Uyumu Ünsüz uyumu, Az. Tü.‟nin ilk dönemlerinde sürekli ve güçlü bir kural olarak hem sözcüklerin hem de eklerin yapısında etkisini büyük ölçüde göstermiĢ; daha sonra zayıflamıĢ ve sonuçta uyuma aykırı örnekler çoğalmıĢtır. Bugün Az. Tü.‟nde ünsüz uyumuna yalnız, aĢağıdaki eklerin yazılıĢında uyulmaktadır: Ean/-gen/-ğan/-ğen,-Eın/-gin/-kın/-kin yapış-Ean, kes-kin, Eudur-ğan, ez-gin vb.

373

Türk lehçelerinde -dı /-tı,-da/-ta,-ca/ -ça gibi iki biçimde kullanılan kimi ekler, günümüz Az. Tü.‟nde tonlu ünsüz olmak üzere yalnız bir Ģekilde kullanılır. Buradan hareketle, Ģu sonuca varabiliriz: Az. Tü.‟nde ünsüz uyumunda tonlulaĢma giderek artıyor, buna karĢılık tonsuzlaĢma ise azalıyor ve daha sınırlı olarak kullanılıyor. Ana Türkçe aslî uzun ünlülerden sonra gelen ünsüzlerde de Az. Tü.‟inde bu olay görülür: *Wap>Eab, o: t “ateş”,kö: k>göy, *kü: ç>güç, *a: W>aE Az. Tü.‟nde ünlüler ile ünsüzler arasındaki uyumdan da söz edilebilir. ağdaĢ Az. Tü.‟nde ses tellerinin durumuna göre, aynı cins ünlülerle ünsüzlerin uyumu, yalnız Ģu ünsüzler için geçerlidir: t-> d (d-> d), k (x‟)-> y (g-> ğ), b-> p, c-> ç, z-> s, k (a)-> k (e). Bu ünsüzlerden asıl üçünün yani t, k (x‟) ve g (k‟) ünsüzlerinin tonlulaĢması (t-> d, k-> y, g-> ğ) sürekli uyuĢma durumunda kurallaĢmıĢ biçimde yazıda da kullanılmaktadır. Diğer ünsüzlerin (b, c, z, k, d) tonlulaĢması, yazıda kesinleĢmiĢ olmakla beraber, konuĢma dilinde kullanılmamaktadır: Eılınc, dinc; gılınc+a, dinc+el vb. c. Vurgu Az. Tü.‟nde hece vurgusu sabittir, vurgu istisnaî durumlar dıĢında, daima son hecededir (ata, oğul, yaĢayıĢ, kolhozcular vb.). Kimi ekler vurgusuzdur: -ma/-me,-madan/-meden,-mamıĢ/-memiĢ, soru eki, birliktelik eki, Ģart eki, eĢitlik eki vb. Az. Tü.‟nde soru cümleleri, soru ekinden çok vurgu ile oluĢturulur. Özellikle, güney grubu ağızlarında soru eki hiç kullanılmaz. Bu durumda vurgu kuvvetli olarak son hece üzerinde olur ve son hece ünlüsü uzun söylenir, Ģayet son hece, üzerine vurgu almayan bir ek ise vurgu bir önceki hece üzerinde yoğunlaĢır. SöyleniĢteki vurgu ve uzunluğun görevini yazı dilinde soru iĢareti yüklenir. Alı kiĢi, her daĢdan da biz ola: r? “Ali kiĢi her taĢtan da bıçak olur mu?/Gétsi: n, gétmesi: n? “Gitsin mi, gitmesin mi? Ses Değişiklikleri 1. Türkçe Sözcüklerdeki Ses DeğiĢiklikleri a. Ünlü DeğiĢmeleri u ~o Az. Tü.

T. Tü.

E.Tü.

dodaE

dudak

ogru

uğru

krĢ. oErı

oyan-

uyan-

krĢ. udı-

ü~ö ölke

ülke

gözel

güzel

é>ö

374

sövdae yeri-

yürü--h-,-h Eski Türkçe döneminden sonra, W > h değiĢikliği ortaya çıkmıĢ ve Batı Türkçesinin ilk dönemi olan Eski Anadolu Türkçesinde sözcük içi ve sonundaki bir çok /k/ sesi sızıcılaĢarak /h/ (x)‟ya dönüĢmüĢtür. Bugün Az. Tü.‟nde sözcük içi ve sonundaki bütün /W/‟lar /h/ (x)‟ya dönmüĢtür. ah-

ak-

ohu-

oku-

haçan

-

-ETürkiye Türkçesinde tonsuz olarak söylenen art damak /k/‟sı Az. Tü.‟nde ön ve son seste tonlulaĢarak /E/ olmuĢtur. Eal-

kal-

ll

alıram > allam, bilirem > billem

st > ss isti > issi “sıcak”, bostan > bossan Benzeşmezlik (Dissimilation) EaralmaE rl

ireli

ileri

ks > sk

öskür-

öksür-

st > sr

görset-

göster

gr > rg

irgen-

igren-

fr > rf

sürfe

sofra

ts > st

dustaE

tutsak

Yuvarlaklaşma (Rounding) Az. Tü.‟nde dudak sesi yanındaki ünlüler dudaksıllaĢır, yuvarlaklaĢır. Bu yuvarlaklaĢma sözcüklerde ve kısmen de eklerde görülür. sövda

< sévda

ov

< av

ovçu

< avcı

ovla-

< avla-

ovsun

< efsun

ovuc

< avuç

öy

< ev

Ünsüz İkizleşmesi (Gemination) Az. Tü.‟nde bol örneği olan bir ses hadisesidir. T. Tekin, ünsüz ikizleĢmesini, aslî ya da ikincil uzun bir ünlünün varlığı ile açıklamaktadır (Tekin1975: 215). addım

adım

*a: dım

yeddi

yedi

*ye: di

appag

apak

*a: p aW

saggal

sakal

saWa: l

dogguz

dokuz

*toWu: z

KaynaĢma (Constraction) BirleĢik sözcüklerde görülür: apar-< alıp bar-, feteli < feth ali B. Yapı Özellikleri Bütün Türk lehçelerinde olduğu gibi, Az. Tü.‟nde de anlam unsurunun temelini oluĢturan kök, sözün ayrıca iĢlenebilen ve değiĢmeyen bölümüdür. Sözcükte, anlam ögesi bilgi yükünün büyük

380

bölümünü taĢırken, ek veya edat durumundaki görev ögelerinin bilgi yükü daha sınırlıdır. Az. Tü.‟nde, T. Tü.‟nde kullanılan eklerin hemen hepsi küçük görev değiĢiklikleriyle kullanılmaktadır. Burada yalnız T.Tü.‟nden ayrılık gösteren özellikler üzerinde durulacaktır. Ad: Az. Tü.nde adlar gerek kullanıĢ, gerek yapı bakımından T. T.‟ne paralel bir geliĢme göstermiĢtir. Adların çokluk biçimi /-lAr/ ekiyle kurulur: Eızlar, cavanlar “gençler”, ağızlarda benzeĢme sonucunda bu ekin-dar/-der,-nar/-ner,-zar/-zer,-rar/-rer biçimleriyle de karĢılaĢılır; gız-zar, ad-dar, geden-ner. Aile eki/-gil/(ek uyumsuzdur) yaygın olarak kullanılmaktadır: Koroğlugil, Elçingil. Ġyelik ekleri, T. Tü.‟si ile aynıdır yalnız Tebriz ağzında çokluk II. kiĢi eki, ses düĢümü sonunda-z biçiminde kullanılır, eviniz > eviz, özünüz>özüz. Ad Çekimi: Yalnız yükleme durumu (Tesirlik hali) farklılık gösterir, ünsüz ile biten sözcüklerde-ı/i, ünlü ile biten sözcüklerde-nı/-ni ve 3. kiĢi iyelik ekinden sonra-n eki kullanılır. Ekin üç biçiminin de kullanılması Kıpçakçanın etkisi ile olmuĢtur: üzün “yüzünü”, geceni “geceyi”, daşı “taĢı”. Araç durumu, ile,-yle ve ilen edatının kalıplaĢmıĢ biçimi olan +nan/+nen yaygın olarak ve +n ekinin kalıplaĢmıĢ olarak kullanıldığı görülür: ohlarınan balasıynan, kimin, tekin, gizlince, oğrun “gizlice”. Sayı Sözleri: yeddi seggiz, doEEuz, min dıĢında ayrılık yoktur. Sıra sayı sözlerinde, halk ağızlarında +ıncı/+inci‟nin yanısıra-ımcı/-imci biçimi de kullanılır: birinci~birimçi. Soru sözleri: kim, ne ve *Wa zamir köklerinin türevleri soru sözü olürük kullanılır: néce “nasıl, néçe “kaç”, niye, ne cür “ne tür”, ne teher; handa “nerede”< Wanda, hanı “hani” < WanEı, hansı “hangisi” < WanEı+sı, hara “nereye”, haradan~hardan “nereden”, harada~harda “nerede”, haçaE/haçan“ne zaman”. Sıfat: Adlar gibi sıfatlar da kullanılıĢ ve yapı özellikleri bakımından T. Tü. ile aynıdır. Tek ayrılık, söz varlığındaki değiĢikliklerden ibarettir: yahşı “güzel”, göyçek “güzel”, yaman “kötü”, yazıh “zavallı”, yaşıl “yeĢil”, gödek “kısa”, hündür “uzun”, göy “mavi”… Sıfatların azaltma ve küçültme derecelerinin oluĢturulmasında T. Tü.‟nden farklı olarak +umtul/+ümtül, +imtil/+ımtıl ve-sov ekleri kullanılır. bozumtul, göyümtül, sarımtıl, delisov. Artıklık derecesi ise ağızlarda-raE eki ile kurulur. Özellikle renk adlarının küçültme dereceleri, ala, açıE ve az sözcükleriyle kurulur: ala demgil, ala gırmızı, açıE sarı, az Eara vb. Zamir: Az. Tü.‟nde zamir kökleri, çekim sırasında değiĢikliğe uğramaz. ġahıs zamirlerinin üzerine getirilen yönelme eklerinde +ga/+ge‟nin izi olan nazal n sesi bulunmaz: men (menim, meni, mene, mende,menden~mennen, mence), sen, o, biz, siz, onlar (ağızlarda onlardan yanında onlarnan). DönüĢlülük zamiri kendi yerine öz kullanılır. Belirsizlik zamirleri: kimi, kimse, bazı, her kes, her hansı, heç kim, heç kes, hamısı, özgeler vb. Zarf: zaman zarfları: indi “Ģimdi”, bayaE “biraz önce” < baya oW, dünen “dün” seher “sabah”, sabah “yarın” günde “hergün”.

381

T.Tü.‟nde olduğu gibi, Az. Tü.‟nde de azlık çokluk zarfları en, daha, çoh, az, birez, artıg sözleri ile yapılır, farklı olarak “çok” anlamında Moğolca lap sözcüğü kullanılır; lap gırmızı, lap yahşı, lap pis. Nasıllık-nicelik zarflarından bir kısmı Ģunlardır: nece “nasıl”, bele “böyle”, ele “öyle”, ne sebeb, tekce “yalnız”, yahĢı “iyi”, yalgız “tek”. T. Tü.‟nden farklı olarak; ora, bura, şura gibi yer isimleri Az. Tü.‟nde yer zarfı olarak kullanılır. Edatlar: EabaE “ön”; sarı, anrı “e doğru,-den öte”; kimi, Eeder,-cen “-e kadar; kimi, tek, teki “gibi” ve Eeder “kadar”. Ağızlarda, kimin “gibi” edatı da yaygın olarak kullanılır; özge, savayı “baĢka” ile edatının ile+n > biçiminin varyantı olan-nan/-nen sıkça kullanılır: çohlarınan elemisen, bilmişsiniz>bilmisiniz. Bunları Ģimdiki zamanın olumsuz biçiminde /r/ düĢmesiyle ortaya çıkan, bilmirsen > bilmisen, bilmirsiniz > bilmisiniz biçimleriyle karıĢtırmamak gerekir. ġimdiki zaman /-ır,-ir,-ur,-ür/ ekiyle, geniĢ zaman ise /-ar,-er/ ekiyle kurulur. T. Tü.‟nde Ģimdiki zaman bildiren-yor eki Az. Tü.‟nde kullanılmaz. Her iki zamanın olumsuzlukları da T. Tü.‟nden farklıdır: GeniĢ zaman (geyri get‟i gelecek zaman) éle-merem, éle-mezsen, éle-mez, éle-merik, élemezsiz, éle-mezler. Tarihi dönemlerde /-manam-menem/, /-mazam-mezem/ dey-menem, dönmenem. Olumlu çekimde vurgusuz orta hecenin düĢmesiyle durram < duraram, allam < alaram gibi biçimlerle de karĢılaĢılır, geniĢ zamanın bu tür kullanımı ağızlarda yaygındır. /-ır,-ir,-ur,-ür/ Ģimdiki zaman ekinin ilk bakıĢta r geniĢ zaman ekinden meydana geldiği düĢünülebilir. Ancak, Az. Tü.‟nin bazı ağızlarında (özellikle Terekeme, Karapapak) Ģimdiki zaman ekier /-or/ -ör biçimindedir. GeniĢ zamanla karıĢmaması için,-ar Ģekli kullanılmaz, düz sıradan olan fiillere ister kalın ister ince olsun /-/ er biçimi getirilir: al-er, gele-er, otur-or, ohu-yor v.b. Olumsuzu da aynı biçimde yapılır. gel-mer, otur-mor, al-mer gibi. Bu ekin ağızlarda görülen üçüncü bir biçimi de-yer‟dir: gel-i-yer, otur-u-yer, ohu-yer, alı-yer (inçavat, Ahıska ağzı). Bu biçim T. Tü.‟nin /-yor/ ekine paraleldir. Bilindiği gibi-yor eki yorı-r‟dan kalıplaĢmıĢtır, yorır‟ın Az. Tü.‟ndeki biçimi yeri-r‟dir.-yer ekinin haploloji ile kısalması sonucunda-er biçimi ortaya çıkmıĢtır: geliyer > geler > gelir. Gelecek zaman (get‟i gelecek zaman)-acag /-ecek eki ile kurulur: éle-yeceyem, éle-yeceksen, éle-yecek, éle-yeceyik, éle-yeceksiniz (~siz), éle-yecekler. Emir çekimi T. Tü. ile aynıdır, ayrı olarak 2. teklik Ģahısta /-gıl,-gil/ ve bunun /-an,-en/ ile geniĢlemiĢ biçimi olan-yInAn-GInAn (< gilen) ekleri de kullanılır: éşitginen, déyinen. Fiilin gereklilik çekimi (fe‟lin vacib forması) /-malı-meli/ ekiyle kurulur. Eski Anadolu Türkçesinde gelecek zaman partisipi bazen de eki olarak kullanılan-ası /-esi T.Tü.‟nde sadece sıfat-fiil eki olarak kullanılır. Bu ek, Az. Tü.‟nde ise lâzım eki olarak kullanılır. Olumsuzu değil, edatıyla yapılır: gelesiyem, gelesi deyilem, gelesiyik, gelesi deyilik vb. Az. Tü.‟nde fiilin yeterliği (fe‟lin bacarıg forması)-e/-a bilmek biçimindedir. T.Tü.‟nin aksine yeterlik fiilinin olumsuzu da bil-yardımcı fiili ile yapılır, tapabilmek, déye bilmerem. Az. diyalekt ve ağızlarında yeterlik fiilinin olumsuz biçiminde, /m/ sesinin etkisiyle gerileyici benzeĢme ve kaynaĢma sonucunda bil-fiili tamamıyla kaybolur ve ekleĢir: keçe bilmir < keçemmir, döze bilmerem < dözemmerem, Eala bilmez Krg.ağ. biröw > Krg. biröö “biri”, ET küdegü > Krg.ağ. küyöw > Krg. küyöö “güvey, damat”, ET aEır > Krg.ağ. owur > Krg. oor “ağır”, ET aEız > Krg.ağ. owuz > Krg. ooz “ağız”, ET aEu > Krg.ağ. uw > Krg. uu “zehir”, ET oEul > Krg. uul “oğul” vb. 1.2. Büzülme hadisesi iki sesten oluĢan ses gruplarında da görülür. Tek heceli kelimelerde sonda bulunan; iki heceli kelimelerde ilk hecenin ve ikinci hecenin sonunda yer alan /g/ ve /E/ ünsüzünün /w/ ye dönüp erimesiyle uzunluk oluĢur: ET saE > Krg.ağ. sow > Krg. soo “sağ”, ET taE > Krg.ağ. tow > Krg. too “dağ”, ET aElak > Krg.ağ. owlaW > Krg. oolak “oğlak”, ET oErı > Krg.ağ. uwru > Krg. uuru “hırsız”, ET barıE > Krg.ağ. baruw > Krg. baruu “gitmek”, ET elig, ellig > Krg.ağ. elüw > Krg. elüü “elli” vb. 1.3. Eski Türkçede iki ünlü arasında bulunan /d/, /g/ ve /ð/ ünsüzlerinin /y/ ye dönüp erimesiyle uzunluk oluĢur: ET ya6ag > Krg.ağ. cöyöw, cöw > Krg. cöö “yaya”, ET yegen > Krg. ceen “yeğen”, ET yañak > Krg. caak “yanak”, ET eñek > Krg. eek “çene”, ET meñi, miñi, meyi > Krg. mee “beyin”, ET köñül > Krg. köön “gönül” vb. 1.4. Eski Türkçede tek heceli kelimelerin sonunda bulunan /b/ ünsüzünün /w/ ye dönüp erimesiyle uzunluk meydana gelir: ET ab, aw > Krg.ağ. uw > Krg. uu “av”, ET sub, suw > Krg. suu “su”. 1.5. Kırgızcada /p/ ile biten tek heceli fiiller,-Ip/-Up zarf-fiil ekini alınca fiilin son sesi olan /p/ ünsüzünün önce /b/ ye, daha sonra /w/ ye dönüp erimesiyle uzunluk meydana gelir: çap-ıp > çawıp > çaap “koĢup”, tap-ıp > tawıp > taap “bulup” vb. 1.6. /m/ ile biten tek heceli fiiller,-Ip zarf-fiil ekini aldığında zarf-fiil ekinin önünde bulunan bağlantı ünlüsünün düĢmesiyle önceki hecede yer alan ünlü uzar: tam-ıp > taamp “damlayıp”, em-ip > eemp “emip”, köm-üp > köömp “gömüp” vb.

935

Kırgız Türkçesine giren alıntı kelimelerdeki uzunluklar genellikle kısalmıĢ; bazı kelimelerde ise uzunluklar korunmuĢtur: buradar “birader”, barabar “beraber”, çara “çare”, amanat “emanet”, kapıl “gafil”, salamat “selamet”, sayasat “siyaset”, alamat “alâmet”, maalım “malûm”, namıs “namus”, ılazım ~ ılaazım “lâzım”, ırazı ~ ıraazı “razı”, musapır ~ musaapır “ yersiz yurtsuz, gezginci”, daana “bilgili” vb. Kırgızcaya giren alıntı kelimelerde de ses olayları sonucunda uzunluk meydana gelir: 1.1. Ġki veya daha fazla heceli alıntı kelimelerde iki ünlü arasında, ilk hecenin sonunda ve sonda yer alan /I/ ve /h/ ünsüzünün erimesiyle uzunluk oluĢur: daarat “teharet”, maal “mahal”, ıraat “rahat”, caat “cihat”, baa “paha, değer”, baar “bahar”, kaarman “kahraman”, meenet “mihnet”, eetimal “ihtimal”, söömöt “sohbet”, künö~künöö “günah” vb. Tek heceli olup çift ünsüzle biten alıntı kelimelerdeki /I/ ve /h/ ünsüzünün erimesi de uzunluk oluĢturur: meer “mihr, güneĢ”, şaar “Ģehir”, möör “mühür”, zeen “zihin”, baam “fehm, anlama” vb. 1.2. Ġki veya daha fazla heceli alıntı kelimelerde iki ünlü arasında ve ilk hecenin sonunda yer alan /w/ ünsüzünün Kırgızcada erimesi sonucu uzunluk oluĢur: coop “cevap”, soop “Allah tarafından mükâfatlandırılan hareket”, doo “dava, iddia”, şöököt “Ģevket”, döölöt “devlet”, ooluya “evliya” vb. Tek heceli olup çift ünsüzle biten Rusça kelimelerde /w/ sesinin erimesiyle de uzunluk oluĢur: koom “kavim, cemiyet”, door “devir” vb. 2. Ünsüzler Kırgızcada 25 ünsüz fonem vardır: /b/, /c/, /ç/, /d/, /f/, /g/, /E/, /x/, /j/, /k/, /W/, /l/, /m/, /n/, /ð/, /p/, /r/, /s/, /Ģ/, /t/, /v/, /y/, /z/, /ts/, /Ģç/. /f/, /x/, /j/, /v/, /ts/, /Ģç/ ünsüzleri, Rusça kelimelerde kullanılır. 3. Ses Özellikleri ve Olayları 3.1. Ünlü Uyumları 3.1.1. Damak (Kalınlık-Ġncelik) Uyumu Türkçe kelimelerde sağlam bir damak uyumundan söz edebiliriz. Kelimenin ilk hecesindeki kalın ünlüyü uygun kalın; ince ünlüyü ise uygun ince ünlüler izler: cakşı “iyi”, salkın “serin”, baardaş “canciğer dost, ahbap”, kılım “asır”, ıldam “hızlı”, cıltırak “parlak”, celke “ense”, beşik, cetim “yetim”, keçeeki “akĢamki”, cergesiz “soyu sopu belli olmayan”, ilmeç “tercüman”, cibek “ipek”, birge “beraber”, sokur “kör”, tolkun “dalga”, cuka “yufka”, bulak “pınar”, kökürök “göğüs”, köñül “gönül”, köşögö “perde”, üstöm “üstün, hâkim”, küzgü “ayna”, küçtüü “güçlü”, kürkürök “gürleyen”. Kırgızcadaki kalınlık-incelik uyumu, Arapça ve Farsçadan giren kelimelere de yansımıĢtır. Uyuma giren kelimelerden bazıları Ģunlardır: darman “derman”, salamat “selamet”, kabır “kabir”, adıl “âdil”, aalam “âlem”, aalım “âlim”, maalım “malûm”, maakul “makul”, taalay “talih”, taazım “tazim, saygı”, kıyanat “hiyanet”, ıpılas “iflas”, ınsap “insaf”, kubat “kuvvet”, kusmat “husumet”, kutpa “hutpe”, esep “hesap”, kerben “kervan”,meyman “mihman”, dükön “dükkân”, düynö “dünya”, kümön “güman, Ģüphe” vb.

936

Kırgızcada +ek, +ke, +tay ekleri damak uyumuna girmez: koyon-ek “tavĢan yavrusu”, kırgıy-ek “genç atmaca”, akır-ek “köprücük kemiği”, ata-ke “babacık”, apa-ke “ablacık”, ini-tay “kardeĢçiğim”, ake-tay “babacığım”, ceñe-tay “yengeciğim”. Kırgızcaya giren alıntı eklerin büyük çoğunluğu, kelimeye göre değiĢmemekte; fonetik varyant taĢımamaktadırlar. Bazı eklerin ise uyuma girdiği görülür: be-çara ~ bey-çara “bîçare, zavallı”, şaar-ça “küçük Ģehir”, kulag-dar “bilgili, haberdar”, dabı-ger “eczacı”, adabiy “edebî”, zakmat-keç “emekçi, zahmet çeken”, ayıp-ker “suçlu”, önör-poz “sanatkâr”, körüstön “mezarlık”. 3.1.2. Dudak (Düzlük-Yuvarlaklık) Uyumu Kırgız yazı dilinde dudak uyumu ileri bir aĢamada olup, kelimenin ilk hecesinde bulunan düz ünlüleri uygun düz; yuvarlak ünlüleri ise yuvarlak ünlülerin takip etmesi kuralıdır: barmak “parmak”, basım “tazyik”, caançıl “yağmurlu”, akın “Ģair”, telki “dağ tekesinin diĢisi”, kımız, kınık “âdet”, cıgaç “ağaç”, kilem “kilim”, moyun “boyun”, konok “konuk”, torpok “toprak”, köktöm “ilkbahar”, bölmö “bölme, oda”. Kırgızcada /u/ dan sonra /u/ ve /a/ ünlüsü; /a/ ünlüsünü takiben de /ı/ gelir. /u/ ünlüsünden sonra yuvarlaklaĢma gerçekleĢmemiĢtir. Kelimenin birinci hecesindeki yuvarlak /u/, kendisinden sonraki hecelerde yer alan geniĢ /a/ ünlüsüne tesir edemez: tuman “duman, sis”, kuçak “kucak”, kulak, uzak, tuzak, tuugan “akraba”, kuurma “kavurma”, turak “durak”, tuyak “zürriyet”, suranıç “rica”. Kırgızcadaki dudak uyumu, Arapça ve Farsçadan giren kelimelerde de etkili olmuĢtur. Bazı kelimeler, Türkçe kelimeler gibi dudak uyumuna girmiĢtir: koco “hoca”, moldo “molla”, tobo “tövbe”, tozok “dûzah, cehennem”, izin”, köönö “köhne”, dükön “dükkân”, düynö “dünya”, kümön “güman, Ģüphe”. Kırgızcada dudak uyumuna girmeyen ekler Ģunlardır: ata-luu “babalı, babası olan”, ee-lüü “sahibi olan”, kar-duu “karlı”,bilim-düü “bilgili”, taş-tuu “taĢlı”, küç-tüü “güçlü”, biröö < biregü “biri”, eköö < ekegü “ikisi”, baştoo “baĢlama”, iştöö “çalıĢma”, izildöö “araĢtırma”, aytuu “söyleme”, bilüü “bilme”, kelüü “gelme”; al-çu “alırdı”, bil-çü “bilirdi”, ayt-çu “söylerdi” vb. Kırgızcaya giren alıntı ekler, büyük çoğunlukla fonetik varyant taĢımazlar: bey-kut “mutsuz”, naa-ümüt “ümitsiz”, öküm-dar “hükümdar”, kümön-dör “Ģüpheli”, coop-ker “sorumluluk sahibi”, künökör “günahkâr”, ümüt-ker ~ümüt-kör “ümitli”, cüyö-keç “hazırcevap”, töö-köç “deveyle yük taĢıyan”, önör-man “hünerli”, ilim-poz “araĢtırmacı”, gülüstön “gülistan”, örük-zar “erik bağı”. 3.2. Ünlü DeğiĢmeleri Bu bölümde, alıntı kelimelerdeki karakteristik fonetik değiĢmeler ile Türkçe kelimelerdeki karakteristik fonolojik değiĢmeler yer almaktadır. 3.2.1. Ünlü KalınlaĢması 3.2.1.1. Arapça ve Farsça kelimelerde yazılmayan ünlü, Kırgız Türkçesine büyük çoğunlukla /a/ lı girmiĢtir. Bu kalınlaĢma hadisesi, bazı kelimelerde /E/, /W/, /r/ ünsüzlerinin etkisiyle, bazılarında ise

937

ünlü benzeĢmesiyle meydana gelmektedir. Bu kelimelerden bazıları Ģunlardır: adabiyat “edebiyat”, madaniyat “medeniyet”, kıyamat “kıyamet”, salamat “selâmet”, zıyarat “ziyaret”, mazar “mezar”, tasir “tesir, marhamat “merhamet”, zıyarat “ziyaret”, kıyanat “hıyanet”, sayasat “siyaset”, arip “harf”, daraca “derece”, tarbiya “terbiye”, sacda “secde”, barabar “beraber”, paygambar “peygamber”, parzant “ferzent, evlât”, çara “çare”, kana “hane”, pakiza “pakize”, parda “perde” vb. 3.2.1.2. Alıntı kelimelerde yer alan /i/ ünlüsü, Kırgızcada /ı/ ya dönmüĢtür. Bu değiĢme, iki veya daha fazla heceli olup /â/ ünlüsü taĢıyan alıntı kelimelerde ünlü benzeĢmesiyle ortaya çıkmaktadır: adıl “âdil”, akır “âhir”, ınsap “insaf”, dıykan “çiftçi”, ıpılas “iflas”, ıktıyaç “ihtiyaç”, zalım “zalim”, ıktımal “ihtimal”, zıyan “ziyan”, ıktıyar “ihtiyar”, tarıx “tarih”, zıyarat “ziyaret”, kıyanat “hıyanet”, kıyamat “kıyamet”, kıyal “hayal”. 3.2.2. Ünlü Ġncelmesi 3.2.2.1. Ġki heceli bazı alıntı kelimelerde son hecedeki /â/ ünlüsü kısalmıĢ; /k/ ünsüzünün ve kelime içindeki ince ünlünün etkisiyle incelerek /e/ ye dönmüĢtür: nike “nikâh”, esep “hesap”, beker “bîkâr, boĢuna, bedava”, meken “mekân”, kerben “kervan”. 3.2.2.2. Alıntı kelimelerde ilk hecede yer alan /u/ ve /û/ ünlüsü, kelime içinde yer alan /g/ ve /k/ ünsüzlerinin ve ünlülerin etkisiyle incelerek /ö/ ye dönmüĢtür: huner > önör “hüner”, hukm > öküm “hükm”, hukÑmet > ökmöt “hükûmet”, gÑrist#n > körüstön “mezarlık”. 3.2.2.3. Bazı alıntı kelimelerin ilk hecesinde yer alan /u/ ve /û/ ünlüsü, inceltici ünsüzlerin etkisiyle /ü/ ye döner: guv#h > kübö “güvah, Ģahit”, gun#h > künöö “günah”, gulist#n > gülüstön “gülistan”, gum#n > kümön “Ģüphe”, gunbed > kümböz “kümbet, türbe”, dukk#n > dükön “dükkân”, duny# > düynö “dünya”, wÑret > süröt “suret”. 3.2.3. Ünlü DüzleĢmesi 3.2.3.1. Bazı Arapça kelimelerin büyük çoğunlukla ikinci hecesinde yer alan /û/ ünlüsü, Kırgızcada hem kısalmıĢ, hem de düzleĢerek /ı/ ya dönmüĢtür: kabıl “kabul”, maalım “malûm”, maalımat ~ malımat “malûmat”, namıs “namus”. 3.2.4. Ünlü YuvarlaklaĢması 3.2.4.1. Kırgızcada düz ünlülerin yuvarlaklaĢması, en sık karĢılaĢılan ünlü değiĢmesidir. Bu hadise, çoğunlukla ünlü benzeĢmesi sonucu ve dudak ünsüzlerinin etkisiyle gerçekleĢir. Türkçe kelimelerde ilk hecede yer alan /o/ ünlüsü, kendisinden sonra gelen hecelerdeki /a/ sesini yuvarlaklaĢtırır: toygan > toygon “doydu”, okşaş > okşoş “benzer”, korkak > korkok “korkak”, çolak > çolok “çolak”, çolpan > çolpon “çolpan”, çokmar > çokmor “çomak”, oyma > oymo “oyma”, orda > ordo “hanın harem dairesi”, koçkar > koçkor “koç”, oñat > oñot “iyi durum”. 3.2.4.2. Türkçe kelimelerin ilk hecesinde yer alan /ö/ ve /ü/ ünlüsünün etkisiyle, sonraki hecelerde bulunan /e/ ünlüsü /ö/ ye dönerek yuvarlaklaĢır: söökteş > sööktöş “akraba”, yürek> cürök “yürek”, küyev > küyöö “güvey, damat”, ördek > ördök, ökçe > ökçö, ölçe-> ölçö-“ölçmek”, öktem >

938

öktöm “kuvvetli, cesur”, özge > özgö “baĢka”, köçmen > köçmön “göçmen”, kömeç > kömöç “çörek”, kürek > kürök, küreş > küröş “mücadele”, örnek > örnök. 3.2.4.3. Türkçe ve alıntı kelimelerde ilk hecede yer alan /o/ ünlüsünün etkisiyle sonraki hecelerde bulunan /ı/, /u/ ünlüsüne döner: konuklarımız > konoktorubuz “konuklarımız”, koylarnı > koylordu “koyunları”, oylarnıñ > oylordun “düĢüncelerin”, dostlarıñız > dostoruñuz “dostlarınız”, mollalarıñ > moldolordun “mollaların”,

hoşlaştı > koştoştu “vedalaĢtı”.

3.2.4.4. Türkçe ve alıntı kelimelerde ilk hecede yer alan /ö/ ve /ü/ sesinin etkisiyle diğer hecelerdeki /i/ ünlüsü /ü/ ye dönerek yuvarlaklaĢır: közlerniñ > közdördün “gözlerin”, özgerildi > özgörüldü “değiĢtirildi”, külmesmin > külbösmün “gülmeyiz”, yüreğimiz > cürögübüz “yüreğimiz”, sözlerdeki > sözdördögü “sözlerdeki”. 3.2.4.5. Türkçe kelimelerdeki yuvarlaklaĢma hadisesi, Kırgızcaya giren Arapça ve Farsça kelimelerde de etkili olmuĢ; ilk hecedeki yuvarlak ünlünün etkisiyle diğer hecelerdeki düz geniĢ ünlü yuvarlaklaĢmıĢtır: gum#n > kümön “güman, Ģüphe”, guv#h > kübö “guvah, Ģahit”, dukk#n > dükön “dükkân”, duny# > düynö “dünya”, gun#h > künöö “günah”, gulist#n > gülüstön “gül bahçesi”, gun#hk#r > künöökör “günahkâr”, gÑrist#n > körüstön “mezarlık”, huner > önör “hüner”, hukÑmet > ökmöt “hükûmet”, wÑret > süröt “suret”. 3.2.5. Ünlü Daralması 3.2.5.1. Türkçe kelimelerde ilk hecede yer alan /a/ ve /e/ ünlüsünün bazen daraldığı görülür: çakır-> çıkır-“çağırmak, davet etmek”, çañır-> çıñır-“acı acı bağırmak”, aEla-> ıyla-“ağlamak”, be6ük > biyik “yüksek”, neçe > niçe “nice, ne kadar”, keyik > kiyik “geyik”. Bu daralma hadisesi, tek heceli kelimelerde de görülür: teg-> tiy-“değmek”, beg> biy “bey”. 3.2.6. Ünlü GeniĢlemesi 3.2.6.1. Farsça olumsuzluk ekinin ünlüsü önce kısalır, daha sonra geniĢleyerek /e/ ye döner: bNk#r > beker “bîkâr, boĢuna”, beçara “bîçâre, zavallı”. GeniĢleme hadisesi, /h/ ünsüzünün yanında da görülür: Iukm > öküm “hüküm”, mihm#n > meyman “mihman, misafir”. 3.2.6.2. Bazı Türkçe kelimelerde /u/ ve /ü/ ünlüsünün geniĢlediği görülür: kuru-> kuura“kurumak”, togru > tuura “doğru”, konuk > konok, köprü > köpüröö. 3.3. Ünlü DüĢmesi Kırgızcada ünlü düĢmesi, genellikle iç seste görülür. Türkçe kelimeler, bazı yapım eklerini, çokluk, iyelik ve zarf-fiil eklerini aldığında vurgusuz açık hecedeki ünlüler düĢer: balalar > baldar “çocuklar”, kıyna-< kıy (ı) n-a-“zorlamak”, cıyna-< cıy (ı) n-a-“toplamak”, tışkarkı < tışkar (ı)-kı “dıĢardaki”, aylım < ay (ı) l-ı-m “köyüm”, kayrıp < kay (ı) r-ı-p “çevirip”, emki < emi-ki “Ģimdiki”, kiymi < kiy (i) m-i “giyimi”, orno-< or (u) n-a-“yerleĢmek”, moynum < moy (u) n-u-m “boynum”, murdu < mur (u) n-u “burnu”, ordu < or (u) n-u “yeri”, buyrup < buy (u) r-u-p “emredip”.

939

3.4. Ünlü Türemesi 3.4.1. Ön seste Ünlü Türemesi Kırgızcada alıntı kelimeleri TürkçeleĢtirme çabası, /l/, /r/, /w/ ve /s/ ile baĢlayan alıntı kelimelerde etkili olmuĢ; bu seslerin önünde /ı/, /o/ ve /u/ türemiĢtir: l#zim > ılaazım “lâzım”, lampa > ılampa “lamba”, ramaî#n > ıramazan “ramazan”, rızW > ırıskı “rızk”, rayon > ırayon “bölge”, radio > ıradio “radyo”, stakan > ıstakan “bardak”, stanok > ıstanok “tezgâh”, Rus > Orus, rÑze > orozo “oruç”, ruHwat > uruksat “ruhsat”, rÑmN > urumu “Rumî”, waWt > ubakıt “vakit”, Ar. wezNr > ubazir ~uvazir “vezir”. 3.4.2. Ġç seste Ünlü Türemesi Bu hadise, çift ünsüzle biten Türkçe ve alıntı kelimelerde görülür. Bu kelimelerde ünlü uyumuna göre ünlü türer: erk > erik “hürriyet”, fikr > pikir “fikir”, „ilm > ilim, ark > arık “su kanalı”, kıvanç > kubanıç “kıvanç”, korkunç > korkunuç, borç > boruç, ders > darıs “ders”, cins > cınıs “cins”, Wabr > kabır “kabir”, baHt < bakıt “baht”, sabr > sabır “sabır”, börk > börük “Ģapka”. Ünlü türemesi, iki heceli kelimelerde ortada da görülür: kaplan > kabılan “kaplan”, arslan > arıstan “arslan”, ifl#s > ıpılas “iflas”, iHl#s> ıkılas “ “ihlas”, gaflet > kapılet “gaflet”, Iasret > kasıret “hasret”, Wudret > kuduret “kudret”, toprak > topurak. 3.4.3. Son Seste Ünlü Türemesi Türkçe ve alıntı kelimelerde kelime sonunda genellikle telaffuzu zor olan ünsüzlerden sonra da ünlü türer: ald > aldı “ön, ön kısım”, I#l > ali “hâli hazır”, t#c > taci, proyekt > proyekti “proje”, tiz > tize “diz”, kenç > kence “en küçük çocuk”, „aşW > ışkı “aĢk”, nefs > apsı “nefis”, Iacc > acı “hac”, IaWW > akı “hak”. 3.5. Ünlü BirleĢmesi Yan yana gelen iki kelimeden ilki ünlüyle bitip ikincisi de ünlüyle baĢlıyorsa iki ünlü birleĢerek tek ünlü hâline gelir: caza elekmin > cazalekmin “henüz yazmadım, yazacağım”, kele elek > kelelek “henüz gitmedi, gidecek”, ala elek > alalek “henüz almadı, alacak”, bile albaymın > bilalbaymın “bilemem”, körö albayt > köralbayt “göremiyor”, bara algan cok > baralgan cok “gidemedi”, cakşı bı ele > cakşı bele “iyi miydi”, keldi bi eken > keldi beken “geldi mi acaba”. 3.6. Ünsüz Uyumu Kırgız Türkçesinde ünsüzlerin ton uyumunun ileri noktada olduğunu söyleyebiliriz. Tonluyla biten kelimeler, tonluyla; tonsuzla biten kelimeler ise tonsuzla baĢlayan ekler alırlar: cer-deş “hemĢehri”, tün-dük “kuzey”, erke-le-“okĢamak”, tuy-gu “duygu”, sol-gun “gevĢek”, söz-dör “sözler”, közüm-döy “gözüm gibi”, caştar-ga “gençlere”, üy-dön “evden”, köp-tük “çokluk”, kesip-teş “meslektaĢ”, aç-kıç “anahtar”, taş-tar “taĢlar”, cürök-tün “yüreğin”, öt-tü “geçti” vb. Kırgızcada bazı ekler ünsüz uyumu dıĢında kalmaktadır: Kırgız-ça “Kırgızca”, kuda-ça “dünür”, caşıl-ça “sebze”; kelin-çek “gelincik”, çapan-çan “paltolu”, buka-çar “üç yaĢında boğa”, teke-çer “üç

940

yaĢında teke”, til-çi “dilci”, aldam-çı “hîlekâr”, coloo-çu “yolcu”, can-çık “cep”, oyun-çuk “oyuncak”; tuugan-çıl “akrabaya düĢkün”, eki-nçi “ikinci”, böl-çök “parçacık”, kıska-ça “kısaca”, al-çu “alırdı”, barçu “giderdi”, ece-ke “ablacık”, bala-key “çocukcağız”, kiçine-key “küçücük; aga-tay “biradercik”. 3.7. Ünsüz DeğiĢmeleri 3.7.1. TonlulaĢma 3.7.1.1. f (>p) >b: Alıntı kelimelerde kelime baĢında bulunan /f/ sesi, önce süreksizleĢerek /p/ ye, daha sonra tonlulaĢarak /b/ ye döner: ferzend > parzant > barzant “evlât”, farW > park > bark “fark”, fel#ket > balaket “felâket”, f#tiI# > bata “fatiha”, fal#n> balan “falan”, fuWar#‟ > bukara “fukara”, fehm > baam “anlama” vb. 3.7.1.2. k, W>g, E: Eski Türkçede kelime baĢında yer alan /k/ ve /W/ ünsüzü, Kırgız Türkçesinde büyük çoğunlukla korunmuĢtur: keme “gemi”, kün “gün, güneĢ”, keç “geç”, kiyim “giyim”, köynök “gömlek”, köz “göz”, kel-“gelmek”, kamçı “kamçı”, kana-“kanamak, kan gelmek”, kara “kara”, kıl-“yapmak”, kulak “kulak”, kuçak “kucak”, vb. Kırgız Türkçesinde bu sesler, ek alıp iki ünlü arasında kalınca genellikle fonolojik olarak tonlulaĢır: kök-üş > kögüş “maviĢ”, kök-er-> kögör-“göğermek”, kerek-i > keregi “gereği”, tik-i-p > tigip “dikip”, cürök-üm > cürögüm “yüreğim”, uW-a-mın > ugamın “duyuyorum”, coluW-a-bız > colugabız “karĢılaĢacağız”, coW-ol-> cogol-“yok olmak, kaybolmak”, baW-ı-m > bagım “bakım” vb. 3.7.1.3. p>b: Kırgız Türkçesinde bazı kelimelerde kelime içinde yer alan /p/ sesi korunmuĢtur: capır-“devirmek, bükmek”, apa “anne”, capız “alçak”, tapşır-“emanet etmek”, taptır-“buldurmak” vb. Ek alıp iki ünlü arasında bulunan dudak ünsüzü /p/, fonolojik değiĢmeyle /b/ ye döner. Bu değiĢmeyle ilgili örneklerden bazıları Ģunlardır: töpü > töbö “tepe”, kitep-i > kitebi “kitabı”, coop-um > coobum “cevabım”, köp-ey-> köböy-“çoğalmak”, çap-uu > çabuu “hızla koĢma”, çopur > çobur “adi cinsten”, tap-a > taba “doğru”, cap-ı-k > cabık “kapalı” vb. 3.7.1.4. t>d: Eski Türkçe kelime baĢında yer alan /t/ sesi de büyük çoğunlukla korunmuĢtur. /t/ nin birkaç kelimede /d/ ye döndüğü görülür. /t/ nin kelime baĢında korunduğunu gösteren örneklerden bazıları Ģunlardır: too “dağ”, temir “demir”, tiş “diĢ”, til “dil”, tört “dört”, tap-“bulmak”, tülkü “tilki”, töpö “tepe”, tök-“dökmek”, tün “gece”, taanı-“tanımak”, taarın-“darılmak”, tegerek “etraf, çevre”, tük “tüy”, tar “dar” vb. Kırgız Türkçesinde /t/, kelime içinde çoğunlukla korunmuĢtur: atı “adı”, ceti “yedi”, otun “odun”, cutum “yudum”, kütül-“beklenmek”, otu “otu”, kötör-“kaldırmak”, kütüm “meĢgale, bakım”, kutul“kurtulmak” vb. Türkçe kelimelerde kelime baĢında yer alan diĢ ünsüzü /t/, bazı kelimelerde tonlulaĢarak /d/ ye dönmektedir: t>-> de-“demek”, takı > dagı “tekrar, yine”, tabış > dabış “ses”, teñiz > deñiz “deniz”, toñuz > doñuz “domuz”, tilbe > delbe “deli”, teñ > deñ “denk”, tegre > deyre “etraf, çevre”. 3.7.2. TonsuzlaĢma

941

3.7.2.1. b>p: I. çokluk Ģahıs eki, tonsuzla biten kelimeye geldiği zaman ekin baĢında yer alan /b/ ünsüzü, /p/ ye döner: kelip-biz > kelip-piz “gelmiĢiz”, emes-biz > emes-piz “değiliz”, aç-bız > aç-pız “açız”, cok-buz > cok-puz “yokuz” vb. Kelime sonundaki değiĢme, alıntı kelimelerde görülür. Kelime sonunda yer alan /b/ sesi, Kırgızcada /p/ ye döner. Bu ünsüz, ek alıp iki ünlü arasında kaldığı zaman tekrar tonlulaĢır: kit#b > kitep “kitap”, bP-t#b > beytap “bîtap”, tertPb > tartip “tertip”, „ayb > ayıp “ayıp”. 3.7.2.3. g, E>k, W: Eski Türkçede kelime sonunda yer alan /g/ ve /E/ sesi, Kırgızcada bazı kelimelerde tonsuzlaĢarak /k/ ve /W/ ünsüzüne döner: beg > bek “bey”, tüg > tük “tüy”, boyaE > boyok “boya”, uruE > uruk “soy, tohum”. Alıntı kelimelerde kelime baĢında bulunan /g/ ve /E/ sesi, Kırgız Türkçesinde çoğunlukla tonsuzlaĢarak /k/ ve /W/ ünsüzüne döner: gun#h > künöö “günah”, gum#n > kümön “güman, Ģüphe”, guv#h > kübö “Ģahit”, gÑrist#n > körüstön “kabristan”, gunbed > kümböz “kümbet”, E#fil > Wapıl “gafil”, Eayret > Wayrat “gayret”, EänNmet > Wanımet ~ Wanimet “ganimet”, Eäflet > Wapılet ~ Wapilet “gaflet” vb. 3.7.2.4. m (>b) >p: Ünsüzle biten kelimeler /m/ ünsüzüyle baĢlayan ek aldıkları zaman söz konusu /m/ ünsüzü önce süreksizleĢir; daha sonra tonsuzlaĢarak /p/ ye döner. Bu değiĢme,-mA- /mO-olumsuzluk eki,-mI/ -mU soru ekinde görülen bir değiĢmedir. Tonlu ünsüzle biten kelimelere ekin b‟li Ģekli; tonsuzla biten kelimelere ise p‟li Ģekiller getirilir: tap-ma-y > tappay “bulmadan”, uk-ma-dı > ukpadı “duymadı”, uç-ma-dıñ > uçpadıñ “uçmadın”, emes mi > emespi “değil mi” vb. 3.7.2.5. l (>d) >t: Kırgızcada /l/ ünsüzüyle baĢlayan ekler, tonsuz ünsüzle biten kelimelere getirildiğinde l > d değiĢmesi, yerini benzeĢmeye bırakır. AĢağıdaki örneklerde tonsuzla biten kelimeler tonlu ünsüzle baĢlayan ek alınca kelimenin sonunda yer alan sesin etkisiyle ekin ön sesi tonsuzlaĢır: tınç-lık >tınç-tık “dinçlik, huzur”, arık-lık > arık-tık “zayıflık”, at-luu > at-tuu “adlı”, iş-le-> işte-“çalıĢmak”, konuk-lar > konok-tor “konuklar”, yurt-lar > curt-tar “yurtlar” vb. 3.7.2.6. n (>d) >t: Tonsuzla biten kelimeler /n/ ile baĢlayan ek aldıklarında ise ekin baĢında yer alan /n/ ünsüzü süreksizleĢerek önce /d/ ye; daha sonra benzeĢmeyle tonsuzlaĢarak /t/ ye döner: köknü > kök-tü “göğü”, küç-nü > küç-tü “gücü”, taş-nın > taş-tın “taĢın”, kitep-nin > kitep-tin “kitabın”, yürek-nin > cüröktün “yüreğin”, taş-nın > taş-tın “taĢın” vb. 3.7.3. SüreklileĢme 3.7.3.1. E (>w) >oo, uu: Eski Türkçede iki heceli kelimelerde iki ünlü arasında ve ilk hecenin sonunda; ayrıca, tek heceli kelimelerin sonunda bulunan /E/ sesi, önce sızıcılaĢarak yarı ünlü /w/ ye döner; daha sonra /w/ nin erimesiyle uzunluk oluĢur: aEır > owur > oor “ağır”, aEız > owuz > ooz “ağız”, boEaz > buwaz > booz “boğaz”, yaEuW > cuwuk > cuuk “yakın”, oEul > uul “oğul”, soEuW > suwuW > suuk “soğuk”, buEday > buwday > buuday “buğday”, toErı > tuwra > tuura “doğru”, aE-> ow> oo-“yukarı kalkmak, yükselmek”, baE > bow > boo “bağ”, saE > sow > soo “sağ”, taE > tow > too “dağ” vb.

942

3.7.3.2. g (>w) >öö, üü: Eski Türkçede iki veya daha fazla heceli kelimelerde iki ünlü arasında ve kelime sonunda bulunan /g/ ünsüzü önce sızıcılaĢarak /w/ ye döner; daha sonra /w/ nin erimesiyle uzun ünlü oluĢur: tege, tögö > töwö > töö “deve” biregü > biröw > biröö “biri”, küdegü > küyöw > küyöö “güvey, damat”, elig, ellig > elüw > elüü “elli”, sebüg, sevüg, sewüg > süyüw > süyüü “sevgi”, közlig > közdüw > közdüü “gözlü” vb. 3.7.3.3. p (>b>w) >aa, ee: Kırgızcada /p/ ile biten tek heceli fiiller,-Ip zarf-fiil ekini alınca iki ünlü arasında kalan /p/ önce tonlulaĢarak /b/ ye; daha sonra sızıcılaĢarak /w/ döner. Yarı ünlü /w/ nin erimesiyle de uzunluk meydana gelir: tap-ıp > tabıp > tawıp > taap “bulup”, tep-ip > tebip > tewip > teep “tepip”, öp-üp > öbüp > öwüp > ööp “öpüp”, çap-ıp > çabıp > çawıp > çaap “vurup”. 3.7.3.4. b>m: Eski Türkçe kelime baĢındaki /b/ ünsüzü Kırgızcada büyük çoğunlukla korunmuĢtur: ber-“vermek”, bar “var”, bar-“gitmek, varmak”, bol-“olmak”, bil-“bilmek”, bel “bel”, belgi “iĢaret”, bak-“bakmak”, balta “balta”, baltır “baldır”, barmak “parmak”. Kelime baĢında bulunan /b/ ünsüzü, Kırgızcada bazı kelimelerde, genellikle /n/ ve /ð/ ünsüzlerinin etkisiyle /m/ ye döner: burun > murun “burun, önce”, boyun > moyun, ben > men, boynuz > müyüz, boncuk > monçok, bol > mol, buz >muz, buzağı >muzoo, biñ > miñ, başak > maşak, buñ > muñ “sıkıntı, dert, yokluk”, biñ > miñ “bin”, bin-> min-. 3.7.3.5. 6>y: Eski Türkçede kelime içi ve kelime sonunda yer alan /6/ ünsüzü, Kırgızcada /y/ ye döner: kü6egü > küyöö “güyev, damat”, Wu6ruW > kuyruk “kuyruk”, bo6 > boy “boy”, tı6-> tıy“menetmek, tutmak”, ya6-> cay-“sermek, yaymak”, to6-> toy-“doymak”, yo6-> coy-“yok etmek, yitirmek”, ko6-> koy-“koymak” vb. 3.7.4. SüreksizleĢme 3.7.4.1. f>p: Alıntı kelimelerde kelime baĢı, kelime içi ve kelime sonunda yer alan diĢ-dudak ünsüzü /f/, /p/ ye döner: fikr > pikir, ferm#n > parman “ferman”, felek > palek “felek”, farW > park “fark”, defter > depter “defter”, sefer > sapar “sefer”, inw#f > ınsap, fond > pondu “sermaye”, forma > pormo, fabrika > pabrik. 3.7.4.2. H>W: Arapçadan giren kelimelerde kelime baĢında, kelime içinde ve kelime sonunda yer alan /H/, Kırgızcada düzenli olarak /W/ ya dönmüĢtür: Haber > Wabar, Hizmet > Wızmat, Hıy#net > kıyanat “hıyanet”, HuwÑmet > kusmat “husumet”, #Hir > aWır, iHl#s > ıWlas, iHtiy#r > ıktıyar “ihtiyar”, t#riH > tarıW vb. 3.7.4.3. I>W: /I/ sesinin de aynı durumlarda /W/ ya döndüğü örneklere az da olsa rastlanır Iäsrät > Wasıret “hasret”, äIv#l > aWbal “ahval”, merIÑm > marWum “merhum”, räImet > raWmat “rahmet”, erw#I > arbaW “ervah”. 3.7.4.4. l>d: /l/ ünsüzü, tonlu ünsüzle biten kelimelere gelince /d/ ye döner: er-lik > er-dik “yiğitlik”, akıl-luu > akıl-duu “akıllı”, bilim-lüü > bilimdüü “bilgili”, köz-le-> közdö-“gözlemek”, kiyim-ler> kiyim-der “giyimler”, kız-ları > kız-darı “kızları”, söz-leri > söz-dörü “sözleri” vb.

943

3.7.4.5. n>d: Bu değiĢme /n/ ünsüzüyle baĢlayan eklerde görülmektedir. Tonlu ünsüzle biten kelimeler /n/ ile baĢlayan ek alınca söz konusu /n/ sesi, süreksizleĢerek /d/ ye döner: kız-nı > kız-dı “kızı”, uul-nu > uul-du “oğlu”, el-nin > el-din “halkın”, biz-nin> biz-din “bizim”, üy-nü > üydü “evi”, koynun > koy-dun “koyunun”, oy-nu > oy-du “fikri”, hüner-nin > önör-dün “sanatın”. 3.7.4.6. m>b: Tonluyla biten kelimeler /m/ ünsüzüyle baĢlayan olumsuzluk eki ile soru ekini aldıkları zaman ek baĢındaki /m/ ünsüzü süreksizleĢerek /b/ ye döner: al-may > albay “almadan”, urma-dı > urbadı “vurmadı”, tiy-meden > tiybesten “değmeden”, caz-ma-sa > cazbasa “yazmasa” bolma-sa > bolboso “olmasa”, bil-gen mi > bilgenbi “bildi mi”, al-dı mı > aldıbı “aldı mı”, bol-or mu > bolorbu “olur mu”. 3.7.4.7. w, v>b: Arapçadan giren kelimelerde kelime baĢı ve kelime içinde yer alan /w/ sesi, Kırgız Türkçesinde /b/ ye dönmüĢtür: waWt > ubakıt “vakit”, w#‟de > ubada “vade”, waräW > barak, “varak”, Iäw# > aba “hava”, äIw#l > abal “ahval”, Ar. Wuwwät > kubat “kuvvet”, Ielw#„ > alba “helva”, elw#n > alban “elvan”, guv#h > kübö “Ģahit”, perv#ne > barbana “pervane” vb. 3.7.4.8. y>c: Türkçe kelimelerde kelime baĢında bulunan /y/, diĢ-damak ünsüzü /c/ ye dönmüĢtür. Bu değiĢme, Kırgızcada oldukça düzenlidir: yakın > cakın, yıldız > cıldız, yigit > cigit, yürek >cürök, yarat-> carat-, yumuşak > cumşak, yardım > cardam, yol > col, yaş > caş, yegen > ceen “yeğen”, yırtık > cırtık, yan-> can-“dönmek”, yalın > calın “alev”, yalgan > calgan “yalan”, yaman > caman “kötü”, yıl > cıl “yıl”, yılıg > cıluu “ılık”, yañı > cañı “yeni” vb. 3.8. Ünsüz TekleĢmesi Alıntı kelimelerde iç seste bulunan ikiz ünsüz, Kırgızcada tek ünsüz hâline gelir: muhäbbet > mahabat “muhabbet”, mu‟ällim > mugalim “muallim”, Wuwwet > kubat “kuvvet”, Iisse > ese “hisse”, dukk#n > dükön “dükkân”, widdNW > sıdık “sıddık”, Iäysiyyet > kasiyet “haysiyet”. 3.9. Ünsüz DüĢmesi 3.9.1. g>w>ø: Eski Türkçede kelime içi ve kelime sonunda bulunan /g/ sesi, bazı kelimelerde önce sızıcılaĢarak yarı ünlü /w/ ye döner. /w/, ünlüye dönüĢme yoluyla kaybolur: biregü > biröw > biröö “biri”, küdegü > küyöw > küyöö “güvey, damat”, sebüg, sevüg, sewüg > süyüw > süyüü “sevgi”, közlig > közdüw > közdüü “gözlü”. 3.9.2. E>w>ø: Eski Türkçede kelime içi ve sonunda bulunan /E/ sesi de bazı kelimelerde önce sızıcılaĢarak yarı ünlü /w/ ye döner. Bu ses de dönüĢme yoluyla kaybolur: baEır > bowur > boor “bağır”, boEaz > buwaz > booz “boğaz”, yaEuW > cuwuk > cuuk “yakın”, buEday > buwday > buuday “buğday”, toErı > tuwra > tuura “doğru”, tuE > tuu “tuğ, bayrak”. 3.9.3. I>ø: Alıntı kelimelerde kelime baĢı, kelime içi ve kelime sonunda bulunan /I/ sesi, Kırgız Türkçesinde genellikle düĢer: Ies#b > esep “hesap”, Iäreket > araket “hareket”, IukÑk > ukuk, Iukm > öküm “hüküm”, nik#I > nike “nikâh”.

944

3.9.4. h>ø: Alıntı kelimelerde /h/ sesi, düzenli olarak düĢer: her > ar “her”, huner > önör “hüner”, zihn > zeen “zihin”, #haste > asta “aheste”, şehr > şaar “Ģehir”, cih#t > caat “cihat”, guv#h > kübö “Ģahit”. 3.9.5. t >ø: Farsçadan giren kelimelerde /H/, /s/ ve /Ģ/ ünsüzünden sonra gelen /t/ ünsüzü telaffuz zorluğundan düĢer: diraHt > darak “ağaç”, r#st > ıras “doğru”, mest > mas “mest”, bihişt > beyiş “cennet”, dost > dos “dost”. 3.9.6. w>ø: Alıntı kelimelerde kelime baĢında yer alan /w/ ünsüzünün eridiği görülür: wef#t > opat “vefat”, wNr#n > oyron “viran”, w#Wı„# > okuya “olay”, wekNl > ökül “vekil”, wucÑd > ucut “vücut”, wicd#n > ucdan “vicdan” vb. Kelime içinde yer alan /w/, ünlüye dönerek kaybolur. Bu değişme, bazen kelime başında da görülür: cew#b > coop “cevap”, sew#b > soop “sevap”, Wewm > koom “kavim”, dewr > door “devir”, dewlet > döölöt “devlet”, wef#„ > opaa ~ oopa “vefa”. 3.10. Ünsüz Türemesi 3.10.1. /y/ türemesi: Alıntı kelimelerde kelime içi ve sonunda yer alan /N/ ünlüsünün kısalmasıyla /y/ türer: cemNle > camıyla “cemile”, väzNfe > vazıypa “vazife”, haWNWat > akıykat “hakikat”, netNce > natıyca “netice”, edebN > adabiy “edebî” vb. III. ġekil Bilgisi Kırgızcada yapım ve çekim eklerinin fonetik varyantları zengin olduğu için ekler, tek tek yazılmamıĢtır. A, a /e; I, ı/ i; O, o /ö; U, u/ ü ünlü değiĢimlerini; B, b /p; D, d/ t; D 3, d /t/ l; G, g/k; L3, l /d/ t; N3, n /d/ t ünsüz değiĢimlerini göstermektedir.

945

Kırgız Türkçesi / Doç. Dr. Gülzura Cumakunova [s.596-606] Ankara üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi / Türkiye Kırgız Türkçesi, Kırgızistan Cumhuriyeti‟nin devlet dili, dünyada sayısı üç milyondan fazla olduğu tespit edilen (1989) Kırgız Türklerinin konuĢtuğu dildir. Bu malumat, genelde toplu olarak Kırgızistan‟da ve küçük gruplar halinde in Halk Cumhuriyeti, Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan, Rusya Federasyonu, Türkiye ve Afganistan‟da yaĢayan Kırgızların dili esas alınarak verilmiĢtir. Türk lehçelerinin yapılan bir çok tasnifine göre Kuzeybatı Türk dilleri grubuna dahil edilmekte olan Kırgızca, tarihi aspekte yapılmıĢ Türkoloji çalıĢmalarında ve Türkçenin bugüne kadar yapılmıĢ sınıflandırmalarında uzun geçmiĢi ve Türkçenin en eski döneminden en yeni dönemine kadar uzanan bir çok çeliĢkili unsurları bünyesinde barındırmasından dolayı Türkolojinin kilit noktalarından biri olarak sayılagelmiĢtir. Türkoloji tasniflerinde Kırgızcanın bunun gibi çok yönlülüğü ve değiĢkenliği türkologların ona çok değiĢik sınıflarda yer vermelerine yol açmıĢtır. Örneğin, Türk dili tarihinin ünlü isimlerinden S. E. Malov, kendi sınıflandırmasında Kırgızcaya hem en yeni Türk dilleri arasında yer veriyor, hem de Yenisey Yazıtlarının dili, Kırgızların eski edebi dili olduğunu iddia ediyor. Ayrıca S. E. Malov, türkologların hiç bir zaman “Eski Kırgızcanın edebi ve konuĢma Ģekilleri münasebetleri üzerinde durmadıklarına, bunun için halen gerekli malzemelerin de elde edilmediğine” dikkatleri çeker.1 Prof. N. A. Baskakov‟un tasnifinde ise Kırgızca, Doğu Hun dalında en eski Türk dillerinden sayılan Eski Türk ve Uygur Yazıtlarının dilleri, Saha, Tuva, Tofa, Hakas, ġor, Altay ve Sarı Uygur dilleri ile aynı grupta beraber sınıflandırıldığını görüyoruz. 2 Baskakov‟un Kırgızcayı adı geçen grup içine dahil etmesinin gerekçeleri onun eski dil özelliklerini taĢıması olarak gösterilmiĢtir: - Kıpçak-Nogay grubuna mensup dillerdeki Ģ-s seslerinin yerine Eski Türkçeye özgü ç-Ģ seslerinin gelmesi. Örneğin: kas değil kaç, bas değil baĢ. -Kelime baĢında sert ünsüzlerin sıkça kullanılması; -Eski Türkçedeki bir çok gramer Ģekillerinin korunması; - Kelime hazinesinde diğer Kıpçak lehçelerinde bulunmayan Moğolca kelimelerin çokluğu. Buradan çıkarılacak sonuç, Kırgızcanın, coğrafi ve bazı ortak dil özelliklerinden dolayı aynı grup içinde yer aldığı Kıpçak lehçelerinden hayli farklı bir konumda olduğudur. Fakat V. V. Radlov, V. A. Bogoroditskiy, S. E. Malov, F. E. KorĢ, A. N. Samoyloviç, G. J. Ramstedt gibi Türkoloji otoritelerinin tasniflerinde Kıpçak grubunda yer almasına neden olan Kıpçak unsurları da artık Kırgızcanın, son dönemlerinde kazandığı inkar edilemeyecek özelliklerdir. Kırgızcanın bu tür özelliği bazı türkologları, mesela K. N. Menges‟i, Kırgızcayı aynı tasnif içinde, hem Orta Asya grubu içinde tek baĢına, hem de Kıpçak lehçeleri ile beraber göstermesine, Prof. T. Tekin‟i ise özel olarak tek baĢına sınıflandırmasına neden olmuĢtur.3 Son Türkoloji tasniflerinin çoğu

946

için esas alınan ve bir çok açıdan doğruluk payı yüksek olan A. N. Samoyloviç‟in tasnifinde Kırgızca, Türk lehçelerinin Kuzeybatı grubunda, bazı fonetik, gramer ve leksik yönleriyle ortaklık gösteren Altayca ile birlikte bir sınıfa konulmuĢtur. Tasniflerdeki bu kadar farklı hususların nedeni, ancak Kırgızcanın, genel Türkçenin geliĢmesinde çizdiği tarihi seyirinin tam olarak gözler önüne serilmesiyle anlaĢılacaktır. Onun oluĢum etaplarının bütün olarak ele alınması ve Kırgızcayı bugünkü durumundan ziyade, eskiden bugüne doğru periyodik geliĢmesinden yola çıkarak değerlendirme ile mümkün olacaktır. Prof. Dr. B. M. Yunusaliyev‟in çalıĢmalarında4 ilk defa öne sürülen ve son yıllardaki araĢtırmaların verileri ile doğrulanmıĢ, bir çok yönden de tamamlanmıĢ olan görüĢ açısına göre, çağdaĢ Kırgızcaya onun oluĢumundaki bazı belirleyici hususları dikkate almadan yaklaĢmak bizi yanlıĢlıklara sevkedecektir. Bu hususlar, her Ģeyden önce Kırgızcanın: - Tarihi oluĢumunun uzun bir süreç içinde gerçekleĢmiĢ olması; -OluĢumun bir tek toprak üzerinde geliĢmediği; -Bir çok yakın ve uzak akraba diller ile çeĢitli zamanlarda yakın temas içinde olması; -Uzun sürmüĢ olan bu geliĢme süreci içinde Kırgız toplumuna mensup bazı etnik grupların, toplumun çekirdeğini oluĢturan kitleyle her zaman beraber olmayıĢı ve kopmaların ve tekrar birleĢmelerin defalarca meydana gelmesidir. Bütün bu koĢulları göz önünde bulundurarak B. M. Yunusaliyev Kırgızcanın oluĢumunu üç büyük devire ayırmıĢtır: 1.Kırgızcanın en eski devri (IX-X yüzyıllara kadarki dönem) 2.Kırgızcanın ortaçağ devri (XV-XVI yüzyıllara kadarki dönem) 3.Yeni Kırgızca devri (XVI yüzyıldan günümüze kadar). Yunusaliyev‟in bu görüĢünün Kırgız dilinin tarihine direk veya dolaylı olarak temas eden araĢtırmacılar tarafından da benimsenmesi ile, örneğin Ġ. A. Batmanov, N. K. Dmitriyev, V. A. Bogoroditskiy, K. K. Yudahin, N. A. Baskakov, B. Ö. Oruzbayeva, S. Kudaybergenov, S. Sıdıkov vs., Kırgızcanın Kuzeydoğu (Sibirya) lehçelerine en yakın dil olduğu fikri giderek ağırlık kazanmıĢtır. Türkologlar arasında Kırgızcanın tarihi geliĢmesi üzerinde tam bir görüĢ birliği sağlanmasa bile, onun Güney Sibirya ve Orta Asya Türk lehçelerinin özelliklerini aynı derecede taĢıyan dil olduğu fikri de en azından tartıĢılmaz hale gelmiĢtir. Kırgızcayı hem coğrafi hem de dil açısından birbirinden farklı devirler içinde görmek, bunların bir dil içerisinde bakılacak ortak yönleri ile beraber birbirinden büyük farklı özelliklerini de kabul etmek anlamına gelecektir. Türkoloji çalıĢmalarında bu husus dikkate alınmıĢ olsa, Kırgızcayı tarihi geliĢiminin önemli etaplarına göre ayrı ayrı gruplarda değerlendirilmek çok daha yerinde olacaktı. Zira Kırgızcayı değiĢik

947

dönemlere ayırmaya neden olan hususlar, ikisini veya üçünü bir araya koyamayacak kadar farklı fonetik, morfolojik ve leksik ayrıcalıklardan ibarettir. Tıpkı Kırgızca ile aynı paralellikte bir geliĢim sergileyen Uygurcada olduğu gibi. Uygurca, Türkoloji sunıflamalarında Sarı Uygurcadan dolayı en eski Türk dilleri arasında, eski Uygur Yazıtları dilinden dolayı eski Türk lehçeleri grubunda ve Doğu Türkistan Uygurları dili dolayısıyla yeni Türk lehçeleri arasında yer almaktadır.5 Bilindiği kadarıyla, Sarı Uygurca, konuyu detaylı olarak ele alan araĢtırmacılar S. E. Malov ve E. R. TeniĢev‟in tespitlerine göre, Kırgızcanın en eski durumundan güçlü bir Ģekilde etkilenmiĢ ve hala o özelliğini koruyan bir dil olarak gösterilmiĢtir.6 Sarı Uygurca, Kırgızca ile Uygurca arasında en eski zamanlara dayanan dil temasını açıkça göstermesi ve Kırgızcanın geliĢmesinde gizli kalmıĢ bir çok sayfalara ıĢık tutabilecek unsurları koruması ile de büyük önem taĢıyor. Örneğin, eski Kırgızcanın çağdaĢ Kırgızcadan çok farklı fonetik yapıya sahip olduğu, onun bir y-dili değil, bir z-dili olduğu kanaatine Sarı Uygurcanın ve Kırgızcaya genetik yakınlığı olan Hakas, Tuva, ġor, ulım Türkçelerinin verilerini bir araya getirip karĢılaĢtırarak varılabilmiĢtir.7 Kırgız adının tarihe geçtiği M. Ö. 200 yıldan beri in, Arap, Fars, Türk kaynaklarında hep Kırgızların, geliĢmiĢ bir yazı geleneğine sahip bir toplum olduğu izlenimi verilmiĢtir. Örneğin, Kırgız tarihinin önemli kaynaklarından biri olan in‟in Tang sülalesinin (M. S. 618-907 yy.) N. Ya. Biçurin (1777-1853) tarafından neĢredilmiĢ tarihinde Kırgızlar hakkındaki diğer bilgilerin yanı sıra onların dilinin ve yazdıkları yazısının Hoyhu (Uygur) yazısı ile tıpatıp benzer olduğundan söz edilir.8 Yenisey yazıtlarının da Eski Kırgızcanın açık bir örneği olduğu görüĢünde araĢtırmacılar arasında görüĢ ayrıcalığı yoktur. Nitekim Eski Türk Yazıtlarının önemli isimlerinden Prof. S. E. Malov‟un, “Yeniseyskaya Pismennost Tyurkov” adlı eserinin GiriĢ bölümünde V. V. Radlov ve V. Tomsen gibi otoritelerin arkasından Yenisey yazıtlarının Kırgızlara ait olmadığına dair diyeceğim yoktur demesi9 ile bu fikrin tartıĢılmazlığı bir kere daha ortaya koyulmuĢtur. Eski Türk Yazıtlarından Külteğin, Bilge Kağan, Tonyukuk, Moyun ur, Bars Beg, Suci‟deki Kırgız Oğlu anıtlarında Kırgızlardan direk olarak çok güçlü Türk boyu olarak söz edilmesi, Talas‟ta bulunan dört anıtın da Kırgızlarla alakalı olması10 Kırgızların çok geliĢmiĢ yazma geleneği olduğu fikrini güçlendirir. Ayrıca en az 1000 yıllık bir geçmiĢe sahip “Manas” destanında bütün haberleĢmenin yazıĢma yolu ile gerçekteĢtirildiği ve onun bir olağan görünüĢ olarak kaydedilmesi de dikkate alınmayacak bir husus değildir. Kırgızlar hakkında ayrıntılı bilgiler içeren Arap kaynaklarından M. S. 942 yılında yazılmıĢ olan Ebu Dulaf‟ın “Risalesinde” de Kırgızların kendi yazıları olduğu ve özel olarak yetiĢtirdikleri kamıĢlar ile yazdıklarından bahsedilmektedir.11

948

Görüldüğü gibi, Yenisey Yazıtlarının Eski Kırgızca dönemine ait yazılar olduğuna dair oldukça kabarık bilgilere sahip olunmasına rağmen, ona Kırgızcanın ve diğer Kuzeydoğu Türk lehçelerinin klasik bir edebi Ģekli olarak ne Türkoloji çalıĢmalarında ne de tasniflerinde yer verilmemiĢtir. Yenisey Yazıtları ile günümüz Kırgızcası arasında görülen farklara açıklık getirecek tüm geliĢim ve değiĢim halkaları ortaya çıkarılmadığı sürece, onlara ancak uzak akraba dil örnekleri olarak bakma alıĢkanlığı devam edecek gibidir. Prof. Dr. E. R. TeniĢev, Sarı Uygurların, Füyü Kırgızlarının dili üzerinde yaptığı araĢtırmalarında,12 bu yönde yapılan S. E. Malov, Ü. Asanaliyev, Hu-Zhen-hua, Guy Ġmart, L. Cusupakmatov gibi araĢtırmacıların13 sonuçlarına da dayanarak, Kırgızcanın karanlık dönemlerini aydınlatacak malzemelerin artık mevcut olduğu görüĢünü öne sürüyor.14 Son yıllarda in Halk Cumhuriyeti‟nde yaĢayan Füyü Kırgızlarının dili üzerinde yapılan araĢtırmalar ve elde edilen sonuçlar B. M. Yunusaliyev‟in Kırgız dilinin tarihine ayrı devirler içinde bakma fikrini doğrulayıcı ve tamamlayıcı mahiyettedir. Füyü Kırgızlarının menĢei, Sibirya‟da Hakaslara yakın yaĢadıkları bölgeden 1703 yılında Cungar kontaycısı (hanı) Sevan Rabdan tarafından zorla göçürülüp, Mançuriya‟nın Heylunsyan vilayetinin Fuüy ilçesine yerleĢtirilmiĢ olan 3000 haneli Kırgızlardan gelir.15 Füyü Kırgızlarının dili, bir yandan Sarı Uygurların, öte yandan da Hakas, Tuva, ġor, ulım Türklerin dilleri ile ortak yanları olan, Kırgızcanın en eski unsurlarını koruyan bir ağız olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Füyü Kırgızcasının ağdaĢ Kırgızca ile temel unsurlarda (özellikle gramerde) görülen aynılığı da, ikisi arasında güçlü bir genetik bağ olduğunu gözler önüne seriyor. Bu husus, zamanında B. M. Yunusaliev‟in, Kırgızların bazı etnik gruplarının halkın çekirdeğini oluĢturan kitleden ayrı kaldığı hakkındaki görüĢünde ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Füyü Kırgızlarının dilinin fonetik ve morfolojik yapısının ortaya çıkarılması, onun bir yandan Sarı Uygurca ve Kuzeydoğu Türk lehçeleri ile, öte yandan da Kırgızca ile yakınlığı, Yenisey Yazıtları ile sergilenmiĢ olan bir edebi dil ile onun konuĢma türleri veya ağızları arasındaki münasebetleri problemini ciddi bir Ģekilde gündeme koymuĢ oldu. Füyü Kırgızlarının dili, onun Kırgızcayla köklü bağlantısı olduğunu savunan ve konuya ciddi biçimde bilimsel açıklık getiren araĢtırmacıların fikirlerine göre, Türkçenin en eski durumunun temsilcilerinden sayılan Eski Türk Yazıtlarının dili, Sarı Uygurca, Tuva, Tofalar, Hakas, ġor, ulım Türkçesinin yanısıra eski Kırgızcanın da alınmasını sağlayacak unsurları içeriyor. Yenisey Yazıtlarının dili, adı geçen Türk boylarının ortak edebi dili olup, bir d-li dildir. Füyü Kırgızcası ve onunla fonetik yakınlık gösteren Sarı Uygurca, z-li dillerdir. Örneğin: F. (Füyü) Kırg. qozın, . (ağdaĢ) Kırg. koyon „tavĢan‟, F. Kırg. azah, . Kırg. ayak „ayak‟, S. Uyg. azgır, . Kırg. aygır „aygır‟, S. Uyg. ezer, . Kırg. eer „eyer‟ v. s. Aynı z-li durum Hakas, ġor, ulım Türk lehçeleri için de geçerlidir. ağdaĢ Kırgızca, y-li diller arasında yer almasına rağmen, z‟nin y‟ye dönüĢüm sürecini andıran bir takım paralellikleri halen de taĢımaktadır, örneğin:

949

caz-//cay-„yaymak‟ boz//boy „bekar‟: boz bala „bekar delikanlı‟ Son zamanlarda Kırgızcanın eski dönemi için dikkate alınmaya baĢlayan Yenisey Yazıtları, Sarı Uygurca, Füyü Kırgızcası ve Kuzeydoğu grubunun ortak noktalarını birleĢtirerek, ayrıca Kırgızcanın ortaçağ ve yeni dönemlerindeki geliĢmelerini de göz önünde bulundurarak, Eski Kırgız dilinin baĢlıca özellikleri olarak Ģunlar gösterebilir: Fonetik Yönden - Ünlülerdeki muntazam bir Ģekilde korunan kalınlık-incelik uyumu ve giderek güçlü bir Ģekilde kendini göstermeye baĢlayan düzlük-yuvarlaklık uyumu. Sadece kökle sınırlı düzlük-yuvarlaklık ünlü uyumunu bugünkü Sarı Uygurca, Füyü Kırgızcası ve Hakas, ġor dillerinden de görmek mümkündür. -Ünsüzlerin sertlik-yumuĢaklık derecesine göre karĢı koyulabilmesi ve bunun ekleme sırasındaki uyumda etkin rol oynaması. -Kelime ve hece sonunda g sesinin mevsuttuğu. Oysa Orta dönemden itibaren hece sonu g‟lerin Kırgızcada w‟ye, sonra da uzun ünlüye dönüĢtüğü malumdur. Örneğin, Yenisey Y. bagır, . Kırg. boor „bağır‟, bagırsak, . Kırg. boorsok „bir nevi çörek‟, Yenisey Y. ogul, . Kırg. uul „oğul‟, Yenisey Y. yegin, . Kırg. ceen „yeğen‟, Yenisey Y. bag, . Kırg. boo „bağ‟, S. U., ġor. tağ, F. Kırg. dag/dah, . Kırg. too „dağ‟, ul. T. çazag, . Kırg. cöö „yaya‟ vs. -Fiil sonunda Ģimdiki y yerine yumuĢak z‟nin gelmesi. Benzer durum Füyü Kırgızların dilinde giz, S. U. kez-, ġor. kes-, . Kırg. kiy-„giymek‟, S. U. koz-, . Kırg. kuy-„koymak‟ olarak tespit edilmiĢtir. ağdaĢ Kırgızcada fiil sonu z‟lerde z-y dönüĢümü yapılmıĢ olsa da, kalıntı olarak bazı durumlarda fiil sonu z‟lerin diğer Ģekiller ile paralel korunduğu görülür. Mesela, fiilden fiil yapan-gız/-gar/-dır eklerinin paralelinde olduğu gibi: mingiz-/mindir-„bindirmek‟, atkaz-/atkar-„ata bindirmek‟, bütköz-/bütkör„bitirmek‟, cetkiz-/cetkir-„ulaĢtırmak‟ -Kelime baĢında c‟nin hem geniĢ, hem dar ünlüler ile geldiği sanılıyor. Kırgızcayı diğer Kuzeydoğu grubu temsilcilerinden ayırdeden bu durum, Hakasça, Tuvacada ç, ġorcada ç, bazı dialektlerinde t: tok/çok „yok‟, Altaycada ise d olarak y‟nin sertleĢmeye doğru seyrini gösteriyor (y-c-dt-ç). Kelime baĢında c-ç değiĢmesine ağdaĢ Kırgızcanın ağızlarında da rastlamak mümkün: cöcöçöcö „civciv‟, cöntök-çöntök „cep‟, cımcuur-çımçuur „cımbız‟, cılcık-çılçık „delik‟, cooçun-çooçun „yabancı‟ vs. Füyü Kırgızcası da kelime baĢındaki c‟yi koruyor: cir, . Kırg. cer „yer‟, cun-, . Kırg. cuun„yıkanmak‟, ceerin, . Kırg. ceyren/ceeren „ceylan‟. -Kırgızcanın Kuzeydoğu Türk lehçeleri ile fonetik ortaklığını oluĢturan ikincil uzun ünlülerin meydana geliĢini de araĢtırmacılar en eski dönem içine alıyorlar. Örneğin: Uzun aa: Kırg., Tuva, Hak., Alt. saa-< sağa-„sağamak‟, Tuva çaak, Hak. Naak, Alt. d‟aak, Kırg. caak < yanak „yanak‟.

950

Uzun oo: Kırg., Tuva, Hak., Alt. sool-< soğol-„solmak‟ Uzun öö: Kırg., Alt., Hak., Tuva söök < sönök „kemik‟. Uzun ee: Kırg., Alt., Tuva een< eyen „ıssız‟ vs. E. R. TeniĢev‟in Fuüy Kırgızcası, Sarı Uygurca, Hakas, ġor dillerinin verilerine dayanarak vardığı kanaate göre, Eski Kırgızcada sekiz uzun ünlü mevcuttu.16 Aynı fikiri ilk defa öne süren B. Yunusaliyev‟in, uzun i ile uzun ı‟nın çagdaĢ Kırgızca için de geçerli olduğu görüĢü (iin < iyin „in‟, iik < iyik „ik‟, cıırma < cıyıma),17 son araĢtırmalar tarafından fonematik özellik taĢımadığından dolayı destek görmemiĢtir. agdaĢ Kırgızcada sadece altı uzun ünlü mevcuttur. Hakas, Tuva, ġor dillerinde ise benzer durumlarda (i+y+i; ı+y+ı) meydana gelen uzunluklar korunmuĢ. Aynı durum Füyü Kırgızcası için (ciit < ciğit „yiğit‟) ve Sarı Uygurca için de söz konusudur.18 Eski döneme ait bir diğer unsur da Kırgızcaya Kuzeydoğu grubu ile aynı dönemde alındığı sanılan, diğer Türk gruplarında mevcut olmayan Moğolca kelimeler katmanıdır. Kuzeydoğu Türk lehçelerinde aktif kullanımda olan bu kelimeler, ağdaĢ Kırgızcada baĢka kelimelerle eĢanlamlı olarak kullanılmaktadır. Örneğin, kaalga/eĢik „kapı‟, belen/dayar „hazır‟, sonun/mıktı „harika‟, belek/tartuu „hediye‟ vs. Gramer Yönünden ağdaĢ Kırgızca ile karĢılaĢtırılmakta olan diller arasında çok büyük farklılıklar göze çarpmıyor. Örneğin, çokluk kategorisi:-lar/-ler, -dar/-der, -tar/-ter (belki de-nar/-ner) ‟den ibaret olup, yuvarlak Ģekillerin henüz ortaya çıkmadığı sanılıyor. Füyü Kırgızcasında bu ekin dar ünlülü Ģekilleri de vardır:lar/-lır, -dar/-dır, -tar/-tır. Sarı Uygurcada üstelik n‟le baĢlayan varyantları da mevcut:-lar/-ler, -dar/-der, -tar/-ter, -nar/-ner ağdaĢ Kırgızcada fiilin ikinci Ģahıs çokluk ekinde görülen -sınar, -nar türleri, belki de Sarı Uygurcadaki gibi Eski Kırgızcadaki çoğul ekinin n‟li durumunun kalıntılarından olabilir. Örneğin: Siler barasınar (Siz gideceksiniz), Siler doktorsunar (Siz doktorsunuz), Siler körçüsünör, (Siz görürdünüz), Siler aldınar (Siz aldınız), Siler bergensiner (Siz vermiĢtiniz). Hal eklerine gelince, ağdaĢ Kırgızcaya özgü bütün hal eklerinin kullanımda olduğu gözetlenebilir. Ġlgi ve Belirtme hali dıĢındaki eklerde yuvarlak Ģekilleri henüz ortaya çıkmadığı tahmin ediliyor. Ġlgi ve Belirtme hallerinde ise ağdaĢ ġor dilinde görüldüğü gibi19 yuvarlaklı eklerin de olduğu düĢünülebilir. Yalın h.: 0, Ġlgi h.: -nın/-nin/-nun/-nün; -dın/-din/-dun/-dün; -tın/-tin/-tun/-tün. Yönelme h.: -ga/-ge; -ka/-ke; -a/-e. Belirtme h.: -nı/-ni/-nu/-nü; -dı/-di/-du/-dü; -tı/-ti/-tu/-tü. Bulunma h.: -da/-de; -ta/-te. ıkma h.: -dan/-den; -tan/-ten; -nan/-nen.-dın/-din; -tın/-tin;-nın/-nin. ıkma halinde geniĢ ve dar ünlülü sıraların olabileceği fikri, incelenmeye alınmıĢ dillerin hemen hemen hepsinde bu vakanın izoglossa niteliğini taĢımasından doğmuĢtur. 20 Örneğin, Füyü

951

Kırgızcasında ekin sadece dar ünlülü Ģekline rastlanır.21 Sarı Uygurcada ise tam tersine agdaĢ Kırgızcadaki gibi dar Ģekilleri kaybolmaya yüz tutmuĢtur.22 Fiilin zamanları bakımından Kırgızcasındaki tüm Ģekilleri karĢılaĢtırdığımızda zaman ekleri kadrosu da bazı ses değiĢikleri dıĢında benzer durumdadır. Belirli (-di‟li) Geçmiş Zaman: -dı/-di/-du/-dü, -tı/-ti/-tu/-tü. ġahıs ekleri:-ım, -ın, -ıbız, -ınar; III. Ģahıs çoğul eki -ıĢtı. Eski Kırgızca için belirli geçmiĢ zaman ekinin yuvarlak ünlülü varyantlarının ön görülmesi, araĢtırılan dillerden ġor dilindeki düz ve yuvarlak ünlülü tam kadronun bulunması ve onun ağdaĢ Kırgızca ile örtüĢmesinden çıkartılıyor. Füyü Kırgızcasında zaman eki: -dı/-di, -tı/-ti olup, Ģahıs ekleri de aynıdır. Füyü Kırgızcasında da III. Ģahıs çoğul ekinin (-ıĢtı) Ģeklinde iĢteĢlik eki ile ifade edilmesi, ağdaĢ Kırgızca ile onun genetik bağını bir kere daha kanıtlayıp, aynı zamanda ona en yakın olan Hakasçadan farkını teĢkil eder. Füyü Kırgızcasında halen -bıs Ģeklinde olan I Ģahıs çokluk eki, bu eki sonradan-k‟ye çeviren Kırgızcanın eski durumundan kaldığı sanılıyor. (Örneğin, E. Kırg. bardıbıs-. Kırg. bardık). Belirsiz (-miş‟li) Geçmiş Zaman: ıptır/-iptir/-uptur/-üptür. ġahıs ekleri:-mın, -bıs, -sın, -sınar Bu zaman eki, iki ekin kaynaĢması ile (-ıp-zarf fiil eki + yardımcı fiil tur-) meydana gelmiĢ. Ekin çağdaĢ Kırgızcada ve Hakasçada korunan düz ve yuvarlaklı tam paradigması, Sarı Uygurcada da Ģahıs eklerisiz (-ıptro) Ģeklinde korunuyor. Füyü Kırgızcası ise zarf fiil ekini yitirerek (-tır+Ģahıs eki) Ģeklini almıĢ. ağdaĢ Kırgızcada da bu zaman ekinin yardımcı fiili (tur‟u) düĢürmüĢ kısaltılmıĢ Ģekli kullanıldığını dikkate alırsak, bu zaman ekinin genel olarak kısalmaya meyil göstermiĢ bir ek olduğu kanaatine varabiliriz. KarĢılaĢtıralım: . Kırg. tam Ģekli barıptırmın, . Kırg. kısa. barıpmın F. Kırg., kısa bartırmın; „gitmiĢim‟ Geçmiş Zamanın Hikayesi (-mıştı) ağdaĢ Kırgızcada -gan/-gen/-gon/gön, -kan/-ken/-kon/-kön, ġahıs ekleri-mın-bız, -sın-sınar olarak tüm düz ve yuvarlak Ģekilleri mevcut olan sistemin eski Kırgızcada sadece düz Ģekilleri olduğu sanılıyor. Zira karĢılaĢtırılan dillerin hepsinde de sadece-gan/-gen, -kan/-ken Ģekillerine rastlanmıĢtır. Geniş Zamanın Hikayesi (-ırdı) ağdaĢ Kırgızcada -çu/-çü ġahıs ekleri -mın-bız; -sın-sınar;

952

olarak sadece yuvarlak Ģekli kullanılan ekin, Hakasça ve Tuvacada sadece düz Ģekilleri (-çık/çik, -çıh/-çih) mevcuttur. Ekin menĢei Eski Uygurcada görünen geçmiĢ zaman eki (-yuk) ile aynı paralelde olabileceği tahmin ediliyor.23 Şimdiki Zaman ağdaĢ Kırgızcada: fiil kökü +zarf fiil-ıp + yardımcı fiiller (cat-, tur-, otur-, cür-) ġahıs ekleri: -mın-bız;-sın-sınar; -t-ıĢat olan Ģimdiki zamanın yapımında en çok benzerlik ġor dilinde görülür. ġimdiki zaman, Füyü Kırgızcasında adı geçen yardımcı fiillerden sadece tur-, Hakasçada ise çat-‟la yapılabiliyorsa, ġorcada çat-, tur-, odur-, çer- gibi ağdaĢ Kırgızcadaki bütün türleri kullanılarak yapılır. Bu durum, Eski Kırgızcadan itibaren bu modelin var olduğu ihtimalini güçlendirir. ġimdiki zamanın ağdaĢ Kırgızcadaki bir diğer Ģekli olan (-uu+da +Ģahıs eki) modeli de, Füyü Kırgızcası ile paralellik gösterir: . Kırg. baruudamın- F. Kırg. bardamin/bardımin ( tübüm „tüpüm‟, tak + ıptır > tagıptır „takmıĢ‟). Morfolojik Açıdan Kırgız kelimeleri leksik-semantik özellikleri ve söz dizimindeki fonksiyonuna göre genel olarak anlamlı kelimeler ve hizmetçi kelimeler türlerine ayrılırlar. Anlamlı kelimeler türlerine: isim, sıfat, sayı,

958

zarf, zamir, fiil; hizmetçi kelimeler grubuna ise: bağlaçlar, edatlar, taklidi kelimeler, ünlemler, modal sözler girer. Ġsim Kırgızcada Ġsim, çokluk, Ģahıs, iyelik, hal kategorilerine sahip ve soru eki de alabiliyor. Çokluk eki ünlü-ünsüz uyumunun Kırgızcada sistemli Ģekilde korunmasından dolayı 12 varyantlı bir sistem içinde görülür: -lar/-ler/-lor/-lör almalar „elmalar‟, koholor „sokaklar‟ -dar/-der/-dor/-dör kydar „kızlar‟, koldor „kollar‟ -tar/-ter/-tor/-tör •ititter „yiğitler‟, ottot „ateĢler‟ (Görüldüğü gibi l‟li sıra ünlü ile biten kelimelere ve istisna olarak y, r ile biten kelimelere, d‟li sıra yumuĢak ünsüzle biten kelimelere, t‟li sıra ise sert ünsüzle biten kelimelere eklenir). Ġsmin iyelik kategorisinin Ģahıslara göre dağılımı Ģöyle: I Ģahıs-ım -ıbız

almam almabız “elmam, elmamız”

II Ģahıs

-ınar

-ınız

-ın

almanar

almanız almanızdar

-ınısdar

III Ģahıs-ı (sı)

alman

-ıları

alması

almaları

Ġsim, cümlede yüklem görevini üstlenince fiil gibi Ģahıs eki alabiliyor. Yalnız III. Ģahıs çokluk ekinin fiildeki -ıĢ yerine, -lar kullanması ile ismin Ģahıs ekleri fiilinkinden ayrılır. Ġsmin Ģahıs ekleri iĢte bunlar: I Ģahıs -mın -bız

balamın „çocuğum‟ balabız „çocuğuz‟

II Ģahıs

-sın

-sınar balasın „çocuksun‟ balasınar „çocuksunuz‟

(nezaket)

-sız

-sızdar

III Ģahıs

- -(lar)

bala „çocuk‟ baldar „çocuklar‟

balasız „çocuksunuz‟ balasızdar „çocusunuz‟

Kırgızcada altı tane hal vardır. Bütün hal ekleri ünlü-ünsüz uyumuna tabi olduğundan hal kategorisinin genel tablosu Ģu Ģekilde sergilenebilir: Yalın; kim? emne?--Ġlgi; kimdin? emnenin?-nın/-nin/-nun/-nün; -dın/-din/-dun/-dün; -tın/-tin/-tun/-tün. Yönelme; kimge? emnege? kayda? -ga/-ge/-go/-gö; -ka/-ke/-ko/-kö. Belirtme; kimdi? emneni? -nı/-ni/-nu/-nü; -dı/-di/-du/-dü; -tı/-ti/-tu-/-tü. Bulunma; kimde? emnede? kayda? -da/-de/-do/-dö; -ta/-te/-to/-tö. ıkma; kimden? emneden? kaydan?-dan/-den/-don/-dön; -tan/-ten/-ton/-tön.

959

Sıfat isimleri, leksik-semantik ve morfolojik ayrıcalıklarına göre Asıl sıfatlar ve Nispi sıfatlar olarak ayrılırlar. Asıl sıfatlar kendine has karĢılaĢtırma ve pekiĢtirme derecelerine sahipler. Sıfatın karĢılaĢtırma kategorisi-ıraak (-ireek/-uraak/-üröök) eki ile: çonuraak „daha büyük‟, küçtüüröök „daha güçlü‟, pekiĢtirme derecesi ise en „en‟, abdan, ayabay, ötö „çok‟, „fevkalade‟ gibi kelimeler vasıtasıyla, sıfatların kısaltılmıĢ tekrarıyla: kıpkızıl „kıpkırmızı‟, taptaza „tertemiz‟ vs. yapılır. Nispi sıfatlar, isim, fiil, sayı, sarf gibi söz türlerinden -day, -luu, -sız, -lık, -kı vs. sıfat yapım eklerinin yardımı ile yapılır. Sayı isimleri leksik-semantik ve morfolojik özelliklerine göre Asıl sayılar (bir, on, min „bin‟ vs.), Sıra sayılar (birinçi „birinci‟, cüzünçü „yüzüncü‟ vs.), Tahmin sayıları (ondoy „on kadar‟, cüzdögön „yüzlerce‟), Kesir sayılar (ondon bir „onda bir‟, üçte dört‟ vs.), ÜleĢtirme sayılar (beĢten „beĢer‟, cetiden „yediĢer‟), Toplam sayılar (eköö „ikisi‟, altoo “altısı‟ vs.). Sayılara mahsus çekim ekleri: -oo/öö, -ınçı, -lagan, -em vs. Zamirler ġahis zamirleri: I Ģahıs: men „ben‟

biz „biz‟

II Ģahıs: sen „sen‟

siler „siz‟

(nezaket) siz „siz‟

sizder „sizler‟

III Ģahıs al „o‟

alar „onlar‟

ĠĢaret Zamirleri: bu (l) „bu‟, uĢu (l) „Ģu‟, oĢo (l) „o‟, tigi (l) „öteki‟, tetigi „oradaki‟ vs. Soru Zamirleri: kim? „kim?‟, emne? „ne?‟, kanday? „nasıl? „kaysı? „hangi?‟, kança? „kaç?‟, kaçan? „ne zaman?‟, kayda? „nereye?‟, kana? „hani? ‟ vs. Menfi Zamirler: eç kim „hiç kimse‟, eç kaçan „hiç bir zaman‟, eç bir „hiç bir‟, eç nerse/eçteke „hiç bir Ģey‟, eç kanday „hiç bir Ģekilde‟, eç kança „pek fazla‟ vs. Belirsizlik Zamirleri: kimdir biröö „bir kimse‟, biröö „birisi‟, bir nerse „bir Ģey‟, kee/kay bir „bazı‟, baarı/bardıgı „hepsi‟, ar kim „her kes‟, ar nerse „her Ģey‟, ar kanday „her çeĢit‟, ar türlüü „her türlü‟ vs. DönüĢümlü Zamir: öz „kendi‟ gibi türlere ayrılırlar. ġahıs, iĢaret ve dönüĢümlü zamirleri, isim çekimlerinden farklı özel bir hal tipi ile çekimlenir. Örneğin, Yalın

men „ben‟

uĢu „Ģu‟

özü „kendisi‟

Ġlgi

menin „benim‟ uĢunun „Ģunun‟

Yönelme

mağa „bana‟ uĢuga „Ģuna‟

özünö „kendisine‟

Belirtme

meni „beni‟ uĢunu „Ģunu‟

özün „kendisin‟

Bulunma

mende „bende‟ uĢunda „Ģunda‟

960

özünün „kendisinin‟

özündö „kendisinde‟

ıkma

menden„benden‟

uĢundan „Ģundan‟

özünön „kendisinen‟

Zarflar Leksik-Semantik Açıdan: Zaman zarfları: azır „Ģimdi‟, anan „sonra‟, dayıma „daima‟, bügün „bugün‟, ertesi „ertesi‟, bıltır „geçen yıl‟, daroo „hemen‟ vs. Yer-yön zarfları: alga/ilgeri „ileri‟, artka „geriye‟, beri „beri‟, cogoru „yukarı‟vs. Sıfat-tarz zarfları: akırın „yavaĢ‟, tımızın „gizli‟, tez „tez‟, kayta/kayra „tekrar‟, beker „boĢuna‟, oozmo-ooz „yüzbe yüz‟, teskeri „tersinen‟, ataylap „mahsus‟ vs. Ölçü-miktar zarfları: az „az‟, köp „çok‟, saal „azcık‟, ayabay/abdan „büyük miktarda‟, oĢonço „o kadar‟, ança „o kadar‟, kançalık „ne kadar‟ vs. gibi türleri ile belli. Zarfları-ça, -lap, -lay, -lata, -çalık gibi yapım ekleri yapar. Fiiller Genel olarak Kırgız fiilleri üç zaman etrafında cereyan eder: 1. GeçmiĢ zaman 2. ġimdiki zaman 3. Gelecek zaman Geçmiş zaman: 1. Belirli geçmiĢ zaman 2. Belirsiz geçmiĢ zaman 3. ÖğrenilmiĢ geçmiĢ zaman 4. Adet edilmiĢ geçmiĢ zaman olarak ayırdedilir. Belirli (-di‟li) geçmiĢ zaman: Zaman eki:-dı/-di/-du/-dü ġahıs ekleri: -tı/-ti/-tu/-tü

III -n

-nar

-nız

-nızdar

III -

-ıĢtı

II

-m

-k

-mın

-bız

Belirsiz (-gan‟lı) geçmiĢ zaman: GeçmiĢ zamanın hikayesi (-miĢti) Zaman eki:-gan/-gen/-gon/-gön ġahıs ekleri: II -kan/-ken/-kon/-kön

III -sın

-sınar

-sız

-sızdar

961

III -

-ıĢkan

ÖğrenilmiĢ geçmiĢ zaman (-ıptır)-(-mıĢ): ġahıs ekleri: I -mın

Zaman eki:-ıptır/-iptir/ -uptur/-üptür

III

III

-sın

-sınar

-sız

-sızdar

-bız

- -ıĢıptır

Adet EdinilmiĢ GeçmiĢ Zaman (-çu): GeniĢ zamanın hikayesi (-ırdı) Zaman eki:-çu/-çü ġahıs ekleri: III -sın

-sınar

-sız

-sınar

III -

-ıĢçu

III

-mın

-bız

Şimdiki Zaman: 1.Basit Ģimdiki zaman 2. BirleĢik Ģimdiki zaman gibi iki çeĢitle temsil edilir. Basit ġimdiki Zaman: GeniĢ zaman (-ır) Zaman eki:-a/-y ġahıs ekleri: III III

III

-sın

-sınar

-sız

-sızdar

-m (ın) -bız

-t -ıĢat

BirleĢik ġimdiki Zaman: ġimdiki zaman (-yor) Asıl fiil + zarf fiil (-ıp) +yardımcı fiiller cat (tur, otur, cür) +zaman eki-a+Ģahıs ekleri: -mın

-bız III -sın

-sınar

-sız

-sızdar

III -t

-ıĢat

Gelecek Zaman: 1. Kesin gelecek zaman 2. Olası gelecek zaman olarak ayrılır.

962

III

Kesin Gelecek Zaman: Zaman eki:-a/-y

ġahıs ekleri: III

-m (ın) -bız

III -sın

-sınar

-sız

-sızdar

III -t

-ıĢat

Basit Ģimdiki zaman ile aynı yapıda olan kesin gelecek zamanı, bazı zaman belirteçleri ve cümlenin genel anlamına göre ayırt etmek mümkün. Olası Gelecek Zaman: Zaman eki:-ar/-er/-or/-ör

ġahıs ekleri:

III -sın

-sınar

-sız

-sızdar

III -

-ıĢar

III

-mın

-bız

Kırgızcada fiile -gan, -ar, -uuçu, -çu ekleri eklenerek sıfat fiiller, -ıp, -a, -y, -ganı, mayınça ekleri eklenerek zarf fiiller, -uu/-üü, -oo/-öö, -mak, -ıĢ, -ma, -may ekleri eklenerek isim fiiller yapılır.

1 Malov S. E. Yeniseyskaya Pismennost Tyurkov: Tekstı i perevodı. M.; L., 1952, s. 5. 2 Baskakov N. A. K Voprosu o Klassifikatsii Tyurkskih Yazıkov. Ġzvestiya AN SSSR, OLYA, C. X1. 2. çık. Moskova, 1952. 3 Talat T., “Türk Dil ve Dialektilerinin Yeni Bir Tasnifi,” Erdem Dergisi, C. 5, sayı 13, 1990 s. 141-168. 4 Yunusaliyev B. M. Problema Formirovaniya ObĢenarodnogo Kirgizskoğo Yazıka. Voprosı Yazıoznaniya. 1955, N 2, s. 30-41. Yunusaliyev B. M. Kırgız Dialektologiyası, Frunze, 1971. 5 Malov S. E. Drevniye i Novıye Tyurkskiye Yazıki. Ġzvestiya AN SSSR. C. X1. 2. çık. Moskova, 1952. 6 Malov S. E. Yazık Celtıh Uygurov: Slovar i Grammatika, Alma-Ata, 1957. TeniĢev E. R. Stroy Sarıg-Uygurskogo Yazıka. M., 1976. 7 TeniĢev E. R. Drevnekirgizskiy Yazık, BiĢkek, 1997, s. 7. 8 Biçurin N. Ya. Sobraniya Soçineniy o Narodah, ObitavĢih v Sredney Azii v Drevniye Vremena. C. 1, M. -L., 1950. S. 354. 9 Malov S. E. Yeniseyskaya Pismennost Tyurkov. Tekstı i perevodı. M. -L., s. 5.

963

10

Talas anıtlarında Kırgız ismi geçmese de Kırgız etnosunun kökünü oluĢturan Otuz

oğlan kaviminden söz edilir. 11

Vostoçnıye Avtorı o Kirgizah/Derleyen ve yayımlayan Ö. Karayev. BiĢkek, 1994, s.

12

TeniĢev E. R. O Dialektah Uygurskogo Yazıka Sinszyana. -Tyurkologiçeskiye

50.

issledovaniya. M. -L., 1963. TeniĢev E. R. Stroy Sarı-Uygurskogo Yazıka. M., 1976. TeniĢev E. R. O Yazıke Kırgızov Uyezda Fuüy (KNR)-Voprosı Yazıkoznaniya, 1966, N 7, s. 88-95. 13

Malov S. E. Yazık Celtıh Uygurov: Slovar i Grammatika, Alma-Ata, 1957. Malov S.

E. Lobnorskiy Yazık, Frunze, 1956. Asanaliyev Ü. Lobnor Tilinin grammatikalık Kıskaça Oçerki. Frunze, 1964. Cusupakmatov L., OtnoĢeniya Kirgizskogo Yazıka k Sibirskim Tyurkskim Yazıkam. Frunze, 1983. Hu Zhen-hua, Guy Ġmart. Fu-Yü Girgis: A Tentative Description Of The Easternmost Turkic Language. Univ. of Calif. at Santa Barbara. 14

TeniĢev E. R. Drevnekirgizskiy Yazık. BiĢkek, 1997, s. 5.

15

orotegin T. K., Moldokasımov K. S. Kırgızdardın Cana Kırgızstandın Tarıhı, BiĢkek,

2000, s. 76. 16

TeniĢev E. R. Drevnekirgizskiy Yazık… s. 6.

17

Yunusaliyev B. Kırgız Dialektologiyası… s. 114.

18

TeniĢev E. R. Stroy Sarı Uygurskogo Yazıka …… s. 10.

19

Dırenkova N. P Grammatika ġorskogo Yazıka, …s. 40-41.

20

TeniĢev E. R. Drevnekirgizskiy Yazık, … s. 11.

21

Hu Zhen-hua, Guy Ġmart, a.g.e., s. 26.

22

TeniĢev E. R. Stroy …… s. 57.

23

Baskakov N. A. Forma glagola na-çık/-çik, -çu/-çü v hakasskom, tuvinskom i kirgizskom

yazıkah. -Voprosı Tyurkologii. TaĢkent. 1965. 24

Yunusaliev B. M. Problema Formirovaniya ObĢenarodnoğo Kirgizskogo Yazıka. -

Vopr. Yazıkoznaniya. 1955, N 2, s. 30-41. 25

Yunusaliyev B. M. Kırgız Dialektologiyası, … s. 58.

26

Malov S. E. Lobnorskiy Yazık, Frunze, 1956; Asanaliyev Ü. Lobnor Tilinin

Grammatikalık Kıskaça Oçerki, Frunze, 1964. 27

TeniĢev E. R. Drevnekirgizskiy Yazık … s. 18.

28

Malov S. E. a.g.e., s. 5.

29

TeniĢev E. R. a.g.e., s. 18.

964

30

orotegin T. K., Moldokasımov K., Kırgızdardın Cana Kırgızstandın Kıskaça

Tarıhı… s39. 31

Yunusaliyev B. M. Kırgız Dialektologiyası…s. 57.

Abduldayev E., Azırkı Kırgız Tili. BiĢkek, 1998. Asanaliev Ü., Lobnor Tilinin Grammatikalık Kıskaça Oçerki. Frunze, 1964. Bartold V. V. Kirgizı. -Soçineniya. M., 1963, C. 2, I. böl. s. 509-510. Baskakov N. A. Tyurkskiye Yazıki. Moskova, 1960. Batmanov Ġ. A. Kratkoye Vvedeniye v Ġzuçeniye Kirgizskogo Yazıka. Frunze, 1947. Batmanov Ġ. A. Sovremennıy Kirgizskiy Yazık. Frunze, 1963. Baytur A. Kırgız Tarıhının Leksiyaları. BiĢkek, 1992. Biçurin N. Y. Sobraniya Soçineniy o Narodah, ObitavĢih v sredney Azii v Drevniye Vremena. C. I, M. -L., 1950. Cusupakmatov L., OtnoĢeniye Kirgizskogo Yazıka k Sibirskim Tyurkskim Yazıkam. Frunze, 1983. orotegin T. K., Moldokasımov K. S. Kırgızdardın Cana Kırgızstandın Tarıhı. BiĢkek, 2000. Dırenkova N. P. Grammatika ġorskogo Yazıka. Moskova, 1979. Grammatika Hakasskogo Yazıka. Moskova, 1975. Hu Zhen-hua, Guy Ġmart, Fu-Yü Girgis: A Tentative Desckription Of The Easternmost Turkic Language. Univ. Of Calif. at Santa Barbara. Ġshakov F. G., Palmbah A. A. Grammatika Tuvinskogo Yazıka. Moskova, 1961. Karayev O., Vostoçnıye Avtorı o Kırgızah. BiĢkek, 1994. Kırgız Adabiy Tilinin Grammatikası. Frunze, 1980. Malov S. E. Drevniye i Novıye Tyurkskiye Yazıki. -Ġzvestiya AN SSSR, C. XI, 2. çık. M., 1952. Malov S. E., Lobnorskiy Yazık, Frunze, 1956. Malov S. E., Yazık Celtıh Uygurov: Slovar, Grammatika. Alma-Ata, 1957. Malov S. E., Yeniseyskaya Pismennost Tyurkov: Tekstı i Perevodı. M. -L., 1952. Oruzbayeva B. O., Kirgizskiy Yazık. -Yazıki Mira: Tyurkskiye Yazıki. -BiĢkek, 1997, s. 286289. Tınıstanov K., Kırgız Tili. C. I-II, Ġstambul, 1998. TeniĢev E. R., Drevniy Kirgizskiy Yazık, BiĢkek, 1997.

965

TeniĢev

E.

R.,

O

Dialektah

Uygurskogo

Yazıka

Sinszyana.

-Tyurkologiçeskiye

Ġssledovaniya. M. -L., 1963. TeniĢev E. R., O Yazıke Kırgızov Uyezda Fuüy (KNR). -Vopr. Yazıkoznaniya, 1966, N. 7, s. 88-95. TeniĢev E. R., Stroy Sarı-Uygurskogo Yazıka. M., 1976. Tekin T., “Türk Dil ve Dialektilerinin Yeni Bir Tasnifi”. -Erdem Dergisi. C. 5, sayı 13, 1990. S. 141-168. Yunusaliyev B. M., Kırgız Dialektologiyası, Frunze, 1971. Yunusaliyev B. M., Problema Formirovaniya ObĢenarodnogo Kirgizskogo Yazıka. -Voprosı Yazıkoznaniya, 1955, N 2, s. 30-41.

966

Kırgız Kültürünün Bazı Özellikleri ve Manas Destanı / Meral Gölgeci Kalfa [s.607-612] Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü / Türkiye Kırgızların tarihten günümüze kadar uzanan kültürel zenginlikleri hayatın her safhasında kendini göstermektedir. Bu unsurların büyük bir kısmı, diğer Türk halklarına da pek yabancı olmayan ortak kültürel özelliklerdir. Bu yazıda; Kırgızlarda Ģecerenin önemi, Kırgız kültüründe „birinin duasını almanın veya birisine duasını vermenin‟ neyi ifade ettiği, ölen bir kiĢinin ardından verilen aĢın önemi, Kırgızların, gençlerin yetiĢtirilmesinde nelere dikkat ettikleri ve Kırgız kültüründe Kalıng‟ın „‟baĢlık‟‟ yeri ve uygulanma Ģekli incelenmiĢtir. Gerçek hayatın bir aynası olduğu varsayılan Manas Destanı‟nda geçen bu konularla ilgili bölümler de bu yazıya alınmıĢ ve bir karĢılaĢtırma yapılmıĢtır. Kırgızlar önceleri göçebe hayatı sürdürürlerken ve bu hayatın kültür yapısına sahipken, günümüzde yerleĢik hayata geçmiĢler ve kültürlerini de bu hayata göre Ģekillendirmeye çalıĢmıĢlardır. Tabii ki, göçebe hayatının kültürel özelliklerini çağdaĢ yaĢamda uygulamak güçtür. Fakat, Kırgızların bu güçlüğü hiçe saymıĢlar, tarihte hayatlarının bir parçası olan gelenek ve göreneklerini günümüz Ģartlarına aksettirmekte zorlanmamıĢlardır. Kırgızların göçebe ve kırsal hayatlarının kültür yapısını, Ģifahi olarak günümüze kadar gelen Manas Destanından öğrenmekteyiz. Kırgızlar, Manas Destanı‟nda tarihlerinin, edebiyatlarının, gelenek ve göreneklerinin saklı olduğunu belirtmektedirler. Destan, Kırgız kültürünün etnografik, folklorik ve sosyolojik yapısını yansıtmaktadır. Kırgızları tanımak ve Kırgızlar hakkında her türlü bilgiyi toplu halde bulmak isteyenler, bu destana bakmalıdır. Burada, hayatın her anı, olduğu gibi gözler önüne serilmektedir. Destanda, selamlaĢmadan, savaĢ hazırlıklarına kadar her türlü unsur bulunmaktadır.1 Bugün yaĢayan manasçılar, bu destana yeni Ģahıs ve olayları ekleyerek, söylemeyi ve canlı tutmayı becermektedirler. Pek çok araĢtırmacı Manas Destanı‟yla tarihi olaylar arasında paralellik kurmaktadır ve bu konuda yazılmıĢ onlarca yazı vardır.2 Kırgızların kültür hayatının bazı bölümleri ve bu bölümlerin Manas Destanı‟na yansımaları Ģu Ģekildedir: 1. ġecerenin Önemi Kırgızlar Ģecerelerine çok değer verirler. „‟Kırgızların Ģeceresi çıkarılmıĢ ve yazıya geçirilmiĢtir. ġifahi ve yazma Ģecereler vardır. Söz ustaları ve tarihçiler, milli tarihi, Ģeceredeki kahramanların yaptıklarına göre düzenlerler. ġecere hem nazım hem de nesir olabilir. Halkın Ģeceresi Ģifahi olarak söylemek 8-10 gün kadar sürebilir, boyların Ģeceresini söylemekse 3-4 gün sürer. Sovyetler zamanında Kırgız Ģeceresinin eksik bölümleri toplanmıĢ, bazıları da yayımlanmıĢtır.‟‟3 Her boyun bir soy ağacı vardır. ġecereyi bilmek, geçmiĢ nesillerden bu yana unutulmamıĢ bir gelenektir.

Günümüzde

soyunu

dolayısıyla

atalarını

bilmeyenler,

Kırgızlar

tarafından

ayıplanmaktadırlar. Kırgız geleneklerine göre, bir Kırgız‟ın en az yedi ceddini bilmesi gerekir.

967

Gençlerin bu konuda titiz olmadıkları, bu geleneğin unutulmaya yüz tuttuğu günümüz araĢtırmacıları tarafından belirtilmektedir. Manas Destanı‟nda da, daha destana baĢlarken Manas‟ın üç büyük atasının adı zikredilir: Ceti-tördün başında

Yedi-tör‟ün baĢında

Cetkilen tuugan Böyön-kan, Böyön-kandın balası

Böyön Han‟ın oğlu

Kayrattu tuugan Kara-kan, Kara-kandın balası

DoğmuĢ idi Böyön Han,

Gayretli doğan Kara Han,

Kara Han‟ın oğlu

Kayrattu tuugan Cakıp-kan.

Gayretli doğan Cakıp Han.4

Ve Cakıp Han‟ın oğlu Er Manas‟tır. Aslında Manas‟ın Ģeceresi daha uzundur ve Manas‟ın soy ağacı Ģecereciler tarafından birbirinden farklı da olsa çıkarılmıĢtır. Destanda insanların isimleri baba adıyla beraber zikredilir, Cakıp Han Oğlu Er Manas gibi. Manas Destanı‟yla gerçek hayattaki tarihi Ģahısların Ģecerelerde de birbiriyle örtüĢtürüldüğü görülmektedir.5 ġecere sadece insanlar için geçerli değildir. Soylu atların da soy ağacı bellidir. Baba Saltı, Ene Adebi kitabında6 ecdadını bilmenin en önemli sebeplerinden birinin, boylar arasında kız alıĢ veriĢinin olduğu, dolayısıyla uzak veya yakın boylarla akraba olmak ve dostluk kurmak olduğu belirtilir. Diğer bir önemli unsur ise, bir boydan ünlü Ģahsın çıkmasıdır ki bu Ģahıs o boy için övünç kaynağıdır ve gelecek nesiller için örnek olacaktır. 2. Duasını Almak veyaDuasını Vermek Birinin duasını almak veya birine duasını vermek Kırgız kültürünün en eski geleneklerinden biridir. Kırgızlar, „‟çocuk sahibi olmak (genelde erkek çocuk sahibi olmak), uzak yola veya savaĢa çıktıklarında, uzak yoldan veya savaĢtan sağlıklı olarak geri döndüklerinde, herhangi bir arzuları olduğunda, halk arasıda sayılıp sevilen, hürmet ve saygı gören, sözüne güvenilen ihtiyar kadın veya erkeklere armağanlar götürerek onların dualarını alırlar. Ya da evlerine çağırdıkları bu kiĢilere yemek ve giyecek vererek rızalarını alırlar. Bu kiĢilerin „‟duasını almak‟‟ için, verilen hediyelerden veya yemekten sonra, ihtiyar kiĢilerle beraber ayağa kalkılır, eller göğsün üzerinde birleĢtirilir ve genellikle: „‟Amin, önünü evlat, arkanı mal doldursun, sahip olduklarınla beraber ihtiyarla…peygamberler, evliyalar korusun…‟‟ Ģeklinde dualara baĢlanır. Böylece „falan kiĢinin duasını almıĢ o‟, „dualar sayesinde olmuĢ çocuk‟, „Ģunun duasını almamıĢ‟ gibi sözler dilden dile söylenegelmektedir.7 Dua almak veya duasını vermek motivi Manas Destanı‟nında da çok geçer. Destanda sık sık savaĢa çıkılır. SavaĢa çıkmadan önce bahsettiğimiz niteliklere sahip ihiyarların ve yakınların duaları alınır. Manas‟ın torunu Seytek ve askerleri de, Sarıbay‟la savaĢmadan önce halkın karĢısına çıkarlar ve halkın duasını alırlar: „‟Eger alsa Sarıbay

Eger elegeçirse Sarıbay

968

Kalıng curt karıp bolboybu! Kaarluudan kutulsa,

Kalabalık halka yazık olmaz mı?

ġu zalimden kurtulsa,

Kalıng curt çalkıp ongboybu! Kalabalık halk daha da büyümez mi? Elkin catkan el elek,

Özgür bir halk idik,

Kızırluu cakşı zaman cıl,

Hızır, yardım et bize,

Can dep adam caratsang,

Can verip yarattığın

Ayköl şerdin tukumun BaĢbuğu aslanın nesline Kalıng el meder kıluuga

Kalabalık halka umut olanlara

Şerlerdi kuday aman kıl!‟‟

Tanrım yardı et, aslanlara!

Dep, alakan cayıp, kol sunup Diye, avuç açıp ellerini uzatarak Cazayılın salınıp,

Tüfeklerini kuĢandı.

El tilegi darıya Halk nehir gibi çağladı. Caratkana calınıp,

Yaradana yalvararak

Curttan bata aldı emi. Halkın duasını aldı.8 Seytek, bütün isteklerine kavuĢtuktan sonra da dua alır: Kız Kuyalı, Seytek er

Kız Kuyalı, er Seytek

Tileği tiyip koluna,

Ġsteklerine kavuĢtular.





Namazdu şerdin tukumu

Aziz aslanın (Manasın) soyu

Baabedin‟den bata alıp…

Bahauaddin‟in duasını aldı…9

Burada geçen Bahauaddin destan kahramanlarını koruduğuna inanılan bir zattır. Büyük bir ihtimalle eski tarikat Ģeyhlerinden biri olmalıdır. Seytek de babası Semetey ve dedesi Manas gibi bir kahramandır. O ve askerlerine savaĢtan önce veya savaĢ esnasıda halk, meziyetli ihtiyarlar ve yakıları dua ederler. Seytek ve askerlerine yardıma giden Kız Kuyalı da, önce dua ister: Bar karıya merlerdin

Bütün yaĢlı aslanlardan,

Kabılan Bakay, Kanıkey,

Kaplan Bakay ve Kanıkey‟den,

Cıyılgan kalıng elderdin

Toplanan kalabalık halktan,

Batasını surap turdu emi:

Dualarını istedi Ģimdi:





969

„‟O, karıya atam kan Bakay,

Ey, yaĢlı atam han Bakay,

Kastaygan enem Kanıkey,

Acılı anam Kanıkey,

Cıyılgan uşul kalıng el, Yığılan kalabalık halk, Batangardı alayın.

Duanızı alayım.

Bu isteğe karĢılık onlar da Ģöyle derler: Paygambar Bakay karıya,

Peygamber yaĢlı Bakay,

Baybiçe eneng Kanıkey,

Sevgili annen Kanıkey,

Eçendi körgön oluya, Basiretli evliya Uluk Bakay karıya,

Ulu ihtiyar Bakay,

Alakan cayıp burkurap: Ellerini açıp bağırarak (Ģöyle dediler): Kaarduu duşman ogunan,

Zalim düĢmanın okundan,

Kapırdın muzdak kolunan,

Kafirin buz gibi elinden,

Kazılgan çungkur orunan,

Kazdığı derin çukurdan,

Azat kılgın caratkan,

Kurtar yaradan,

Uşul Sarıbay ittin torunan!

ġu Sarıbay itinin torundan!

Tulpar külük Celcetpes Yürük at Celcetpes‟i (düĢmanın) Mamısına baylatpa!

Direğine bağlatma!

Argın Kırgız köp curtum,

Argın‟ı, Kırgız‟ı kalabalık yurdumu

Duşman közün karatpa.

DüĢman eline bırakma!

Oomiyin, balam Kuyalı! Amin, yavrum Kuyalı! Bunun yanısıra Bakay dua etmeye devam eder. Bu duasında kahramanların ruhlarına seslenir. Er Manas‟ın ve yiğit Alake‟nin ruhlarına Kuyalı‟nın yanında olmaları için yalvarır: Sarıbaydı astın kıl.

Sarıbayı mağlup kıl!

Balamdı kuday üstün kıl!

Tanrım yavrumu üstün kıl!

Kayıpçaldın kız balban Kayıçal‟ın kızı pehlivan Kuyalını aman kıl.

Kuyalı‟yı sağ kıl!

Eçen birge kol bergen, Her zaman yardımını esirgemeyen, Ceti oluya col bergen, Yedi evliyanın yol gösterdiği, Peri türdüü zor Manas, Peri olan güçlü Manas,

970

Özüng közüng sala kör!

Sen de yardımını göster!

Kayıpçal kızı balbanga Kayıpçal‟ın kızı pehlivana Karmaşka çıkkan candarga,

SavaĢa çıkan canlara,

Arbagı zor çong Manas

Ruhu ulu büyük Manas,

Coldoş bolup kala kör! YoldaĢ oluver! …



Kalıng ilek zor koldu

Kalabalık, güçlü orduyu

Cekege özü baştagan, Tek baĢına yöneten, Maşıktıgı başkaça,

VuruĢması bir baĢka,

Baatılıgı bir kança,

Bahadırlığı ölçüsüz,

Aziz kandın artıgı,

Aziz hanın mirası,

Alakem közüng sala kör!

Alakem yardımını göster!

Coboluu müşkül iş kılbay,

Büyük bir zora düĢmeden

Kayıpçal, coldoş bolup kala kör! Dep, oşentip zor Bakay, Bata berip bakırdı.

Diye konuĢan güçlü Bakay,

Dua etti bağırarak.

A düynö ketken törönün Arbaktarın çakırdı.

Kayıpçal, sen de yoldaĢ oluver!

Öbür dünyadaki baĢbuğunun

Ruhunu çağırdı.

Öngü agarıp soyuldu, Yüzü sararıp soldu, Eki betten akkan caş

Ġki yanağından akan yaĢ

Sakalı ıldıy kuyuldu.

Sakalından aĢağı aktı.

Bababız Bakay karının Atamız yaĢlı Bakay‟ın Batasın alıp Kuyalı.

Duasını aldı Kuyalı.10

3. Ölen KiĢi Ġçin AĢ Verme Bilindiği gibi Türkiye Türkleri de ölen kiĢinin yedisini, kırkını yaparlar ve bu davetlerde genellikle belirli yiyecekler verilir. Kırgızlar ise, ölünün ardından, daha teferruatlı ve biraz da ġamanizm ve Budizmin tesirlerinin görüldüğü merasimler yaparlar. Bu çok eskiye dayanan ve hala yaĢamakta olan geleneğe „aĢ vermek‟ denir. „‟Bu aĢ ziyafeti ölünün vefatından sonra bir yıl içinde verilir. Ziyafetin büyüklüğünün ölünün içtimai mevkiiyle mütenasip olması Ģarttır. MeĢhur beylerin ve bahadırların aĢına bütün Kırgız ve

971

Kazak halkı ve diğer komĢu kavimler davet edilir. Davetliler kımız ve diğer azıklarını beraber getirirler. Ziyafet haftalarca devam eder. Milli oyunlar oynanır… Ölü, küçük bir oymak beyi veya oba ak sakalı ise aĢ da küçük olur.‟‟11 Kadınların aĢ verilinceye kadar, ki bu günlerce sürebilir, yüzlerini yırtmaları ve ağaçların dallarını koparmaları eski geleneklerden kalmıĢ olmalıdır. Bu gelenek gerçek hayatta da, destanda da vardır. Mesela, eski devirlerden kalan „ruha aĢ dökmek‟ tabiri Manas Destanı‟nda geçmektedir. Cakıp Han karısına: Ah hanım ne yapalım? Kırk yiğidin hepsiyle görüştüm Manas‟ı unutmuşlar Ruhuna aş dökmüyorlar.12 Manas Destanı‟nın en önemli bölümlerinden olan Kökötöy‟ün AĢı bölümünde aĢ verme merasimi ayrıtılı bir Ģekilde anlatılmaktadır. Babası Kökötöy ölünce, Bok-murun, babasının yerine tahta çıktıktan sonra, yavrularını yanına çağırır ve Kökötöy Han için aĢ hazırlanmasını ve dünyanın dört bir yanından misafirler çağrılmasını ister: Aştı esen tartıngar

Bir yemek hazırlayın

Aşka çakırıp barıngar. Yemeğe misfir çağırın.13 Her ne kadar kadınlar aĢ verilene kadar yüzlerini yırtarak ağlasalar da, aĢ merasiminde bir matemden çok eğlence havası vardır. Nitekim oyunların düzenlenir ve yüzlerce hayvan yarıĢlarda kazananlara verilmek üzere hazırlanır: Kök dönöndün baş „edi Mavi tayın baĢ olduğu, Kökötöy-kandın eş‟edi. Kökötöy Han‟ın aĢı var. Başkı attın baygesi:

YarıĢta ilk gelen ata

San sarıça töö sayam, Sayısız sarı deve keseceğim, San sar‟ala bee sayam,

Sayısız sarı alaca kısrak keseceğim,

San sarı başlı koy sayam!

Sayısız koyun keseceğim!

Tokoyluu cerge toptottum,

Ormanlı yere toplattım

Mıng alabaş kunacın! Bin alaca tayı! Beş cüs tokson beş atka bayge bar! BeĢ yüz doksan beĢ ata ödül var!14 AĢa gelmemek büyük ayıptır. Destanda bu durum daha da abartılarak tehditkar bir olay haline getirilir. Bok-Murun, çağrılan kiĢiler gelmediği taktirde, bunu bir hakaret saymıĢ olacak ki; onların yurtlarını talan edeceğini belirtir:

972

Bu aşıma kelbese,

Bu aĢıma gelmezse,

Körünbösün kösümö! Görünmesin gözüme! …



Tötögölü bos üyün

Boy kıldan evini

Töşkö süröy salbasam. Yerlere sermezsem! Tör tolturgan suluun

Yurdundaki güzelleri

Aç bilekten albasam!

Ġnce bileklerinden tutmazsam!

Artık olco kılbasam!

Onları esir etmezsem!15

Önce Manas‟ı, daha sonra da dört bir tarafta bulunan uzak yakın, kafir Müslüman herkesin aĢa çağrılmasını ister: Kölöködö kön öskön,

Gölgede mağrur büyüyen,

Köönü-minen örg öskön,

Mağrur büyüyüp er olan,

Aşıktuu cilik cotosu,

Bacak kemikleri iri,

Cakıp-baydın botosu

Cakıp Bay‟ın er oğlu,

Asıl tuugan Manaska Asil doğan Manas‟a Cetip kabar beringer! Kadar gidip haber verin!16 Kökötöy‟ün aĢına çağrılan hanlar, beyler ve bahadırlar tarihte yaĢamıĢ olan kiĢilerdir. Ġsim ve özellikleri değiĢtirilerek söylenmiĢ olabilir. Bunlar üzerine araĢtırmalar yapılmaktadır. 17 Bu aĢ merasimi, hem aĢ verme Ģeklini anlattığı için hem de, kavimlerin yaĢayıĢ biçimlerine, kültürel ve sosyal yapılarına değindiği için tarihi bir kaynak niteliğindedir: Karangı tokoy mal etken, Boorı çıbar bala kuş

Kara ormanda sürü yaĢatan,

Ala ciğerli yavru kuĢ,

Kötörö tuugan Er Agış Yüksek doğan Er AgıĢ‟a Aga cetip kabar ber!

Kadar gidip haber verin!

Eleman-baydın balası Elaman Bay‟ın oğlu Er Töştükkö cetip ayt! Er TöĢtük‟e de haber verin! Kökümdün uulu Ürbü bar

Köküm‟ün oğlu Ürbü var

Alpay-mamet inisi,

Alpay-mamet‟in küçüğü,

Abışka kempir balası

Ġki ihtiyarın çocuğu

Altı caşar Kök-koyon

Altı yaĢında Kök-koyon var

973

Aga cetip kabar ber!

Ona gidip haber verin!

Ençegey boyluu Ereş bar

Arkası çarpık EreĢ var

Aga cetip kabar ber!

Ona gidip haber verin!

Akpay-mamet balası

Akpay-mamet‟in oğlu var

Esen-aman erender

Bu çok ulu, güçlü ere de

Aga cetip kabar ber!

Gidip haber verin!

Cedigerdin Er Bagış

Cediger‟in oğlu BagıĢ var

Kök-döbönün başında Gök tepenin baĢında Temir-bala kaşında

Temir-bala‟nın yanındaki kavme

Aga cetip kabar ber!

Ona da gidip haber verin!

Kün-tuumuş eli boluçu Gün doğusunda bir yurt var Kara-döö uulu Car Manas Kırımdardın Boz-uul

Kara Döö oğlu Car Manas var

Kırımlıların Boz-uulu var

Semerkanda Kan-kocong

Semerkand‟dan Kan-koco var

Erkeç eli, İt eli Erkeç kavmi, Ġt kavmi var Aydar-kandın Kan Kökçö Aga cetip kabar ber!

Ona gidip haber verin!

Kapırdın curtu bar eken Bulçun eti bukaday,

Aydar Han‟ın Oğlu Kan Kökçö

Bir kafirin yurdu vardır,

Eti boğa eti gibi,

Egine sakal koybogon enede sakal bırakmaz, Erdinen murut albagan Fakat bıyığını kesmez Orustan kanı Çong Coloy

Rusların hanı on Coloy var

Kabırdın kanı Nez-kara Kafirin hanı Nez-kara var Kaşkar, Carkan buragan,

KaĢgar ile Yarkent‟te hüküm süren,

Mıng Kıtaydı suragan, Bin inliye buyruk veren Kır murunduu, kıza kös Basık burunlu, kısık gözlü Kıtaylardın Kongur-bay inlilerin Kongur-bay yaĢar O Kongur-bay kaşka kul,

Alnı parlak Kongur-bay var

Kılıgı curttan başka kul Adetleri halktan baĢkadır

974

Aga cetip kabar ber!

Ona gidip haber verin!

Kapırdın kanı Cıl-basal Kafirlerin hanı Cıl-basal Aga cetip kabar ber!

Ona gidip haber verin!

Ögüz-kan eli boluçu

Ögüz Han‟ın kavmi vardır

Too-tengeşer eli boluçu,

Bir Too-tengeĢer kavmi vardır

Oogandın kanı Muz-burçak,

Afganların hanı Muz-burçak var,

Turpandın curtu boluçuTurfan Ģehri halkı vardır Oronggu eli boluçu

Orong kavmi vardır.

Aga cetip kabar ber!

Ona gidip haber verin!18

Kafir ve Müslümanların çağrıldığı bu aĢta, oyunlar oynanır, yarıĢlar yapılır, arada tartıĢmalar çıkar, fakat aĢ, iyi bir Ģekilde sonlanır. Bazan ocaklar söndürecek kadar masraflı olabilen aĢ merasimleri genellikle, günümüz Ģartlarında, eskisi kadar teferruatlı ve masraflı olmaz. „‟Günümüzde, kiĢinin öldüğü gün, çıktığı evde koyun kesilir. Bu, ilk gün gelenlere ve ölü çıkan evde yardım edenlere verilmek içindir. Bazı bölgelerde ölü iki üç gün bekletilir. Bu arada da hazırlıklar yapılır. Ölünün „kara aĢı‟ için at, deve kesilir. Gelenlere verilmek üzere hediyeler hazırlanır. Bu hediyeleri alanlar evlerine gittiklerinde, ölen için Kuran okurlar, dua ederler. Büyük aĢı verildikten sonra ölüyü taĢıyanlara ölünün giysileri dağıtılır. Ölü için, üçü, yedisi, kırkı yapılır.‟‟19 4. Gençlerin YetiĢtirilmesi Kırgızlar, gençlerin terbiyesine büyük önem verirler. Onların iyi eğitilmeleri ve kötü davranıĢ ve alıĢkanlıklar edinmemeleri için çaba sarfederler ve gençlere, büyüklerine, özellikle yaĢlılara saygılı olmalarını öğütlerler. Nitekim „‟tik karoobo-iymenüü „gözlerini dikmeme, utanma‟ tabirlerini sıkça kullanılmaktadır. Bu Ģekilde davranmak saygı göstergisidir. Buna karĢılık büyüklerin gençlere davranıĢı da önemlidir. Bu meziyetlere sahip gençler için: „O, çok saygılı davranıyor; terbiyesini takınarak oturuyor‟ sözleri kullanılırken, bunun aksi için: „Kafirin gözünde oku var; handan, beyden utanmıyor‟‟ Ģeklinde kullanılıĢlar yaygındır. Bunun yanısıra terbiyeli yetiĢtirilmiĢ erkek çocuklarına: „Kız gibi genç; ipek gibi yumuĢak huylu genç‟ sıfatları yerleĢmiĢken, bunun aksi için: „Erkekten utanmak, kızdan kılık gitti‟ Ģeklinde tabirler kullanılmaktadır.20 Manas Destanında, Manas‟ın evleneceği kızın yetiĢtirilmesi hakkında bilgi vardır. Manas‟ın evleneceği kız Kanıkey diğer bir neĢrde çok iyi yetiĢtirilmiĢ bir savaĢçıdır. AĢağıdaki örnekte ise itina ile sakınarak yetiĢtirildiği anlatılmaktadır. Kanıkey‟in Manas‟a istendiğini duyunca, babası Ģöyle konuĢur: Menin cangıs kısım Kanıkey

Biricik kızım Kanıkey

975

Bir tündüktön kün körgön,

Yalnız bacadan gün gördü,

Bir tütüktön suu içken, Suyu yalnız evde içti, Corgodon taldap bos mingen, SeçilmiĢ atlara bindi. Araktan taldap bal içken,

Uzaktan gelme bal yedi.

Celbegey celge çıkpagan,

Ġnce elbise ile rüzgara çıkmadı,

Cel salkının körbögön, Soğuk nedir bilmedi, Tünde eşikke çıkpagan,

Hiç gece kapıya çıkmadı,

Tünögön aştı içpegen, Dünden kalma yemek yemedi, Cangıs kısım Kanıkey Biricik kızım Kanıkey Kara kiyip kalbaybı?

Karalar giyip kalmaz mı?

Atışkanın koydursun! (Manas) ok atmaktan vazgeçsin, Çabışkanın koydursun! arpıĢmaktan vazgeçsin, Sayışkanın koydursun! Bıçaklamaktan vazgeçsin, Anan kısımdı beremin! Kızımı ona vereyim.21 Bulardan vazgeçmezse Kanıkey‟i asla Manas‟a vermeyeceğini söylemektedir. Fakat Manas‟tan korktuğu için daha sonra bu söylediklerinden vazgeçer ve Kanıkey‟i vermeyi kabul eder. Manas, daha evlenmeden, altınlarla kandırdığı Kanıkey‟in yeğenleri ve baldızlarının yardımıyla Kanıkey‟in evine girer. Kanıkeynin üyüne kelgende, Manas Kanıkey‟in evine geldiğinde, At baylabas akırga,

Hiç at bağlanmamıĢ ahıra

At-ta baylap koydu deyt. Kamçı ilbes talga

Atını da bağladı.

Hiç kamçı takılmamıĢ bir kapıya

Kamçısın ilip öttü deyt. Kamçısını da taktı. Kuş kondurbas tuurga KuĢ konmamıĢ tüneğe Kuş kondurup öttü deyt.

KaĢ oturttu o.

Ot cakalay kazı Ocaktaki kazıdan Çimirip alıp cedi deyt. Bir parça koparıp yedi. Ayağında sarı bal

anaktaki tatlı balın

Tatıp ötüp ketti deyt

Bir parça tadına baktı.

Baytal benin bal kımıs Ballı kısrak kımızından

976

Su‟salıp alıp cuttu deyt. Otus tümö, on topçu

Ġçti, hararetini kesti.

Otuz kumaĢ kaplı düğmeyi, on kemik düğmeyi

Çıldıratpay çeşti deyt. Sessiz sedasız çözdü. „Carımçık-ka töşökkö KabartılmıĢ döĢege Canaşa catıp aldı deyt. YanaĢıp girdi yattı. Kanıkey uyanır ve hiddete yanındaki yabancıya bağırır. Manas ise: Kanıkey adam kantesing?

Ne yapıyorsun Kanıkey?

Kan balası erkesing,

Nazlı büyümüĢ han kızısın,

Erkelikti aytasıng.

Nazlı Ģeyler söylemelisin.

Fakat Kanıkey, onu dinlemez ve çıkardığı hançerle Manas‟ı bileğinden yaralar. Manas çok kızar ve öç almaya karar verir. Kanıkey‟in yurduna saldırarak Kanıkey‟i esir almak ister. Kanıkey‟se yaptıklarından piĢman olur ve Manas‟a yalvarır: Kögürçkön uşsa, cünün kes, Güvercin kaçarsa tüyünü kes! Kara bet köp süülösö, tilin kes, Sagıskan uşsa, cünün kes!

Kahpe çok söylerse dilini kes!

Saksağan uçarsa tüyünü kes!22

Böylece herĢey yoluna girer. Kız ve erkek çocukların nasıl yetiĢtirildikleri destanın diğer bölümlerinde de vardır. Fakat, yukarıdaki parça da, bu konuda bir fikir vermektedir. 5. Kalıng “baĢlık‟‟ Bugün Kırgızistan‟ın modern Ģehirlerinde, gelenek ve göreneklerin bir kısmının ortadan kalktığı belirtilmektedir. Kalıng da bunların arasındadır. Fakat yine de, Kırgızların büyük çoğunluğunun yaĢadığı köy ve kasabalarda bu geleneğin devam ettiği de bilinmektedir. Kalıng erkek tarafının istediği kızla evlenebilmesi için, kız tarafına verdiği mal veya paradır. „‟Kalıngın genellikle, bir deveden ve diğer büyükbaĢ hayvanlardan dokuzar tane hazırlanması yaygındır. Zaman geçtikçe bu kaidelerin ortadan kalktığı, bunların yerine ölçülü bir miktar parada anlaĢma yapıldığı görülmektedir. Bazan baĢlık parası nadeniyle iki taraf arasında tartıĢmalar olmaktadır.‟‟23 Manas Destanı‟nda da kalıng geleneği vardır. Destanın bir neĢrinde, Manas, Kanıkey‟le evlenebilmek için kız tarafına hediyeler verir: Manas çoronu çakırdı: Manas yiğitlerini çağırdı: Almambet, ayda cüs cılkı!

Almambet, sen yüz at getir!

Acıbay, ayda cüs cılkı! Acıbay, sen yüz at getir!

977

Teng öskönüm kırk çoro, Kırkı birdey bir törö,

Denkbüyüdüğüm kırk yiğidim,

Kırkınız da birer efendi,

Kırktın Kırk cüs cılkı aydangar!

Kırkınız kırk yüz at getirin!

Bu hediyeleri Kanıkey‟in yurduna getirdiklerinde; Cılkını aydap alıngar! Sürünüzü toplayın! Tört çungkurga salıngar!

Dört vadiye doldurun!

Tört.çungkur tolso,

Dört vadiyi doldurursa,

Bitti sening kalımıng,

Gelin borcunuz bitti demektir.

Tört çungkur tolboso

Dört vadiyi doldurmazsa

Senin kalımıng bitpese Gelin borcun bitmemiĢtir Dagı aydap kelinger!

Daha hayvan getirirsiniz!24

diyerek istekdiklerini söylerler. Diğer neĢirde ise, Kanıkey‟in babası Temir Han, önce kızını Manas‟a vermek istememiĢ, fakat sonra kalıngı fazla isteyerek vermeye razı olmuĢtur: „‟Altı yüz kızıl tek hörgüçlü deve, üzerinde, torba torba altın olsun, yakındaki tepe dolusu hayvan sürüsü ile iki bin ak koyun olsun, elli gün devam eden düğün yapılsın. Sığırdan iki yüz vereceksin, bunların hepsinin alnında akı olacak, bunlara bakan da kız olsun, yük hayvanlarından iki yüz, av kuĢu sungurdan doksan kuĢ, yedi pars, iki arslan vereceksin‟‟25 Destandaki bu abartılı istek gerçek hayatta görülmese de, varlıklı aileler için yüksek baĢlık vermek sorun değildir. Fakat, fakir insanlara bu geleneğin Ģartları çok ağır gelmektedir. Bu nedenle de,

bu geleneği çağdaĢ Kırgızlardan bir

kısmı „feodelizmden kalma bir

görenek‟ diye

nitelendirmektedirler ve buna karĢı çıkmaktadırlar. Sonuç olarak, Kırgızların, kültürel zenginliklerini koruduklarını ve bunları modern hayata da uygulayarak geliĢtirdiklerini görmekteyiz. Manas Destanı da bu zenginliğin içinde yerini almıĢ bulunmaktadır. 1

Bu konuda yapılan araĢtırmalardan bazıları: K. Dikambaev, “Prazdnik kul‟turı

vozrojdennogo naroda, Ġzvestiya, 1958, 12 0kt.; “Manas, narodnaya entsiklopediya”, Ogonek, 1967, No: 38.; ġarĢenbek Sıdık uulu, „‟Baa cetkis eldik entsiklopediya‟‟, Kırgız Tuusu, 19 noyb 1992.; Kambarlay Botoiarov, „‟Manas, l‟enzyclopedie des kirghiz‟‟, Zettres Sovietigies, 1985, No: 314, s. 166-169.; Ġ. B. Moldobaev, Epos „Manas‟ kak istoçnik izuçeniya duhovnoy kul‟turı kirgizskogo naroda, Frunze, 1989, 152 s. 2

Bu çalıĢmalardan bazıları: Töröbek Otorbayev, Manas Ata Tarıhı, Talas, 1992.;

Mehmet Saray, “Tarihi Kaynak Olarak Manas”, Manas 1000 BiĢkek Bildirileri (26-31 Ağustos

978

1995), Haz. Ogün Atilla Budak, Ankara, 1997, s. 173-176.; K. Rahmatullin, “Manas” Kızıl Kırgızstan, 1945.; S. M. Abramzon, “Geroiçeskiy epos Manas”, pamyatnik kirgizskoy ku‟lturı”, Sov. Kirgiziya, 1946, 28 Mart.; Z. Mamıtbekov, “Kırgızdın bayırkı tarıhı menen cazuuları cana Manas”, Ala-Too, 1967, No: 6.; T. Sıdıkbekov, „‟Ulu söz cönündö oy‟‟, Kırgızstan Madaniyatı, 28 Mayıs 1969.; T. Abdırakunov, „‟Tarıhçının tabılgısı‟‟, Leninçil CaĢ, 27 noyab 1979.; Ġ. B. Moldobaev, „‟Manas eposu tarıhıy etnografiyalık estelik‟‟, Ala-Too, 1989, No: 11.; A. N. BeriĢtam, Ġstoriçeskoe proĢloe kirgizskogo naroda, Frunze, 1942, 22 s.; S. Begaliev, „‟Manas eposu körköm çıgarmabı ce tarıhbı? „‟, Mugalimder Gazetası, 21 Aralık 1990.; M. Toktorbaev, „‟Toobo, ekinçisin da colukturdum‟‟, BiĢkek ġamı, 10 Ocak 1992.; O. Aytımbekov, „‟Manas cana tarıh‟‟, Leninçil CaĢ, 2 Ağustos 1990.;. 3

B. Urstanbekov, T. oroev, Kırgız Tarıhı (Kıskaça Entsiklopedik Sözdük), Frunze

1990, s. 155. 4

Wilhelm Radloff, Manas Destanı, Yay. haz., Emine Gürsoy-Naskali, Ankara, 1995, s.

5

O. Aytımbekov, „‟Manas cana bayırkı cazma sancıralar‟‟, Mugalimder Gazetası, 20

17.

Temmuz 1990. 6

Amantur Akmataliev, Baba Saltı, Ene Adebi, BiĢkek, 1993, s. 44.

7

A.g.e., s. 31.

8

Meral Gölgeci, Seytek (Külçoronun Semeteyge Colukkanı), Marmara Üniversitesi

Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü, BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul, 1995, s. 47. 9

A.g.e., s. 57.

10

A.g.e., s. 45.

11

Abdülkadir Ġnan, „‟Manas Destanında AĢ-Yog Mersimi‟‟, Makaleler ve Ġncelemeler,

2. Baskı, Ankara, 1987, s. 121-124. 12

A.g.e., s. 123.

13

Wilhelm Radloff, Manas Destanı, Yay. haz., Emine Gürsoy-Naskali, Ankara, 1995, s.

14

A.g.e., s. 111.

15

A.g.e., s. 112.

16

A.g.e., s. 112.

17

AĢ verme konusunda çalıĢmalardan bazıları Ģunlardır: V. V. Radlov, „‟Bokmurun:

111.

Kökötaydın aĢı‟‟, Yay. haz. K. Botoyarov, Kırgızstan Madaniyatı, 7 Ağustos 1989.; A. T. Hatto, „‟The Kirgiz original of „Kukotay‟ found‟‟, BSOAS, c. 34, 1971, s. 379-386.; ġ. BeyĢenaliev, „‟Manastın AĢı‟‟, Sov. Kırgızstan, 9-10 ġubat 1991.

979

18

Wilhelm Radloff, Manas Destanı, Yay. haz., Emine Gürsoy-Naskali, Ankara, 1995, s.

19

Amantur Akmataliev, Baba Saltı, Ene Adebi, BiĢkek, 1993, s. 74.

20

A.g.e., s. 65.

21

Wilhelm Radloff, Manas Destanı, Yay. haz., Emine Gürsoy-Naskali, Ankara, 1995, s.

22

A.g.e., s. 83-88.

23

Amantur Akmataliev, Baba Saltı, Ene Adebi, BiĢkek, 1993, s. 47.

24

Wilhelm Radloff, Manas Destanı, Yay. haz., Emine Gürsoy-Naskali, Ankara, 1995, s.

25

Abdülkadir Ġnan, Manas Destanı, Ankara, 1992, s. 38.

113.

75.

81.

Akmataliev, Amantur, Baba Saltı, Ene Adebi, BiĢkek, 1993, 224 s. Gölgeci, Meral, Seytek (Külçoronun Semeteyge Colukkanı), Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü, BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul, 1995, 212 s. Ġnan, Abdülkadir, Makaleler ve Ġncelemeler, 2 cilt, 2. Baskı, Ankara, 1987. Ġnan, Abdülkadir, Manas Destanı, Ankara, 1992, 183 s. Radloff, Wilhelm, Manas Destanı, Yay. haz., Emine Gürsoy-Naskali, Ankara, 1995, 278 s. Yudahin, K. K., Kırgız Sözlüğü, ev. Abdullah Taymas, 2 cilt, 2. Baskı, Ankara, 1988.

980

Destandan Romana Kırgız Kültür Mirası ve Cengiz Aytmatov Örneği / Yrd. Doç. Dr. Ali Ġhsan Kolcu [s.613-621] Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye A. Destan Kavramı Destanlar ait oldukları milletlerin ansiklopedileri, yazılı ya da sözlü gelenek içinde nesilden nesile devreden millî hafızalarıdır. YaratılıĢtan baĢlayarak bir milletin dünya sahnesindeki macerasını kimi zaman olağanüstülüklerle süsleyerek dile getirir. Tarih sahnesinde kendisine bir yer bulabilmiĢ hemen her köklü milletin küçük ya da büyük, ehemmiyetli ya da ehemmiyetsiz destan veya efsaneleri, kısaca kendilerini anlatan hikâyeleri mevcuttur. Tarih içinde büyük hadiselerle karĢılaĢmıĢ ya da tarihin akıĢına yön vermiĢ milletlerin hayatı ve dünyayı algılama biçimi, onların türeyiĢlerinden devlet kurma biçimlerine kadar birçok sembol, mit ve totemin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiĢtir. Türklerin Bozkurt destanı, onların mitik değeri bakımından kurttan türediklerini iĢaret eder. Bu yaratılıĢ efsanesinin arkasındaki temel düĢünce Türklerin hayata ait tasarruflarında ya da kendilerini tanımlamalarında vahĢi tabiatın bu ehlileĢtirilemeyen hayvanına karĢı duyulan saygının ifadesi vardır. Yoksa biyolojik olarak zaten bir milletin bir hayvandan türemesi söz konusu bile olamaz. Türk milletinin kendisi için seçtiği totem, onun genlerinde mevcut ve Tanrı tarafından hediye edilmiĢ yeteneklerinde saklı davranıĢ ve aksiyon potansiyeliyle örtüĢür. Bu bakımdan Türklerin tabiatla olan mücadelesinde kendi yaĢama biçimlerine yakın buldukları bir hayvanı totem kabul etmeleri ve türeyiĢlerini ona maletmeleri boĢuna değildir. Yine aynı Ģekilde Japonların ġinto Destanı da bu milletin güneĢten türediğini iĢaret eder. Kendilerine ıĢığı ve sıcaklığı sembolize eden bir varlığı türeyiĢ kaynağı olarak görmek, Japonların hayatı ve tabiatı algılayıĢ tarzıyla yakından ilgilidir. Bu bakımdan destanlar milletlerin kendilerini var etme adına ciddi bir görevi üstlenirler. “Destanlar toplum vicdanının sesi olduklarından millî şuuru güçlendiren ve millî dayanışmayı sağlayan önemli eserlerdir. Ortak şuurla teşekkül eden ülkü ve gelenek gibi toplumu canlı tutan unsurlar, destanlarda bir hayat görüşü ve felsefesi olarak soylu ya da yönetici sınıftan gelen destan kahramanının şahsında dile getirilir. Bu yönüyle destanlar milletlerin soy özellikleri, sosyal yapıları, ülküleri, millî değerleri, gelenekleri ve görenekleri üzerinde yapılacak araştırmalarda ilk temel kaynağı teşkil ederler.”1 Destanlar mahiyet itibariyle ait oldukları milletlerin hayal güçlerini, kahramanlıklarını ve kendilerini motive edecek özelliklerini sergiledikleri birer canlı hafıza öbekleridir. Bu açıdan bakıldığında Oğuz Kağan‟ın annesini bir defa emmesi, daha kırk günlükken yürümeye baĢlaması, et yiyip kımız içmesi; Almanların Niebelungen destanındaki kahraman Niebelungen‟e ok ve kılıç iĢlememesi, Fars destanı ġehname‟nin kahramanı Zaloğlu Rüstem‟in koca bir orduya tek baĢına karĢı koyması gibi olağanüstülükleri, millî hafızanın ait olduğu topluluğu motive etme açısından idealize edilmiĢ bir durum olarak görmek daha doğru olacaktır.

981

Fakat destanlar sadece birer kahramanlık hikayeleri ile dolu manzumeler değildir. Onlarda yaĢanılan zamanın ve hayatın göç, açlık, mağlubiyet, ihanet, tutsaklık gibi bütün trajik yansımalarını da buluruz. Bu bakımdan destanlar ait oldukları milletin birer milli ibret levhaları ve aynı zamanda öğüt ve rehber eserleridir. B. Roman Kavramı Teknik geliĢim açısından tamamen sanayi devriminin ve burjuva toplumunun ürünü olan roman ise neredeyse destan geleneğinin bitmeye yüz tutuğu bir zamanda ortaya çıkar. Matbaa, iletiĢim ve ulaĢım imkânlarının geliĢmesi milletlerin hafızalarını ferdî (sanatçı) planda ve daha çok kendi muhayyilelerinin beslediği ve sanat yapma kaygılarının yönlendirdiği bir çabada kendisini gösterir. Sanayi toplumunun ortaya çıkmasına kadar edebiyatta romanın iĢlevini destan, masal, efsane, halk hikâyeleri (romanlar) görüyordu. Bu türlerin herbiri iĢlevlerine göre ĢekillenmiĢ metinlerdi. Tarihî süreç içerisinde gerilere gidildiğinde romanın kaynağı olarak destan kavramı ile karĢılaĢmaktayız. Büyük milletlerin sosyo-ekonomik ve kültürel yapıları dikkate alındığında, yukarıda zikredilen edebî türlerin ihtiyaca cevap verdiğini söylemek mümkündür. Göçebe kültür içerisinde hayata hakim olan yaĢama tarzı sürekli olarak hayatla ve tabiatla bir mücadele Ģeklinde tezahür eder. Tabiatla, açlıkla, düĢmanla, kimi zaman muhayyilenin yarattığı tabiatüstü varlıklarla mücadele, toplumun bütün fertlerinin katılacağı bir duyuĢ ve düĢünüĢ tarzının gerekliliğini mecbur kılıyordu. Bu bakımdan ilkel edebî metinlerin çoğu epik karakterlidir. Destanlarda hadiselere toptan bir bakıĢ vardır. Fakat zaman içerisinde destanların, olağanüstü, hayalî ve lirik gibi vasıfları sırasıyla, efsane, masal ve hikâyeye doğru bir ayrıĢmaya gitmiĢtir. Böylelikle bir edebî türden birkaç edebî tür ortaya çıkmıĢtır. Hangi coğrafyada ya da hangi çağda olursa olsun toplumun hayat tarzı, o hayat tarzının yansıtılacağı edebî türleri belirler. Göçebe hayat içerisinde milletin hayatı destan, efsane ve masal türleri içinde anlatılma Ģansı bulabilirdi. “Ümmet devrinde millet, yeni bir kültür ve coğrafyayla karşılaştığından hayat tarzı ve toplumun yapısı değişmiş; bu hayat tarzına uygun edebî türlere sıcak bakmıştır. Hayatın şekilleniş tarzı, gazel ve mesnevîye uygundu. Zira devir klâsik devirdir. Klâsik devirde toplumun değil belli bir zümrenin, seçkinlerin ve büyük ölçüde sarayın şekillendirdiği bir zevk ve estetik hayata ve sanata hâkimdir. Dolayısıyla İslâm kültür dairesine girdikten sonra kaleme alınan mesnevîler bu seçkin zümrenin zevkini terennüm etmekten öteye gidememişlerdi. Bu seçkin zümrenin dışında kalan ve büyük çoğunluğu temsil eden halk da, kendi macerasını, zevk ve estetiğini dile getirecek bir edebî türe, halk hikâyesine sarılmıştır. Her ne kadar ilk dönem halk hikâyelerinde destandan taşan bir takım unsurlar (manzum oluşu, döşeme, soylama bölümleri gibi) var idiyse de, zaman içerisinde bunlar türün içinde farklı biçimlere dönüşmüştür. Kahramanlık hikâyelerinden, dinîtasavvufî hikâyelere, kıssadan hisse çıkartan halk zümrelerinin tasnif ettiği hikâyelerden âşık tarzı hikâyeler kadar söz konusu geniş kitle ihtiyacı olduğu şeyi terennüm etmekten geri durmamıştır.”2

982

Roman türünün kaynağı konusunda mevcut iki farklı ve hâkim görüĢ vardır. Birincisi toplumun sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının değiĢmesiyle destandan romana geçiĢ sürecidir. Ġkincisi de modern romanın doğuĢunu sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıkan burjuva toplumuna bağlayan Marksistlerin görüĢüdür. Marx, “Özerk insan bir yandan feodalizmin toplumsal formlarının çözülmesinin, öte yandan da XVI. yüzyıldan beri gelişmekte olan yeni üretim güçlerinin ürünüdür” der.”3 Batılı milletlerin geçirdiği toplumsal değiĢim ve geliĢim dikkate alındığında, romanın kaynağı ve ortaya çıkıĢı konusunda Marksist görüĢ doğrulanmaktadır. Buna göre, sanayi devrimi ile zenginleĢen orta sınıf, adına burjuva dediğimiz yeni bir toplumsal sınıf ortaya çıkarmıĢtır. Bu sınıf, kendisine göre bir ahlâkı, ticâret, zevk ve estetik anlayıĢı, dolayısıyla yaĢama biçimi olan burjuva toplumudur. Bu toplum temelde ferdin hürriyet iĢtiyakının kamçıladığı bir hareketten doğmuĢtur. O halde bu yeni toplumun hayatını anlatacak bir edebî türe ihtiyaç vardır. Feodalitenin ya da aristokrasinin hâkim olduğu bir hayatın edebî türlerini kullanamayacaklarına göre, kendilerine has bir edebî türe ihtiyaç duymaları normaldi. ĠĢte roman bu tür bir ihtiyacı karĢılamak üzere ortaya çıkmıĢtır. Tarih içinde Türk toplulukları Batılı anlamda bir sanayi devrimi geçirmediklerinden, Marksistlerin ifade ettiği biçimde bir burjuva toplumuna da sahip olamamıĢlardır. O halde bu topluluklarda roman yukarıda iĢaret edilen ikinci yoldan yani destan > efsane > masal > halk hikâyesi > roman bağlamında vücut bulabilirdi. Nitekim öyle de olmuĢtur. Destanın manzum oluĢu, uzun asırlar boyunca milletin hafızasında yer alması ve Ģifahî gelenek içinde söylene gelmesi olması, milletin baĢından geçen büyük bir hadise olması gibi özellikler, bilhassa daha çok yerleĢik bir hayata sahip milletlerde ömrünü kısaltan temel faktörler olmuĢtur. Bu açıdan roman destanın sahip olduğu bütünlüğü ya da topyekûn bir milleti temsil etme iddiasından hayli uzaktadır. Bu tür daha çok sosyal bölünmüĢlüğün değiĢik enstantanelerini dile getirmekle kendisini vazifelendirmiĢ görünmektedir. Destandan romana geçerken kaybolan Ģey, en baĢta vak‟anın gerçekliğinin yazarın muhayyilesinin insafına terkedilmesidir. Destanlardaki gerçeklik tarihî süreç içinde olabildiğince inanırlığını korurken, roman bütünüyle kurmaca bir dünyanın ürünü olarak kendisini göstermektedir. YerleĢik hayata geçmek, sanayileĢme ve bunun neticesi olarak Ģehirlerde yaĢama süreci milletlerin mitik potansiyellerinin alan değiĢtirme ya da daha ferdî plânda kalmasına sebebiyet vermiĢtir. Bu bakımdan yeni mitik alanların oluĢması hiç de gecikmemiĢ; özellikle Ģehirlerin mitolojileri oluĢmaya baĢlamıĢtır. Bu da yerleĢik hayatın kendisini anlatacak yeni bir edebî türe ihtiyaç duyulduğunu iĢaret etmektedir. ĠĢte bu yeni mitik alanın edebiyattaki vasıtası romandır. Modern batı romanı bütünüyle yaĢanılan büyük Ģehirlerin ya da coğrafyaların mitik alanları üzerine kurulmuĢ gibidir. Bu bakımdan New York‟un ıĢıklı dünyası, Paris‟in büyülü rüyası, Londra‟nın sisler ve yağmurlar içindeki gizemli atmosferi, Ġstanbul‟un her taĢından, çeĢmesinden tarih akan silueti ile romana yataklık edecek yeni mitik alanların örnekleri olmuĢlardır. Bu açıdan artık dağların yerini gökdelenler ya da çok katlı binalar; dağ geçitlerinin yerini, metrolar, hemzemin geçitler, tren

983

istasyonları; kurtların, kuĢların ya da baĢedilmesi gereken engellerin yerini bizzatihi hayatın kendisi almıĢtır. Ġnsan artık ıĢık hızıyla düĢünme zorunluluğu içindedir. Sanatçı, Tanrı > tabiat > insan üçgeninde kendisini, yaĢadığı olayları ve evreni sorgulayacaktır. Burada atlanmaması gereken bir tek mutlak gerçek vardır. O da destanın da romanın da temel insan gerçeğinden hareket ediyor olması hadisesidir. Aytmatov‟un romanlarından örnek verecek olursak; Elveda Gülsarı romanında fırtınalı bir gecede sürüsünü kurtarmaya çalıĢan Tanabay ile Kassandra Damgası romanında kıĢkırtılmıĢ kalabalığı yatıĢtırmak üzere büyük bir cesaretle hayatını tehlikeye atan füturolog Robert Bork‟un hareketleri, endiĢe ve korkuları temel insan gerçeğinde birleĢir. ĠĢte Cengiz Aymatov bu sanatsal gerçeklikten hareketle yirminci yüzyılın destanını yani romanını yazmaya koyulmuĢtur. Onun bu gayreti yaĢanılan hayatın ritmine uygundur. Bugün artık geleneksel anlamda bir destan yaratıcılığından sözetmek mümkün değildir. Bunun nedeni zaman içerisinde ve yukarıda sözü edilen sebeplerden dolayı destanın yerini romanın almıĢ olmasıdır. O halde Ģifahî bir edebiyatın içinde yaĢayan, kulağı ve hafızası destan, efsane, masal ve öteki folklorik malzemeyle dolan bir yazarın yapacağı iĢ elbetteki bildiklerini çağdaĢ bir söylemle dile getirmek olacaktır. ĠĢte Aytmatov‟un da roman vadisinde yaptığı iĢ budur. C. Manas Destanı ve Cengiz Aytmatov Destan yaratma açısından zengin bir mirasa sahip olan Türklerde kimi tarihî metinler eksik ve sadece komĢu memleketlerin dillerinde zapt ü rapt altına alınmıĢlardır. Oğuz, Bozkurt, Ergenekon, Göç ve Manas, Türklerin dünya destan kültürüne hediye ettikleri ilk örnekler olarak zikredilebilir. Bunlar arasında Manas, bugün bir milyon mısrayı çoktan aĢmıĢ ve yaratılma süreci devam eden dikkat çekici bir kültür varlığıdır. Bu vasfıyla dünyanın en uzun destanı ünvanını taĢımaktadır. Özellikle asrın baĢından beri değiĢik araĢtırmacılar tarafından yaĢayan ya da yakın tarihte vefat eden manasçılardan yapılan yeni tesbitlerle destanın hacminin daha da büyüyeceği görünmektedir. Son asır manasçılar arasında, Balık (1793-1873), Keldibek Barıbozoğlu (XlX. Yüzyıl ? - ?), Tınıbek Capıoğlu (1846-1902), oyüke Ömüroğlu (1880-1925), ġapak Rısmendeev (1863-1956), Kencekara Kalçaoğlu (1859-1920), Sagımbay Orozbakoğlu (1867-1930), Sayakbay Karalayoğlu (1894-1971), Togolok Moldo (1860-1942), Cusup Mamay (1918-), Seydena Moldekekızı (1922-), Kaba Atabekoğlu (1925-), ġaabay Azizoğlu (1927-) ve UrkaĢ Mambatalioğlu (1935-) sayılabilir.4 Bu geleneğin Kırgızistan‟da hâlâ devam ediyor olması, gelecekte Manas‟ın daha binlerce mısraya kavuĢacağını göstermektedir. ĠĢte bu haliyle Manas sadece tarih öncesi ya da eskiden cereyan etmiĢ olayları terennüm eden bir destan değil hem Kırgızların bugüne gelinceye kadar baĢlarından geçen olayları anlatmakta hem de bu olaylara duygusal plânda tanıklık etmektedir. Buna göre baĢlangıçta Kırgızların IX. yüzyılda Yenisey bölgesinde yaĢadıkları yıllarda Uygurlar ve inlililerle yaptıkları ĢavaĢlardan, arkasından “Cüveynî‟nin Tarih-i Cihângüşa‟sında belirtildiği gibi, 1120‟li yılların sonunda Karahitaylar‟ın Orta Asya‟ya geldikten ve Karahanlıları ele geçirdikten sonra Kırgızlara asker göndermeleriyle”5 baĢlayan

984

mücadelelerinden sözeder. Destan zaman içerisinde Kırgızların girdikleri Ġslâm dairesi çerçevesinde, bu yeni medeniyetin ve dinin motifleri ile zenginleĢerek günümüze kadar gelir. Kırgızların düzenli ve yazılı bir edebiyata geçiĢleri ile göçebe kültürden yerleĢik hayata geçmeleri neredeyse aynı zamana tesadüf eder. Yüzyıllar boyunca göçebe bir hayat sürdüren Kırgızlar için bu büyük kırılma 1917 BolĢevik devrimine rastlar. Cengiz Aytmatov‟un Elveda Gülsarı romanında da anlattığı üzere, göçebe hayattan yerleĢik hayata geçiĢ Kırgızların kendi rızaları ile değil rejimin zorlamasıyla meydana gelmiĢtir. Kıl çadırlar yıkılmıĢ, yerine cetvelden çıkma sokak ve aynı tip evlerin süslediği kolektif hayat tarzı yerleĢmeye baĢlamıĢtır. Bu hareket, ister istemez Kırgız çocuklarının örgün eğitimle tanıĢmalarına vesile olmuĢtur ki Aytmatov da bu nesil içinde yazılı edebiyatla tanıĢmıĢ örneklerden biridir. Yazılı edebiyat bir baĢka fırsatı yaratmıĢ, Manas‟ın kiril harfleri ile de olsa yazıya geçirilmesine yol açmıĢtır. Fakat rejim kısa zaman içinde Manas‟ın kendisi için taĢıdığı tehlikeyi keĢfetmiĢ ve onun neĢrini ve okunmasını yasaklamıĢtır. “Destanın millî ve dinî duyguları beslemesi, canlı tutması Sovyet hükümetini rahatsız etmiş, 1951-1954 yılları arasında, diğer Türk destanlarıyla birlikte okunması, anlatılması ve neşri yasaklanmıştı. Hatta 1952‟de Pişbek‟de (Frunze) Sovyetler çapında bir seminer düzenlenerek güya, destandaki gayri insanî, şovenist, feodal cemiyetin duygularını aksettiren, zararlı kısımlar tesbit edilmiştir. Fakat bu baskılar uzun sürmemiş, halktan ve münevverlerden gelen haklı itirazlar neticesinde, Manas hakkında ilmî araştırmalar yeniden canlılık kazanmış; destandan parçalar neşredilmiştir.”6 Cengiz Aytmatov, çocukluğundan beri kulağına fısıldanan sözlü edebiyat mirası ile eğitimi boyunca tanıdığı Rus ve Batı edebiyatının usta kalemlerinin eserlerini çağdaĢ romanın imkânları içinde ve kendi üslûbunun tayin ettiği bir potada eriterek kendini yetiĢtirmesini bilmiĢtir. Onu yetiĢtiren sözlü geleneğin en büyük kaynağı hiç Ģüphesiz Manas destanıdır. Manas, yazar için Kırgızların hürriyetini temsil eden bir bayrak durumundadır. Hem kendi zamanında hem de geçmiĢte ya da daha yakın dönemde Manas‟la ilgili taĢıdığı hassasiyeti belirtmekten geri durmamıĢtır. Sadece bu metnin sahip olduğu muhtevayla değil, onun özellikle komünist rejim içinde baĢta Muhtar Awezov olmak üzere kimi Kırgız-Kazak kültür adamlarının elinde nasıl bayraklaĢtığını görmek suretiyle de heyecanını terennüm etmiĢtir. Bu yüzden hayatında sadece birkaç defa karĢılaĢıp sohbet edebildiği ve yetiĢmesi üzerinde büyük tesiri ve emeği olan Muhtar Awezov‟dan her zaman saygıyla bahsetmekten geri durmamıĢtır. Bunda “1950 yılında Muhtar Awezov‟un, Manas Destanı ile ilgili yasaklara karşı çıkıp bu destanın sadece Kırgız halkının değil, bütün Sovyet halklarının iftihar edeceği bir destan olduğunu ileri sürmesinin ve 1952 yılında düzenlenen ilmî konferansta Manas Destanı‟nın millî varyantının tanzim edilmesi yolunda görüş sunmasının, Manas Destan‟ının aslı olmayan suçlamalardan bir nebze olsun aklanıp yasakların hafiflemesinde etkili olduğunu düşünen Cengiz Aytmatov, „Awezov‟un bu büyük yiğitlik örneği cesaretini, yazarlık şerefini bizim halkımız hiç bir zaman unutmayacaktır‟7demektedir.”8

985

Aytmatov, Manas destanının 1978 yılında Sagımbay Orazbakoğlu‟ndan derlenen ve 1980 yılında yayımlanan varyantın neĢri dolayısıyla bu kitaba yazdığı Bayırkı Kırgız Ruhunun Tuu okusu (Kadîm Kırgız Ruhunun Zirvesi) adlı önsözde, sadece bu eserin Kırgızlar için ehemmiyetini belirtmekle kalmıyor, kendi eserlerinde akseden temel fikirlerin kaynağını olduğunu da iĢaret ediyor: “Tarihî açıdan bakılırsa, Manas destanı, farklı estetik ölçüler ve gâyelerle tamamen değişik hayat şartlarından doğmuştur. Onda bugünkü edebiyatın estetik ve ideolojik amaçlarını aramak ve onu günümüz edebiyat kanunlarına bağlamak mümkün değildir. Ama destanın bize ulaştırdığı tarihî ve estetik gerçeği günümüzün dili ile anlamak ve anlatmaya, açıklamaya çalışmak mümkündür. İşte mesele burada… Meselâ diyebiliriz ki, çok eski bir zamanda, o günkü yerleşik medeniyetlerin kervan yolundan uzakta, ayrı tarihî şartlar altında ve tamamen kabile hayatının sürdürüldüğü bozkırda meydana gelen bu destan, bizim için nasıl bir mânâ taşır ve bizce asıl önemli tarafı neresidir? Şöyle diyebiliriz. Destanın asıl ideolojisi şudur: Onun damarlarında dolaşan ideal, beşeriyetin doğuşundan bu yana, insanı gâh koşturup mahveden, gâh memnun edip sevindiren, gâh araştırma ve ideal şevki verip yorgun insana kol-kanat olan, kuvvet ve nefes veren ebedî, ölümsüz ülküdür. Destanın bütün güzel yapısı, vezni, çok yüce bir fikri baştan sona kadar devam ettirip yükseltiyor. Bu hürriyet fikridir. Temel hayat görüşüdür. Manas destanının ölümsüzlüğü ve dünyada paha biçilemez medenî hatıralar arasında yer alması da şu ideal estetik haysiyetine bağlıdır. Destanda terennüm edilen ve yüceltilen hürriyet ideali ile bugün bizim düşündüğümüz hürriyet fikri arasında mâhiyet bakımından yerle gök kadar fark vardır. Fakat destan bizce şu yönüyle değerlidir. Onda: Halkımızın hürriyet ideali, felsefesi, iman ve hakikat telâkkîleri hiç bozulmadan ilk şekliyle bize kadar uzanıyor.”9 Yazarın Manas destanı ile ilgili yukarıdaki sözleri edebî eserlerini oluĢturmada beslendiği kaynağı göstermesi açısından ehemmiyetlidir. Burada dikkat edilmesi gereken konu, Manas‟taki millî ya da hümanist duyarlığın olduğu gibi değil de çağın anlayıĢına uygun olarak ele alınması hadisesidir. Böylece bu kutlu destan, bir tarihî metin olmaktan kurtulup zamana direnen ve anlamca yenilenen bir geniĢliğe ve zenginliğe kavuĢma fırsatını yakalamaktadır. Aytmatov‟un söz konusu yazısının son cümlesi, Bilge Kağan‟ın Orhun Kitabeleri‟ndeki üslûbunu hatırlatan bir eda ile bitmektedir: “Nice zaman geçip yeryüzünde Kırgız dili durdukça Manas bizim millî zirvemiz olarak kalacaktır.”10 D. Destandan Romana TaĢan

Duyarlık

Aytmatov‟un Manas destanı hakkında sözleri, onun kaleme aldığı hemen bütün eserlerinde Ģöyle ya da böyle yeralmıĢ, estetik ve fikri açıdan beslenmiĢ hususlardır. Onun Yıldırım Sesli Manasçı hikâyesinde doğrudan doğruya Manas kültü ve onun hürriyete götüren gücü dikkatlere sunulur.

986

Yıldırım Sesli Manasçı, ailesi ile birlikte Issık-Göl kıyısında yaĢayan Eleman adlı çocuğun hikâyesidir. Kırgızların, Oyrat ungurlarıyla savaĢ halinde bulundukları bir sırada, yurt (çadır) ustası Senirbay‟ın büyük oğlu Koyçuman‟ın baldızı, on yedi yaĢındaki Ülken ansızın ölür. Bu arada Senirbay bir kalp krizi geçirmiĢtir. Ölen genç kızın cenazesine katılmak onlar için hem dinî hem de millî bir görevdir. Senirbay, hasta haliyle cenazeye katılmak isterse de karısı Kertolgo-Zayıp, onu evde kalması için ikna eder ve yanına küçük oğlu Eleman‟ı bırakır. Ortanca oğlu Turman‟ı alarak cenazeye katılmak üzere evinden ayrılır. Büyük oğlu Koyçuman, Talçuy vadisinde Oyrat ungurlarıyla savaĢmaktadır. Kertolgo-Zayıp yolda hasta kocasını ve cephedeki büyük oğlu Koyçuman‟ı düĢünür. ocukları için, bütün Kırgızlar için, Issık-Göl kıyısında Tanrı‟ya dua eder. Küçük oğlu Eleman‟ın Manas‟ı terennüm eden büyük bir Manasçı olmasını diler. “Ey kadere hükmeden Kök Tengri! en küçük oğlum Eleman‟ı getirdim, ondan başka çocuğum olamayacak artık. Çocuk doğuramayacağım. Madem ki babasının mesleği ile ilgileniyor, o sanatın yeteneğini, Senirbay‟ın ustalığını ona da ver. Eğer yurtçu olmazsa ağabeyi Koyçuman gibi bir Manasçı ozanı olmak istiyor. Bari ondan bunu esirgeme. Ona, ataların güzel konuşma, güzel anlatma yeteneğini ver. Bu yetenek onda köklü bir ağaç gibi gelişsin ve sonra bu yeteneği, bu geleneği çocuklarına, torunlarına aktarsın. Bu yetenek kuşaktan kuşağa ulaşsın. Kırgızlar Kırgız olalı beri var olan Manas‟ı iyi öğrenmesi, unutmaması için ona güç ver.”11 Baba Senirbay, o gece ölmüĢ, büyük oğlan Koyçuman Oyrat ungurları tarafından öldürülmüĢ, Kırgızlar savaĢı kaybetmiĢtir. Küçük Eleman büyür, „Yıldırım sesli‟ bir Manasçı olur. Kırgızların millî hislerini, bu güçlü destanı terennüm ederek ayakta ve zinde tutmaya çalıĢır. Onun terennümü Kırgızlara yeniden hayat verir. Bu Manas‟ın bir kavmi yeniden diriltmesine iĢarettir. Öte yandan düĢmanlar, Eleman‟ın baĢına ödül olarak „bin saf kan at‟ vaadederler. Bir hainin ihaneti sonucu gözleri oyularak Kazak bozkırına bırakılır. Annesinin yıllar önce Issık-Göl kıyısında dua ediĢini hatırlayarak son nefesini verir. Yazarvak‟ası uzak geçmiĢte de olsa Manas‟ın Kırgızları nasıl hürriyete kavuĢturduğuna parmak basmaktadır. Beyaz Gemi romanındaki Boynuzlu Geyik Ana efsanesi geçmiĢten hâl‟e taĢınan bir hürriyet motifi idi. Bu hikâyede de Manas âdeta kurmaca bir metin olmaktan çıkar bir kurtuluĢ manifestosuna dönüĢür. Bugünün yıldırım sesli manasçıları bu destanı totaliter bir rejimin baskılarına rağmen korumayı ve neĢretmeyi cesaretle sürdüren Muhtar Awezov ve Aytmatov gibi kahramanlardır. “Yıldırım Sesli Manasçı hikâyesinde temel unsur Manas destanıdır. Bu destan etrafında oluşacak millî şuûr Kırgızları yeniden hürriyetlerine kavuşturacaktır. Aytmatov, bu eserinde (Sultanmurat hikâyesinden farklı olarak) ilk defa bu kadar geniş ve belirgin bir surette bu destana yer verir. Hatta daha da ileri giderek destanın Kırgızlar için taşdığı ehemmiyeti bir hitabet edasında anlatır.”12

987

“Biz bu destana babalarımızın, bütün ecdâdımızın seslerini verdik. Bu sesleri hep duyacağız: Çok eski zamanlarda buraları terkeden kuşların uçuşunu, nice zamandır artık toprağı dövmeyen toynakların sesini, savaşta ölen batırların nârâlarını, ölenler için yakılan ağıtlarımızı, zaferler için sevinç çığlıklarımızı duyacağız. Bu destan yaşayanların övüncü, hepimizin övüncü için, geçmişi canlandıracak, gösterecektir.”13 Yazarın Manas kültünü kullandığı eserlerinden biri de Sultanmurat ya da Erken Gelen Turnalar adıyla Türkiye Türkçesine aktarılan hikâyesidir. Hem kahramanlık hem de aĢk dile getirilirken Manas kültüne müracaat edilir. Hikâyenin kahramanı Sultanmurat mektebin güzel kızı Mirzagül‟e sevdalıdır. Yazdığı aĢk mektubunu sevgilisine iletmesi için küçük kardeĢine verir. Küçük kardeĢ bu hadiseyi heyecanla karĢılar. Sevinç çığlıkları atar. Sultanmurat bağıraması için onu uyarır. - Tamam! Tamam! bağırmam artık. Onu seviyorsun ha! Tıpkı Ayçörek ve Semetey gibi değil mi?14 Küçük kardeĢi bu aĢkı Manas destanındaki Semetey ile Ayçörek‟in aĢkına benzetir. Zira aĢkın da hafızalardaki adresi Manas destanıdır. “Her verilen emri yerine getirmeye hazırdılar. Karşılarındaki bu savaşçı sanki Manas idi: Kır saçlı, zırhlı, heybetli Manas! Ve kendileri de onun sadık, yiğit batırları. Kılıçları bellerinde, kalkanları ellerindeydi.”15 “Yazarın, uzak toprakları sürmeye giden bu genç çocukları motive etmek için Tınaliev‟e söylettiği yukarıdaki sözler çok anlamlıdır. Köy kolhozunun başkanı olmasına rağmen, mevcut düzendeki kolektif ruhun hâkim olması gereken prensipleri yerine, yazar bu çocukları en mühim millî miraslarından biri olan Manas destanına ve onun kahramanı ile askerlerine benzetmeyi tercih etmiştir. Bu, ülkede hâkim olan ideolojinin, halkın sahib olduğu ve onu millî bünyesine rabtettiği kültürel mirasa baskın çıkamadığını göstermektedir. Çocuklarda kolektif şuûru uyandırmak için, ideolojinin çok arzuladığı bir “emekçi” tipinden ziyade, onların ruhlarında aksini bulacak ve geleneksel kültürün mühim bir parçası olan Manas kültü üzerinde durması yazarın millî romantizminin bir tezahürüdür.”16 Bu destandan öykü ve romana taĢan duyarlığın ifadesidir. ağdaĢ bir Manas yorumudur. Zira yazar, destandan aldığını, olduğu gibi değil kendi muhayyilesinde vermek istediği mesaja uygun olarak kesip biçtikten ve onu yeni fakat anlamlı bir kılığa soktuktan sonra eserinde kullanmaktadır. Yazarın Manas destanından beslenerek yarattığı büyük romanı Gün Olur Asra Bedel‟de dikkatlere sunulan ve edebiyat dünyasında fırtınalar koparan Mankurt tiplemesidir. Mankurt tiplemesi romanın temel mesajını yüklenmiĢ gibidir. Yazar bugünün insanının anlatmak için tarihî hafızada ya da destan ve öteki sözlü edebiyat ürünlerinde saklı bir takım vak‟aları kullanarak onlardan çağdaĢ birer tip yaratmayı baĢarıyor. Gün Olur Asra Bedel romanında ön plâna çıkan Mankurt tiplemesinin hikâyesi Ģöyledir:

988

Romanın vak‟asının geçtiği Sarı Özek bozkırının çok eski devirlerinde bu topraklarda yaĢayan Juan Juanlar esir aldıkları düĢmanlarının kafasını kazıdıktan sonra, yeni yüzülmüĢ deve derisini esirin kafasına geçirip, ellerini ve kollarını bağlayarak kızgın güneĢte bekletip hafızasının kaybettirilip bir köleye dönüĢtürülmesi anlatılmaktadır. Gün Olur Asra Bedel romanında Nayman Ana‟nın oğlu Jolaman böyle bir tutsaklık ve iĢkence sürecinden geçtikten sonra hafızasını yitirmiĢ ve Mankurt olmuĢtur. Kendisini kurtarmaya gelen annesini, efendisinin emri üzerine gözünü kırpmadan öldürür. Yazarın romanında anlattığı Mankurt efsanesinin hikâyesi kısaca böyledir. ġimdi bu efsanenin kaynakları üzerinde durmak yerinde olacaktır. Cengiz Aytmatov‟un romanlarında kullandığı Sarı-Özek menkıbelerinin epik kaynakları üzerine yaptığı bir değerlendirmede Pariza Mirza Ahmedov, yazarın Mankurt tiplemesini Kazak yazarı AbıĢ Kekelbaev‟in bir romanından aldığını ifade eder: “Aytmatov bu kendi efsanesinin temelini meşhur Kazak yazarı Abış Kekelbaev‟in Geçmiş Yılların Balladı adlı hikâyesinde, „uzaylıların esir aldıkları tutsakların hafızasını silmek (yok etmek) için, onların kafasına taze deve derisi giydirdiklerini‟ anlatan bu olayından almıştı. Bir zamanlar bu bozkırlarda hayatî alan oldukları için bitmeyen mücadelede düşmanların yaptıkları karanlık ve sağır zalimlikleri ve hınç ölçülerini göstererek, Kekelbaev bu korkunç olayları ayrıntılı olarak anlatmıştı. Kekelbayev‟in balladında bu törenin ne kelime sıfatı var, ne hafıza kaybına uğratılan (Mankurt) kişinin ismi, ne de o dazlak kafaya geçirilen ve özenle yapılan o deri parçasının (siri) ismi vardır. Kekelbaev‟de bu sadece bir kabilenin diğer kabilenin gözünün korkuttuğunun anlatıldığı bir vakadır. Aytmatov‟da ise Mankurt tiplemesi sadece roman efsanesinin merkezi değildir. Romanın parabolik yapısında en önemli rolü oynamakta ve mânâsıyla ile sanat merkezi olmaktadır. „Sir‟ kelimesinin imgesi Aytmatov için görülmemiş metafordaki işlevi kazanmakta ve anlamı uzay boyutuna kadar büyümektedir. Yer‟in kafasına geçirilen roket çemberi.”17 Yazarın yukarıdaki ifadeleri, Mankurt efsanesinin Mankurt adıyla olmasa bile, Ģihafî edebiyatta yaĢadığının ve AbıĢ Kekelbaev‟in bu efsaneyi alarak kabileler arası bir iĢkence ve zulüm argümanı olarak kullanılması Ģeklinde iĢlediğini iĢaret etmektedir. Dolayısıyla Kekelbaev‟in bu efsaneyi sadece mahalli plânda değerlendirdiği anlaĢılmaktadır. Yine Pariza Mirza Ahmedov‟un ifadelerinden Aytmatov‟un bu efsaneyi Kekelbaev‟in GeçmiĢ Yılların Balladı adlı romanından aldığını fakat ondan farklı olarak daha geniĢ bir platformda iĢleyerek uzay boyutuna da dikkati çektiğine iĢaret etmektedir. Yani Aymatov bu mahalli hikâyeden evrensel bir tip yaratmasını bilmiĢtir. Pariza Mirza Ahmedov‟un bu efsanenin kullanımı ile ilgili düĢünceleri sözlü edebiyattan yararlanma aĢamasında sanatçıların kudret ve yeteneklerini gösterme fırsatını da doğurmaktadır. Aynı coğrafyada yaĢayan ve aynı sözlü kültürden gelen iki kardeĢ yazarın aynı motifleri kullanmaları kadar tabiî ne olabilir. Burada aranması gereken ustalık ve maharetin ne ölçüde sergilendiği gerçeğidir.

989

Öte yandan bizzatihi Aytmatov‟un Mankurt hakkındaki ifadeleri yazarın yukarıdaki iddialarını doğrulamaktan uzaktır. Aytmatov‟un Mankurt efsanesi ile ilgili kaynağı kendi ifadesiyle tamamen Manas destanıdır. Cengiz Aytmatov yakın arkadaĢı Muhtar ġahanov‟la birlikte sohbetlerinden oluĢan ve Türkiye Türkçesinde, Kuz BaĢındaki Avcının ığlığı adıyla yayınlanan hatıra-sohbet eserinde, bu konu hakkında ve beslendiği kaynakları göstermek açısından mevzumuzu aydınlatacak önemli Ģeyler söylemektedir. “Asırdan da Uzun Gün romanını yazarken, mangurt konusunu inceden inceye araştırdım. Çocukluğumuzda, yön-yöntem bilmeyen birilerine „Hey! Mangurt musun?‟ dediklerini çok duymuştuk. İnsanın mangurta nasıl dönüşeceğini bilmesek de, kemiklerine işleyen ağır bir söz olduğunu sezerdik. Mangurtluk hakkındaki ilk bilgilerden birine, on asır önce cırlanıp Kırgız halkının kahramanlık ve kültür ansiklopedisi haline gelen Manas Destanı‟nda rastlanıyor. Orada çocuk Manas‟ın yaramazlığı ve dayanılmaz gücünden korkan Kalmaklar, onu mangurt edelim deyip söz bağladıkları şöyle cırlanmıştı. Balayı tutup alalım Başına çember takalım Eve götürüp azap verelim Altı boy Kalmak‟ın Ayak-başını yığalım. Altmışlı yılların içindeydi sanıyorum; ünlü Sayakbay Karalayev‟den mangurt ve şire‟nin manasını sormuştum. O zaman değerli ihtiyar biraz düşündükten sonra konuşmaya başladı. Geçmişte Kalmak ve Kırgız çatışması sırasında iki taraf, mal mülkle birlikte, kul etmek için birbirinden tutsak alırdı. O tutsak, mal peşinde sallanıp yürümekle birlikte, günlerden bir gün çaresini bulup kaçar gider. Birileri aracılığı ile kendi hakkında halkına haber göndermesi, hatta diri can olduktan sonra kız-kadına takılması da şaşılacak şey değil. Çocukluğunda ele geçirilen gücü-kuvveti yeterli tutsak, beş yıl belki on yıl „buyrun‟ diye hizmet eder. Ne de olsa o da insanoğlu, içinde gururu uyanıp, eline silâh alıp karşı koyması mümkündür. Bu yüzden en emin yolu onu mangurt etmektir. Bunun için önce tutsağın saçını kazıdıktan sonra, yeni kesilmiş devenin veya sığırın derisini başına sararlar. Buna Kırgızlar şire derler. Kayıştan delip yapılan bağlarla sarıp şakaktan sıkarak sağlam olarak bağlıyorlar. Böylece kavurucu güneş altına, eli ayağı bağlı bırakıyorlar. Tutsak o zaman iki azaba birden düşermiş. Önce yaş deri sıcaktan kurudukça büzülüp başını sıkarak kemiklerini kıracak gibi oluyor; ikincisi yeniden çıkan saç, kuru deriyi delemeyip tekrar dönüp kafa derisine iğne sokulur gibi girip bütün sinir duygusunu öldürür; yani akılda tutabilme, anlama yeteneğini yok ediyor. Bir hafta veya on gün sonra, ya ölür ya mangurta döner. Ölürse azaptan kurtulur, diri kalırsa; adını geldiği

990

soyu, bütün geçmiş hayatını unutur; sadece kendi efendisinin istediğini yerine getiren kaba güç sahibi haline gelir… İnsanoğlu zulmün, tepe saçını dikleştiren nice türünü keşfetmiştir. Ancak bu felâketin dengi olamaz. Totaliter sistem zamanında bütün topluma, onun içinde senin de benim de, hepimizin aklına fikrine, anlayışına ideolojik şire kondu. Bu bir rejime körü körüne bağlayıp, kelepçelemek amacıyla yapılmıştı.”18 Yukarıdaki ifadelerden de anlaĢılacağı üzere Aytmatov‟un bu konudaki kaynağı büyük Manasçı Sayakbay Karalayev‟dir. Onun Mankurt efsanesi ile ilgili söyledikleri yazarın Manas destanından zikrettiği mısralardan da anlaĢılacağı üzere bu tiplemenin kaynağı doğrudan doğruya Manas destanıdır. Bunun dıĢında Literaturnoye Obozreniye Dergisinde çıkan bir mülâkatında da aynı konuya daha geniĢ bir açıklama getirmektedir. “Mankurt, halk ağzında dolaşan efsane, benim anlattığım gibi bulunmaz. Fakat bu efsanenin prototipi Kazak halkında mevcuttur. Ben onları yüksek düzeye çıkarmam, felsefî anlamını derinleştirmem gerekirdi. İnsanoğlunun geleceğini düşünmek, alnı acık, iç dünyası zengin, kusursuz insan olmak için engel olduğunu mankurt hakkındaki efsaneyi yeniden yorumlamaya beni mecbur etmişti.”19 Böylece halk arasında sıradan bir efsane gibi dolaĢan Mankurt, yazarın usta kaleminde yeniden fakat baĢka bir konteks içinde hayat bulmaktadır. Yazarın; “Çocukluğumuzda, yön-yöntem bilmeyen birilerine „Hey! Mangurt musun?‟ dediklerini çok duymuĢtuk.” sözleri Mankurt hakkında bizleri de düĢünmeye sevketti. Anadolu coğrafyasında ve Türkiye Türkçesinde de Aytmatov‟un ifade ettiği biçimiyle yön-yöntem bilmeyen, anlayıĢı kıt insanlara „Mankafa‟ denildiği ve bu kelimenin halihazırda yaĢadığı bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında Mankurt ya da Mankafa kelimeleri aynı kaynaktan; yani Türk destan ve sözlü geleneğinden çıkıp geniĢ bir coğrafyada kullanıldığına iĢaret eder. Öte yandan yazarın bu sıradanmıĢ gibi görünen tasarrufu aslında destandan romana taĢan bir duyarlılığın ve yeteneğin göstergesidir. Tarihî ve mitik motiflerden çağdaĢ dünyanın söylemine uygun evrensel bir tipleme yaratmak ya da onu yeniden biçimlendirmek hiç de kolay olmasa gerek. Aytmatov, romanına ilham veren Mankurt efsanesi ile ilgili açıklamalarından sonra bu romanı nasıl kaleme aldığının ipuçlarını da veriyor. “Bir

seyahatimde

trenle

Moskova‟ya

gidiyordum.

Kızılorda

ilinden

geçerken,

radyo;

Baykonur‟dan uzay gemisinin uçtuğunu haber verdi. Trenin penceresinden güneşin kavurduğu bozkıra bakarak derin düşüncelere kapıldım. „Borandı Beket‟ romanını yazmak fikri o anda aklıma gelmişti. Diğer planetlerde de akıllı canlılar var diyoruz. Aniden yeryüzü onların istilâsına uğrasa ne

991

olacak? Bu şüphe yüreğime saplanıp huzur bırakmadı. Gençliğimizde duyduğumuz mangurtluk hikâyesi, hayalimde yeniden ışıklandı.”20 Yazarın yukarıdaki sözleri millî hafızada yaĢayan kültür değerleri ile yaĢanılan zamanın çağdaĢ argümanlarının nasıl bir efsane > gerçeklik > eser potasında birleĢtiğini göstermektedir. Destanın ölü ya da donmuĢ gibi duran zenginliklerinin, zamanın toz perdesi kaldırılınca maharetli bir sanatçı elinde ve günıĢığında nasıl birer Ģahesere dönüĢtüğünü de göstermektedir. Kendisiyle yapılan bir söyleĢide Mankurt kavramının taĢıdığı ve iĢaret ettiği fenomenle ilgili bir soruya verdiği cevapta bu tiplemenin nasıl zamanlar üstü bir niteliğe kavuĢtuğunu ifade eder: “Mankurt mitolojik bir terimdi ama bizim zamanlarımızı anlatmak için önemli bir imkândı. Totaliterizm bizi standartlaştırmak istese ve bunda kararlı olsa da bizim buna direnmemizin hayati önemini anlatmak istemiştim, bu tiplemeyi eski çağlardan getirmemin nedeni buydu. Ancak Mankurt sadece eski çağların zavallı trajik yaratığı değil. Her dönemin Mankurtları var. Bu zaaflarıyla malûl insanoğlunun kaçınılmaz yazgısı. Mankurtlar, mankurtlaşanlar ve zaaflarına karşılık ayakta kalmaya çalışanlar, bunlar hep olacak.”21 Aytmatov‟da Manas kültünün izlerini ya da etkisini böyle bire bir ve doğrudan ifadelerin ve motiflerin desteklediği metinlerin yanında bir de „genel ruh‟ta aramalıdır. ağımızın mücadele argümanları tabiatiyle eskiye nazaran çok değiĢmiĢtir. Destan nasıl eskinin millî hafızasının teĢkilinde en önemli rol oynuyor idiyse, bugünün romanları ya da öteki sanat türleri de millî hafızayı besleyecek zenginlikleri barındırmaktadırlar. Bu bakımdan Aytmatov‟un romanlarını Manas‟ın değiĢik ve yeni varyantları olarak kabul etmek ve bu dikkatle okumak onu daha iyi anlamak olacaktır. Manas destanı uzun asırlar boyunca göçebe kültür içinde yaĢayan Kırgızların, tercih edilen bu yaĢama biçiminin gereği olarak daha çok sözlü dil yadigârları ve konar-göçerliğin sınırlı maddî tasarrufları ile yetinmeleri, onların Manas destanına daha sıkı bir Ģekilde sarılmalarına vesile olmuĢtur denebilir. Zira millî hafızanın inkiĢaf ettiği mimarî, müzik, heykel ve öteki plâstik sanatlara ait bir mirastan mahrum olan bir kültürde sözlü geleneğe sahip çıkmak ve onu yarı mukaddes bir metin halinde kabul etmek, elbette zaruri bir tercihten baĢka birĢey değildir. Bu bakımdan Sovyetlerin çöküĢ sürecine girdiği yıllarda Kırgızlara hürriyetlerini hatırlatan ve bu konuda ilham veren yegâne güç Manas destanında saklı kolektif Ģuurun uyanıĢıdır. Cengiz Aytmatov da bu kültür mirasını çağdaĢ bir Manas yorumcusu olarak terennüm etmekten geri durmamıĢtır. Onun daha 1957 yılında yayınladığı Betme-Bet (Yüz Yüze) hikâyesinde kendisini ilgilendirmeyen bir savaĢa gitmek zorunda kalan bir Kırgız delikanlısının macerasını, Elveda Gülsarı‟da çökmekte olan iktisadî sistemi kolhoz ölçeğinde ele alıĢını, Beyaz Gemi‟de altı yaĢındaki bir çocuğun duyarlığı ile totaliterizme karĢı çıkıĢını, Gün Olur Asra Bedel romanında potansiyel köleleĢme ile hürriyetsizliğe karĢı duruĢunu, DiĢi Kurdun Rüyaları romanında rejimin ülkeden kovduğu dine karĢı duyulan ihtiyacı Hıristiyanlık boyutunda ve nihayet Kassandra Damgası ile insanlılı bekleyen büyük felâketleri haber verme duyarlılığı ile tebarüz etmiĢti.

992

Bütün bu cesaret isteyen medenî hamleler Er Manas‟ın kılıç kudreti ve maharetiyle vuruĢtuğu düĢmanlarını alt etmesi kadar anlamlı ve kıymetlidir. ĠĢte Aytmatov‟un destandan romana taĢıdığı ruhu burada aramak gerekir.

1 Kâzım YetiĢ, “Destan” maddesi, TDV. Ġslâm Ansiklopedisi, C. 9, Ġstanbul, 1994, s. 202. 2 Ali Ġhsan Kolcu, Tanzimat Edebiyatı, ll Hikâye ve Roman, Bakanlar Media, Erzurum, 1999, s. 38-39. 3 Taner Timur, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, Afa yay., Ġstanbul, 1991, s. 16. 4 Manas, Haz. TĠKA, Ankara, 1995, s. 150-159. 5 Wılhelm Radloff, Manas Destanı, Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Türksoy yay., Ankara, 1995, s. 10. 6 Yavuz Akpınar, “Manas Destanı” maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 6, Dergâh yay., Ġstanbul, 1986, s. 131. 7 Manas Entsiklopediya, BiĢkek, 1995, s. 47‟den zikreden Naciye Yıldız, “Cengiz Aytmatov ve Manas Destanı”, Doğumunun 70. Yıldönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi ġöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı yay., Ankara, 1999, s. 21. 8 A.g.m., s. 214. 9 Cengiz Aytmatof, “Kadîm Kırgız Ruhunun Zirvesi” Akt. Ġklil Kurban - Ali AkbaĢ, KardaĢ Edebiyatlar, Erzurum 1982, sayı. 3, s. 3-8. 10

Kadîm Kırgız Ruhunun Zirvesi, s. 8.

11

Cengiz Aytmatov, Yıldırım Sesli Manasçı, ev: Refik Özdek, Ötüken yay.,

Ġstanbul 1990, s. 12, 15. 12

Ali Ġhsan Kolcu, Millî Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov, Ötüken

yay., Ġstanbul, 1997, s. 140. 13

Yıldırım Sesli Manasçı, s. 17.

14

Cengiz Aytmatov, Sultanmurat, ev: Refik Özdek, Ötken yay, Ġstanbul,

1990, s. 134. 15

Sultanmurat, s. 106.

16

Millî Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov, s. 125-126.

993

17

Pariza Mirza Ahmedov, “Cengiz Aytmatov‟un Romanlarında Dil ve Üslûp”

Akt. K. Kulamshaev, Doğumunun 70. Yıldönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi ġöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı yay., Ankara, 1999, s. 159. 18

Cengiz Aytmatov - Muhtar ġahanov, Kuz BaĢındaki Avcının Çığlığı,

Tolkun yay., Ankara, 1998, s. 148-149. 19

Literaturnoye

Obozreniye,

nr.

2,

1984‟ten

zikreden

Abdıldacan

Akmataliyev, Cengiz Aytmatov‟un Dünyası, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı yay., Ankara, 1998, s. 24. 20

Kuz BaĢındaki Avcının Çığlığı, s. 149.

21

Cengiz Aytmatov, “Her Dönemin Bir „Mankurt‟u Var”, SöyleĢi, Nihal

Bengisu Karaca, Aksiyon, sayı 307, 21 Ekim 2000, s. 29. Abdıldacan Akmataliyev, “Beloye oblako ingizxana (Balasagın -Moskva, Planeta, 1991, 176” (Cengiz Han‟ın Beyaz Bulutu Redaktöründen) ev: Sebahat Yılmaz, KardaĢ Edebiyatlar, sayı, 35, Nisan-Mayıs Erzurum, 1996. Abdıldacan Akmataliyev, Cengiz Aytmatov‟un Dünyası, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı yay., Ankara, 1998. Abdülkadir Ġnan, Makaleler ve Ġncelemeler, C. I, Türk Tarih Kurumu yay., Ankara, 1987; C. II, 1991. Ahmed Schimide, “Ömürden Uzun Bir Gün” Türk Edebiyatı, sayı. 107, Eylül, 1982. Ali Ġhsan Kolcu, Millî Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov, Ötüken yay., Ġstanbul, 1997. Ali Ġhsan Kolcu, Tanzimat Edebiyatı, ll, Hikâye ve Roman, Bakanlar Media, Erzurum, 1999. Bilge Ercilasun, “Cengiz Aytmatov Hakkında Bir Ġnceleme”, Türk Kültürü, sayı. 325, Mayıs 1990. Carol, J. Avins, “Cengiz Aytmatov‟un Son Eseri DiĢi Kurdun Rüyaları ve Sovyetler Birliği‟nin öküĢünü Hazırlayan Sebepler”, ev: Orhan Söylemez, Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi, sayı. 1, Haziran 1995. Cengiz Aytmatof, “Kadîm Kırgız Ruhunun Zirvesi” Akt. Ġklil Kurban - Ali AkbaĢ, KardaĢ Edebiyatlar, sayı. 3, Erzurum 1982. Cengiz Aytmatov - Muhtar ġahanov, Kuz BaĢındaki Avcının Çığlığı, Tolkun yay., Ankara, 1998. Cengiz Aytmatov ile SöyleĢi, Third World Quarterly, Cilt. 12, N0 1 Ocak 1990. ev: Ġhsan Turan, Yeni Forum, Mart 1990.

994

Cengiz Aytmatov, “Her Dönemin Bir „Mankurt‟u Var”, SöyleĢi, Nihal Bengisu Karaca, Aksiyon, sayı 307, 21 Ekim 2000. Cengiz Aytmatov, Yıldırım Sesli Manasçı, ev: Refik Özdek, Ötüken yay., Ġstanbul 1990. Cengiz, Aytmatov, “Mankurt Efsanesi ve Mankurtizm, (Turan Ülkesinin Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov Anlatıyor”, (Mülâkat: BeĢir Ayvazoğlu), Türkiye gazetesi, 14 Mayıs 1992. Chingiz Aitmatov, [Selections English]

Time to Speak, PL 65. K 59 A 373, New York

1988. Doğumunun 70. Yıldönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi ġöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı yay., Ankara 1999. Galina Guseva, “ingiz Aytmatov ve Kahramanları” ev: Naile Zakirova, Sanat Olayı, sayı. 57, ġubat, 1987. Hülya ArgunĢah, “Manas Destanı ve Yıldırım Sesli Manasçı Hikâyesi”, Manas Destanı, Manas Destanı‟nın 1000. Yıl Paneli Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Merkezi Yayınları, No: 1, Kayseri, 1995. Ġsmail Parlatır, “Cengiz Aytmatov ile Dil ve Edebiyat Üzerine SöyleĢi”, Türk Dili, sayı. 487, Temmuz, 1992. K. Zelinski, Sovyet Edebiyatı, ev: Funda SavaĢ, Konuk yay., Ġstanbul 1978. Kâzım YetiĢ, “Destan” maddesi, TDV. Ġslâm Ansiklopedisi, C. 9, Ġstanbul, 1994. Manas Entsiklopediya, BiĢkek 1995. Manas, Haz. TĠKA, Ankara 1995. Naciye Yıldız, “Cengiz Aytmatov ve Manas Destanı”, Doğumunun 70. Yıldönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi ġöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı yay., Ankara 1999. Naciye Yıldız, Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile Ġlgili Tespit ve Tahliller, TDK yay., Ankara 1995. Nizami Caferoğlu, “Cengiz Aytmatov, Büyük Medeniyetin Evlâdı Yahut Varisliğin Poetiği”, (ev: H. Ahmed Schimiede. ) Türk Edebiyatı, Nisan 1990. Pariza Mirza Ahmedov, “Cengiz Aytmatov‟un Romanlarında Dil ve Üslûp”, Akt. K. Kulamshaev, Doğumunun 70. Yıldönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi ġöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı yay., Ankara 1999. Penah Halilov, SSRI Halkları Edebiyatı, C. II, Maarif NeĢriyyatı, Bakü 1977. ġerif AktaĢ, “Bir Coğrafyanın Kaderi (Gün Uzar Yüzyıl Olur) ”, Türk Edebiyatı, sayı 123, Ocak 1984.

995

Taner Timur, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, Afa yay., Ġstanbul 1991. Wılhelm Radloff, Manas Destanı, Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Türksoy yay., Ankara 1995. Yavuz Akpınar, “Manas Destanı” maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 6, Dergâh yay., Ġstanbul, 1986.

996

DOKSANDOKUZUNCU BÖLÜM Özbekistan Cumhuriyeti Bölgecilik ve Uruğ Oymakçılık / Ġslam Kerimov [s.625-627] Özbekistan Cumhuriyeti CumhurbaĢkanı / Özbekistan Birkaç sözlükte yapılan tarife göre uruğ-oymakçılık, feodal topluma özgü bir insan gerçeğidir. Bu, akrabalık iliĢkilerinin bağladığı insanlar birliğidir. Soy cemaatine kendi liderinin ismi verilirdi. O da üyeler için en saygıdeğer insan sayılırdı. Sülale menfaatlerini, cemaatin nispeten sınırlı dünyası dıĢında temsil ederdi. Sülale büyüğü, sadece üyelerini savunur, onlara hamilik yapar ve yardımda bulunurdu. Zamanla sosyal ve ekonomik yapılar değiĢti, insanlararası iliĢkiler de baĢkalaĢtı. Ancak eski yapı tamamen kaybolmadı. UnutulmuĢ dağ baĢlarında yeryüzünden silinmiĢ bazı bitki örneklerine raslandığı gibi, günümüz toplumunda da uzak geçmiĢin bazı belirgin izlerini bulmak mümkün olabiliyor. “Uruğ” grupları da bu tür bir olaydır. Bugünkü dünyada gerçek anlamda uruğ-oymak Ģeklinde bölünen toplum bulmak zor. Ancak bazen Ģeklen değiĢen, “yenilenmiĢ” bir halde tezahür eder. Birçok ülkede güçlü akrabalık bağlarına rastlanmaz. Ancak onun yerine baĢka tür ortak bağlar kurulmuĢtur. Örnek olarak, vatandaĢlık, komĢuluk gibi. Doğduğu bölgeden ayrılarak ülkenin baĢka bölümüne yerleĢen birinin hemĢerilerine yardımcı olması kötü mü? Ģeklinde bir soru akla gelebilir. Aralarında uruğ-oymak bağı bulunan insanların birbirlerine yardımcı olmaları, belli bir ölçüde normaldir. Ancak uruğ-oymakçılık, bölgesel veya etnik prensipler çerçevesinde küçük bir grubun çıkarı için yapılıyorsa, benzeri Ģekilde aynı çıkar için çalıĢan baĢka bir güruhta söz konusuysa; o kuruluĢta yapılan tüm çalıĢmalara, devlete, millete zararlı hale gelir. Bu güruh, amaçlarına ulaĢmak için, kendi üyelerinin devlet kademeleri de dahil olmak üzere bir kurum ve kuruluĢta yükselmesi için çalıĢır Böyle ise, tabii olarak potansiyel tehlike içerir. Bu durumda toplumdaki istikrar ve güvenliği tehdit eden bu tür “uruğ-oymakçılık ve bölgecilik” konularından söz etmemiz gerekiyor. ġimdilik bu olaylar ciddi ve derin olarak incelenmemiĢtir. Onları, sırf geliĢmesinde geri kalan veya zorlu bir geçiĢ döneminde ülkelerin önemli bir özelliği olarak göremeyiz. Sanayisi geliĢmiĢ Batı ülkeleri de bu hastalıkla karĢılaĢmıĢlardır. Bölgecilik ve uruğ-oymakçılığı dar anlamda etnik bölgesel fikir birliğinin bir tarzı olarak görmek mümkündür. Bir bakıma, dünyadaki çeĢitlilik ve karmaĢa karĢısında bu insanlar arasındaki bağlılık, onları bir sınırla ayırır. Etnik bir grubu, büyük bir aile haline getirir. Bu olayların uzun ömürlü olması ve halen kendiliğinden gerçekleĢmesinin sebepleri nedir, bölgemiz koĢullarında nasıl ortaya çıkmaktadır?

997

Devlet yapılarında uruğ-oymakçılık ve yurttaĢlık grupları etnik özelliklere göre Ģekilleniyor. Uruğoymakçılığın amacı; kendi üyelerini devlet ve yönetim kademelerinde olabildiğince yükseltmektir. Uruğ-oymakçılığın temelinde doğum yerinin aynı olması bulunur. BirleĢtirici özellikleri, ilgi alanları ve maddî ya da manevî görüĢ birliği değil, sadece aynı doğum yeridir. “Bölgesel kimlik”in ortaya çıkıĢı, yani insanların doğdukları bölgeyi esas alarak kiĢilik geliĢtirmesi, bölgecilik ve uruğ-oymakçılığın temelidir. Biliyoruz ki, halen Orta Asya‟nın bazı yerlerinde bölgesel kimlik, millî kimlikten bile önce geliyor. Bunu gösteren belirtiler mevcuttur. Böyle bir durumun birkaç açıdan; etnik birliğin üst seviyesi olan milleti belirleyici faktörlerin oluĢması sürecindeki uluslara has olduğunu söyleyebiliriz. Bazı ülkelerdeki etnik sosyal durumun analizi, etnik çeĢitliliğin hâlâ yaĢanmakta olduğunu, buralarda halkın içinde sadece lehçesine göre değil, toplumdaki ekonomik ve kültürel duruma göre de çeĢitli gruplar olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, bölgecilik ve uruğ ve oymakçılığın ortaya çıkması için gerekli Ģartlar hâlâ mevcuttur. Tarihî açıdan da Merkezî Asya‟da “milli devlet” kurma geleneği bulunmuyordu. Burada Rus istilasına kadar mevcut olan tüm devletler, genelde sülale veya bölge prensibine göre (Buhara, Hokant, Hive Hanlıkları) kurulmuĢtu. Bir baĢka önemli konu ise bu Hanlıkların, önceki merkezî devlet ve imparatorlukların bulunduğu yerlerde kurulmuĢ olmasıdır. O tarihte bu topraklarda çok sayıda yerleĢik ve göçebe kabile yaĢamaktaydı. Bir olan ulusun parçalanmaya yüz tutması ve çeĢitli hanlıklar arasında bölünmesi yüzünden; tahribata yol açan savaĢlar uzun zaman devam etti ve Sovyet dönemine kadar mevcut feodal dağınıklığı pekiĢtirdi ve korudu. Daha sonraki Sovyet iktidarının, millî özellikleri “beynelmilelleĢtirme”ye ve eĢitleĢtirmeye çalıĢması da etnik birlikler arasında ve hatta halklar arasındaki parçalanmanın son bulmasına değil, tersine, yenilerinin meydana gelmesine sebep olmuĢtur. Aynı Ģekilde devlet sosyalizmi ve bir merkezden planlanmıĢ ekonomi, devlet mülkünün, zenginliklerin merkezden taksim edilmesi de bölgecilik ve uruğ-oymakçılık iliĢkilerinin yaĢaması, geniĢlemesi ve kök salması için uygun ortam oluĢturdu. Sovyetler Birliği‟nde uruğ-oymakçılık ve bölgecilik çok farklı bir yapı kazandı. Merkezî planlamaya dayalı ekonominin katılığı, bazen de Ģefkatsizliği, düzenin yapısı, onların yaygınlaĢması için kolay zemin hazırladı. Nakdî ve benzeri gelirleri üleĢme iĢini, çeĢitli derece ve makamdaki üst düzey çalıĢanlar yapardı. Yerel yönetimde, iĢletmelerde ve diğer ticarî kurumlarda çalıĢanlar, bu yöneticilerin iltifatına müyesser olmaya çalıĢırlardı. Bu üst seviyeli memurlarca kabul edilmeyi sağlayan sihirli kelime ise, o memura tanıdık veya yakın olan bir Ģahsın akrabası, dostu olmak ve özel tavsiyesinden ibaret olurdu. Aynı zamanda böyle bir yönetici, kendi iktidarını korumak ve pekiĢtirmek için etrafında güvenli ve kendini destekleyecek adamlara muhtaçtı. ġahsi sadakat, onun kadro sahasındaki politikasının ölçülerinden sayılırdı. “Ġyi mi-

998

kötü mü, hırsız mı-dürüst mü, fark etmez, bizimki” Ģeklindeki kaide bu politikanın temeli idi. Toplumda bir grubun veya bir bölgenin menfaatleri, genel menfaatlerden önde geldiği bir münasebetler sisteminin mevcut olması, çok yanlıĢ ve tehlikelidir. Bu durum sosyal gerginliğin artmasına neden olur. Devlete, huzur, bütünlük ve ilerleme gayretlerine tehdit doğurur. Hayali gayelerin önde geldiği Sovyetler zamanında uruğ-oymakçılık çıkarlarının çatıĢması sonucu çeĢitli ihtilaflar ortaya çıkmıĢtı. Ġhtilaflar geleneksel tarzda kudretli imha mekanizması kullanılarak halledilir, grup içinde bulunanlar da bu konularda konuĢmazdı. Böyle kötü bir mirastan kurtulmak devletimizin stratejik vazifelerinden biridir. Bağımsızlığa kavuĢunca, gerekli koĢullar meydana geldi ve geliĢti. Onun için de en yüksek siyasî kademelerden itibaren, birlikte çalıĢmamıza, müĢterek iĢimize engel olan bölgecilik, grupçuluk olaylarına son vermek gerektiğini göstermek ve dünyada tek Özbek Milleti olarak, Harezmli, Ferganalı, Surhanderyalı arasında fark olmadığını, hepsinin Özbek olduğu hususunu vurgulamak zorundayız. Bölge farklılıklarını önemli bir konuymuĢ gibi göstermek en tehlikeli hatadır. Bir Ģahsın kimliğini bulması, bölgesel düzeyde olmamalıdır. Herkes kendisini önce Özbek vatandaĢı olarak kabul etmelidir. Sonra da Harezmli, Semerkantlı veya Fergana vadisinin bir bireyi olarak görmelidir. Bu durum; hepimizin sahip olduğu “küçük vatan”ın, insanın doğduğu yerin, ülkenin kıymetini ve önemini, onun özel hususiyetlerinin değerini düĢürmez. Ancak Ģunu da unutmamak gerekir ki, fazla abartılan bölgesel vatanperverlik, onun tecavüz meyli, milletin birleĢmesine engel olacaktır. O muhakkak bir Ģekilde, iç ayrılma cereyanlarına ve kültürel açıdan dar görüĢe götürür. Devlet ve toplumun huzuru ve güvenliğine birkaç yönden tehlike de doğurur. Bu olayların tehlikesi nedir, hangi menfi sonuçlara götürür? Bağımsızlığımız açısından bu sorular hiç de önemsiz değil. Ülkemiz insanlarının kaderi, çok yönden bu suallerin nasıl cevaplandırılacağına bağlıdır. Öncelikle bölgecilik eğiliminin artması, bölgelerin kendini sınırlamasına, kurulan ekonomik iliĢkiler sisteminin güçsüzleĢmesine ve parçalanmasına, böylece bölgenin iktisadî yönden çökmesine neden olabilir. Bu da devlet ekonomisine kesinlikle zarar verecektir. Genel olarak bu durum, devlet içinde merkezkaç güçlerin meydana gelmesi ve yoğun olarak geliĢmesi ile birlikte ortaya çıkar. Ayrılma eğilimi bulunan bölgeler, devletin bütünlüğüne karĢı gerçek bir tehlikedir. Uruğ-oymak veya bölgenin kendi egemenliğini sağlamaya ve bencil amaçlarına ulaĢmaya çalıĢması, devletin tüm dairelerinde politik muhalefet olduğunu iddia eden çeĢitli grupların oluĢmasına yol açabilir. Böyle gruplar arasında iktidar amaçlı hareketler giderek artar ve devletin toprak bütünlüğünü ve yaĢamını doğrudan doğruya tehdit eder. Politik kurumlarla birlikte muhalefet amaçlı teĢkilatların da toplum içinde, millî boyutlarda geliĢmesi gerekir. Bu da, böylesi teĢkilatların liderleri ve üyelerine; ulusun kendilerine mensup olan kısmının değil, devlet ve milletin tamamının çıkarlarını gözetmesi için sağduyu kaynağı olacaktır.

999

Bölgecilik ve ayrımcılığın getirdiği bir baĢka tehdit de, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık ruhunda mevcut olan çeliĢkiler, bölgemizdeki aynı durumda olan milletler arasında etnik çatıĢmalara dönüĢebilir.

Yukarıda söylendiği gibi, Merkezî Asya‟daki yerli halkların temsilcilerine bölgemizdeki beĢ devletin hepsinde de raslamamız mümkün. Ülkemiz nüfusunun çoğunluğu aynı gruplardan (Özbekler, Kazaklar, Tacikler, Kırgızlar, Türkmenler, Karakalpaklar, Uygurlar vb.) ibarettir ve sadece oranı değiĢebilir. Cumhuriyetlerin her birinde: Kazakistan‟da ve Kırgızistan‟ın OĢ vilayetinin güneyinde, Tacikistan‟ın Leninabad vilayetinde, Türkmenistan‟ın DaĢhavuz vilayetinde Özbeklerin yaĢadığı bölgeler mevcut. TaĢkent ve Cizak vilayetlerinde Kazakların yaĢadığı alanlar, Kazakistan‟ın kuzeyinde Rusların çoğunlukta bulunduğu vilayetler var. Temel reformların sürdürülmekte olduğu zor bir dönemde, toplumda azınlık olan milletlerde küçümsenme ve asıl nüfuslarının bulunduğu ülkenin istikbaline güvenmeme hissi ortaya çıkabilir. Böyle duygular, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık hareketinin artması, ekonomik ve politik hayattaki küçümsemeler yüzünden oluĢmuĢ da olabilir. Böyle bir durumda etnik gruplar ve milletler arasında gerginlik, zorbalık gibi hareketler kontrol edilmeyecek dereceye ulaĢır. Sovyetlerden sonra yani yakın geçmiĢte bu nedenle çıkan çatıĢma ve facialar hiç de az değildir. Bölgecilik ve uruğ-oymakçılık hareketini meydana getiren etkenler hakkında konuĢurken, sadece bu olayların mevcut olmasının, bozucu havaya sebep olabileceğini de dikkate almak gerekir. Ama kötü amaçlı yabancı güçlerin henüz tam raporlanamamıĢ veya türlü nedenlerle zayıflayan devletlerdeki bu durumdan, kendi jeopolitik amaçları ve çıkarları için istifade ettiği haller tarihte görülmüĢtür. Ancak, yabancı güçlerden kendi maksatları yolunda yararlanmaya çalıĢan uruğ-oymak liderleri ve bölgecilik güdenler, sonuçta o güçlerin esiri olacaktır, hatta yabancı güçlerin kendi kötülüklerini aklamak için kullanacakları kurbanlara da dönüĢeceklerdir. Bunu tarih de onaylamaktadır. Bölgecilik ve uruğ-oymakçılık probleminin güncelliği ve çetinliğini anlamaktan öte, aynı zamanda bu dönemde kritik bir durumun meydana gelmesini önlemek için nelerin yapılması gerektiğini iyi düĢünmek, potansiyel tehlikeden gerçek tehdit kaynağına dönmesini engellemek imkanını sağlayacaktır. ġu andaki ve daha sonraki politikacıların yapacakları çalıĢmalarda; Özbekistan‟ın insanî ve millî menfaatlerinin önceliği, ülke içinde devlet kanunlarının egemenliğini sağlama gayesi takip edilmelidir. Toplum içindeki bazı Ģahısların grup oluĢturmasında etken, onların belli bir soy, bölge ve etnik gruba mensupluğu değil, tüm ülke çapında korporasyon (giriĢimciler, aydınlar, tarımcılar vb.) çıkarlarının olumlu müĢterekliği temel olmalı.

1000

Tüm bölgeler, etnik ve sosyal grupların çıkarları arasında eĢitliği her zaman korumak gerekir. ıkarların ifade ediliĢi ve gerçekleĢtirilmesinin yasal mekanizması, bölgecilik eğilimi, uruğ-oymakçılık hareketinin meydana gelmesi ve geliĢmesine engel olmalıdır. Ġzlenecek politikada, geçiĢ döneminde hala mevcut olan mülkün özelleĢtirilmesi, ekonomik, sosyal ve bölgesel düzenlemelerde bütün bölgelere, sosyal azınlıklara devlet kaynaklarından eĢit yaralanma ve istifade imkanını sağlamalıdır. Yerel yönetimlere daha çok yetki verilmesi gerekir. Kendi bölgesinin özelliklerini bilmek, devlet memurlarına bu bölgenin maddî ve insanî imkanlardan azami seviyede yararlanma imkanını sağlar. Islahatları gerçekleĢtirirken, bölgesel ekonomik, demografik ve baĢka özellikler temel alındığı takdirde değiĢimler için uygun ortam yaratılacaktır. Düzenlemeler için sorumluluğun büyük kısmını yerel yönetimlere bırakarak, birikim ve çalıĢmalarından azamî seviyede faydalanmak ve mahallî rezervleri çekme imkanı sağlar. Ekonomiyi yöneten Ģahıslara ve yerel yönetim kuruluĢlarına daha çok ekonomik bağımsızlık tanımakla birlikte, yöneticilerin Ģahsi sorumluluğunu arttırmak da Ģarttır. Bu da mahallî bütçenin artması, yerel ekonomik ve sosyal problemlerin çözümü için uygun yolları açar. Ancak, bu tür yerelleĢtirme için her Ģeyden önce devlet menfaatlerinin öncelikli olduğu, itirazsız kabul edilmelidir. Demokratik ıslahatların geniĢletilmesi için, insanların yanı sıra tüm toplum Ģuurunda insanî değerlerin öncelikli olduğu fikrinin pekiĢtirilmesi, etnik veya millî açıdan kabuk oluĢturma çabalarının engellenmesi, tabiri caizse mücadele edilmesi gerekir. Bu da, Özbekistan‟da millî bağımsızlığın, egemenliğin korunması ve istikrarın sağlanması, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık tehlikesini önlenmesi için önemli bir kuraldır. Milletin ve halkın manevî olgunluğuna, kabiliyetine devlet politikası olarak bakmak gerekir. Ġnsan Ģuurunda millî gurur duygusuyla birlikte, diğer milletlerin tarihî ve kültürel değerlerine saygı gösterme anlayıĢını sağlamak Ģarttır. Toplumun zihniyetinde bugün dünyada meydana gelmekte olan hadiselerle ilgilenme ve sorumluluk hissini doğurmak ve sağlamlaĢtırmak gerekir. Bugünkü gençler ve gelecek nesil için, kendi devletinin, halkının tarihi ile birlikte dünya tarihi ve kültürünü de iyice öğrenmek gerektiğini bilmeleri ve anlamaları için uygun ortam oluĢturmak gerekir. Bunların tamamı, geleceğe güvenle bakmamız, torunlarımızın kaderi, baht ve saadetleri hakkında umut besleyebilmemiz için gerekli Ģartlardır.

1001

Özbekistan Cumhuriyeti / Mehmet Seyfettin Erol [s.628-642] Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM) TürkistanAraĢtırmaları Masası / Türkiye A. Genel Bilgiler 1. Coğrafya Özbekistan‟ın toplam yüzölçümü 447 bin km2 olup, baĢkenti TaĢkent‟tir. Afganistan (137 km), Kazakistan (2.203 km), Kırgızistan (1.099 km), Tacikistan (1.161 km), Türkmenistan (1.621 km) ve Aral Gölü (420 km) ile sınırdaĢtır. Kara sınırlarının toplam uzunluğu 6.221 km‟dir. Özbekistan, ülkenin güney kısmını oluĢturan dört bölgeden ibarettir ki bunlar çok zengin ve verimli toprakları olan TaĢkent ovası, Semerkand ve Buhara Ovaları ve aynı zamanda yarı çöl bölgesi olan Amu Derya ovasının kuzeyidir. Ülkenin yaklaĢık %80‟i ovadır ve ayrıca Tanrı Dağlarından kuzeyde Hisar ve ülkenin güneyindeki Altay Dağlarına kadar uzanan yüzlerce kilometre uzunluğunda dağlar vardır. Küçüklü ve büyüklü 600 nehir vardır ve bunların içerisinde en önemlileri Amu Derya ve Sir Derya‟dır.1 Ülkede sert bir karasal iklim hakim olup gece ve gündüz, yaz ve kıĢ sert ısı değiĢiklikleri vardır.2 Havadaki nem oranı düĢüktür. Gün uzunluğu yazın 15 saat kıĢın ise 9 saatten az değildir. KıĢ mevsimi Özbekistan‟ın kuzey kesimlerinde 5 ay, vadilerde ise 1.5 veya 2 ay kadar sürer. En soğuk ay ocak ayıdır ve bu zamanda kuzeyde sıcaklık -8 ve daha altına düĢebilir. Genelde en sıcak ay temmuzdur. Düzlük alanlar veya platoların bulunduğu bölgelerde ortalama sıcaklık bu aylarda 25-30 derecedir. Güneyde ise bu sıcaklık 31-32 dereceye kadar ulaĢır. Ülkenin çoğu yerinde yıllık yağıĢ 200-300 mm‟yi geçmez. Özbekistan‟daki çevre kirliliği Aral Gölü‟nün kurumasının, kimyasal gübre ve ilaçlamanın aĢırı kullanımının yol açtığı toprağın zehirlenmesi, tuzlanması ve verimliliğini kaybetmesi Ģeklinde görülmektedir. Fabrikaların ve kimyasal gübre ve ilaçların aĢırı kullanımının yol açtığı su kirliliği de ülkenin karĢı karĢıya kaldığı en büyük çevre sorunlarındandır. 2. İdari Yapı 12 vilayet, bir otonom cumhuriyet ve bir statülü Ģehir. Önemli vilayetleri TaĢkent, Semerkand, Buhara, Hive, Fergana, Surhan Derya, Sir Derya, KaĢka Derya, Hokand, Andican, Namangan, KarĢı, izek, Nevai‟dir. Karakalpakistan özerk bölgedir. Ülkede yaklaĢık olarak 102 Ģehir, 93 kasaba ve 1.280‟den fazla köy bulunmaktadır.3 3. Demografi 1989‟daki sayıma göre Özbekistan, 19.810.077 nüfusu ile BDT ülkeleri arasında ülkesinde yerli nüfusa en fazla sahip olan ikinci cumhuriyet olarak ortaya çıkmıĢtı (1989‟daki nüfus dağılımı için bkz. Tablo 4).4 1989 sayımlarına göre 14 milyon Özbeke karĢın, ülkede farklı Türk halklarından 2.406.935

1002

kiĢi yaĢamaktaydı. Bu oran toplam nüfusun %12,15‟ini teĢkil etmekteydi. Diğer Türkler, Özbeklerle birlikte 16.530.561‟lik bir nüfus oluĢturmaktadır (toplam nüfusun %83,45‟i).5 Tablo 1: Nüfusun Yıllara Göre Dağılımı (milyon kiĢi) 1995

1996

1997

1998

22.690

23.139

23.561

23.954

1999 24.230

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Diğer taraftan 1999‟teki tahminlerde ülke nüfusunun 24 milyon 230 bin olduğu görülmektedir. Bu nüfus içerisindeki etnik grupların dağılımı Ģu Ģekildedir: Özbek %80, Rus %5,5, Tacik %5, Kazak %3, Karakalpak %2,5, Tatar %1,5, diğer %2,5. Ülkedeki dini inançlara göre dağılım ise Ģu Ģekildedir: Müslüman %88, Doğu Ortodoks %9, diğer %3. Ülkede konuĢulan diller: Özbekçe %74,3, Rusça %14,2, Tacikçe %4,4, diğer %7,1. Nüfusun büyüme oranı %1,8‟dir. Erkekler için ortalama yaĢam uzunluğu 60,09, kadınlar için ise, 67,52‟dir. Tablo 2: Doğum Oranı (Her bin kiĢi baĢına) 1995

1996

1997

1998

1999

29.8

27.3

26.0

23.0

23.43

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Nüfusun yaĢ gruplarına göre dağılımı ise Ģu Ģekildedir: 0-14 yaĢ grubu, %37 (erkek 4.556.973, kadın 4.413.617); 15-64 yaĢ grubu, %58 (6.938.090 erkek, 7.068.839 kadın); 65 yaĢ ve üzeri grupları, %5 (erkek 443.604, kadın 681.350). Tablo 3: Ölüm Oranı (Her bin kiĢi baĢına) 1995

1996

1997

6.4

6.2

5.9

1998

1999

5.87.75

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Özbekistan aynı zamanda, BDT ülkeleri arasında en yüksek nüfus oranına sahip ülkedir.6 Özbekler ülkelerinde %80 nüfus ağırlığı ile mutlak çoğunluktadırlar. Bu oran, zor yaĢam Ģartları ve yabancılara karĢı tepkilerden dolayı doğan göçün bir sonucu olarak Özbekler, lehine her geçen gün daha da yükselmektedir. Ruslar ikinci çoğunluk grup olup yine ülkeden en çok göç eden azınlıkların baĢında gelmektedir. Üçüncü çoğunluk etnik grubu Tacikler oluĢturmaktadır. Diğer taraftan Tacikistan‟daki 1 milyonun üzerindeki Özbek varlığı göz önünde bulundurulursa, bu cumhuriyetlerde ne kadar karmaĢık bir demografik yapının ve dolayısıyla problemin olduğu da anlaĢılır. Yine 1989‟daki nüfus sayımına göre, Özbeklerin büyük çoğunluğu anavatanlarında yaĢamaktadır. Özbeklerin sadece %15.36‟sı diğer cumhuriyetlerde yaĢamaktadır (Eski SSCB‟deki Özbek nüfusunun dağılımı için bkz. Tablo 6). Özbekistan‟da Koreli, Tatar ve Ahıska Türkleri de

1003

yaĢamaktadır. Ayrıca resmi olmayan rakamlara göre yaklaĢık 200 bin Arap, KarĢi civarındaki KaĢkadarya vilayetinde yaĢamaktadır.7 Tablo 4: Özbekistan‟daki Nüfus Dağılımı (1989) Millet

1989

%

Toplam19.808.007

100.000

Özbek 14.123.626

71.30

Rus

1.652.179

8.30

Tacik

931.547

4.70

Kazak

808.090

4.00

Tatar

467.676

2.70

Karakalpak411.187

2.00

Kırgız

174.899

0.83

Türkmen 122.566

0.66

Ahıska

106.240

0.53

Diğerleri1.010.067

5.03

Kaynak: Nadir Devlet, a.g.e., s. 325. Tablo 5: Nüfusun Dağılımı (%) 1995

1996

1997

1998

1999

Kentsel

38.7

38.4

38.2

38.0

-

Kırsal

61.3

61.6

61.8

62.0

-

Kaynak:The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Tablo 6: Özbek Nüfusun Dağılımı Bölge

1989

(%)

Toplam 16.686.240

100.00

Özbekistan14.123.626

84.64

Tacikistan1.197.091

7.20

Kırgızistan 550.095

3.30

Kazakistan 332.016

2.00

Türkmenistan317.252

1.90

1004

Rusya Diğerleri

127.160

0.80

39.000

0.23

Kaynak: Nadir Devlet, a.g.e., s. 326. 4. Eğitim, Kültür, Bilim, Sanatve Edebiyat Özbekistan‟da eğitim, kültür ve bilim oldukça geliĢmiĢtir. Ülkedeki okuma-yazma oranı %99‟dur (kadın %99, erkek: %99). Bu ülkenin ilk üniversitesi olan TaĢkent Üniversitesi, 1920‟de açılmıĢ, bundan sonra da birçok üniversite, teknik okul, kültür merkezi vb. yerler kurulmuĢtur. Ülkedeki herkes orta eğitimi tamamlamak zorundadır. Okuma yazma oranı %100‟e yakındır. Ülkede yaklaĢık olarak 8.535 orta dereceli okul, 247 teknik okul ve 46 üniversite vardır. Özbek üniversiteleri önemli bilimsel merkezlerdir. Bu üniversitelerde bilimsel araĢtırmalar yapılmakta, geliĢmiĢ laboratuvarlar ve araĢtırma merkezleri bulunmaktadır. Bu Cumhuriyet‟te eğitimle birlikte kültür de çok geliĢmiĢtir. 1990‟da 7800 kütüphane, 90 milyon kitap, 49 klüp, 68 müze, 32 tiyatro vardı. Özbekistan‟da her yıl 51 milyon kitap, 94 dergi, 280 gazete (185‟i Özbekçe) yayınlanmaktadır.8 Özbekistan nüfusu, büyüklüğü ve bölgedeki tarihi geçmiĢinden ve öneminden gelen milli kimliğiyle, Orta Asya Ġslam Medeniyeti‟nin büyük Ģehirlerinin çoğuna sahiptir. Resmi dil olan Özbekçe, daha eski olan edebi ağatay lehçesine dayanması sebebiyle bölgenin en geliĢmiĢ edebi dilidir.9 Özellikle, inanç tarihi ve felsefi önem açısından Özbekistan bambaĢka bir konumdadır. Özbekistan, uzun yıllar Ġslam medeniyetinin merkezlerinden biri olma özelliğini korumakla kalmamıĢtır; Fars, Türk, Arap kültürlerinin yoğun bir zenginlikle iç içe geçmiĢ olduğu bir ülkedir. TürkĠslam birleĢmesinin en önemli yüzyıllarının yetiĢtirdiği büyük edebiyat adamlarına, bilim adamlarına sahip çıkmıĢ bir ülkedir. Dolayısıyla dünyanın ilgisini çeken tarihi merkezlere, yapılara, anıtlara, kendi deyimleriyle “yadigârlara” sahiptir.10 Özbekistan‟da gerek eskiden beri kutlanan, gerekse yeni kutlanmaya baĢlanan bayramların sayısı oldukça fazladır. Dini Bayramlar; Ruzahayıt (Ramazan Bayramı Ġyd el Fıtr), Kurban hayıtı (Kurban Bayramı Ġydel Adha) Milli Bayramlar; Nevruz, Lale Bayramı, Hasat Bayramı, Mihircan Bayramı, Bağımsızlık Günü, Anayasa Günü, Yeni Yıl, Kadınlar Günü, Zafer Bayramı, Asula (Kosuk Bayramı). Bunların dıĢında her meslek grubunun kendine has kutlama günleri vardır. Örneğin, doktorlar günü, öğretmenler günü, öğrenciler günü gibi. Diğer taraftan, Özbekistan‟da Özbek kökenli halkın %64,4‟ü Özbek müziğini tercih ederken, bu oran ülkede yaĢayan Ruslarda 51,2‟dir.11 Özbekistan‟da en fazla bilinen eski türk eserleri “Ferhat ile ġirin” ve “Leyla ile Mecnun”dur.12 Ülkede sinemaya gitme oranı %50‟dir.13 B. Tarih

1005

Ülkenin en eski kentlerinden biri, güneydeki Termiz‟dir. Bugün, Afganistan sınırını oluĢturan Ceyhun‟un (Amu Derya) kıyısında kurulu olan bu kent, tarihte güneydeki Kabil ve Delhi‟ye eriĢen yolun baĢlangıcı olagelmiĢtir. Bugünkü Termiz‟e yakın bir yere Büyük Ġskender tarafından M.S. 329‟da bir kent kurulmuĢ, Termiz‟in kendisiyse M.S. 1220‟de Cengiz Han tarafından yağma edilmiĢtir. Kent, eski Ġpek Yolu‟nun önemli uğraklarından biriydi.14 Özbekistan‟ın diğer iki önemli tarihi Ģehri, Semerkand ile Buhara‟dır. Orta Asya‟nın en eski kentlerinden biri olan Semerkand‟ın kuruluĢu M.Ö. 400 yılına kadar (adı Marakanda) uzanır. Semerkand, ZerafĢan Irmağı‟nın aĢağı çığırına birkaç km. uzaklıkta, deniz seviyesinden 320 m. yükseklikte, büyük bölümü lös toprakları üzerinde kurulmuĢtur.15 Semerkand, yüzyıllarca gezginlerin hayal gücünü harekete geçirmiĢ, “dünyanın güneĢe dönük en güzel yüzü” olarak anlatılagelmiĢtir.16 Tarih öncesi zamanlardan beri, Semerkand‟ın kıyısında kurulu olduğu ZerafĢan Irmağı‟nın vadisinde insanlar yaĢayagelmiĢtir. Mitolojiye göre, kent, M.Ö. 5. yüzyılda Sogd Kralı Afrasyab tarafından kurulmuĢtur. Bugün Afrasyab‟ı örten toprak yığınları henüz tamamen kazılmamıĢsa da, oradaki müzede bulunan bazı nesneler, Afrasyab‟a 2500 yıl öncesinde bile neden “Yeryüzü‟nün Merkezi ve Dünyanın Pırıltılı Zirvesi” denildiğini göstermektedir.17 M.Ö. 329‟da Büyük Ġskender‟in iĢgaline uğrayan Semerkand, M.S. 6. yüzyılda Orta Asya Türklerinin, 8. yüzyılda Müslüman Arapların egemenliği altına girmiĢtir. Ġslam devrinde Ģehir en parlak dönemini yaĢamıĢtır. O dönemlerde Semerkand, Türkistan‟ın en büyük yerleĢim birimidir. Bu büyüklüğünü, coğrafi konumunun elveriĢli olmasına, verimli topraklara sahip olmasına ve ticaret yollarının kesiĢme noktasında yer almasına borçludur. Cengiz Han‟ın istilasından önce Ģehirde 100 bin aile yaĢamaktaydı. Buna göre de Semerkand‟ın nüfusunun 500 ile 600 bin dolayında olduğu söylenebilir. Moğol Hükümdarı Cengiz Han, 1220 yılında Ģehri yerle bir etmiĢtir. 1365‟te Timur bu kenti, devletinin baĢkenti yapmıĢtır. Semerkand‟da çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır. Medreseler, türbeler, külliyeler ve camiler Ģehrin her tarafına yayılmıĢtır. 1437‟de Uluğ Bey tarafından yaptırılan ve kalıntıları 1908‟de ortaya çıkartılan gözlemevi, Semerkand‟ın geçmiĢte büyük bir bilim ve teknik Ģehri olduğunu ortaya koymaktadır. Semerkand, Orta Asya‟da gerçek bir Ġslam medeniyetinin müzesi gibidir. Ne var ki, Semerkand Ģehri, 1964‟te büyük bir su baskınına uğramıĢ, baskında çok sayıda bina yıkılmıĢtır. Yıkılan Ģehir, günümüz mimarisine uygun bir Ģekilde yeniden inĢa edilmiĢtir. Bu nedenle tarihi yapılar dıĢında, 1964 yılı öncesine dayanan pek fazla bir yapıya rastlanmaz. Semerkand‟da Kumlu Meydan (Registan Meydanı) ve Medreseler, Ģehrin birer simgesi halindedir. Bu meydanda 15 ve 17. asırlar arasında yapılmıĢ üç önemli medrese vardır. Bunlardan ilki 1417-1428 yıllarında yapılan Timur‟un torunu Uluğ Bey Medresesi‟dir.18 ZerefĢan Irmağı‟nın Kızılkum ölü‟nde yer alan Buhara Ģehrinin M.S. I. yüzyılda kurulduğu tahmin edilmektedir. 907‟de Müslüman Araplar tarafından fethedilen Buhara Ģehri, Orta Asya‟da Semerkand ile birlikte, önemli bir kültür, sanat ve ticaret merkezi olmuĢtur. Daha sonra Semerkand gibi çeĢitli iĢgallere ve yıkımlara maruz kalmıĢtır. Ancak Ģehrin planı çok az değiĢmiĢtir. 10. yüzyılda,

1006

Buhara en parlak dönemini yaĢamıĢtır. O dönemde Ģehir, çok geniĢ bir sur içindeydi ve 11 kapısı vardı. ok geniĢ ve taĢ ile döĢemeli sokakları, muntazam ev ve köĢkleri ile dikkat çekerdi. 19 Ortaçağ‟da Buhara, 360 cami ve 113 medresesiyle Müslümanlar için Mekke‟den sonra ikinci Ġslami öğrenim merkeziydi.20 16. yüzyılda Özbek kökenli olan ġeybanilerin eline geçmiĢ ve Buhara Hanlığı‟nın baĢkenti olmuĢtur. ġehrin göbeğini oluĢturan eski kent, camiler, medreseler, türbeler, çarĢılar ve düz damlı kerpiç evleriyle tanınır. Buhara Kalesi de önemli bir yapıdır. Miri Arap Medresesi, çevresi parke taĢlarıyla süslenmiĢ geniĢ bir avlu içinde, 288 kubbeyle örtülü birkaç katlı galerileriyle dikkat çekmektedir.21 Fergana vadisinin batısında yer alan Hokand, 10. yüzyılda Havakend adıyla kurulmuĢtur. Doğu Türkistan ve oradan in‟e ve Hindistan‟a giden önemli kervan yolları üzerinde kurulmuĢ olan kent, 13. yüzyılda Moğol akınları sonucunda yerle bir edilmiĢtir. Hokand Hanlığı tarafından 1732‟de inĢa edilen bir kalenin çevresinde hızla geliĢen Hokand, 1740‟ta aynı hanlığın baĢkenti olmuĢtur. Hanlık döneminde önemli bir ticaret merkezi olan Hokand, 300‟ü aĢan camileri ve medreseleriyle, Orta Asya Müslüman dünyasının önemli bir dini kenti merkezi konumunu üstlenmiĢtir.22 Görüldüğü üzere, çok eskilere dayanan, son derece geliĢmiĢ bir kültür ve tarihi zenginliğe sahip olan Özbekler, Moğol Ġmparatorluğu‟ndaki Türk kabilelerinin bir karıĢımından doğmuĢtur. Tarihte Özbek adına ilk kez 13. yüzyıl sonunda rastlanılmaktadır. Cengiz Han‟ın kurduğu Moğol Ġmparatorluğu‟nun Altınordu Devleti‟ne mensup Türk kökenli boylardan biri Fergana vadisindeki Türklerle birleĢerek bu tarihten sonra Özbek Han‟ın adıyla (1282-1342) anılagelen Özbek Devleti‟ni kurmuĢlardır.23 Diğer Orta Asya milletleri gibi uzun süre Moğol Ġmparatorluğu‟nun egemenliği altında yaĢayan Özbeklerin, tarihte siyasi bir güç olarak yükselmeleri daha sonraki yüzyıllarda gerçekleĢmiĢtir. Ebu‟l Hayr Han‟ın liderliğinde 1428 yılında bağımsızlıklarını ilan etmiĢlerdir. Timurlu prenslerin taht kavgalarından istifade eden Ebu‟l Hayr Han, Ebu Sa‟id‟e yardım ederek 1451‟e kadar Türkistan‟ın yarısına hakim olmayı baĢarmıĢtır. Fakat, Özbeklerin gösterdiği bu baĢarı, kuvvetli Moğol kabilelerinden Kalmuklar ile Oyratların dikkatini çekmiĢ ve onları kıskançlığa sevk etmiĢtir. 1456‟da Kalmukların, bir sene sonra da Oyratların hücumlarına uğrayan Özbek Türkleri büyük zayiatlar vermiĢlerdir. 1468‟de Moğollarla yaptığı harbi kaybeden Ebu‟l Hayr Han ölünce yerine oğlu ġahBudak Han geçmiĢtir. ġah-Budak Han‟ın bütün gayretlerine rağmen içinde bulundukları durumdan bir türlü kurtulamayan Özbeklerin kaderi o devrin büyük alimlerinden biri olan Mevlana Muhammed Hitayi‟den feyz almıĢ olan ġah-Budak‟ın oğlu Muhammed ġeybani‟nin Buhara‟dan dönmesi ile değiĢmiĢtir. KomĢularının bir ara iç mücadelelerle meĢgul olmalarından istifade eden Muhammed ġeybani Han (1500-1510), Özbekleri yeniden toparlamıĢ ve Maveraünnehir‟in kuzey kesimini kontrolüne almaya muvaffak olmuĢtur. Bir müddet sonra Timurlulardan Babür ġah‟ın (1504-1530) kuvvetlerini de yenen Muhammed ġeybani Han 1500 senesinde hükümdarlığını ilan etmiĢtir. Özbek Türklerinin 16. asrın baĢlarında Timurluların hakimiyetini ortadan kaldırarak Türkistan‟a hakim olmaları, Türk

1007

tarihinde yeni bir dönemin baĢlangıcı olmuĢtur. Özbekler, çok kısa bir süre içerisinde hakimiyetlerini bütün Orta Asya‟ya yayarak büyük bir kuvvet haline gelmiĢlerdir.24 Osmanlı Ġmparatorluğu ile ilk iliĢkileri, Safevi Devleti‟ne karĢı savaĢırlarken 16. yüzyılın baĢlarında gerçekleĢmiĢtir. Osmanlılardan harp malzemesi ve askeri yardım almıĢlardır. 25 Fakat Özbekler, ġah Ġsmail ve Babür ġah‟ın istilasından sonra aralarındaki bölünmeleri engelleyemediler ve küçük devletlere bölündüler. Buhara Emirliği, Hokand ve Hive Hanlıklarının hükümranlığındaki bölgeler bugünkü Tacikistan ve Özbekistan‟ı hemen hemen tümüyle, Kırgızistan‟ın ise bir kısmını kapsayacak Ģekilde 19. yüzyılın baĢında, yani arlık Rusyası‟nın hakimiyetine girmeden önce bir çatıĢma alanı haline gelmiĢtir. Bölünmeler ve sürekli çatıĢmalar dolayısıyla 1865‟te Hokand, 1868‟de Buhara ve 1873‟te Hive Hanlıkları kolayca Rus kuvvetleri tarafından iĢgal edilmiĢtir. Ekim 1917‟deki ġubat Devrimi‟nden sonra Mustafa okayoğlu‟nun Hokand‟da Türkistan Özerk Hükümeti altında kurmaya çalıĢtığı birlik, BolĢeviklere karĢı fazla direnememiĢ ve BolĢevikler TaĢkent‟te ve sonunda bütün Türkistan‟da Sovyet gücünü tesis etmiĢlerdir. Ekim Devrimi‟nin sonrasında 1918‟de bu coğrafyada Sovyet yönetimi altında ve Rusya Federe Cumhuriyeti‟ne bağlı olarak kurulan ilk siyasi birimlerden biri olan Türkistan Özerk Sovyet Cumhuriyeti kurulmuĢtur. Daha sonraları, Özbekistan SSCB olarak Ekim 1924‟te eski Türkistan‟ın dahil olduğu topraklarda federal bir yapı içerisinde yeniden örgütlenmiĢtir. Mayıs 1925‟te SSCB‟nin kurucu cumhuriyetlerinden birisi olmuĢtur.26 Ġlk Özbekistan sınırları içerisinde Buhara ve Hive Hanlıklarının Buhara ve Hive kent ve çevreleriyle Türkistan Valiliği‟nin Amu-Derya, Sir Derya, Semerkand, Fergana yöreleri ve Tacik Özerk Cumhuriyeti yer almaktaydı. Daha sonraları, 1929‟da Tacikistan birlik cumhuriyeti statüsüne yükseltilerek Özbekistan‟dan ayrılacaktır. Buna karĢın, önce Kazakistan daha sonra da Rusya içerisinde özerk bölge olarak yer alan Karakalpak yöresi de 1936‟da özerk cumhuriyet olarak 1936‟da Özbekistan‟a dahil olmuĢtur.27 Moskova‟daki baĢarısız darbe giriĢiminin ardından Özbekistan 31 Ağustos 1991‟de bağımsızlığını ilan etmiĢtir. C.

Siyasi Yapı

Özbekistan‟da “BaĢkanlık Sistemi” uygulanmaktadır. Devlet BaĢkanı, Özbekistan Silahlı Kuvvetleri‟nin de baĢıdır ve gerekli gördüğü durumlarda Ali Meclis‟e danıĢmadan olağanüstü hal veya savaĢ ilan edebilir. Ayrıca baĢbakanı, bakanlar kurulunu, 3 büyük mahkemenin, diğer mahkemelerin hakimlerini ve vilayetlerin yöneticilerini atama yetkisine sahiptir. Gerekli görmesi halinde parlamentoyu feshetme yetkisine de sahiptir. Ali Meclis 250 üyeye sahip olup, ülkedeki en büyük meclistir. Üyelerinin üçte biri direk olarak seçilmekte, kalan üçte ikisi ise yerel meclisler tarafından atanmaktadır. 25 yaĢını bitiren her Özbek vatandaĢı milletvekilli seçilme hakkına sahiptir. 28 Özbek siyaseti, Fergana-Harezm, Semerkand-Buhara, Surkhanderya-KaĢkaderya ve TaĢkent olmak üzere beĢ bölge arasında büyük bir rekabet içindedir. Fergana ve TaĢkent en güçlü bölgelerdir. BaĢkan Ġslam Kerimov, TaĢkent‟tendir. Sovyet yönetimi altında himaye, baskı ve fiyat kontrolü yoluyla

1008

gücü ellerinde tutan dünün eski Komünist Partisi (KP) bugünün “Halkın Demokratik Partisi” içerisindeki güçler, ülkede bölgesel rekabeti dengede tutuyor görünmektedir.29 1. Dış Siyaset Bütün bir Batı Türkistan‟ın tarihi olarak kendi egemenlikleri altında bulunduğu, bölgenin Semerkand ve Buhara gibi tarihi merkezlerinin kendi sınırlarında olduğu kanaatini taĢıyan Özbekistan, sahip olduğu insan potansiyelinin göreceli üstünlüğünü de göz önünde bulundurarak bölgede daha etkin bir rol üstlenmeye çalıĢmaktadır.30 Türkistan adı verilen bu bölgede daha önceleri geleneksel olarak çeĢitli etnik hiyerarĢiler varlıklarını sürdürmekteydi. Pers medeniyetinin mirasçıları olduklarını savunan, Farsça konuĢan ve Orta Asya‟daki en büyük Türk olmayan Müslüman topluluk olan Tacikler, kendilerini arealbeit olarak sayarken, Özbekler haricinde diğer milletler tarafından en eski ve en zengin kültüre sahip bir millet olarak, gönülsüzce de olsa kabul edilmektedirler. Diğer taraftan, hem Tacikler hem de Özbekler tarafından Türkmenler yarı göçebe bir millet olarak görülürken, Kazak ve Kırgızlara ise, Ġslam‟ı son zamanlarda kabul etmiĢ göçebeler gözüyle bakılmaktadır.31 Nitekim bu bakıĢ açılarının kaçınılmaz bir sonucu olarak SSCB‟nin çöküĢü ile birlikte, Orta Asya‟da bağımsızlıklarına kavuĢan yeni devletler ve özellikle de Özbekistan, dikkatlerini ilk etapta milliyetçilik konusuna çevirmek zorunda kalmıĢlardır.32 Bu ihtilâfların temel nedenleri, sosyal, ekonomik, demografik, pazar ekonomisine geçiĢ sebebiyle yaĢanan sıkıntılar, aydınların ve siyasi liderlerin etnik duyguları beslemeleri, psikolojik, milli kimliği kaybetme korkusu baĢlıkları altında toplanmaktaydı.33 Orta Asya‟nın uygarlaĢmasında tarihi bir merkez olması da haliyle Özbekistan‟ın bölgedeki ağırlığını arttırmaktadır. Yine, Özbekistan‟ın Sovyetler Birliği döneminde, on yıllar boyunca Orta Asya‟nın önemli bir Ģehri olarak özellikle Moskova‟nın Üçüncü Dünya Ülkeleriyle olan iliĢkilerinde merkezi bir konumda olması, bu ülkeye uluslararası iliĢkilerde de epeyce fazla bir deneyim ve avantaj kazandırmıĢtır.34 Diğer taraftan, Özbekistan ve Kazakistan devlet baĢkanları arasında 10 Ocak 1994 tarihinde imzalanan ve iki ülke arasında bir ekonomik bölge kurulmasını öngören Ekonomik Birlik AntlaĢması‟na 24 Ocak 1994 tarihinde Kırgızistan da dahil olmuĢtur. AnlaĢma ile, anılan üç ülke (Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan) arasında gümrük duvarlarının kaldırılması, mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaĢımının sağlanması, bu amaçla mevzuatların uyumlu hale getirilmesi ve bölgesel bir yatırım ve mahsuplar bankası kurulması öngörülmüĢtür. Bununla beraber, toplam 9 milyon dolar sermaye ile “Orta Asya ĠĢbirliği ve Kalkınma Bankası”nın kurulması dıĢında somut bir adım atılamamıĢtır. Birliğin adı Temmuz 1998‟de Orta Asya Ekonomik Topluluğu olarak değiĢtirilmiĢtir.35 Türkmenistan ise bu birliğe üye olmamıĢtır. Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan liderleri 9-10 Ocak 1997 tarihlerinde BiĢkek‟te bir araya gelmiĢlerdir. GörüĢmeler sonunda üç ülke arasında “Ebedi Dostluk ve ĠĢbirliği AntlaĢması” ve çok uluslu kuvvetlerin katılımıyla gerçekleĢtirilecek olan Orta Asya Taburu tatbikatının hazırlık ve

1009

düzenlemesiyle ilgili belge imzalanmıĢtır. Anılan taburun katılımıyla 15-25 Eylül 1997 tarihleri arasında Kazakistan ve Özbekistan‟da “BarıĢ Ġçin Ortaklık” (PfP) tatbikatları çerçevesinde “CENTRASBAT 1997” tatbikatı gerçekleĢtirilmiĢtir.36 BeĢ Orta Asya ülkesinin CumhurbaĢkanları 5-6 Ocak 1998 tarihleri arasında AĢkabat‟ta bir araya gelmiĢlerdir. Zirve‟de benimsenen önemli bir husus, BDT‟nin geçiĢ döneminde devletler arasındaki ikili ve çok taraflı esaslara dayalı iĢbirliğinin uygun bir model oluĢturduğu ve BDT‟ye iĢtirak Ģeklinin her ülkenin kendisi tarafından belirlenmesi hususu olmuĢtur.37 Rusya‟ya karĢı devamlı Ģekilde Batı‟nın, özellikle de ABD‟nin desteğini arayan ve bu doğrultuda GUUAM‟a üye olan ve NATO‟yla da iliĢkilerini güçlendirmek isteyen Özbekistan, 11 Eylül ile birlikte ABD‟den yana daha net bir Ģekilde tavrını ortaya koyan bir ülke konumundadır. ABD‟yle olan daha önceki yıllara dayanan askeri iliĢkileri ve terörizmle olan mücadelesi ve Afgan-Tacik sınırında bulunan 20 bin civarındaki kuvvetlerinin bir kısmının ABD‟li uzmanlarca eğitilmesi, Afganistan ile olan yaklaĢık 170 kilometrelik sınırı, aslen Özbek olan Kuzey Ġttifakı‟nın komutanlarından RaĢid Dostum faktörü Özbekistan‟ı ABD yönetimi için askeri bir operasyon üssü olarak diğer Orta Asya cumhuriyetlerine göre daha cazip kılmıĢtır. TaĢkent‟in bölgede etkin olmak istemesi ve bölge liderliğine adaylığı, operasyon sürecinde Afganistan‟da Taliban sonrası bir yönetimde RaĢid Dostum‟un lider olarak adının geçmesi, Özbekistan‟ı bölgede daha önemli bir pozisyona sokmuĢtur. Diğer taraftan Kerimov yönetimi, ABD‟nin bu operasyonuyla kendi rejimine önemli bir tehdit olan Özbekistan Ġslami Hareketi‟nden ve Hizb-u Tahrir‟den kurtulmayı da hedeflemiĢ ve özellikle de Özbekistan Ġslami Hareketi lideri Cuma Namangani‟nin öldürülmesiyle rahat bir nefes almıĢtır.38 Özbekistan Ģu uluslararası anlaĢmalara imza atmıĢtır: ASDB, CCC, CIS, EAPC, EBRD, ECE, ECO, ESCAP, IAEA, IBRD, ICAO, ICRM, IDA, IFC, IFRCS, ILO, IMF, INTELSAT, INTERPOL, IOC, ISO, ITU, NAM, OIC, OPCW, OSCE, PFP, UN, UNCTAD, UNESCO, UNIDO, UPU, WFTU, WHO, WIPO, WMO, WTOO, WTRO. Diplomatik temsilciliklerinin bulunduğu ülkeler ise Ģöyledir: Özbekistan Cumhuriyeti‟nin Türkiye, Fransa, Almanya Belçika, Büyük Britanya, Avusturya, Japonya, in, Kore, Mısır, Suudi Arabistan, Hindistan, Ġran ve Pakistan olmak üzere 20 ülkede büyükelçiliği vardır. D.

Ekonomi

SSCB döneminde Özbekistan‟da endüstrinin çoğunlukla tarıma bağlı olduğu görülür. Özellikle, SSCB öncesinde tüm iĢlenmiĢ arazi pamuk yetiĢtirme için ayrılmıĢtı. Tarıma dayalı bir endüstrinin geliĢmesi için Özbekistan zorlanmıĢtı. Ülkede kurulan fabrikaların önemli bir bölümü, traktör, tarım makineleri, pamuk makineleri, motor, doğalgaz ve petrol aletleri ile ilgiliydi. Bunun yanında TaĢkent, Buhara ve Margelon‟da yiyecek endüstrisi için fabrikalar inĢa edildi. Bunlara ilaveten hayvan endüstrisi de geliĢmekte ve yine bazı bölgelerde kimya endüstrisi de tesis edilmektedir. Bunun yanında, halı üretiminin oldukça geliĢtiğini de ilave etmek gerekir.39

1010

Özbekistan genel olarak kuraklıkların yoğun yaĢandığı bir ülke olmakla birlikte, topraklarının yaklaĢık %10‟unu kapsayan nehir yataklarından oluĢan alanlarında çok miktarda sulu tarım yapılmaktadır. Sovyetler Birliği zamanında birliğin en fakir ülkesi olan Özbekistan, Ģimdi dünyanın beĢinci en büyük pamuk üreticisi ve ikinci en büyük pamuk ihracatçısıdır. Dünyanın en kaliteli altını (%99.99) bu ülkede üretilmektedir. Bu alanda dünyanın ilk 10 üreticisi arasındadır. Aynı Ģekilde doğalgaz kaynakları açısından da dünyadaki ilk 10 ülke arasındadır.40 Ülkenin bağımsızlığından sonra ekonomik reformlara baĢlanmıĢ olmasına rağmen bu yönde kararlı adımlar ancak 1994 yılından itibaren atılmıĢtır. Bu adımların sonucunda Özbek ekonomisinde iyileĢme gözlenmiĢtir ve 1996 yılında nihayet ekonomik büyüme elde edilmiĢtir. Özbekistan, eski Sovyetler Birliği ülkeleri arasında 1990-1996 döneminde sınai üretimde reel artıĢ sağlayan tek ülke olmuĢtur. Özbekistan, 1996 yılında ithal ikameci politika çerçevesinde döviz ve ithalat kontrolünü benimsemiĢtir. Özbek hükümeti tarafından uygulanan bu politika IMF tarafından eleĢtirilmiĢ ve sonuç olarak 185 milyonluk stand-by kredisi dondurulmuĢtur. Öte yandan, resmi döviz kuru ile piyasa döviz kuru arasındaki fark giderek açılmıĢtır. Kasım 1996‟da kabul edilen “MerkezleĢtirilmiĢ Döviz Meblağlarının Tüketim Malları Ġthalatı Ġçin Kullanılması Hakkında” 405 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, “konvertasyon” ile ilgili yeni düzenlemelere yol açmıĢtır. Döviz iĢlemlerini geliĢtirmek, merkezleĢtirilmiĢ döviz meblağlarını daha verimli Ģekilde kullanmak ve Özbekistan iç pazarına düĢük kaliteli malların girmesini engellemek amacıyla hazırlanan yasa, daha önceki yasalarla, özel ve tüzel Ģahıslara verilen Som‟u dövize çevirme hakkını sağlayan düzenlemeleri iptal etmiĢtir.41 1996 yılında kurumsal piyasa reformları, milli ekonominin büyümesinde sürükleyici rol oynamaya baĢlamıĢtır. Küçük ve orta ölçekli firmaların geliĢmesiyle birlikte büyük ölçekli Ģirketlerin özelleĢtirilmesi gündeme gelmiĢtir. 1999-2000 yılı devlet yatırım programı çerçevesinde büyük ölçekli Ģirketlerin hisselerinin ihale yoluyla satılması öngörülmektedir. Mayıs 1998 tarihinde Özbek hükümeti tarafından kabul edilen yeni “Yabancı Yatırımlar Kanunu” ile ülkeye daha fazla yatırım çekilmesi amaçlanmıĢtır. Bu kanuna göre yabancı sermayeli Ģirketler vergi istisnaları ve sermaye mallarına gümrük vergisi muafiyetinden yararlanabilmektedir.42 Hükümetin diğer önemli bir önceliği küçük ve orta ölçekli iĢletmeleri güçlendirmektir. Nisan 1998‟de CumhurbaĢkanı Kararnamesi ile yeni kurulan Ģirketler için tespit edilen 150 bin dolarlık asgari kuruluĢ sermayesi yarı yarıya indirilmiĢtir. Mayıs 1998‟de Bakanlar Kurulu kararı ile küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin kuruluĢ prosedürü kolaylaĢtırılmıĢtır. Uygulanan sıkı maliye ve para politikaları sonucunda 1994 yılının ortasından itibaren enflasyon oranlarında büyük düĢüĢ gözlenmiĢtir, böylece 1994 yılındaki enflasyon oranı yüzde 1568 iken 1998 yılında yüzde 29 ve 1999 yılında yüzde 29.1 düzeyinde gerçekleĢmiĢtir.

1011

Bütçe açığı 1995‟te GSYĠH‟nın yüzde 3.5‟i iken 1999 yılında yüzde 2.6 düzeyinde gerçekleĢmiĢtir. Bir taraftan devlet harcamaları kısılmıĢ, diğer taraftan gelirler arttırılarak bütçe açıkları kontrol altına alınmıĢtır. Özellikle vergi gelirlerinin arttırılması konusunda KDV en önemli gelir kaynağı olmuĢtur. Özbekistan‟ın bağımsızlığa kavuĢmasıyla birlikte uygulanmaya konulan hükümet politikalarının temel amacı, Pazar ekonomisine geçiĢi sağlayacak bir yeniden yapılanma sürecinin baĢlatılması ve bu süreçte ortak yatırım imkanlarının yaratılması ile ülke ekonomisinin yabancı sermaye açısından cazip kılınmaya çalıĢılmasıdır. Ülkede piyasa ekonomisinin yerleĢtirilmesini sağlamak ve geçiĢ sürecini hızlandırmak amacına yönelik pek çok yasal düzenleme ve reform gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu çerçevede Özbekistan Cumhuriyeti Devlet Vergi Komitesi, ÖzelleĢtirme Komitesi, Değerli Metal, Bilim ve Teknoloji Komiteleri, DıĢ Ġktisadi ĠliĢkiler Milli Bankası kurulmuĢtur. Uygulamaya konulan politikalar kısa süre içinde olumlu sonuçlar vermeye baĢlamıĢtır. Özbekistan‟ın Devlet BaĢkanı Ġslam Kerimov tarafından formüle edilen Özbekistan‟ın ekonomik politikasının en belirgin özelliği ithal ikâmesi stratejisidir.43 Özbekistan yönetimi, ihracata dayalı olarak ekonomiyi büyütmek istediğini zaman zaman belirtse de, Ģimdiye kadar ihracatı geliĢtirmeye değil, ithal ikâmesine vurgu yapmıĢtır. Özbekistan‟ın belirlediği öncelikli sektörler, özellikleri bakımından, büyük ölçüde ithal ikâmeci politikalar kapsamına girmekte, bunlardan sadece bazıları daha sonra ihracata dönük sanayileĢme özelliğine sahip olabilmektedir. IMF, Özbekistan‟ın 1996 yılının sonunda ithal ikâme stratejileri izlemeye baĢladığını belirtse de,44 Özbekistan ithal ikâmesi politikalarını bağımsızlıktan bu yana izlemektedir. 1995 yılında yayınlanan Ġslam Kerimov‟un kitabında45 Özbekistan‟ın ithal ikâmesi stratejisi ortaya konmuĢ ve bu strateji öncelikli sektörler çerçevesinde ele alınmıĢtır. Ülkenin öncelikli sektörler konusundaki stratejisi Ġslam Kerimov‟un kendi kitabında belirttiği görüĢleri doğrultusunda ĢekillenmiĢtir. Buna göre; özellikle geçiĢ ekonomisinde öncelikli sektörler belirlenip devletçe desteklenerek ekonominin yapısal değiĢimi konusunda sürekli ve tutarlı bir politika izlenmelidir. GeçiĢ ekonomilerinde gerçek piyasa Ģartları olmadığı için, öncelikli sektörlerin seçimi ve desteklenmesi gereklidir.46 Bundan baĢka Kerimov, öncelikli sektörlerin geliĢimini makroekonomik istikrarla iliĢkilendirmektedir. Parasal yöntemlere itibar etmeyen Kerimov‟a göre, makroekonomik istikrarı esas sağlayacak olan reel değiĢkenlerdir. Buna göre, öncelikli sektörlerde üretim arttıkça, sektörler geliĢtikçe, bu, ekonomideki diğer üretim kollarını etkileyecek, istihdamı ve geliri arttıracak, bunun sonucunda de ekonominin reel sektörü düzelme yoluna girecek ve makroekonomi istikrar kazanacaktır. Özbekistan‟ın öncelikli sektörleri olarak enerji, gıda, makine-teçhizat, kimya, metalurji ve tekstil sektörleri seçilmiĢtir. Bunların seçimi, daha çok, Özbekistan‟ın kendi kendine yeterliliğinin sağlanmasına yöneliktir. Bu sektörlerin seçimiyle, ileride ihracata yönelik üretim yapmak değil, esas olarak ülkenin ithal ettiği malları ikâme etmek amaçlanmıĢtır. Bu yüzden her ne kadar, Özbekistan iktisatçıları ihracata yönelik büyümenin faydalarından ve Özbekistan‟ın bu yolu izlemeye istekli

1012

olduğundan bahsetseler de, aslında Özbekistan yönetiminin uyguladığı stratejilerin amacı, daha çok ithal ikâmesi yoluyla sanayileĢmektir. Ġthal ikâmeci politikalar, Özbekistan‟da alınan bütün ekonomik kararları belirlemektedir. Aslında, Özbekistan‟da reformların yavaĢ yapılması ve Batılı ülkeler tarafından muhafazakar olarak nitelendirilmesi de, bu politikalar nedeniyledir. Özbekistan, bağımsızlığın ilk yıllarında zaten çok düĢük olan sanayileĢme düzeyini korumaya ve geliĢtirmeye çalıĢmaktadır. Diğer taraftan yönetim tarafından hedef olarak belirlenen “sosyal piyasa ekonomisi” gereği Özbekistan, hem istihdamı sağlamaya hem de büyümeye çalıĢmaktadır. Özbekistan yönetimi; geçiĢ, geliĢme ve büyüme sürecinde baĢ aktör olarak devleti belirlediği için, Batılı iktisatçıların önerilerine sıcak bakmamaktadırlar. Devlet ekonomiden elini çekmek için acele etmemektedir. Bu yüzden özelleĢtirme, serbestleĢtirme ve yapısal reformlar yavaĢ geliĢmektedir. Yukarıda değinildiği gibi, kendi büyüme modelini uygulamaya çalıĢan Özbekistan yönetimi, bu süreçte ilk rolü devlete ayırmıĢtır. Ġslam Kerimov‟un ifadesiyle “devlet baĢ reformcu olmalıdır”. Devlet, kendisini ekonominin bütün alanlarında hissettirmektedir. Güney-doğu Asya ve in örneğinden etkilenen Özbekistan, bu ülkelerin baĢarılarını tekrarlamasa bile, tecrübelerinden faydalanmaya çalıĢmaktadır.47 1. Tarım Orta Asya cumhuriyetleri arasında en sulu arazilerden birisi (40 bin km2‟lik bir alan) Özbekistan‟da bulunmaktadır. En iyi pamuk, Amu Derya, Siri Derya, Karsi ve Tirmiz nehirlerinden gelen sularla beslenen arazilerde yetiĢtirilmektedir ve “Beyaz Altın” olarak adlandırılmaktadır.48 19. yüzyılın ikinci yarısında, Türkistan‟da yetiĢtirilen kaliteli pamuk, bu ülkelerin Ruslar tarafından istila edilmesinde önemli bir rol oynamıĢtır. Bugün, pamuğun yetiĢtiği tarım arazisi 30 milyon hektarın üzerindedir. Yıllık pamuk üretimi ise 10 milyon tonu geçmektedir. Bu durumu ile Özbekistan, pamuk üreticisi ülkeler arasında baĢı çekmektedir. Pamuğun dörtte üçü ihraç edilmekte, kalan diğer bölümü ise ülkede iĢlenmektedir. Diğer Orta Asya cumhuriyetlerinde olduğu gibi Özbekistan‟da da besicilik önemli bir iĢ koludur. Bugün, 8 milyon koyunun yarısından fazlasını, yünleri çok değerli olan “Karakul” koyunları teĢkil etmektedir. Bu yünün önemli bir kısmı ihraç edilmektedir. Koyunun yanısıra ülkede 3 milyondan fazla sığır, yaklaĢık 1 milyon keçi ve Hıristiyan nüfus için ise 4 yüz bin domuz beslenmektedir. 49 Ġslam Kerimov‟un Özbekistan‟ın baĢta ulaĢması gereken hedeflerinden biri olarak gıdada kendi kendini yeterliliği göstermiĢtir. Bu amaç için önce buğdayda kendi kendine yeterliliğe ulaĢılması planlanmıĢtır. Özbekistan‟da bu konunun hayati önem taĢıdığına inanılmaktadır. Özbekistan, hava Ģartlarına göre fiyatı değiĢebilen buğdaya bağımlı olmak istememektedir. Tablo 7: Pamuk Üretimi 1995 19961997 1998 1999 2000

1013

Ürün („000 ton)3,9343,3503,6413,2363,700 3,350 Evvelki yıla göre değ.-0.1-14.88.7-11.1

14.3

-9.5

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Tablo 8: Et, Süt ve Yumurta üretimi (bin ton) 1994 1995 1996 1997 1998 Et (bin ton)509 524 461

461 472

Süt (bin ton)373236773404 3406 3495 Yumurta (bin adet)1574123210571075

1165

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country report, Eylül 2000. Özbekistan, önce arlık Rusyası, daha sonra ise Sovyetler Birliği tarafından pamuk cumhuriyetine dönüĢtürülmüĢtür. Bu yıllar içeresinde, Kazakistan dıĢında diğer Orta Asya cumhuriyetleri gibi, Özbekistan da dıĢarıdan gelen buğdaya muhtaç olmuĢtur. ġüphesiz, buğday stratejik bir üründür. Her ülke buğday üretiminde kendi kendine yeterli olmayı istemektedir. Özbekistan da bunlardan birisidir. Üstelik Ġslam Kerimov‟un özellikleri ve Özbekistan‟ın Orta Asya‟da lider olma arzusu dikkate alınırsa, buğdayda kendi kendine yeterli olma arzusunun Özbekistan için neden bu kadar önemli hale geldiği anlaĢılmaktadır. Tablo 9: Tahıl Üretimi 1995 19961997 1998 1999 2000 Ürün („000 ton)2,0002,7432,8753,2833,406 3,077 Ekili alan („000 hektar)1,6601,6741,820

1,690 1,724 1,75

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Buğdayda kendi kendine yeterliliğine ulaĢma isteğine temel getirmek için Özbekistan, Ģu faktörleri göstermektedir:50 - Tarımdaki aĢırı pamuk uzmanlaĢmasının ortadan kaldırılması, - Buğday ihracatçı ülkeler tarafından uygulanabilecek muhtemel siyasi baskı tehlikesinin ortadan kaldırılması, - Halka güvenin verilmesi ve ülkedeki sosyo-ekonomik durumunun düzeltilmesi, - Buğday fiyatının hava Ģartlarına bağımlı olma özelliğinin ülkedeki ekonomik istikrarı zedeleyebilmesi, - Özbekistan‟ın temel ihraç ürünü olan pamuğun da hava Ģartlarına bağımlı olması ve dolayısıyla buğday alımı için ayrılacak dövizin de hava Ģartları kötü giderse azalma ihtimalinin olması,

1014

- Son yıllarda pamuk ihracatının ulaĢım masrafları yüzünden zorlaĢması. Açıktır ki, Özbekistan‟ın ulaĢmaya çalıĢtığı buğdayda kendi kendine yeterlilik, ithal ikâmeci yöntemlerin kullanımını gerektirmiĢtir. Buğdayda kendi kendine yeterliliğe ulaĢmak çok masraflı bir uğraĢ olmakla birlikte, pamuk ekiminden buğday ekimine geçmenin teknik olarak zor olduğu da ispatlanmıĢtır.51 Üstelik Özbekistan Ģartlarında bu daha da zordur. Bunun nedeni, Özbekistan‟da tarım yapılabilecek alanın son derece sınırlı olmasıdır. 447.000 km2 toprağa sahip olan Özbekistan‟ın 3/4‟ünü bozkır, çöl ve yarı çöller oluĢturmaktadır. Ekilebilir alan, toprakların %9‟udur. Bilindiği gibi pamuk, Özbekistan‟ın baĢlıca ihraç maddesidir. Üstelik, bazı araĢtırmalara göre, diğer geçiĢ ekonomilerine nazaran Özbekistan ekonomisinin daha az küçülmesi pamuk sayesinde olmuĢtur. Özbekistan, ihracat ürününün azaltılması pahasına da olsa, buğdayın ithal ikâmesini gerçekleĢtirmeye kararlıydı. Üstelik kayıplar sadece bununla da sınırlı değildir. DıĢarıdan daha ucuz fiyattan buğday alınabileceği halde, yurtiçinde buğday yetiĢtirmek de masrafları arttırmaktadır. Üstelik pamuk, toprağı yoran bir mono kültürdür. Daha önce pamuğun ekildiği bir alanda buğday ekilirse verimliliğin yüksek olması oldukça zordur. Açıktır ki, en azından ilk baĢta ithalat fiyatı Özbekistan‟da buğday üretme maliyetinden daha fazla olmuĢtur. Dolayısıyla bu araĢtırmanın sonuçları tartıĢılır niteliktedir.52 Tablo 10‟da Özbekistan‟ın bağımsızlık yıllarında buğday ekimi için ayrılan toprakların giderek arttığı görülmektedir. Böylece 1991 yılında buğday ekimi için ayrılan toprakların toplam alanı 0,49 milyon hektar iken, 1997 yılında bu alanın 1,47 milyon hektara ulaĢtığı görülmektedir. Tablodan artıĢın pamuk topraklarının indirilmesi yoluyla yapıldığı görülmektedir. Tablo 10‟dan 1991-1997 yılları arasında buğday üretiminin önemli ölçüde arttığı görülmektedir. Böylece 1991 yılında 0,61 milyon ton olan buğday üretimi 1997 yılında 3,07 milyon ton olmuĢtur. Buğday üretimi artarken, buğday verimliliğinin de arttığı tablodan görülebilir. Yani 1991 yılında buğday verimliliği 1,25 ton/hektar iken, 1997 yılında bu rakam 2,09 ton/hektara ulaĢmıĢtır. Batılı iktisatçılar ve uluslararası kuruluĢlar tarafından Özbekistan‟ın yürüttüğü buğdayı ikâme etme politikası eleĢtirilmektedir. Bu politikanın çok masraflı olduğu, zaten ithal ikâmesi politikalarının artık eskimiĢ oldukları, geçmiĢte bunun çok acı örneklerinin yaĢandığını ve Özbekistan‟ın bu politikayla baĢarıya ulaĢmayacağını belirtmektedirler. 53 2. Madencilik ve Enerji Özbekistan, hammadde yönünden oldukçe zengin ve çeĢitli rezervlere sahip olan bir ülkedir. Son zamanlarda yapılan bir araĢtırmaya göre, Özbekistan‟da büyük miktarlarda petrol ve doğalgazın da varlığı tespit edilmiĢtir.54 Özbekistan, bunları çıkarmaya da baĢlamıĢ bulunmaktadır. Ayrıca ZerefĢan vadisinin Muruntov bölgesinde zengin altın madenlerinin olduğu tespit edilmiĢtir. Ekonomisi, Kazakistan‟dan sonra Orta Asya‟nın en geliĢmiĢ ikinci ekonomisi durumundadır. Tablo 11: Enerji Üretimi Petrol (mln ton)1995 1996 1997 1998

1999

1015

Üretim

7.6

7.6

7.9

8.1

8.1

Tüketim

7.0

6.5

6.5

6.9

Na

Ġhracat

0.8

1.0

1.2

0.9

Na

Ġthalat

0.3

0.0

0.0

0.0

Na

Doğal Gaz (mlr m3) Üretim

48.7 49.0 51.3 54.8 55.6

Tüketim 42.0 43.6 44.3 47.3

Na

Ġhracat

5.6

9.1

9.9

5.2

Na

Ġthalat

1.4

4.2

2.8

1.1

Na

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Özbekistan‟ın demir dıĢı metalleri; özellikle altın, ihracat gelirlerinde önemli yer tutmaktadır. Yılda ortalama 70 ton altın üretilmektedir. Özbekistan dünyanın 7. büyük altın üreticisi olup, bilinen altın madenlerinin %25‟ini iĢletmektedir. Dünyanın 4. büyük rezervine bu ülke sahiptir. Ekonomide önemli rol oynayan diğer madenler; bakır, çinko, tungsten, gümüĢ ve kurĢundur.55 Tablo 12: Elektrik-Kömür Üretimi, Tüketimi, Ġthalat ve Ġhracatı. Elektrik (m kwh) 19951996 1997 1998

1999

Üretim 47,45345,42046,05645,93545,300 Tüketim46,16346,51346,98546,111 Na Ġhracat 14,19912,82611,48810,642

Na

Ġthalat 12,90813,91812,41710,818

Na

Kömür („000 ton) Üretim 3,054 2,837 2,947 2,952 2,955 Tüketim 3,028 3,397 2,792 2,275

Na

Ġhracat

82

8

30

30

Na

Ġthalat

30

51

27

0

Na

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Özbekistan‟ın öncelikli sektörleri arasında enerji sektörü de vardır. Özbekistan‟da 86 petrol ve gaz yatağı bulunmuĢtur. 63 petrol yatağı halen çalıĢmaktadır. En büyük petrol yatakları Fergana ve Surhanderya bölgelerinde bulunmaktadır. Özbekistan‟ın gaz rezervleri, petrol rezervlerinden daha fazladır. Gaz rezervleri 66 trilyon metre küp olarak ölçülmüĢtür. Gaz rezervlerinin %90‟ı Buhara ve Hive Ģehirlerinin yakınlarında bulunmaktadır.56

1016

Özbekistan Devlet BaĢkanı Kerimov için Özbekistan‟ın enerjide kendi kendine yeterliliğine ulaĢması en önemli önceliklerden birisidir. Nitekim, Özbekistan‟da bağımsızlıktan bu yana bu yönde önemli adımlar atılmıĢtır. Hayat geçirilmeye çalıĢılan enerjide kendi kendine yeterlilik stratejisi sonucunda Özbekistan, enerji ithalatçısından net enerji ihracatçısı konumuna ulaĢmıĢtır. Enerjide kendi kendine yeterliliğe ulaĢmak amacıyla Özbekistan Devleti halen enerji sektörünün tamamını elinde tutmaktadır. Enerji ekipmanının alımı, döviz kuru politikasıyla sübvanse edilmiĢtir. Bunun dıĢında enerji sektörü, bağımsızlıktan bu yana devletin doğrudan en çok yatırım yaptığı sektörlerden birisidir. Özbekistan‟da doğalgaz ve petrol kaynakları bulunmaktadır.57 Bu kaynaklar Kazakistan ve Türkmenistan‟ın sahip olduğu kaynaklardan daha az olsa da, bağımsızlıktan bu yana doğalgaz ve petrol üretimini arttıran Özbekistan, enerjide kendi kendine yeterliliğe ulaĢmıĢtır. Tablodan 10‟dan anlaĢıldığı gibi, bağımsızlıktan bu yana giderek doğalgaz ve petrol üretimini arttıran Özbekistan, ilk baĢta petrol ithal ederken, 1997 yılından itibaren hem petrol ithalatı ihtiyacını sıfırlamıĢ hem de petrol ihracatını ikiye katlamıĢtır. 1993-1995 yılları arasında ham petrol üretiminin hızla arttığı görülmektedir. 1993 yılında geçen yıla göre yaklaĢık %20 artan petrol üretimi, 1994 ve 1995 yılında geçen yıla göre yaklaĢık %40 artmıĢtır. Bunun sonucunda 1995‟ten itibaren Özbekistan‟ın artık net petrol ihracatçısı olmaya baĢladığı görülmektedir. Nitekim 1995 yılında petrol ihracatı 500 bin ton oluĢturmuĢtur. Bunu takip eden yıllarda petrol ihracatı her yıl 1 milyon ton civarında olmuĢtur.58 Enerjide kendi kendine yeterlilik stratejisi çerçevesinde, Buhara Ģehrinde yeni bir rafineri kurulmuĢ ve Fergana Ģehrindeki rafineri onarılmıĢtır. Son üç yıl içinde Özbekistan rafinerileri daha önce diğer eski Sovyet ülkelerinden ithal edilen 15 çeĢit petrol ürününü üretmeye baĢlamıĢlardır. ġurtan‟da yeni bir büyük tesisin yapılmasına. Bu tesis polietilen üretecek olan büyük ölçekli bir fabrikadır. Fabrikadan büyük performans beklenmektedir. Bu proje ABD, Ġtalya ve Japonya Ģirketleriyle ortak olarak yürütülmektedir. Bunun dıĢında petrol yataklarından rafinerilere giden boru hatlarının yapımına da baĢlanmıĢtır. Doğal gaz boru hatlarına gelince, ülke geliĢmiĢ ve kapsamlı gaz boru hatlarına sahiptir ve bu boru hatları komĢu devletlere kadar uzanmaktadır. Güney Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, Özbek doğalgazıyla beslenmektedir. Mevcut boru hatları dıĢında da üç istikâmette yeni borular eklenmiĢtir. BaĢlangıçta, Özbekistan‟ın enerjide kendi kendine yeterlilik projesi dıĢarıdan tepki görmüĢtür. Bu yatırımların kârlı olmadığı gerekçesiyle eleĢtiriler yapılmıĢtır. Fakat, daha sonra enerjide kendi kendine yeterlilik Özbekistan‟ın diğer eski sosyalist ülkeler nazaran neden daha az üretim düĢmesini yaĢadığı sorusunun cevaplarından birisi olarak kullanılmıĢtır. Özbekistan‟ın üretim performansını araĢtıran çalıĢmalarda, enerjide kendi kendine yeterlilik Özbekistan‟ın nispeten iyi performans göstermesinin nedenlerinden birisi olarak gösterilmiĢtir.59

1017

Özbekistan, enerjide kendi kendine yeterliliğe ulaĢmıĢtır, fakat enerji ile ilgili politikaları devam etmektedir. Enerji fiyatlarını kullanarak Özbekistan Devleti, tüketicileri sübvanse etmektedir. Bu sübvansiyonlar, ilan ettiği “sosyal piyasa ekonomisi” amaçlarına hizmet etmektedir. 3. Sanayii Özbekistan Cumhuriyeti‟nde sanayi sektörü, diğer Orta Asya cumhuriyetlerine göre daha geliĢmiĢtir. Bu ülkede kurulu sanayi dalları; ağır sanayi, hafif sanayi ve gıda sanayiinden oluĢmaktadır. Yakıt, enerji, metalurji, makine, kimya, orman ürünleri ve yapı malzemeleri sanayileri ağır sanayii oluĢturmaktadır.60 Hafif sanayi; Dokumacılık, dikiĢ, deri-kürk, ayakkabı ve gıda sanayini içermektedir. Günümüzde hafif sanayi Özbekistan‟ın sanayi üretiminin %35‟ini oluĢturmaktadır.61 Endüstriyel üretim büyük ölçüde tarımsal hammadde iĢlenmesine bağlı olup, çok sayıda sebze, meyve, balık ve hayvan ürünleri iĢleme tesisi vardır. Bunun yanı sıra, direkt veya dolaylı olarak tarımla iliĢkili biçer-döver, tekstil makineleri gibi makine üretimi de sanayide önemli bir yer tutmaktadır. Ham pamuk üretiminin %12‟si, koyun derisi %20‟si ve ipek üretiminin %60‟ı yöresel olarak iĢlenebilmektedir. Hafif sanayi dalında ise, pamuklu ve ipekli kumaĢ, makine halısı, sebze, meyve, balık ve havyar üretme ve iĢleme tesisleri faaliyet göstermektedir. Özbekistan Orta Asya‟nın en önemli makine ve ağır donanım üreticisi olup, kimya sanayii tesisleri Navoi, Hokant, Namangan ve Andijanda bulunmaktadır.62 Özbekistanda bağımsızlığın ilk yıllarındaki sanayileĢme düzeyi düĢük olduğu için, Özbekistanın ithal ikâmesi stratejisi daha çok yeni tesislerin kurulmasına yöneliktir. Özbekistan, doğrudan kamu yatırımları ve yabancı yatırımları da kullanarak sanayileĢmeye çalıĢmaktadır. Bu çerçevede bir çok yeni tesis kurulmuĢtur. En önemli yatırımlar enerji sektöründe yapılmıĢtır. Sanayi alt sektörleri içerisinde enerji sektöründen sonra en çok yatırım alan sektörler; metalurji, ulaĢım, iletiĢim ve hafif sanayidir. Özbekistan‟da sabit döviz kuru sayesinde sanayi teĢvik edilmektedir. Özbekistan‟ın enerjide kendi kendine yeterlilik amacının yanı sıra, diğer bir amacı da imalat sanayiini geliĢtirmektir. Bu doğrultuda, dayanıklı tüketim mallarının üretiminin geliĢtirilmesine, ülkeye yeni teknolojilerin girmesine de önem verilmektedir. Ġthal ikâmesi stratejisi çerçevesinde en çok ayrılan sektörler; yakıt-enerji sektörü, makine yapımı sektörü ve kısmen metalurjidir. Döviz kuru sisteminin sayesinde sanayiye ucuz sermaye malları sağlanmaktadır.63 Özbekistan hükümetinin stratejisinde sanayileĢme açısından yabancı yatırımları çekmek önemli bir yer almaktadır. Öncelik verilen sektörler ve konular Ģunlardır:64 - Tüketim malları üretimi, tekstil ve hafif sanayinin geliĢtirilmesi, - Tarımsal malların ve hammaddelerin iĢlenmesi, - ağdaĢ telekomünikasyon sisteminin kurulması, ulaĢtırma projelerinin gerçekleĢtirilmesi,

1018

- evreyi korumaya yönelik yatırımlar, - Petrol ve doğalgaz üretim ve iĢlenmesi, enerji dağıtım Ģebekesinin modernizasyonu, - Ġlaç, tıbbi teçhizat üretimi, - Turizm - Ar-Ge yatırımları. Ülkedeki en büyük yabancı yatırım, Daewoo‟nun Fergana‟daki otomotiv yatırımıdır. Buradaki toplam yatırım miktarı, 700 milyon dolardır. Bunun yanı sıra Koç Holding, Özbek ortağı Uzavtoprom ile Semerkand‟da otobüs fabrikasını tamamlamıĢtır. Özbekistan‟da 1993 yılında daha önce hiç üretilmeyen arabalar, 1994‟te üretilmeye baĢlamıĢ ve araba üretimi yıldan yıla artmıĢtır. 1997 yılında üretilen araba sayısı 64.908‟e ulaĢmıĢtır.65 Tekstil sektörü de öncelikli sektörlerden biridir. Bu sektörün geliĢtirilmesi ve üretilen pamuk ve elde edilen ipeğin ülke içinde iĢlenmesi temel hedeftir. Pamuk iĢleme tesislerinin inĢasına ve ipek ürünleri üretiminin arttırılmasına öncelik verilmektedir. Bu ürünlerin hammaddesinin temel üreticisi olan Özbekistan, nihai malları ithal etmek zorunda kalmaktadır. Örneğin yıllık 1,5 milyon ton pamuk ipliği üretiminin sadece %15‟i ülke içinde değerlendirilmektedir. 66 Rusya krizinin olduğu 1998 yılı dıĢında tutulursa, bağımsızlık yıllarında pamuklu giyeceklerin üretimi azalmakla beraber yaklaĢık olarak aynı kalmıĢtır. Bu performans, diğer geçiĢ ekonomisine sahip ülkelere göre çok iyidir. Diğer tekstil ürünlerinin üretiminin ise düĢtüğü görülmektedir, yani pamuk giyiminde ulaĢılan performansa diğer tekstil kollarında ulaĢılamamıĢtır. Yine de onlardaki düĢüĢler geçiĢ ekonomisi standartlarına göre iyi sayılabilir.67 Yüksek teknolojili üretimin geliĢtirilmesi kapsamında elektronik malların üretimine yatırım yapılmıĢtır. 1993-1998 yılları arasında televizyon ve video gibi malların üretimi önemli ölçüde artmıĢtır. 1993 yılında 16.378 televizyon ve 6.505 video üreten Özbekistan, 1997 yılında 268.450 adet televizyon ve 140.567 adet video üretmiĢtir.68 ġu anda Özbekistan‟da sanayileĢme politikası devam etmektedir. Bu çerçevede büyük altyapı çalıĢmaları ve büyük tesislerin yapımına da devam edilmektedir. Yurtiçi tüketime yönelik üretim, sonuçta yurtiçi piyasa ile sınırlıdır. Özbekistan daha fazla serbestleĢtiği zaman, bu sanayi yapısı en azından Orta Asya ve BDT ülkelerine sınai ihracatı yapabilmesi için bir dayanak olabilir. Fakat bunun için üretilen malların rekabet edebilir nitelikte olması gerekmektedir.69 4. Milli Gelir Tablo 13: Milli Gelir Dağılımı 1995 1996 1997 1998 1999 GSYIH cari fiyatı

1019

(milyar sum)302.8559.1976.81.358.81.942.1 GSYIH milyar ($)10.1 13.9 GSYIH değiĢme (%)-0.91.6

14.7 14.3 2.5

4.4

15.5 4.1

Tüketici fiyat enflasyonu (ort. %)304.654.0 58.8 17.8

29.0

Cari iĢlemler dengesi milyon ($)-21.0-979.6-580.6 -38.7-245.2 Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Tablo 14: KiĢi baĢına düĢen GSYIH 1995

1996

1997

1998

1999

Cari Fiyat 13,345 24,171 41,459 56,725

84,540

Reel değiĢme-2,7

2,9

-0,3

0,6

2,7

Kaynak:The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Tablo 15: GSYĠH‟nin Sektörel Dağılımı 1995 1996 1997 1998 1999 Tarım

28.0

22.4

28.2 26.8 28.0

Sanayi 17.1

17.8

15.6 14.9 13.9

ĠnĢaat

7.1

8.3

7.3

7.5

6.9

UlaĢım/iletiĢim 7.3

6.7

6.5

6.8

Ticaret

8.4

8.4

9.3

5.2

7.1

6.5

Diğer hizmetler22.2 23.3 21.6 21.2

20.4

Net dolaylı vergiler13.114.4 12.4 14.4

5.0

Toplam 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. 5. Para ve Bankacılık Özbekistan‟da para politikası öncelikli sektörler kredi tahsisinin kontrolünü idame ettirecek unsurlara göre ve gayri resmi kredi piyasalarının oluĢumunu ve vergi yolsuzluklarını önleyici hususlar dikkate alınarak yapılandırılmıĢtır. 1994 yılında IMF ile yapılan anlaĢmada hükümet sıkı para politikası uygulamayı kabul etmiĢ ancak bunu hiçbir zaman uygulamamıĢtır.

1020

1998‟deki Rusya krizinin de etkisiyle 1998 ve 1999 yıllarında ülkede geniĢleyici para politikaları uygulanmıĢtır. Buna rağmen, resmi verilere göre enflasyonda çok aĢırı bir yükselme olmamıĢtır. Nakit para dönüĢümündeki sınırlama ve gelirin belli bir oranını bankada tutma gibi enflasyonu engellemek için düĢünülmüĢ olan önlemler bir yandan da çok ciddi bir karaborsa oluĢumuna sebep olmuĢtur Özbekistan‟ın ulusal para birimi Sum‟un değeri önceleri Özbekistan Milli Bankası (NBU) nezdinde haftada iki defa gerçekleĢtirilen ve lisanslı ticari bankalar ile döviz bürolarının katıldığı ihalelerle belirlenmekteydi. Haziran 1998 itibariyle bu uygulamasına son veren NBU, Sum‟un dolara karĢı değerini bankalar arası döviz piyasasında gerçekleĢen iĢlemlerin ağırlıklı ortalamasını alarak tespit etmektedir. 1998 yılındaki ödemeler dengesi açıklarının da baskısıyla Merkez Bankası döviz tahsis iĢlemlerini daha da zorlaĢtırarak bu iĢlemi ticari bankalar kanalıyla gerçekleĢtirmeye baĢlamıĢtır. Bu bir bakıma ticari bankaları sübvanse ve mali yapılarını güçlendirme aracı olarak da kullanılmaktadır. Devlet resmi kurları, sermaye mallarının ithalini kolaylaĢtırmak amacıyla da düĢük tutmaktadır. 2000 yılı ortalarında resmi kurla karaborsa/özel kesim kur arasındaki makas %400‟ler düzeyi kadar açılmıĢtır. Tablo 16: ABD Doları Kuru 1998

1999

94.8

125.0

Özel banka 104.9

157.8

Serbest piyasa218.1

522.1

Resmi oran

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Tablo 17: Yıllara Göre Döviz Kur Oranları 1995

1996

1997

1998

1999

USD30.2 40.2

66.4

94.8 125.0

Sterlin47.462.8 108.7

157.2 202.5

Yen0.3190.369 0.548

0.721 1.096

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000. Özbekistan‟da 35 adet ticari banka bulunmaktadır. Bunlardan çoğu devlet mülkiyetindedir. 1992 yılında Özbekistan Merkez Bankası kurulmuĢtur. Devlet mülkiyetindeki Özbekistan Milli Bankası (NBU) ise Özbekistan‟ın en büyük bankasıdır. Özbekistan‟daki bankaların hepsi döviz iĢlemleri yapmaya yetkilidirler. Özbekistan‟daki tüm döviz iĢlemlerinin %90‟ından fazlası NBU aracılığıyla

1021

yapılmaktadır. Bankaların çoğu sektörel bazda uzmanlaĢmakta ve bunların verdikleri kredilerin çoğu devletin sahip olduğu teĢebbüslere gitmektedir. Bankaların çoğu devlet mülkiyetinde olduğundan ticari bankaların çoğu Sovyetler Birliği dönemlerinde olduğu gibi, ticaret ve ücret kanunlarını uygulamaya zorlamak açısından devletin ajanı gibi davranmaktadır. Örneğin Ģirketler, vergilerini takip etmek açısından devlete kolaylık sağlayan bir uygulamayla, sadece bir banka hesabına sahip olabilmektedirler.70 Sovyetler Birliği dağıldığı zaman, Özbekistan‟daki bankacılık sistemi de bozulmuĢtur. Özbekistan‟da bankacılık sistemi yetersiz ve bankacılık sistemine halk tarafından duyulan güven zayıftır. Yerel para birimi olan Som cinsinden olan banka mevduatları ülke GSYĠH‟sinin sadece %6‟sını oluĢturmaktadır. Bu mevduatlara uygulanan faiz oranları çoğunlukla reel bazda negatif olmaktadır.

Ülkede

icra

iflas

yasası

bulunmadığından

dolayı,

bankalar

kredi

açmaktan

kaçınmaktadırlar. Merkez Bankası dolaĢımdaki para miktarını kontrol amacıyla, maaĢlar ve yolculuk ücretleri hariç hemen tüm iĢlemlerin nakit yerine banka transferleriyle gerçekleĢtirilmesini zorunlu tutmaktadır. Bu politikanın sonucu olarak günlük bankacılık iĢlemleri bile zor ve zaman alıcı hale gelmektedir. Bankalar arası transferlerin “kliring” süresi birkaç günden birkaç aya kadar değiĢebilmektedir. Bunun sonucu olarak bankalar arası transferlerle alınan malın fiyatı, Som fiyatının üç katına kadar çıkabilmektedir.71 Özbekistan‟da, 1992 yılından itibaren Batı tipi bankacılık sistemi kurulması yönünde adımlar atılmaktadır. Dünya Bankası‟nın da yardımı ile hazırlanan düzenlemeler sonucu sermaye yeterliliği ve likidite standartları konulmuĢtur. 1999 yılının baĢında, yerli sermayeli bankaların, kayıtlı sermayelerine alt sınır koyan “Bankacılık Sistemi Reformunun Devamı Ġçin Tedbirler” adlı bir kararname yayınlamıĢtır. Buna göre bankalar, 1 Ocak 2000 tarihi itibarıyla belirlenen kayıtlı sermaye alt sınırlarına uymak zorundadırlar. Bankaların denetim yaptırması zorunlu hale getirilmiĢtir. Hükümet ayrıca, devlet bankaları dıĢındaki bankaların baĢka bankaların hisse senetlerini satın almamaları ve sahip olduklarını 1 Ocak 2000‟e kadar elden çıkarmaları kararı almıĢtır. Bu hisselerin yabancı yatırımcılara satılması hedeflenmektedir. Bunlara ilaveten, tüzel kiĢilere 1 Haziran 1999 tarihinden itibaren çeĢitli Özbekistan bankalarında hesap açma imkanı verilmiĢtir.72 6. Dış Ticaret Özbekistan‟ın 1995 ve 1996 yıllarında yaĢamıĢ olduğu ithalat-ihracat denge problemleri devleti para ve döviz piyasalarında sıkı önlemler almaya yönelttiği gibi, ithalat ve ihracat konularında da değiĢik yöntemlerle dengeyi korumaya zorluyor. Denge koruyucu önlemlerin en önemlilerinden biri, ithalat için para transferinin ciddi kontrol ve kayıtlardan geçme mecburiyetidir. Ġthal edilen mal ve hizmetler için döviz ihtiyacı devletin kontrolünde karĢılamak zorunluluğu getirilmiĢtir.

1022

Bir diğer yöntem de ithalat ve ihracatta öncelikli mallar; eğer ithalat yeniden ihracat için ya da üretim için yapılıyorsa bu bir tercih ve öncelik sebebi olarak kabul edilmekte ve öncelikler tanınmaktadır. Kotalar ya da geçiĢ ücretleri uluslararası piyasalardan pek de farklı değil fakat problem gümrük komitesinden mal kontrolünden ya da uluslararası sertifikaların kabul edilmeyiĢinden kaynaklanıyor. Mesela Özbekistan hala ISO-9000 standardını kabul etmediğinden kendi yöntem ve sistemiyle ithalatçılara çok problem çıkarabiliyor. Sayılan önlemler ve problem olarak nitelediğimiz durum elbette üstesinden gelinebilecek bir iĢlem ve yatırımcıyı tümden vazgeçirmemesi gereken Ģartlardır. Eğer Özbekistan‟da üretmek ya da oradan ihraç yapmak istemiyor, özellikle oraya tüketim malzemesi satmak istiyorsanız çeĢitli Ģekillerde problemlerle karĢılaĢılacaktır. Özbekistan, enflasyonu baskı altında tutmak yani Orta Asya‟da en büyük tüketim pazarı olarak görülen ülkesinde tüketimin patlamasını engellemek için dövizi ve nakit parayı kontrol etmek yönünde politikalar izlemektedir. Bunun sonucu olarak ihracattan elde edilen gelirin belli bir oranının (%50, 1999) devletin belirlediği bankalarda, devletin belirlediği kur oranıyla Sum olarak tutmak zorunda. Gerçek piyasadaki kur oranıyla banka kur oranı 1/3 düzeyinde değiĢim gösterebildiği piyasada ihracatçılar da dünya pazarının rekabetçi ortamında fiyatlarını arttırmak zorunda kalmaktadırlar. DıĢ ticaret rejiminin liberalleĢtirilmesi, 1994 yılında baĢlamıĢ ve gümrük vergilerinde basitleĢtirilmeye gidilmiĢtir. Ġhracat kotası ve lisansına tâbi olan ürünlerin sayısı 70‟ten 4‟e indirilmiĢ, ancak pamuk ve doğalgaz sınırlamaya tâbi mallar arasında kalmıĢtır. 1995 yılında bazı ürünlerini ihracat vergileri de azaltılmıĢ veya kaldırılmıĢtır. DıĢ ticaretin ağırlıklı kısmı devlete ait dıĢ ticaret Ģirketleri tarafından yapılmaktadır. 1 Nisan 1996‟dan itibaren geçerli olmak üzere “Ġhracata Yönelik Üretim Yapan ġirketlerin TeĢvik Edilmesine ĠliĢkin Kararname” yürürlüğe girmiĢtir. Buna göre üretiminin en az yüzde 50‟sini ihraç eden iĢletmelerin, gelir vergilerinde yüzde 30 ve üzerinde indirim, üretiminin yüzde 40-50‟sini ihraç eden iĢletmelerin, vergi gelirlerinin yüzde 20 ve 30 arasında ve üretiminin yüzde 20-40 arasında ihracat yapan iĢletmeler de yüzde 5-10 arasında vergi indirimi öngörülmektedir. Ayrıca ihracat yapan iĢletmeler ihraç ürünlerinin üretiminde kullanılan girdilerin KDV‟sinden muaf tutulacaktır. Kararname, hammadde ve buna dayalı ürünlerin ihracatını yapan firmaları kapsamamaktadır. Pamuk ve petrol ile ürünleri kararnamenin kapsamı dıĢındadır. 1997 yılında Özbekistan, Rusya‟nın ulaĢım ağı sistemi üzerinden ihracatı sınırlayarak, Türkmenistan, Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden ihracatı arttırmaya çalıĢmıĢtır. Söz konusu hat, Rusya üzerinden geçen hattan bin kilometre daha kısa olmasının yanı sıra, koridorun geçtiği ülkeler

1023

kendi aralarında imzaladıkları anlaĢmalar ile ulaĢım tarifelerinde yüzde 50‟lik indirim tanıma ve limanlarda ayrıcalıklı bir rejim uygulamayı taahhüt etmiĢtir. 1998 yılında ihracatta önemli bir düĢüĢ meydana gelmiĢtir. DıĢ Ekonomik ĠliĢkiler Bakanlığı‟nın yaptığı açıklamada ihracat tutarı 1997‟de 3.066 milyon dolar iken 1998 yılında yüzde 22,4‟lük düĢüĢle 2.378 milyon dolar olmuĢtur. Bunun en önemli nedeni Özbekistan‟ın baĢlıca ihracat ürünleri olan pamuk ve altının toplam ihracat değerlerinin düĢmesidir. Hükümetin ithalatı sınırlayıcı çalıĢmaları sonucunda ithalat tutarı 1998 yılında yüzde 32,9‟luk düĢüĢle 2.312 milyon dolar olmuĢtur. IMF ödemeler dengesi raporunda, 1997 yılında pamuk ihracatının toplam ihracatın yüzde 37,6‟sını oluĢturduğu belirtilmiĢtir. Özbek hükümetinin açıklamasına göre ise 1998 yılının ilk yarısında pamuk ihracatı yüzde 21,1‟lik paya sahip olmuĢtur. Yine IMF‟in raporuna göre altın ihracatı 1997 yılında toplam ihracatın yüzde 20‟sini oluĢturmuĢtur. Hükümet raporlarına göre 1998‟in ilk yarısında makine ve teçhizat ihracatı toplam ihracatın yüzde 31,1‟dir. Ġthalatta görülen düĢme ise Özbekistan‟ın en önemli ithal maddesi yiyecek ve hammaddenin ithalatında miktar ve fiyat düĢüĢünden kaynaklanmaktadır. Hükümet raporlarına göre gıda ithalatı toplam ithalatın yüzde 17,4‟ünü oluĢturmaktadır. Hükümetin hedeflediği yüksek ekonomik büyüme çerçevesinde 1998‟in ilk yarısında makine ve teçhizat ithalatı toplam ithalatın yüzde 46,4‟nü oluĢturmuĢtur. Rus rublesinin çöküĢüyle Özbekistan ucuz Rus mallarının akınıyla karĢılaĢmıĢtır. 1998‟in ilk yarısında toplam ihracatın yüzde 16,3 Rusya‟ya, toplam ithalatın 18,5‟ü ise Rusya‟dan yapılmıĢtır. Ancak hükümet yılın ikinci yarısında Rusya‟dan ithalatı azaltma yolunda çalıĢmalara baĢlamıĢtır. 4 Eylül‟de yayınlanan kararname ile ana tüketim maddelerinin satıldığı umuma açık pazarların büyük bölümü kapatılmıĢtır, 10 Eylül‟de yürürlüğe giren kararnameyle de kalite ve hijyen konusunda standartlar konulmuĢtur. Ancak belli izinler çerçevesinde un, Ģeker, margarin ve sebze yağları, pastörize süt, bebek maması, alkollü ve alkolsüz içkiler bu pazarlarda satılabilmektedir. Tablo 18: BaĢlıca Ticaret Ortakları (Toplam %) Ġhracat:19981999 Ġthalat: 1998 1999 BDT 24.7 30.1

BDT

27.8 26.4

Rusya 12.813.0

Rusya

15.7 13.8

Kazakistan 3.7

4.1Kazakistan 5.2

Türkmenistan1.3 2.6 Ukrayna

4.7

BDT dıĢında75.4

69.9BDT dıĢında72.1

Ġngiltere10.310.1

Almanya 8.2 11.3

Ġsviçre10.8 9.8

Güney Kore11.613.6

Güney Kore7.4

3.2

ABD

7.5

4.1 4.5 73.6

7.7

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000.

1024

Özbekistan dıĢ ticaretinde sürekli olarak açık veren bir ülkedir. 1995-1999 yılları arasında cari iĢlemler dengesi daima negatif olmuĢtur. Ayrıca cari iĢlemler dengesinde yıllara göre çok büyük dengesizlikler meydana gelebilmektedir.1995 yılında 21 milyon dolar olan cari iĢlemler açığı 1996 yılında çok büyük bir artıĢla 980 milyon dolar olmuĢtur. Daha sonraki yıllardada çok büyük sapmalar gösteren hesap 1999 yılında 265 milyon dolar açıkla kapanmıĢtır. E. Din Özbekistan, eski SSCB‟de de Ġslami bir merkez olarak önemli bir konuma sahipti. Nitekim, Buhara‟daki Mir-Arap ve TaĢkent‟teki Ġsmail El-Buhari olmak üzere iki ünlü medrese de burada bulunmaktaydı. Orta Asya ve Kafkasya Müftüsü TaĢkent‟te idi. Dergi yayınlama, konferanslar verme gibi bir çok faaliyetler yine buradan yapılıyordu. Özbekler, Buhara ve Semerkand çevresindeki bazı küçük ġii gruplar hariç, genelde Sünni olup Hanefi mezhebindendirler. Resmi Ġslam güçlü bir pozisyona sahip olmasına rağmen, gayri resmi Ġslam yeraltı faaliyetlerinde oldukça güçlüdür. Bu alanda NakĢibendi, Kubrevi, Kadiri ve Yesevi tarikatlarının faaliyetleri yoğundur.73 SSCB devrinde, Ġslam aleyhinde çok güçlü bir propaganda yürütülmüĢtür. 1948 ve 1976 yılları arasında en azından 177 anti-Ġslami kitap Özbekistan‟da yayınlanmıĢtır. Yine 1935‟te 66 bin ve 1959‟da 146 bin 500 anti-Ġslami konferanslar gerçekleĢtirilmiĢtir. Hatta Özbek Komünist Parti Sekreteri Osman Hocayev 1987‟deki bir konferansta dinin milliyetçilik ve Ģovenizmin yollarını açtığını söylemekteydi.74 Bugün Özbek gençlerinin %55‟i Ġslami prensiplere dayanan, atadan kalma (ataerkil) örf ve adetlerin aile de sosyal hayat biçiminde ilk sırada olması gerektiğine inanmaktadır. 75 Ġslam‟ın Özbekistan‟da geliĢtiği ve güçlendiği hususunda hiç bir kimsenin Ģüphesi yoktur. Bununla beraber, Ġslam geleneği SSCB sonrası diğer Orta Asya ülkelerine kıyasla Özbekistan ve Tacikistan‟da daha belirgin bir Ģekilde ortaya çıkmıĢtır. TaĢkent ve Buhara, Özbekistan‟da Ġslam‟ın merkezini oluĢturmaktalar. Buhara, Ġslam dünyası içinde Mekke ve Medine‟den sonra üçüncü kutsal Ģehirdir. Bu nedenle bugün Özbekistan‟da din idaresinin baĢlıca eğitim ve yönetim merkezleri TaĢkent ve Buhara‟da yoğunlaĢmıĢtır.76 Özbekistan‟da ve genel olarak Orta Asya‟da Sovyet döneminde iki tür Ġslam ortaya çıkmıĢtır. Bunlardan ilki, “konformist” nitelikte olup devlet desteğiyle yaratılmıĢtır. Ġkincisi ise bağımsız ve muhalif nitelik taĢımaktadır. Devlet destekli Ġslam müftülük kurumuyla oluĢturulmuĢtur. Sovyetlerin ilk yıllarında Ġslam üzerinde aĢırı baskı uygulanmaya baĢlamıĢtı. Fakat, Ġslam tamamen ortadan kaldırılamamıĢ, devlet idaresi altına alınmaya çalıĢılmıĢtır. Bunun için Stalin döneminde Müslüman nüfusun yoğun olduğu dört bölgede müftülük kurulmuĢtur. KruĢçev döneminde ise, Ġslam‟a karĢı yeni bir saldırı baĢlatılarak, camilerin %25 kapatılmasına rağmen müftülük kurumuna dokunulmamıĢtır. ünkü, KruĢçev‟in üçüncü dünya ülkeleriyle yakınlığını koruyabilmesi için, “Müslüman bir vitrine” ihtiyacı vardı. 77

1025

Ġkinci, bağımsız ya da paralel Ġslam ise, hem baskı hem de bu baskının kırsal kesimlerde etkili olamamasından kaynaklanmıĢtır.78 Tüm köy camilerinin kapatılmasına karĢın halk arasında dinin etkisi fazla azalmamıĢtır. Büyük medreselerde eğitim görmemiĢ olan köy mollaları kolhozlarda tamirci, traktörcü olarak gözüküyor, ama gerçekte mollalık yapıyorlardı.79 ocukların hepsi sünnet ediliyor ve okula baĢlamadan önce mollalara gönderilerek temel din eğitimi almaları sağlanıyordu. Orta Asya‟da 1989‟dan itibaren Ġslam‟ın radikalleĢmesi, sözkonusu paralel Ġslami kesim arasında olmuĢtur.

1 Özbekistan‟ın coğrafyasıyla ilgili olarak Ģu kaynaklara baĢvurulabilir: A. Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türk Ġli Türkistan ve Yakın Tarihi, Ġstanbul, 1981, ss. 3-20; A. Ardel, Türk Ülkelerinin Tabii Coğrafyası: Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976, ss. 13-33; Ramazan Özey, Tabiatı, Ġnsanı ve Ġktisadı ile Türk Dünyası, Ġstanbul, Öz Eğitim Yayınları, 1996, ss. 104-110. 2 TĠKA, Ülke Profilleri, Ankara, 2000, s. 137. 3 Ramazan Özey, a.g.e., s. 111. 4 Martha Brill Olcott, “Central Asia‟a Post Empire Politics”, Orbis, C. 36, (2), Bahar 1992, s. 257. 5 Nadir Devlet, DoğuĢtan Günümüze Büyük Ġslam Tarihi, Zaman-ağ Yayınları, Ġstanbul, 1993, s. 327. 6 Nadir Devlet, a.g.e., s. 170. 7 Mehmet S. Erol, Hayalden Gerçeğe Türk BirleĢik Devletleri, Ġstanbul, Ġrfan Yayıncılık, 1999, s. 137. 8 Ġlhan Uludağ, Sovyetler Birliği Sonrası Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve Türk Gruplarının Sosyo-Ekonomik Analizi ve Türkiye Ġle ĠliĢkileri, Ġstanbul, TOBB, 1992, ss. 312-313. 9 Mehmet Seyfettin Erol, Hayalden Gerçeğe Türk BirleĢik Devletleri, Ġstanbul, Ġrfan Yayıncılık, 1999, s. 140. 10

BüĢra Ersanlı Behar (Yayına haz.), Türk Cumhuriyetleri Kültür Profili AraĢtırması,

Ankara, T C. Kültür Bakanlığı Yay., 1995, s. 6. 11

A.g.e., s. 101.

12

A.g.e., s. 108.

13

A.g.e., s. 110.

14

Ahmed RaĢid, Orta Asya‟nın DiriliĢi: Ġslam mı, Milliyetçilik mi?, Ġstanbul, Cep Kitapları,

1996, ss. 100-101.

1026

15

Ramazan Özey, Tabiatı, Ġnsanı ve Ġktisadı ile Türk Dünyası, Ġstanbul, Öz Eğitim

Yayınları, 1996, s. 112. 16

Amin Maalouf, Semerkand, (çev.) Esin Talu-elikkan, 13. Baskı, Ġstanbul, YKY, 1998,

17

Ahmed RaĢid, a.g.e., s. 101.

18

Ramazan Özey, a.g.e., ss. 112-113.

19

Ramazan Özey, a.g.e., s. 113.

20

Ahmed RaĢid, a.g.e., s. 101.

21

Ramazan Özey, a.g.e., s. 113.

22

Ramazan Özey, a.g.e., s. 114.

23

BüĢra E. Behar, Günay G. Özdoğan, Nihal Ġncioğlu, Gün Kut, ġule kut, Nesrin Sungur,

s. 9.

Bağımsızlığın Ġlk yılları, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, s. 77. 24

M. Saray, Özbek Türkleri Tarihi, Ġstanbul, Nesil Matbaacılık ve Yayıncılık, 1993, s. 14.

25

Osmanlılarla olan iliĢkileri konusunda daha teferruatlı bilgi için bkz. Mehmet Saray, Rus

ĠĢgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkistan Hanlıkları Arasındaki Siyasi Münasebetler (1775-1875), Ġstanbul, Ġ.Ü. Yay., Yayın No: (3613), 1990. 26

M. Saray, Özbek Türkleri Tarihi, s. 257.

27

Daha detaylı bilgi için bkz. Baymitza Hayıt, Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri

Tarihi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, Alaaddin Yalçınkaya, Sömürgecilik ve Panislamizm IĢığında Türkistan, Ġstanbul, TimaĢ Yayınları, 1997. 28

Daha detaylı bilgi için bkz. TĠKA, Ülkelerin Anayasaları, Ankara, 1999, ss. 229-232.

29

Mehmet S. Erol, a.g.e., 140.

30

Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye‟nin Uluslararası Konumu, Ġstanbul, Küre

Yayınları, 2001, s. 485. 31

Bu konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Rasma Karklins, Ethnic Relations in the USSR,

Boston, Unwin Hyman, 1989. 32

E. Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, (çev.) B. E. Behar, G. G. Özdoğan, Ġstanbul,

ĠnsanYayınları, 1992, s. 7. 33

Mehmet S. Erol, a.g.e., s. 167.

34

Mehmet S. Erol, a.g.e., s. 194.

35

Devlet Planlama TeĢkilatı (DPT), Sekizinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, Türkiye Ġle Türk

Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri ĠliĢkileri Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2000, s. 48.

1027

36

A.g.e., ss. 48-49.

37

A.g.e., s. 49.

38

11 Eylül‟ün Orta Asya‟ya etkisiyle ilgili daha detaylı bilgi için bkz. Mehmet S. Erol,

ABD‟deki Terör Saldırılarının Bölgesel Yansımaları: Türkistan”, Stratejik Analiz, (18), Ekim 2001, ss. 26-28. 39

Kyrgyzstan Chronicle, 13-19 Aralık 1995, s. 9.

40

Daha detaylı bilgi için bkz. Devlet Planlama TeĢkilatı (DPT), a.g.e., ss. 256-258.

41

TĠKA, Ülke Profilleri, Ankara, 2000, ss. 146-160.

42

A.g.e.

43

TĠKA, Ülke Profilleri, s. 140.

44

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, IMF Staff Country

Report No. 00/36, Washington DC, IMF, 2000. 45

Ġslam Kerimov, Uzbekistan po Puti Uglubleniya Ekonomiçeskih Reform, TaĢkent, 1995.

46

A.g.e., ss. 184-185.

47

Daha detaylı bilgi için bkz., Anar Somuncuoğlu, Kazakistan ve Özbekistan Ekonomileri:

GeçiĢ ve Büyüme Stratejileri, Ankara, ASAM Yayınları, 2001. 48

Bkz., Devlet Planlama TeĢkilatı (DPT), a.g.e., s. 242.

49

M. Saray, a.g.e., s. 8.

50

Anar Somuncuoğlu, a.g.e., s. 150.

51

R. Pomfret, The Economies of Central Asia, New Jersey, Princeton University Press,

1995, s. 67. 52

Anar Somuncuoğlu, a.g.e., s. 152.

53

Anar Somuncuoğlu, a.g.e., s. 153.

54

Daha detaylı bilgi için bkz., TĠKA, Ülke Profilleri, s. 144-145.

55

T. C. Devlet Bakanlığı (Ahat Andican), Türk Cumhuriyetleri Sanayi ĠĢbirliği Programı,

Hizmetler Sektörü alıĢma Heyeti, Türk Cumhuriyetlerinde Ticaret-Yatırım Ortamı ve Mali Sektör, Ankara, 1998, s. 182. 56

Anar Somuncuoğlu, a.g.e., s. 154.

57

Bkz., Türk Cumhuriyetlerinde Ticaret-Yatırım Ortamı ve Mali Sektör, s. 182.

58

A.g.e., ss. 156-157.

59

A.g.e., s. 158.

1028

60

TĠKA, Ülke Profilleri, s. 143.

61

Devlet Planlama TeĢkilatı (DPT), a.g.e., s. 226.

62

TĠKA, Ülke Profilleri, s. 143.

63

Anar Somuncuoğlu, a.g.e., s. 158.

64

DıĢ Ekonomik ĠliĢkiler Kurumu (DEĠK), “Özbekistan Ekonomisi ve Türkiye ile ĠliĢkileri”,

DEĠK Bülteni, Ġstanbul, DEĠK, 1999, s. 6. 65

Anar Somuncuoğlu, a.g.e., s. 160.

66

DEĠK, s. 4.

67

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, s. 40.

68

A.g.e.

69

Daha detaylı bilgi için bkz., Anar Somuncuoğlu, a.g.e., s. 161.

70

Devlet Planlama TeĢkilatı (DPT), a.g.e., s. 133: Ayrıca, Özbekistan‟daki bankacılık

faaliyetleri hakkında daha detaylı bilgi için bkz., Türk Cumhuriyetlerinde Ticaret-Yatırım Ortamı ve Mali Sektör, ss. 142-146. 71

Devlet Planlama TeĢkilatı (DPT), a.g.e., s. 134.

72

Daha detaylı bilgi için bkz. TĠKA, Ülke Profilleri, ss. 146-148.

73

Büyük Ġslam Tarihi, ss. 343-344.

74

Pravda Vostoka, 31 Ocak 1987.

75

Kyrgyzstan Chronicle, 7-13 ġubat 1996, s. 5.

76

Yevgeniy Abdullayev, “Ġslam i Ġslamskiy Faktor v Sovremennom Uzbekistane”,

Tsentralnaya Aziya i Kavkaz, Aralık 1997, s. 2. „Kyrgyzstan: Background to Events in Southern Kyrgyzstan in Autumn 1999, A Writenet Confidential Briefing, October 1999, s. 5, 10 Ağustos 2000. 77

Olivier Roy, Yeni Orta Asya ya da Ulusların Ġmal EdiliĢi, ev. Mehmet Moralı,

Ġstanbul, Metis, 2000, s. 206. 78

A.g.e., s. 207.

79

A.g.e., s. 208.

1029

Özbekistan Cumhuriyeti / Nilüfer Avcı IĢık [s.643-647] Sağlık Bakanlığı Avrupa Birliği Uzmanı / Türkiye Orta Asya‟nın merkezinde yer alan Özbekistan, güneybatıdaki Amu Derya ve kuzeydoğudaki Sir Derya nehirleri arasında uzanan toprakların büyük bölümünü kapsar. Kuzey ve kuzeybatıdaki Kazakistan, doğu ve güneydoğudaki Kırgızistan ve Tacikistan, güneybatıda Türkmenistan, güneyde ise, Afganistan‟ın küçük bir bölümüyle çevrilidir. 1936‟da kurulan Karakalpak Özerk Bölgesi de Özbekistan sınırları içindedir. Kuzeybatı bölgesi çöllük ve ovalıktır. TaĢkent ve Endican Bölgesi ise, doğu kısmını oluĢturur ve bu bölge, Tien-ġan dağlarının baĢlangıç noktasıdır. Özbekistan‟ın düzlük olan kuzey bölgesinde üst yurt düzlükleri, güneyde ise, Kızılkum ölü‟nün düzlükleri uzanır. Aral Gölü‟nün güney kısmı da Özbekistan sınırları içinde yer alır. Amu Derya‟nın yardığı topraklar kapalı bataklıklarla doludur. Ülkede orman alanı son derece azdır. (1.2 milyon hektar) Ancak yoğun çevre sorunlarıyla karĢı karĢıya bulunan ülkede önlem alma gereği doğmuĢ ve Buhara ile Kızılkum Vadilerinde çölleĢmeye karĢı 50 bin hektarlık alan yeniden ağaçlandırılmıĢtır. Amu Derya ve Sir Derya nehirleri ile birlikte ZarefĢan suyu ve baĢka küçük nehirlerin suları kilometrelerce uzanan kanallar sayesinde çöle dağıtılmıĢtır. Ülkede bitki örtüsünün %90‟ı hayvancılığa elveriĢli bulunmaktadır. Özbekistan‟da yapılan barajların çoğu sulama amacıyla yapılmıĢtır. Ülkenin en büyük barajı 1956‟da Sir Derya nehri üzerine yapılan Karakum (513 km2) Barajı, en küçüğü ise 1955‟te yapılan Kosonsoy (5.6 km2) Barajı‟dır. Tarım topraklarının 3 milyon hektarı kolektif olarak Kolhozlar tarafından iĢletilmektedir. 700 bin hektarlık alan ise devletin sovhozlarına aittir. Özel mülkiyete ait arazi de bulunmaktadır. Özbekistan toprakları idari olarak 12 eyalete ayrılmıĢtır; Buhara, Navii, Endican, Harezm, Surhanderya, Cizzak, KaĢkaderya, Namangan, Semerkand, Sir Derya, TaĢkent ve Fergana. Bunun yanı sıra Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti de Özbekistan toprakları içerisinde yer almaktadır. Demografik Özellikleri Orta Asya cumhuriyetlerinden biri olan Özbekistan, 447.400 km2‟lik yüzölçümü ve 25 milyonluk nüfusu ile bölgenin en kalabalık ülkesidir. Eski SSCB içinde de Rus ve Ukraynalılardan sonra en büyük üçüncü “millet” Özbekler olmuĢtur. Özbekistan‟da 60‟tan fazla etnik grup yaĢamaktadır. Cumhuriyet içerisinde Kongrat, Nayman, Kineges, Mangıt, Toyak, Saray, Barın, Üç Urug, Bugut, Arlat, Kanglı, Kırk, BataĢ ve Karakalpak gibi boylara rastlamak mümkündür. Ancak bu boylar arasında evlilikler çok sınırlı kalmıĢtır. II. Dünya SavaĢı öncesi, 1926-1939 arasında yapılan nüfus sayımları, Müslüman halkların nüfus artıĢının, ülke ölçüsünde, Slav kökenli ve diğer halkların gerisinde kaldığını göstermektedir. SavaĢtan sonra bu durumda köklü değiĢiklikler olmuĢtur. Slav kökenli halklar karĢısında Türk kökenli Müslüman halkların nüfusu hızla artmıĢtır. Bugün de özellikle Özbekistan, nüfus artıĢı yönünden dinamik toplulukları barındırır.

1030

Özbekistan‟ın son belirlemelere göre 25 milyon olan nüfusunun %71‟ini Özbekler, %10‟unu Ruslar, %4.7 Tacikler, %4 Kazaklar, %2 Karakalpaklar, %1.7 Tatarlar ve diğer etnik gruplar oluĢturmaktadır. Bu etnik grupların oranları %1‟in altındadır ve Koreliler, Ukraynalılar ve Yahudiler dıĢında kalanlar, Türk topluluklarıdır. Türklerin tamamına yakını Müslümandır. Ruslar ve Ukraynalılar genellikle Ortodoks Hıristiyan, Koreliler ise çoğunluklar Budisttir. Özbekistan‟ın yerli halkı ve en büyük etnik kitlesi olan Özbekler, Türkçenin ağatay Karluk Lehçeleri grubuna giren bir lehçesini konuĢurlar. Eskiden Arap harfleriyle yazılan dil Sovyet döneminde Kiril alfabesiyle yazılmaya baĢlanmıĢtır. Bağımsızlıktan sonra ise, Latin alfabesinin kullanılması çalıĢmaları yoğunlaĢmıĢtır. Rus azınlık nüfusu, diğer Türk cumhuriyetlerine oranla Özbekistan‟da daha azdır. Ruslar, TaĢkent gibi büyük metropollerde yaĢamakta ve baĢat mevkilerde yer almaktadırlar. Özbekistan‟daki yönetim kadrosu esas olarak Özbeklerden oluĢmakla birlikte teknik bilgi ve uzmanlık gerektiren yerlerde Ruslar görev yapmakta ve özellikle hizmet sektöründe hakim durumda bulunmaktadırlar. Özbekler ile Ruslar arasında kayda değer bir çatıĢma yaĢanmamıĢ olmasına rağmen, gelecekleri konusundaki belirsizlik, Özbekistan‟ın Kasım 1993‟te ulusal parasını tedavüle koyması ve Özbek yönetimin Rus azınlığa, Moskova‟nın baskısına karĢın çifte vatandaĢlık hakkı tanımamakta direnmesi Rus nüfusun esasen var olan göç eğilimini artırabilecektir. Özbekler ile bazı etnik gruplar arasındaki iliĢkilerin de uyumlu olduğu söylenemez. Nitekim, 1989 yılında Özbekler ile Ahıska Türkleri arasında kanlı çatıĢmalar meydana gelmiĢ, bir grup Ahıska Türkü ülkeyi terk etmiĢtir. Yine Fergana vadisinin Kırgızistan tarafında Kırgızlar ile Özbekler arasında toprak anlaĢmazlığı nedeniyle ortaya çıkan ciddi olaylar Özbekistan‟daki Kırgızlar ile olan iliĢkileri de etkilemiĢtir. Özbekistan nüfusunun büyük bölümünün Özbeklerden oluĢması hem bir siyasi güç hem de bir istikrar unsuru olarak değerlendirilmektedir. Bu durum aynı zamanda yönetimde ve ekonomide Ruslar tarafından donatılmıĢ olan kilit mevkilerin ÖzbekleĢtirilmesinde Devlet BaĢkanı Kerimov‟a büyük kolaylıklar sağlamıĢtır. Özbekistan‟daki nüfus artıĢı oldukça fazladır ve üçüncü dünya ülkelerine eĢittir. Ancak bu durum özellikle ekonomi yönünden birtakım olumsuzlukları da beraberinde getirmiĢtir. Örneğin bütün ülkedeki çalıĢma yaĢına gelmiĢ nüfusun, bu ülkedeki artıĢı %90‟dan fazladır. Tüm eski SSCB‟nin iki katı doğum hızına sahip Özbekistan‟da bu artıĢ 1970-1989 yılları arası %68.6 olarak saptanmıĢtır. Oysa bu oran SSCB‟de %18.6 olmuĢtu. 2010 yılında Özbekistan‟ın 32-36 milyona ulaĢacağı hesaplanıyor. Bu nüfus artıĢının sonucu olarak, verimli ve su tarımı yapılan bölgelerde yoğunlaĢma artacak ve kiĢi baĢına düĢen toprak alanı azalacaktır. Bu soruna göç politikası ile çözüm bulunması da Ģimdilik mümkün görülmemektedir. ünkü tüm Orta Asya bölgesinde yerleĢik nüfusun göç oranı genel ortalamanın %25-30‟u dolayındadır. Bu bölgelerden oldukça az göç olmaktadır ve özellikle kırsal kesimdeki nüfus hareketsizdir. Bunun yanında, Özbekistan diğer Orta Asya cumhuriyetlerine oranla kentli nüfusun en fazla olduğu ülkedir. 1979-1989 yılları arasında bu oran %41 olarak

1031

belirlenmiĢtir. Ancak kentli nüfusun giderek azalması olgusu bugün de devam etmektedir. Kırsal yörelerde oturan ve ülkenin toplam nüfusunun %59‟unu oluĢturan halkın dörtte üçü Özbek kökenlidir. Özbekistan, Azerbaycan‟dan sonra en fazla yerli nüfusu kapsar ve diğer cumhuriyetlere oranla en az Rus nüfusu barındıran ülkedir. Ülkede pek çok etnik grup olmasına karĢın Özbekler %7 oranında Tacikistan‟da, %3.5 oranında Kırgızistan‟da, %2, Türkmenistan‟da ve Kazakistan‟da yaĢamaktadır. Ayrıca, in‟in Sincan Uygur Özerk Bölgesi‟nde 20 bin dolayında Özbek yaĢamaktadır. Cumhuriyet‟in baĢkenti TaĢkent, 2 milyon nüfusu ile Orta Asya‟nın en büyük metropolüdür. Özbekistan‟da nüfus artıĢ oranı %2.2‟dir ve nüfusun %40‟ı yirmi yaĢın altındadır. Ülke nüfus yoğunluğu, kilometre kareye 45 kiĢidir. En yoğun nüfuslu kent ise, kilometre kareye 400‟den fazla insan düĢen Endican‟dır. Özbekistan‟da insanların ortalama ömür süresi 70 yıldır. Aileler ortalama 8 kiĢiden oluĢur. Nüfusun %65‟i iĢçidir. Halkın birinci derece geçim kaynağı tarımdır ve milli gelirin %75‟i tarımsal gelirlerden elde edilir. Bugün nüfusun yaklaĢık 2.1‟ini oluĢturan Karakalpaklar, Kazaklara yakın bir Türk boyudur. YaĢadıkları bölge olan Karakalpakistan, 1925 Nisanı‟nda Kazak Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti‟nin bir bölgesi durumundaydı. 20 Mart 1932‟de özerk statüsünü kazanan bölge, Aralık 1936‟da Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti‟ne dahil edilmiĢtir. Toplumsal yapı açısından bakıldığında, Özbekler için geçmiĢten gelen yerleĢik bir din kültürü söz konusudur. Kırsal kesimde eğlenceye düĢkün olan Özbeklerin arasında koç dövüĢleri yaygındır. Bakırcılık, halı dokumacılığı gibi el sanatları da oldukça ünlüdür. Aile bağları yanında sosyal bağlar da güçlüdür. Eski gelenek ve görenekler kaybolmamıĢtır. Göçebe Özbekler arasında kabile bağları oldukça köklüdür. Bu nedenle, 1950‟de bu bağları koparmak için küçük köyler kurulması kararlaĢtırılmıĢtı. Özbek ailesinde “baba otoritesi” her Ģeyden üstündür. Sovyetler eski gelenekleri ortadan kaldırmak için birtakım yenilikler getirmeye çalıĢmıĢlardır. Örneğin, sadece kadınların katıldığı beĢik törenleri yerine, erkeklerin de katıldığı törenler teĢvik edilmiĢtir. Her çocuk doğduğunda ve doğum günlerinde doğum günleri düzenlenmeye çalıĢılmıĢ ve bunda da baĢarılı olunmuĢtur. Müslüman ve Türk kökenli bir halk olan Özbekler arasındaki birliği bundan önce yöre, nesep, coğrafya ve Ģeceresi sağlıyordu. Aile, klan, kasaba, köy gibi olgular özel kimliğin ilk belirleyicileriydi ve geleneksel toplumda politik bağlılığa sahipti. II. Dünya SavaĢı‟nda Avrupa‟daki fabrikaların sökülerek, personeli ile birlikte Özbekistan‟a yerleĢtirilmesi Avrupalı nüfusun artıĢına sebep olmuĢtur. 1945 yılından bu yana artan ekonomik kalkınma iĢgücü ithalinde de paralel bir yükselme göstermiĢtir. 1959 nüfus sayımı cumhuriyetler içerisinde 5 milyon Özbeğe karĢı 1 milyon Rus olduğunu göstermiĢtir. Klan ve kabile bilinci, Sovyet döneminde daha da güçlendi. ünkü bu bilinç, Moskova‟nın ulusal toplumları bölmek amacıyla izlediği “assamilasyonist” politikalara karĢı direncin doğal ve kendiliğinden oluĢan bir Ģekli oldu. Ulusal kadroların çoğunluğu da klan ve kabilelerine sadık kaldılar.

1032

1970‟lerde diğer Orta Asya halklarının çoğu gibi Özbekler de “mahallah” olarak adlandırılan yerleĢim birimlerinin güncelleĢtirilmiĢ versiyonlarına yerleĢtirilmiĢlerdi. Mahallah bir Müslümanın doğduğu, büyüdüğü ve olağan bir Ģekilde bütün hayatını geçirdiği bir mahalleyi anlatıyordu. Özbekistan‟da Müslüman çevresi ve zihniyeti yaĢamın bütün yönlerine hakimdir. Bireyin öncelikli baĢlıkları bu yerli mahallelerde oluĢuyordu. Diğer Orta Asyalı halklarda olduğu gibi, Özbeklerde de yakın dostluklar ve akraba kaynaklı çevrede yeĢeren sadakatler yaĢam boyu sürer ve nesilden nesile geçer. Bu bağlamda, akraba kayırma (nepolizm) Orta Asya‟da suç olarak görülmektedir. Ancak bu akrabalık temelli bir toplumda bireyin doğal düzenidir. OluĢan sosyalist değiĢikliklerle birtakım toplumsal sorunlara çözüm getirilmiĢtir. Örneğin kadına karĢı tutum değiĢmiĢ, çarĢaf ve ferace örtmemelerine iliĢkin yorumlar getirilmiĢ, kadınlar camilere alınmıĢtır. Zamanla ġiilerle Sünniler arasındaki düĢmanlık da kaldırılmıĢtır. Tarihi “Özbek” adının nereden ileri geldiği ile ilgili birçok görüĢ ileri sürülmekle birlikte, en yaygın olarak, bölgede 1313-1340 yılları arasında hüküm süren Altınordu Hanı Özbek‟in kendi halkına verdiği ad olarak bilinir. Önceleri ağatay ulusundan ayırmak için Coçi ulusunun doğu koluna verilen Özbek adı, bölge Türklerine Ġslamlığı benimseten Özbek Han‟dan sonra oymağı niteleyen bir süreklilik kazandı. Özbek Hanedanı Devri 1748‟e kadar sürmüĢ, 1753 yılından itibaren ise 1920‟ye kadar Mangıt Hanedanı hüküm sürmüĢtür. eĢitli Türk boylarından oluĢan Özbeklerin hüküm sürdüğü dönemlerde bölgede, Buhara, Hive ve Hokand Hanlıklarının egemenliği de görülmektedir. Ancak Türk boylarının aralarındaki çatıĢmalar ve istikrarsızlık 16. yüzyıldan itibaren Rusların harekete geçmesine ve bölgeyi iĢgal etmesine imkan tanımıĢtır. Hanlıklar döneminde Osmanlı Devleti ile geliĢtirilen iliĢkiler de yine bu istikrarsızlık ve aradaki mesafenin uzak olması gibi nedenlerle Rusların iĢgalini engelleyememiĢtir. 1917 yılında gerçekleĢtirilen BolĢevik Ġhtilali sonrasında kurulan Sovyet yönetimi, 1918‟de TaĢkent‟i iĢgal etmiĢ ve yağmalamıĢtır. 1919‟da Hive Hanlığı, 1920‟de Buhara Hanlığı ortadan kaldırılmıĢ ve buralar Harezm ve Buhara Halk Cumhuriyetlerine dönüĢtürülmüĢtür. SSCB Merkez Komitesi 1924‟te Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti‟nin kurulmasını kararlaĢtırılmıĢtır. Özbekistan 31 Ağustos 1991‟de Sovyetler Birliği‟nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiĢ ve 29 Aralık 1991‟de gerçekleĢtirilen bağımsızlık sonrası ilk cumhurbaĢkanlığı seçimlerinde halen bu görevi yürüten Ġslam Kerimov cumhurbaĢkanlığına seçilmiĢtir. Günümüzde, diğer Orta Asya cumhuriyetlerinde olduğu gibi Özbekistan üzerinde de Rus baskısı devam

etmektedir.

Rusya

bu

cumhuriyetler

üzerindeki

istememektedir. in de Özbekistan için bir tehdit unsurudur.

1033

ekonomik

çıkarlarını

kaybetmek

Özbekistan‟da görünüĢ itibariyle çok partili demokratik sisteme geçilmiĢtir. Ülke, 8 Aralık 1992‟de yürürlüğe giren Anayasa ile yönetilmektedir. Devletin en üst yöneticisi cumhurbaĢkanı, hükümetin baĢkanı ise baĢbakandır. 500 üyeli bir parlamentosu vardır. Özbekistan bağımsızlığını ilan etmesinden itibaren, BirleĢmiĢ Milletler (BM), Ġslam Konferansı Örgütü (ĠKÖ), Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kuruluĢlara üye olmuĢtur. Ekonomi Özbekistan‟ın ekonomisi birinci derecede tarım ve hayvancılığa dayanır. Bu sektörlerden elde edilen gelirin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı %42‟dir ve çalıĢan nüfusun %29‟u bu alanlarda iĢ görmektedir. BaĢta gelen tarım ürünleri; tahıl, pamuk, pirinç, mısır, tütün ve çeĢitli meyve ile sebzelerdir. Pamuk üretiminde Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyesi cumhuriyetler arasında birinci, dünya ülkeleri arasında üçüncü sırayı alır. Özbekistan, önemli yer altı zenginliklerine sahiptir. Bunların baĢında, petrol, altın, uranyum, doğalgaz, kömür, bakır, çinko, kurĢun ve mobilden gelir. Altın üretimi ve rezervi bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasındadır. Doğalgaz, petrol ve maden gelirlerinin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı %10‟dur. Ülkede “Som” adı verilen para birimi kullanılmaktadır. KiĢi baĢına düĢen milli gelir ise, 1350 dolardır. Ülkenin dıĢ ticareti açısından, ihraç ettiği ürünlerin baĢında bazı gıda maddeleri ve tarım ürünleri, altın cevheri, diğer maden cevherleri, elektrik ve doğalgaz gelir. Ġthal ettiği mallar ise, ulaĢım araçları, makineler, petrol ürünleri, kimyasal maddeler ve bazı gıda maddeleridir. Özbekistan‟ın sanayisi, diğer Orta Asya cumhuriyetlerine oranla daha çok geliĢmiĢtir. Traktör, tarım makineleri, pamuk toplama makineleri, motor, petrol iĢleme makineleri üreten fabrikalar baĢta gelen sanayi kuruluĢlarıdır. Bunların yanı sıra, çimento, kimya, çelik, gıda ve diğer bazı alanlarda da sanayi kuruluĢları bulunmaktadır. Ġmalat sanayiin, gayri safi yurtiçi hasıladaki payı, %16‟dır. alıĢan nüfusun yaklaĢık %18‟i sanayi sektöründe iĢ görmektedir. Kültür ve Edebiyat Özbekistan‟ın tarihten gelen ve zengin bir kültür ve edebiyat temeli vardır. Semerkand ve Buhara Ģehirlerinde Türk dünyasının en ünlü ve dünya çapındaki düĢünürleri, edebiyatçıları, matematikçileri ve bilim adamları yetiĢmiĢtir. Bu durum, Özbeklere çok daha güçlü bir ulusal kimlik bilinci kazandırmıĢtır. Bugün, Özbek edebiyatı diye isimlendirilen edebiyat, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Orta Asya Türk oymaklarının ortak edebiyatı olarak geliĢen ve Türkiye‟de daha çok “ağatay Edebiyatı” olarak bilinen yazın sürecinin devamıdır.

1034

Özbek Halk edebiyatında, saz Ģairleri tarafından destan, türkü ve halk efsanelerinin yanında Ġslam edebiyatının baĢlıca konuları iĢlenmiĢtir. Ayrıca, toplumsal eleĢtiri Ģiirleri de yer almıĢ olup halk Ģiirlerinin çoğu Arap ve Fars edebiyatı temalarının Doğu Türkçesine uyarlanmıĢ biçimleridir. Özbek edebiyatının oluĢumu, 1860‟lardan 1910‟lara kadar süren bir dönemi kapsar. Elli yıllık bir zaman dilimi, ortak Türkistan Ģiirinden modern Özbek Ģiirine geçiĢ dönemidir. Bu dönem Ģairleri, nazım Ģekli olarak halk ve yazılı edebiyatın geleneksel türlerini kullanmakla beraber, Ģiirlerinde Türk toplumunun eskimiĢ ve geri kalmıĢ taraflarını eleĢtirmiĢler, eğitim ve bilimin önemini vurgulamıĢlardır. Özbek Ģiirinin aĢamalarından birini teĢkil eden Cedid Ģiir döneminin en ünlü ismi ise, Abdülhamit Süleyman olpan‟dır. Özbeklerin içinde bulunduğu durumu anlatan Ģiirleriyle tanınan olpan, yönetim tarafından pek sevilmemiĢ, sembolizme sığınarak halka karamsar görüĢleri empoze etmeye çalıĢtığı gerekçesiyle tutuklanmıĢ ve 1937‟de öldürülmüĢtür. Bu dönemde, baĢta olpan olmak üzere Elbek, Batu gibi edebiyatçılar 1937-1940 yılları arasında tutuklanmıĢ, sürgüne gönderilmiĢ katledilmiĢ ya da rejim doğrultusunda Ģiir yazmaya zorlanmıĢlardır. 1960‟lardan sonra Sovyetlerde yaĢanan kısmi serbestlik dönemi Özbek edebiyatında da kendini göstermiĢtir. Gorbaçov‟un iktidara gelmesinden sonra ortaya çıkan “glasnost” ve “perestroika” gibi politikalar edebiyat alanında da olumlu sonuçlar getirmiĢtir. Bugün Özbek edebiyatının en belirgin özelliği, ulusal tarih ve kültürü açıkça yansıtmasıdır. Özellikle Ģiirde görülen bu durum, Özbek Ģiirinin bir “benlik arayıĢı” içinde olduğunu göstermektedir. 1900-1917 yılları arasında geliĢen edebiyat, yeni düĢüncelerin yayılması dıĢında, eğitim görevlerini de yerine getirmeye çalıĢmıĢtır. Burada belirtilmesi gereken bir konu da, Özbekistan‟ın eski Sovyetlerin eğitim açısından en fazla önem verdiği ülkelerden biri olmasıdır. Bu durum yeni tip “Sovyet insanı” yetiĢtirerek Ruslarla yerli halk arasında oluĢabilecek düĢmanlık duygularını giderme kaygısının yanı sıra özellikle bu bölgeye Sovyetlerin Ġslam ülkeleriyle iliĢkilerinde aracı rolü yüklemesinden kaynaklanmaktaydı. Özbekistan‟a yüklenen bu önem, TaĢkent‟in uluslararası bir Ģehir özelliği kazanmasıyla kendini göstermiĢtir. ġehir, bilimsel, dini ve kültürel nitelikteki önemli uluslararası toplantılara ev sahipliği yapmıĢtır. TaĢkent Film Festivali bu faaliyetlerden biridir. Ayrıca, önemli bir dini kuruluĢ olan “Orta Asya ve Kazakistan Dini Ġdaresi” TaĢkent‟te bulunmaktadır. Ülke çapında 34 büyük müze, 6900 kadar kütüphane bulunmaktadır. Özellikle TaĢkent‟te Ali ġir Nevai adıyla Orta Asya çapında değerli yazmalar ve eserlerle dolu bir kütüphane, opera ve sanat müzesi kültür hizmeti vermektedir. Karakalpak Özerk Cumhuriyeti Bugün Karakalpak Özerk Cumhuriyeti‟nin bulunduğu bölge geçmiĢte, Hive Hanlığı‟nın elindeydi. Bölgenin Sovyet yönetimine geçmesinden sonra, 1925‟te Kazak Özerk Cumhuriyeti‟ne bağlandı. 1930‟da Rusya Sovyet Cumhuriyeti‟ne 1932‟de de Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti‟ne bağlı bir özerk bölge yapıldı. Bölgenin nüfusu 1.5 milyon dolayındadır. Burada yaĢayan halkın %33‟ü Özbekler, %32‟si Karakalpaklar, %26.2‟si Kazaklar, %5‟ini Türkmenler, %1.6‟sını Ruslar, kalanını da

1035

Koreliler, Tatarlar ve BaĢkurtlar oluĢturur. Türk soylu olan Karakalpakların %92‟si bu Karakalpak Özerk Cumhuriyeti‟nde, kalanı baĢka yörelerde yaĢamaktadır. Karakalpaklar, Türkçenin Kıpçak lehçeleri grubuna giren bir lehçesini konuĢmaktadırlar. Sünni ve Hanefi olan Karakalpaklar, Orta Asya‟daki Türk halkları içinde dine en çok bağlı olanlarıdır. Sovyet dönemindeki din aleyhtarı propagandaya rağmen Karakalpaklar inançlarını canlı tutmuĢlardır.

Prof. Dr. Devendra Kaushik, “Orta Asya Cumhuriyetleri: 10 Yıllık Bağımsızlık Döneminin Bilançosu”, Avrasya Etüdleri Yaz 2001, TĠKA Yayınları, Ankara, 2001. Jean-Paul Roux, Orta Asya, Tarih ve Uygarlık, Kabalcı Yayınevi, Ġstanbul, 2001. Salih Yılmaz, “Aral Gölü evre Felaketi ve Orta Asya”, Avrasya Etüdleri, Sonbahar-KıĢ 2000, TĠKA Yayınları, Ankara, 2000. Olivier Roy, Yeni Orta Asya ya da Ulusların Yeniden Ġmal EdiliĢi, Metis Yayınları, Ġstanbul 2000. Onarbay ġamĢiyev, “Özbekistan Cumhuriyeti”, Yeni Forum Dergisi, Haziran 1994. Roger D. Kangas, “Uzbekistan: Evoling Authoritarianism”, Current History, April 1994, C. 93, No: 582 Cassandra Cavanaugh, “Özbekistan‟da Muhalefete Yapılan Baskılar”, ev. Eralp Yalçın, Yeni Forum Dergisi, Eylül 1992, cilt: 13, sayı: 280. Donald D. Carlisle, “Uzbekistan and the Uzbek” Problems of Communism, SeptemberOctober 1991.

1036

A. Siyasî GeliĢmeler Bağımsızlık Sonrası Rusya-Özbekistan ĠliĢkileri / Nâzım Cafersoy [s.648659] Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM) Rusya-Ukrayna AraĢtırmaları Masası / Türkiye GiriĢ 1 Eylül saldırısının ardından uluslararası geliĢmeler özellikle Orta Asya bölgesinde ciddi uzun vadeli jeopolitik değiĢiklikleri de beraberinde getirmiĢtir. Saldırılardan Afganistan‟daki Bin Ladin‟i ve Taliban rejimini sorumlu tutarak harekete geçen ABD, Rusya‟nın sürekli “arka bahçesi ve yakın çevresi” olarak telakki ettiği Türkistan coğrafyasına doğrudan müdahale imkanı kazanmıĢtır. Bu durum bölgede Rusya‟nın etkisinden kurtulma çabası gösteren Türk cumhuriyetlerine yeni bir fırsat yaratmıĢtır. Bu Türk cumhuriyetleri içerisinde özellikle Özbekistan öne çıkmıĢtır. Bağımsızlığın ardından Rusya ile iliĢkilerinde bağımsızlığı ilk öncelik olarak belirleyen Özbekistan, 11 Eylül terör saldırısının sağladığı ortamı Rusya‟nın etki alanından temelli çıkma ve bu noktada ABD‟nin desteğini kullanmada en önemli fırsat olarak değerlendirmiĢtir. Özbekistan‟ın bu fırsatı hangi ölçüde kullanabileceği ve Rusya‟nın Orta Asya‟daki etkinliğinin geleceği Rusya-Özbekistan iliĢkileriyle doğrudan bağlantılıdır. Rusya‟nın Türkistan cumhuriyetlerinin nüfus itibariyle en büyüğü olan, Rusya‟yla kara sınırı bulunmayan, ülkesinde Rus askeri bulundurmayan ve zaman zaman Orta Asya‟da bölgesel liderlik söylemini kullanan Özbekistan‟la iliĢkileri bütünlükte Türkistan coğrafyasının geleceğini belirlemede esas unsurlardan biri olarak değerlendirilebilir. 1991 sonrası Rusya-Özbekistan iliĢkilerini Rusya‟nın tarihsel bölgesel egemenlik çabaları ile Özbekistan için temel unsuru olarak öne çıkan siyasi ve ekonomik bağımsızlık giriĢimleri ve güvenlik endiĢeleri bağlamında değerlendirmek gerekir. Ayrıca 11 Eylül‟ün ardındaki geliĢmelerin bu iliĢkileri nasıl etkileyeceği üzerine değerlendirmelere de yer verilerek, bu iliĢkilerin geleceğine iliĢkin ipuçları da yakalamak çabası içinde olunmuĢtur. SSCB öküĢünün Ardından Rusya-Özbekistan ĠliĢkileri Rusya-Özbekistan iliĢkilerine değinmeden önce, Orta Asya‟da 1991 sonrası değiĢen jeopolitik gerçekler üzerinde durmak ve Rusya‟nın Orta Asya politikasına iliĢkin bazı değerlendirmelerde bulunmak Rus-Özbek iliĢkilerinin çerçevesini anlamak bakımından büyük önem arz etmektedir. SSCB‟nin çöküĢü Orta Asya‟da yeni jeopolitik gerçekleri de beraberinde getirdi. Orta Asya bölgesi artık SSCB‟ye bağlı ve Sovyetlerin tek hâkim güç olduğu bir coğrafya değildi ve bölgede yeni cumhuriyetler ortaya çıkmıĢtı. Aslında bu durum Rus ve Sovyet lider kadrosu tarafından kabulü çok zor ve çarpıcı bir olaydı. ünkü arlık Rusya‟sı devlet erkanı ve Sovyet liderleri Orta Asya‟yı, Rusya ve Sovyetler Birliği için büyük askerî ve jeostratejik önemi olan bölge olarak algılamıĢlardır. Her Ģeyden önce Orta Asya, Avrasya kalbgâhının güney sınırında, güneyden gelebilecek her hangi bir

1037

saldırıya karĢı engel oluĢturma iĢlevi yürütmekte; ikinci olarak da imparatorluğun doğusu ile batı arasında hayatî bağlantıyı sağlamaktaydı.1 Fakat Moskova, 1990‟lı yıların baĢına gelindiğinde SSCB‟nin çöküĢü ile beraber Orta Asya‟dan kendi rızasıyla çekilerek Avrasya haritasında muazzam bir jeopolitik boĢluk yarattı.2 Rusya ve ardından Sovyet algılaması içinde geleneksel olarak önemli bir bölge için ilk bakıĢta garip bir durum olarak değerlendirilecek bu geliĢmenin yaĢanmasında bazı yeni yaklaĢımlar etkin olmuĢtur. Birincisi, Sovyet sisteminin çöküĢünün hemen arifesinde Sovyet politik elitinde ekonomik endiĢeler öne çıkmıĢ ve bu bağlamda Orta Asya iflasın eĢiğinde olan Sovyet ekonomisi için yük olarak değerlendirilmiĢtir. Hatta ünlü Rus yazarı Alexsandr Soljenitsin 1990‟da Sovyet liderlerine dikkati Slav coğrafyasının geliĢtirilmesine yöneltmeyi ve Orta Asya‟ya sırt çevirmeyi önermiĢtir.3 Aslında 3 Slav cumhuriyetinin (Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya) SSCB‟nin hukuken dağıldığını ve Bağımsız Devletler Topluluğu‟nu (BDT) kurduklarını ilan ettikleri 21 Aralık 1991 tarihli giriĢimin gerçekleĢmesinde de bu yaklaĢımın etkisinin olduğu söylenebilir. Öte yandan, bu dönemde Rus ulusal çıkar anlayıĢına iliĢkin değerlendirmelerde eski SSCB cumhuriyetlerinin yeni bir önem sıralamasını yapan yayınlar ve analizler öne çıktı. Bu anlayıĢ içerisinde Rusya ile geniĢ sınırları bulunan ve büyük miktarda Rus‟un yaĢadığı Kazakistan dıĢındaki Orta Asya cumhuriyetlerinin öneminin azaldığını gösteren analizlere geniĢ yer verilmekteydi. Örneğin, Ağustos 1992‟de, Rusya‟da gayri resmî bir kurum niteliği taĢıyan, fakat politik etkinlik gücüne sahip DıĢ ve Savunma Politikası Konseyi‟nin hazırladığı “Rusya için Strateji” isimli raporda, hükümete ülkenin kilit çıkarlarının bulunduğu Kazakistan, Beyaz Rusya ve Gürcistan‟la iliĢkilere dikkat gösterilmesi önerisinde bulunulmaktaydı.4 Ġkinci olarak, 1991-1992‟de döneminde Rus politik düĢüncesi içinde ve devletin lider kadrosunda liberal-demokrat düĢünce yükselen bir değerdi. Rusya Federasyonu Devlet BaĢkanı Boris Yeltsin SSCB lideri Mihail Gorbaçov‟a karĢı liberal-demokratik söylemlerle mücadele ederek Rusya‟nın bağımsızlığını ilan etmiĢ ve bağımsız Rusya Federasyonu‟nun demokratik bir geliĢme çizgisini takip etmesi için demokrat ve liberal görüĢlere sahip ve Batı‟yla uzlaĢmacı bir tavır benimsemiĢ Yegor Gaydar baĢkanlığında bir hükümeti iĢbaĢına getirmiĢtir. Rusya‟nın tercih ettiği yeni anlayıĢ dıĢ politika alanına da sıçramıĢ, özellikle 1992‟de bu alan Batı‟yla entegrasyonu savunan Atlantikçilik ile Rusya‟nın kendine özgün geliĢme yolu olduğunu ve dıĢ dünya görüĢünün de buna uygun olarak Ģekillenmesini öngören Avrasyacılık arasında bir mücadeleye sahne olmuĢtur. Bu yaklaĢım mücadelesi sırasında, yani 1992 yılında, görev baĢında olan Rus hükümeti ve onun DıĢiĢleri Bakanı Andrey Kozirev yeni bağımsız ülkelere yönelik net bir dıĢ politika geliĢtirememiĢtir.5 Kozirev‟in kafasını sürekli olarak Batıyla iliĢkiler meĢgul ederken, eski SSCB üyesi devletlerle yeni iliĢkiler kurma sorunu sık-sık gözardı edilmekte veya ertelenmekteydi. Sonuç olarak Rusya‟nın 1991-1992 dönemindeki Orta Asya politikası en iyi biçimde “geri çekilme ve ĢaĢkınlık” kavramları ile ifade edilebilir.6

1038

Fakat Rusya‟nın 1991-1992‟de Orta Asya‟daki etkinliğinin zayıflamasına iliĢkin “geri çekilme ve ĢaĢkınlık” değerlendirmesine temelde Rus liberal elitinden gelen bazı itirazlar da yapılmaktadır. Aslında Rusya‟nın bu bölgedeki etkisinin zayıflaması konusuna farklı bir yorum getiren bu itirazlar; durumu Rus liberal elitinin dıĢ politika anlayıĢı çerçevesinde açıklama çabasındadır. Bu teze göre, Rusya‟nın 90‟lı yılların hemen baĢında bölgenin kendi rızasıyla boĢaltması bilinçli bir tercihti ve kısa bir süre için iktidar olan yeni Rusya liberal elitinin dıĢ politika doktrininden kaynaklanmaktaydı. 7 Bu yeni dıĢ politika anlayıĢının oluĢturucuları olan Rus demokrat politikacılar cumhuriyetler arasındaki derin ekonomik iliĢkiler, ortak ekonomik yapı ve de aynı ruble alanı içinde bulunmanın kendiliğinden entegrasyonu sağlayacağını düĢünüyorlardı. Ayrıca BDT ülkelerinin, savunma harcamalarını azaltacağını dikkate alarak, askerî iĢbirliğinin (özellikle ortak silahlı kuvvetlerin, Hava Savunma Sistemi‟nin ve iletiĢimin korunmasında) sürdürülmesine büyük ilgi gösterecekleri düĢünülüyordu. 8 Fakat Rusya için yeni bir dıĢ politika anlayıĢının gündeme getiren bu görüĢ Rusya iktidar çevrelerinde eski anlayıĢın direniĢi ile karĢılaĢtı ve Rusya‟da iç dengeler nedeniyle etkinliği azalan ve daha sonra da iktidarı kaybeden liberal BaĢbakan Gaydar yönetimi ile birlikte gündemin dıĢında kaldı. Rus dıĢ politikasında ĢaĢkınlık ve farklı akımların kıyasıya mücadelesi ile simgelenen birinci dönem Nisan 1993‟te ilan edilen Yakın evre Doktrini ile sona erdi. 1993-1995 yıllarını kapsayan yeni dönem büyük güç retoriğinin kullanıldığı bir dönemdi.9 Bu anlayıĢ büyük güç statüsünün yeniden vurgulanması, eski Sovyet mekanında tek baĢına egemenliği ve bu coğrafyada Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) dıĢında bir ortak yapılanmanın bulunmasına rıza göstermeyen bir yaklaĢımı içermekteydi.10 Bu nedenle, Rusya Orta Asya‟da da geleneksel sıfır toplamlı oyun anlayıĢına geri döndü.11 Bu dönemde Rusya‟nın bölgede etkinlik kazanma çabaları özellikle, Tacikistan bağlamında etkili oldu. 1996‟da Primakov‟un dıĢiĢleri bakanlığı döneminde Rusya, bölgesel sorunlarda “bekle gör politikası” uygulamak ve ardından sorunlara kendinin faal rol alacağı “pragmatik çözümler” önermek ve BDT entegrasyonunu güçlendirmek çizgisini seçmiĢtir. Rusya özellikle, bölgede giderek artan oranda ortaya çıkan dinî radikalizm ve esasen bu faktörden kaynaklanan güvenlik tehdidinî Orta Asya‟da etkinliğini artırmak için kullanmıĢ; bunu da bölge ülkeleriyle askerî iĢbirliğini artırmak, BDT‟nin askerî çerçevesini daha kapsayıcı boyutlara çekmek ve ġanghay ĠĢbirliği Örgütü‟nün oluĢumu için meĢru bir gerekçe olarak kullanmak gibi hususlarla gerçekleĢtirme çabasına giriĢmiĢtir. Rusya‟nın bölgesel politikasında diğer önemli bir unsur ekonomi, özellikle enerji faktörü olmuĢtur. Rusya etkinliğini BDT çerçevesinde ekonomik entegrasyon sürecini hızlandırma çabalarının yanı sıra Avrasya Ekonomik Birliği benzeri bölgesel örgütler aracılığı sağlamaya çalıĢmıĢtır.12 Ayrıca Rusya‟nın Orta Asya‟ya politikasında enerji faktörü stratejik bir araç olarak öne çıkmıĢ ve Rusya bölgedeki enerji projelerinde en aktif aktör olarak yerini almıĢtır. 13 Rusya‟da Putin‟in iktidar gelmesiyle bu ülkenin Orta Asya politikasında da önemli değiĢiklikler yaĢandı. Putin döneminde Rusya-Orta Asya iliĢkilerindeki değiĢim dört ana hususla ortaya kondu.14 Birincisi, Rus dıĢ politikası, 2000 yazında kabul edilen yeni dıĢ politika doktrine uygun olarak, güçlü bir

1039

pragmatizm duygusu ile yürütülmekteydi. Ġkincisi, Bağımsız Devletler Topluluğu ve onun iskeletini oluĢturan Orta Asya devletleri öncelik arz etmekteydi. Üçüncüsü, ayrıntılı bir Hazar politikası belirlenmiĢti. Son olarak da iliĢkiler çoktaraflı ve iki taraflı biçimde karakterize edilmekteydi.15 Putin döneminde Rusya‟nın bölge politikası, BDT‟nin ekonomik ve güvenlik alanında entegrasyonu, Rusya‟nın bölge enerji projelerinde aktif rol alması ve bölge ülkelerinin güvenlik endiĢelerini kullanarak ikili ve bölgesel güvenlik iĢbirliğini derinleĢtirerek aktif biçimde yürütülmüĢtür. Yeltsin‟den farklı olarak Putin yalnız Kazakistan ve Kırgızistan‟ı güvenilir partner olarak değerlendirmekle kalmamıĢ, bizzat kendisi Türkmenistan‟ı (Mayıs 2000) ve Özbekistan‟ı (Aralık 1999 ve Mayıs 2000) ziyaret etmiĢtir.16 Özetle, Rusya‟nın geçen süreçteki Orta Asya politikasının geldiği nokta, ikinci büyük oyun mücadelesinde bölgesel pozisyon itibariyle ABD, Türkiye, in ve Ġran gibi aktörlere oranla daha kuvvetli bir durumda olması ve bölgesel faktörleri kullanarak etkinliğini sürdürme noktasında baĢarılı olmasıdır. Fakat 11 Eylül‟den sonra uluslararası sistemin tamamını etkileyen geliĢmeler Orta Asya‟daki mevcut dengeleri de derinden etkilemiĢ ve bölgenin stratejik geleceğini kökünden değiĢtirecek yeni koĢulları ve gerçekleri beraberinde getirmiĢtir. Rusya‟nın Orta Asya politikasına iliĢkin bu genel değerlendirmenin ardından Rusya-Özbekistan iliĢkilerini özelde incelemeye geçebiliriz. Fakat bu incelemenin sağlıklı yapılabilmesi için iki ülke arasındaki iliĢkileri genel iliĢkiler çerçevesi ve özel durum olarak nitelendirebileceğimiz güvenlik alanındaki iliĢkiler olarak iki farklı alt baĢlık altında ele alacağız. A.Rusya-Özbekistan İlişkilerininGenel Çerçevesi Aralık 1991‟de SSCB‟nin çöküĢü Rusya ve Özbekistan arasından yeni iliĢkiler çerçevesi geliĢtirilmesi zorunluluğunu beraberinde getirdi. Rus dıĢ politikası ister genel anlamda, isterse de Orta Asya bağlamında yeni politik gerçeklerle karĢı karĢıya kalırken, o güne kadar dıĢ iliĢkileri Moskova‟nın tekelinde bulunan Özbekistan da yeni jeopolitik gerçeklere ve bağımsız devlet olma niteliğine uygun olarak dıĢ politika oluĢturma gerçeği ile karĢı karĢıya kalmıĢtır. Rusya açısından, Özbekistan‟la iliĢkiler bu yeni jeopolitik gerçekler çerçevesinde ve esasen Rusya‟nın Orta Asya politikasının bir parçası olarak değerlendirilmekteydi. Buna uygun olarak Rusya için 90‟ların ilk yılarında Orta Asya‟nın önemindeki göreceli azalma ve bu bölgede mevzilerini kaybetme süreci Özbekistan bağlamında da geçerli olmuĢtur. Fakat 1993‟de Yakın evre Doktrini ile Rusya eski Sovyet mekanında etkinliğini sürdürme kararlığını ilan edince, Özbekistan‟a da özel bir önem atfedilmeğe ve Rusya DıĢiĢleri Bakanlığı resmî belgelerinde “Özbekistan‟ın tarihî, dinî, coğrafî, demografik ve ekonomik faktörler bakımından bölgenin en saygın ülkesi durumunda olduğu”17 görüĢü vurgulanmaya baĢlandı. Rus dıĢiĢleri belgesinde “Rusya‟nın Özbekistan‟la iliĢkileri Orta Asya‟daki yeni bağımsız devletlerdeki Rus menfaatlerinin korunmasında belirleyici unsur olmanın yanı sıra, Orta Asya‟da bizim menfaatlerimize uygun güç dengesinin muhafaza edilmesinde önemli rol oynamakta olduğu” ifade edilmekteydi.18 Ayrıca Rusya‟nın Özbekistan politikasının ayrıntılı olarak ortaya konduğu belgede, bu ülkeyle hem BDT çerçevesinde ve hem de ikili düzeyde iliĢki geliĢtirmenin yararlarına değinilmekte ve izlenecek

1040

dıĢ politikanın stratejik, siyasî, güvenlik, ekonomik ve sosyal araçları konusunda önemli ipuçlarına yer verilmektedir.19 Rusya‟nın Özbekistan konusundaki tavrını etkileyen ve 90‟ların ortalarından itibaren Özbekistan‟ın önemini artıran diğer bir etken bölgesel enerji kaynaklarını kullanmak için Moskova‟nın Orta Asya devletleri ile yeni anlaĢmalar yapma çabaları olmuĢtur.20 Öte yandan Rusya‟nın tekstil bölgelerini sanayicileri ve temsilcilerinden oluĢan bir grup ve Orta Asya‟nın Rusya ulusal çıkarları için önemli olduğunu düĢünen bazı dıĢ politika ve askerî yetkililer bölge ile sıkı iliĢkiler için lobi yapmaya baĢlamıĢtır.21 Orta Doğu uzmanı ve Avrasyacı görüĢleri ile bilinen Yevgeni Primakov‟un Ocak 1996‟da DıĢiĢleri Bakanı görevine atanması Moskova‟nın Orta Asya‟nın önemini vurgulayan Güney stratejisinde kıpırdamaları beraberinde getirmiĢtir. Primakov Özbekistan‟ı da kapsayan ilk resmî ziyaretini Ocak-ġubat 1996 döneminde Orta Asya‟ya yapmıĢtır.22 Fakat Primakov‟un ġubat 1996‟daki TaĢkent ziyareti sırasında, Özbekistan mesafeli davranmıĢ ve her iki ülke arasında yalnızca Özbekistan‟daki Rus azınlığın statüsüne iliĢkin bir anlaĢma imzalanmıĢtır.23 Öte yandan yeni bağımsız Özbekistan‟ın Orta Asya‟nın eski kolonyal gücü Rusya Federasyonu ile iliĢkileri önemli zorluklar ve dönemsel faklılıklar içermiĢtir. Özbekistan‟ın dıĢ politikasının esas amacı Rusya Federasyonu‟nun Orta Asya‟daki rolünü azaltmak olmuĢtur.24 Fakat Rusya ile tarihî geçmiĢinden kaynaklanan iliĢkileri TaĢkent‟e, bu amacının gerçekleĢtirmesi sürecinde, Moskova ile önemli iliĢkilerini kaybettirerek etnik, ekonomik ve güvenlik alanında ciddî sorunlar doğuracağı açıktı. Bu bağlamda uygulanacak dıĢ politika yeni siyasî ve jeopolitik gerçekler ve bölgesel geliĢmeler dikkate alınarak yürütülmek durumundaydı. BaĢta Kerimov olmak üzere Özbekistan üst yönetim kadrosunun SSCB‟nin çöküĢüne hazırlıksız yakalandığı ve yeni siyasî, ekonomik ve askerî gerçeklere hazır olmadığı da bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan Özbekistan ilk baĢta Rusya‟yla iliĢkilerini koparmadan ihtiyatlı hareket etmiĢ ve Rusya‟nın etkisine açık olan BDT‟ye üye olma konusunda acele etmiĢ, 13 Aralık 1991‟de kendisini diğer Orta Asya devletleri ile beraber bu kurumun eĢit statülü kurucu üyesi yapan BDT anlaĢmasını imzalamıĢtır.25 Aslında bir oldu bitti karĢısında biraz da reaksiyoner biçimde BDT üyeliğine imza atmanın ardından Özbekistan kısa bir dönem entegrasyon ve bağımsızlık arasında bir arayıĢ süreci yaĢamıĢtır.26 Ġlk baĢta Kerimov ortak para, ekonominin ortak yönetimi, BDT Merkezî Bankası ve cumhuriyetler arası serbest ticaret yapılmasının destekleyicisi durumundaydı.27 Fakat, Ocak 1992‟de Özbek tarafından BDT‟ye ve özellikle Rusya‟ya iliĢkin ilk kıpırdamalar baĢladı. Rus yetkililerin kendilerini Sovyet yönetiminin ve kurumlarının tek varisi ilan etmeleri ve Rusya‟nın Ocak 1992‟de diğer cumhuriyetleri bu arada Özbekistan‟ı da dikkate almadan ekonominin liberalizasyonu politikalarını uygulamaları

bu

rahatsızlığın

esas

motifini

oluĢturmaktaydı.

Özellikle

Rus

ekonomisinin

liberalizasyonu süreci Sovyetler döneminde kalma bağları nedeniyle Özbekistan ekonomisini zor durumda bıraktı ve fiyatların artması TaĢkent‟te yaklaĢık 20 dolayında kiĢinin öldüğü öğrenci gösterisi ile kendini gösterdi.28 Kerimov Rusya‟nın bu uygulamalarıyla BDT anlaĢması ve Ekonomik Topluluk

1041

anlaĢmalarında yer alan eĢit ortaklık statüsüne aykırı davrandığını belirtti, “bazı cumhuriyetlerin” liderlerini “emperyal tutkularından” vazgeçmeye çağırdı.29 Bu geliĢmelere tepki olarak Özbekistan, BDT ekonomik kurumlarının önemini yeniden değerlendirmeye baĢladı. Kerimov BDT‟nin para ve fiyat konusundaki karar verme mekanizmasına katılmayı sürdürdü, fakat bu kurumların yalnızca Rusya‟nın tekelinde kalmasını desteklemedi.30 Rusya‟nın fiyatların liberalizasyonunun koordine edilmesinde zayıf BDT kurumlarını beklemekte hevesli olmadığı açığa çıkınca, Özbekistan‟ın kendi yoluyla gitmesi süreci daha da netleĢti.31 Kerimov her cumhuriyetin kendi fiyat politikası olması gerektiğini deklare etti. Böylece Özbekistan, Rusya ve diğer BDT cumhuriyetlerine bağımlılığını azaltan bir ekonomi politikası izleme sürecine girdi. SSCB‟nin çöküĢünün doğurduğu Ģoktan kurtulan, Rusya ile BDT çerçevesinde entegrasyon sürecinin yürümeyeceğini anlayan ve izlediği iç ve dıĢ politika nedeniyle Muhammet Salih ve Abdurrahman Pulatov gibi kiĢilerin liderliğini yaptığı muhalefetinin sert eleĢtirileriyle karĢılaĢan Kerimov yönetimi siyasî ve ekonomik anlamda daha bağımsızlıkçı, Rusya‟yla eĢit ikili iliĢkiler kurma çabası gösteren, Rusya‟nın Orta Asya‟daki rolünü küçültmeye yönelen, hatta zaman zaman onunla bölgede rekabet eden politikalar izlemeye baĢladı. Bu politikalar çerçevesinde, Özbekistan 30 Mayıs 1992‟de Rusya ile ikili iliĢkileri düzenleyen anlaĢma imzalamıĢ,32 1993‟den itibaren “Türkistan Ortak Evimiz” giriĢimi ve 1992-1994 döneminde Tacikistan örneklerinde olduğu gibi Orta Asya‟da bölgesel güç gibi Rusya‟yla rekabet eden politikalar geliĢtirmiĢ, 1993‟de Ruble bölgesinden çıkmıĢ ve 13 Kasım 1993‟de kendi millî parasını tedavüle sokmuĢ33 ve 1993‟den itibaren Devlet BaĢkanı Ġslam Kerimov tarafından gündeme getirilerek Nisan 1995‟de kurulan ve Rusya‟yı dıĢarıda bırakan bölgesel örgüt Orta Asya Birliği‟nin kurulmasına öncüllük etmiĢtir.34 Özbekistan, her fırsatta özellikle siyasî tarafı ekonomik ağırlığından daha etkin olduğuna inandığı ve kendisini Rusya ile köklü bir entegrasyona itebilecek her türlü giriĢimden uzak durmaya çalıĢmıĢtır. Bu bağlamda, Moskova‟nın yeni entegrasyon kurumlarına katılma davetini, örneğin, BDT Parlamentolararası Asamblesi‟ne katılmayı kabul etmemiĢ, uluslarüstü kurum olması gerekçesi ile BDT‟ye uluslararası hukukun bir subjesi olma hakkının verilmesini ve BDT Gümrük Ġttifakı‟na girmeyi de reddetmiĢtir.35 Özbekistan 1999‟da Rusya‟ya karĢı diğer BDT üyelerine oranla daha bağımsız davranan cumhuriyetlerin oluĢturduğu GUUAM‟a üye olmuĢ, buna karĢılık Rus etkinliğinin açıkça ortaya çıktığı Avrasya Ekonomi Birliği içerisinde yer almaktan kaçınmıĢtır. Rusya ve Özbekistan arasında iliĢkilerin diğer önemli boyutunu oluĢturan ekonomi alanında iliĢkiler, siyasî alandaki iliĢkilere oranla daha sıkı bir nitelik arz etmiĢtir. Kerimov ülkenin Rusya‟ya bağımlılığını azaltan ve ülkeye özgün bir ekonomik kalkınma politikası uygulamaktaydı. Özbekistan bir yandan kendisinin Rusya‟ya ekonomik bağımlılığını sağlayan eski iliĢkileri yeniden düzenlemekte, ticari partnerlerini çeĢitlendirerek Rusya‟nın bu alandaki ağırlığını azaltma çabasındaydı. Buna paralel olarak ülkenin Rusya‟ya petrol bağımlılığından kurtulması yönünde çaba gösterilmekteydi. Bu çabaların sonucunda 90‟lı yıların baĢında Rusya‟dan yıllık 5,5 milyon ton petrol satın alan Özbekistan, 1996 yılında yıllık 8 milyon ton petrol üretme baĢarısı göstererek Rusya‟dan petrol almayı durdurdu.36

1042

Özellikle, 1996-97 döneminden itibaren ikili ekonomik iliĢikler alanında önemli anlaĢmalar imzalandı. Bu bağlamda Mart 1997‟de Moskova‟da bir araya gelen Rusya BaĢbakanı Viktor ernomirdin ve Özbekistan BaĢbakanı Utkir Sultanov 1998-2000 döneminde Rusya ve Özbekistan arasında ekonomik iĢbirliğinin temel ilkeleri ve yönlerini belirleyen bir anlaĢma imzaladı. 37 Ayrıca Kerimov‟un Mayıs 1998‟de Moskova ziyareti sırasında iki ülke arasında imzalanan ve sayıları 20‟den fazla olan anlaĢmalar içinde iki ülke arasında 10 yıllık ekonomik iĢbirliği anlaĢması da vardı. 38 Putin döneminde Rusya‟nın Orta Asya politikasına iliĢkin değiĢim Rusya‟nın Özbekistan politikasında da önemli bir etki yarattı. Putin‟in iktidarı sırasında Aralık 1999 ve Mayıs 2000‟de Özbekistan‟ı ziyaret ederek önemli ikili anlaĢmalara imza attı. Putin Mayıs 2000‟deki TaĢkent ziyareti sırasında Özbekistan‟ın Rusya için önemini “Özbekistan Rusya‟nın Orta Asya bölgesi ile uluslararası bağlantıları için destek noktası olabilir” ifadesi ile ortaya koymuĢtur. 39 Özet olarak, Rusya-Özbekistan iliĢkilerinin genel çerçevesini bütün olarak değerlendirirsek geçen dönem içerisinde Özbekistan, 90‟ların hemen baĢında SSCB‟nin çöküĢünün verdiği Ģokla ilk baĢta BDT çerçevesinde Rusya ile sıkı ve hatta ekonomik anlamda entegrasyonu öngören bir politik eğilim göstermiĢ, fakat daha sonra Rusya‟nın siyasî ve ekonomik yörüngesinden çıkma ve kendisinin bölgesel liderlik iddiasına uygun olarak Rusya‟nın Orta Asya bölgesindeki rolünü küçültmeyi amaçlayan, bu arada bu ülkeyle normal ikili eĢit statülü iliĢkiler geliĢtirme amacını da göz ardı etmeyen bir politikayı tercih etmiĢtir. Rusya ise, Özbekistan‟ın özellikle BDT bağlamında Rusya‟ya ile sıkı iĢbirliğine girme konusunda arzulu olduğu 90‟ların hemen baĢında, Orta Asya‟ya azalan ilgisi oranında Özbekistan‟la iliĢkilerini de göz ardı edecek bir politika izlemiĢ, 1993‟de Yakın evre Doktrini‟nin ilan edilmesi ile bu iliĢkilere tekrar önem atz etmeye baĢlamıĢ, bölgenin petrol kaynakları da bu ilgiyi teĢvik edici ve zaman zaman da en önemli unsurlardan biri olarak öne çıkmıĢtır. Rusya‟nın özellikle 90‟ların ortalarından itibaren Özbekistan‟la iliĢkilerini geliĢtirme ve hatta BDT çerçevesinde entegrasyona gitme çabaları Özbekistan tarafından hep ihtiyatla karĢılanmıĢ, Rusya ile iliĢkilerde eĢit statülü siyasî ve ekonomik iliĢkiler politikası tercih edilmiĢtir. Putin‟in iktidara gelmesi ile de Rusya‟nın Orta Asya politikasında Özbekistan‟la iliĢkiler daha sistematik ve hızlı biçimde artarak daha sıkı bir düzeye ulaĢmıĢtır. Ġki ülke arasında iliĢkilerin derinleĢmesinde, Putin‟in yeni koĢullara uygulanmıĢ dıĢ politikasının yanı sıra 90‟lı yılların sonundan itibaren artan bölgesel dinî radikalizm tehdidi zorlayıcı unsur olmuĢtur. B. İlişkilerde Özel Durum:Güvenlik Rusya-Özbekistan iliĢkilerinde güvenlik boyutunun farklı bir baĢlık altında ele almamızın nedeni güvenlik iliĢkilerinin genel durumdan farklı bir süreç yaĢamasıdır. Yani iki ülke iliĢkileri genel olarak Özbekistan‟ın Rusya etkisinden giderek daha fazla oranda kurtulması yönünde geliĢme gösterirken, güvenlik alanında 1990‟ların ilk yarısına kadar Rusya‟dan göreceli olarak daha bağımsız bir politika yürüten

Özbekistan

90‟ların

sonunda

giderek

daha

fazla

oranda

bu

ülkeyle

iĢbirliğine

sürüklenmekteydi. Ġki ülke arasında özellikle bölgesel güvenlik alanında iĢbirliğinin daha da

1043

derinleĢmesi ve 90‟ların sonundan itibaren Rusya‟ya avantaj sağlayan bir geliĢme süreci yaĢaması bölgede artan dinî radikalizm tehdidinden kaynaklanmaktadır. Özbekistan, geçen on sene içerisinde bölgesel istikrar ile Rusya‟nın tekeli altına düĢmeme arasında tercih yapma durumu ile karĢı karĢıya kalmıĢ ve bu da iki ülke arasındaki güvenlik iliĢkilerinde zigzaglı iliĢkileri beraberinde getirmiĢtir. Özbekistan bir tarafta SSCB‟nin çöküĢü ile Orta Asya‟da mevcut bölgesel güvenlik sisteminin bozulduğu, özellikle komĢuları Tacikistan ve Afganistan‟daki çatıĢmaların kendisi için de bir tehdit teĢkil ettiği değerlendirmesini yapmaktaydı. Aslında bu tehdit değerlendirmesi oldukça gerçekçiydi. Her Ģeyden önce, çatıĢmalar Özbekistan sınırındaki iki devlet (Tacikistan ve Afganistan) içerisinde yapılmaktaydı. Ġkincisi, her iki çatıĢmada da çatıĢan taraflardan biri dinsel söylemi esas motif olarak kullanmaktaydı ve bu durum çatıĢmaların Özbekistan gibi toplumsal yapısı içinde dinîn önemli bir yer aldığı ve henüz kendi ordusunu oluĢturamamıĢ bir ülkeye sıçramasını teĢvik eden bir husustu. Ayrıca, iç çatıĢmanın yaĢandığı Tacikistan ve Afganistan önemli miktarda Özbek azınlık mevcuttu ve bu da Özbekistan‟ı çatıĢmanın içine çekebilecek bir unsurdu. Bu bağlamda, güvenlik alanında mevcut koĢullarda bölgeye müdahale edebilecek tek büyük askerî güç olan Rusya ile güvenlik alanında iĢbirliğine ihtiyaç duyulmaktaydı. Öte yandan, Rusya‟yla bu alanda iĢbirliği kendi içinde Özbekistan‟ın bağımsızlığını tehdit altına alabilecek ve bu ülkenin Rusya‟nın yörüngesinden çıkmasını engelleyici bir niteliğe sahipti. Bu koĢullarda Özbekistan bölgesel güvenliğini sağlamada Rusya‟yla iĢbirliği yapmak, fakat bu iĢbirliğini kendi bağımsızlığına tehdit edici unsura dönüĢmesini önleyecek askerî ve güvenlik politikası izlemeye baĢlamıĢtır. Bu politikanın esas hedefi, SSCB döneminin güvenlik sisteminin hemen parçalanmasını önleyerek,

bir

yandan

bölgesel

tehditlere

direnmede

Rusya‟nın

ve

diğer

eski

Sovyet

Cumhuriyetleri‟nin desteğini almak ve bu arada da zaman içinde kendi ulusal askerî gücünü oluĢturmaktı. Özbekistan bu amacını gerçekleĢtirmede ilk olarak BDT‟yi uygun bir çerçeve olarak görmekteydi. Bu bağlamda, Özbekistan bir yandan ortak BDT ordusunun kurulmasına karĢı çıkan tek Orta Asya devleti konumundayken,40 öte yandan Kerimov, BDT içinde NATO tipi askerî bir boyutun olması gerektiğini savunmakta ve Özbekistan, 15 Mayıs 1992‟de Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, ve Ermenistan‟la ortak savunma anlaĢması imzalamaktaydı.41 Kerimov bir yandan Mart 1992‟de ülkesindeki BDT sınır kuvvetlerinin kendi kontrolü alan kararı açıklamıĢ, 42 öte yandan 30 Mayıs 1992‟de Rusya ile Özbekistan arasında imzalanan ikili anlaĢmada taraflar “Rusya ve Özbekistan topraklarının ortak stratejik askerî bölge oluĢturması”43 konusunda uzlaĢmaya varmıĢtır. Özbekistan için Rusya ile ister ikili alanda, isterse de BDT çerçevesinde güvenlik iĢbirliğinin temel unsurunu bölgesel güvenlik tehditleri oluĢturduğu için bölgedeki çatıĢmaların durumu iliĢkilerin düzeyini ciddî biçimde etkilemiĢtir. Örneğin, Haziran 1992‟da Tacikistan‟da çatıĢmaların yoğunlaĢması iki ülke arasında güvenlik alanında derin iĢbirliğine yol açmıĢtır. Özbekistan, ilk güvenlik tehdidi olarak, Haziran 1992‟de, Ġslamî köktendincilik söylemiyle Tacikistan‟da askerî faaliyetlerini artıran ve bu ülkede çıkan iç savaĢ sonucunda çoğunluğu Özbek kökenli olan göçmenlerin gelmesine neden olan BirleĢik Tacik Muhalefeti‟ni gördü.44 Özbekistan Ġslamî köktendincilik yayılmasını önlemek için

1044

Rusya ile birlikte hareket ederek Tacikistan ordusunun oluĢturulmasını ve muhalefeti yenmesini sağlamıĢtır.45 1992-1993‟de Tacikistan‟dan gelebilecek tehdit için Rusya ile iĢbirliğine giden Özbekistan, BDT içinde kalmakla beraber bu kurumun askerî entegrasyonuna karĢı çıkar bir tutum sergilemeye baĢlamıĢtır. Bu tavrın takınılmasında, Yakın evre Doktrini‟nin ilan edilmesinin ardından Rusya‟nın BDT çerçevesinde askerî entegrasyon isteklerinin, Özbekistan‟ın kendi güvenlik endiĢelerini gidermekten çok, eski SSCB coğrafyasında denetimi tekrar sağlamaya ve özellikle 1995‟den itibaren de NATO‟nun geniĢlemesine karĢı bir güvenlik bloğu oluĢturma amacına hizmet etmesi yatmaktadır. Bu arada Özbekistan için bölgesel güvenlik dengelerinde önemli değiĢimler yaĢanmıĢtır. Her Ģeyden önce Özbekistan Orta Asya devletleri içerisinde en güçlü ordu niteliği kazanan 70 bin kiĢilik askerî gücünü oluĢturmuĢ ve ordu içinde 1992‟deki yüzde altı oranında olan Özbek kökenli subayların oranını yüzde seksene çıkarmıĢtır.46 KomĢusu Tacikistan‟daki dinî radikalizm tehlikesinin bertaraf edilmesi hususunda alınan mesafenin yanı sıra, Özbekistan, Afganistan‟dan gelebilecek tehdidi de Kuzey Afganistan‟da bölgesel idare kurmuĢ olan Özbek general RaĢit Dostum‟a destek vererek aĢma politikasını izlemeye baĢlamıĢtır. Bu geliĢmeler ıĢığında, azalan bölgesel tehditler nedeniyle Rusya‟ya bağımlılığı göreceli olarak zayıflayan Özbekistan, BDT‟nin çok taraflı askerî entegrasyonunu en sıkı biçimde eleĢtiren üyelerden birine dönüĢmüĢtür. Bu geliĢmeye uygun olarak 1995 yılının baĢında, Özbekistan‟da bulunan BDT BarıĢ Gücünün son parçasını teĢkil eden MĠG-25‟lerden oluĢan hava filosu Tacikistan‟a taĢınmıĢtır.47 Aralık 1996‟da dönemin Rusya Savunma Bakanı Ġgor Rodionov, NATO‟nun doğuya geniĢlemesine karĢın BDT ülkelerinin askerî teknik iĢbirliğini güçlendirme ve kendi aralarında özel anlaĢmalar imzalamasını önerdiğinde48 Kerimov hemen hemen aynı gün içinde bu öneriyi kesinlikle reddettiğini

açıklamıĢtır.49

Özbekistan

Nisan

1999‟da

BDT

Ortak

Güvenlik

AnlaĢmasının

yenilemeyeceğini belirtmiĢ ve Özbekistan DıĢiĢleri Bakanlığı da bu kararın Rusya ile iĢbirliğini etkilemeyeceğini ilan etmiĢtir.50 Özbekistan‟ın Rusya ile güvenlik alanında ikili iĢbirliği de BDT‟dekine benzer bir süreç izlemekteydi. Özbekistan 1995‟den itibaren sınırların korunması ve hava savunması alanında Rusya ile iĢbirliğini azaltmaya baĢladı. Her iki ülke arasında sınır güvenliğinin sağlanması alanında iĢbirliği olmasına rağmen, Afganistan sınırında Rus sınır kuvvetleri bulunmamaktaydı, ayrıca 27 Mart 1997‟de imzalanan ikili anlaĢmada tarafların hava savunması alanındaki iĢbirliğinin bilgi alıĢ veriĢi boyutu ile sınırlı kalması sınır güvenliği ve hava savunması alanında iĢbirliğinin giderek azaldığını göstermekteydi.51 Özbekistan‟ın ülkesinde Rus askerî ve askerî üssü bulundurmaması ve Rusya vatandaĢlarının anlaĢmalı olarak Ulusal Ordu‟da askerî görevler yürütmesine izin veren anlaĢmayı imzalamayan tek Orta Asya ülkesi olması52 da bu ülkenin Rusya ile güvenlik alanındaki iĢbirliğinin sınırlığını anlatma noktasında önemli unsurlar olarak öne çıkmaktadır.

1045

Fakat

1999-2000

döneminde

Orta

Asya‟daki

askerî-politik

olaylar

bölgesel güvenlik

dengelerinde ciddî değiĢimleri beraberinde getirdi ve bu geliĢmeler Rus-Özbek güvenlik iliĢkilerini de yeni bir mecraya soktu. Aslında bölgesel güvenlik geliĢmelerinin iki ana boyutu vardı. Bunlardan birincisi, Afganistan‟da Taliban faktörünün bölgesel güvenliği ve doğrudan Özbekistan‟ın güvenliğinin tehdit edebilecek kadar güç kazanmasıydı. 1994‟te Afganistan siyasî sahnesine giren Taliban 1995‟te Herat‟ı, Ekim 1996‟da Kabili alarak Afganistan‟ın esas egemenine dönüĢtü.53 Kabil‟in alınmasın hemen ardından 4 Ekim 1996‟da Almaatı‟da Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan Devlet BaĢkanları ve Rusya BaĢbakanı ernomirdin bir görüĢme yaparak durum değerlendirmesi yaptılar.54 Toplantıda alınan kararda bu durumun ciddî güvenlik tehdidi yarattığı üzerinde duruldu. Almaatı‟da ayrıca Orta Asya liderleri ortak deklarasyon yayınlayarak Afganistan-BDT sınırında istikrarı bozacak her bir hareketin kabul edilemez olduğunu ve tehdit olarak değerlendirilip BDT Ortak Güvenlik AnlaĢması uyarınca cevap verileceği belirtildi.55 Yalnız Özbekistan, diğer bölge devletlerinden farklı olarak bölgede daha bağımsız bir politika yürütmekteydi ve Afganistan‟daki durumu doğrudan etkileyecek bir aktörle, yani Afgan Özbeklerinin lideri RaĢit Dostum‟la sıkı iĢbirliği içindeydi56 ve kendi bölgesel güvenliğini sağlamada Dostum‟un Kuzey Afganistan‟ın kontrolü altında tutmasının kendisi için tampon bölge nitelik taĢıdığını farkındaydı. Öte yandan nüfusun çoğunluğunu Özbeklerin oluĢturduğu önemli bir bölge olarak değerlendirilmekteydi.57 Fakat, 1998 Sonbahar‟da Dostum‟un Taliban tarafından yenilgiye uğratılması ve Taliban güçlerinin Özbekistan-Afganistan sınırındaki Termez‟i kontrol altına almaları Özbekistan için bu tehdit unsurunu güncel hale getirdi. Özbekistan için ikinci güvenlik tehdidi 1999 yazında yaĢandı. 22 Ağustos 1999‟da Cuma Namangani liderliğinde bir grup Özbekistan Ġslami Harekatı (ÖĠH) örgütü militanı, Tacikistan‟dan Özbekistan‟ın Fergana vadisi ile sınırında yerleĢen Kırgızistan‟ın Batken bölgesine saldırarak dört Japon jeoloğu rehin aldı ve uluslararası bir krize neden oldu.58 Saldıranlar Fergana vadisinin Özbekistan kısmına geçerek Kerimov‟a karĢı isyan baĢlatma peĢindeydiler.59 Namangani‟nin baĢlattığı saldırıya karĢı Kırgız ordusu saldırı baĢlattı, Özbekistan kamplarını bombaladı ve bölgenin üç devletinin ordusu ve Tacikistan‟daki Rus askerî gücü ona karĢı harekete geçti. 60 25 Ekim‟e kadar süren silahlı çatıĢmalar rehineler için Japonya ve Kırgızistan‟dan gizlice 2 milyon dolar fidye aldıktan sonra sona erdi ve BirleĢik Tacik Muhalefetinin desteğini de alan Namangani‟nin grubu Afganistan‟a geçti.61 Ağustos 2000‟de tekrar Afganistan‟dan Tacikistan‟a dönen doğudan Kırgızistan‟dan, güney ve güneybatıda Özbekistan ve Tacikistan‟dan olmak üzere üç taraftan Fergana vadisine saldırı baĢlattı.62 Taliban ve ÖĠH‟nin çifte kıskacı altında kalan Özbekistan 90‟lı yıların hemen baĢındaki gibi ciddî güvenlik tehditleri ile karĢı karĢıyaydı. Bu tehditleri bertaraf etmek için yeni güvenlik politikası Ģarttı. Bu noktada Özbekistan bir yandan Taliban tehdidinî bertaraf etme noktasında Pakistan üzerinden diyalog geliĢtirme çabası gösterdi. Öte yandan, özellikle ÖĠH tehdidinden kurtulması için desteğe

1046

ihtiyaç vardı. Özbekistan Nisan 1999‟da BDT Ortak Güvenlik AnlaĢması‟nı uzatmadığı için bu güvenlik çerçevesini kullanma olanağına sahip değildi. Mayıs 1999‟da üye olduğu kendisinin Batı‟yla ciddî yakınlaĢmanın bir iĢareti olarak görülen GUUAM ise kendisine bölgesel güvenlik garantisi sağlamaktan uzaktı. Bölgede kendisine destek olabilecek tek ülke olarak Rusya öne çıkmaktaydı. Rusya hem bölgeye müdahale gücü itibariyle halen asıl ciddî aktör konumundaydı ve ayrıca 1998‟de TaĢkent‟te yapılan BDT ĠçiĢleri Bakanları toplantısında çerçevesinde Ġslamî köktendinciliğin yayılmasına karĢın BDT çerçevesinde iĢbirliği önermiĢti.63 Özbekistan‟ın Rusya‟ya ihtiyacı bu ülke tarafından da ikili stratejik iliĢkileri geliĢtirmek için iyi bir fırsat olarak değerlendirilmiĢtir. 10-12 Aralık 1999‟da Rusya BaĢbakanı görevinde bulunan Putin Özbekistan‟ı ziyaret ederek “stratejik ortaklık” biçiminde formüle edilen anlaĢmayı imzalamıĢtır.64 Özbekistan‟daki Kerimov-Putin görüĢmesinde Özbekistan‟a yönelik saldırıların geniĢ biçimde konuĢulmuĢ ve Özbek askerî kadrolarının Rusya‟da eğitimini de içeren askerî-teknik iĢbirliği anlaĢması imzalanmıĢtır.65 Ayrıca, Kerimov Rusya‟nın Özbekistan‟daki çıkarlarını tanıdığını açıkça ifade etmiĢtir.66 Ġki ülke arasında bölgesel güvenlik konusu ve Ġslami radikalizm Mayıs 2000‟de TaĢkent‟teki Putin-Kerimov görüĢmesinin de ana temasını oluĢturmuĢtur.67 Özbekistan 21 Haziran 2000‟de kurulan BDT Antiterör Merkezî oluĢturulması kararını da imzalamıĢtır. Rusya-Özbekistan iliĢkilerinin özellikle güvenlik boyutunda hız kazanması Kerimov‟un, genelde terör faaliyetlerinin hız kazandığı ve bölgesel güvenliği tehdit etmeye baĢladığı yaz öncesi dönemde, 3-5 Mayıs 2001‟de Moskova ziyaretinde imzaladığı anlaĢmayla da ortaya konmuĢtur. Taraflar arasında Kerimov‟un Moskova ziyareti sırasında yapılan anlaĢmada bölgesel güvenlik konusuna ayrıntılı biçimde yer verilmiĢ, Rusya Özbekistan‟ın bölgesel güvenlik için önemini vurgulamıĢ, Özbekistan, Rusya‟nın stratejik çıkarlarını tanıdığını belirtmiĢ ve bu ülkenin bölgesel güvenlik ve istikrarın sağlam teminatı olarak gördüğünün altını çizmiĢtir.68 Ayrıca tarafların yaptığı ortak açıklamada “Orta Asya için özellikle Afganistan kaynaklı uluslararası ve dinî terörizmin getirdiği tehditten ciddî endiĢe duyduklarını, bu konuda ikili ve çok taraflı iĢbirliğini geliĢtirme arzusunda” oldukları belirtilmiĢtir.69 Rusya ile güvenlik alanında iĢbirliği sadece BDT Antiterör Merkezî çerçevesinde faaliyetler ve ikili anlaĢmalarla sınırlı kalmamıĢ, Özbekistan 15 Haziran 2000‟de ġanghay ĠĢbirliği Örgütü‟ne üye olmuĢtur.70 Görüldüğü üzere, bölgedeki dinî radikalizm söylemli örgütlenmelerin ister Taliban isterse ÖĠH örneğinde olduğu gibi, özellikle 90‟ların sonundan itibaren güç kazanması daha önce mesafeli nitelik taĢıyan Rusya-Özbekistan güvenlik iĢbirliğinin daha da derinleĢmesine neden olmuĢtur. Gerçekten de bu örgütlemelerin gücünün ve aktivitesinin artması Özbekistan‟ı Rusya ile güvenlik alanında çok sıkı iĢbirliğine gitme zorunda bırakmıĢtır. Bir Rus askerî yetkilisi Taliban faktörünü değerlendirirken onun Rusya ve Orta Asya arasında yakınlaĢmanın ve ġanghay BeĢlisi iĢbirliğinin esas motiflerinden biri olduğunun altını çizmektedir.71 Bazı analizciler, Rusya‟nın da bölgesel güvenlik tehditlerini bölge ülkelerinin kendisine yakınlaĢması için bir baskı unsuru olarak gördüğü ve hatta kullandığına iĢaret etmekteler.72 1998‟de

1047

Rus sınır kuvvetlerinin Kırgızistan‟ı terk ettiklerini ve Özbekistan‟ın da 1999 sonbaharında BDT Ortak Savunma AnlaĢması‟ndan çıktığını dile getiren bir analizci Rusya‟nın bu iki ülkenin politikalarını değiĢtirmemesi durumunda Orta Asya‟da kalmasının çok zor olacağı değerlendirmesini yapmaktadır.73 Bu değerlendirmeden yola çıkan yazar Ağustos 2000‟de Özbekistan‟ın Surhandarin bölgesine saldırının fiilen Tacikistan tarafından desteklenen ÖĠH‟nın gerçekleĢtiğini ve Tacikistan‟ın politik hayatında Rusya‟nın rolünün de değinerek saldırı ile Özbekistan‟ı Rusya‟ya yakınlaĢtırma arasında bağ kurmaya çalıĢmaktadır.74 1990‟ların sonlarına kadar Rusya ile güvenlik alanında iĢbirliğine mesafeli yaklaĢan Özbekistan‟ın 1999‟dan itibaren sıkı bir iĢbirliğine zorlanması süreci ise 11 Eylül‟deki saldırının ardından yeni siyasî geliĢmelerle farklı bir mecraya girmiĢtir. 11 Eylül ve Rusya-ÖzbekistanĠliĢkilerine Etkisi 11 Eylül 2001‟de Dünya Ticaret Merkezî‟ne ve Pentagon‟a yapılan terörist saldırının ardından dünyada artık hiçbir Ģeyin eskisi gibi olmayacağı, uluslararası sistem için yeni bir miladın baĢlayacağı ve dünyanın yeni siyasî gerçekleri ıĢığında tekrar Ģekilleneceği yönünde yorum ve düĢünceler geniĢ bir yelpazede ve her kesimden insan tarafından sık sık vurgulanmaya baĢladı. Ġster siyasîler, diplomatlar, devlet adamları isterse, sosyal bilim uzmanları, özellikle uluslararası iliĢkiler disiplini ile uğraĢan bilim adamları uluslararası geliĢmelerle ilgili söyledikleri ve yazdıkları neredeyse her Ģeyin baĢına 11 Eylül sonrası kavramını koymağa, bu olayın geliĢmelerin seyrini nasıl etkilediği üzerinde fikir beyan etmeye baĢladılar. 11 Eylül saldırısı ve devamındaki siyasî geliĢmeler uluslararası sistemi, bir Berlin Duvarı‟nın yıkılması ve SSCB‟nin çöküĢü kadar olmasa bile, ciddî biçimde değiĢikliklere uğrattı. Bu değiĢiklikler Rusya-Özbekistan iliĢkilerini de ciddî biçimde etkiledi. Bu etkileniĢin esas nedeni ise Afganistan‟ın Orta Asya‟nın hemen sınırında olmasıydı. Bu durum Orta Asya‟yı geliĢmelerden etkilenen en önemli bölge olma konumuna yerleĢtirmekte, bölgenin geleceğini, Rusya‟nın Orta Asya‟daki konumunu ve Rus-Özbek iliĢkilerinin gelecek seyrini doğrudan etkilemekteydi. 11 Eylül saldırısı Orta Asya‟yı küresel bir krizin esas merkezîne dönüĢtürdü. ABD saldırılardan Üsame Bin Ladin‟in El Kaide Örgütü‟nü ve Afganistan‟da ona yerleĢme hakkı veren Taliban rejimini sorumlu tutarak, savaĢ ilan etti. Birden bire ABD‟nin ve tüm dünyanın dikkati Afganistan‟a yöneldi. ABD‟nin Afganistan savaĢında bölge devletlerinin kullanması sorunu Afganistan‟a komĢu devletleri bir anda hayatî stratejik öneme haiz devletlere dönüĢtürdü. Bu bağlamda, Orta Asya devletleri Afganistan‟la savaĢın vazgeçilme ülkeleri olarak, ABD‟nin kullanması gereken kilit devletler konumuna yükseldi. Bu durum ABD‟nin Rusya‟nın “yakın çevre ve öncelikli çıkar alanı” olarak tanımladığı Orta Asya‟da aktivitesini artırmaya ve bölgenin ana aktörlerinden Rusya‟nın tutumunu, diğer Orta Asya bölge devletlerini geliĢmeler karĢısındaki politikalarını köklü biçimde etkiledi. Bu konjonktürde Orta Asya‟da göreceli olarak halen esas aktör olan Rusya‟nın tutumu ister ABD, isterse de Orta Asya devletleri için çok önemliydi. Saldırıdan hemen sonrasında Kremlin

1048

Amerika‟nın Orta Asya‟yı Afganistan‟daki teröristlere saldırma sahnesi olarak kullanmasına karĢıydı.75 Bu konuda ilk açıklama saldırıdan üç gün sonra 14 Eylül 2001‟de Rusya Savunma Bakanı Sergey Ġvanov‟dan geldi. Ġvanov, “Orta Asya ülkelerinin topraklarının NATO‟nun askerî operasyonları için kullanılması hususunun teorik açıdan bile tartıĢılması zemininin bulunmadığını” ve “Orta Asya‟nın BDT Ortak Savunma AnlaĢması‟nın yetki bölgesi olduğunu” belirtmiĢtir.76 Fakat Rusya‟nın bu tutumuna rağmen, Orta Asya devletlerinden Özbekistan ve Kazakistan ABD‟ye destek konusunda aktif davrandılar. Rusya ise geliĢmelerin kendisinin bölgedeki etkinliğini zayıflatmasını önlemek için aktif giriĢimlere baĢladı. Putin, 17 Eylül‟de Orta Asya devlet baĢkanlarını telefonla arayarak uluslararası güvenlik, Afganistan, terörizm ve “ĠstiĢare ve kararlar için BDT çerçevesini kullanma” konularını görüĢtü.77 18 Eylül‟de Putin, Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Vladimir RuĢaylo‟yu bölge devlet baĢkanlarının Kremlin yanında yer almasını sağlama misyonuyla bölgenin beĢ baĢkentine bir haftalık ziyarete gönderdi.78 Rusya bu giriĢimleri ile Orta Asya devletlerine baskı yapmaya çalıĢırken, o sırada ABD‟de bulunan Rusya DıĢiĢleri Bakanı Ġgor Ġvanov ise diplomatik bir jargon kullanarak bu devletlerinin bağımsız karar alma durumunda olduğunu ifade etmekteydi. Rusya‟nın bölge ülkelerini kendi güdümünde hareket etmesini sağlamak için ilk on gün içindeki çabaları kendisine ciddî bir avantaj getirmedi. Bu arada 24 Eylül‟de Rusya, Afganistan sorununda ABD‟ye desteğinin çerçevesini beĢ maddelik bir planla ilan etti.79 11 Eylül saldırısı, Orta Asya devletlerinden Özbekistan tarafından bir fırsat olarak değerlendirildi. Her Ģeyden önce ABD‟nin bölgeye aktif biçimde nüfuz etmesi durumda Özbekistan, Rusya‟ya güvenlik bağımlılığından kurtulacaktı. Böylece Özbekistan, ABD‟nin uluslararası terörizmle mücadelesinin Taliban ve onun yoğun desteğini alarak Özbekistan‟da etkin olmağa çalıĢan ÖĠH‟nin oluĢturduğu tehdidi ortadan kaldırmaya yarayacağını düĢünmekteydi. Ayrıca Kerimov, krizi Batıyla yakınlaĢma olarak değerlendirmekteydi.80 Bu bağlamda, Özbekistan Rusya‟nın baskısına rağmen ABD‟ye tam destek verdiğini açıkladı. Devlet BaĢkanı Kerimov, ABD BaĢkanı George W. Bush‟un 13 Eylül‟de yolladığı mektuba “terörizmle savaĢta çabalarımızın birleĢtirme”si biçiminde karĢılık verdi. 81 Saldırıdan beĢ gün sonra The Washington Post gazetesinde yayınlanan mülakatında Özbekistan DıĢiĢleri Bakanı Abdulaziz Kamilov “Biz bu konuda her türlü iĢbirliğine hazırız” açıklamasını yaptı.82 Kamilov‟a Ġvanov‟un 14 Eylül‟deki demeci hatırlatıldığında, Özbekistan‟ın dıĢ politikasını hiç kimseyle koordine etmek zorunda olmadığını ve ülkesinin esas önceliğinin teröristlerin imhası olduğunu vurgulamıĢtır. Bu arada 22 Eylül‟de basında çıkan “Özbekistan‟a iki Amerikan askerî uçağının indiği” haberi ise Özbek yetkililer tarafından onaylanmasa da yalanlanması için de fazla gayret gösterilmedi. Kerimov “Bugün açıkça belirtmek gerekir ki, biz ABD yönetimiyle uluslararası terörizmle mücadelede iĢbirliği konusunda görüĢmeler yapıyoruz. Bu görüĢmeler sürdürülmektedir ve kimse bunu inkar etmiyor.” biçimindeki açıklamayla ABD ile iĢbirliği yaptığını açıkça beyan etmiĢtir. 83 7 Ekim‟de ABD ve Özbekistan arasında terörizm alanında ikili iĢbirliği anlaĢması imzalanmıĢtır. 84 Ardından 12 Ekim‟de ABD ve Özbekistan arasındaki ortak açıklama iki ülke arasındaki yeni stratejik iĢbirliği evresinin baĢladığını ve ABD‟nin Ġslam Kerimov yönetimine güvenlik garantileri verdiğini

1049

belirmekteydi.85 Ayrıca, Özbekistan Afganistan operasyonu için kendi askerî olanaklarının ABD tarafından kullanılmasına izin vermekteydi.86 ABD‟nin bölgeye ilgisini en üst düzeye çıkarmasını ve Rusya‟ya güvenlik bağımlılığından kurtulmak fırsatı olarak değerlendiren Özbekistan‟ın 7 ve 12 Ekim‟deki anlaĢma ve ortak açıklama konusunda hevesli olması 5 Ekim‟de Taliban‟ın kendisine savaĢ ilanının hemen ardından yapılması bakımından çok anlamlıdır. Bu geliĢmeler ABD‟yi Özbekistan için güvenlik alanında esas aktör yaparken, Orta Asya‟nın güvenlik dengelerinde bu ülkenin söz sahibi olmasının meĢru gerekçesini oluĢturmaktadır. Özbekistan bir yandan ABD‟yle askerî iĢbirliğine daha çok hevesli gözükürken, öte yandan Rusya‟nın Özbekistan‟ın güney sınırlarına kendi sınır kuvvetlerini gönderme önerisini soğuk karĢılamıĢtır.87 Öte yandan, Rusya‟nın Özbekistan‟daki mevzi kayıplarını kabul etmediği Kerimov tarafından sık sık gündeme getirilen bir husustur. Kerimov, Moskova‟nın Özbekistan‟a karĢı enformasyon savaĢı yaptığını açıkladı.88 Kerimov bu savaĢın amacını “Bize kıskançlıkla yanaĢan güçler, bağımsız politikamızı içlerine sindirememekte, bize eski alıĢkanlıklarla yanaĢmaktalar ve Özbekistan‟ın uluslararası arenadaki nüfuzunun her geçen gün artması onları rahatsız etmektedir” açıklaması ile ifade etmek ve böylece Rusya‟yı “emperyal giriĢimlerde” suçlamaktadır. 89 Kerimov, Rusya‟yı Özbekistan içerisinde istikrarsızlık yaratmakta, bölgede durumu kızıĢtırmakta ve Orta Asya cumhuriyetleri arasındaki karĢılıklı güveni ortadan kaldırma ve bu ülkeleri bir birine karĢı kullanma giriĢimlerinde olduğu gerekçesiyle suçlamaktadır.90 Rus resmî devlet yetkilileri, 24 Eylül‟deki Rusya‟nın ABD‟ye vereceğini açıkladığı 5 maddelik destek planının ardından, Afganistan‟daki operasyonlar sürecinde Özbekistan‟ın ve bütünlükte Orta Asya‟nın giderek daha fazla oranda ABD etki alanına açık hale geldiğine iliĢkin endiĢelerini net biçimde ifade etmeseler de, Rus basını bu konuda ciddî endiĢelerin hakim olduğu yazılara geniĢ yer vermektedir. Aslında doğrudan dile getirilmese de Moskova stratejistleri, basının “yeni askerî iĢbirliği” biçimde tanımladığı Washington ve TaĢkent arasındaki iliĢkilerden rahatsızlık duymaktadır.91 Gerçekte de Özbekistan‟ın kendi hava sahasını ABD askerî uçaklarına açması, ABD‟yi Orta Asya güvenlik dengesine giriĢini sağlayan 12 Eylül‟deki ABD-Özbekistan ortak açıklaması ve Amerikan askerî yetkililerin giderek daha sık aralarla bu ülkeyi ziyaret etmesi Rusya‟nı endiĢeye sevk eden geliĢmelerdir. Ayrıca 30 Ekim‟de ABD Merkez Komutanlığı Komutanı General Tommy Franks‟ın baĢkanlık ettiği askerî heyetin Özbekistan ziyareti ile Amerikan askerî varlığının Afganistan operasyonları bağlamında bu ülkeye yerleĢmesi konusunda uzlaĢmaya varılmıĢtır.92 YaklaĢık 1000 kadar Amerikan askerî kuvvetinin Afgan sınırına 90 mil yakınlıkta yerleĢen eski Sovyet askerî havaalanı Hanabad‟a yerleĢmesi de bu rahatsızlığın en önemli unsurunu oluĢturmaktadır.93 Putin‟in Batı yanlısı bir dıĢ politika söylemi çerçevesinde Rus resmî yetkilileri, buna askerler de dahil, ABD askerî kuvvetini bölgeye yerleĢmesine açıkça hayır diyemedikleri ve Özbekistan‟ın bu ülkeyle iĢbirliğine karĢı çıkamadıkları noktada Rus basını devreye girerek durumla ilgili alarm zilleri çalmaktadır. Nezavisimaya Gazeta‟ Kerimov‟un Rusya ile iliĢkilerini bozmadan ABD ile sıkı iĢbirliğine

1050

gittiği” değerlendirmesini yapmaktadır. Rus haber siteleri Afganistan krizinin Rusya, in Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikstan‟ı bir araya getiren ġanghay ĠĢbirliği Örgütü‟nün üyelerinden Özbekistan ve Tacikistan‟ın ABD‟ye yönelmesi ile fiilen ortadan kalktığı değerlendirilmesine yer verilmektedir.94 Moskova‟da yayınlanan aĢırı millîyetçi Zavtra gazetesi, ABD-Özbekistan stratejik iliĢkisine iliĢkin tavrını Özbekistan‟ı “ABD‟nin Asya Eyaleti” gibi haksız bir nitelendirmesi ile ortaya koymuĢtur.95 Moskova‟da yayınlanan haftalık Obşaya Gazeta, TaĢkent‟te görev yapan bir Rus diplomatının Amerikalıların hiçbir zaman bölgeyi terk etmeyecekleri endiĢesine yer vermektedir. 96 Gazete, Rus diplomatın Amerikalıların Özbekistan ekonomisine yatırım yapacaklarını, Ġslamcıların kitlesel hapsine, medyadaki sansüre ve ülkenin komĢu BDT ülkeleri ile sınırlarına mayın döĢenmesine göz yumacağına iliĢkin görüĢlerini yer vermektedir.97 Ayrıca, Rus diplomat Amerikalıların GUUAM‟ı önemli Rus bağlantı hatları üzerinde yerleĢen ülkeler hesabına güçlendirmek isteyeceklerini belirtmiĢtir. Bütün bunlar ıĢığında, 11 Eylül saldırısının ardından Özbekistan Rusya‟ya güvenlik bağımlılığını ABD‟nin yanında yer alarak aĢmaya çalıĢmıĢ ve Rusya ile artık daha fazla güvenlik iĢbirliği içinde olmak istemediğini göstermiĢtir. 11 Eylül‟ün ardından Rus-Özbek iliĢkileri özellikle güvenlik alanında ciddî biçimde Rusya aleyhine geliĢen bir sürece girmiĢ ve dünyanın tek süper gücü ABD gerçek anlamda bölgeye girmiĢtir. Rusya kendisi için Orta Asya‟nın kaybedilmesinin baĢlangıcı anlamını taĢıyabilecek bir süreci en az zararla atlama yönünde çabalar içine giriĢmiĢtir. 11 Eylül‟den 24 Eylül‟e kadarki süre içerisinde Orta Asya cumhuriyetlerini yanına alarak ABD‟nin uluslararası terörizmle savaĢında daha kuvvetli kozlarla pazarlık yapma olanağına kavuĢmak ve bölgenin Amerikan etkisine açılmasını önlemek istemiĢtir. ABD‟nin Afganistan‟a düzenleyeceği operasyonun Taliban‟ı ve dini radikalizm tehdidini ortadan kaldırmasının en aza indirmesinin Moskova‟nın Türkistan‟daki hakimiyetini sona erdireceğini düĢünen Putin, Washington‟un Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden askerî üs talebi üzerine bu cumhuriyetlere ağır baskı yaparak ABD ordusunun Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan‟da konuĢlanmasını engellemeye çalıĢmıĢtır.98 Orta Asya devletlerinden özellikle Özbekistan ve Kazakistan‟ın aktif bir biçimde ABD ile iĢbirliğine hazır olduklarını ilan etmeleri ile Rusya‟nın bu çabaları boĢa çıkmıĢtır. Washington da, Moskova‟ya gerekir ise Rus itirazına rağmen bölgeye gireceğini bildirmesi üzerine, Rusya geri adım atmak zorunda kalmıĢtır.99 24 Eylül‟de Rusya‟nın ABD‟ye Afganistan‟da destek vermesi, hatta Putin‟in Amerika‟yla genel bir stratejik iĢbirliğini öne çıkaran dıĢ politika çizgisi benimsemesi Orta Asya‟da büyük güçler için yeni bir dönemi baĢlatmıĢ gözükmektedir. Bu yeni dönemin esas özelliği Rusya‟nın Orta Asya‟daki etkinliğini ABD ile rekabet değil iĢbirliği yapma temeline dayandırmak istemesidir. Rusya Devlet BaĢkanı Putin 10 Kasım 2001‟de ABD ziyareti öncesi Amerikan gazetecilerine verdiği mülakatında Orta Asya‟da Rusya-ABD rekabetini iĢbirliğine dönüĢmesi gerektiğini belirtmektedir.100 Öte yandan, ABD yönetiminin de Rusya‟yla stratejik iĢbirliği ve yeni iliĢkiler geliĢtirme isteği son dönemde ikili iliĢkilerde

1051

sık-sık gündeme gelen ve en son Kasım ortasında Washington ve Texas‟da yapılan Bush-Putin görüĢmelerinde sürekli dile getirilen bir konudur. ABD‟nin Moskova büyükelçisi Alexander R. Vershbow da yazdığı bir yazıda 11 Eylül saldırısının ardından Putin‟in Amerika‟ya destek verme yönünde stratejik tercih yapmasının Rusya ve ABD‟nin bir çok ortak amacı olan dost ülkeler olduğunu ortaya koyduğu değerlendirmesini yapmıĢtır.101 Aynı büyükelçi yaptığı basın toplantısında ABD‟nin Rusya‟ya, Afganistan‟daki harekat nedeniyle Orta Asya‟da konuĢlanan askerî varlığının kalıcı olmayacağı yolunda güvence verdiğini belirtmiĢtir. Bu açıklama ve değerlendirmelerden ABD‟nin Orta Asya‟daki etkinliğini gerçekten Rusya ile stratejik iĢbirliği temelinde yürütmeyi stratejik bir tercih olarak mı benimsediğini, yoksa Afganistan‟da Rusya‟nın desteğini almak için taktik bir hamle mi olduğunu Ģimdilik kestirmek çok zordur. Aslında bu sorunun cevabı aynı zamanda 11 Eylül‟ün dünya siyasî tarihi ve uluslararası iliĢkiler sistematiğindeki öneminin ortaya konması noktasında ciddî bir ölçüt olacaktır. ünkü tarihsel gelenek ve 11 Eylül‟e kadarki egemen uluslararası iliĢkiler sistematiği Orta Asya‟da iki büyük gücün çıkarlarını uzlaĢtıramadığını ve bu bölgenin genelde tek bir gücün nüfuz alanında olageldiğini göstermektedir. Hele bu iki gücün son elli yılın en keskin rekabetini yapan ABD ve Rusya olduğu düĢünülürse, iki devlet arasında ister genel, isterse de Orta Asya anlamında stratejik iĢbirliğine gidilmesi 11 Eylül‟ün bir milad olup olmadığı konusunu daha net biçimde ortaya koyacaktır.

1 Milan Hauner, What is Asia to Us? Russia‟s Asian Cenrtland Yesterday and Today, Londra ve New York, Routledge, 1992, s. 44-45‟den aktaran Lena Jonson, Russia and Cenrtal Asia: A New Web of Relations, Londra, Royal Institute of International Affairs, 1998, s. 16. 2 Sultan Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, Pro et Contra, Cilt 5, Sayı 3, s. 75. 3 Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 16. 4 “Strategiya dlya Rossii”, Nezavisimaya gazeta, 19 Ağustos 1992, s. 4-5‟den aktaran Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 17. 5 Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 17. 6 Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 17. 7 Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 75. 8 Nikita Lomagin, “Novıe Nezavisimıe Gosudarstva Kak Sfera Ġnteresov Rossii i SġA”, Pro et Contra, Yaz 2000, s. 67. 9 Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 17. 10

Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 18.

11

Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 18.

1052

12

Bu konuda ayrıntılı analiz için bkz Anar Somuncuoğlu, “Avrasya Ekonomik Birliği: Rus

DıĢ Politikasında Yeni Bir Atak”, Stratejik Analiz, Sayı 12, Temmuz 2001, s. 86-91. 13

Rus dıĢ politikasında enerji faktörü konusunda bkz. Nazim Cafersoy, “Enerji

Diplomasisi: Rus DıĢ Politikasında Stratejik Araç DeğiĢimi”, Stratejik Analiz, cilt 1, Sayı 8, Aralık 2000, s. 52-60. 14

Sally N. Cummings, “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin”,

Asian Affairs, Haziran 2001, Cilt 32, Sayı 2, ss. 142-153. 15

Cummings, “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin”.

16

Cummings, “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin”.

17

Rusya Federasyonu DıĢiĢleri Bakanlığı, “Rusya‟nın Bağımsız Devletler Topluluğu

Ülkeleriyle ĠliĢkilerdeki DıĢ Politika Doktrini”, Avrasya Dosyası, Cilt 2, Sayı 3, Sonbahar 1995, s. 143. 18

Rusya Federasyonu DıĢiĢleri Bakanlığı, “Rusya‟nın Bağımsız Devletler Topluluğu

Ülkeleriyle ĠliĢkilerdeki DıĢ Politika Doktrini”, s. 143. 19

Bu konuda ilgili belgenin “Rusya-Özbekistan ĠliĢkileri” baĢlıklı bölümüne bakılabilir.

20

Melvin, Uzbekistan., s. 102.

21

Melvin, Uzbekistan., s. 102.

22

Melvin, Uzbekistan., s. 102.

23

Melvin, Uzbekistan., s. 102.

24

Melvin, Uzbekistan., s. 100.

25

Henry E. Hale, “Ġslam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”, 23 Ekim 2001.

26

Hale, “Ġslam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”.

27

Hale, “Islam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”.

28

Melvin, Uzbekistan., s. 101.

29

Hale “Islam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”,

30

Hale, “Islam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”.

31

Hale, “Islam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”.

32

Mohiaddin Mesbahi, “Russia and Its Central Asia „Near Abroad‟: Towards a Doctrine

for the Periphery”, Hafeez Malik (der), The Roles of the United States, Russia and China in the New World Order, USA, St. Martin‟s Press, 1997, s. 172. 33

Melvin, Uzbekistan., s. 101.

34

Gretsky “Russia‟s Policy Toward Central Asia”.

1053

35

AliĢer Taksanov, “Rossiya i Uzbekistan-Bratya Navek?”, 24 Mayıs 2001.

36

Vladimir

Babak,

“Tsentralnaya

Aziya:

Problemı

Postsovetskoy

Integratsii”,

Tsentralnaya Aziya, Sayı 9, 1997, 37

Petrov. N. I., “Political Stability in the Conditions of the Command-Administrative

Regime”, Alexei Vassiliev (der.), Central Asia: Political and Economic Challenges in the Post Soviet Era, Londra, Sagi Books, 2001, s. 91. 38

Petrov, “Political Stability in the Conditions of the Command-Administrative Regime”, s.

39

Cummings, “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin”,

40

Hale “Islam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”,

41

Melvin, Uzbekistan., s. 101.

42

Hale “Islam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”,

43

Mesbahi, “Russia and Its Central Asia „Near Abroad‟: Towards a Doctrine for the

91.

Periphery”, s. 172. 44

Kasenov. U. T., Bezopasnost Tsentralnoy Azii: Natsionalnıye, Regionalnyıye i

Globalnıye Problemı, Almatı, Universitet “Kaynar”, 1998., s. 70. 45

Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 70.

46

Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 70 ve Jonson, Russia and Cenrtal Asia,

47

Jonson, Russia and Cenrtal Asia, s. 34.

48

26 Aralık 1996 Sayılı Nezavisimaya Gazeta‟dan aktaran Babak, “Tsentralnaya Aziya”.

49

Babak, “Tsentralnaya Aziya”.

50

Melvin, Uzbekistan., s. 103.

51

Jonson, Russia and Cenrtal Asia, s. 34.

52

Jonson, Russia and Cenrtal Asia, s. 34.

53

Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 82.

54

Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 120.

55

Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 120.

56

Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 83.

57

Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 129.

s. 34.

1054

58

Ahmet Rashid, “The Fires of Faith in Central Asia”, World Policy Journal, Spring

2001, Cilt 18, Sayı 1., s. 45-56. 59

Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 84.

60

Rashid, “The Fires of Faith in Central Asia”.

61

Rashid, “The Fires of Faith in Central Asia”.

62

Rashid, “The Fires of Faith in Central Asia”.

63

Melvin, Uzbekistan., s. 102.

64

Grozin. A., “Pervıy Vizit V. Putina v Postsovetskuyu Aziyu: TaĢkent Perehvatıvaet u

Astanı Titul “LuçĢego Druga Moskvı”, 65

Yuriy Egorov, “Uzbekistan Ukreplyayet Oboronu”, 9 ġubat 2000.

66

Sergey Danilov, “Uzbekistan-Toçka Pereseçeniya Ġnteresov”, 5 Nisan 2000.

67

Yuriy Egorov, “Bezopastnost-Glavnaya Tema dlya Putina i Karimova”, 4 Mayıs 2001.

68

Ayrıntılı bilgi için iki devlet baĢkanının yaptığı ortak açıklamaya bkz: “Sovmestnoe

Zayavleniye Prezidentov Rossiskoy Federatsii i Respubliki Uzbekistan”, 24 Eylül 2001. 69

“Sovmestnoe Zayavleniye Prezidentov Rossiskoy Federatsii i Respubliki Uzbekistan”.

70

Sanobar ġermatova, “Taliban Kak Faktör Rossiyskiy Politiki”, Moskoviskie Novosti, 7

Haziran 2000, 71

ġermatova, “Taliban Kak Faktör Rossiyskiy Politiki”,

72

Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 84.

73

Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 84.

74

Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 84.

75

Vladimir Socor, „Central Asia: Not Russia‟s “Neighbhood”, Not Moscow‟s to “Deliver”,

The Fortnight in Rewiew, Jamestown Fondation, Cilt VII, Sayı 19, 28 Eylül 2001, 76

Pobert Cotrell ve David Stern, “Eastern Promises”, Financial Times, 2 Ekim 2001.

77

Socor, „Central Asia: Not Russia‟s “Neighbhood”, Not Moscow‟s to “Deliver”.

78

Socor, „Central Asia: Not Russia‟s “Neighbhood”, Not Moscow‟s to “Deliver”.

79

Socor, „Central Asia: Not Russia‟s “Neighbhood”, Not Moscow‟s to “Deliver”.

80

Pobert Cotrell ve David Stern, “Eastern Promises”.

81

Socor, „Central Asia: Not Russia‟s “Neighbhood”, Not Moscow‟s to “Deliver”.

1055

82

The Washigton Post, 16 Eylül 2001.

83

Jihor Y. E., “Noviy Vitok Rossiysko-Uzbekskih OtnoĢeniy”,

84

“Joint Statement between the Government of the United States of America and the

Government of the Republic of Uzbekistan”, 85

Anthony Baird, “New Alliance Brings United States, Uzbekistan Into Long-term

Embrace”, 86

Baird, “New Alliance Brings United States, Uzbekistan Into Long-term Embrace”,

87

Jihor, “Noviy Vitok Rossiysko-Uzbekskih OtnoĢeniy”.

88

Jihor, “Noviy Vitok Rossiysko-Uzbekskih OtnoĢeniy”.

89

Jihor, “Noviy Vitok Rossiysko-Uzbekskih OtnoĢeniy”.

90

Jixor Y. E., “Uzbekistan na Perepute”,

91

Igor Tobakov, “Moscow Wary About TaĢkent Military Ties With The United States”, 6

Kasım 2001. 92

Josh Machleder, “US General Tight-lipped on Specifics of US-Uzbek Military

Cooperation”, 93

Tobakov, “Moscow Wary About TaĢkent Military Ties With The United States”.

94

Beniamin Ginodman, “Islam Menyayet Orientatsiyu”,

95

Tobakov, “Moscow Wary About TaĢkent Military Ties With The United States”.

96

Tobakov, “Moscow Wary About TaĢkent Military Ties With The United States”.

97

Tobakov, “Moscow Wary About TaĢkent Military Ties With The United States”.

98

Ümit Özdağ, “Terörizm, Küresel Güvenlik ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Kasım 2001,

Cilt 2, Sayı 19, s. 7-8. 99

Özdağ, “Terörizm, Küresel Güvenlik ve Türkiye”, s. 8. ve Rusya‟nın Afganistan sorunu

nedeniyle değiĢen bölge dengeleri üzerine izlediği politika için bkz. Sinan Oğan, “Rusya‟nın Ġkinci Afganistan ıkmazı”, Stratejik Analiz, Kasım 2001, Cilt 2, Sayı 19, s. 52-60. 100

“Vstreça Prezidenta Rossiyskoy Federatsii V. V. Putina s ġef-korrespondentam

Moskovskih Byuro VeduĢih Amerikanskih SMĠ”, 11Kasım 2001. 101

Alexander R. Vershbow, “The Beginning of a U. S. -Russian Alliance?”, Moscow

Times, 25 Kasım 2001.

1056

11 Eylül Saldırılarının Özbekistan DıĢ Politikası Üzerindeki Etkileri / Nermin Guliyeva [s.660-664] Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü / Türkiye GiriĢ Özbekistan sınırları ve ulusal kimliği bakımından Sovyetler Birliği tarafından kurulmuĢ bir cumhuriyettir. 1924‟te 19. yüzyılda Rusya tarafından iĢgal edilen Buhara, Hiva ve Hokand Hanlıklarının toprakları üzerine kurulan Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 1991‟e kadar SSCB içerisinde varlığını sürdürmüĢtür. SSCB‟nin dağılmasıyla Özbekistan iç ve dıĢ politikasında egemen bir devlet haline gelmiĢtir. On yıllık bağımsızlık dönemi boyunca da çok önemli mesafeler katetmiĢtir. Özbekistan bağımsızlığının ilk yıllarından itibaren Rusya‟nın kendi üzerindeki ağırlığını mümkün olduğunca minimize etmeye çalıĢmıĢ, buna karĢın Batı‟nın etkisini arttırmaya çalıĢarak bölgede dengeleri değiĢtirmeye çalıĢmıĢtır. En önemlisi ise ABD, Rusya, in gibi büyük güçlerden herhangi birinin etkisi altına tamamen girmekten kaçınarak bağımsızlık politikası uygulamaya koyulmuĢtur. Bu bağlamda 11 Eylül saldırıları Özbekistan açısından önemli bir geliĢme olmuĢtur. 11 Eylül öncesi güvenlik nedenleri ile Rusya ve in‟in baĢat konumda olduğu ġanghay ĠĢbiliği Örgütü‟ne katılım için baĢvuran Özbekistan, ABD‟ye yapılan saldırılar sonucu Batı ile yakınlaĢma ve aynı zamanda güvenlik tehditlerini ortadan kaldırma fırsatı elde etmiĢ oldu. Zira, Afganistan‟a düzenlenen operasyon, ABD ve Ġngiltere‟yi Afganistan‟a coğrafî bakımdan yakın ülkelerde müttefik arayıĢlarına itmiĢtir. Bu müttefiklerden biri de Özbekistan olmuĢtur. Özbekistan, Afganistan‟la görece iyi korunan sınırları, kapalı bir devlet olması ve halkın yönetimin kontrolü altında olması gibi özellikleriyle ABD‟ye elveriĢli müttefiklik koĢulları sunabilmiĢtir. Bu çalıĢmada, 11 Eylül sonrası geliĢmeler Özbekistan‟ın dıĢ politikasındaki öncelikler açısından Rusya ve ABD ile iliĢkileri bağlamında ele alınacak, önümüzdeki dönem için Özbekistan‟ın kazanımlarının neler olabileceği incelenecektir. Özbekistan DıĢ PolitikasındakiTemel Öncelikler Bağımsızlığını pekiĢtirme ve Orta Asya bölgesinde lider olma Özbekistan‟ın 1991‟den günümüze izlediği dıĢ politikanın önceliklerini oluĢturmaktadır. Bağımsızlık politikası Özbekistan‟ın hem bölge devletleri hem de Rusya ile iliĢkilerinde dönem dönem kendini göstermektedir. Bölge ülkeleri ile ekonomik entegrasyondan yana olduğunu söyleyen Özbekistan Devlet BaĢkanı Ġslam Kerimov, siyasî alanda entegrasyona inanmadığını her fırsatta dile getirmektedir. Fakat, ekonomik alanda da ciddî bir birliktelikten bahsetmek zordur. Bölge devletlerinden Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan‟ın,1 Beyaz Rusya ve Rusya ile birlikte ilk baĢta Gümrük Birliği adı altında kurdukları ve daha sonra Avrasya Ekonomik Birliği‟ne dönüĢtürdükleri örgüte Özbekistan katılmamıĢtır. Özbekistan, özellikle Rusya‟nın baĢat konumda olduğu herhangi bir yapılanmaya girmekten kaçınmaktadır. Ocak 1994‟te kurulan ve Özbekistan‟ın da üyesi olduğu Orta Asya Ekonomik Birliği ise pek önemli sonuçlar elde edememiĢtir.2

1057

Öte yandan, Özbekistan 1999‟da Bağımsız Devletler Topluluğu Ortak Güvenlik AnlaĢması‟ndan da ayrılmıĢtır. Özbekistan, ilk baĢlarda BDT Ģemsiyesi altında her üye devletin kendi ordusu ile katılacağı NATO tarzı bir askerî yapılanmaya gidilmesinden yanaydı. Bu öneri Özbekistan tarafından 15 Mayıs 1992‟de TaĢkent‟te yapılan BDT toplantısında gündeme getirildi.3 Bu toplantı üyeleri açısından önemli bir anlaĢmanın imzalanmasıyla sona ermiĢti. Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan ve Ermenistan arasında varılan ortak bir karara göre taraflardan herhangi birine dıĢarıdan yapılan saldırı tüm taraflara yapılmıĢ olarak algılanacak ve gereken tedbirler alınacaktı. Fakat, daha sonra Rusya‟nın kendi iç ekonomik sorunlarına yönelmesi ve uyguladığı yeni fiyat politikaları ruble alanındaki diğer ülkeler tarafından eleĢtirilmeye baĢlandı. Fiyatlardaki aĢırı artıĢ Özbekistan‟da da yankı buldu: BaĢkent TaĢkent‟te üniversite öğrencileri protesto gösterileri ile hayat koĢullarının ağırlaĢmasına ilk tepki verenlerden oldular. Bu geliĢmeler üzerine Devlet BaĢkanı Kerimov, Rusya‟nın BDT içinde uygulanan ekonomik reformlar konusunda ortak bir karar sonucu hareket etmediğini dile getirdi. Ardından, Kerimov ve Merkez Bankası BaĢkanı Feyzulla Mullazhanov tarafından Rusya‟nın bu Ģekilde devam etmesi sonucu Özbekistan‟ın kendi millî para birimine geçmek zorunda kalacağı açıklandı. 4 Rusya‟nın 1993‟te “yeni ruble”ye geçmesi ile Özbekistan 15 Kasım 1993‟e kendi para birimi “som”u tedavüle soktu. Bu arada, Özbekistan eski SSCB cumhuriyetleri arasında, Birliğin çöküĢü nedeniyle yaĢanan ekonomik çöküntüyü en az zararla atlatanlar arasında olduğunu söylemek pek yanlıĢ olmaz. ġöyle ki, SSCB‟nin dağılmasının hemen ardından, 1992‟de Özbekistan GSYĠH‟si %11.1‟lik bir düĢüĢ gösterirken, sanayideki en büyük düĢüĢ %12.3 oranında olmuĢtur.5 EBRD‟nin istatistiklerine göre, diğer cumhuriyetlerin çoğunda ekonomideki düĢüĢ kendini daha büyük rakamlarla belli etmektedir. Özbekistan genel olarak, Rusya‟nın Orta Asya‟daki askerî etkinliğini azaltmaya yönelik politikalar izlemiĢtir. Moskova‟nın eski SSCB sınırlarını koruma hakkına iliĢkin iddiaları da Özbekistan tarafından olumlu karĢılanmamıĢ, TaĢkent, BDT DıĢ Sınırlarının Savunması Hakkında AnlaĢma‟yı imzalamayı reddetmiĢtir.6 Özbekistan, Moskova ve DuĢanbe arasında 201. Motorize Birliğin 20 yıllık bir süre için Tacikistan‟da konuĢlandırılmasına iliĢkin anlaĢmanın imzalanmasına da karĢı çıkmıĢtır. Bir taraftan Rusya‟nın bölgede askerî varlığına karĢı çıkan Özbekistan, bir taraftan da kendi ordusunu güçlendirmeye çalıĢıyordu. SSCB döneminde askere alınan Özbek kökenli gençler daha çok stroybat diye adlandırılan inĢaat birliklerine gönderiliyordu. Bu nedenle, Birliğin dağılmasından sonra nitelikli Özbek subayların sayısı çok değildi. Fakat, bağımsızlıktan sonra Özbekistan hızlı bir Ģekilde eğitimli Özbek askerinin yetiĢmesi için giriĢimler baĢlattı. SSCB zamanındaki Özbekistan‟ın birlik ordusundaki subay sayısı sadece %6‟yı oluĢturuyorken, 1997‟de bu rakam %85‟e yükseldi.7 Bölge liderliğine gelince, Özbekistan bağımsızlığının ilk günlerinden beri bu arzusunu yerine getirmek için çabalamaktadır. 31 Ağustos 1991‟de uluslararası alanda yeni bir devlet olarak ortaya çıkan Özbekistan, Orta Asya‟nın en güçlü devletlerindendir. Ayrıca, çoğunluğu Özbek olmak üzere yaklaĢık 25 milyonluk nüfusla bölgenin en kalabalık ülkesidir. Bunun yanında, 447 bin km2‟lik

1058

yüzölçümü, verimli toprakları ve doğal kaynakları ile Özbekistan Orta Asya‟da en fazla gelecek vaadeden devletlerden biri olma özelliğini taĢımaktadır. Özbekistan aynı zamanda, bölgede en güçlü askerî yapıya da sahiptir. 50 bin kiĢilik kara kuvvetleri, 9 bin 100 kiĢilik hava kuvvetleri personeli ve 17 bin ile 20 bin arasında değiĢen içiĢlerine bağlı birlik mensubuyla Özbek ordusu Orta Asya‟nın en büyük ordusudur.8 Bir önemli husus da, Orta Asya‟da Özbek nüfusun dağılımıdır. Özbekistan‟ı çevreleyen diğer cumhuriyetlerde yaklaĢık 2,5 milyon etnik Özbek yaĢamaktadır. 9 Bunların çoğu Kırgızistan‟ın OĢ ve Celalabad, Kazakistan‟ın imkent ve Jambıl vilayetleri ve Tacikistan‟ın Hisar bölgeleri yaĢamaktalardır. 10 Sughd

ve

olmak

üzere

Özbek

sınırına

yakın

yerleĢim

birimlerinde

Özbek dıĢ politikasının temel özelliklerini kısaca ele aldıktan sonra iki büyük güç olan Rusya ve ABD ile geliĢen iliĢkilerini irdeleyebiliriz. Rus-Özbek ĠliĢkileri 1990‟ların ortalarından itibaren toparlanmaya baĢlayan Rusya tekrar gözünü Orta Asya‟ya çevirdi. Bölgedeki hidrokarbon yataklarının üzerinde kontrolünü artırmaya çalıĢan Rusya, diğer sanayi alanlarında da Orta Asya ülkeleri ile iĢbirliğine yöneldi. Nitekim, bu dönemde Rus tekstil bölgelerinden sanayiciler Özbekistan pamuğunu değerlendirme teklifleri ile ülkeye geldiler. Öte yandan, 1996‟da Rusya Federasyonu DıĢiĢleri Bakanı olarak Yevgeni Primakov‟un atanması ile Rusya güney bölgelerle daha fazla ilgileneceğinin sinyalini vermiĢ oldu. Bir Orta Doğu uzmanı olan Primakov‟un, göreve gelir gelmez ġubat 1996‟da gerçekleĢtirdiği Orta Asya gezisinin bir durağı da Özbekistan‟dı. Fakat, planlananın aksine, ziyaret sırasında sadece bir anlaĢma imzalanabilmiĢti.11 Ġmzalanamayanların içerisinde Özbekistan‟daki Rusların durumuna iliĢkin bir anlaĢma da vardı. Buna karĢın Özbekistan ve Rusya birbirleri için önemli ticaret ortakları olarak kalmıĢlardır. 2000 yılı itibariyle Rusya‟nın dıĢ ticaretinde Özbekistan dördüncülüğü korurken, 1991-2000 yılları arasındaki rakamlar Özbekistan‟ın en büyük dıĢ ticaret ortağının Rusya olduğunu göstermektedir.12 Özbekistan ve Rusya arasındaki iliĢkilerde Tacikistan ve Afganistan‟da baĢlayan çatıĢmalar dönüm noktasını oluĢturmuĢlardır. Bağımsızlık sonrası Tacikistan‟da radikal Ġslâmî eğilimlerin yükselmesi sonucu çıkan iç savaĢ ve Afganistan‟da mücahitler arasında verilen iktidar savaĢı Özbekistan‟da ciddî güvenlik kaygısı yaratmıĢtır. Özbekistan‟ın Afganistan ve Tacikistan‟la ortak sınırlara sahip olması doğal olarak, çatıĢmaların kendi içine taĢmasını engellemek amacıyla bu sınırların güvenlik altına alınması için gerekli tedbilerin alınmasına zorlamıĢtır. Bu noktada, Rusya‟yı bölgede güvenlik ve istikrarı koruyabilecek tek güç olarak gören Özbekistan, Moskova‟yla iliĢkilerini iyileĢtirmeye çalıĢmıĢtır. Afganistan ve Tacikistan‟da olanları sadece bölge için değil, tüm BDT için bir köktendincilik tehdidi olarak değerlendiren Rusya, aynı görüĢte olan Özbekistan ile ortak tehdit algılaması sonucu özellikle güvenlik alanında sıkı iĢbirliğine yönelmiĢtir. Tacikistan‟daki savaĢın 1997‟de sona ermesi doğu sınırları açısından bir miktar rahatlamaya neden olmuĢsa da, 1996‟da

1059

Afganistan‟da aĢırı dinci Taliban hareketinin yönetime gelmesi güneydeki tehdit algılamasını daha da arttırmĢtır. Fakat, Özbekistan Taliban‟a karĢı mücadelede kendi kartını, Afganistan‟ın kuzey bölgelerindeki Özbek nüfusun lideri General AbdurraĢid Dostum faktörünü kullanmayı ihmal etmemiĢtir. 1997-98‟e kadar Dostum birliklerine maddî ve manevî ciddi destek veren Kerimov, bu Ģekilde Taliban‟ı kendi sınırlarından uzak tutmaya çalıĢmıĢtır. Fakat, Afganistan‟da savaĢın çıkmaza girdiğinin anlaĢılması Özbekistan‟ı tehlikeli bir oyuna girmekten kaçınmaya itmiĢtir. Bu bağlamda, Ekim 1998‟de Rusya Federasyonu Devlet BaĢkanı Boris Yeltsin‟in TaĢkent‟i ziyareti iki ülke arasındaki iliĢkilerin temel boyutunu ortaya koymaktadır. Yeltsin‟in Kerimov‟la yaptığı temasların ana konusunu Taliban oluĢturdu. GörüĢmeler sonucu iki ülke arasında herhangi birine saldırının düzenlenmesi halinde diğerinin yardımda bulunacağına dair bir anlaĢma imzalandı.13 ABD-Özbekistan ĠliĢkileri 1994‟e kadar Özbekistan-ABD iliĢkilerinde insan hakları ve demokrasi sorunları Özbekistan için hep pürüzlü noktaları oluĢturmuĢtur. Fakat, Afganistan‟daki Taliban yönetimi ve bu yönetimin Orta Asya‟dan gelen aĢırı dinci gruplara kucak açması Özbekistan‟ı sadece Rusya ile değil, Batı ile de güvenlik alanında iĢbirliği arayıĢlarına itmiĢti. 1994‟e kadarki dönemde Batı, özellikle de ABD tarafından Özbekistan‟ın politikasına yönelik bazı çekinceler ileri sürülüyordu. Hatta, dönemin ABD BaĢkan Yardımcısı Al Gore Orta Asya gezisini TaĢkent‟e uğramadan tamamlamıĢtı. Buna rağmen, bir süre sonra Özbekistan yönetiminin Ġran, radikal Ġslâm ve Rusya karĢıtı söylemlerine ABD kulak vermeye baĢladı. Aynı zamanda, Özbekistan kendini istikrarlı, Batı yanlısı ve güçlü bir devlet olarak empoze etmeye çalıĢıyordu. Batı‟da da güçlü bir Özbekistan‟ın aslında, Batılı yatırımları koruyabileceği görüĢü giderek yaygınlaĢmaya baĢladı. Öte yandan, Özbekistan‟ın diğer Orta Asya ülkelerine göre Rusya‟dan daha uzak politikalar izlemesi de ABD dıĢ politika çevrelerince olumlu bir faktör olarak değerlendiriliyordu. ABD‟nin kapılarını Özbekistan‟a açması ile ağırlıklı olarak güvenlik alanında iĢbirliği geniĢletilmeye baĢladı. Özbekistan‟ın 13 Temmuz 1994‟te imzalanan anlaĢma ile NATO‟nun BarıĢ Ġçin Ortaklık programına aktif bir Ģekilde katılması ve BDT Ortak Güvenlik AnlaĢmasından ayrılması ile GUUAM‟a 24 Nisan 1999‟da üye olması ABD ile iĢbirliği konusunda TaĢkent‟in kararlılığını ortaya koymuĢtur. Böylece, ABD-Özbekistan iliĢkilerindeki bazı görüĢ farklılıkları yerini ekonomik ve stratejik bağlara bırakmıĢ oldu. Bu noktada, Türkiye ve Ġsrail‟in Orta Doğu‟da ABD için arz ettikleri müttefik konumunu Özbekistan‟ın Orta Asya‟da üstlenmeye çalıĢtığı söylenebilir.14 DıĢ Politikada Kerimov Faktörü Özbekistan otoriter bir devlet yapısına sahiptir. Aralık 1991‟de resmî verilere göre %86‟lık bir oy oranı ile Devlet BaĢkanı seçilen Ġslam Kerimov, ülkenin tüm siyasî kurumlarını baĢkanlık makamına bağlı hale getirdi.15 Kerimov‟un kurduğu sistemin Ģu önemli öğelerden oluĢtuğu söylenebilir: Güçlü bir

1060

baĢkanlık sisteminin kurulması; muhalefetin etkisiz hale getirilmesi; medya üzerinde sıkı kontrolün sağlanması ve siyasî elite mensup kiĢilerin tasfiyesinin devamlı olarak sürdürülmesi.16 On yıllık baĢkanlık yönetimi boyunca içte sıkı kontrolü sağlayan Kerimov dıĢ politikada da tek söz sahibi olmayı baĢarmıĢtır. Bu bağlamda, Kerimov‟un kendi Özbekistan 21. Yüzyılın Eşiğinde isimli kitabında Özbekistan‟ın dıĢ güvenliğine baĢlıca tehdit olarak yer verdiği konular ülkenin dıĢ politikasının belirlenmesinde önemli etken olmaktadırlar. Bunlar; bölgesel gerginlikler, köktendincilik, süper devlet Ģovenliği ve saldırgan milliyetçilik ve etnik çatıĢmalar olarak özetlenebilir.17 Daha önce Özbekistan‟ın Rusya ve ABD ile iliĢkilerinde ele aldığımız geliĢmelere bakarsak, Kerimov‟un ön plana çıkardığı tehdit unsurlarının bu iliĢkilerde öncelikli konular olarak yer aldığını görürüz. Dolayısıyla, Kerimov için tehdit olarak algılanan bir faktör devletin tümü için bir tehdit kaynağı olmaktadır. 11 Eylül‟le Girilen YeniDönemde Özbekistan‟ın Konumu 11 Eylül‟de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon‟a yapılan saldırılar sonucu terörle mücadelede ABD‟nin müttefikleri arasına giren Özbekistan için bu geliĢme yeni bir dönüm noktası oldu. Kamuoyundan gizli tutulmasına rağmen Özbekistan ABD ile krizin ilk günlerinden baĢlayarak sıkı temaslar içindeydi. Özbekistan terörle mücadele amacıyla hava sahasını insani yardım ve güvenlik amacıyla kullandıracağını açıkladı. Bu çerçevede, Özbekistan‟ın Termez ve Hanabad hava alanları Afganistan‟a yönelik operasyon amacıyla ABD ve müttefiki Ġngiltere‟nin kullanımına açıldı. Afganistan sınırındaki Amuderya nehrinin kıyısında kurulan Termez, tarihte Kabil ve Delhi‟ye uzanan yolların baĢlangıcı olmuĢtur. M.S. 329‟da Büyük Ġskender tarafından günümüzdeki Termez‟e yakın bir yerde Ģehir kurulmuĢ, Termez‟in kendisi ise M.S. 1220‟de Cengiz Han tarafından yağma edilmiĢtir. Eski Ġpek Yolu‟nun önemli uğrak yerlerinden biri olan bu Ģehirde 1894‟te Rus çarı tarafından devasa bir kale inĢa edilmiĢtir. Kale, Afgan sınırındaki ilk Rus garnizonu olmuĢtur. 18 Ġlginçtir, Aralık 1979‟da Sovyet Ordusu‟nun Afganistan‟ı iĢgali sırasında ordu birliklerinin geçtiği kapı olan Termez, ABD‟nin düzenlediği operasyon sırasında da havaalanını Afganistan‟a yardım gönderilmesi için insanî yardım kuruluĢlarının uçaklarına açıldı.19 Daha önce dünya kamuoyunun herhalde hiç duymadığı Hanabad köyü yakınlarındaki üs, KarĢi Ģehrinden 12 km. uzaklıktadır. Hanabad üssü 1980‟li yıllarda Sovyet hava kuvvetleri tarafından Afganistan‟da askerî operasyonlar yapılması amacıyla kullanımaktaydı. Üsse giriĢ ve çıkıĢların yasaklanması daha fazla bilgi edinilmesine engel olmakla birlikte, uzmanlar, hava alanının teknik açıdan iyi durumda olduğunu belirtmektedirler.20 5 Ekim 2001‟de Özbekistan ve ABD arasında imzalanan anlaĢmayla iki ülke iliĢkileri bir anlamda doruğa ulaĢtı. Bu anlaĢmayla Hanabad üssünün kullanımının hukukî temeli oluĢtu ve terörle mücadele çerçevesinde Özbekistan‟a Taliban tarafından yapılacak herhangi bir saldırı ihtimaline karĢı da ABD‟nin yardıma geleceği açıklandı.

1061

ABD ile iĢbirliğini Özbekistan‟ın kazanımlarını ele alan alt baĢlıklar halinde incelersek bu iĢbirliğinin önemini daha iyi bir Ģekilde ortaya koymuĢ oluruz: Birincisi, terörle mücadele çerçevesinde Özbekistan için üç yıldan beri önemli bir tehdit kaynağı olan Özbekistan Ġslam Hareketi‟nin (ÖĠH) ortadan kaldırılması ya da en azından etkisiz hale getirilmesi; ÖĠH ve lideri Cuma Namangani‟nin Taliban‟la olan bağlantıları bilinmektedir.21 Kampları ağırlıklı olarak Afganistan‟da bulunuduğu bu örgüt 15 Eylül 2000‟de ABD tarafından terörist örgütler listesine de alınmıĢtır. ÖĠH‟nin 1999 ve 2000 yaz aylarında Özbekistan‟ın ve Kırgızistan‟ın güneyine düzenlediği terörist saldırılar ve bölgenin bu tür saldırılara açık olması istikrarsızlığa ve güvenlik sorunlarına neden olmaktadır. Ġkincisi, savaĢ sonrası Afganistan‟da oluĢturulacak yeni bir yapılanmadan Özbekistan‟ın da pay alması; ABD‟nin Afganistan‟a yönelik politikalarında enerji boyutunun önemi azımsanmayacak kadar büyüktür. Daha 1994-95 yıllarında ABD‟li Unocal Ģirketinin Afganistan ve Pakistan‟da Orta Asya enerji kaynaklarının Güney Asya‟ya taĢınması projelerine iliĢkin görüĢmeler yaptığı bilinmektedir.22 Afganistan‟da kurulacak yeni bir yönetim de büyük olasılıkla bu tür proje teklifleri ile karĢılaĢacaktır. Bu bağlamda bir kara devleti olan Özbekistan‟ın da kendi doğal gaz ve petrolünü bu projeler aracıyla dünya piyasalarına ulaĢtırmaya çalıĢması olanaklı görülmektedir.23 Üçüncüsü, Özbek kökenli General Dostum‟un Afganistan‟daki baĢarısıyla Afganistan‟ın kuzey bölgelerindeki Özbeklerin pozisyonunun güçlenmesi; Özbekistan‟la sınır bölgelerdeki etnik Özbekler ve Dostum‟la Kerimov‟un uzun süreden beri temas halinde olduğu bilinmektedir. Kerimov, Dostum birliklerini destekleyerek Özbekistan sınırları ve Taliban‟ın kontrolü altındaki bölgeler arasında bir tür tampon bölge oluĢturmaya çalıĢıyordu. Özbekistan‟la iyi iliĢkiler içinde olan Dostum‟un Afganistan‟da yeni kurulacak yönetimde önemli bir rol edinmesi halinde Kerimov‟un ülkesinin güney sınırlarını güvence altına almasıyla birlikte iki liderin stratejik ortaklığı da pekiĢmiĢ olacaktır. Dördüncüsü, Özbekistan‟a Batılı ülkeler tarafından yapılacak yatırımlarda artıĢ beklentisi; Batı ile stratejik anlamda yakınlaĢma sonucu özellikle, askerî alandaki yatırımların artması muhtemel görülmektedir. ABD‟nin Özbekistan‟daki fiili mevcudiyeti bu yatırımların güvence altına alınması açısından önemli bir etken olacaktır. Bunun yanında, Özbekistan‟a Batı‟dan ve uluslararası kredi kuruluĢlarından yardımların gelmesi de muhtemel bir geliĢmedir. ABD Ģimdiden Özbekistan‟a iĢbiliği karĢılığında 8 milyar dolar hacminde finansal yardım ve tarım ve sanayi yatırımı teklif etmiĢtir. 24 Ve nihayet, ABD ile stratejik ortaklığın Özbekistan‟ın Orta Asya‟daki konumunu güçlendirmesi; Özbekistan için belki de en önemli kazanım bu olacaktır. Bundan böyle hem Moskova hem de Washington Özbekistan‟a söz hakkı tanıyacaktır. Ġki büyük güç ile iyi iliĢkiler içinde olması TaĢkent‟in bölgedeki pozisyonunu güçlendirecektir. Batı‟dan gelmesi beklenen yatırımlar ve finansal yardımların ekonomik kalkınmaya destek olması, Rusya‟nın ise politik desteği Özbekistan‟ın Orta Asya‟daki komĢuları ile iliĢkilerinde biraz daha kendinden emin adımlar atmasını sağlayacaktır. Sonuç

1062

Özbekistan‟ın, 11 Eylül sonrasında Batı ile ciddî bir Ģekilde yakınlaĢtığı gözlenmektedir, ama bunun Rusya ile iliĢkileri kötü yönde etkileyeceğini söylemek pek doğru olmayacaktır. Özbekistan‟da üs kurulması ile ABD askerleri sadece Orta Asya‟ya değil, BDT sınırları içine de ilk defa ayak basmıĢ oldu. Bu durumun, doğal olarak, Rusya tarafından memnuniyetle karĢılanması beklenemez. Nitekim, Özbekistan‟ın hava sahasını açacağını bildirdiği ilk günlerde Rus basınında Özbekistan aleyhine birçok yazı yayımlandı. Hatta, Devlet BaĢkanı Kerimov, Özbek kamuoyu karĢısında Rusya‟nın Özbekistan‟a karĢı enformasyon savaĢı baĢlattığını iddia ediyor, Rusya‟nın Özbekistan‟ın bağımsız politika izlemesini ve kendi güvenlik sorunlarını kendi baĢına çözme çabasını hoĢ karĢılamadığını dile getiriyordu.25 Fakat, ABD ve Rusya arasında yakınlaĢma dönemine girilmesi ile Orta Asya‟da da rekabetin belki bir süre için rafa kaldırıldığı görülmektedir. Rusya Federasyonu Devlet BaĢkanı Vladimir Putin, kendisi ile yapılan bir söyleĢide bu konuyu çok iyi formüle ederek, Rusya‟nın eski korkuları ile hareket etmesinin artık iyi sonuçlar vermeyeceğini dile getirdi. Putin‟e göre, Orta Asya devletleri bağımsızdır ve dıĢ politikalarında bağımsız karar verme serbestliğine sahiptir. Fakat, Rus Devlet BaĢkanı, bu devletlerin attıkları adımları aynı zamanda Rusya ile koordine ettiklerini de vurduladı. Bu bağlamda, Özbekistan‟ın krizin ilk günlerinden beri attığı adımlar Putin‟in görüĢleri ile örtüĢmektedir. Özbekistan terörle mücadelede ABD‟ye tam destek verdiğini açıklarken, Moskova ile diyaloğunu da paralel bir Ģekilde yürütmektedir. Putin‟in ABD seferinden önce ve sonra Kerimov‟la yaptığı telefon görüĢmeleri koordine edilmiĢ bir tutumun sergilendiğini göstermektedir. Özbekistan‟ın 10 yıl boyunca izlediği politikalar dikkatli bir Ģekilde ele alındığında her iki güç arasında bir denge politikasının yürütüldüğü izlenimi hakim olmaktadır. Özbekistan özellikle güvenliğinin tehdit altında olduğu dönemlerde bu iki güçten birine yakınlaĢmaktadır. Bunu yaparken de, diğeri ile iliĢkilerini bozmamayı da göz ardı etmemektedir. Özellikle, Rusya ile iliĢkilerini herhangi bir örgüt Ģemsiyesi altında değil, ikili anlaĢmalar çerçevesinde yürütmeyi tercih etmektedir. Özbekistan‟ın bu yıl ġanghay ĠĢbirliği Örgütü‟ne üyelik baĢvurusu ve Kerimov‟un 5-6 Mayıs 2001‟de Moskova‟ya yaptığı ziyaret o dönemde Özbekistan Ġslam Hareketi‟nin muhtemel saldırı beklentisi ile açıklanabilir. ABD‟nin bu tür saldırıların düzenlenmesi halinde bölgeden uzaklığı Özbekistan‟ı Rusya‟ya yönelmeye zorlamıĢtır. Fakat, bugün ABD‟nin bölgedeki askerî varlığı Özbekistan‟ın Rusya ile sıkı askerî iĢbirliğine girmesini zorunlu kılmamaktadır. Son olarak, Özbekistan‟ın dıĢ politika alanında yeni ve kendisi açısından iyi bir döneme girdiğini söyleyebiliriz. Batı ile müttefiklik uluslararası platformda Özbekistan‟a prestij kazandıracaktır.

1 1995‟de kurulan bu örgüte Tacikistan 1999‟da katıldı. 2 Uzbekistan, EIU Country Profile 2001, The Economist Intelligence Unit, Londra, 2001, s. 10. 3 Neil J. Melvin, Uzbekistan: Transition to Authoritarianism on the Silk Road, Amsterdam, Harwood Academic Publishers, 2000, s. 101.

1063

4 Henry E. Hale, “Islam, State-Building and Uzbekistan‟s Foreign Policy”, Ali Banuazizi ve Myron Weiner (der.) The New Geopolitics of Central Asia and Its Borderlands, Bloomington, IN: Indiana University Press, 1994. 5 William Fierman, “Political Development in Uzbekistan: Democratization?”, Karen Dawisha, Bruce Parrott (der.), Conflict, Cleavage, and Change in Central Asia and the Caucasus, 6 Melvin, Uzbekistan, s. 101. 7 Melvin, Uzbekistan, s. 102. 8 International Institute for Strategic Studies, The Military Balance, 2000/2001, Londra, Oxford University Press, 2000. 9 CIA Factbook 2001. 10

Bu konuda Özbekistan‟la yaĢanan kriz için bkz.: Nermin Güler, “in‟le Özbekistan

Arasında Kırgızistan: Sınır Sorunları”, Stratejik Analiz, Sayı 15, Temmuz 2001, ss. 55-61. 11

Melvin, Uzbekistan, s. 102.

12

Uzbekistan, EIU Country Profile 2001, The Economist Intelligence Unit, Londra,

2001, s. 49. 13

Melvin, Uzbekistan, s. 103.

14

Melvin, Uzbekistan, s. 109.

15

Bogdan Szajkowski, Krystyna Vere-Bujnowski, “Uzbekistan”, Bogdan Szajkowski

(der.), Political Parties of Eastren Europe, Russia and the Successor States, Essex, Longman Group Limited, 1994, ss. 605-615. 16

Melvin, Uzbekistan, s. 31.

17

Ġslam Kerimov, Özbekistan 21. Yüzyılın EĢiğinde, Ankara, Bilig, 1997.

18

Ahmed RaĢid, Orta Asya‟nın DiriliĢi (Ġslam mı, Milliyetçilik mi?), çev. Osman .

Deniztekin, Ġstanbul, Cep Kitapları, 1996, s. 100. 19

“Uzbekistan: Tashkent Agree To Moving Aid To Afganistan”, RFE/RL, 25 Ekim 2001.

20

Sanobar ġermetova, “Zasekreçennıy KiĢlak”, Moskovskiye Novosti, 17 Ekim 2001.

21

Makalenin yazıldığı tarihte kesin olarak doğrulanmamakla birlikte Cuma Namangani‟nin

ölümü hakkında bilgiler gelmiĢtir. 25 “Türkmenistan‟ın Doğal Gazı ve Petrolü Afganistan Üzerinden Pakistan‟a Gidecek mi?”, Avrasya Dosyası, Afganistan ve Pakistan Özel Sayısı, Sonbahar/KıĢ, Cilt 4 (3-4) 1998/99, ss. 119-127. 22

Özbekistan‟ın 2000 sonu itibariyle ispatlanmıĢ doğalgaz rezervleri 66, 2 Tcf, petrol

rezervleri ise 100 mln. ton olarak hesaplanmıĢtır.

1064

23

Vladimir Georgiyev, “Uzbekistan Prodalsya VaĢingtonu za 8 mlrd. Dollarov”,

Nezavisimaya Gazeta, 19 Ekim 2001. 24

Özbekistan Devlet BaĢkanı Ġslam Kerimov‟un 26 Eylül 2001‟de Özbek Televizyonuna

yaptığı konuĢma metninden, Uzbek TV, 26 Eylül 2001.

1065

B. Etnik ve Demografik Yapı Bağımsız Özbekistan'da Göç ve Demografik DeğiĢimler / Dr. Rafis Abazov [s.665-671] Lab TRobe Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü / Avustralya Bir gözlemci, TaĢkent‟in en büyük ve en renkli Çorsu Pazarını ilk ziyaret ettiğinde, Özbekistan nüfusunun ne kadar geniĢ bir çeĢitliliğe sahip olduğunu görecektir. Binlerce müĢteri arasında egzotik olarak giyinmiĢ Karakalpaklar ve Kazaklar, modaya uygun olarak giyinmiĢ Ruslar, Ukraynalılar, Almanlar ve zeki Koreliler ve Tatarlar ile karĢılaĢılabilir. Ancak bu gözlemci, göz alıcı çayhanelerden birinde bir bardak çay içerek dinlenmeye karar verirse, muhtemelen ak sakallı bir dede ona mahallesindeki tüm değiĢikliklerden bahsedecektir. Ak sakallı dede ayrıca Özbekistan‟ın 10 yıllık bağımsızlık tarihinde yaĢadığı büyük göç ve demografik değiĢimlerle ilgili hikayeler de anlatacaktır. Mahallesinde eskiye oranla daha az sayıda Rus ve Ukraynalı olduğunu, neredeyse tüm Almanların, Polonyalıların, Rumların ve Yahudilerin ortalıktan kaybolduğunu ve çok az sayıda Kırgız, Türkmen ve Gürcünün kendisinden alıĢveriĢ yaptığını anlatacaktır. Bununla birlikte, daha çok Türkün, Pakistanlının, Afganın, Hintlinin, Ġranlının ve hatta Amerikalının düzenli müĢterisi haline geldiğini söyleyecektir. Özbekistan 1 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan ettikten sonra egemenliğini barıĢçı yollarla elde etmiĢtir; bununla birlikte, CumhurbaĢkanı Kerimov önderliğindeki hükümetin ülkedeki çeĢitli etnik kökenden gelen 21 milyon insanı bir araya getirip getiremeyeceği hususunda ciddi endiĢeler mevcuttu (Boris Rumer, 1993). Ġnsanlar 1989 ve 1999 yıllarında Fergana vadisinde meydana gelen kanlı çatıĢmaların (Abazov R., 1999: 62-90) ve Ocak 1992‟de TaĢkent‟te meydana gelen ve neredeyse kontrolden çıkan öğrenci gösterilerinin istikrarı bozucu etkilerini hiç unutmamıĢtır. Dolayısıyla, Özbekistan hükümetinin 1991 sonrasında karĢılaĢtığı ilk görevlerden birisi, yeni bir milliyetçilik politikası oluĢturmaktı. Bu politikanın kapsamında; 4 milyon nüfuslu etnik azınlık gruplarına yönelik uzlaĢtırıcı bir yaklaĢım, tüm Özbekistan vatandaĢlarının sivil kimlikleri üzerinde yoğunlaĢan bir devlet milliyetçiliğinin tesis edilmesi ve bölgesel farklılıkların ve husumetlerin bertaraf edilerek Özbeklerin tek bir millet Ģemsiyesi altında birleĢtirilmesi bulunmaktaydı. Bu makale, 1991 yılında bağımsızlığın kazanılmasından sonra geçen on yıl içerisinde Özbekistan‟da yaĢanan temel ekonomik ve siyasi değiĢiklikleri incelemektedir ve bu dönüĢümlerin demografik değiĢimler ve göç eğilimleri üzerindeki etkileri üzerinde durmaktadır. Ekonomik DeğiĢiklikler 1991 yılında Özbekistan, Rusya Federasyonu ve Ukrayna‟nın ardından BDT‟deki (nüfus bakımından) en büyük üçüncü devletti ve Orta Asya bölgesindeki nüfus yoğunluğunun en yoğun olduğu cumhuriyetlerden bir tanesiydi. Özbekistan, temel ekonomik göstergeler esasında bir ölçüm yapıldığında, kalkınmakta olan orta gelirli bir ülke olarak düĢünülebilir. Özbekistan, 1980‟lerin

1066

sonlarında 2390 Dolar düzeyinde bir kiĢi baĢına düĢen milli gelire sahipti; bu düzey Güneydoğu Asya ülkelerindeki düzeye neredeyse denktir (UNDP, 1997). GeliĢmiĢ bir sınai imalat sektörü (1991 Gayri Safi Yurtiçi Hasılası‟nın yüzde 32.6‟sı), pamuk ağırlıklı bir tarım sektörü (yüzde 31.1) ve büyük bir hizmetler sektörü (yüzde 36.3) olduğundan dolayı, ülkenin ekonomik yapısı yeni sanayileĢen ülkelerin (örn.; Endonezya, Filipinler ve Malezya) ekonomik yapısına oldukça benzerdi (Dünya Bankası, 2001). Bağımsızlığın arifesinde, birçok yerel uzman ülkenin doğal kaynaklar (petrol, gaz, altın, vs.) bakımından zengin olmasına rağmen, bazı düzenlemeler yapılmasıyla birlikte ülkenin büyük tarım sektörünün uluslararası piyasada söz sahibi haline gelebileceğine inanmaktaydı (Kerimova G., 1995); öte yandan yabancı uzmanlar ise pek çok geliĢmekte olan ülke gibi Özbekistan‟ın önünde tek ürün (pamuk) kültürünün ve nispeten küçük sanayi altyapısının engel teĢkil ettiğine dikkat çekmiĢtir (World Bank, 1993). Ancak, ülkeyi diğer birçok üçüncü dünya ülkesinden farklı kılan etken, oturmuĢ sosyal altyapısı, eğitim sistemi -üç aĢamalı ücretsiz eğitim ile araĢtırma ve geliĢtirme olanakları- ve sağlık sistemi idi. Hem kadınlar hem de erkekler arasında yüzde 98‟e ulaĢan okur-yazarlık oranı, Asya‟daki en yüksek oranlardan bir tanesiydi (UNDP, 1997). 1991 yılında, Özbekistan BirleĢmiĢ Milletler alıĢma Programı BeĢeri Kalkınma Endeksinde (HDI) 31. sırada yer alıyordu ve pek çok Asya ülkesini geride bırakıyordu. RBEC sıralamasında ise 4. sırada yer alıyordu. Özbekistan, komĢusu olduğu Orta Asya cumhuriyetleri ile olan birçok sosyal ve ekonomik benzerliklerine rağmen, ekonomik ve sosyal değiĢimleri ele alıĢ bakımından büyük farklılıklar sergilemiĢtir. CumhurbaĢkanı Kerimov IMF‟nin alıĢılmıĢ köklü ekonomik değiĢimlerini reddetmiĢ ve „kademeli değiĢiklikler yoluyla topluma yönelik bir piyasa ekonomisinin‟ tesis edilmesi amacıyla „kendi yenileĢme ve ilerleme yöntemini‟ ilan etmiĢtir (Kerimov, Ġslam, 1992). CumhurbaĢkanı Kerimov in‟in deneyimlerinden yola çıkarak, „kendi modelini‟ beĢ ilke halinde Ģöyle açıklamıĢtır: “Birinci olarak, ekonomi ideolojiden tamamen arındırılacaktır… Ġkinci olarak, devlet karmaĢık geçiĢ sürecinde temel düzenleyici rolünü üstlenecektir… Üçüncü olarak, tüm yenileĢme ve ilerleme süreci hukuki bir esasa dayandırılmalıdır… Dördüncü olarak, piyasa ekonomisine doğru dinamik bir ilerlemenin ve beraberinde de sosyal ve siyasi istikrarın korunmasının tek yolu etkin ve güçlü bir sosyal koruma ve güvence mekanizmasıdır… BeĢinci olarak, yeni ekonomik piyasa iliĢkileri kademeli bir Ģekilde uygulamaya konulmalıdır” (Kerimov, Ġslam, 1995). Bu model, sömürgecilik sonrası dönemde Üçüncü Dünya ülkelerinde uygulanan ve 1960 ile 1970 arasında geliĢmekte olan birçok ülke tarafından benimsenen Ġthalat Ġkameli SanayileĢme (ĠĠS) unsurunu da barındıran devlet kontrolünde kalkınma politikasına oldukça benzemektedir. ĠĠS‟nin kuramsal mantığı, gerçek bağımsızlığın tesis edilebilmesi için güçlü bir sanayi altyapısının gerekli olduğu idi. Böylece ülkenin sanayileĢmiĢ ülkelere bağımlılık oranı düĢürülecekti ve ülkenin uluslararası arenadaki konumu güçlendirilecekti (Rapley, John, 1996: 27-44). John Rapley‟in genel olarak gözlemlediği kadarıyla, ĠĠS, mevcut tüm kaynakları harekete geçirebilme özelliğinden dolayı,

1067

merkezi olarak planlanmıĢ ekonomilerde, ekonominin hızlı olarak kurulmasında etkili olabilirdi, ancak özellikle küreselleĢme çağında uzun vadede etkili olamazdı. KomĢu olduğu Orta Asya cumhuriyetlerinde ve BDT baĢkentlerinde çeĢitli ekonomik programlar ve büyük projeler kabul edilmekteydi. Burada Özbekistan‟ı diğerlerinden yine farklı kılan husus ise, ekonomik politika gündemini uygulamada sergilediği tavizsiz tutarlılık ve gayretti. Devlet büyük iĢletmelerin büyük bir çoğunluğunu sıkı bir Ģekilde kontrolü altında tuttu, pamuk üretilen çiftlikler üzerinde dolaylı bir kontrol sağladı, enerji ve gıda bağımsızlığını sağlama yolunda büyük devlet yatırımları yaptı, ihracat ve doğal kaynaklar üzerindeki devlet kontrolünü korudu ve tüketim mallarının ithalatını sınırladı. Aynı dönemde, Özbekistan‟daki üst düzey teknokrat kesim demografik ve etnik meselelerin, CumhurbaĢkanı Kerimov‟un bahsettiği „her ne pahasına olursa olsun, siyasi istikrarın‟ sağlanabilmesi için önemli olduğunu kavramıĢtı (Kerimov, Ġslam, 1992). Hükümet, (1980‟ler ile karĢılaĢtırıldığında çok daha küçük çaplı da olsa) temel sosyal hizmetler ile Özbekçe haricindeki dillerde eğitimin finansmanı da dahil olmak üzere eğitim alanında devlet sübvansiyonlarını devam ettirme giriĢiminde bulundu. Ayrıca, bağımsızlık ilan edildiği gün cumhuriyet topraklarında bulunan herkese otomatik olarak vatandaĢlık hakkı veren oldukça liberal bir VatandaĢlık Kanunu‟nu (1992) yürürlüğe koydu. Bununla birlikte, uygulanan ekonomik politikalar 1990‟larda bölgesel ve sosyal eĢitliklerde, iĢsizlik oranında ve „beyin göçünde‟ meydana gelen büyük artıĢın önüne geçemedi. Kalkınmakta olan pekçok ülkede olduğu gibi, Özbekistan‟da da iĢ faaliyetleri ve yatırımlar TaĢkent gibi Ģehir merkezlerinde yoğunlaĢmaktaydı ve özellikle ülkenin güneyindeki ve batısındaki küçük kasabalar ve köyler olmak üzere diğer bölgeler derin bir ekonomik küçülme yaĢıyordu (bkz. Tablo 4). Birçok sanayi kuruluĢu, hükümetin ucuz yabancı malların ülkeye giriĢini durdurmak için bazı ticari engeller uyguladığından dolayı, herhangi bir büyük yeniden yapılanma gerçekleĢtirmeden çalıĢmaya devam etmektedir. Bu durum, ülkedeki ortalama maaĢı yaklaĢık 7.833 Som (resmi döviz kuruna göre 66 Dolar) düzeylerinde tutmaktadır. Bununla birlikte, kademeli reform politikası ulusal ekonominin yeniden yapılanmasına ve orta derecede bir ekonomik büyümenin sağlanmasına katkıda bulunmuĢtur. 1991 ile 1996 arasında geçen 5 yılda, Özbekistan ekonomisi yıllık ortalama yüzde 1 oranında küçülmüĢtür. 1997 ve 1998 yıllarındaki Asya ve Rusya mali bunalımlarına rağmen, ekonomi 1996 yılından bu yana yıllık ortalama yüzde 4 gibi orta dereceli bir düzeyde büyümüĢtür. Bu süre zarfında, Özbekistan otomobil montaj sanayiinde yabancı yatırımcıları ülkeye çekmeyi baĢarmıĢtır ve Güney Koreli Daewoo Ģirketi ile birlikte ulusal ve bölgesel pazarlar için araba üretmeye baĢlamıĢtır. Özbekistan, Ģu anda bölgede ticari sivil uçak üreten üç ülkeden biri (Rusya ve Ukrayna ile birlikte) konumundadır. 2000 ve 2001 yıllarında Özbekistan‟ın GSYH‟sı, hükümetin tahminlerine göre, yıllık ortalama yüzde 4.0 oranında artmıĢtır. Özbekistan‟ın sanayi sektör üretimi; (aynı zamanda en büyük taze para kaynağı olan) altın, doğal gaz, madeni gübre, tekstil, makine ve pamuk-lif üretimindeki artıĢlara bağlı olarak 2000 yılında yüzde 1.9 oranında artmıĢtır. Bu arada, tarım üretimi de yüzde 3.2 oranında

1068

artmıĢtır. Özbek ekonomisinin, toplam iĢgücünün yüzde 44‟üne istihdam sağlayan bu önemli sektöründe, pamuk hâlâ tek önemli üretim ve ana ihracat kalemini teĢkil etmektedir. Genel olarak, 2001 ve 2002 yılları esas alındığında, Özbekistan Orta Asya bölgesinde GSYH‟si 1991 yılındaki düzeyden daha yüksek olan tek ülkedir. IMF‟nin „Özbek ekonomik büyüme bulmacası‟ olarak nitelediği durumun tatmin edici bir açıklaması bulunmamaktadır (IMF, 1998). Uluslararası uzmanlara göre, Özbekistan, ekonomisinde köklü reformlar uygulamadığından ve IMF‟nin rehber ilkelerini takip etmeyi reddettiğinden dolayı, bu Ģekilde bir büyüme normal olarak meydana gelmemeliydi; 1996 yılında IMF cumhuriyete sağladığı kredileri fiili olarak tamamen askıya almıĢtır. Bazı sorunlar Özbekistan ekonomisinin yabancı yatırımcılar için çekiciliğini olumsuz olarak etkilemektedir; bunların arasında telif haklarına saygı gösterilmemesi, bürokrasi ve yolsuzluk yer almaktadır. 2002 yılında, Heritage Foundation 10 temel puanlama faktörünü (telif hakları, düzenleme, kayıt dıĢı ekonomi, vs.) göz önüne alarak hazırladığı Ekonomik Özgürlük Endeksi‟nde Özbekistan‟ı 161 ülkelik listede Türkmenistan dıĢındaki tüm BDT ülkelerinin gerisinde bırakarak 148. sıraya yerleĢtirmiĢtir. Söz konusu kuruluĢun uzmanları, Bankacılık ve Finans sektörlerindeki yüksek sınırlama düzeylerini ve hükümet sınırlamalarındaki yüksek seviyeyi büyük bir sorun olarak görmüĢtür. Yatırımcıları kaçıran bir baĢka sorun ise yabancı yatırımın ve para dönüĢtürülebilirliğinin önündeki hem resmi hem de gayrıresmi engellerdir. 2000 yılında, Özbekistan UNDP BeĢeri Kalkınma Endeksi‟ne göre yapılan 162 ülkelik sıralamada Tacikistan haricindeki tüm BDT ülkelerinin gerisinde, 99. sırada yer almıĢtır (UNDP, 2000). alıĢma Piyasasında ve Göçte Meydana Gelen DeğiĢiklikler ve Son Demografik Eğilimler Makroekonomik yeniden yapılanma ve yavaĢ ancak tutarlı reformlar Özbekistan ekonomisine 1990‟lı yıllarda önemli değiĢiklikler getirmiĢtir. Bu siyasi ve sosyal değiĢiklikler de cumhuriyetteki çalıĢma piyasasını, demografik göstergeleri ve göç eğilimlerini etkilemiĢtir. Bu değiĢikliklerden bazıları oldukça belirgin nitelikte olmuĢtur; çok sayıda insan iĢlerini değiĢtirmiĢtir ve bir vilayetten bir baĢkasına göç etmiĢtir ya da değiĢik sebeplerden dolayı ülkeyi terk etmeyi bile kararlaĢtırmıĢtır. Daha belirgin olan diğer değiĢiklikler ise ancak istatistiksel verilerin dikkatli bir Ģekilde değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkarılabilmektedir; ancak bu değiĢikliklerin uzun soluklu etkileri bulunmaktadır. Bu bağlamda, Özbekistan‟ın Sovyet sonrası dönemdeki deneyimleri, bir bütün olarak Orta Asya bölgesinde meydana gelen demografik geliĢmeler ve ekonomik göç ile ilgili bazı önemli eğilimleri ortaya koymaktadır. AĢağıdaki bölümde, Sovyet sonrası çalıĢma piyasasındaki ve dıĢ göç alanındaki mevcut eğilimleri değerlendirilmektedir. Sovyet Sonrası alıĢma Piyasasındaki Mevcut Eğilimler 1970‟lerden bu yana, Özbekistan -çalıĢan yaĢ nüfusu da dahil olmak üzere- nüfusunda hızlı bir artıĢ yaĢamaktadır. 1990‟larda, ülke nüfusu çok genç olduğundan dolayı bu eğilim ekonomik kalkınmayı etkilemeye baĢladı; 2000 yılında ülke nüfusunun yüzde 36.32‟si 14 yaĢ altındaydı. Nüfus artıĢ oranı 1993‟teki 2.3 düzeyinden 2001 yılında 1.6 düzeyine düĢmüĢ olmasına rağmen, toplam nüfus 1989‟daki 19.81 milyondan 2000 yılında 24.487‟ye yükselmiĢtir. Nüfusun 2050 yılında

1069

katlanarak 50 milyona yükselmesi beklenmektedir. Bu arada, toplam çalıĢan nüfus ise 1993‟teki 10,7 milyon düzeyinden 1999 yılında 12,556 düzeyine yükselmiĢtir (IMF, 2000: 56). Bu dönemde, çalıĢma piyasasında bazı yapısal değiĢiklikler meydana gelmiĢtir. Bunların en önemlileri, kamu-özel sektörde istihdam açısından meydana gelmiĢtir. 1991 ve hatta 1992 yılına kadar, iĢgücünün oldukça büyük bir kısmı kamu sektöründe ya da devlet tarafından yönetilen iĢletmelerde (kolhozi -büyük çiftlikler- gibi) istihdam edilmekteydi. 1992 yılından bu yana ise, Özbekistan piyasasının özel giriĢime açılmasından ve küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin özelleĢtirilmesinden dolayı [1992 ile 1998 yılları arasında toplam olarak yaklaĢık 53.429 iĢletme özelleĢtirilmiĢtir (IMF, 2000: 54)], eskiden kamu sektöründe çalıĢan çok sayıda iĢçi özel sektöre geçmiĢtir. Özbekistan‟ın adım adım ekonomik reformlara yaklaĢması, komĢuları Kazakistan ve Kırgızistan ile karĢılaĢtırıldığında, çalıĢma piyasasında yapısal değiĢikliklerin daha yavaĢ bir Ģekilde ilerlemesine yol açmıĢtır (bkz. Tablo 3). Devletin tarıma verdiği sübvansiyonların artmasına bağlı olarak, tarım sektöründeki istihdam az miktarda düĢüĢe uğramıĢtır. Sanayi sektöründeki (imalat, madencilik ve inĢaat) istihdam ise 1993 ve 1994 yılları arasında büyük oranda düĢüĢe uğramıĢtır, ancak 1994 ile 2000 yılları arasında istikrara kavuĢmuĢtur; geçici iĢten çıkarmalar ve iĢyeri kapanmaları ile ilgili güvenilir istatistikler bulunmamaktadır. Resmi verilere göre, hizmetler sektörü (özellikle ticari hizmetler ve bankacılık hizmetleri) hem çalıĢan nüfustaki payı hem de toplam üretimindeki artıĢ bakımından büyük bir artıĢ yaĢamıĢtır. Bununla birlikte, birçok küçük iĢletmeci vergiden ve bürokrasiden kaçınmak amacıyla iĢyerlerini kayıt ettirmediğinden dolayı, bu sektördeki reel istihdam oranının olduğundan biraz düĢük görünmesi muhtemeldir. Yeni ekonomik gerçeklikler beraberinde bir baĢka önemli sosyal değiĢikliği de getirmiĢtir-iĢsizlik ve yetersiz istihdam. Sovyet döneminde, Özbekistan‟da 1989 yılında çalıĢma yaĢındaki nüfusun yüzde 22.8‟inin iĢsiz olduğu yada eksik istihdam edildiği yönünde bir raporun bulunmasına rağmen, resmi rakamlar ulusal ekonominin tüm sektörlerinde tam istihdam olduğunu göstermiĢtir (Anderson, J., 1997: 60). Sovyetler Birliği‟nin dağılmasının ardından, iĢsizlik ve eksik istihdam ile ilgili durum eski Sovyet cumhuriyetlerinde büyük ölçüde değiĢikliğe uğramıĢtır; bununla birlikte, Özbekistan‟ın istatistikleri yüzde bir gibi (örn.; 1999 yılında yaklaĢık 55.400 kayıtlı iĢsiz mevcuttu) oldukça düĢük iĢsizlik oranları ortaya koymaya devam etmiĢtir. Ancak, Polonya ve Bulgaristan gibi Doğu Avrupa ülkeleri ile karĢılaĢtırıldığında, bu oranın suni olarak düĢük tutulduğu görülmektedir. Aslında, bağımsız uzmanlara göre, (hem geçici hem de kalıcı olmak üzere) iĢsizlik 1990‟ların sonlarında yüzde 11 ile 21 arasında değiĢmiĢtir (Topilin A., 2000: 181-182); bu oran yaklaĢık olarak bir milyondan fazla kiĢiye tekabül etmektedir. Diğer tüm Orta Asya ve BDT ülkelerinde olduğu gibi, iĢsizlik ve eksik istihdam oranları, cumhuriyetin kentsel ve kırsal bölgelerinde, hem yetiĢmiĢ hem de yetiĢmemiĢ iĢçiler arasında oldukça yüksekti. Mevcut Göç Eğilimleri

1070

Göç meselesi, hem Özbekistan‟ın iç politikası bağlamında hem de bölgesel bağlamda siyasi açıdan hassastır. Özbekistan Orta Asya bölgesindeki (nüfus açısından) en büyük cumhuriyet olmakla birlikte, Özbekler Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan‟daki en büyük azınlık grubunu, Kazakistan‟da da (Ruslardan sonra) ikinci büyük azınlık grubunu teĢkil etmektedir. Bu Özbekler Orta Asya‟nın kentsel bölgelerinde ve vahalarında yüzyıllardır yaĢamıĢtır ve 1924 yılında Orta Asya‟da devlet sınırlarının kaldırılmasının ardından Özbekistan‟a yerleĢme yoluna gitmemiĢtir. Sovyet döneminde ise, cumhuriyet içerisinde 1950‟lerde ve 1960‟lardaki göç oranı hızlı ĢehirleĢme sebebiyle nispeten yüksek olmasına rağmen, Özbekler nispeten daha az bir göç hareketliliği sergilemiĢtir ve sadece küçük bir kısımları SSCB‟nin diğer bölgelerine göç etmiĢtir. 1990‟lı yıllarda genel olarak üç farklı göç Ģekli ortaya çıkmıĢtır. Ġlk olarak, Özbekistan‟dan Rusya Federasyonu‟na, diğer OECD ülkelerine ve Ġsrail‟e nispeten yüksek oranda bir kesin göç meydana gelmiĢtir. Ġkinci olarak, geçici istihdam amacıyla diğer BDT ülkelerine ve baĢka ülkelere geçici göçler yaĢanmıĢtır. Üçüncü olarak ise, kırsal ve geri kalmıĢ vilayetlerden büyük Ģehir merkezlerine iç göç meydana gelmiĢtir. KomĢu olduğu Orta Asya cumhuriyetlerindeki duruma benzer Ģekilde, Özbekistan dıĢına yapılan kesin göçlerin büyük bir kısmı 1990 ile 1996 yılları arasında meydana gelmiĢtir. Bu göç dalgası temel olarak yetiĢmiĢ Ģehirli çalıĢanlardan oluĢmuĢtur ve bu „beyin göçü‟ hükümeti telaĢlandırsa da hükümet bunun önüne büyük ölçüde geçememiĢtir. Bu dönem zarfında, çeĢitli tahminlere göre neredeyse bir milyon kiĢi cumhuriyeti kesin olarak terk etmiĢtir (resmi rakamlara göre sadece 1990 yılında 186.912 kiĢi ülkeyi terk etmiĢtir); ancak bu göç hareketini kısmen de olsa tetikleyen etken, Özbeklerin ve SSCB‟nin baĢka bölgelerinden etnik grupların Özbekistan‟a göç etmesi olmuĢtur (bkz. Tablo 2). Resmi istatistiklere göre, 1990‟ların tümü boyunca yaĢanan net göç oranı eksi olmuĢtur; 1990‟daki 87.000 ile 1996‟daki 21.700 arasında dalgalanmıĢtır. Özbekistan‟daki iĢgücünün özelliklerine ve bazı ekonomik, sosyal ve siyasi sebeplere bağlı olarak, göç edenlerin büyük bir kısmı Ġslav kökenliydi ve genellikle Rusya Federasyonu‟na ve Ukrayna‟ya göç etmiĢlerdi (bkz. Tablo 1). Resmi verilere göre, bu göç dalgasında Ruslar, Ukraynalılar ve Tatarlar baĢı çekmiĢtir. Tablo 2: Orta Asya Cumhuriyetlerinde Yıllık Net Göç (10.000 kiĢi baĢına) Ülke1990 1991 1992 1993 1995 1996 Özbekistan-87.5-45.8 -34.8 -24.6 -39.1

-21.7

Kazakistan-78.2 -29.0-105.6-119.8-146.5

-129.3

Kırgızistan-93.1 -82.2-172.3-269.1-41.9

-25.6

Tacikistan-113.7 34.8 -255.4 -3.9 -55.0



Türkmenistan



-19.9 -12.8 850.1 18.1

Toplam -392.4-135.0 282 -399.3 -282

-214.4

1071

-37.8

Kaynak: Sodruzhestvo Nezavisimikh Gosudarstv v 1996 godu: Statisticheskii ezhegodnik (Bağımsız Devletler Topluluğu 1996: Ġstatistiksel Yıllık) Moskova, CIS stat, 1997. s. 16 Rafis Abazov OECD ülkelerine yapılan göç oranları, Kazakistan ve Kırgızistan ile karĢılaĢtırıldığında Özbekistan‟da nispeten daha düĢük olmuĢtur. Bunun sebebi, Özbekistan‟daki Almanların nüfusun daha az bir kısmını oluĢturmalarıdır. 1992 yılında yapılan kesin göçlerde BDT ülkeleri haricindeki göç istikameti olarak Ġsrail listenin baĢında gelmekteydi (6.567 göç); Ġsrail‟i ABD (4.548 göç) ve Almanya (4.015 göç) izlemekteydi. Bazı kanıtlar, bu özelliklerin 1990‟lar boyunca değiĢmediğini göstermektedir. Oldukça yetiĢmiĢ bir iĢgücünün mevcudiyetine rağmen, Özbekistan‟dan ne BDT ülkelerine ne de baĢka ülkelere önemli derecede bir geçici göç meydana gelmemiĢtir. 1990‟larda BDT liderleri Topluluğun ortak çalıĢma piyasasının korunması ve BDT ülkeleri arasında iĢgücünün ya da insanların serbest dolaĢımının önündeki engellerin kaldırılması yönündeki düĢünceyi desteklemiĢtir. Bununla birlikte, resmi verilere göre, Özbekistan‟dan Rusya‟ya gerçekleĢen geçici göç çok düĢük düzeylerde kalmıĢtır: 1998 yılında 3.000 kiĢi ve 1999 yılında 3.400 kiĢi (Topilin A., 2000: 183-184). Ancak, birçok uzman geçici göç yapan kiĢilerin vergi ve bürokrasi sorunlarından dolayı kayıt yaptırmayı tercih etmediğine, gerçek rakamın 10 kat daha fazla, yani yaklaĢık 30.000-40.000 kiĢi, olduğuna inanmaktadır. Öte yandan, büyük bir giriĢim ile, BDT ülkeleri vatandaĢları için uyguladıkları vizesiz rejimi iptal etmiĢlerdir; bu insanların ülkeler arasındaki dolaĢımını oldukça etkilemiĢtir. Özbekistan alıĢma Bakanlığı; BirleĢik Arap Emirlikleri, Türkiye ve Güney Kore ile çalıĢma hayatının düzenlenmesi

konusunda

anlaĢmalar

imzalamıĢtır.

2001

yılına

gelindiğinde

bu

üç

ülke

Özbekistan‟dan iĢçi alan baĢlıca ülkeler olmuĢtur. alıĢma Bakanlığı tahminlerine göre, bu ülkelere 1997 yılında 2.500 kiĢi, 1998 yılında da 3.500 kiĢi gitmiĢtir. Cumhuriyet bağımsızlığını kazandığından bu yana, kırsal kesimlerden kentsel kesimlere gerçekleĢen iç göç, (özellikle in, Vietnam ve Endonezya gibi Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinde kısa bir zaman önce kırsal kesimlerden kentsel kesimlere gerçekleĢen büyük ölçekli göç hareketi dikkate alındığında) beklendiğinden çok daha düĢük bir orana sahip olmuĢtur. Aslında Özbekistan‟daki kentsel nüfus 1995 ile 1999 yılında çok az bir artıĢ sergilemiĢ ve 8.8 milyondan 9.2 milyona yükselmiĢtir. Sovyet sonrası dönemde, kırsal kesimden kentsel kesimlere kesin göç hareketlerine

yönelik

kısıtlamalarda

önemli derecede bir

serbestleĢme olmasına

rağmen,

Cumhuriyet‟in toplam nüfusuna oranı göz önüne alındığında kırsal nüfusta hafif bir yükselme dahi olmuĢtur (bkz. Tablo 4). Bu durum, temel olarak kırsal kesimden kentsel alanlara göç hareketinin kalkınmakta olan ülkelerde daha hızlı bir Ģekilde meydana gelmesi gerektiğini ileri süren „Todaro‟nun göç modeli‟ gibi klasik göç kuramlarına ters düĢmektedir (Todaro, Michael, 1997: 278-287). Özbekistan‟daki bu duruma yol açan birkaç faktör olabilir. Ġlk olarak, 1990‟lı yıllarda imalat, inĢaat, ulaĢtırma, iletiĢim vb. sektörlerde yeni istihdam olanakları oluĢmamıĢtı (bkz. Tablo 3). Aynı dönemde, hükümet tarım sektörünün yeniden yapılandırılmasına yönelik hiçbir giriĢimde bulunmadı, istihdam sayısı neredeyse aynı düzeylerde kaldı: 1993‟teki 3,688 milyon düzeyinden 1999 yılında 3,09 milyon düzeyine geriledi (bkz. Tablo 3). Öte yandan, devlet sübvansiyonlarından dolayı, kırsal ve kentsel

1072

alanlardaki gelir düzeyi de neredeyse aynı kaldı; yoksulluk Özbekistan‟daki hem kırsal hem de kentsel nüfusu vurdu (bkz. Tablo 4). Ayrıca, (Sovyet Kültür Devrimi sayesinde kırsal kesimde dahi geliĢmiĢ durumda olan) sosyal ve kültürel altyapı da korundu Sonuç 1990‟lı yıllarda, Özbekistan Orta Asya‟daki en büyük ve ekonomik olarak en istikrarlı ülke olarak öne çıktı. Hükümetin kademeli yaklaĢımının iĢe yaradığı görünmektedir; ekonomisi Asya ve Rusya mali krizlerinin zorlu çalkantılarından zarar görmeden çıkmayı baĢarmıĢtır. Özbekistan temel olarak köklü aile iĢletmesi geleneklerinden yararlanan küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin desteğine güvenmiĢtir (Abazov R., 1997: 431-447). Ülke Ģu anda bölgedeki önemli bir güç merkezi olma konumunu ve sadece sanayi altyapısını korumakla kalmayıp araba ve elektronik eĢya montajı gibi yeni sanayilere açılmayı da baĢaran tek ülke olma konumunu korumaktadır (Pomfred, R., 1995). Ülke genç ve yetiĢmiĢ bir iĢgücüne sahiptir; ülke daha fazla yatırım çekebilirse ve ekonomik büyümede baĢarıyı yakalayabilirse, bu avantajı oldukça değer kazanacaktır. Bununla birlikte, ekonomik ve siyasi bir düĢüĢ olması durumunda ise, ülke varlığını sürdürmede çok ciddi zorluklarla karĢılaĢabilir (Freadam House 2001). En azından Ģu andaki hayat standardını devam ettirebilmesi için, önümüzdeki 30 ya da 40 yıl içerisinde iki katına çıkabilecek nüfus daha fazla doğal kaynağa, daha fazla istihdama, daha fazla tarım alanına ihtiyaç duyacaktır. Özbekistan hükümeti; iyi yönetim, insan hakları ve siyasi özgürlük konularından oldukça zayıf bir karneye sahiptir. Ülke, göç alma ve göç verme özelliklerinde de önemli değiĢiklikler yaĢamaktadır. Tablo 2‟ye bakıldığında, dıĢarı göç verme ve beyin göçünün Cumhuriyet‟in önündeki en önemli meseleler olduğu görülmektedir. Bu dıĢarı göç dalgası 1990 yılında zirveye ulaĢmıĢtır; bu yılda eksi net göç oranı 87.500‟e ulaĢmıĢtır. 1995 yılında ise 39.100‟e ulaĢmıĢtır (bkz. Tablo 2). Diğer Orta Asya ülkelerinde olduğu gibi, Özbekistan‟daki bu dıĢarı göç durumu temel olarak etnik bir özelliğe sahipti; ülkedeki Ruslar, Almanlar, Yahudiler ve diğer etnik gruplar diğer BDT ve OECD ülkelerine gitmiĢtir. 1990‟ların ikinci yarısında, ekonomik sıkıntılar, hayat standardındaki sabit düĢüĢ ve giderek artan iĢsizlik, çok sayıdaki insan grubunun ülke içinde ve ülke dıĢına göç hareketinin temel itici gücü olmuĢtur. Ekonomik yeniden yapılanmanın sonuçlarından bir tanesi, iĢsizliğin ve eksik istihdamın giderek artması olmuĢtur. Bununla birlikte, uygulanan özel ekonomik kalkınma modeli ve çalıĢma piyasasının çeĢitli baĢka sorunlar göz önüne alınarak oluĢturulmuĢ olması sebebiyle, yerel çalıĢma piyasası bundan pek etkilenmemiĢtir. Göç, bazı yerleĢmiĢ özellikleri takip etmiĢtir; Özbekistan Orta Doğu ve Güney Kore‟ye yetiĢmemiĢ iĢgücünü ihraç etmeye baĢlasa da göç temel olarak Sovyetler Birliği sınırları içerisinde yoğunlaĢmıĢtır. Giderek artan sayıda genç nüfus büyük Ģehirlere göçmeye baĢlasa da, kırsal alanlardan kentsel alanlara gerçekleĢen büyük ölçekli ekonomik göç hareketi söz konusu değildir. Orta Asya bölgesi içerisinde büyük ölçekli bir göç Ģu anda söz konusu değildir ve bölgesel bir çalıĢma piyasası henüz oluĢmuĢ değildir. Geçici ve kesin göçün tam olarak bir istikrar kazandığı hususunda bir Ģeyler söylemek için henüz çok erkendir. Özellikle Güney Asya ülkeleri olmak üzere, Üçüncü Dünya Ülkelerinin

1073

deneyimleri,

ekonomik

büyümenin

yavaĢ

ilerlemesi

durumunda

göç

hareketliliğinin

hız

kazanabileceğini göstermektedir. Ekonomik kalkınmanın yavaĢ ilerlemesi halinde, Özbekistan‟ın sahip olduğu göç özellikleri Üçüncü Dünya Ülkelerinde görülen özellikleri takip edebilir ve baĢlıca üç farklı doğrultuyu izler: (a) ekonomik esaslı kırsal-kentsel göç; (b) Orta Asya ya da BDT içerisinde devletlerarası ekonomik göç; (c) OECD ülkelerine kesin ve geçici göç.

Abazov R., “Central Asia‟s Conflicting Legacy and Ethnic Policies: Revisiting a Crisis Zone of the Former USSR”, Nationalism and Ethnic Politics, Cilt 5, No. 2, 1999. Abazov R., “Formation of the Non-state Sector and Privatisation in Kazakhstan and Uzbekistan”, Communist Economies and Economic Transformation, Cilt 9, No. 4, 1997. Allworth, Edward, Central Asia: 130 Years of Russian Dominance. A Historical Overview, London, Duke Univ. Press, 1994. Anderson, John, The International Politics of Central Asia, Manchester and New York, Manchester University Press, 1997. Adshead S., Central Asia in World History, Londra, Macmillan, 1993. Beatrice F. Manz (ed. ), Central Asia in Historical Perspective, Boulder, Westview Press, 1993. EIU, Uzbekistan: Country Report, London, The Economist Intelligence Unit. (çeĢitli yıllar). Gleason, Gr., The Central Asian States: Discovering Independence, Boulder, CO: Westview Press, 1997. Gulyamov S. ve Bakhtior Islamov, Economic Reforms and Private Sector Development in Uzbekistan: Preconditions, Peculiarities and Methods, Sapporo, Slavic Research Center, 1997. Hiro, Dilip, Between Marx and Muhammad: The Changing Face of Central Asia, London: Harper Collins Publisher, 1995. Özgürlük Evi, Nations in Transit, 1999-2000, Civil Society, Democracy and Market, Washington, DC, Freedom House, 2001. IMF, Republic of Uzbekistan. Recent Economic Development, Series: IMF Staff Country Report No. 00/36. Washington DC, IMF, 2000. IMF, The Uzbek Growth Puzzle, Series: Working Paper WP/98/133. Washington DC, IMF, 1998. Karimov, Islam, Uzbekistan-svoi put‟ obnovleniya i progressa, TaĢkent: Özbekistan, 1992. Karimov, Islam, Tashkentskaya Pravda, 19 Temmuz 1994. Karimova G., Politiko-Ekonomicheskie Reformi v Uzbekistane, TaĢkent: Özbekistan, 1995.

1074

Karimov, I., Na Puti Uglublinia Ekonomicheskih Reform (Along the Road of Deepening Economic Reforms), TaĢkent: Özbekistan, 1995. s. 10-11. Komatsu Hisao, Obiya Chika and John Schoberlein (editors), Migration in Central Asia: Its History and Current Problems, Osaka, Japan Center for Area Studies, 2000. Khazanov, A., After the USSR: Ethnicity, Nationalism and Politics in the Commonwealth of Independent States, Madison, Wisconsin: University of Wisconsin Press, 1996. Konstitutsia Respubliki Uzbekistan, TaĢkent, Özbekistan, 1992. Olkott, M., Central Asia‟s New States: Independence, Foreign Policy, and Regional Security, Washington DC, USIPP, 1996. Pomfret, R., The Economies of Central Asia, Princeton, Princeton University Press, 1995. Rapley, John, Understanding Development: Theory and Practice in the Third World, Boulder: Lynne Rienner Pub, 1996. Rumer, B., “The Gathering Storm in Central Asia”, Orbis, No. 37 (KıĢ, 1993). Rumer, Boris (ed. ), Central Asia in Transition: Dilemmas of Political and Economic Development, New York, M. E. Sharpe, 1996. Schoeberlein-Engel, John. “Conflict in Tajikistan and Central Asia: the Myth of Ethnic Animosity, ” Harvard Middle Eastern and Islamic Review 1, no. 2 (1994): 1-55. Todaro, Michael, Economic Development, sixth edition, Reading, MA: Addison-Wesley Publishing Company, 1997. Topilin, A., “Transcaucasus and Central Asia: Demographic Potential in the Context of the CIS Common Labor Market”, Central Asia and Caucasus, No. 3 (9), 2000 (Rusça ve Ġngilizce). UNDP, Uzbekistan. National Human Development Report, TaĢkent, UNDP, 2000. UNDP, Human Development under Transition: Europe and CIS, New York, UNDP, 1997. World Bank, Uzbekistan, Washington DC, World Bank, 1993. World Bank, Uzbekistan at a Glance, Washington DC, World Bank, 2001.

1075

Sovyet Sonrası Özbekistan'da Kırsal Kesimde Özbek Kimliğinin Yeniden ġekilleniĢi / Doç. Dr. Russel Zanca [s.672-682] Northeastern Illınoıs Üniversitesi Antropoloji Bölümü / A.B.D. GiriĢ Bu makaledeki amacım kimliklerin, değiĢmesi ile sosyo kültürel durumlar veya Ģartlar ile olan iliĢkisini açıklamaktır. Burada sunduğum örnekte, Namangan ve Navoi kırsallarında kolektif çiftliklerde yaĢayan Özbekleri inceleyerek, halihazırdaki çifte-kimlik oluĢumu ve yansımasının kısmen de olsa Sovyet sisteminin çöküĢü ile köylüler üzerindeki etkisini tanımlayarak tahlil etmeye çalıĢacağım. Genel olarak, burada kimliğin iki temeli üzerinde duracağım:1 Bireylerin duyguları veya ruh hallerini özgürlük, bağımsızlık ve etnik gurur gibi soyut duygular üzerine inĢa etmeleri ve sonra kendilerini güçlü bir Ģekilde Özbek olarak tanımlamaları eğilimi.2 Bunun tersine, SSCB‟nin çöküĢü sonucunda ortaya çıkan fırsatların kaybolması ve maddi hasarlar sonucunda artan fakirleĢme gerçeği ile yüzleĢme ve sonuçta kendini Sovyet olarak tanımlama eğilimi. Özbeklerin sosyo-politik yapılarını düĢünerek, kimliği ulusal ve etno-ulusal açılardan ele alacağım. Aslında, bu yaklaĢımlar sadece ulusal olarak birleĢtirilebilir çünkü eski Sovyetler Birliği‟nde birlikte çalıĢtığım etnik Özbekler zaten sosyalist güç altında ulusal statülerini korumuĢlardır. Geçen beĢ yılda, Sovyetler Birliği ile özdeĢleĢme yerini Özbek ulusu olarak özdeĢlemeye bırakmıĢtır. S.S.C.B.‟ndeki Orta Asyalıları Sovyet olarak tanımlayan diğer araĢtırmacıların tersine bunların; a) Rus olmadıklarını (Gross, ed. 1992) S.S.C.B.‟nin bunları tahrip ettiğini (tamamen yanlıĢtır) (Bennigsen 1967 Carrere d‟Encausse 1981) kanıtlamaya çalıĢacağım. Ben burada birçok Özbek köylüsünün kendilerini nasıl ve neden Sovyet/Özbek kimliği ile karakterize ettiklerini göstermeye çalıĢacağım Bulgularımı daha çok Nurota, Navoi ve Fergana vadisinde görüĢtüğüm 35 yaĢın üzerindeki köylüler ve çobanlar ile yaptığım sohbetlerime dayandıracağım, çünkü bunlar Sovyetler Birliği döneminde yetiĢmiĢ deneyimli yetiĢkin insanlardır. Bu insanlar siyasi bağımsızlığa giden süreçlerin tamamen farkında olmanın yanı sıra kendi toplumları içinde ve dıĢında Özbek kimliğinin nasıl oluĢtuğu ve yapılandırıldığını da bilmektedirler. Doğal olarak, Özbek gibi bir kimlik etiketi içerisinde sayısız kimlikleri (bunların arasında yerel ve bölgesel olanlarının yanı sıra tarihi grup bölünmeleriyle birleĢenlerde vardır) barındırmaktadır, fakat bunlar aslında profesyonel terminoloji tarafından yaratılmıĢlardır. Ben kimlik için iki terim kullanmaya karar verdim: Sovyet ve Özbek. Burada bir topluluğun kendilerini özdeĢtirdikleri kimlik özelliklerin farklı anlamlarını irdelemeye çalıĢacağım. Sovyetler Birliği oluĢtuğunda, S.S.C.B halkları arasında iki hakim etno-politik/üst-etno-politik kimliğin üstünlüğü vardı. Sonraki Sovyet kimliğine iĢaret ederken, önceki ise Abhazlardan Yakutlara (Saka) Sovyet halkları arasında temel etnik gruplara iĢaret etmektedir. Bu kimliklerin kendilerini nasıl hissettikleri ve kendilerini nasıl tanımladıkları ile ilgili varolan deneyimleri 20. yüzyıl içerisinde birçok değiĢikliğe uğramıĢtır.

1076

Ġlaveten, Özbekistan devlet liderleri ve kolektif çiftlik sakinleri arasında varolan düĢmanlığı ortaya çıkarmadan, ben sembollere, sloganlara, yeni devletin yönetim ve kararlarına karĢı oluĢan olumsuz yerel görüĢleri karakterize etmeye çalıĢacağım. Sovyetlerden Özbekistan yönetimine geçiĢ döneminde köylülerin umutlu oldukları model farklılıklarını burada ele almayacağım. Siu‟nun in‟deki yaygın kültürel kimlik kavramından da hareketle “bir milliyetçi pirayetin nasıl yenisi tarafından aĢındırıldığını” (1993: 20) anlatan yeni devletin söylem ve faaliyetlerle nasıl kimlik oluĢturmaya çalıĢtığını inceleyeceğim. Vatanperverlik ve ulusal gurur gibi yeni yaklaĢımların aslında eski basmakalıp örneklerden farklı olmadığını göstermeye çalıĢacağım. GörünüĢ Özbek veya Sovyet kimliğinin ifade edilmesi kendini değiĢik sosyal durum veya Ģartlar ile göstermektedir. oğu kiĢinin etnik veya ulusal kiĢilik olarak adlandırdığı aslında kültürel, ahlaki, özlem içeren (ör: ekonomik motivasyon) kiĢiliklerdir. Diğer bir anlatımla, etnik veya ulusal kimlik, ağırlıklı olarak, Moskova‟nın TaĢkent ile iliĢkisi örneğindeki merkez-çevre iliĢkilerinde olduğu gibi bir baĢkası ile içiçe geçmiĢ olabilir. Ġlk önce, eski çalıĢma sisteminin bir boyutunu ele alacağım. Sovyet kültürü her zaman kadınların ev iĢleri dıĢında iĢgücüne katılarak çalıĢmalarını teĢvik etmiĢtir. Orta Asya‟da, Batılı/Markist kültürel değerler bölge kadınlarının aleyhine olmuĢtur, çünkü ataerkil sosyal yapının ortadan kalkması yerine sadece üzerinde değiĢiklikler yapılmıĢtır. Sovyet öncesi sistemin iĢleyiĢi üzerine tipik bir Sovyet tartıĢması, kalabalık ataerkil aile ve bu kurumun Sovyet “dönüĢüm”ü ile ilgili bilgiler Vasil‟eva ve Karmysheva‟da (1969: 193-212) bulunabilir. Bugün kadınların ağır yükünü hafifletmek için bir çabaları olmayan erkekler, kadınların yıllarca evin dıĢında çalıĢmasından ötürü kızgındırlar. Orta yaĢlı kadınlar ise kendilerini tamamıyla eve adamak konusunda bölünmüĢlerdir. Doğal olarak yapılan iĢin niteliği burada önem kazanmaktadır. Her iki kesim de öğretmenlik ve sağlık gibi bazı mesleklerin kadınlar için uygun olduğunu düĢünmektedir. Fakat Özbek toplumu, erkek evin dıĢında çalıĢırken kadınların ev içi ihtiyaçları karĢılamasını ve çocuk yetiĢtirmesini anlayıĢla karĢılamaktadır. Bir Özbek kadını, Sovyet toplumu tarafından dayatılan üreme ahlakını veya boĢanma karĢısındaki hoĢgörüsüz tavırları beğenmeyebilir. Buna karĢılık, yüksek eğitim imkanlarından faydalanmayı tercih edebilir. Konuyla ilgili kiĢisel tutumlar, kiĢinin günlük yaĢantısı içerisinde etnoulusal veya üst ulusal gerçeklikler içerisinde nerede yer aldığını belirlemektedir. Nurota‟nın iĢgücünde yer alan cinsiyet ve kadın konuları, kadınların nadiren çobanlık yaptığı kırsal Namangan‟da değiĢik bir anlam kazanır. Biz, ilginç olarak üç çocuk annesi yalnız bir kadının çobanlık yaptığına rastladık, fakat onunki açıkçası bir istisnaydı. Nurota‟daki iĢgücü paylaĢımı, Sovyet öncesi dönemde hayvancılıkla uğraĢanların hayat biçiminin bir devamıdır. Ġlaveten, kırsal Namangan‟da olduğu gibi, Nurota bölgesindeki kolhozların da büyük bir Ģehirden uzakta olmaları, Fergana vadisindeki gibi erkek veya kadınların kolhozlar dıĢında iĢ bulma beklentilerini zayıflatmaktadır. Burada dil faktörü de, Nurotalıların çoğunun anadilinin Özbekçe değil de Tacikçe olması dolayısıyla önemli rol oynamaktadır. Ġnsanlar ikinci dil olarak Özbekçe konuĢsalar da,

1077

üniversite, kolej ve teknik enstitülerdeki mevkiler için ana dili Özbekçe olanlar karĢısında rekabet etmeleri daha zordur ve yüksek eğitim hedefleri karĢısında bu bir engel oluĢturmaktadır. ġüphesiz ki, hedefler ve istekler tarafından belirlenen kimlikler açık olarak politik anlamlar kazanmaktadırlar (Jenkins 1994: 197-223). Böylece, Sovyetler Birliği tarafından dayatılan Özbek etnik kategorisinin, iĢgücü pazarındakiler veya üniversiteye girmek isteyenler için belirleyici sonuçları bulunmaktadır. Etnik kategorilere dayanan halihazırda mevcut fırsatlar vatandaĢın devlete bağlılığını ve bunun sonrasında Sovyet toplumuyla gurur duymasını sağlayabilir veya sağlayamaz bu toplumda olumlu katılımı ifade etmektedir. Sovyet milliyetleri politikasının ciddi öğrencilerinin, özellikle Stalin yönetimi sonrasında S.S.C.B. ile olumlu yönde kimliklerini bağdaĢtıranların, baĢarıları yadsınamaz. 1950‟ler, 1960‟lar ve 1970‟lerde devlet sıfatına sahip ulusal grupların kendi cumhuriyetlerindeki üniversite ve bilimsel enstitülere girmelerine olanak sağlanmıĢtır. Ġstihdamda ayrım yapmayı engelleyen program sayesinde yüksek oranlı fonlar sağlanmıĢtır. Ayrıca, bu cumhuriyetlerdeki akademilerin öncü Rus akademileri ile aynı seviyeye ulaĢmaları için gerekli yatırımlar yapılmıĢtır. Zaslavsky bürokrasinin eğitim politikasını incelerken, “transfer ödemeleri ile kurumsal eĢ biçimlilik”i birleĢtirerek, eĢit olmayan kalkınma karĢısında hükümetin tepkisini göstermektedir (1992: 97-121, cf. Starr 1996: 84). Sovyet sistemine güveni sağlamak amacıyla, eğitim yoluyla köylülerin bu sınıf dıĢında tutulmadıklarını hatırlatmak isterim: Benim de çalıĢtığım TaĢkent‟teki Tarih Enstitüsünde bu konuda çalıĢan araĢtırmacıların çoğu kırsal kesimden gelmekteydiler. Tabii ki, 1980‟lerin sonunda Orta Asya ile Sovyet-Rus kültürlerinin birleĢiminin yıpranmasında paradoksal olarak, bu eğitim politikaları temel oluĢturmuĢtur. Devlet sahibi olan milliyetler arasında yüksek eğitim görmüĢ kadroların bağımsızlık yanlısı radikalleri destekleyen entellektüel elitler tarafından oluĢup oluĢmadığı konusundaki tartıĢma önemli bir sorundur. Bunun yanı sıra, Laitin‟e göre (1991: 139-177), bilim adamları ve araĢtırmacıların çoğu eğer daha büyük bir kültürel özerklik ve politik tam bağımsızlık ile karĢılaĢırlarsa, kendilerini “besleyen” Sovyet‟i taĢlamaya hazırdırlar. Coğrafya, Nüfus ve Kırsal Planlama Özbek kimliğinin mevcut durumu Özbekistan‟da 1929‟da oluĢan sınırların bir ürünüdür.3 Özbekistan kurulduğunda, politik sınırlar ve milli çizgiler içerisinde doğal bir etnik Özbek kimliği oluĢmuĢtur. Bundan kısa süre sonra, çağdaĢ Özbekistan‟da4 “Özbeklik” Orta ağ‟dan beri varolan ve birbirleriyle rekabet eden birçok kimlik içerisinde primer inter pares (eşitler arasında öncü) olmuĢtur. Kıpçak etnik tarihi ile ilgili önemli bir bilimsel çalıĢma ġahniyazov‟a aittir (1974). Buna ilaveten, Sovyetler Birliği‟nde etnisite kavramı milliyetçiliğin üzerine inĢa edilen bir özelliğe sahiptir. Milliyetlerini belirleyen üç-dört kuĢağın doğumdan itibaren belgeleyerek, kuvvetlendirmiĢlerdir. (Zaslavsky 1992: 99) Özbek diasporası göreceli olarak küçüktür ve dünya genelinde Turkistan diasporası içerisinde yer alır. Bugün Özbek nüfusunun önemli bir kısmı, eski Sovyetler Birliği‟nin diğer Orta Asya

1078

cumhuriyetleri, Afganistan, Türkiye ve Amerika BirleĢik Devletleri -özellikle New York ġehri olmak üzere- kendi adını verdikleri ulus devletlerin dıĢında yaĢamaktadır. KomĢu BDT‟deki Orta Asya ülkelerinde yaĢayan Özbek çoğunluk buralara yeni yerleĢmiĢ değildirler. Fakat her zaman Orta Asya kültürel alanı içerisinde kalmayı baĢarmıĢlardır.5 Ayrıca, Özbekistan‟ın muhtemel sınırları, milli toprakları, iç ve dıĢ sınırlamalar ile bir devlet olarak varlığını sürdürmesi için konunun büyük bir Özbek çoğunluk tarafından iyice irdelenmiĢ olacağını düĢünüyorum. Sovyetler Birliği içerisinde, Özbekler hısım akrabaya olan bağlılıkları ve diğer cumhuriyetlerden ve geliĢen Sovyet yaĢam biçiminden farklı olan kültürel kabullenmeleri ile ünlüdürler. Bu varsayım, kırsaldaki Özbekler için doğru afortiori‟dir. ünkü onlar doğdukları köylerden hemen hemen hiç dıĢarı çıkmamıĢlardır (Belov 1991: 16-23, Fierman 1991: 266-267, Kerimov 1993: 26). Ġlaveten, Rusların oldukça öne çıktığı ülke içindeki birçok etnik grup arasında sık yaĢanan etnik göçler bazı yönlerden ABD ile kıyaslanabilir. Aslında, toprağa bağlılık, Rus ile Sovyet kültürlerinden farklı bir kültürel yaĢam biçimi isteği ile toplumsal değerlere daha az bağlı kalarak köylülüğü koruma isteği Fergana vadisindeki modern Özbek kimliğinin önemli özellikleridir. Bunun yanı sıra, yaygın kabullenmelerden aksine, çoğu kırsal kesimdeki köyler bile Sovyet yaĢamına daha çok uyum sağlamıĢlardır. Fergana vadisindeki kırsal alandaki Özbek köyleri Nurota‟daki duruma kıyasla yakın kasaba ve daha büyük Ģehirlerden soyutlanmıĢ değildirler. Bugün köylerin yayılımı imparatorluk öncesi duruma kıyasla değiĢikliğe uğramıĢtır. Benzer koloni yerleĢimlerinde olduğu gibi, yerleĢim planları yerel halkın günlük yaĢamlarının izlenmesi ve gözlenmesi ile ilgili olarak tasarlanmıĢtır. (Thomas 1994) Orta Asya‟daki (1930‟larda) kolektivizm döneminde, birçok köyün inĢaası devlet çiftliklerinin yerleĢimleri etrafında organize edilmiĢ, böylece kırsal kesimin Sovyet planlı ekonomisi etrafında kurulmasını kolaylaĢtırılmıĢtır (Ismaklov 1972: 69-95). Bu amaçla, köyler ve daha büyük politik-yönetimsel nüfus merkezleri arasında ticaret, ulaĢım ve doğal kaynak bağlantıları (özellikle sulama suyu) kurulmuĢ ve korunmuĢtur (Asanov 1988: 14-20). Üstelik, savaĢ sonrası dönemde köylüler kasaba ve Ģehirleri sık sık ziyaret etmiĢlerdir. Ayrıntılı bir Ģekilde hazırlanmıĢ otobüs iĢletmeleri en küçük çiftlik birimlerine hizmet vermektedirler. Fergana vadisinde yaĢayan hiçbir Özbek, Ģehir merkezinden (Andican, Fergana, Namangan, ve Hokand) otobüsle birkaç saatlik mesafe dıĢında bulunmamaktadır. Nurota, bölgesel baĢkent olan Navoi Ģehrinden sadece 55 mil uzaklıktadır. Fakat bu kendine özgü bir Rus Ģehridir. obanlar buraya sık sık seyahat etmezler. Nurotalılar için bir baĢka seçenek de Semerkant‟tır, Nurota‟nın yaklaĢık 150 mil güneydoğusunda yer almaktadır. Yolların kötü ve güvensiz olması nedeniyle Fergana vadisindekilere kıyasla daha zahmetli bir yolculuk hizmeti sunulmaktadır. Köylülerin kasaba ve Ģehirleri ziyaret amaçları farklıdır. Bunlar satıĢ, satınalma, enstitü ve üniversitelere gitme, akrabaları ziyaret veya Sovyet sosyal yaĢamının daha geniĢ parametrelerini görmek gibi değiĢik birçok amaç içerir. Devletin Varlığı

1079

Önceki Sovyet sistemi, yerel toplumun kolları tarafından uygulanan ve yönetilen katı modernleĢme planları ve yorucu ideolojik faaliyetler yoluyla kırsal topluma karıĢıyordu. Burada kollardan kast ettiğim tarım (çalıĢma örgütleri, hububat hasılat kotaları, verimli hasılat için verilen makine ve kimyasallar), sağlık bakımı (Sovyet ilaç ve Sovyet hıfzısıhha ile hijyeninin öğretilmesi, yönetimi ve uygulanması), devlet dükkanları ve kioskları (sadece Sovyet tüketim malları ve edebi eserler mevcuttu) ve çiftliklerin politik kurumları özellikle de kırsal konseylerdi (kıĢlak şuralar). Bunlar toplumsal olayları ve bireysel sicilleri izliyorlardı (Kerblay 1983: 94-96). SömürgeleĢtirilmiĢ insanlar arasında bir çifte kimlik yaratılmasında, bu kimliklerin antipati oluĢturması ya da etnik grup veya millet içerisinde farklılık yaratan daha farklı sosyal bilimsel kategorilere ayrılarak incelenmesi eğilimi bulunmaktadır (Sachchidananda 1976: 38-52). Böylece, Fergana vadisindeki (FV) küçük bir Özbek toplumu içerisinde Özbek ve Sovyet kimliklerinin incelenmesi sırasında normal olarak geleneksel/modern, dini/laik, yerel/uluslarüstü, kırsal/Ģehirli kimliklerinden bahsedilebilirdi. Benim bunu yapmama nedenim basittir: Veriler bu ayırımları desteklememektedirler. Onlar yaĢanan gerçeklerle uyuĢmamakla birlikte, kuramsal ve zihinsel olarak mevcut olabilirler. DeğiĢik zamanlarda kimliklerden birini veya diğerini hissetme eğilimleri; bir insanın kendisini ne zaman Özbek veya Sovyet hissettiği ile ilgilidir. Bu nedenle, kısa çıkarımlarda veya öngörülerde bulunmak çok karmaĢık bir olaydır. Nurota‟da etnik kimliği belirleyen faktörler, Nurota kasabasında yerleĢik insanların ve kırsal nüfusun çoğunluğunun anadilinin Tacikçe nedeniyle aĢırı karmaĢıktır. Ayrıca bölgede Kazaklar ve Karakalpaklar gibi Orta Asya‟daki diğer etnisitelerin temsilcileri bulunmaktadır. ġimdi insanların az da olsa önem vermeleri gereken kabile veya klan kimliklerini ele alacağım. ünkü bunlar kendi dıĢındakilere çok yabancı olduklarını ve Sovyet öncesi soya bağlı kimliklerini kolay ifade edebilirler. Bu antropolog için en yorucu engel, çobanların suskunluğu ile onların kabile ve daha alt-etnik isimlerini ayrıntılı anlatmak kifayetsiz gözükmeleridir. Elbette ki, bilgi sahibi yerel halk da bulunmaktadır, fakat onlarla görüĢmedim. GörüĢtüğüm insanlar çok fazla önem vermeseler de, Ģimdi bazı alt-etnik bağların örneklerini sunacağım. Borok, Arap, Uluğ Cüz‟üz Konli‟si Altınordu‟nun yıkılmasından ortaya çıkan bir Kazak-Moğol kolu, Türki (kabile içi evlilik), Uçaklı, Codin (on ailelik bir soy), orta Cüz (Koziahta-dıĢardan evlilik, Altınordu‟nun yıkılmasından sonra ortaya çıkan Kazak-Moğol kolu), Kızıl ve Laka (kuzen evliliklerine-hem kabile içinden hem de dıĢından evliliklere izin vardır!). Antropolojik olarak bazı terimlerin anlamları kabul edilebilir fakat buradaki problem bu insanların çoğunun alt-etnik geçmiĢleri ile ilgili bilgilerinin olmamasıydı. Ne yazık ki, projemizde özellikle de sosyal yapı, aile Ģekilleri ve bazı yaylalardaki belli gruplar ile bağlar, vb. açısından bu tür kimliklerin öneminin öğrenilmesi için yeterli vaktimiz bulunmamaktaydı. Tacik etnisite kavramı kendi baĢına pek ilginç gelmeyebilir, çünkü Orta Asyalı etnisiteler birbirlerinin ülkeleri içerisinde mevcutturlar. Bunlar Türkmenistan‟daki Özbekler, Tacikistan‟daki Kırgızlar veya Özbekistan‟da yaĢayan Tacikler olabilir. Zaten burada sorulması gereken soru da birinin ana dilinin kendi ismini verdiği etnisiteden (bu durumda Özbek) bir farklılık veya ayrım

1080

yaratılması konusunda güçlü duygular oluĢturup oluĢturmadığıdır. En azından farklılık duygusuna bağlı olarak bir çeĢit politik hareket veya azınlık hakları talebinde bulunmaları yönünde varolan nosyonu test eder. GörünüĢte, Tacikçe konuĢan Nurotalılar arasında devlete karĢı etnik ayrımcılık anlamında açık bir düĢmanlık veya memnuniyetsizlik hissetmedim. Bununla beraber, oldukça uygun olabileceğini düĢündüğüm bir durum, bir yaz akĢamı kasabadaki yerleĢim yerlerinden birinde katıldığım halk düğünüydü. Daha önce de belirttiğim gibi, katılanların çoğunun anadili Tacikçe idi ve aslında kendi aralarında hep Tacikçe konuĢuyorlardı. Kutlamalar sırasında ne zaman bir genel duyuru yapılması gerekse, bu kadeh kaldırma Ģeklinde de olabilir, konuĢmacılar Özbekçe konuĢmaya baĢladılar. KonuĢma dilini değiĢtirme çoketnili Orta Asyalılar arasında yeni değildir. Fakat baĢlangıçta benim anlamadığım bunun konuĢmacılar tarafından katılımcıların hepsinin anlaması için kasıtlı yapılıp yapılmadığıydı (belki de New York‟taki bir düğünde Portorikolular Ġngilizceyi kullanabilirler) ya da bunun törende resmi bir düzenleme olup olmadığıydı. Daha sonradan, insanlar bana bütün halk faaliyetlerinin ki bu parti veya resmi toplantı da olabilir, Özbekçe yapılması gerektiğini çünkü bunun devlet dili olduğunu anlattılar-bence bu olabildiğince etkili bir devlet dilidir! Dil konusu ile onun yöre insanlarıyla yerel kimlik arasındaki iliĢkisini tartıĢmaya baĢladıktan sonra, bu konuda birçok tepki aldım. Tepkiler bir tarafta kendilerini etnik olarak Tacik olarak hissedenlerdendi ki bunlar bölge veya tüm ülke içerisinde (özellikle Semerkant ve Buhara Ģehirlerinde Farsça konuĢurlar iki dili konuĢmak durumundadırlar. Diğer tarafta ise Tacik dili ile kökenlerini kabul eden ve fiziksel olarak Özbeklerden farklı göründüklerine inanan ve farklı gelenekleri olan fakat gene de bugün kendilerini “Özbekistanlı” değil de “Özbek” görenlerdi. Bu farklılık önemlidir çünkü bu bilgileri sağlayanların çoğu (tam olarak on iki kiĢiden yedisi) Özbekistan‟da bir azınlık grubu olmadıklarını, fakat kendilerini Özbekistanlı olarak değil de tümüyle Özbek gördüklerini ifade etmiĢlerdir. Kanımca bu kısmen de olsa 1930‟lar öncesinde bölgede sıkı bir etnik kategorinin eksikliğin den kaynaklanmaktadır. Belki de birinin milliyetine baskı yapılarak daha fazla problem yaratılmamasını hedefleyen politik güvenlikle ilgilidir. Bu da bizzat Özbek Cumhuriyeti yetkililerinin, daha fazla Özbek yaratılması amacıyla Tacik bölgelerin çoğunluğunun Özbek olduğunu göstermesi konusundaki eski tartıĢmalara götürür. Ġnsanlar kendilerini “Taciklik” ile özdeĢleĢtirmeden önce bunun yararları ile zararlarını kafalarında bir değerlendirecekler ya da fakir fakat daha huzurlu olan bir dönemde yalnız yaĢamaya devam edeceklerdir. Norton‟un Güney Pasifik araĢtırmasına esas olan teorik söylemi ile ilgili sosyal makalelerinden analizimde yararlandım. Ona göre, araĢtırmacılar “… kimlik ve bunun sosyal etkileri ile ilgili söylemlerin karakterini etkileyen insanların‟ sosyal iliĢkileri ve kültürel uygulamaları” (1993: 744) üzerinde durmalıdırlar. Bütün köylüler Sovyet niteliklerini belli bir noktaya kadar korumaktadırlar. Bunlar özellikle de okul, iĢyerleri, ordu ve toplumsal organizasyonlar gibi toplu Sovyet kurumlarında

1081

çalıĢan bireylerin bilinçlerinde yaratılmıĢlardır.6 (1960: 36) Kırsal Özbek insanının, Sovyet kimliğini ne kadar muhafaza ettiğine dair merakım, sosyalist dönem sonrasında oluĢan bireyin sosyal yaĢamındaki karmaĢıklığı ortaya koyma isteğim ile daha da artmıĢtır. Özbekistanlı entellektüel ve politik liderlerin veya Sovyet elitlerinin etnik veya ulusal kimlik nosyonlarını yerellerle kıyaslayacak olsam, burada yanlıĢ bir ikili ayrıma girebilirim. Bunun nedeni sadece basite indirgenmiĢ iki farklı söylem olmamasındandır (bir tarafta sosyal ve köy tabanlı, diğer tarafta akademik veya politik ve metropol-tabanlı). ġeçkinler ve kırsal yerleĢimciler arasındaki iliĢki temel nitelik ve algılama olarak birçoğunun düĢündüğünden daha da farklıdır. Aslında Özbekistan kimliğini ve daha önceki Sovyet kimliğini yaratan ve Ģekil veren söylemleri modelleseydim, bu üst üste binmiĢ iki halkadan oluĢurdu. Bunun anlamı farklı söylemlerin varlığı değil, fakat iki farklı kimliğin birbirleri ile doğrudan ve dolaylı olarak haberleĢmesindendir. Ġlave olarak, Sovyet sonrası kimlik geliĢimi ve değiĢimi konusunda teorik oluĢumlar yaratmak isteyen araĢtırmacılar için kırsaldaki halkın elitlerin yazılarını hiçbir Ģekilde etkilemediği varsayımı ciddi bir eksiklik oluĢturmaktadır. ġimdi bu noktayı açıklamaya çalıĢacağım. Köylü Verileri Ulusal haberleri takip eden köylüler yerel ve ulusal basında ki -bu televizyon, gazete veya dergiler olabilir-dilin “Özbek ağırlıklı” olmasından hem sevinmekte hem de kızmaktadırlar. ġimdi, kitle iletiĢim araçlarında kullanılan kelimelerin hepsi Özbekçe değildir (Farsça veya Arapça kökenli de olabilir) aslında Rusça olmadıkları için baĢka kelimeler ikame edilirler. Bu aslında baĢlı baĢına bir ulusal devletin değiĢen kimliğini göstermektedir. Yani Sovyet/Rus‟dan “iyi niyetle” Orta Asyalı olmaya geçiĢi iĢaret eden bir iddiadır. Bu ayrıca ulusal gururu oluĢturmaktadır çünkü Özbek dilinin, eski dilde zorunlu olarak kullanılan kelimelerinin yerini alacak zengin bir kelime haznesi bulunmaktadır. Ulusal tarihle doldurulmuĢ metinler, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl baĢındaki Sovyet döneminde baskı altında kalan tarihin (kiĢilikler, olaylar ve kültürel yaĢam biçiminde) karanlık taraflarını yansıtmazlar. Bunun tersine bir baskı oluĢmaktadır: yeni romantik ülkenin soy ile ilgili öykülerinde Orta Asya öne çıkmaktadır (Herzfeld 1987: 82). DüzeltilmiĢ yazı dilinin ulusal ve uluslararası olaylara daha çok eriĢim sağlayıp sağlamadığı (birçok yeni makale ve broĢürün bir çeĢit kitabi Özbekçe gerektirmesi gerçeğinden yola çıkarak değil) Özbeklerin hepsinin daha da ÖzbekleĢtikleri meselesinden daha az önemlidir. Bazı insanlar bu konuyla dalga geçebilir, bazıları ise bozuk ve yetersiz bir Özbekçesi olan yabancı misafir bir araĢtırmacının bu “gerçekleri” (hakikat) nasıl bildiğini merak edebilir. Hatta adamın biri bunu: “keĢke benim de kelimelere bakabileceğim Özbekçe bir sözlüğüm olsaydı, ama Sovyetler hiçbir zaman yeterince sözlük basmadı ve Ģimdi de hükümetin sözlüğü tekrar basmak için kağıdı yok” 7 diye ifade etmiĢtir. Köylülerin çoğu siyasi elitlerin önemli bir kısmının bırakın anadilde konuĢma becerilerini yazılı Özbek kaynaklarını bile anlamadıklarını farkındadırlar. Ulusal politik eliti oluĢturanların çoğunun yeni

1082

bir ĢiĢe içindeki eski Ģarap gibi olmalarından dolayı, haberleĢme (yazılı ve sözlü) becerileri de aslında Rusçayı anlayıp konuĢabilmelerine bağlıdır. Bu elitler, kendi vatandaĢlarına anadillerinde hitap ettiklerinde durumu yapay bir Ģekilde idare ettiler, ama açık olarak alaya alındılar ve utandılar. Daha acısı, bu durum ulusal lider CumhurbaĢkanı Kerimov için de geçerlidir. CumhurbaĢkanı edebi dilde Özbekçeyi konuĢabilmek ve yazabilmek için epey bir çaba sarf etmiĢtir. KuĢkusuz, Özbekistan‟ın verimli sulak arazi ve vadilerinde çalıĢan görgüsüz ve kaba kiĢiler tarafından alaya alınmak istemediğinden bu zahmete katlanmaktadır. Modern Özbek dil ve kültürünün beĢiği (Kasimov 1992) kabul edilen Fergana vadisindeki kolektif çiftliklerde (kolhozlar) araĢtırmamı tamamladıktan sonra, bazı kiĢiler bana “TaĢkent”in (yüksek kültürlülük ve elit bakıĢ açısı için kullanılan benzetme) Vadiden Özbekliğin ne olduğunu öğrenmesi gerektiğini vurguladılar.8 Bu basit bir bölgesel gurur olayı değildir. oğunluğu ilgilendiren bir durumdur, Özbek nüfusunun %60‟ı kırsal köylüdür-ulusal elitler ile etnik kimliğin yönünü de etkileyen ve belirleyen onlardır. obanlar, kasaba halkı ve Nurota‟nın yetkilileri TaĢkent‟i Vadiiliklar (Fergana Vadisi sakinleri) ile aynı Ģekilde algılamıyorlar. Onlar, baĢkenti çürüme, yozlaĢma, RuslaĢma, Özbek-dıĢı, kaba, kozmopolitan vb. dıĢ faktörlerin karıĢımı olarak görüyorlar. Aslında yüzlerce yıl yönetim ve etkisi altında kaldıkları Buhara ve Semerkant‟a daha bağlılar. Dil de onları pek alakadar etmiyor, saf Özbekçe olması veya saf Namangan olması da. Hatta, gerçekte Nurotalıların çoğu arasında Özbekçeye karĢı bir ihanetten söz edilebilir çünkü onlar “Asya dili” olarak niteledikleri Özbekçe karĢısında yerel Tacik dillerini daha “eski”, daha “geliĢmiĢ” ve daha “güzel” görmektedirler. Sovyetin Cenazesi Kendini bir sistem veya yaĢama biçimi ile özdeĢleĢtirmek, bir kimliği kendininki gibi kabul etmekten çok farklıdır. Ayrıca, zorunlu olarak ipek böceği yetiĢtirilmesi, iĢ koĢulları hakkında Ģikayet etme korkusu, Özbek değerlerinin Ruslar altında yavaĢ yavaĢ kaybolması gibi Sovyet sosyalizminin çürümüĢ

unsurları

bilinmektedir.

Fakat,

bağımsızlık

döneminin

ilk

baĢlarında

uğranılan

ekonomik/maddi zararlar yüzünden köylülerin çoğu daha normal, daha rutin olan ve daha öngürülebilir gözüken önceki döneme özlem duymuĢlardır. S.S.C.B.‟de sosyalist sistemin üstünlüğü abartılı olarak övülmektedir (Kornai 1992: 50-54, Verdery 1991: 29-32). Kendini beğenme ve kendine aĢırı güven bu ideolojinin sembolleriydi ki KP‟nin (Komunist Parti) istekleri ile on yıllarca beyinleri yıkanan yığınların sistemlerine güvenleri tamdı ve bu kiĢisel bir yatırım olarak görülüyordu.9 Bazıları nasıl uyum sağlanacağını anladı. Veya, ilk sosyalist felsefecilerin geleneğinde sosyalizmin devrini doldurması ile ortadan kalkan “sosyal sistemin istikrarı” idi ve herkes tarafından tanınmayan “rekabet ihtiyacından doğan özgürlüğün” tekrar kaybedilmesiydi (Bauman 1976: 47). “„Birlik‟ olmadan nasıl bir yaĢantımız olacak? ok zaman geçmeden Afganistan‟daki gibi yaĢamaya baĢlayacağız. ġapkamı ve paltomu görüyorsun. Bunlar iyi kalitedir ve Avrupa stili kıyafetlerdir… Sovyet kıyafetleri. Afganistan‟da ise durum tersinedir (rivozhlanmagan).”

1083

“Rusya bize eskiden kömür gönderirdi ve ucuzdu. ġimdi çok az insanın kıĢın kömür almaya gücü yetiyor. Sovyet zamanında, cumhuriyetlerimiz arasında daha sıkı bağlar vardı. ġimdi bağlar ortadan kalktı ve herĢey daha kötüleĢti.” “Evet, biz her zaman Nevruz‟u kutladık, fakat Ģimdi devlet bu olayı büyüttü. Bazı açılardan eskisi kadar iyi olmadı: bir taraftan Müslümanlar için asıl Yeni Yıla dönüĢtü, fakat Ģimdi insanların parası olmadığı için eskiden alabildikleri tüm yiyecekleri alamıyorlar.” Köylülerin yukarıdaki Ģikayetleri, artık Sovyet halkı olmamaları ile ilgili değildir. Açık olarak genel ekonomik çöküntü ile oluĢan hayal kırıklıklarını yansıtmaktadır. Bununla birlikte, bu problemler daha ayrıntılı olarak irdelenirse, Sovyet yaĢamı ve Sovyet değerleri ile özdeĢleĢme görülebilir. DeğiĢmez bir Ģekilde, insanlar yabancı bir misafirin yeni durumun eskisiyle aynı olduğunu zannettiğini anladıklarında Özbek köylü kimliği Sovyet kimliği ile birleĢmektedir. Böyle zamanlarda, yabancıya yeniden yapılanma (perestroika) döneminden önce durumlarının ne kadar iyi olduğunu anlatmaya çabalıyorlar. Sadece birkaç yıl önce kendilerine acınması veya Batılılardan yardım dilenme (özellikle Amerikalılardan) durumlarının bulunmadığının bilinmesini istiyorlar. Bunun tersine, daha birkaç yıl önce, Asya ve Afrika‟daki geliĢmekte olan ülkelere yardım etme durumunda olan S.S.C.B. idi. Ümit vaat eden çocuklara teknik eğitim ve öğretim kolhoz kurumları sayesinde veriliyordu. Daha yüksek eğitim kurumlarına giriĢte rüĢvet ve diğer yozlaĢma mekanizmaları Sovyet döneminde de bir dereceye kadar olmuĢtur, ancak Ģimdi yüksek eğitim artık bedava değil ve rüĢvet olağan hale gelmiĢ durumdadır çünkü eğitimcilerin ve profesörlerin maaĢları Sovyet dönemine kıyasla çok değer kaybetmiĢtir. Bu maliyetler birçok ailenin çocuklarını eğitim ve öğrenime göndermelerini imkansız hale getirmiĢtir. Sosyal hareketliliği sağlama yöntemlerinden biri olan ve Sovyet medeniyetinin eskiden beri bir parçası olan kırsal tabanlı yaygın eğitim çoktan yozlaĢmıĢtır. Sovyetler Birliği‟nde okul müfredatının bir çeĢit yüksek baĢarı ve kazanım olarak görülmesi, birçok yetiĢkin köylünün eğitim deneyimleriyle gurur duymalarına ve geniĢ tabanlı Sovyet tarzı eğitimin kendi çocuklarına en iyi teknik, bilimsel ve sosyal eğitimi vereceğine inanmalarına sebep olmaktadır.10 Tahrik edici bir nokta gibi gözükse de, ben Orta Asyalı köylülerin çifte kimliği kötülemeden temsil edilebileceklerine inanmıyorum ve bu kelimenin kötü anlamıyla propaganda ile yapılabilir. Sovyet Birliği‟nin süper güç olma durumu kaybolurken bazı sıkıntılar kendini hissettirdi. Bu büyük refah gücü içerisinde yaĢayanlar onun fayda ve avantajlarından yararlanmıĢlardır. Hepsinin üstünde, Sovyet vatandaĢlarının yabancılara karĢı sergiledikleri kendilerine güvende bir azalma olmuĢtur. Bu dünya çapında askeri güç olmaktan, uzay çalıĢmalarında, uluslararası spor yarıĢmalarındaki baĢarılarından, Asya ve Afrika‟daki birçok ülkede Sovyet rolü ve etkisinin görülmesinden kaynaklanıyordu. Bunların önemini kaybetmesini, kederli bir yaya bana Ģöyle özetlemiĢti:

1084

“Her yaz çocuklarımızı annemlere bırakarak, karım ve ben sağlık merkezlerine veya ülkenin diğer kesimlerine tatile giderdik. ġimdi bunu yapmaya Özbekistan içerisinde bir yere veya Issık Gölü‟ne (Kırgızistan‟da bir göl ve dinlenme yeri) gitmeye gücüm yetmese de, bunun bir anlamı kalmadı: artık, birçok yeni ülke var ve hiçbiri birbiriyle anlaĢamıyor.” Bu

adamın

söyledikleriyle

aslında

halen

kendisini

Sovyet

hissedip

hissetmediğinin

anlamsızlığını sonradan fark ettim. “Ülkenin” diğer kısımlarına ziyarete gidemiyordu. S.S.C.B.‟nin diğer Orta Asyalı olmayan bölgelerinde etnitise ve/veya dininden ötürü bir ayrımcılık hissetmeden istediği gibi tatil yapma hakkına sahipti ve çoğu zaman kendisini Sovyet vatandaĢı olarak görüyordu. Ancak bugün bu durum geçerli değildir. Eskiden ıkıĢ (?) Yerel bürokrat tarafından yukarıda ifade edilen bu durum, Sovyet kimliği içerisinde yer alan uluslararası bağların koptuğunu göstermektedir. oklu-ulusal imparatorluğun çökmesini kiĢinin kimlik çökmesi izlemiĢtir. Özbekistan etnik-ulusal kimliğinin yükselmesi ile birlikte ülke çapında kolektifleĢme artmıĢtır. Fakat Özbekistan‟ın geleceği Özbekistan‟da yaĢayan insanların ulusal kimliklerini ne kadar koruyacakları ve derinleĢtireceklerinde yatmaktadır. Bu amaca ulaĢmak için, kimliğin Özbek tarihi geliĢmelerine ve kültürel değerlerine bağlılığın sağlanması; devletin politik ve entelektüel kadroları tarafından bağımsızlığın sağlanması ve beraberliğin oluĢturulması temeline bağlıdır. Ve diğer geliĢmekte olan devletler de olduğu gibi, bu bazen geçmiĢin mitolojik olarak sunulması ve Özbek toplum tarihi konusunda bilgilendirme yoluyla yapılmaktadır (Obeyesekere 1995: 225-226). Sovyet hükümet yöntemleri “istikrarın” sağlanmasına yöneliktir. Ulusal liderler, yerel seviyedeki çıkarlar ile kiĢisel ihtiyaçların yerini yavaĢ yavaĢ hiyerarĢik bir devlet sistemi aldığında neler olabileceği konusunda aydınlatıcı olmuĢlardır. Sovyet sonrası dönemde Tacikistan‟da

otoriteye

dayanan

liderlik,

zorla

saygı

görmekte

ve

desteklenmemektedir:

“(CumhurbaĢkanı) Kerimov eski bir Komünisttir, ama bizi açlıktan ve birbirimizi öldürmekten korumuĢtur. Afganistan ve Tacikistan‟daki problemleri yaĢamadığımız için ona müteĢekkiriz.” Bu konuĢma benim için yapılmamıĢtır, bu bir köy cenazesinde yaĢlı bir adam tarafından yapılan konuĢmadan alınmıĢtır. Sovyetlerin çözülmesinden sonra Özbekistan‟ın bölgecilik yoluyla parçalanması yönündeki doğal eğilimini burada yeterince açıklayamıyorum. Fakat Özbek liderliği, ulusal birlik ve devlet uyumunun sağlanması için üç adımdan oluĢan bir devlet politikası uygulayarak en üst düzeyde öncelik sağlamıĢtır: 1) demokratik ve çoğulcu politik grupların, ulusal hareketlerin ve dini inançları kuvvetlendirici örgütlerin bastırılması; 2) laik yönetim (Özbekistan Anayasasının 61. maddesi: 1992) ve 3) dil değiĢimi, isim değiĢikliği, Türk-Müslüman geçmiĢinin baĢarılarına vurgu yeni ulusal tatillerin yaratılması, sosyal bilimler konularında ve alanlarında bilimsel araĢtırmalara dönülmesi, Sovyetler döneminde yasaklanan Narodnik değerlerine dayalı Özbek “geleneksel” değer ve kültürünü teĢvik eden yeni kitapların yazılması yollarıyla “Özbekliğin” devlet kontrolünde yaratılması. Yeni kitaplar hem

1085

akademik hem de popüler konularda (bkz. Golovanov 1992, Ismoilov, 1992 Sattor 1993) basılmıĢtır. Burada bu devlet desteğine fazla vurguda bulunmadım. Devlet-Köylü Toplulukları Köyde ortaya çıkan ve değiĢen Özbek kimliğinin ortaya çıkıĢında devletin rolünün ne olduğu konusunda merak edilen hususlar olabilir. Kimliğin geliĢmesi için yapılan kısa açıklamalar burada eğitimin kültürel unsurlarını, ekonomik bağımsızlığı, dinin ifadesini, halk geleneklerini ve dünyanın kalan kısmına göreceli olarak açılmayı içermektedir. Sovyet öncesi dönemdeki etnik geçmiĢ ile ilgili daha sağlıklı bir imaj oluĢturma ve gurur duyma için tarihin yeniden yazılması yönünde yapılan bilimsel çalıĢmalardan bahsetmiĢtim. Kolhoz sakinlerinin bilimsel çalıĢmaları ve edebi dergileri çok az okudukları ortadadır. Ülke çapında geniĢ bir alana yayılmıĢ daha popüler sosyo-politik dergiler (Mülakat/KarĢılaĢma, Fen ve Turmuş/Bilim ve YaĢam) kitapçıklar ve broĢürler dar bir kırsal okuyucu kitlesine sahiptirler. Bu kitapçık ve broĢürlerin konuları; din, yerel tarih, Orta Asya‟nın tarihi kiĢileri, halk ilaçları ve yerel “gelenek” ve göreneklerle ilgilidir. Köylüler bu yayınları doğrudan okumasalar da, bu konuların yazarları ulusal ve bölgesel televizyonlarda yer alırlar. Bunlar her zaman Rus televizyon istasyonları ile rekabet edemeseler de, köylüler neyin yayınlandığından ve “önce Özbek” içerikli bu yeni bakıĢ açılarından ve konulardan haberdardırlar. Etnik gururun oluĢması ile ilgili hükümet politikaları ve entelektüel araĢtırma konuları arasındaki uyum açıkça bazılarına yapmacık gelmektedir. Böyle olsa da, uzun zamandan beri baskı altında tutulan sosyal ve tarihi konuların araĢtırılması özgürlüğünden köylüler çok memnundurlar. Bunun nedeni kırsal kesim insanının, Sovyet döneminde çoğu yasaklanan birçok kültürel uygulama ve yorumları unutmalarından kaynaklanmaktadır. Eski halk geleneklerinin “varolan” Ģeklinin Sovyetler tarafından antropolojik anlamda küçümseyici olarak sınıflandırılmasının yerine Ģimdi “kırsal/ilkel” düzenin saygınlığı ortaya çıkmıĢtır. Ironik fakat etkili bir biçimde, Sovyet kiĢililerinin ve uluslararası sosyalistlerin yerine Özbek ulusunun tarihi kiĢiliklerini yansıtmaları amaçlanarak ölümsüzleĢtirilen heykellerin çoğu aslında Özbek değildir. Bunlar Avrupalılar onları sömürgeleĢtirmeden önceki dönemdeki entelektüel yaĢamın sanatsallığını yansıtmakta ve bir zamanlar Orta Asyalılar tarafından yerleĢilen Özbekistan toprağındaki nüfusu sergilemektedirler. Bunlar arasında fatih imparatorlar Timurleng ile Babür, astronom Mirza Uluğbey ve büyük hekim Ġbn-i Sina bulunmaktadır. Köylüler bu tür değiĢiklikleri fikir birliği içerisinde onaylamaktadır çünkü Orta Asya‟nın bir zamanlar dünya tarihinde gurur duyulacak bir yeri olduğunun farkındadırlar ve daha ileri gitmesini istemektedirler. Bölge insanlarından birinin söylediğine göre: Emir Timur (Timurleng) acımasızdı ve bu nedenle kahraman olmamalı. Fakat Sovyetler onun baĢarılarını kana susamıĢ bir cani olarak yansıtmıĢlardır. Tabii ki bu doğru değildir. O çok akıllı bir stratejistti ve Avrupa‟yı yönetti, bu nedenledir ki Ruslar ona saygı göstermiyorlardı.

1086

Yeni kahramanlar yaratma safhası etnik-ulusal kimlikten uzaktır ve Ģu anki zorlukların sorumluluğunu önceki sistemin totaliter yanlarına bağlamaktadır. Bağımsız olarak yapılan ufak tefek ticari faaliyetler ve geniĢ dünyaya ulusal açılım birbirleriyle ilgili olsalar da, bunların oluĢması birliğin daha da güçlenmesini sağlamıĢtır. Ġnsanlar artık özel dükkanlar açabiliyorlar. Birçok köylünün sahip olduğunda daha fazla baĢlangıç sermayesi gerektirmesine ve ancak temel tüketici ihtiyaçlarını karĢılayabilmelerine rağmen de, bunlar gençler için bir mevki sağlıyorlar. Devlet sektörünü etkileyen ekonomik kriz sırasında gençlerin ticari hedeflere yönelmeleri ve enerjilerini buraya harcamaları küçümsenmemelidir. Nüfusun yarısından fazlası 25 yaĢın altındadır ve Namangan‟da ortalama yaĢ kırsal kesimde Fergana vadisinde olduğundan daha küçüktür (Alekberova, Gol‟dfard, ve ErgaĢeva 1990: 38). ġu an ne kadar yetersiz olsa da ticari geliĢme, devlete bağlılığı sağlamaktadır. Özbekistan‟da hiçbir yerde Nurota‟daki kadar genç iĢsizliğiyle karĢılaĢmadım. Burada 30 yaĢın altındaki erkeklerin %75‟inin düzenli bir iĢi bulunmadığını köylüler ifade ettiler. Bunun sosyal maliyetleri ileride daha ağır olabilir. Gençlerin bazıları köylerinden Ģehirlere gitmektedirler. Bu içki içme, hırsızlık, uyuĢturucu kullanma, çiftliklerde geçici iĢ bulma, boĢ gezme yerine yapılan ve dünyanın geliĢmekte olan yerlerinde rastlanan tipik bir durumdur. Ticari bağlar, eğitim anlaĢmaları ve kitle iletiĢim araçları sayesinde kırsal kesim insanları bağımsızlıktan önce hiç görmedikleri Ģekilde dıĢ dünyaya açıldılar. Yabancı ürün ve yabancı firmaların (çoğu in, Türk, Kore, Alman, Ġngiliz ve Amerikan) köylülerin üzerinde değiĢik etkileri oldu ve köylülerden çok azı kapalı topluma geri dönme isteği duyuyorlardı. Hiçbir Ģey olmasa bile, insanlar özellikle diğer kapitalist ülkeler hakkında hükümetleri aracılığı ile edindikleri bilgilerin doğru olup olmadığı konusunda spekülasyon yapmak zorunda kalmıyorlar. ġimdi daha önce hiç olmadığı kadar yabancılarla tanıĢıyorlar ve yabancı mallar görüyorlar. Özbekistanlıların seyahat etme kısıtlamaları büyük ölçüde azaltılmıĢtır. Buna güçlerinin yetip yetmeyeceği tamamen baĢka bir mesele olmakla birlikte yerel halk bile Güney ve Güneydoğu Asya ülkelerine dini ve ticari gezilere gitmiĢlerdir. Türk hükümetinin kurmuĢ olduğu lise sistemi sayesinde parlak ve baĢarılı öğrenciler üniversite eğitimi için Türkiye‟ye gönderilmiĢlerdir. Köylerdeki erkek öğrenciler bölgesel merkezlerde bulunan Türk liselerinde okuma hakkını kazanmıĢlardır. Benzer Ģekilde, ABD halen BDT ülkelerinden 5.000 lise öğrencisini bir yıllığına okuması üzere kabul etmektedir ve Özbek milliyetinden olanlar da bunlarında arasındadır. Türk yayıncıları tarafından hazırlanan televizyon belgeselleri ve yerel programlar sayesinde halk eski Sovyet sistemindeki negatif ideolojik yayınların yerine dünyadaki toplumları ve kültürleri tanıma imkanına kavuĢmuĢlardır. Yerel halk bu duruma müteĢekkir olup, birçoğu bu çeĢit bir serbestliğin, devletin kendilerini gerçekten Sovyet tarzı yönetimden çıkılacağına olan inançlarını kuvvetlendirdiğini ve ülkelerinin de dünyanın bir aktörü olduğu bir ortamın yaratıldığına inanmaktadırlar. Son olarak, yeni dini özgürlükler ve yükselen kırsal kültür bağlamında kimlik özümsenmesini ele alacağım. Devletin dini bilgi ve uygulamaları desteklediğini söylemek yanlıĢ olur. Ancak, köylüler yeni

1087

bir cami inĢaa etmiĢlerdir ve özellikle dindar olmayan insanlar bile yerel liderlerden çekinmeden serbestçe dua etmenin faydalarından bahsetmektedirler. Her geçen gün daha fazla insan dini konulara eğilmektedirler. Bu özellikle tatillerde ve genel olarak dua edenlerin sayısındaki artıĢtan görülebilir. Ġmamın önderliği olmadan düzgün olarak dua edemeyen orta yaĢtaki erkeklerin ne kadar fazla olduğunu görünce ĢaĢırmıĢtım. Ama sonra bana bunun onlar için yeni birĢey olduğunu ve önceden Ġslam hakkında sadece temel bilgileri bulunduğunu ve detaylı bilgileri olmadığını anlattılar. Daha sonra yaptığım çalıĢmada, bir adam bana her sabah camiye gittiğini söyledi, bunu “bana bir çeĢit huzur veriyor ve günüm daha iyi geçiyor” diye açıkladı. Bugün nasıl din yoluyla Özbeklik oluĢturuluyorsa Sovyet döneminde Müslümanlık gibi Orta Asya kimlikleri insanları Sovyet Rus kimliklerinden ayırt etmek için kullanılıyordu. Din ile milli duygular arasındaki yeni iliĢki Hobsbawm‟ın “modern milliyetçilik için paradoksal çimento” (1990: 68-69) tartıĢmasına daha yakındır. Zamanla din devlet tarafından yaratılan etno-milliyetçilik çizgisine olan bağlılığın yerini alabilir. ġimdi ise tersine, insanların çoğu yaĢamlarında dine izin verildiği için devlete Ģükran duyuyorlar. Ġnsanlar sık sık bana etno-kültürel kimliğin en iyi özelliklerini ifade ettiler. Bunlar arasında, toplumda yaĢlılara gösterilen saygının artması, beklenmeyen misafirlere yardım etmeye ve onlarla ilgilenmeye istekli olmaları, gap olarak bilinen sosyal kuruluĢ aracılığıyla arkadaĢ çevrelerinin bir araya gelerek muhabbet etmeleri, eğlenmeleri ve rahatlamaları yer alıyordu. Sovyetler hiçbir zaman bu özelliklere dokunmadı, fakat insanlar Sovyet değerlerinin kendilerini fiziksel, duygusal ve ahlaksal olarak yıprattığını ve evlilik ve cenaze gibi önemli yaĢamsal olayları ruhsuzlaĢtırdığını ifade ettiler. Hatta bu son örnekte, yerel bürokratlar ölen ve saygın birinin cenazesini imamın idare etmesinden hoĢnutsuzdular: “Bir taraftan parti ile baĢlarının derde gireceğinden çekinmekteler, diğer taraftan ise ölen insanın usulüne uygun olarak gömülmesini istemektedirler” diye ifade etti bir öğretmen. Yeni devletin, yetersizliklerine rağmen, insanların yerel değerler ve “geleneksel” ideallere göre sosyal yaĢamlarını biçimlendirmelerine değer verdiğine inanıyorlar. Devlet, hangi değerlerin yüceltilmesi gerektiğini ve bunun nasıl yapılacağını-kırsal ekonomi yoluyla, sosyal kurumlar yoluyla ve kutlamalar ve faaliyetler yoluyla düzenlemeye çalıĢmaktadır. Halen geleceklerinden, ekonomik ve sosyal yaĢamın Sovyet etkisinden çıkarılmasından kuĢku duyan insanların bulunduğu bir toplumda, köy toplumu ile yeni ulus devlet arasında gerekli bağlar oluĢturulmuĢtur. Yakın gelecekteki toplumun ekonomik ve siyasi yapılanmasında yerel özerklik ile bireysel katılımın fazla bir Ģansı olmadığını düĢünüyorum. Bununlar beraber, sosyal yaĢamın dini ve kültürel katmanlarında eski sisteme kıyasla köylülere yeni devlet tarafından daha çok özgürlük sağlanacağına inanıyorum. Köylüler kimliklerini kırsal özellikleri bulunan bir ulusal ideolojinin belirlenmesinde ve etkilenmesinde kullanacaklardır. Bunu Orta ağ‟dan gelen baĢarılı mirasları ile birleĢtirerek yeni bir Özbek kimliği yaratacaklardır. Fergana vadisi “Özbekliğin” temel yeri olarak kalacaktır çünkü kırsal kesim insanları ona sahip çıkacaklardır. Sonuç

1088

Etno-politik açılardan çifte kimlik durumu burada Sovyet çözülmesinin bir sonucu olarak ele alınmıĢtır. Yapılan alan çalıĢmalarında ve sosyal bilimler içerisinde Orta Asya halkı arasında Sovyet kimliği ile ilgili yapılmıĢ çok az çalıĢma bulunmaktadır. Bağımsızlık ile birlikte yeni Özbek kimliğinin özümsemesini ben bir köyde halkının nasıl vurguladığını sunmaya çalıĢtım. Tabii ki, bu kimliklerin nasıl ve neden hissedildikleri devletin söylem ve faaliyetlerinden etkilenmektedir. Kolhoz sakinlerini devletin yersiz istek ve davranıĢları karĢısında birer kukla olarak görmesem de, Sovyet ve Özbek devletlerinin tarım toplumlarında oynadıkları ve oynamaya devam edecekleri belirleyici ve güçlü rolleri yadsınamaz. Kolhozlar halen devlet kontrolünde bulunmaktadırlar. Bununla beraber, devlet karĢısında köylünün durumu ve istekleri kırsal kesimin gerçekleridir. Özellikle ulusal kimlik açısından devlet bunları görmezlikten gelemez. Daha önce de belirttiğim gibi Fergana vadisi ulusal kültür açısından neredeyse bir yüzyıldan beri ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Özbekliğin oluĢturulmasında tutarlı bir ulusal kimliğin temeli olan yerel ötesi bir birlik, Fergana vadisinin desteği olmadan devlet tarafından yaratılamazdı. Sovyet kimliği-toplumu ve medeniyeti, halen çiftliklerde yaĢamaktadır. Sovyet yaĢam biçiminin kırsal Orta Asyalılar için acı ve baskı olduğunu düĢünen araĢtırmacılar kendilerini kandırmaktadırlar. Bu makalede, yerel davranıĢları çok fazla genelleĢtirme hatasına düĢsem de, 1.200 kiĢinin yaĢadığı bir köyde Sovyet gücü ve Özbekistan ile ilgili fikir ve bakıĢ açılarının aynı olduğunu söylemek zordur. Ġnsanlar kendi içlerinde çeliĢkiye düĢmektedirler. Ġmparatorluktan ulus-devlete geçiĢinde kazandıkları ve ne kaybettikleri bir tarafta yer alırken, diğer tarafta bireysel ve ulusal geliĢmenin nasıl seyredeceği yer almaktadır. Refah devletinin faydalarının azalmasının birçok insanda bir kaybolma duygusu yarattığı açıktır. Ġnsanların devlet sektöründe çalıĢmaya zorlanmalarını ve bunun dıĢında hayatlarındaki temel ihtiyaçları nasıl karĢılayacaklarını anlamaları zordur. Buna rağmen, köylüleri muhalif güçler olarak devlet karĢısında kapıĢtırmaktan öte, ben iletiĢimin nerede koptuğunu, Ģüpheciliğin nereden çıktığını ve devletin ulusal anlatılarının neden önceki rejimin en kötü unsurlarını ortaya çıkardığını göstermeye çalıĢtım. Fakirlik her zaman itaatsizliğe ve sosyal olmayan davranıĢlara veya ayaklanmaya neden olmamaktadır. Fakat fakir olanların, devletin onların refahı, kültürel ve manevi istekleri için çalıĢtığını bilmeleri gerekmektedir. Eğer ki devletin amaçları arasında, kitlelerle uyumlu olarak vizyon veya etnoulusal kimlik ideolojisi bulunan bir geliĢmiĢ ülke olmak yer alıyorsa, o zaman Özbek devlet-köylü iliĢkisinin sağlam temellere bastığını ifade edebiliriz. ifte kimlik konusunda betimleyici bir makale yazmayı düĢünmemiĢtim, fakat Orta Asyalıları Sovyet halkı olarak değerlendirmeyi de bırakamazdım. Bu makaleye birçok farklı açıdan yaklaĢılsa da, ben politik olanı tercih ederim. Son olarak, bu çabanın, yeni bağımsızlıklarını kazanan BDT halklarının Sovyet halkı olarak avantaj ve dezavantajlarını ele alan antropolijik deneyimlerini yazma yönünde diğer insanları yüreklendirmesini umut ederim.

1089

1 Kasıtlı veya kasıtsız olarak, özellikle Komunistler içinde, Özbekistan bu bağlamda in ile kıyaslanmaktadır. Kadınlar için baskıcı olan bir çok durumun ortadan kaldırılması öngörülürken tekrardan ortaya çıkmıĢtır. (Anagnost 1190: 313-329) Orta Asyalıları alaya alan ve aĢağılayan sömürgeci yaklaĢımlar cinsler birbirine öfke yaratılmasında baĢarılı olmuĢtur. Özbek Cumhuriyeti‟nin oluĢmasında Sovyet süreci, etnik bölünmelerin yarattığı miras ve terk edilen milliyetçi özlemlerin uyanıĢı Carlisle tarafından net bir biçimde ortaya konulmuĢtur. (1995: 71104). 2 1960‟lardan itibaren Ġlkçağlardan BolĢevik öncesi dönem hakkında tarihsel araĢtırmalar, Türk Orta Asyalı araĢtırmacılar kendilerini Sovyet-Rus kültüründen ayırmaya baĢladılar, bu özellikle Ġmparatorluk öncesi Orta Asya‟nın geriliğini Sovyet araĢtırmacılarının “veri almaları” ile ilgilidir. (bkz. Altstadt 1991: 73-90). 3 Özbek Cumhuriyeti‟nin oluĢumunda Sovyet süreci etnik bölümlerin yarattığı miras ve terk edilen milliyetçi özlemlerin uyanıĢı Carlisle tarafından net bir biçimde ortaya onulmuĢtur. (1995: 71104). 4 Alt-etnik kimlikler, ayrıca “aĢiret” veya “kabile” olarak da anılırlar (daha çok antropolojik olarak değil de politik olarak kullanılırlar-uygulayıclar tarafından değiĢik Ģekillerde tanımlanırlar). Halen önemlerini korumaktadırlar. Ġnsanlar halen kendilerini Özbekistan‟da bulundukları bölgeye göre Kıpçak, Sart, veya Kurama olarak nitelendirmektedirler. Sovyet egemenliğinden önce, bu grup isimlerinin çoğunun etnik üstünlükleri bulunmaktaydı, fakat Ģimdi bunu savunmak güçtür. Namangan‟da çalıĢtığım yerdeki birçok insan kendi bölgelerinden gelen insanları Kıpçak olarak tanımlamaktadırlar. Onlara bunun ne anlama geldiğini sorduğumda, cevaplar Ģöyleydi: “Kırgızların bir parçası olduğumuzu gösterir. Dağlarda yaĢayan; Kıpçaklar Moğolların bir parçasıydı; Bizim insanlarımız Özbeklerden daha Asyalıdırlar (fizyonomi dikkate alındığında)” Bugün Kıpçak kimliği bölgesel farklılıklarla çok ilgilidir. Bu terim politik veya etnik ayrımcılık amaçlı çıkarılmamıĢtır. 5 S.S.C.B.‟den miras kalan Özbekistan‟da, ben Özbekistan‟ın sınırları belirlenmiĢ bir millet olmasının zor olduğunu savunuyorum. Özbekistan‟ın bugünkü politik coğrafyasının aynı kalması yönünde yoğun olarak oluĢan kanaat yetersizdir. Bu sonucu çıkarmama neden ise komĢu Orta Asya cumhuriyetlerindeki (Özbek nüfusunun çok uzun zamandan beri yaĢadığı ve herhangi bir diasporanın parçası olmadığı) Özbek etnik nüfusunun varlığıdır. Doğu ve güneydoğu‟ya doğru, Kırgızistan ve Tacikistan‟daki Özbek nüfusu için ise, bu ulus-devletlerde azınlıkların statüleri ile ilgili temel haklar teminat altına alınmamıĢtır. Sonuç olarak, Özbeklerin çoğu Özbekistan‟dan destek beklemektedirler. Özbekistan ise komĢu ülkelerdeki kendi etnisitesinden olanlara kendi vatandaĢları oldukları Ģeklinde tehlikeli bir taahhütte bulunmamıĢtır. Alonso‟ya göre, ulus devletler genellikle özgür yurttaĢların bilinçleriyle kuĢatılmıĢ topraklarla birleĢir.

1090

Ülkenin içini dıĢından ayıran sınırlar tarafından çizilmiĢ milli bölgenin yaratılması kavramında kuĢatma, ölçme ve alanların birleĢtirilmesi anahtar teĢkil eder. Uygun bir isim verilen ülkede, arazi milli mülk ve mirasa dönüĢürken, ülkenin devamlılığı da devlet tarafından güvence altına alınmıĢtır. 6 Her ne kadar tarihi olduğu varsayılsa da, Redfield‟in birleĢik grup tanımı, beni, Sovyet kurumsallaĢmıĢ grubu ile değiĢebilir kimlik arasında ayrım yapmaya götürmüĢtür. Halbuki Redfield kiĢisel grupların akrabalık bağına dayandığını iddia etmektedir: BirleĢik grubu Ģöyle tanımlamaktadır: KuĢaklar boyunca insanların içerisine girdikleri ve öldükleri ya da dıĢında kayboldukları bir yerdir. Ġçindeki insan için birleĢik grup kendisine politik ve yasal statü yaratmaktadır. Bu nedenle, kısmen formunun sürekliliği ve belirginliği açısından kısmen de kadın ve erkeklere hak ve görev rolleri yükleme açısından tanımlanmaktadır. 7 Ġronik olarak, bu basımı yapılmayan az sayıdaki sözlükler, bunları alma gücü bulunan ve ayrıca satıĢ ve dağıtımını kontrol edenler ile uygun akademik bağları bulunan yabancı araĢtırmacılar tarafından satın alınmaktadırlar. 8 TaĢkent ağzının büyük ölçüde ondokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl baĢında geliĢen halihazırdaki edebi Özbekçeye katkısı yadsınamaz. Lakin, Fergana Vadisi sakinleri, sıradan TaĢkent ağzının uygunsuz olduğunu düĢünmektedirler. Zaten bu güney Kazakistan ağızlarına daha yakındır ve bunların konuĢtuğu Özbekçe daha rafinedir. 9 Bakhtin‟in “yetkin söylemler” kavramını kullanırsak, Verdery Doğu Avrupa sosyalist hükümetlerinin bilinç yaratmak için, çabuk davrandıklarını ifade eder. Bu devlet görevini yerine getirmek için söylem (politize olmuĢ ve ideolojik olarak) özel bir araç olarak kullanılmıĢtır. Sosyalizmin kapsayıcı bir yapısı olduğunu savunan bu görüĢ karĢısında benim çekincem Ģudur: Doğu Avrupalı meslektaĢlarıyla kıyaslandığında SSCB liderlerinin bilinç oluĢturulmasından fazlasına ihtiyaçları vardır çünkü bilinç tamamen söylem ile oluĢturulamaz. Sovyet sisteminin temel değerleri ile özdeĢleĢme ve bağlılık toplumun tüm kesimlerine gönüllü olarak ve fiilen katılanlara, sağlanan ödül ve yararlarla güçlendirilmiĢtir. Belki Ģimdi sosyalist yönetim altındaki dönemde insanlar tam olarak hangi “hareketlerle” kimlik bulduklarını tanımlayabilirler. Bunlar bedava sağlık hizmeti sağlanması, Romanya‟daki durumun tersine kırsal tüketicilere geniĢ araba imkanları sulunması ve geniĢ tüketici malları seçeneğinden satın alabilme imkanın bulunmasıydı. Kısaca, sosyalist sistemi genelleĢtirirken dikkatli davranılması gerekmektedir. 10

Cengiz Aymatov‟un „Gün uzar Yüzyıl olur‟ (I dol‟she veka dlit‟sia den‟) (1982)

kitabında kırsal bir Orta Asyalı bakıĢ açısından Sovyet eğitim ve bilimsel baĢarıları ile ilgili karıĢık duygular görülebilir. Kabul etmek gerekir ki, bu konular hakkındaki görüĢler kırsal kökenli Kazak bir demiryolcu tarafından dile getirilmiĢtir, karmaĢıklık içeren bu makalenin de Aymatov‟un tarifleri kadar zengin ve tam olduğunu umarım. Kazaklar ve Kırgızların Özbeklerden daha çok Sovyetize oldukları

1091

iddiası tartıĢılabilir. Aymatov‟un romanını buna uygun hale getiren, aslında onun çift kimlikli insanları ifade etme becerisidir. Bu benim için Orta Asyalı köylüleri Homo sovyetikus olarak biçimlendirmektir. Akramov, Z. M. et al., eds, 1961 Geografiia Sel‟skogo Khoziastva Samarkandskoi I Bukharskoi Oblastei (chast‟ vtoraia. TaĢkent: Izd. Akademii Nauk Uzbekskoi SSR. Aliakberova, N. M., B. Ia. Gol‟dfarb, and A. Ergashev, 1990 Razmeschlenie Naseleniia Ferganskoi Doliny (Demograficheskii Aspekt). TaĢkent: Izdatel‟stvo FAN UzSSR. Alonso, Ana M., 1994 The Politics of Space, Time, and Substance: State Formation, Nationalism and Etnikity. Annual Review of Anthropology. 23: 379-405. Altstadt, Audrey L., 1991 Rewriting Turkic History in the Gorbachev Era. Journal of Soviet Nationalities 2/2: 73-90. Anagnost, A., 1989 Transformations of Gender in Modern China. Gender and Anthropology: Critical Reviews for Research and Teaching. S. Morgen, yay. s. 313-329. Washington, DC: American Anthropological Association. Asanov, G. R., 1988 Sel‟skoe Rasselenie Uzbekistana. Obschestvennye Nauki v Uzbekistane. 2: 14-18. Atakurbanov, E. A., 1999 Mir Pustini. Madison-Samarkand: Publication of USAID and University of California-Davis. Atkin, Muriel; 1992 Religious, National, and Other Identities in Central Asia. Muslims in Central Asia: Expressions of Identity and Change. J. Gross, yay. s. 46-72. Durham, NC and London: Duke University Press. Banerjee, Ashis,1989 Plural Identities and the State in India. Self-images, Identity, and Nationality. P. C. Chatterji, yay. s. 119-132. New Delhi: Indian Institute of Advanced Study Shimla. Allied Yayınları. Bauman, Zygmunt,1976 Socialism: The Active Utopia. New York: Holmes and Meier Yayınları. Carlisle, Donald S.,1995 Geopolitics and Etnik Problems of Uzbekistan and Its Neighbors. Muslim Eurasia: Conflicting Legacies. Y. I. Ro‟i, yay. s. 71-104. London: Frank Cass. Chatterjee, Partha,1995 [1985]

Nationalist Thought and the Colonial World: A

Derivative Discourse. Minneapolis: University of Minnesota Press. Fitzpatrick, Sheila, 1994 Stalin‟s Peasants: Resistance and Survival in the Russian Village After Collectivization. New York. Oxford: Oxford University Press. Hobsbawm, E. J., 1990 Nations and Nationalism Since 1780: Programme, Myth, Reality. Cambridge: Cambridge University Press.

1092

Herzfeld, Michael, 1987 Anthropology through the Looking-Glass: Critical Ethnography in the Margins of Europe. Cambridge: Cambridge University Press. Ismaklov,

Kh.,1972

Poseleniia

i

Zhilischa

Sel‟skogo

Naseleniia

Ferganskoi

Doliny.

Etnograficheskie izuchenie byta i kul‟tury Uzbekov. Kh. Z. Ziiaev and B. V. Lunin, eds. s. 69-95. TaĢkent: Izdatel‟stvo FAN. Ismoilov, Haet,1992 Ozbek Toilari (Uzbek Celebrations). TaĢkent: Özbekistan Yayınları. Karimov, Islom,1993 Building the Future. Uzbekistan-its Own Model For Transition to a Market Economy. TaĢkent: Özbekistan Yayınları. Kerblay, Basil,1983 Modern Soviet Society. New York: Pantheon Books. Kornai, Janos,1992 The Socialist System: The Political Economy of Communism. Princeton, NJ: Princeton University Press. Jenkins, Richard,1994 Rethinking Etnikity: identity, Categorization and Power. Etnik and Racial Studies. 17: 197-223. Norton, Robert,1993 Culture and Identity in the South Pacific: A Comparative Analysis. Man. 28: 741-759. Obeyesekere, Gananath, 1995 On Buddhist Identity Sri Lanka. In Etnik Identity: Creation Conflict, and Accommodation (3rd edition). L. Romanucci-Ross and G. DeVos, eds. s. 222-248. Altamira Press: Walnut Creek, London, New Delhi. Qosimov, I. Q., 1992 Qadimgi Farghona Sirlari (Mysteries of Ancient Ferghana). Namangon: Kitobkhon Zhamiati Namongon Viloiati Tashkiloti. Sachchidananda,1976 Tradition, Modernity and Modernization India. In Tradition and Modernization: Processes of Continuity and Change in India. S. K. Srivastava, yay. s. 38-51. Allahabad: Indian International Publications. Sattor, Mahmud,1993 Ozbek Udumlari (Uzbek Customs). TaĢkent: FAN Nashrieti. Shaniiazov, K. Sh.,1974 K Etnicheskoi Istorii Uzbekskogo Naroda. TaĢkent: Izdatel‟stvo FAN UzSSR. Siu, Helen F,1992 Cultural Ġdentity and The Politics of Difference in South China. Daedalus. 122/2: 19-42. Thomas, Nicholas,1994 Colonialism‟s Culture: Anthropology, Travel and Government. Princeton, NJ: Princeton University Press. Vasil‟eva and B. Kh. Karmysheva, 1969 Etnograficheskie Ocherki Uzbekskogo Sel‟skogo Naseleniia. Moskva: Izdatel‟stvo Nauka.

1093

Verdery, Katherine,1991 Theorizing Socialism: a Prologue to the “transition. ” American Ethnologist. 18: 419-439. Zaslavsky, Victor, 1992 Nationalism and Democratic Transition in Postcommunist Societies. Daedalus. 121/2: 97-121.

1094

C. Ekonomik GeliĢmeler GeçiĢ Döneminde Özbekistan Ekonomisi / Anar Somuncuoğlu [s.683-692] Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM) Rusya-Ukrayna AraĢtırmaları Masası / Türkiye Bağımsızlığın BaĢındaÖzbekistan Ekonomisi Özbekistan, diğer eski Sovyet cumhuriyetleri gibi, Sovyetler Birliği‟ni saran ağır ekonomik kriz ortamında bağımsızlığını ilan etmiĢtir. Sosyalist ekonomi iflas etmiĢ, Sovyetler Birliği ve bir bütün ekonomik sistemi parçalanmıĢtır. Yeni devletler bir yandan devlet yapılarını oluĢturmaya çalıĢırken, bir yandan da gittikçe derinleĢen ekonomik krizi aĢmak, bir bütün ekonomik sistemin ayrıĢmasından dolayı ortaya çıkan sorunları aĢmak, ekonominin yapısını değiĢtirmek gibi problemlerle karĢı karĢıya kalmıĢtır. Sovyetler Birliği‟nin ekonomik olarak az geliĢmiĢ bölgesinde-Orta Asya‟da yer alan Özbekistan, bölgenin en kalabalık devletidir. Orta Asya‟nın içlerinde yer alan Özbekistan, denize çıkıĢı bulunmayan ülkelerle çevrilmiĢ denize çıkıĢı olmayan dünyanın iki ülkesinden birisidir. Sovyetler Birliği‟nin ekonomik sisteminin içinde Özbekistan‟ın uzmanlaĢma alanı tarım ve yarı mamul malların üretimiydi. Türkmenistan‟dan sonra Sovyetler Birliği‟nde ikinci en fazla tarım ağırlıklı ekonomiye sahip olan Özbekistan‟ın 1991 yılında GSYĠH içerisinde tarım sektörünün payı %36, sanayinin payı ise %28‟di. Aynı zamanda 1991‟de iĢgücünün %42‟si tarımda istihdam edilirken, sanayi için bu pay %14‟tü.1 Özbekistan ekonomisinde ağırlıklı olan tarım sektörü çeĢitlendirilmemiĢ bir yapıya sahipti. Bu sektör çoğunlukla pamuk yetiĢtiriciliğinden ibaretti. Sovyetler Birliği‟nin pamukta kendi kendine yeterli hale gelme çabalarının sonucunda, Özbekistan bir “pamuk cumhuriyeti” haline getirilmiĢti. Bağımsızlığın baĢında Özbekistan, dünyanın dördüncü en büyük pamuk üreticisi ve en büyük üçüncü pamuk ihracatçısıydı. Pamuk üretiminde uzmanlaĢmanın Özbekistan‟da tekstil sanayiinin geliĢimine hemen hemen hiç bir katkısı olmamıĢtı. Sovyet döneminde üretilen pamuğun çok az bir kısmı Özbekistan‟da iĢlenip kumaĢ haline getiriliyordu. Pamukta aĢırı uzmanlaĢmanın toprağa ve insanlara getirdiği büyük zararlara rağmen bir pamuk cumhuriyeti haline getirilen Özbekistan, 1990 yılında Sovyetler Birliği‟nin pamuk ipliği üretiminin %60‟ını sağlarken, kendi tekstil fabrikaları bu hammaddenin sadece %10‟unu kullanabiliyorlardı.2 Ülkede iĢlenmeyen ham pamuğun yaklaĢık %96‟sı düĢük fiyattan Sovyetler Birliği‟nin Avrupa kısmına ve Doğu Avrupa‟ya gönderiliyordu.3 Genel olarak Özbekistan‟ın Sovyetler Birliği‟nde izlenen tarımdan sanayiye kaynak aktarma politikasının bir kurbanıydı. Moskova‟nın yürüttüğü politikalar sonucu, pamuk üretimi toplam üretim içinde çok büyük bir pay alıyordu ve Özbekistan sanayi üretiminin %80‟inden fazlası da pamuk sektörüne bağımlı idi.4 Özbekistan‟ın bütün sektörleri, Sovyet pazarına yarı iĢlenmiĢ kimyasal maddeleri, pamuk ipliği, yarı

1095

iĢlenmiĢ bakır, altın ve benzerlerini sağlamaya yönlendirilmiĢti. Özbekistan‟da mamul mal üreten ya da çıkarılan hammaddeleri tamamen iĢleyen bir sanayi neredeyse yoktu; mevcut sanayi ise yarı iĢlenmiĢ maddeleri üretiyordu. Aralarında bazı makine fabrikaları daha II. Dünya SavaĢı zamanında Sovyetler Birliği‟nin içe çekilme harekatı zamanından kalmıĢtı. Bu yüzden bağımsızlığın baĢında fabrikaların çoğunun yenilenmesi gerekiyordu. Diğer taraftan Özbekistan‟ın, özel bir çaba gösterilmemesine rağmen Sovyetler Birliği‟nin en büyük meyve ve sebze üreticisiydi. Özbekistan‟da zengin doğal kaynaklar da mevcuttur. Bu kaynakların önemli bir kısmını enerji kaynakları oluĢturduğu halde, Sovyetler Birliği‟ndeki uzmanlaĢmadan dolayı Özbekistan Sovyetler Birliği zamanında net enerji ithalatçısıydı. 1992 yılında Özbekistan‟da doğal gaz üretimi 42 milyar metre küptü. Özbekistan, Rusya ve Türkmenistan‟dan sonra, Sovyetler Birliği‟nin üçüncü doğal gaz üreticisiydi. Diğer taraftan, Özbekistan‟ın petrol rezervleri de önemli miktarda olduğu halde, Sovyet zamanında buradaki petrolün çıkarılmasıyla pek uğraĢılmamıĢtır. Dolayısıyla Özbekistan petrol ihtiyaçlarının %60‟ı cumhuriyet dıĢından getiriliyordu. Özbekistan‟ın önemli kömür yatakları da mevcuttu.5 Enerji kaynaklarının yanı sıra, Özbekistan‟ın diğer doğal kaynakları arasında altın, bakır ve çinko sayılabilir. Bunlardan özellikle altın, bağımsızlığın baĢından beri yabancı yatırımcıların dikkatini çekmektedir. Bağımsızlığın baĢında altın üretimi yıllık 65-70 ton civarındaydı. Bakır üretimi 1992 yılında 83.000 tondu.6 Özbekistan ekonomisinin, Sovyet ekonomik sisteme en bağımlı olan cumhuriyetlerden birisi olması ve sahip olduğu tek yönlü ekonomik yapısı geçiĢ dönemi zorluklarını artırmıĢ ve Özbekistan yönetimini ülkenin ekonomik yapısının değiĢtirme arayıĢlarına itmiĢtir. Özbekistan‟ın AĢama AĢama GeçiĢ Stratejisi Orta Asya‟nın liderliğine oynayan Özbekistan‟ın, bağımsızlığının ilk yıllarından beri, devlet baĢkanı Ġslam Kerimov‟un da sık sık ifade ettiği gibi “kendine özgü” bir ekonomi programı vardır. Özbekistan‟ın ekonomi programının temelinde devletin müdahalesi ve reformların aĢama aĢama yapılması vardır. Özbekistan‟ın kullandığı araçlar daha çok sosyalist sistemi hatırlatmaktadır. Bir an önce bütün ekonomik yapıyı değiĢtirmeyi, hızlı serbestleĢtirmeyi, özelleĢtirmeyi ve makro ekonomik istikrara ulaĢmak açısından sıkı para ve maliye politikalarını öneren Uluslararası Para Fonu (ĠMF), Özbekistan‟ın izlediği ekonomi politikasından memnun değildir. Ancak Özbekistan‟ın ekonomi politikasının baĢlıca amacı sosyalist tipi ekonomiden serbest piyasa ekonomisine dönüĢüm değil, tarım ağırlıklı bir ekonomiden sanayileĢmiĢ ve geliĢmiĢ bir ülkeye olan dönüĢümdür. Bu yüzden Özbekistan açısından serbestleĢtirme olsun, özelleĢtirme olsun, piyasa kurumlarının oluĢturulması veya makro ekonomik istikrar ikinci plandadır ve ancak sanayileĢmeye ve kendi kendine yeterliliğe ulaĢmak için elveriĢli oldukları derecede uygulanır. Ġslam Kerimov‟un sık sık tekrarladığı gibi “yeni ev kurmadan eskisini yıkmamak” ilkesi hakimdir.

1096

Serbest piyasa ekonomisine hızlı geçiĢ modelini eleĢtiren Özbekistan yönetimi, bir ülkenin geçiĢ döneminin baĢlangıcında sahip olduğu baĢlangıç Ģartlarının önemli olduğunu vurgulamıĢtır. Buna göre, Özbekistan‟ın Ģartları hızlı geçiĢi değil, emin ve sağlam adımlarla yavaĢ geçiĢ daha uygundu. Bu geçiĢ de mutlaka devletin kontrolünde ve devletin eliyle yapılmalıydı. Bu geçiĢ stratejisinin birkaç yıl içerisinde oluĢmuĢtur. GeçiĢin baĢlangıcında diğer genç devletler gibi daha çok Rusya‟nın adımlarını izlemek durumunda kalan Özbekistan, ilk reformlarını tamamen dıĢ etkenlerden dolayı uygulamak zorunda kalmıĢtır. Bu reformların en önemlisi Ocak 1992 fiyatların serbest bırakılması olmuĢtur. Yeni bağımsız Özbekistan Devleti o zaman Rusya‟nın kontrol ettiği Ruble bölgesinde bulunuyordu, yani diğer eski Sovyet cumhuriyetleriyle birlikte bir çeĢit parasal birlik içerisindeydi. Rusya‟nın ardından fiyatlarını serbestleĢtiren Özbekistan, diğer cumhuriyetlere göre daha az serbestleĢtirme uygulamıĢtır. Halkın hayat standardını korumaya çalıĢan Özbekistan, bir yandan bazı üretici, tüketim ve hizmet fiyatlarını serbest bırakırken, diğer yandan bir çok gıda ve sanayi mallarının fiyat ve fiyat artıĢlarına sınırlandırmalar koymuĢtur. Bazı hizmetlere tavan fiyatı konulurken, üreticilerine sübvansiyonlar yapılmıĢtır. Özbekistan‟ın en önemli ihracat kalemi olan pamuk ve ayrıca diğer hububat fiyatları kontrol edilmeye devam etmiĢtir.7 Diğer Ruble bölgesi üyelerinde daha kapsamlı fiyat reformları yapıldığından fiyatlar hızla artarken, aralarındaki sınırlarda kontrolün olmadığı dolayısıyla Özbekistan‟ın daha fiyat kontrollerini devam ettirmesi zor olmuĢtur. Yine de, Özbekistan‟da enflasyon diğer cumhuriyetlere göre daha düĢük olarak gerçekleĢmiĢtir. Özbekistan‟da üretici ve tüketici fiyatlar üzerinde uygulanmaya devam eden ve özellikle dıĢ ticarete yansıyan fiyat kontrollerinden ve dıĢ ticaret sınırlandırılmalarından dolayı, kaçakçılık hızla yayılmıĢtır. Bu yüzden karne sistemini ve genel olarak fiyat kontrollerini uygulamanın maliyetleri gittikçe artıyordu. Ġlk fiyat serbestleĢtirilmesini dıĢ etkenlerden dolayı gerçekleĢtiren Özbekistan, kısmen daha 1992‟de fiyatlar üzerinde kontrolünü yitirmiĢtir. Daha sonra da devam eden fiyat serbestleĢtirilmesi ya oluĢan ortamda fiyat kontrollerini uygulama zorluğundan ya da IMF‟nin koĢtuğu Ģartlara uyma zorunluluğundan kaynaklanmıĢtır. Bazı tüketim malları üzerinde kontrollerin devam etmesi aslında etkinsiz bir önlemdi, çünkü devletin koyduğu fiyattan malları bulmak mümkün değildi. Devlet önlemlerine rağmen, tüketim mallarının fiyatları piyasada oluĢuyordu. Özbekistan‟da 1990‟lı yıllar boyunca bazı ayarlamalara tabi tutulan üretici fiyatları halen de kontrol altındadır. Sovyet zamanından kalma bazı fiyat kontrol usulleri devam etmektedir. Bunlardan birisi devlet sipariĢi sistemidir. Bu sisteme göre, üreticiler planlanan üretimlerinin bir kısmını devlete düĢük resmi fiyattan satmak zorundadır. Bu yolla Özbekistan‟da özellikle pamuk ve buğday fiyatları kontrol edilmektedir.8 Fiyat kontrolleri olduğu gibi, dıĢ ticaret kontrolleri de Özbekistan‟ın izlediği iktisat politikasına göre ayarlanmaya çalıĢılmıĢtır. Özbekistan‟ın izlediği kalkınma stratejisi ve tarımdan sanayiye kaynak

1097

aktarma stratejisi çerçevesinde Özbekistan‟ın temel ihracat sektörleri kontrol altında tutulmaya çalıĢılmıĢtır. Özbekistan altın sektörünü yabancılara açmak zorunda kalsa da, özellikle pamuk üzerinde devlet tekelini sürdürmüĢtür. Pamuk ihracatının merkezi yapısı korunmaya devam etmiĢtir. Özbekistan‟ın dıĢ ticaret rejimi izlediği ithal ikame stratejisine göre ayarlandığı için tüketim mallarının ithalatına yüksek vergiler uygulanmıĢ, ithal ikameci sektör için ithal edilen bir çok sermaye malları ya çok düĢük gümrük vergisine tabi tutulmuĢ ya da onlara vergi muafiyeti uygulanmıĢtır. Diğer taraftan, yabancı ortaklıklar ve kendi mallarını ihraç eden firmalar için ithalatta ayrıcalıklar uygulanmaktadır.9 1990‟lı yıllarda dıĢ ticarette gerçekleĢtirilen serbestleĢtirme kapsamında ihracat üzerindeki idari kontrol gevĢetilmiĢ, ihracat yasakları ve lisansları çoğunlukla ihracat vergileriyle ikame edilmiĢtir. Ancak bu geliĢmeler pamuk ve demir gibi Özbekistan‟ın önemli saydığı mallarla ilgili değildir. Bu gibi mallar için eski sistem uygulanmaya devam etmiĢtir.10 Özbekistan‟da yapılan dıĢ ticaret serbestleĢtirme çabaları süreklilik arz etmemektedir. Yapılan düzenlemeler, gümrük vergilerinde indirimler iptal edilip, dıĢ ticaret rejiminde Ģartlara göre sıklaĢmalara gidilmektedir. 1992-1995 yılları arasında yapılan dıĢ ticaret serbestleĢtirme çabalarından sonra, 1996‟da ödemeler dengesinde zorluklar çıkınca ithalat vergileri tekrar arttırılmıĢ ve ithalat anlaĢmalarının kaydedilmesi Ģartı koĢulmuĢtur. Burada gümrük vergilerinin hükümetin gelir kaynağı olarak kullanıldığı görülmektedir. 1998-1999 yıllarında da dıĢ ticarette özellikle örtülü dıĢ ticaret engelleri açısından dıĢ ticaret rejiminde tekrar sıkılaĢma yaĢanmıĢtır. Özbekistan‟da açık dıĢ ticaret engelleri dıĢında geniĢ ölçüde örtülü dıĢ ticaret engelleri de kullanılmaktadır. Bunlar çeĢitli kalite kontrolleri, uluslararası fiyatlara uygunluk kontrolü, kaydetme Ģartları ve benzeridir. Özbekistan‟da dıĢ ticaret rejiminin serbestleĢmesi önünde en önemli engel ülkede uygulanan döviz kuru sistemidir. Bu konuya aĢağıda daha ayrıntılı değinilecektir. Diğer geçiĢ dönemi reformlarından olan özelleĢtirme Özbekistan‟da diğer geçiĢ ekonomilerine göre daha yavaĢ seyretmiĢtir ve halen tamamlanmamıĢtır. Ancak hükümetin kontrol ettiği ve hisselerin sadece bir kısmı özel sektöre geçen iĢletmeler özel iĢletme olarak kabul edildiği için istatistiklerde özel sektörün payı olduğundan yüksek gözükmektedir. 1998 yılında toplam Ģirketler içerisinde özelleĢtirilen Ģirketlerin oranı %86 idi. Bunlar içerisinde toplam küçük çaplı Ģirketlerin içinde özel olanların oranı %93, orta çaplı Ģirketlerin içinde özel olanların oranı %76 ve büyük çaplı Ģirketlerin içinde özel olanların oranı %23‟tü.11 Özbekistan‟ın KalkınmaStratejisi ve Araçları Özbekistan‟ın benimsediği temel ekonomik strateji, ihracat ve tarımdan sanayi ve diğer bazı sektörlere kaynak aktarma yoluyla sanayileĢmek, stratejik olarak gördüğü bazı mallarda kendi kendine yeterliliğe ulaĢmak ve “bebek sanayilerini” geliĢtirmektir. Böylece kimi öncelikli sektörlerin geliĢtirme amacı tamamen ithal ikamesi iken, kimi sektörlerin geliĢtikçe dıĢarıya açılacakları ve ihracatçı sektörler olacakları düĢünülmektedir. Buradaki ana sorun

1098

Özbekistan‟ın sahip olduğu ekonomi yapısından hoĢnut olmaması ve mevcut Ģartlarda dıĢarıya açılıp, karĢılaĢtırmalı üstünlüklere sahip olan sektörlerin ekonomideki ağırlığını pekiĢtirmek istememesidir. Hammadde ağırlıklı bir ekonomi olan Özbekistan, bu durumu sürdürmek istememekte, hızla ekonomik yapısını değiĢtirmek, yani daha çok yarı mamul mal ve mamul mal üretimine kaymak istemektedir. Teorik serbest piyasa ekonomisinin bu anlamda sunduğu perspektifleri gerçekçi bulmayan Özbekistan yönetimi, Sovyet tipi ekonominin mirasından kurtulmanın o kadar kolay olmadığını ve hızlı serbestleĢmenin ekonomiyi çöküntüye uğratacağı düĢünmektedir. 1995 yılında yayınlanan Ġslam Kerimov‟un kitabında Özbekistan‟ın ithal ikâmesi stratejisi ortaya konmuĢ ve bu strateji ekonomide lokomotif rolü oynayacak öncelikli sektörler çerçevesinde ele alınmıĢtır. Ülkenin öncelikli sektörler stratejisi, Ġslam Kerimov‟un kendi kitabında belirttiği görüĢleri doğrultusunda ĢekillenmiĢtir. Buna göre; özellikle geçiĢ ekonomisinde öncelikli sektörler belirlenip devletçe desteklenerek ekonominin yapısal değiĢimi konusunda sürekli ve tutarlı bir politika izlenmelidir. GeçiĢ ekonomilerinde gerçek piyasa Ģartları olmadığı için, öncelikli sektörlerin seçimi ve desteklenmesi gereklidir. 12 Bundan baĢka Kerimov, öncelikli sektörlerin geliĢimini makroekonomik istikrarla iliĢkilendirmektedir. Parasal yöntemlere itibar etmeyen Kerimov‟a göre, makroekonomik istikrarı esas sağlayacak olan reel değiĢkenlerdir. Buna göre, öncelikli sektörlerde üretim arttıkça, sektörler geliĢtikçe, bu, ekonomideki diğer üretim kollarını etkileyecek, istihdamı ve geliri arttıracak, bunun sonucunda da ekonominin reel sektörü düzelme yoluna girecek ve makroekonomi istikrar kazanacaktır. Özbekistan‟da izlenen ithal ikâmesi stratejisinin baĢlıca araçları, izlediği dıĢ ticaret politikası ve döviz kuru politikasıdır. Ülkenin temel ithal ve ihraç kalemlerinin ticareti devletin elindedir. Ġzlediği stratejide baĢ reformcu devlet olduğu için, pamuk, altın, buğday ve diğer hububatlar gibi, Özbekistan açısından stratejik olan ürünlerin ticareti devletin elinde olmazsa, ithal ikâmesi stratejisi istenilen Ģekilde yürütülemez. Ġthal ikâmesi stratejisinin yürütülebilmesi amacıyla pamuk ve altın ihracatı devlet kanalıyla yapılmaktadır. Diğer taraftan gıdada kendi kendine yeterlilik politikasını yürütebilmek için bazı gıda mallarının ithalatı da devletin elindedir. Devlet, buğday ve Ģeker baĢta olmak üzere bazı gıda mallarının ithalatı için ihale açmaktadır. Ġhale herkes için açık değildir, katılanlar davet usulüyle çağrılmaktadır.13 Bu stratejik ürünler dıĢındaki ürünleri kapsayan dıĢ ticaretin üzerindeki kontrol ise, IMF‟nin ifade ettiği gibi geçiĢ ülkelerinin standartları açısından bile oldukça geniĢtir. Özbekistan‟da dıĢ ticaretin kontrolü için gümrük vergileri dıĢında, görünmez engeller de kullanılmaktadır. Bağımsızlıktan bu yana dıĢ ticaret sistemini değiĢtirmeye çalıĢan Özbekistan‟da her ne kadar ithalat kotaları yoksa da, ithalatın sınırlandırılması için baĢka araçlar yürürlüktedir. Vergilendirme açısından bakılırsa, Özbekistan‟da ithal mallardan gümrük vergileri dıĢında Katma Değer Vergisi (KDV) de alınmaktadır. Ġthalatın yapılması için bürokratik iĢlemler ve sınırlandırmalar da caydırıcı olmaktadır.14

1099

Özbekistan‟da uygulanan ithal ikâmesi stratejisinin en etkili araçlarından birisi, döviz kuru sistemidir. Bu kur sisteminde ülkede aynı anda birkaç döviz kuru iĢlemektedir. Kanunî olmayan kurlar göz ardı edilse bile, ülkede resmî olarak iki döviz kurunun varlığından bahsedilebilir. Halbuki bunlar dıĢında bir de piyasada oluĢmuĢ ve yasal kovuĢturmalara rağmen, varlığını sürdüren karaborsa döviz kuru mevcuttur. Böylece, Özbekistan‟ın izlediği resmi kur politikası ülkede çoklu kur ortamını, en az üç döviz kurunun geçerli olduğu bir ortamı yaratmıĢtır. Bunun nedeni, resmi kurların aĢırı değerlenmiĢ olması ve arz talep iliĢkisini yansıtmamasıdır. Resmi kura gelince, bu kur aĢırı değerlenmiĢ olduğu için, ihracatı cezalandırıcı ve vergilendirici; ithalatı ise kolaylaĢtırıcı ve teĢvik edicidir. Bunun amacı bazı ithal mallarını Özbekistan üreticileri ve tüketicileri için daha ucuz kılmaktır. Mesela, bu yolla Özbekistan‟ın aldığı bir çok makine teçhizat ucuz olmaktadır. oklu döviz kuru, özellikle, Devlet Yatırım Programı‟nın hedeflerine ulaĢmak için kullanılmaktadır. Özellikle son yıllarda çoklu döviz kuru politikası yardımıyla kurulan bir çok yeni fabrika için ucuz donanım elde edilmiĢtir. Bunun dıĢında, ithal edilen bazı tüketim mallarını ucuzlatmak için de bu döviz kuru sistemi kullanılmıĢtır Bu tüketim malları arasında en büyük payı, gıda malları oluĢturmuĢtur. 15 Mevcut döviz kuru sistemi, aslında ihracatçı sektörlerden ithal ikâmeci sektörlere kaynak aktarımının bir mekanizmasıdır. Bu Ģekilde, Özbekistan‟da gerçekleĢtirilmesi planlanan sanayileĢme, büyük ölçüde pamuk ve altın ihracatıyla finanse edilmektedir. Özbekistan‟da izlenen para politikası ithal ikâmeci sektörleri geliĢtirmeye yönelik olduğu için izlenen para politikası sıkı değildir. SanayileĢmenin para politikası ve makro ekonomik istikrar önündeki önceliği açıkça Kerimov‟un kitabında belirtilmiĢtir.16 Özbekistan‟da ithal ikâmeci sektörlere ve baĢka sektörlere ucuz kredi sağlanmaktadır. Bu yüzden, özellikle Rusya krizinin de etkisiyle Özbekistan‟da para arzı artmaktadır. Bu süreç enflasyona yol açsa da, yukarıda da belirtildiği gibi, Özbekistan için yerli üreticilerin desteklenmesi daha önemli olduğu için, bu politikaya devam edilmektedir. Ġthal ikâme politikasının gereği olarak devletin kendisi de doğrudan yatırım yapmaktadır. Burada da yatırımların sektörel dağılımının tarımın aleyhine, sanayi-nin lehine olduğu görülmektedir. Sektörlerin GSYĠH içindeki payları dikkate alınırsa, millî gelirde payı büyük olan tarımın sanayiye göre çok az yatırım aldığı görülmektedir. Mesela, 1998 yılında millî gelirin içinde %26 oranında paya sahip olan tarımın aynı yıl aldığı yatırım miktarı toplam yatırımların sadece %6‟sıdır. Buna karĢılık, yine 1998 yılında millî gelirin içindeki payı %15‟e eĢit olan sanayi 1998 yılında toplam yatırımların %29‟unu almıĢtır. Sanayide gerçekleĢtirilen yatırımların çoğu yeni tesislerin kurulması için ayrılmaktadır. Bazı tesisler yabancı yatırımcıların da katılmasıyla inĢa edilmektedir.17 Özbekistan‟ın kullandığı diğer ithal ikâmesi araçları arasında, devlet sipariĢ sistemi de yer almaktadır. Bu sistemle devlet kontrolleri sayesinde, devletin ucuz fiyattan pamuk ve buğday üretiminin çoğunu satın aldığı söylenebilir. Aslında devlet sipariĢlerinin mantığı, tarımda üretici fiyatları

1100

düĢük tutulmaktır. Bu Ģekilde yurt içinde üretici pamuk ve buğday fiyatları ve dünya pamuk ve buğday fiyatları arasında büyük bir fark mevcuttur. Bu farkın yıllar itibariyle arttığı söylenebilir. Resmî kurdan hesaplanan fiyatlara bakılırsa, 1994 yılında dünya pamuk fiyatı yurt içi üretici fiyatının 11 katı ve dünya buğday fiyatı yurt içi üretici buğday fiyatının 12 katı idi. 1999 yıla gelindiğinde, resmî kurdan, dünya pamuk fiyatı yurt içi üretici fiyatının 65 katı, ve dünya buğday fiyatı yurt içi üretici buğday fiyatının 107 katıdır.18 Devletin izlediği politika sonucunda tarımda ve sanayide ücretler arasında büyük bir fark mevcuttur. Tarım ve sanayide kazanılan ücretler arasında en az iki kat fark vardır. Ücretlerin ortalaması 100 olarak alınıp, ücretler ona iliĢkilendirilerek hesaplanırsa, 1995 yılında sanayide ücretler 145 iken, tarımda ücretler 73 birimdi. Yıllar geçtikçe, tarımda ücretlerin düĢtüğü, ama sanayide arttığı da gözlenebilir. Bunun sonucunda 1999 ilk 6 ayı için sanayide ücretler 164 iken, tarımda ücretler 40‟tır.19 Özbekistan‟da bağımsızlığın ilk yıllarındaki sanayileĢme düzeyi düĢük olduğu için, Özbekistan‟ın ithal ikâmesi stratejisi daha çok yeni tesislerin kurulmasına yöneliktir. Özbekistan, doğrudan kamu yatırımları ve yabancı yatırımları da kullanarak sanayileĢmeye çalıĢmaktadır. Bu çerçevede bir çok yeni tesis kurulmuĢtur.20 En önemli yatırımlar enerji sektöründe yapılmaktadır. Sanayi alt sektörleri içerisinde enerji sektöründen sonra en çok yatırım alan sektörler; metalurji, ulaĢım, iletiĢim ve hafif sanayidir.21 Özbekistan, ithal ikâmesi stratejisi kapsamında yabancı yatırımları da kullanmaya çalıĢmaktadır. Bu yüzden genel olarak tercih ettiği yabancı yatırımlar ülkeye yeni teknoloji getiren, sanayi tesislerinin kurulmasına, onarılmasına ve yeniden üretime açılmasına kaynak ayıran yabancı yatırımlardır. Fakat genel olarak Özbekistan yabancı yatırımları istediği ölçüde alamamıĢtır. Buradaki yabancı yatırımlar, diğer geçiĢ ekonomilerindekilere göre düĢüktür. Yatırımların çoğu altın sektörüne yapılmıĢtır. Buna rağmen bu sektör bile son zamanlarda kötü durumdadır. Dünya altın fiyatlarının düĢme eğiliminde olması bir çok yabancı projeyi durdurmuĢtur. Ülke gittikçe daha fazla dıĢ kaynağa ihtiyaç duymaktadır. Mart 2000‟de onaylanan 2000 yatırım programı ekonominin neredeyse bütün sektörlerini kapsamaktadır. Bir çok sektörün altyapı yatırımlarını öngören program geniĢ yabancı yatırımları ve hükümet tarafından garanti edilen kredileri öngörmektedir.22 Diğer taraftan, son birkaç yılda ithal ikâmesi stratejisinin finansmanı için geniĢ ölçüde dıĢ borç kullanılmıĢtır. Bu da ülkenin ödemeler dengesini bozmaya baĢlamıĢtır. Özbekistan hükümetinin stratejisinde sanayileĢme açısından yabancı yatırımları çekmek önemli bir yer almaktadır. Öncelik verilen sektörler ve konular Ģunlardır: -Tüketim malları üretimi, tekstil ve hafif sanayinin geliĢtirilmesi -Tarımsal malların ve hammaddelerin iĢlenmesi

1101

- ağdaĢ telekomünikasyon sisteminin kurulması, ulaĢtırma projelerinin gerçekleĢtirilmesi - evreyi korumaya yönelik yatırımlar - Petrol ve doğal gaz üretim ve iĢlenmesi, enerji dağıtım Ģebekesinin modernizasyonu - Ġlaç, tıbbî teçhizat üretimi - Turizm - AR-GE yatırımları.23 Ancak iç piyasanın ve genel olarak bölge piyasasının darlığı, mevzuatın elveriĢsizliği, çoklu döviz kuru sistemi, bölgesel güvenlik gibi hususlardan dolayı yabancı yatırımcılar Özbekistan‟a yatırım yapmaya pek istekli değildir. Hatta yabancı yatırım mevzuatı açısından ve diğer ekonomik düzenlemeler yapılırsa bile, Özbekistan‟a büyük miktarda yabancı yatırımın yönelmesi için yine de bütün Ģartlar oluĢmuĢ olmayacaktır. Özellikle bölgedeki güvenlik sorunları giderilmedikçe ve kalıcı güvenlik garantisi sağlanmadıkça büyük çaplı doğrudan yabancı yatırımın önünün açılması zordur. Buna ek olarak, Özbekistan‟a Ģimdiye kadar gelen yabancı yatırımlar daha çok enerji, altın, petrol ve doğal gaz sektörlerinde yoğunlaĢtığı söylenebilir. Halbuki Özbekistan‟ın yabancı yatırımdan esas olarak beklediği yarı mamul mal ve mamul mal üreten endüstrilerin geliĢtirilmesiydi. Bu konuda UzDaewoo24 gibi örneklerin olmasına rağmen, genel olarak yönelme bu yönde değildir. Bu da mecburen Özbekistan‟ı kendi öz kaynaklarla ekonomisini geliĢtirmeye mecbur kılmaktadır. Öncelikli Sektörler Özbekistan‟ın öncelikli sektörleri olarak enerji, gıda, makine-teçhizat, kimya, metalurji ve tekstil sektörleri seçilmiĢtir. Özellikle enerji ve buğdayda kendi kendine yeterlilik hedeflerine ulaĢılmıĢ, bunlarla ilgili geliĢmeler aĢağıda ayrıntılı olarak anlatılmıĢtır. Öncelikli sektörlerden birisi olan tekstil sektörünün geliĢtirilmesi ve üretilen pamuk ve elde edilen ipeğin ülke içinde iĢlenmesi temel hedeftir. Pamuk iĢleme tesislerinin inĢasına ve ipek ürünleri üretiminin arttırılmasına öncelik verilmektedir. Bu ürünlerin hammaddesinin temel üreticisi olan Özbekistan, nihaî malları ithal etmek zorunda kalmaktadır. Örneğin yıllık 1,5 milyon ton pamuk ipliği üretiminin sadece %15‟i ülke içinde değerlendirilmektedir.25 Rusya krizinin meydana geldiği 1998 yılı dıĢında tutulursa, bağımsızlık yıllarında pamuklu giyeceklerin üretimi azalmakla beraber yaklaĢık olarak aynı kalmıĢtır.26 Bu performans, diğer geçiĢ ekonomisine sahip ülkelere göre çok iyidir. Diğer tekstil ürünlerinin üretiminin ise düĢtüğü görülmektedir, yani pamuk giyiminde ulaĢılan performansa diğer tekstil kollarında ulaĢılamamıĢtır. Yine de buradaki düĢüĢler geçiĢ ekonomisi standartlarına göre iyi sayılabilir.27 Yüksek teknolojili üretimin geliĢtirilmesi kapsamında elektronik malların üretimine yatırım yapılmıĢtır.28 1993-1998 yılları arasında televizyon ve video gibi malların üretimi önemli ölçüde artmıĢtır. 1993 yılında 16.378 televizyon ve 6.505 video üreten Özbekistan, 1997 yılında 268.450 adet televizyon ve 140.567 adet video üretmiĢtir.29

1102

Özbekistan‟ın en iddialı projelerden birisi, ülkede otomotiv sektörü geliĢtirmektir. Böyle bir sektörün varlığı Özbekistan‟ı bölgedeki diğer ülkeler arasında sıyrılmasına ve lokomotif sektör iĢlevini görüp geliĢmesine yardımcı olacaktı. Özellikle yüksek istihdam yaratma özelliğine sahip olduğu için Özbekistan açısından otomotiv sektörü çok çekiciydi. Bu sektör dıĢarıdan teknoloji transferi gerektirdiğinden özellikle yabancı yatırımlara dayanması gerekiyordu. Böylece ülkedeki zamanın en büyük yabancı yatırımı Daewoo‟nun Fergana‟daki otomotiv yatırımı olmuĢtur. Buradaki toplam yatırım miktarı, 700 milyon dolardır. Bunun yanı sıra Koç Holding, Özbek ortağı Uzavtoprom ile Semerkant‟ta otobüs fabrikasını tamamlamıĢtır.30 Özbekistan‟da 1993 yılında daha önce hiç üretilmeyen arabalar, 1994‟te üretilmeye baĢlamıĢ ve araba üretimi yıldan yıla artmıĢtır.31 Özellikle UzDaewoo‟nun yatırımı parlak bir gelecek vaat ediyordu. Ülkedeki bir çok kuruluĢ UzDaewoo‟ya bağlı olarak çalıĢmaya baĢlamıĢtı. Yan sektörlerde üretimi ve istihdamı arttıran bir sektör olarak otomotiv sektörü Özbekistan için gerçekten umduğu lokomotif sektör görevini görebilirdi. UzDaewoo Ģirketinin özellikle BDT ülkelerine ve en önemlisi Rusya‟ya ihracat yapacağı yönünde ümitler bağlanmıĢtı. UzDaewoo projesi çerçevesinde Asaka Ģehrinde kurulan büyük çaplı fabrika üretiminin 1/3‟inin yurtiçi talebi karĢılayacağı, kalanı ise ihraç edileceği düĢünülmüĢtür. BDT ve çevre ülkelerine UzDaewoo arabalarının ihracatını garanti altına almak için devletin en yüksek düzeyinde giriĢimler yapılmıĢtır. Mesela, 1996 yılında Gürcistan‟ı ziyaret eden Kerimov, bu ülkeye arabaların satıĢı konusunda da görüĢmeler yapmıĢtır.32 Yerli otomotiv sanayiini dıĢ rekabetten korumak için Özbekistan‟da bir dizi önlem alınmıĢtır. Bir yandan ithal arabaların ülkeye giriĢi zorlaĢtırılırken, diğer taraftan yerli otomotiv sektörünün mallarının ihracatı kolaylaĢtırıcı ve özendirici tedbirler alınmıĢtı.33 Özellikle Rusya pazarındaki Özbekistan‟da üretilen arabaların baĢarısı kendisini Rusya‟da en çok satılan yabancı araba özelliğiyle göstermektedir.34 Özbekistan‟da otomotiv sektörünün önündeki engelleri de yok değildir. Özellikle iç piyasanın darlığı ve Rusya‟da 1998 krizinden dolayı dıĢ pazarların da daralması sonucunda Özbekistan otomotiv sektörü sorunlar yaĢamıĢtır. Diğer bir sorun ise bu sektörün en büyük yabancı yatırımcının Daewoo Ģirketinin kendi sorunları ve yatırım gücünün zayıflaması olmuĢtur. ġu anda Özbekistan‟da sanayileĢme politikası devam etmektedir. Bu çerçevede büyük alt yapı çalıĢmaları ve büyük tesislerin yapımına da devam edilmektedir. Bu konuda bir çok problem birikmeye baĢlamıĢtır. Yurtiçi tüketime yönelik üretim, sonuçta yurtiçi piyasa ile sınırlıdır. Özbekistan daha fazla serbestleĢtiği zaman, bu sanayi yapısı en azından Orta Asya ve BDT ülkelerine sınai ihracatı yapabilmesi için bir dayanak olabilir. Fakat bunun için üretilen malların rekabet edebilir nitelikte olması gerekmektedir. Kendi Kendine YeterlilikStratejisinde Ġki Örnek Sektör A. Gıdada Kendi KendineYeterlilik

1103

Ġslam Kerimov‟un Özbekistan‟ın baĢta ulaĢması gereken hedeflerinden biri olarak gıdada kendi kendine yeterliliği göstermiĢtir. Bu amaç için önce buğdayda kendi kendine yeterliliğe ulaĢılması planlanmıĢtır. Özbekistan‟da bu konunun hayatî önem taĢıdığına inanılmaktadır. Özbekistan, hava Ģartlarına göre fiyatı değiĢebilen buğdaya bağımlı olmak istememektedir. Özbekistan, önce arlık Rusyası, daha sonra ise Sovyetler Birliği tarafından pamuk cumhuriyetine dönüĢtürülmüĢtür. Bu yıllar içerisinde, Kazakistan dıĢında diğer Orta Asya cumhuriyetleri gibi, Özbekistan da dıĢarıdan gelen buğdaya muhtaç olmuĢtur. ġüphesiz, buğday stra tejik bir üründür. Her ülke buğday üretiminde kendi kendine yeterli olmayı istemektedir. Özbekistan da bunlardan birisidir. Üstelik Özbekistan‟ın Orta Asya‟da lider olma arzusu dikkate alınırsa, buğdayda kendi kendine yeterli olma arzusunun Özbekistan için neden bu kadar önemli hale geldiği anlaĢılmaktadır. Buğdayda kendi kendine yeterliliğine ulaĢma isteğine temel getirmek için Özbekistan, Ģu faktörleri göstermektedir: -Tarımdaki aĢırı pamuk uzmanlaĢmasının ortadan kaldırılması, - Buğday ihracatçısı ülkeler tarafından uygulanabilecek muhtemel siyasî baskı tehlikesinin ortadan kaldırılması, - Halka güven verilmesi ve ülkedeki sosyo-ekonomik durumunun düzeltilmesi, - Buğday fiyatının hava Ģartlarına bağımlı olma özelliğinin ülkedeki ekonomik istikrarı zedeleyebilmesi, -Özbekistan‟ın temel ihraç ürünü olan pamuğun da hava Ģartlarına bağımlı olması ve dolayısıyla buğday alımı için ayrılacak dövizin de hava Ģartları kötü giderse azalma ihtimalinin olması, -Son yıllarda pamuk ihracatının ulaĢım masrafları yüzünden zorlaĢması.35 Açıktır ki, Özbekistan‟ın ulaĢmaya çalıĢtığı buğdayda kendi kendine yeterlilik, ithal ikâmeci yöntemlerin kullanımını gerektirmiĢtir. Buğdayda kendi kendine yeterliliğe ulaĢmak çok masraflı bir uğraĢ olmakla birlikte, pamuk ekiminden buğday ekimine geçmenin teknik olarak zor olduğu da ispatlanmıĢtır.36 Üstelik Özbekistan Ģartlarında bu daha da zordur. Bunun sebebi, Özbekistan‟da tarım yapılabilecek alanın son derece sınırlı olmasıdır. 447.000 km 2 toprağa sahip olan Özbekistan‟ın dörtte üçünü bozkır, çöl ve yarı çöller oluĢturmaktadır. Ekilebilir alan toprakların %9‟udur ve genellikle sulanan topraklardan oluĢmaktadır. 1993 yılının istatistiklerine göre sulanan topraklar 40.000 km 2‟lik bir alanı kaplamaktadır. Daha 1980‟lerin baĢında sulanan toprakları artık arttırmak mümkün değildi. Zaten Sovyetler Birliği‟nde uygulanan pamuk geliĢtirme politikalar sonucu, sulama sisteminin geniĢletilmesi yüzünden Aral gölünün üçte ikisi kurumuĢtur. Dolayısıyla buğday üretiminin arttırılması geniĢ ekim alanları gerektirmektedir. Bu topraklar sulama yoluyla geniĢletilmeyeceğine göre, daha önce pamuk ekilen bir kısım toprakların buğday ekimi için ayrılacağı kesindir. Nitekim buğdayda kendi kendine yeterlilik stratejisi kapsamında önceden pamuk için kullanılan toprakların bir kısmı buğday

1104

ekimi için ayrılmıĢtır. Mesela, 1994 yılında buğday ekimi için ayrılan toprak daha önce pamuk ekilen topraklar sayesinde %24 arttırılmıĢtır.37 Buğdayda kendi kendine yeterlilik stratejisi yürüten Özbekistan Devleti buğday sektörünü kontrol altında tutmaktadır. Diğer stratejik bir mal olan pamuk için olduğu gibi, buğday için de devlet sipariĢi usulü kullanılmaktadır. Bu usule göre yetiĢtirilen buğdayın %25‟i devletin belirlediği fiyattan buğday üreticileri devlete satmak zorundadırlar. Ayrıca, üretimin %25‟ini de anlaĢmalı fiyattan devlete satmak zorunluluğu vardır. Bu anlaĢmalı fiyat ilk fiyattan %40 oranında daha yüksektir. Ne var ki, bu oranlar gerçekleĢen üretimden değil, devletin planladığı “hedef” üretim üzerinden hesaplanmaktadır. Devletin belirlediği hedefler ise çoğu zaman çok yüksek olduğu için hedeflere genellikle ulaĢmak zordur. Hedeflere ulaĢamayan üreticiler mahsulün tamamını devlete resmi fiyattan satmak zorundadır. Bu Ģekilde devlet, buğday üretiminin yaklaĢık %65-75‟ini elde etmektedir.38 Bilindiği gibi pamuk, Özbekistan‟ın baĢlıca ihraç maddesidir. Üstelik, bazı araĢtırmalara göre, diğer geçiĢ ekonomilerine nazaran Özbekistan ekonomisinin daha az küçülmesi pamuk sayesinde olmuĢtur.39 Özbekistan, ihracat ürününün azaltılması pahasına da olsa, buğdayın ithal ikâmesini gerçekleĢtirmeye kararlıydı. Üstelik kayıplar sadece bununla da sınırlı değildir. DıĢarıdan daha ucuz fiyattan buğday alınabileceği halde, yurtiçinde buğday yetiĢtirmek de masrafları arttırmaktadır. Üstelik pamuk toprağı yoran bir monokültürdür. Daha önce pamuğun ekildiği bir alanda buğday ekilirse verimliliğin yüksek olması oldukça zordur. Özbekistan‟ın bağımsızlık yıllarında buğday ekimi için ayrılan topraklar giderek artmıĢtır. Böylece 1991 yılında buğday ekimi için ayrılan toprakların toplam alanı 0,49 milyon hektar iken, 1997 yılında bu alan 1,47 milyon hektara ulaĢmıĢtır. Bu artıĢ pamuk topraklarının indirilmesi yoluyla gerçekleĢtirilmiĢtir. 1991-1997 yılları arasında buğday üretimi önemli ölçüde artmıĢtır. Böylece 1991 yılında 0,61 milyon ton olan buğday üretimi 1997 yılında 3,07 milyon ton olmuĢtur. Buğday üretimi artarken, buğday verimliliği de artmıĢtır. Yani 1991 yılında buğday verimliliği 1,25 ton/hektar iken, 1997 yılında bu rakam 2,09 ton/hektara ulaĢmıĢtır.40 Belirtmek gerekir ki, Özbekistan‟ın pamuktaki aĢırı uzmanlaĢması ve buğdayın stratejik bir mal olduğu göz önüne alınırsa, Özbekistan‟ın buğdaydaki hedeflerini anlamak mümkündür. Ne var ki, bu çabaların en azından zamanlaması yanlıĢtır. Ağır geçiĢ döneminde bu projeye kaynak aktarmak pek de akılcı değildir. Eğer Özbekistan Devleti‟nin bu kadar büyük kaynak ayırma imkanı varsa, bunu ihracat potansiyelleri yüksek olan sektörlere ayırması daha mantıklı olur. Görüldüğü gibi, her ne kadar Özbekistan daha çok ekonomik faktörleri öne sürse ve baĢarılı olduğunu ilan etse de, buradaki temel etken siyasîdir. Fakat yürütülen politika siyasi açıdan da yanlıĢ olabilir. ġimdiye kadar harcanan para perspektifli sektörlere ayrılsaydı, Özbekistan daha etkin bir Ģekilde bölgedeki siyasi gücünü pekiĢtirmiĢ olurdu. B. Enerjide Kendi KendineYeterlilik

1105

Özbekistan‟ın öncelikli sektörleri arasında enerji sektörü de vardır. Özbekistan‟da 86 petrol ve gaz yatağı bulunmuĢtur. 63 petrol yatağı halen çalıĢmaktadır. En büyük petrol yatakları Fergana ve Surhanderya bölgelerinde bulunmaktadır.41 Özbekistan‟ın gaz rezervleri petrol rezervlerinden daha fazladır. Gaz rezervleri 66 trilyon metre küp olarak ölçülmüĢtür. Gaz rezervlerinin %90‟ı Buhara ve Hive Ģehirlerinin yakınlarında bulunmaktadır.42 Özbekistan Devlet BaĢkanı Kerimov için Özbekistan‟ın enerjide kendi kendine yeterliliğine ulaĢması en önemli önceliklerden birisidir. Nitekim, Özbekistan‟da bağımsızlıktan bu yana bu yönde önemli adımlar atılmıĢtır. Hayata geçirilmeye çalıĢılan enerjide kendi kendine yeterlilik stratejisi sonucunda Özbekistan, enerji ithalatçısından net enerji ihracatçısı konumuna ulaĢmıĢtır. Enerjide kendi kendine yeterliliğe ulaĢmak amacıyla Özbekistan Devleti uzun süre enerji sektörünün tamamını elinde tutmuĢtur. Enerji ekipmanının alımı döviz kuru politikasıyla sübvanse edilmiĢtir. Bunun dıĢında enerji sektörü, bağımsızlıktan bu yana devletin doğrudan en çok yatırım yaptığı sektörlerden birisidir. 1995 yılında toplam yatırımların %11‟ini alan enerji sektörü, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında sırasıyla toplam yatırımların %18‟ini, %16‟sını ve %10‟unu almıĢtır. KarĢılaĢtırmak için aynı yıllarda bütün tarım sektörünün toplam yatırımların %6-7‟si kadar yatırım aldığını belirtelim.43 Enerjide kendi kendine yeterlilik stratejisi çerçevesinde, Buhara Ģehrinde yeni bir rafineri kurulmuĢ ve Fergana Ģehrindeki rafineri onarılmıĢtır. Son üç yıl içinde Özbekistan rafinerileri daha önce diğer eski Sovyet ülkelerinden ithal edilen 15 çeĢit petrol ürününü üretmeye baĢlamıĢlardır.44 ġurtan‟da yeni bir büyük tesis inĢa edilmiĢtir.45 Bu tesis polietilen üreten büyük ölçekli bir fabrikadır. Bu proje ABD, Ġtalya ve Japonya Ģirketleriyle ortak olarak yürütülmektedir. Bunun dıĢında petrol yataklarından rafinerilere giden boru hatlarının yapımına da baĢlanmıĢtır. Doğal gaz boru hatlarına gelince, ülke geliĢmiĢ ve kapsamlı gaz boru hatlarına sahiptir ve bu boru hatları komĢu devletlere kadar

uzanmaktadır.

Güney Kazakistan,

Kırgızistan

doğal gazıyla beslenmektedir. Mevcut boru hatları dıĢında da üç istikâmette yeni borular eklenmiĢtir. 46 ve

Tacikistan,

Özbek

Özbekistan‟ın doğal gaz ve petrol kaynakları Kazakistan ve Türkmenistan‟ın sahip olduğu kaynaklardan daha az olsa da, bağımsızlıktan bu yana doğal gaz ve petrol üretimini arttıran Özbekistan, enerjide kendi kendine yeterliliğe ulaĢmıĢtır. Bağımsızlıktan bu yana giderek doğal gaz ve petrol üretimini arttıran Özbekistan, ilk baĢta petrol ithal ederken, 1997 yılından itibaren hem petrol ithalatı ihtiyacını sıfırlamıĢ hem de petrol ihracatını ikiye katlamıĢtır. 1993-1995 yılları arasında ham petrol üretimi hızla artmıĢtır. 1993 yılında geçen yıla göre yaklaĢık %20 artan petrol üretimi, 1994 ve 1995 yılında geçen yıla göre yaklaĢık %40 artmıĢtır. Bunun sonucunda 1995‟ten itibaren Özbekistan‟ın artık net petrol ihracatçısı olmaya baĢladığı görülmektedir. Nitekim 1995 yılında petrol ihracatı 500 bin ton oluĢturmuĢtur. Bunu takip eden yıllarda petrol ihracatı her yıl 1 milyon ton civarında olmuĢtur.47

1106

Bu arada 1993 yılından bu yana doğal gaz üretimi de artmıĢtır. 1993 yılında 45.034 milyon m3 olan Özbekistan‟ın gaz üretimi 1998 yılına gelindiğinde %20 olarak artmıĢtır. Kömür üretimine gelince, yurtiçi kömür tüketimi de azaldığı için kömür ithalatı sıfırlanmıĢtır. Özellikle 2000 yılından baĢlayarak, Özbekistan enerji sektörüne aktif olarak yabancı yatırımcıları çekmeye çalıĢmıĢ ve bu çerçevede enerji sektörüne yatırım yapacak yabancı yatırımcılar için teĢvikler uygulanmaya baĢlanmıĢtır. Enerji sektöründeki bu yeni politika sonucunda Özbekistan‟ın enerji sektörüne, özellikle arama ve keĢif çalıĢmaları yapmak üzere yabancı Ģirketler girmeye baĢlamıĢtır.48 BaĢlangıçta, Özbekistan‟ın enerjide kendi kendine yeterlilik projesi dıĢarıdan tepki görmüĢtür. Bu yatırımların kârlı olmadığı gerekçesiyle eleĢtiriler yapılmıĢtır. Fakat, daha sonra enerjide kendi kendine yeterlilik Özbekistan‟ın diğer eski sosyalist ülkelere nazaran neden daha az üretim düĢmesini yaĢadığı sorusunun cevaplarından birisi olarak kullanılmıĢtır. Özbekistan‟ın üretim performansını araĢtıran çalıĢmalarda, enerjide kendi kendine yeterlilik Özbekistan‟ın nispeten iyi performans göstermesinin sebeplerinden birisi olarak gösterilmiĢtir.49 Uygulanan StratejininSonuçları ve ÖzbekistanĠçin Perspektifler Bağımsızlık döneminde Özbekistan‟ın izlediği ekonomi politikası ve özellikle geliĢme stratejisi değerlendirilirse, Özbekistan‟ın geçiĢ ekonomileri arasında ĢaĢırtıcı bir performans gösterdiği söylenebilir. 1992-1997 yılları arasında eski Sovyet cumhuriyetleri arasında en az üretim kaybına uğrayan Özbekistan olmuĢtur. Eski Sovyet ülkelerinde 1992-1997 yılları arasında Özbekistan dıĢarıda tutulacak olursa, kümülatif kayıp 217 olarak hesaplanmıĢtır. Özbekistan için aynı gösterge 89‟dur ve bu ülke bütün eski Sovyet ülkeleri içinde tek iki haneli rakamın sahibidir. 50 Dahası, Özbekistan‟ın geçiĢ dönemindeki üretim düĢmesi sadece diğer Sovyet ülkelerinin ortalamasıyla değil, Orta Avrupa‟daki devletlerin ortalamasıyla karĢılaĢtırıldığında da daha düĢük çıkmaktadır. Özbekistan, eski Sovyet ülkeleri arasında 1990-1996 döneminde sınai üretimde reel artıĢ sağlayan tek ülke olmuĢtur.51 1995-1999 döneminde bir çok geçiĢ ekonomisi küçülmeye devam ederken, veya ancak 1997 yılında ilk defa büyümeye geçerken, Özbekistan‟ın kümülatif reel ekonomik büyüme oranı %10 oluĢturmuĢtur.52 Makroekonomik istikrar sağlama konusunda Özbekistan‟ın o kadar baĢarılı olmadığı söylenebilir. 1990‟ların baĢındaki hiper enflasyon aĢıldıktan sonra, diğer birçok eski Sovyet ülkelerinin aksine Özbekistan, makro ekonomik istikrarı baĢlı baĢına bir amaç olarak görmemiĢ, tersine sıkı para ve maliye politikalarını ekonomik büyüme önündeki bir engel olarak algılamıĢtır. Dolayısıyla 19972000 yılları arasında Özbekistan‟da enflasyon oranı ortalama olarak %27 olarak korunmuĢ ve belirgin bir düĢüĢ göstermemiĢtir.53 Buna karĢılık, bütçe açığının düĢürülmesinde baĢarı gösterilmiĢ ve 19972000 yıllarında Özbekistan‟ın bütçe açığı GSYĠH‟nin %1‟ine kadar inmiĢtir. Özbekistan‟ın diğer eski Sovyet ülkelerine nazaran daha az üretim düĢüĢü yaĢaması ve eski Sovyet ülkelerinin ekonomileri küçülmeye devam ederken, daha 1996 yılında Özbekistan‟ın büyümeye geçmesi ĢaĢırılacak bir baĢarıydı. Buna “Özbek büyüme bilmecesi” denilmiĢ ve sebepleri

1107

araĢtırılmıĢtır. Özbekistan iktisatçılarına göre bu durum devletin ekonomik politikasının sonucu ortaya çıkmıĢtı. Batılı ve özellikle IMF iktisatçıları ise, çeĢitli sebepler öne sürüyorlardı. Bunlar arasında en sık tekrarlanan Özbekistan‟ın baĢlangıç Ģartlarının elveriĢliliğiydi. Özbekistan‟ın geçiĢ döneminde herhangi bir çatıĢma yaĢamaması, geçiĢ döneminin baĢında düĢük sanayileĢme düzeyi, enerjide kendi kendine yeterlilik, pamuk ve altın gibi dıĢ ticaret yönünün çabuk değiĢebilen malların üretiminin hakim olması gibi sebepler Özbekistan‟ın performansının açıklayıcı unsurları olarak gösterilmiĢtir. Fakat Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan ve bir çok yer de çatıĢmaya sahne olmamıĢtır. Aynı Özbekistan‟da olduğu gibi, bir çok baĢka geçiĢ ekonomisinde sanayileĢme düzeyi düĢüktü. Buna ek olarak geçiĢ ekonomilerinde üretim düĢüĢünden bahsedildiği zaman sadece sınai üretim düĢüĢü anlaĢılmamalıdır. Mesela, Kazakistan‟da sanayiden daha çok krize giren, tarım sektörü olmuĢtur. Fakat Özbekistan‟da bu görülmemiĢtir. Tarımsal üretimde düĢüĢ yaĢandıysa da, bu düĢüĢ Kazakistan‟daki gibi olmamıĢtır. En önemlisi, Özbekistan‟ın baĢlangıç Ģartlarının elveriĢli olduğunu söyledikleri zaman, ülkenin sahip olduğu baĢlangıç Ģartlarına enerjide kendi kendine yeterliliği de katmaktadırlar. Halbuki enerjide kendi kendine yeterliliğe Özbekistan izlediği politikaları neticesinde ulaĢmıĢtır. Diğer bir görüĢe göre, 1991-1993 yıllarında Özbekistan ekonomisinin göreceli olarak daha az küçülmesinin sebebi, reformların yavaĢ yapılması olsa da, sonuçta bu yavaĢ reformlar hızlı reformlardan daha düĢük bir performansa sebep olacaklardır.54 GeçiĢ ekonomilerine önerdikleri tek tip modelin mutlaka her ülke için doğru olmadığını bilen iktisatçılar, Özbekistan‟ın ekonomik baĢarılarının ekonomik politikası sayesinde değil, tersine bu politikaya

rağmen

olduğunu

belirtmektedir.

Ġki

tarafın

görüĢlerine

de

dikkatli

davranmak

gerekmektedir. Özbekistan‟ın yavaĢ geçiĢ stratejisi gerçekten daha az üretim düĢmesine sebep olmuĢ olabilir, bu da gayet iyi anlaĢılır bir sonuç. Özbekistan Devleti‟nin sanayiye ve tarıma açık ve örtülü sübvansiyonlar sağlaması, üretimin düĢüĢünü bir parça önlemiĢ de olabilir. Diğer taraftan Özbekistan‟ın kendi kendine yeterlilik stratejisi çerçevesinde ulaĢtığı enerjide kendi kendine yeterliliğin sağladığı faydaları iki taraf da kabul etmektedir. Bir pamuk cumhuriyeti ve hammadde deposu olma kaderine meydan okumaya çalıĢan Özbekistan, sanayisini geliĢtirmeye çalıĢmakta ve bu yöndeki ekonomi politikası devam etmektedir. Uğruna o kadar kaynak aktarılan sanayinin gerçekten ekonominin geliĢtirilmesine yardımcı olup olmayacağı ancak ileride belli olacaktır. Bunun yanında tarımdan sanayiye kaynak aktarımının tehlikeleri her geçen gün artmaktadır. Yüksek nüfus baskısının yaĢandığı ve iĢgücünün büyük bir kısmının tarımda istihdam edildiği Özbekistan‟da tarım sektörü üzerinde yaratılan baskı radikal dinci akımların güçlenmesine yardımcı olmaktadır. Diğer taraftan tarım kesimi üzerindeki baskı iç piyasayı da daraltmaktadır. oklu döviz kurunun getirdiği külfet ve ihracat üzerindeki sınırlandırıcı etkisi de Özbekistan‟ın ekonomisini olumsuz olarak etkilemektedir. Böylece bir yandan Özbekistan‟ın izlediği geliĢme stratejisinin baĢarıları göz ardı edilmezken, getirdiği olumsuzluklar da göz önünde bulundurulmalıdır.

1108

Özbekistan‟ın izlemeye çalıĢtığı öncelikli sektörler stratejisi gerçekten Özbekistan için parlak perspektifler sunabilir, ancak ülke içi sermaye birikiminin önündeki yukarıda belirtilen sınırlandırıcı etkenler ve yabancı yatırımların azlığı bu konuda ciddi bir engel oluĢturmaktadır. Özbekistan‟ın çoklu döviz kurundan vazgeçmesi, açık vergilendirmeye geçmesi, tarımdan kaynak aktarımını azaltması yararlı olabilir. Bunun yanında yabancı yatırımların ülkeye akmasının önünde baĢlıca engel olan bölgesel güvenlik konusunun çözüme kavuĢturulması gerekmektedir.

1 Dünya Bankası, Uzbekistan: An Agenda for Economic Reform, Washington DC, The World Bank, 1993, s. 8-9. 2 Dosumov, “Uzbekistan: A National Path to the Market”, Rumer B. (Der.), Central Asia in Transition: Dilemmas of Political and Economic Development, New York, London, M. E. Sharpe, 1996, s. 139. 3 Rumer B., Soviet Central Asia: “A Tragic Expirement”, Boston, Unwin Hyman, 1989, s. 3435. 4 Dinkeviç A. Ġ. (Ed.), Tsentralnaya Aziya: Novıye Tendentsiyi v Ekonomike, Moskova, Rusya Bilimler Akademisi ġark Bilimleri Enstitüsü, 1998, s. 24. 5 Dünya Bankası, Uzbekistan: An Agenda of Economic Reform, 137, 160. 6 Dünya Bankası, Uzbekistan: An Agenda of Economic Reform, 158-159. 7 Karimov, Uzbekistan po Puti., s. 88-89. 8 IMF, Repubilc of Uzbekistan., 1998, s. 48. 9 E. Trushin ve E. Trushin, “Basic Problems of Market Transition in Central Asia”, Boris Rumer (Der.), Central Asia and The New Global Economy, Armonk, New York, M. E. Sharpe, 2000, s. 120. 10

Eshref F. Trushin, “Uzbekistan: Foreign Economic Activity”, Boris Rumer ve Stanislav

Zhukov (Der.), Central Asia: The Challenges of Independence, Armonk, New York, M. E. Sharpe, 1998, s. 215. 11

IMF, Uzbekistan: Recent Economic Developments, 2000, s. 54, tablo 17.

12

Karimov, Uzbekistan po Puti Uglubleniya Ekonomiçeskih Reform, 184-185.

13

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, IMF Staff Country

Report No. 00/36, Washington DC, 2000. 14

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 1998; IMF,

Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 2000.

1109

15

Bkz. Gafurov, ġ. R. ve diğerleri, “Politika ZameĢeniya Ġmporta I RasĢireniya Eksporta,

Vklüçaya Voprosı Ukreplenya PlateJnogo Balansa”, TACĠS Project UZ07, Working Paper 9914, TaĢkent: Ekonomik AraĢtırmalar Merkezi, 1999. 16

Karimov, Uzbekistan po Puti Uglubleniya Ekonomiçeskih Reform.

17

IMF, Republic of Uzbekistan., 2000, s. 45.

18

IMF, Republic of Uzbekistan., 2000, s. 43.

19

IMF, Republic of Uzbekistan., 2000, s. 58.

20

Bkz. M. Gerasimov, “Stanet li Uzbekistan Novım Aziatskim Tigrom”, Nezavisimaya

Gazeta, ek Sordujestvo, 22 Ocak 2000. 21

Siraciddinov ve diğerleri,”Vliyaniye Valyutnoy Politiki na Ġnvestitsionnuyu Deyatelnost v

Ekonomike Respubliki Uzbekistan‟, Working Paper 1998/4, TaĢkent, Ekonomik AraĢtırmalar Mekezi, 1998, 7. 22

Nezavisimaya Gazeta 10 Mart 2000.

23

DEĠK (DıĢ Ekonomik ĠliĢkiler Kurumu), “Özbekistan Ekonomisi ve Türkiye ile ĠliĢkileri”,

DEĠK Bülteni, Ġstanbul, DEĠK, 1999, 6. 24

Güney Kore Daewoo Ģirketinin Özbekistan‟da kurduğu ve otomotiv yatırımı yapan bir

yabancı ortaklık Ģirketi. 25

DEĠK,“Özbekistan Ekonomisi ve Türkiye ile ĠliĢkileri”, 1999, s. 4.

26

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 2000, s. 40.

27

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 2000, s. 40.

28

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 1998, 11.

29

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 2000, 40.

30

DEĠK, “Özbekistan Ekonomisi ve Türkiye ile ĠliĢkileri”, 1999, 5-6.

31

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 2000, 40.

32

Komissina Ġ., “Vsegda li Effektivnı Ġnostrannıye Ġnvestitsiyi: Opıt “SP UzDeuavto”‟,

Tsentralnaya Aziya i Kavkaz, No. 1 (7), 2000, s. 91. 33

Komissina, „Vsegda li Effektivnı. ‟, s. 91.

34

Bedrintsev A. K. ve D. B. Trostyanskiy, “Avtomobilestroeniye kak DvijuĢaya Sila

Strukturnıh Preobrazovaniyv Ekonomike Uzbekistana”, Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Ekonomi Enstitüsü, TaĢkent. 35

N. Siraciddinov ve B. ErgaĢev, “Ekonomiçeskiye Aspektı Obespeçeniya Zernovoy

Nezavisimosti”, Ekonomiçeskoye Obozreniye, Aralık 1998, s. 3.

1110

36

Pomfret, The Economies of Central Asia,: s. 67.

37

EIU, “Country Report: Central Asian Republics: Kazakhstan, Kyrgyz Republic,

Tajikistan, Turkmenistan, Uzbekistan: 4th quarter”, 1995, s. 65. 38

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 2000, s. 12-13.

39

Bkz. G. Taube ve J. Zettelmeyer, “Output Decline and Recovery in Uzbekistan: Past

Performance and Future Prospects”, IMF Working Paper No. 98/132, Washington DC, IMF, 1998; J. Zettelmeyer, “The Uzbek Growth Puzzle”, IMF Working Paper No. 98/133, Washington DC, IMF, 1998. 40

IMF, Republic of Uzbekistan., 1998, s. 42.

41

Ġ. Pugaç ve diğerleri, “Mirovoy Rınok Energonositeley: Sostoyaniye i Problemı”,

Ekonomiçeskoye Obozreniye, ġubat 1999, TaĢkent, Ekonomik AraĢtırmalar Merkezi 1999, 68. 42

Pugaç, “Mirovoy Rınok Energonositeley. ”, 1999, 69.

43

IMF, Republic of Uzbekistan., 2000, s. 45.

44

Pugaç, “Mirovoy Rınok Energonositeley. ”, 1999, 69.

45

IMF, Republic of Uzbekistan: Recent Economic Developments, 1998, 11.

46

Pugaç, “Mirovoy Rınok Energonositeley. ”, 1999, s. 69-70.

47

IMF, Republic of Uzbekistan., 2000, s. 51-52.

48

Rasulova M., “Garantiya Stabilnogo Razvitiya Uzbekistana”, 22.10.2001.

49

bkz. Zettelmeyer 1998, Taube and Zettelmeyer 1998.

50

Taube ve Zettelmeyer 1998, s. 4.

51

DEĠK 1999: 2.

52

Alam A. ve B. Arup, “Uzbekistan and Kazakhstan: A Tale of Two Transition Path”,

Policy Research Working Paper 2472, The World Bank, Washington DC, 2000, s. 2. 53

Economist

Intelligence

Unit,

Uzbekistan:

Country Profile

2001,

Economist

Intelligence Unit, London, 2001, s. 44, Tablo 7‟den hesaplanmıĢtır. 54

Pomfret R., The Economies of Central Asia, Princeton, New Jersey, Princeton

University Press, 1995, s. 70

1111

Özbekistan ve Diğer Orta Asya Ülkelerinde Tarım Reformu / Dr. Peter C. Bloch [s.693-701] Wısconsın Üniversitesi,Madıson / A.B.D. GiriĢ 1991 yılında Sovyetler Birliği‟nin yıkılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan beĢ Orta Asya ülkesi tarım sektöründe pazar ekonomisine geçiĢte farklı yollar izlemiĢlerdir. Kırgızistan tarımsal Ģirketlerin yapılandırılması, toprağın özelleĢtirilmesi ve bireysel çiftçiliğin teĢvik edilmesinde en atak olanıdır.1 Kazakistan ve Türkmenistan da benzer hukuki ve siyasi düzenlemeler yapmıĢ fakat uygulamada baĢarısız olmuĢlardır.2 Tacikistan‟ın reform çabaları ise sivil ayaklanma ve hükümetin devam eden baĢarısızlığı nedeniyle sekteye uğramıĢtır. Özbekistan, diğerlerinden farklı olarak, piyasa odaklı tarımda ilerlemeleri yakından kontrol etmeye çalıĢmıĢ, sonuçta tarım sektörü yüzeyde 1991 yılındaki halini muhafaza eder görünmektedir.3 Orta Asya ülkelerindeki benzerlik ve farklılıkların kısaca tartıĢılmasından sonra, bu makalede Özbek hükümetinin ifadesi ile tarımsal yapı, tarımsal üretim ve politik kaygılar ile ilgili ülkenin özellikleri incelenerek, Özbekistan‟ın “adım adım” ilerleme giriĢiminin sonuçları araĢtırılacaktır. Orta Asya Ülkelerinin Tarımsal GeliĢmelerindeki Ayırt Edici Nitelikler Sovyet sistemi altında, tarımın geliĢmesi merkezde totaliter bir yönetim altında yapılmaktaydı. Ülkede yapılan herĢey, yukarıdan emir-komuta mekanizması Ģeklinde iĢlemekteydi. Tarımsal ürünlerin ekileceği alanların büyüklüğünün belirlenmesinden, sulamada kullanılacak su miktarına, tarımsal üretimin toplam hacmine, ekilmiĢ her hektardan alınacak tarımsal ürün rekoltesine ve hatta birim baĢına düĢen üretim maliyetinin hesaplanmasına Tarım Bakanlığı karar vermekteydi. Bu hedefler daha aĢağı seviyelere, o tarihte iĢgücünün temel örgütlenme birimleri olan tarımsal giriĢim ve hatta birliklere yönlendirilmiĢti. Pratikte tüm tarımsal üretim kolektif ve devlet çiftliklerine transfer edilmiĢti. 1940 yılından önce, toprağın, suyun ve üretim araçlarının özel mülkiyeti tamamen kaldırılmıĢtı. 1930‟larda kolektif ve devlet çiftliklerinin kuruluĢ aĢamasında, insanlara büyük toprak sahiplerinin sınıf olarak yok edileceği, alt ve orta sınıfa ait küçük arazi parsellerinin mülkiyetlerinin korunacağı beyan edilmiĢti. Fakat gerçek farklıydı: Fakir insanların toprağı vardı, fakat bunların çoğunun üretim için gerekli olan araçları bulunmamaktaydı ki buna örnek olarak toprağı iĢlemek için gereken aletlerin bulunmaması gösterilebilir. ĠĢte bu nedenledir ki, komünistlerin tekliflerine karĢılık olarak, köylüler kendilerini takımlar ve birlikler Ģeklinde örgütlemeye baĢladılar. Daha sonradan kolektif çiftliklerkooperatifler Ģeklinde örgütlendiler. Bu kooperatiflerin kurulmasının ilk yıllarında, köylüler gönüllü olarak topraklarını, atlarını, öküzlerini ve tarımsal uygulamalarını beraberce ortaya koydular ve birlikte çalıĢtılar. Onların gönüllü olarak biraraya getirdikleri üretim araçları ve diğer mallar kooperatifte mülkiyet hakları olarak düĢünülüyordu. Her yılın sonunda, her köylü/pay sahibi ortak çabanın sonucu ortaya çıkan üretimden

1112

payına düĢen mülkiyet hakkını alıyordu. Köylülerin çoğunluğu bu uygulamadan memnundu ve bu yöntem sayesinde tarımın geliĢmesinde bir baĢarı sağlanmıĢtı. KolektifleĢmeden sonra, tüm toprak ve mallar birleĢtirildi. ĠĢbirliğinin temelleri bir bir yok edildi, ürünler yukarıdan alınan emirlere göre üretildi ve köylülere emekleri karĢılığında ücret verildi. Böylece, 1940 yılının ortalarında kırsal kesimde özel mülkiyet tamamen ortadan kaldırılmıĢ oldu. Toprak, su ve diğer üretim araçları devletin mülkiyetindeydi ve kooperatifler artık yoktu. “Halk”ın mülkiyeti oluĢturulmuĢtu. Herkes herĢeyin sahibi haline gelmiĢti, özel mülklerin özel sahipleri yok edilmiĢti. ġimdi, bir Ģirketin yöneticisi devlet adına sorumluluk alıyordu ve insanlar neredeyse hiç ücret almadan çalıĢma hakkına sahip oluyorlardı. Böylece, Sovyet gücünün sonunda, çalıĢmanın maddi motivasyonu ortadan kaldırılmıĢtı. Orta Asya ülkelerinin birlik içerisindeki diğer geçiĢ ülkelerine kıyasla belirleyici bazı ekonomik özellikleri bulunmaktadır: 1. Yüksek oranlarda kırsal nüfusa sahiptirler ve tarımda ekonomik olarak faal bir nüfusları bulunmaktadır. 2. Kırsal kesimi de kapsayan yüksek bir nüfus artıĢı oranına sahiptirler. 3. ĠĢlenebilir topraklarının yüzdesi ve kırsal nüfusun kiĢi baĢına düĢen iĢlenebilir toprağı çok azdır. 4. Tarımsal toprakların kullanımı iĢlenebilir topraklara kıyasla daha çok yer kaplayan otlaklar tarafından belirlenmektedir. 5. GeçiĢ ekonomileri içerisinde en yüksek oranlı sulamaya sahiptirler (Özbekistan iĢlenebilir topraklarının %90‟ının sulama altında olmasıyla ön sıradadır). 6. Özellikle Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan‟da pamuk üretiminde yüksek oranda uzmanlaĢılmıĢtır. 7. Özellikle de sulama yapılması için gereken suyun yetersiz olmasından dolayı iĢlenebilir toprağın daha fazla geniĢletilmesinde sorunlar bulunmaktadır. Orta Asya ülkelerinin ayrıca ortak bazı özellikleri de Ģunlardır: 1. Bütün cumhuriyetler son on yılda farklı derecelerde olmak üzere ekonomik küçülmeden acı çekmiĢlerdir. Özbekistan ve Türkmenistan‟da bu küçülme daha azdır. Hatta Özbekistan 1990‟larda sanayi sektöründe biraz büyüme bile göstermiĢtir. Diğer taraftan, her iki ülke de yüksek enflasyon problemi ile karĢı karĢıya bulunmaktadır. 2. Tüm Orta Asya ülkelerinde 1990‟ların baĢında, toplam tarım üretiminde negatif büyüme yaĢanmıĢ, fakat bunların çoğu daha sonradan toparlamaya baĢlamıĢlardır. Tablo 1‟de de görüldüğü üzere, tarımsal üretim Özbekistan dıĢında tüm ülkelerde 1990‟ların ortalarına kadar gerilemiĢtir. 2000‟e gelindiğinde, sadece Kırgızistan Sovyet dönemi üretimini aĢmıĢtır. Bu rakamlar alt sektörler

1113

arasında

büyük

farklılıkları

gizlemekle

beraber,

Kırgızistan0,

Kazakistan

ve

Tacikistan‟ın

Türkmenistan ile Özbekistan‟a kıyasla, daha önce artıĢ yaĢanan çiftlik hayvanları üretiminde büyük ölçüde azalıĢlar meydana gelmiĢtir. 3. Tarımsal politika öncelikleri, gıdada kendi kendine yeterliliğin sağlanması ve Sovyetler Birliği‟nin çöken karıĢık ticaret sistemine uyumunun sağlanması amacıyla tarım sektörünün yapısında çeĢitliliğe gidilmesiydi. Tablo 2‟de 1995‟e4 kadar Kazakistan ve Kırgızistan‟da tahıl üretiminin önemli ölçüde düĢtüğü, Özbekistan‟da ise arttığı görülmektedir. Tacikistan ve Türkmenistan‟da ise belirgin bir yöneliĢ bulunmamaktadır. Bu dönemden sonra Kırgızistan‟ın tahıl üretimi önceki seviyesini yakalamıĢ, ancak Kazakistan aynı baĢarıyı gösterememiĢti; Özbekistan ise büyümesini sürdürmüĢtür. Pamuk için ise neredeyse tersi bir durum söz konusudur: Özbekistan‟ın üretimi azalmıĢ ve Kazakistan ile Kırgızistan‟ın üretimi az oranda artmıĢtır. (Ancak, itiraf etmek gerekir ki, bu artıĢ da küçük bir orandır). 4. Ülkelerden hiçbiri çiftlik yapılandırılmasının Ģu iki uç yönteminden birini uygulamadılar: eski sahiplerine iade etme (Slovenya ve Bulgaristan gibi ülkelerde yapılmıĢtır) veya devletin ve ortak çiftliklerin tamamen parçalara ayrılması (Arnavutluk ve Ermenistan‟ın yaptığı gibi). 5. Orta Asya‟da göreceli olarak yavaĢ iĢleyen özelleĢtirme uygulamalarının nedenleri; girdi pazarlarının yavaĢ geliĢmesi, sosyal altyapı ve kamu sağlığına sağlanacak fonlarla ilgili problemler, kırsal “nomenklatura”nın ısrarlı siyasi gücü, büyük ölçekli inĢa edilen sulama sistemlerinin tasarımı ve son olarak da içsel etnik problemler olarak gösterilebilir. 6. Bu beĢ ülkede de su üzerine hakimiyet önemli bir konudur. Özbekistan‟da sulama suyunun neredeyse tamamı dıĢarıdan, özellikle Kırgızistan ve Tacikistan dağlarından gelmektedir. Fergana Vadisi ve TaĢkent bölgesinin suyunun çoğunu sağlayan Siri Derya sisteminin akıĢının yüzde altmıĢbeĢi Kırgızistan‟daki tek bir rezervuar (Toktogul) tarafından beslenmektedir. Karakalpakistan‟ın geniĢ yeni sulama alanlarının suyunun önemli bir bölümünü sağlayan Amu Derya sisteminin akıĢının çoğu ise Tacikistan‟dan gelmektedir. Bölgedeki hükümetler su tahsisatı ve birkaç yıllık fiyatlandırma mekanizmaları üzerine çalıĢmalar yapmaktadır ve bu konuda özellikle Siri Derya ile ilgili olarak önemli geliĢmeler kaydetmiĢlerdir. Pazar Ekonomisine GeçiĢte Reform Politikaları Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği‟nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Orta Asya ülkeleri de ekonomik reform için farklı yöntemler seçmiĢlerdir. Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan‟da geçiĢ süreci göreceli olarak yavaĢ ilerlerken, Kırgızistan ve Kazakistan‟da daha hızlı ilerlemiĢtir. Bu makalenin ağırlığını diğerlerine kıyasla nüfus açısından birinci, ekonomik potansiyel açısından ise Kazakistan‟a kıyasla ikinci sırada bulunan Özbekistan oluĢturacaktır. Özbekistan pazar ekonomisine geçiĢ modelini diğer ülkelerin ne yaptıklarına bakmaksızın kendi geliĢtirmiĢtir. KomĢuları olan Kırgızistan ve Kazakistan‟a kıyasla, Özbekistan “adım adım” bir yaklaĢım sergilemiĢ, ekonomik reformlar daha sıkı bir hükümet kontrolü altında yavaĢ yavaĢ uygulanmıĢtır. Kademeli geçiĢ, Özbekistan ekonomik geçiĢinde temel felsefeyi oluĢturmuĢtur. CumhurbaĢkanı Ġslam

1114

Kerimov: “Merkezi planlama ve pazar ekonomileri iç içe geçmiĢ, doğuĢtan mantıklı ve birbirlerine tamamen uyumsuz ekonomik sistemlerdir. Bu yüzdendir ki, planlı bir ekonomi doğrudan pazar ekonomisine çevrilemez. GeçiĢ, prensip olarak yeni birĢeylerin oluĢturulması, niteliksel olarak bir adımdan diğerine geçilmesidir. Bu yüzden, sadece bir adımda uygulanamaz, birbirini takip eden süreçler tarafından belirlenen yeterli bir zamanın oluĢması gerekmektedir”.5 diye vurgulamaktadır. Özbek ekonomi politikalarının temel özellikleri Ģunlardır: 1. Ekonomi politikaların genel politikalardan önce gelmesi; 2. Devletin ekonomik geçiĢi denetlemesi; 3. Sosyal korumanın devletin temel görevi olarak kalması; 4. Ekonomik reformların tutarlı ve aĢamalı bir Ģekilde uygulanması. Tarım Politikası ve Özbekistan Tarımında Meydana Gelen Temel Yapısal DeğiĢiklikler Devralınan Problemler ve Yapılar Özbek ekonomisi için tarım temel bir öneme sahip bulunmaktadır ve GSMH‟nin üçte birini oluĢturmaktadır. Özbekistan‟da Sovyet tarım sisteminin ayırdedici özellikleri Ģöyleydi: * Büyük kolektif ve devlet çiftliklerinin hakimiyeti: 1991‟de Özbekistan‟da 971 kolhoz (kolektif çiftlik) ve 1.137 sovhoz (devlet çiftliği) 6 bulunmaktaydı. * Pamuk tek kültürlülüğü. Özbekistan halen dünyanın en büyük iĢlenmemiĢ pamuk ihracatçısıdır ve ayrıca en büyük dördüncü pamuk üreticisidir. Bunlardan baĢka, en büyük ipek ve Sovyetler Birliği döneminde koyun yünü üreticisiydi. Diğer önemli tarımsal ürünleri Ģunlardır: buğday, pirinç, hintkeneviri, tütün, meyve ve sebze. ġimdi bile sulanan alanların %35‟inde pamuk üretilir. Tarımın yapısı çiftlik hayvanları yerine (Kırgızistan‟da tersidir) tahıl üretimi (tarımsal üretimin 2/3‟ü) tarafında yoğunlaĢmıĢtır. * Tarım toprağın, suyun ve kimyasalların (gübre, böcek zehiri, vb.) aĢırı kullanımına dayanmaktadır. Kapsamlı fakat verimsiz sulama sistemleri inĢa edilmiĢ ve Özbekistan iĢlenebilir toprakları içerisinde sulanabilir toprak oranını arttırmıĢtır. * Özbekistan özellikle buğday, süt, et ve patates gibi gıda ürünlerinde kendi kendine yeterli değildir. Ülkenin temel problemlerinden biri gıda ithalatına bağımlı olmaktır. Halihazırda buğday gereksiniminin %66‟sı, etin %30‟u, sütün %25‟i ve patatesin %50‟sinin ithal edilmesi gerekmektedir. Özbekistan‟da tarım, yoğun bir kırsal nüfusa sahip çok küçük miktarda ekilebilir bir arazide yapılmaktadır. Bölgenin %60‟ından fazlası çöl, kıraç ve yarı kıraç topraklardan oluĢmaktadır. Ekilebilir toprağın oranı toplam alan içerisinde %10‟dan azdır. Tarımsal faaliyetler nüfusun aĢırı yoğun olduğu birkaç bölge ile sınırlanmıĢtır. En önemli tarımsal bölgelerden biri ülkenin batısında bulunan Fergana

1115

Vadisi‟dir ki burada nüfusun yoğunluğu km kare baĢına 300 kiĢidir. Özbekistan genelinde ise km kare baĢına ortalama 50 kiĢi düĢer Toplam olarak, kiĢi baĢına düĢen ekilebilir toprak sadece 0.19 hektardır. Kıyaslamak için vermek gerekirse, bu rakam Türkiye‟de kiĢi baĢına 0.42 hektardır.7 Tarım PolitikalarınınTemel Unsurları 1991‟de Sovyet gücünün çekilmesinden sonra, Özbekistan tarımında devlet çiftliklerinin kolektif çiftliklere dönüĢtürülmesi gibi çeĢitli değiĢiklikler meydana geldi. Tarımsal kooperatifler, tarım Ģirketleri, anonim Ģirketler ve çiftçi giriĢim birlikleri ve serbest özel çiftlikler oluĢturuldu. Halihazırda on değiĢik tarım giriĢimi bulunmaktadır ve hepsi farklı sonuçlar alarak faaliyetlerine devam etmektedirler. Hükümet onların faaliyetlerinin geliĢmesi için yardımda bulunmaktadır. 1997-1998‟de Oliy Mashlis Tarımsal Kooperatifler, Çiftçi Şirtketleri ve Dekhkan Çiftlikleri8 ile ilgili Tarım Kodunu ve yasalarını onaylamıĢtır ve Toprak kadastrosunu oluĢturmuĢtur. Bu yasalar köylülerin, toprak ve üretim araçlarının sahibi olmalarını, faaliyetlerinde serbest olmalarını zorunlu kılmaktadı. Ancak, henüz bu sağlanamamıĢtır. Özbek hükümeti baĢarılı ekonomik reformların can alıcı noktasının tarımın geliĢimine bağlı olduğunu anlamıĢtır. CumhurbaĢkanı Kerimov bu durumu Ģöyle vurgulamaktadır: “Ekonomik reformları meydana getiren tüm zincirlerde, en temel ve çarpıcı vurgu tarım sektörünün

dönüĢümdeki

baĢarısıa

yapılmaktadır.

Bu,

nüfus

yapısındaki

kırsal

kesimin

yoğunluğundan ve ekonominin tarım-sanayi özelliğinden ve hayati olarak önemli olan problemlerin çözümünde tarımın oynadığı rolden kaynaklanmaktadır. arpıcı ve gelecek vadeden rezervlere sahip en önemli unsur tamamen tarım sektörüdür. Bu rezervlere dokunarak, halk için gereken gıda arzı ve sanayi için gereken hammaddenin arttırılmasının yanısıra, kırsal kesim nüfusunun geleceği güvence altına alınabilir. Milli gelirin en önemli kaynağı köydür ve döviz elde edilmesi için köy temel ihraç maddesini sağlamaktadır. Fakat, en önemlisi, tüm cumhuriyetin baĢarıya ve refaha ulaĢmasında köy, ekonomideki temel birimi oluĢturmaktadır. Eğer köylü refaha ulaĢmıĢsa, tüm cumhuriyet zenginleĢecektir. Bugün kabul edilmelidir ki köy sayesinde ayakta duruyoruz.9 Tarım politikası, çiftlikleri yeniden yapılandırma ve özelleĢtirme yoluyla üretimin etkinliğini arttırmaya çalıĢmaktadır. BaĢta tahıl olmak üzere gıda ithalatına olan bağımlılığın azaltılması, ödemeler dengesi probleminin çözülmesi ve tahıl, pamuk üretiminde kısıntıya gidilip, sebze ve meyve üretiminin artırılarak tarımda çeĢitliliğe gidilmesine çalıĢılmaktadır. Milli öneme sahip olan iki temel ürün, pamuk ve buğday için devlet tedarik sistemi (“devlet talimatları”) halen yürürlüktedir. iftlikler ne ekileceğine serbestçe karar verme özgürlüğüne sahip değildirler. iftliklerin Yeniden Yapılandırılması ve ÖzelleĢtirme Tarımın dönüĢümünde çiftliklerin yeniden yapılandırılması ve özelleĢtirme temel odağı oluĢturmaktadırlar.

1116

Özbek çiftliklerinin yeniden yapılandırılması ve özelleĢtirilmesi aĢağıdaki gibi organize edilmektedir: 1. Burda temel yaklaĢım aslında özelleĢtirmeydi, devlet çiftliklerinin (sovhoz) ortadan kaldırılması ve yeniden yapılandırılmıĢ kolhozlar, kooperatifler, anonim Ģirketler, kiralanan çiftlikler, tarım Ģirketleri, özel mandralar gibi değiĢik tarımsal giriĢimlere dönüĢtürülmesiydi. Sovhozların sayısı 1991‟de 1.137 iken 1996‟da 55‟e inmiĢtir. Son beĢ yılda kooperatifler hakim duruma haline gelmiĢtir. 2. Kırgızistan ve Kazakistan ile kıyaslandığında Özbekistan‟da kolhozların ortadan kaldırılması yönünde bir baskı yapılmamıĢtır. Kolhozların sayısı 1991‟de 971 iken, 1996‟da 1.374‟e yükselmiĢtir. Tabii bunda sovhozların içeriden bölünmesi ve ortadan kalkmasının da payı bulunmaktadır. 3.

Halihazırda

yürürlükte

bulunan

yasaya

göre,

özelleĢtirme

sadece

kısmen

uygulanabilmektedir. ünkü toprak özel mülkiyet haline getirilemez. Buna göre toprak satın alınamaz ya da satılamaz. Yerel toprak pazarı oluĢturulması ihtimal dahalilindedir. ünkü tarımsal toprakların mahalli (topluluk veya yerel komĢuluklar) ticareti mümkündür. 4. Tarımın kamu dıĢında tarımsal Ģirketelere dönüĢümü pratik olarak tamamlanmıĢ gözükse de, devlet reform sürecini kontrol etmekte ve devlet talimatları; fiyatlar, teĢvikler, kredi ve finans imkanları, pazarlama, vb. kanallarla tarımın geliĢmesinde temel rolü oynamaktadır. 5. Sovyet döneminden beri çiftliklerin bir parçası olan ancak bugün bütün çiftçi ailelere sahip olma hakkı tanınan aile parselleri ne gittikçe artan bir oranda ilgi gösterilmektedir. Yeniden yapılanma ve özelleĢtirme sonucunda Ģu anki durum karmaĢık hale gelmiĢtir, fakat özelleĢtirme üretimde karar verme sürecinin derecesi ve temel fonksiyonlar açısından en az üç temel sektör öne çıkarılabilir. a. ġimdi göreceli olarak daha küçülmüĢ olan devlet sektörü ki halen geriye kalan devlet çiftlikleri, bazı tarım Ģirketleri ve baĢka Ģirketler bulunmaktadır. b. eĢitli kolektif Ģirketler, bunlara kolhozlar, Ģirketler, çiftçi giriĢim birlikleri vb. örnek gösterilebilir. Bu alt sektör Özbekistan‟da tarımın geliĢmesinde temel oyuncu durumundadır ve devlet sektörü ile arasında (devlet talimatlarına bağlı olmak, teĢvik almak, kamu malı olan aletleri kullanma hakkına sahip olmak ve kimyasal girdilerin devlet tarafından tedarik edilmesi gibi) birçok benzerlikler bulunmaktadır. Büyük ölçekli kolektif ve komandit Ģirketler halen pamuk ve tahıl üretimini (1998‟de %75 civarında) yoğunluklu olarak yürütmektedirler. Bu iki ürünün hemen hemen tüm üretimi devlete satılmaktadır. c. Büyük oranda çiftçi teĢekküllerinden oluĢan özel sektör; Bu gruba özel mandralar, çiftçi Ģirketleri (köylü çiftlikleri) ve aile parselleri. Özbekistan‟ın tarım sektöründe çiftçi Ģirketleri asıl yeniliği oluĢturmaktadırlar. Bunlar yarı bağımsız oluĢumlardır ve sahipleri günlük tarım faaliyetlerden sorumludur.Sulama suyu, makinalar ve girdiler için büyük Ģirketlere bağlıdırlar. Sektörde asıl yeniliği

1117

oluĢturdukları için ve gelecekte de daha önemli hale gelme kapasiteleri bulunduğundan, diğer oluĢumlara kıyasla bunlarla ilgili olarak daha detaylı bir analiz sunmaya karar verdik. iftçi ġirketlerinin GeliĢmesi 1 Ocak 1998‟den itibaren 20.000‟den fazla çiftçi Ģirketi kurulmuĢtur. Bunların hepsi, genel olarak, daha önceden büyük veya kolektif çiftliklerin içerisinde yeralan

ve 3-5 hektardan oluĢan

sulanmıĢ topraklardır. Bunlar kendi yerel sulama sistemleri sayesinde ürünleri sulamaktadırlar. Su dağıtımı ve tarım yönetiminden sorumlu yerel resmi bürolar için oluĢturulan bölge bölümleri çiftçiler arasında suyu belirlenen limitlerde paylaĢtırmaktadırlar. iftçi Ģirketleri için suyun limiti büyük Ģirketlere ayrılan limit oranında belirlenmektedir. Kolektif çiftlik ve diğer giriĢimlerin sulama iĢlemini yapan görevliler, suyun iĢletmeler arasında dağılımı ile ilgili problemlerle ilgilenirler. Ġlk önce kendi bölümlerine su verdikten sonra diğer çiftçi giriĢimlerine su verebilirler. Özbekistan‟da her 3-4 yılda bir su kıtlığı olduğundan, çiftçiler ciddi sorunlarla karĢılaĢırlar. CumhurbaĢkanı Kerimov Özbek tarımın geleceğini, çiftçi Ģirketlerinin kurulmasında gördüğünü birçok kez tekrar etmiĢtir. iftçi Ģirketleri köylülere daha çok özgürlük sağlıyor ve bireysel inisiyatifi teĢvik ediyorlar. ünkü kuruluĢ yasalarında çiftçi Ģirketlerinin en az 10 yıl olmak üzere 50 yıla kadar kiralanma hakkı bulunmaktadır. Halbuki diğer tarımsal faaliyetlerde köylülere toprak 3 ile 10 yıl arasında verilebilmektedir. Ayrıca, çiftçi Ģirketleri dıĢındaki tüm çiftliklerin tarımsal ürünlerin üretimi ile ilgili olarak yıllık bir tutanak tutmaları ve toprak sahibine daha önceden belirlenen miktarda ürün sağlama zorunlulukları bulunmaktadır. iftçi Ģirketleri ise toprağı doğrudan devlet tarafından devralmakta ve karĢılığında minimum bir vergi ödemektedirler. Yasaya göre faaliyetlerinde tamamen serbesttirler, fakat daha sonradan da göreceğimiz gibi, pratikte kısmen sınırlandırılmıĢlardır. iftçi Ģirketlerinin örgütlenmesinin baĢlangıç aĢamasında, çiftçiler birçok güçlükle karĢılaĢmıĢlar Bu problemleri çözmek her zaman kolay olmaz; sonuçta bazı çiftçiler iflas eder ya da çiftlikleri ellerinden alınır. Özbekistan‟da 22.000‟den fazla çiftçi Ģirketi bulunmaktadır. Bunlardan 1.200 tanesi 1997‟de feshedilmiĢ ve buna yakın sayıda Ģirket yeniden kurulmuĢtur. iftçi Pirketlerinin Kurulmasında Gereken Prosedürler iftçi Ģirketinin kurulması için istekli çiftçinin kooperatif baĢkanına yazılı bir baĢvuruda bulunması ve bölge hakim‟ine10 çiftçi Ģirketinin kurulması için gereken toprak parseli ile ilgili talepte bulunması gerekmektedir. BaĢvuru kooperatifin genel toplantısında tartıĢmaya açılır ve burada seçim süreci baĢlar. En değerli görülen baĢvurulara izin verilir. Bölge hakim‟i, çiftçinin baĢvurusu ve kooperatifin toprak parselinin tahsisatı ile ilgili kararını aldıktan sonra kararını özel Ģirketlerin kurulması ile ilgili özel bir komisyona havale eder. Hakim‟in kararı bankalar, vergi denetmenleri ve ĠçiĢleri Bakanlığı‟nın yerel bölümleri için zorunludur. Hakimiyet bundan sonra kanuna göre çiftçi Ģirketini kaydeder.

1118

Bu yöntemler çiftçilerin seçilmesinde öznelliğe neden olur. Bu metodun kullanılması kooperatif baĢkanının veya hakimin akraba ve arkadaĢlarının çiftçi olmalarını kolaylaĢtırmaktadır. RüĢvet de mümkündür. Ġdeal olarak, her bölgenin kendi bağımsız çiftçi birliğini kurması gerekmektedir, burada istekli çiftçiler eğitilebilir ve birer temsilci olarak kendi çıkarlarını gözetebilirler. Eğitim görenler içerisinde test yapılarak en baĢarılı çiftçiler seçilebilir. Diğer ülkelerde olduğu gibi, birlikler seçilen mezunlara yazılı tavsiyelerde bulunabilirler. Bu birlikler çiftçilerin kalifiye olup olmadıklarını da onaylayabilirler. iftçi ġirketleri Ġçin Teknik Hizmetler Çiftçi Şirketleri Yasası pamuk ve tahıl ekilen çiftçi Ģirketlerinin sulama bölgesinde yeralan toprak parsellerinin büyüklüğünün 10 hektardan az olamayacağını ve bahçe (bağlar dahildir) ve sebze ile uğraĢan Ģirketlerinkinin ise 1 hektardan az olamayacağını belirlemektedir. 1-2 hektarlık bir toprağı bulunan bir çiftçi düĢünelim. Rekoltenin yüksek olması durumunda bile yıllık olarak ancak en iyi halde birkaç bin kar edebilir. Bu para ucuz bir traktörü bile satın alamayacak kadar azdır. Sonuç olarak 10 hektar tarlası olan bir çiftçi bile bir traktör veya baĢka bir tarım aleti almayı baĢaramaz. Kırsal kesimde halen çiftçi Ģirketlerine makina hizmeti ve diğer üretim araçları sağlayan örgütler bulunmamaktadır ve kooperatifler de ancak kendi taleplerini karĢılayacak kadar tarım aracına sahiptirler. Halihazırda çiftçilerin bu sorunu çözmek için daha önceden kolektif veya devlet çiftliklerinden neredeyse hiçbirĢey ödemeden alet edavat alan “özel kiĢilere” nakit ödemeleri gerekmektedir. Toprağın iĢlenmesi için bu insanlar çiftçilere yüksek bedeller ödetmektedirler. ĠĢte bu nedenledir ki çiftçiler kar etmek yerine sürekli zarar etmekte ve birçok çiftlik elden çıkarılmaktadır. Daha önceden devlet çiftliklerinin, kooperatiflerin ve diğer giriĢimlerin sahip olduğu makinaların toplanması sonucunda oluĢturulan makina-traktör istasyonları (MTĠ), halen sözleĢme usulünde toprağı iĢlemektedirler ve ilk baĢta da kendilerine makinaları sağlayan giriĢimlere hizmet vermektedirler. Ġlaveten, MTĠ‟ler çiftçiler için toprağı iĢlemekle ilgilenmemektedirler. ünkü bu parsellere özellikle de MTĠ‟lere uzak olan yerlere makinaların gitmesi pahalıya gelmektedir. Bu güçlüklere rağmen çiftçi Ģirketlerinin sayısı artmaktadır. ĠĢlenmiĢ toplam alan içerisindeki payları 1998‟de %11‟e artmıĢ ve ortalama geniĢlik de 1992‟deki 7.4 hektardan 1998‟de 19.6 hektara yükselmiĢtir. Fakat pamuk ve diğer temel tarım ürünü yetiĢtiren özel Ģirketlerin payı göreceli olarak halen düĢüktür. 1998‟de tahılın %7‟sini ve çiftlik hayvanları, patates, sebze ve meyvenin %2 ile 4‟ünü üretmiĢler ve kalan toprağı hayvan yemi olarak değerlendirmiĢlerdir. iftçi Ģirketleri daha büyük çiftliklere göre pamuk ve tahıl rekolteleri açısından daha verimsizdirler(Bkz. Tablo 3). Aile Parselleri Özbek tarımında kolektifleĢmeden sonra oluĢturulan aile parselleri, sektörde her zaman önemli bir rol oynamıĢtır. Ġlaveten, Tablo 4‟te de görüldüğü üzere 1991‟den beri sayılarında bir artıĢ meydana gelmiĢtir. En fazla artıĢ kırsal kesim sakinlerine sulanmıĢ toprağın 0.25, sulanmamıĢ

1119

toprağın 0.5 hektarına hak tanıyan yasanın onaylandığı 1992 yılında görülür. 1997‟de aile parsellerin ekilebilir toprak alanları 650.000 hektara ya da ülkenin sulanmıĢ toprağının %15‟ine ulaĢmıĢtır. ġu anda, nüfus yoğunluğuna sahip bulunan Fergana Vadisi‟nde kiĢi baĢına ortalama 1.3 parsel düĢmektedir. Ġnsanların ortalama iki veya üç parselleri bulunmaktadır. Toprağın %15‟ine hakim olan aile parselleri bazı tarımsal ürünlerin yetiĢtirilmesinde önemli bir rol oynamaktadırlar. 1995‟te toplam et üretiminde %76‟lık, süt üretiminde %81‟lik yumurtada %66‟lık payları bulunmaktadır.11 1998‟de aile parselleri hububatın %16‟sını, patatesin %80‟den fazlasını, sebzenin %80‟ini ve meyvenin %60‟ını üretmiĢlerdir. Bu yüzden aile parsellerinin tarımsal üretime katkıları çiftçi Ģirketlerinden hem toplam olarak hem de hektar bazında daha fazladır. Tablo 4: Aile Parsellerinin Alanı (bin hektar) 1991 1992 Toplam alan

1993 1994 1995

274

554

571 588

602

ekilebilir toprak 226

463

477 489

499

Bu alanda

Kaynak: Goskomprognozstat (Devlet Tahmin ve İstatistik Komitesi), 1997. Özet olarak, kolektif sektör temel ürünlerin üretiminde (özellikle pamuk ve tahıl) hakimdir ve özel sektör de çiftlik hayvanları, patates, sebze ve meyve üretiminde asıl tedarikçidir. Kısmen eski Sovyet geçmiĢinden kısmen de Özbek hükümet politikalarından kaynaklanmakta olan bu ikili tarımsal ekonomi, yeterli bir istikrar sağlasa da gelecek için çok umut vermemektedir. Tarımsal Üretimin eĢitlendirilmesi ve Toprak Kullanımında Temel DeğiĢiklikler Sovyetler Birliği‟nin tarımdaki bölgesel uzmanlaĢmasından dolayı, dünyada en kuzeydeki üretici olmasına rağmen Özbekistan eski Sovyetler Birliği döneminde en büyük pamuk üreticisiydi. Yalnız pamuğa dayalı yüksek seviyedeki üretim bağımsız Özbekistan için sorunlar yarattı. Diğer tarımsal ürünlere yeterince önem verilmemesi ve özellikle tahıl gibi gıda ürünlerinde ithal bağımlılığı, su kaynaklarının kapasite üzerinde kullanımı, ürün rotasyonunda sorunlar ve en fazla da toprak kaybı, nehir kirliliği ve Aral gölünün12 yok edilecek Ģekilde çekilmesi gibi çevresel problemler bunlar arasındadır. Özbekistan bağımsızlığını kazandığından beri tarımı çeĢitlendirmeye ve ithal ikamesi yoluyla kendi kendine yeterliliği sağlamaya çabalamıĢtır. Diğer bir önemli hedefi de tahılda kendi kendine yeterliliği sağlamaktır. Su ve toprak kaynaklarının yetersizliği nedeniyle Özbekistan bu amacına ancak toprak kullanımının yeniden yapılandırılması ve verimlilik artıĢlarıyla ulaĢabilir. 1990‟dan 1996‟ya kadar hükümet pamuk alanında %44‟den %35‟e, yeĢil ot ekilen bölgelerde %25‟den %13‟e indirime gitmiĢ, diğer taraftan hububat ekili alanlarda %24‟den %41‟e varan bir artıĢ gerçekleĢtirilmiĢtir. Böylece hububat ekili alanlar 1.01 milyon hektardan 1.92 milyon hektara çıkarılarak ikiye katlanmıĢtır. 1997‟te, tahıl üretimi 2.8 milyon tona çıkarılmıĢtır; bu, 1995‟te yürürlüğe giren tahılda kendi kendine

1120

yeterlilik kararından beri alınan en iyi sonuçtur. 1998‟e gelindiğinde, tahıldan iyi bir rekolte alınması neticesinde gıda ürünleri ithalatında bir azalıĢ meydana gelmiĢtir. Tahıl alanının geniĢletilmesi geleneksel olarak pamuk yetiĢtiren Fergana Vadisi dahil olmak üzere neredeyse Özbekistan‟ın tüm bölgelerinde olmuĢtur, ancak değiĢiklik eĢit yaĢanmamıĢtır. Tablo 5‟te buğday ekimi ve üretimi ile ilgili bilgiler görülmektedir. Bu dönemde ortaya çıkan en önemli eğilimler Ģunlardır: * Semerkand ve KaĢgar dıĢındaki tüm bölgelerde ekilmiĢ alan büyük miktarda artıĢ göstermiĢtir. * Siri Deryaa dıĢındaki tüm bölgelerde buğday üretimi artmıĢtır. * Tüm bölgelerde üretim ekili alanlardan fazla artmıĢ, fakat toplam rekoltede Karakalpakistan ve Sirderya‟daki düĢük performanstan dolayı genel olarak bir azalma meydana gelmiĢtir. Ayrıca Tablo‟da görülmeyen detaylar ayrıca bölgesel farklar ve özellikle çiftlik Ģekilleri ile ilgili bazı ipuçları vermektedir. * Bölgelerin çoğunda büyük kolektif ve kooperatif Ģirketleri, buğdayın asıl üreticileridir (üretimin %75-87). Sadece Surhanderya ve Harzem‟de özel sektör buğdayın yaklaĢık %50‟sini üretmektedir. * iftçi Ģirketlerinin en büyük payları Ģöyledir: Surhanderya (%23), izzak (%18), Siri Derya (%13), ve TaĢkent -%8. Milli ortalama %7‟dir. * Buğday üretiminde özel parsellerin oynadıkları rol büyüktür: Harizm (%45), Buhara (%28), Surhanderya (%22), ve Karakalpakistan (%21). Milli ortalama %16‟dır. Tahıl üretiminin artırılması kararı Özbek tarımı için ciddi problemler yaratabilir. Ġlk olarak, pamuk üretiminde bir azalma meydana gelmiĢtir ve dolayısıyla ülkenin ihtiyacı olan ihracat ve döviz gelirlerinde de azalma olmuĢtur. Eğer yapısal değiĢim büyük miktarda üretim yarattığından, hayvanlara verilen otlardaki azalma, tahıldan sonra ikinci önem sırasına sahip olan hayvancılığı kötü bir Ģekilde etkilemeye baĢlamıĢtır. Buna yanıt vermek üzere, 1997‟de hükümet hayvan yemi üretimini artırma ve tahıl üretimi için sulanan alanlarda bir azalıĢa gitme kararı almıĢtır. Özet olarak, bağımsızlıktan sonra Özbekistan‟da temel tarım ürünlerinin üretiminde önemli değiĢiklikler yapılmıĢtır. Bunlar genel olarak devlet tarım politikasının temel yönünü göstermektedir. Tablo 6‟da görüldüğü üzere, 1991‟den 1997‟ye tahıl ve patates üretiminde gözle görülür bir artıĢ ve yem, pamuk ve sebze üretiminde azalıĢ meydana gelmiĢtir. Meyve üretimde ise az miktarda bir büyüme sağlanmıĢtır. Tablo 6: Tarımsal Ürünlerin Üretimi 1991-1997 (bin ton) Crops

1991

1997

1997/1991

199=100% Tahıllar2039.1

3975.2

195

1121

Pamuk4626.9

3640.8

79

Sebze3348.0

2384.2

71

Patates 351.2

691.8

197

Meyve 516.6

547.6

106

Yem 10357.4

6453.4

62

Kaynak: Bloch, P.C. and A. Kutuzov, yay. Rural Factor Market Issues in the Context of Economic Reform. Land Tenure Merkezi, BASIS Projesi, 2001. Statistical Compendium, Tablo “Land 8.” Son olarak, tarımsal ürünlerin üretiminde tarımsal giriĢimlerin payında aile parselleri ve çiftçi Ģirketleri lehinde bir artıĢ olmuĢtur. (Bkz. Tablo 7) Daha önceden belirtildiği üzere, en önemli ürünlerde özel sektörün rolü artmıĢtır. Büyük tarımsal Ģirketler pamuk, tahıl ve yem üretiminde hakim pozisyonlarını muhafaza etmiĢlerdir. Tablo 7: Temel

Ürünlerin

Üretiminde

Tarımsal

GiriĢimlerin

Rolünde

Meydana

Gelen

DeğiĢiklikler. (1991-1997) Büyük ġirketler

(toplam

iftçi ġirketleri Aile Parselleri

üretimin %) Ürün

1991 1997 1991 1997 1991

Tahıllar91.8 77.6

0.1

5.9

8.1

1997 16.5

Pamuk 100

94.7

0

5.3

0

Sebze 46.6

27.2

0

2.7

53.4

70.0

Patates36.3 27.2

0

2.4

63.7

70.4

Meyve 39.0

37.0

0

2.7

61.0

60.3

0

6.4

2.4

17.4

Yem97.676.2

0

Kaynak: Bloch, P.C. and A. Kutuzov, yay. Rural Factor Market Issues in the Context of Economic Reform. Land Tenure Merkezi, BASIS Projesi, 2001. Statistical Compendium, Tablo “Land 8.” Sonuç Tarım politikalarının sonuçları karıĢıktır. iftliklerin yeniden yapılandırılması ve tarım üretiminin yapısında, birkaç yıldan beri artan pozitif büyüme ile üretim artıĢları ve özel sektörün geliĢmesi gibi birtakım kazanımlar elde edilmiĢtir. Tahıl ve pamuk halen ekilmiĢ toprakların %80‟ini teĢkil ederek, tarımın asıl yapı taĢlarını oluĢturmaktadırlar. Kendi kendine yeterlilik için çaba sarfedilse de, Özbekistan Orta Asya‟daki en büyük gıda ithalatçısı durumundadır.

1122

Verimlilik artıĢı ve çiftliklerin yeniden yapılandırılmasına yönelik idari ve mali teĢviklere rağmen, tarım reformu yavaĢ ilerlemektedir ve karĢısında birçok engel bulunmaktadır. Birtakım kazanımlara rağmen, tarımdaki yapı, karmaĢıklığını korumaktadır. Hükümetin düzenleme, kontrol, teĢvik, fiyat mekanizmaları vb. yollarla tarıma yüksek oranda müdahale etmesi, tarımın geliĢmesi için gereken ekonomik ortamın oluĢmasını özellikle çiftçi Ģirketleri için zorlaĢtırmıĢtır. Reformların temel kusurlarından biri çözülemeyen etkinlik problemi ile ilgilidir, bu büyük ölçekli iĢletmelerde çalıĢma motivasyonunun sağlanamamasından da kaynaklanmaktadır. Özel sektörün geliĢmesi yönünde harcanan çabalara rağmen, diğer tarımsal giriĢimlerle kıyaslandığında çiftçi Ģirketleri halen tercih edilmeyen bir pozisyondadırlar. Ġyi düzenlenmiĢ olan ve çiftçi Ģirketlerini teĢvik eden yeni yasa yeterli olmamıĢtır. Pazar altyapısının, girdi hizmetlerinin ve makinaların kullanımının sağlanması gerekmektedir ve tarımsal giriĢimlerin yeniden yapılandırılması ve tarımsal üretimin geliĢtirilmesi için de çaba gerekmektedir.

1 Bkz. Bloch, Peter C. ve Katie Rasmussen, “Land Reform in Kyrgyzstan.” In Stephen K. Wegren, yay. Land Reform in the Former Soviet Union and Eastern Europe. London: Routledge, 1998. 2 Türkmenistan için, bkz. Lerman, Zvi ve Karen Brooks, “Land Reform in Turkmenistan.” In Stephen K. Wegren, yay. Land Reform in the Former Soviet Union and Eastern Europe. London: Routledge, 1998. Kapsamlı bir Kazakistan örneği yer almamaktadır. 3 Bkz. Lerman, Zvi, “Land Reform in Uzbekistan.” In Stephen K. Wegren, yay. Land Reform in the Former Soviet Union and Eastern Europe. London: Routledge, 1998. 4 Kırgızistan‟da olduğu gibi erken reform çabalarının yarattığı karıĢıklık biraz etkili olsada, Kazakistan‟daki azalıĢ eskiden Sovyetler Birliği‟ne bağlı olan bölgelerde talebin azalmasından kaynaklanmıĢtır. 5 I. A. Kerimov, Building the Future; Özbekistan-Its Own Model for Transition to a Market Economy. 1993, s.56 6 Sovyet yasaları iki oluĢumu Ģöyle ayırdetmektedir: sovhozlar Batılı Ģirketler gibi iĢçi çalıĢtıran kamunun sahip olduğu Ģirketlerdir; kolhozlar ise üyelerinin gönüllü olarak katıldığı, karların ortak olarak paylaĢıldığı, ortak mülkiyet ve yönetime sahip olan iĢletmelerdir. Daha sonra Sovyet döneminde, ikisi arasındaki farklar artmıĢtır. 7 World Bank, World Development Report, 2001 Development Indicators. 8 “Dehkhan” aile parseli için kullanılan Özbek terimidir. 9 I.A. Kerimov, “Uzbekistan-sobstvennaia model” perekhoda na rynochnye otnosheniia, TaĢkent, 1993, s. 89. 10

Khakim Özbekçe bölge valisi anlamındadır.

1123

11

Kolektif çiftlikler domuz (%90) ve koyun (%48) sayılarında öndedir.

12

Suyun sulama için ayrılması Amu-Derya and the Siri-Derya ırmaklarının Aral gölüne

döktükleri su miktarının azalmasına neden olmuĢtur. Aral gölü iki ırmak tarafından beslenen tuzlu bir iç su havzasıdır ve hem deniz hem de göl özelliklerine sahiptir. Kazakistan ve Özbekistan topraklarında bulunmakta ve çöllük bölgenin hemen altında Turan‟da yeralmaktadır. 1960‟lardan önce, Aral gölü daha istikrarlıydı, ve Amu-Derya ve Siri-Derya ırmaklarından gelen toplam su miktarı (56 km küp/yıl) ve yağmur yoluyla gelen (9 km küp/yıl) su, buharlaĢma yoluyla kaybolan (65 km küp/yıl) tanzim edebiliyordu. Daha sonra, sulama ve sanayi için suyun ayrılması, kurak geçen yıllar ve ırmak sularının azalmasıyla beraber Aral gölünün suları azalmaya baĢladı ve durdu.

1124

D. Edebiyat Özbek Edebiyatında Tiyatro Türü Üzerine / Dr. Aynur Öz [s.702-708] Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi /Türkiye Özbek edebiyatına Batılı anlamda tiyatronun edebî tür olarak girmesi, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın baĢlarında olmuĢtur. Orta Asya kültür tarihinde var olan bu tür, halk tiyatrosu özellikle tulûat ve kukla tiyatrosu Ģeklinde sunulmuĢtur. Orta Asya Rusya tarafından istilâ edildikten sonra Avrupa tarzı tiyatroya ve dramaya ilgi uyandırılmıĢtır. 19. yüzyılın sonlarında ülkede Rus nüfusunun artması, Türkistan tiyatro gruplarının oluĢmasına ve TaĢkent‟te ilk tiyatronun (1877) teĢkil edilmesine yol açmıĢtır. Bunu, Hokant, Semerkant ve diğer Ģehirlerde kurulan amatör gruplar izlemiĢtir.1 Özbek edebiyatında tiyatro türünün örnekleri ceditçilik hareketinin yorulmaz savaĢçıları, fedakâr yazarlar tarafından verilmiĢ ve bu dönemde bir ekol yaratılmıĢtır. Özbek edebiyatına tiyatro türünün girmesinde ve geliĢmesinde ceditçilik dönemi, ayrı bir öneme sahiptir. Bu dönem, dünyanın pek çok ülkesine yazarların ve Ģairlerin gidip geldiği, dolayısıyla bu ülkelerdeki her türlü yeniliği de gördükleri bir dönemdir. Yaratıcılık yılları bu devre denk gelen yazarlardan Hamza Hekimzade, Ġstanbul, Mısır ve Arap ülkelerine gitmiĢtir. Fıtrat, Türkiye‟de okuduğu yıllarda Türk edebiyatına yeni giren bu türün örneklerini görme ve okuma imkânı bulmuĢtur. Dolayısıyla ceditçilik hareketinin baĢlayıp, yayıldığı yıllarda, Türkiye‟de de bu yeni türün halkı bilinçlendirmek için kullanılması, oldukça yararlı ve verimli olmuĢtur. Hem yazılı, hem de sahnelenmesi sonucu, görsel olarak halka hitap eden bu tür, halk tarafından okunmuĢ, beğenilmiĢ ve ilgiyle izlenmiĢtir. Özbek edebiyatında tiyatro türünün geliĢmesinde halk sözlü geleneğinin, Türk, Azerbaycan, Tatar ve Rus tiyatro geleneğinin önemli katkıları olmuĢtur. Özbek edebiyatında tiyatro türünde ilk eser veren Ģahsiyet, ceditçilik hareketinin Türkistan sahasındaki kurucularından olan ve bu yolda canını feda eden Mahmud Hoca Behbudiy‟dir. Eğitimin, okumanın yararlarını usul-i cedit okullarında anlatmanın yeterli olmadığını, edebî eserlerle de desteklenmesi gerektiğini düĢünen Behbudiy, 1911 yılında “PederkuĢ” (Yahud okımegen balenin hali) adlı dramı kaleme almıĢ, ancak 1913 yılında basılabilmiĢtir.2 Üç perde ve dört sahneden oluĢan, hacim olarak küçük, ancak içerik olarak geniĢ olan bu eserde Behbudiy, sonunu düĢünmeyen bir zenginin, çevresindekilerin sözünü dinlemeyip oğlunu okutmaması sonucu cahil kalan oğlu TaĢmurad‟ın sokak serserilerine katılması ve kendi babasını öldürmesi olayını iĢlemiĢtir. Eserin son perdesindeki Ziyali‟nin sözleri insanları okumaya davet eder niteliktedir: “Bilimsiz ve terbiye görmeyen çocukların sonu budur. Eğer bunları babası okutsaydı, bu cinayet ve baba katliamı meydana gelmez ve bunlar böyle içmezlerdi. Dünyada halklar bilim yoluyla geliĢir. Esir ve zebun olanlar ise bilimsizliktendir. Eğer bizler terbiye görmeyen çocuklarımızı okutmazsak, bu tür kötü

1125

olaylar ve bedbahtlıklar aramızda daima olacaktır. Bu iĢlerin yok olması için okumak ve okutmaktan baĢka çare yoktur.”3 “PederkuĢ” dramının yayımlanması tam anlamıyla Özbek millî tiyatrosunun doğuĢunun belirlemiĢtir. Bu yıl Semerkant‟ta Behbudiy, TaĢkent‟te Münevver Kâri ve Abdulla Evlaniy baĢkanlığında eseri sahneye koyma çalıĢmaları baĢlatılmıĢtır.4 “PederkuĢ” dramı ilk olarak amatör oyuncular tarafından 15 Ocak 1914 yılında sahnelenmiĢ ve daha sonra bütün Türkistan‟da gösterilmiĢtir.5 Eserin sahnelenmesi, Türkistan‟da tiyatro türüne ilgiyi artırmanın ve halkı okumaya çağırmanın yanı sıra, o dönemde pek çok tiyatro eserinin yazılmasına da vesile olmuĢtur. Ceditçilik döneminde ilk tiyatro eseri Semerkant‟ta kaleme alındıktan sonra diğer Ģehirlerde de benzeri çalıĢmalar yapılmıĢ, tiyatro grupları kurulmuĢ ve yeni eserler yazılmıĢtır. Ceditçilik hareketinin TaĢkent‟teki öncüleri Abdulla Evlaniy ve Münavver Kâri, 1913 yılında Turan grubunu oluĢturmuĢlar ve “PederkuĢ” dramını seyircinin beğenisine sunmuĢlardır. Tiyatro türüne olan ilgi kısa süre içinde artmıĢ, Hokant‟ta da amatör gruplar kurulmuĢ ve “PederkuĢ” dramı sahneye konulmuĢtur. Hokant‟ta ceditçilik hareketinin öncülerinden olan ve Afganistan, Hindistan, Arap ülkeleri, Azerbaycan ve Türkiye‟ye giden, bu ülkelerdeki yenilikleri yerinde tahlil etme imkânına sahip olan Hamza Hekimzade Niyaziy, tiyatro türüne çok önem vermiĢtir. Özbek edebiyatına tiyatro türünün ölmez eserlerini kazandıran Hamza‟nın 1918‟de yazdığı “Bay ile Hizmetçi” adlı beĢ perdelik eseri, ayrı bir öneme sahiptir. Dönemin sosyal olaylarını büyük ustalıkla dramlarında aksettirebilen Hamza, bu eserde çok eĢli Salihbay‟ın evinde çalıĢan Gafır ve Cemile‟nin bahtsız sevgisini ele almıĢtır. Salihbay, evinde çalıĢan, Gafır ile evli olan Cemile‟ye göz koyar ve onu elde etmek, kocasından ayırmak için olmadık yollara baĢvurur. Hatta din adamları bile Cemile‟yi ikna etmeye çalıĢırlar. Ancak, Cemile ve Gafır‟ın birbirlerine karĢı olan sevgileri buna engel olur. Salihbay ve taraftarları, sonunda Gafır‟a iftira atıp tutuklatırlar ve Sibirya‟ya sürgün ettirirler. Cemile‟ye zorla sahip olacağını düĢünen Salihbay, Cemile‟nin zehir içerek intihar etmesi sonucu kötü amacına ulaĢamaz. Gafır ve Cemile‟nin saf sevgisi ile birlikte bu eserde çok eĢliliğin kötü yönleri de baĢarıyla gözler önüne serilmiĢtir. Ayrıca, ceditçilik hareketinin amacı, Cemile‟nin ölüm öncesi annesine söylediği vasiyetinde ifadesini bulur: “KardeĢimi zenginin yanına vermeyin, okutun.” “Bay ile Hizmetçi” dramının son perdesi kaybolmuĢtur. Yayımlanırken Hamza Hekimzade Niyaziy‟nin baĢkan olduğu “Ülke Seyyar Drama Cemiyeti” tarafından 1919‟da çıkarılan afiĢten alınmıĢtır.6 Hamza Hekimzade, döneminin sosyal olaylarıyla yakından ilgilenmiĢ ve 1916 yılındaki özgürlük isyanıyla ilgili olarak “LaĢman Faciası” adlı eserinin üçüncü bölümü olan “Ġstibdad kurbanları”nı (1918-

1126

1919) kaleme almıĢtır. Bu eserde yazar, 1916 yılı yazında ar hükûmetinin Türkistan‟dan iĢçi almasının halka ne kadar ağır yük getirdiğini ustalıkla iĢlemiĢtir. Hamza H. Niyaziy “Tuhmetçiler Cezasi” (1918), “Kim Togri” (1918) adlı eserleriyle komedi türünün ilk örneklerini vererek, bu türün öncülüğünü yapmıĢtır. “Burungi Kazılar Yahud Meyserening ĠĢi” (1926) “Perenci Sirleriden Bir Levha” (1927) eserlerinde de kadının toplumdaki yeri ve peçe takmayan kadınların durumunu yine komedi tarzında ele almıĢtır. Hamza Hekimzade Niyaziy, yukardaki eserlerin dıĢında konu ve içerik bakımından zengin olan “Duet” (1926) “Seylav Aldide” (1926), “Emir EĢan Öpkesige Cevab” (1926), “Yer Ġslahatı” (1926), “Bu Kün 8 Mart” (1927), “Kuzgunler” (1927), “Cehan Sermayesining Eng Ahırgi Künleri” (1927) gibi eserler de yaratmıĢtır. Hamza Hekimzade Niyaziy‟nin tiyatro türüne yaptığı hizmetler, halk tarafından takdir edilmiĢ ve isminin ebedileĢmesi için memleketi olan Hokant‟ta ve TaĢkent‟te kendi adıyla anılan tiyatrolar kurulmuĢtur. Ceditçilik hareketinin TaĢkent cephesindeki ateĢli savunucularından Abdulla Evlaniy, yeni usuldeki okullar için ders kitapları yazmakla yetinmemiĢ, halkı bilinçlendirmek için tiyatro eserleri de kaleme almıĢtır. Evlaniy‟nin dört tiyatro eseri (“Advokatlık Asanmi?”, “Pinek”, “Siz ve Biz”, “Partugaliya Ġnkilabı”) yazdığı kaydedilmektedir. Gerçekten de Evlaniy‟nin edebî mirasında dört draması vardır. Bu eserler, yazıldıkları dönemde sahneye konulmuĢ, ancak hiç biri yayımlanmamıĢtır. 1979 yılına gelindiğinde Evlaniy‟nin 100. doğum yılı münasebetiyle yayımlanan “TaĢkent Tangi” adlı eserler toplamında edibin “Advokatlık Asanmı?”, “Pinek”, “Siz ve biz” piyesleri basılmıĢtır.7 Özbek edebiyatında roman türünün ilk örneğini veren, ceditçilik hareketini destekleyerek, halkı bilinçlendirme yolunda hayatını kaybeden Abdulla Kadiriy, Behbudiy‟nin baĢlattığı geleneği devam ettirip “PederkuĢ” dramının etkisiyle “Bahtsiz küyav” (1915) dramını yazmıĢtır. Dört perde olan bu eserde Kadiriy, öksüz ve yetim Salih ile Rahime‟nin facialı evlilik maceralarını hikâye etmiĢtir. Rahime‟nin babası Feyzibay, kızını istemeye gelenlerden geleneksel bir düğün ister, Ġmam, Feyzibay‟ı destekler. Uzak görüĢlü EllikbaĢı‟nın mantıklı fikirlerine kulak asmayan Feyzibay, sonunda istediği gibi düğünü yaptırır. Salih, bu düğünün bedelini ağır bir Ģekilde öder. Bir zenginden borç alan ve karĢılığında evini ve eĢyalarını ipotek eden Salih, vaktinde borcunu ödeyemez ve kendini öldürmek ister. EĢini çok seven Rahime, önce hareket ederek canına kıyar bu durumu gören Salih de intihar eder. Bu eser de kendinden önce yazılan eserlerde olduğu gibi okumanın faydasını ve eski illetlerden kurtulma gereğini vurgulamaktadır. Tiyatronun Buhara‟daki geliĢiminde büyük dilci, eğitimci, Ģair ve ceditçilik hareketinin öncüsü Abdurauf Fıtrat‟ın rolü büyüktür. Fıtrat‟ın 1914 yılında Buhara‟da amatör tiyatro iĢiyle uğraĢıp, kendinin de rol oynadığı kaynaklarda kaydedilmiĢtir.8

1127

Fıtrat, Ģiirleri ve makaleleri ile halka ceditçilik hareketinin gayelerini anlatmanın yanı sıra tiyatro türünde de kalem oynatmıĢ, dönemin sosyal ve siyasî olaylarıyla ilgili düĢüncelerini cesur bir Ģekilde dile getirmiĢtir. Fıtrat‟ın 1909 yılında zaman gereği tarihî geliĢimin iki basamağında bulunan din ve dünya, toplum ve eğitim hakkında farklı görüĢe sahip olan iki kiĢinin tartıĢması esasına dayanan “Munazara” (Hindistande bir ferengi ile Buharalı bir muderrisning bir neçe meseleler hem usuli cedide hususide kılgan munazarası) adlı eseri yayımlanmıĢtır. Bu eser, Buhara‟da yasaklanmasına rağmen çabuk yayılmıĢ ve çok okunmuĢtur. Kendi düĢüncelerinden ödün vermeyen ve bu uğurda hayatını kaybeden Fıtrat, dram türünde yazdığı bir perdelik “Temur Saganası” (1918) adlı eserinde ülkede ün kazanan cihangir Timur‟un kurtarıcı olarak kabul ediliĢini, Timur‟a karĢı olan sevginin ifadelenmesini iĢler ve halkı onun yolunda yürümeye davet eder.9 Fıtrat, komĢu ülkelerdeki sosyal ve siyasî duruma da ilgisiz kalmamıĢ, bunu yazdığı tiyatro eserlerinde de dile getirmiĢtir. BeĢ perdelik “ın SeviĢ” (1920) ve “Hint Ġhtilalçileri” (1923) adlı eserlerinde temel konu Hindistan‟ın bağımsızlığıdır. Bu eserlerde aĢk konusu, asıl konuyu vermek için bir vasıtadır. “Hint Ġhtilalcileri” trajedisinde, Ġngiliz sömürgesine karĢı verilen mücadele bütün zorluklarıyla gösterilmiĢtir. Ġnsan değerlerini yüceltmeye adanan bu tiyatro eserleri, gerçek sanat eserleri olarak hâlâ değerlerini korumaktadır. Abdurauf Fıtrat‟ın kaleme aldığı konulardan biri de dindir. “Şeytanning Tanrige İsyanı” isimli manzum tiyatro eseri, Fıtrat‟ın önemli eserlerinden biridir. Bu eserde ġeytan‟ın Allah‟ın emirlerine karĢı çıkması anlatılır. Allah, ġeytan‟dan Adem‟e secde etmesini emreder. Ama ġeytan secde etmez. ġeytan ateĢten yaratılmıĢtır. Adem ise çamurdan yaratılmıĢtır. AteĢ gibi yüce bir maddeden yaratılan ġeytan, insana secde etmeyi kendine yakıĢtıramaz. Bu nedenle ġeytan melekler arasından çıkarılır, Cennet‟ten kovulur. Kuran‟ı Kerim‟in 38. suresinde verilen bu konu, Fıtrat‟ın tiyatro eserinin temel olayıdır.10 Fıtrat‟ın tiyatro dalındaki edebî mirasının önemli bir kısmını tarihî konuları ele aldığı eserleri oluĢturur. Fıtrat, Buhara emiri Ebulfeyzhan dönemini aksettiren beĢ perdelik “Ebulfeyzhan” (1924) adlı eserini yazmıĢtır. Ebulfeyzhan döneminde tahtı ele geçirmek için yapılan mücadeleler, bu uğurda insanların çektikleri sıkıntılar, Ebulfeyzhan‟ın halka yaptığı zulümler eleĢtirel bir Ģekilde verilmiĢtir. Ebulfeyzhan‟ın tahtta kalma çabaları yeterli olmaz. Tahta geçmek için Rahimbiy, çeĢitli yollar dener ve onu öldürtür. Ancak kendisinin de sonu farklı olmaz. Eserde yazarın asıl mesajı, adaletperver ve zulme karĢı çıkan Ġbrahim tipi ile verilir. Fıtrat tarihî konularda “Ogızhan”, “Ebu Müslim” piyeslerini de yaratmıĢ, ancak bu eserler bize ulaĢmamıĢtır.11

1128

1924 yılında Sovyetler Birliği‟ne bağlı cumhuriyetlerin oluĢturulmasından sonra yer islahatı meselesi gündeme gelmiĢtir. Fıtrat bu meselenin iĢlendiği, Buhara Emirliği‟nde yaĢayan çiftçilerin hayatını konu alan beĢ perdelik “Arslan” (1926) oyununu kaleme almıĢtır. Bu eserde babasından kalan toprağı alın teriyle iĢleyen Arslanbek ile Tolgın‟ın temiz sevgisi ele alınmıĢtır. Yorulmaz dil ve eğitim reformcusu Fıtrat, “Begican” (1916), “Kan” (1920), “ġeytannıng Tengrige Ġsyanı” (1924), “Rozaler” (1930), “Vase Kozgalanı” (1932), “Tolkın” (1934) gibi tiyatro eserlerini de yaratmıĢtır. 20. yüzyılın baĢlarında çocuklar için yazdığı sahne eserleriyle tanınan Gulam Zaferiy‟nin Özbek edebiyatına kazandırdığı “Halime” dramı, ayrı bir öneme sahiptir. Eser, 1919 yılında yazılmıĢ, sonra tekrar tekrar iĢlenmiĢtir. Zengin bir evin kızı olan Halime ile komĢu esnafın oğlu Nemet arasındaki bahtsız sevginin konu edildiği eserde Halime‟nin babası baĢlık parasını çok veren 65 yaĢındaki bir ihtiyara Halime‟yi verir. Ayrıca hasta olan Nemet‟i tedavi eden halk tabibine Nemet‟i zehirlemesi için para verir ve Nemet ölür. Düğün gecesi Halime de canına kıyar.12 Özbek edebiyatına Ģiir, roman, makale türünde eserler kazandıran Abdülhamid olpan, tiyatro türünde de baĢarılı eserler vermiĢtir. Bu eserlerden ilki olan “Halil Feren” 1917 yılında yazılmıĢtır. olpan‟ın bu sahadaki en önemli eseri, folklor temelinde yaratılmıĢ olan “Yarkınay”dır. “Yarkınay”da olayların tarihin net ve sosyal geliĢmenin belirli devrin ürünü olarak gösterilmemesi, eserde olayların geçtiği yerlerin soyut ve genelliği eserin folklor geleneklerine özgü tabiatını açıklayıcı özelliklerdir.13 “Yarkınay”, Özbek tiyatrolarında uzun yıllar sahnelenmiĢtir. ġair hayattayken iki kez (1920-1926) yayımlanan bu piyes, 1991 yılında, “Yene aldim sazimni” toplamında tekrar yayımlanmıĢtır. Yazar bu dramı, “Efsanevî oyin” diye adlandırmıĢ olsa da dramı okuyan veya bu dramdan sahneye uyarlanan oyunu izleyen kiĢi, eserin efsaneden çok gerçekçi eser olduğuna inanır. Han ordusunun komutanı Ölmes Batır‟ın tek çocuğu olan Yarkınay, kendi bahçelerinde bahçıvan olarak çalıĢan Polat adlı gence âĢık olur. Polat da Yarkınay‟ı sever. Ancak, sevgisi hakkında konuĢmak istemez. ünkü, Hanlığın en zengin ve saygın adamı olan Ölmes Batır‟ın kızını sıradan bir görevliye vermeyeceğine inanmaktadır. Bundan baĢka, halk isyanlarının bastırılması sırasında çok insanın öldürülmesinde, en önemlisi kendi babasının da ölümünde Ölmes Batır‟ın payı olduğunu bilmesi, Polat‟ın Yarkınay‟a yakınlaĢmasını engeller. Kızıyla Polat‟ı gece bahçelerinde gören Ölmes Batır, durumu yanlıĢ anlayıp tartıĢma çıkarınca, Polat, bahçeyi terkedip, isyan çıkaranlara önderlik eder. Ġsyanı bastırmak için gönderilen ordunun baĢarısızlığı sebebiyle, ordunun baĢına Ölmes Batır getirilir. Bu arada NiĢabsaybegi adlı bir kiĢi, Yarkınay‟ı kandırıp kaçırır ve babasına mektup yazarak Yarkınay‟ı Polat‟ın kaçırdığını söyleyip Polat‟a iftira atar. Polat‟ı zaten sevmeyen Ölmes Batır, beyaz bayrakla Polat‟ın yanına gidip, Polat‟ı hırsızlıkla suçlar. Yarkınay‟ı kaçıranın NiĢabsaybegi olduğunu öğrenince, Polat‟ın dürüst insan olduğuna inanıp savaĢ alanını terkeder. Ġsyancılar zafer kazanıp Polat‟ı tahta geçirirler, Polat ve Yarkınay evlenerek muratlarına ererler.14

1129

olpan‟ın 1928 yılında kaleme aldığı “MüĢtümzor”, V. Yan ile birlikte 1929‟da yazdığı “Hücüm” ve “Ortak KarĢıbayev” adlı eserleri uzun yıllar Özbek tiyatrolarında sahnelenmiĢtir. “Hücüm” komedisi, hicvî unsurlar bakımından zengin olması ve kadın haklarını savunması açısından dönem eserleri arasında önemli bir yere sahiptir. Usman Nasır, Özbek edebiyatında tiyatro türünün geliĢmesinde özel katkıda bulunan yazarlardan biridir. Nasır‟ın “Zafer” (1929), “Nezircan Halilov” (1930), “DüĢmen” (1931) ve baĢka eserler yazdığı bilinmektedir. Bu eserler, sahneye konulmuĢ olmasına rağmen yayımlanmamıĢtır. 15 Ceditçilik döneminde temelleri sağlam bir Ģekilde atılan tiyatro geleneği, ceditçi yazarların çoğunun (Behbudiy, Kadiriy, Fıtrat, olpan) 1938‟de katledilmesine rağmen sonraki dönemlerde yetiĢen yazarlar tarafından ustalıkla devam ettirilmiĢ ve bu türde baĢarılı eserler verilmiĢtir. Ancak, tarih ve geçmiĢle ilgili konularda eserler verenler pek iyi muamele görmediğinden konular daha dar bir çerçevede kalmıĢtır. Daha sonra, Özbekistan hükûmeti, ülkede kültürün geliĢmesine ayrı bir önem vermiĢ ve 1939‟da yarıĢma açmıĢtır. Bu yarıĢma, tiyatronun geliĢmesi için önemli bir olaydır.16 Zamanla tiyatro eserlerinin konuları da geniĢlemiĢtir. Hamza Hekimzade Niyaziy‟nin yolunda ilerleyerek Özbek edebiyatına baĢarılı eserler kazandıran Kamil YaĢın‟ın ilk eseri “Ġkki Komminist” 1929 yılında sahnelenmiĢtir. Kamil YaĢın‟ın önemli eserlerinden biri, o dönem kadınlarının sosyal hayatındaki değiĢmelerinin (peçe çıkarmalarının) konu edildiği “Gülsere”dir (1934). Gülsere, kocası Kadircan ile mutlu bir hayat sürmektedir. Kadircan‟ın eĢinin peçesini çıkarması isteğine Gülsere‟nin babası karĢı çıkar. Bu ikilem içinde kalan Gülsere‟nin kafası karıĢır. Babası onu kocasından ayırır ve evine getirir. Daha sonra onu baĢka biriyle evlendirmek istemesi, Gülsere‟nin aklını baĢına getirir. Evden kaçıp kocasının evine gitmek isterken kendini destekleyen annesi, babası tarafından öldürülür. Babası Gülsere‟yi de öldürmek ister ancak evlât sevgisi üstün gelir ve yaptıklarına piĢman olur. Bu eserde o dönem kadınlarının sosyal hayattaki durumu Gülsere örneğinde verilmiĢtir. Kamil YaĢın, daha önce kaleme aldığı “Ġkki Kommunist” adlı eserini tekrar gözden geçirip iĢleyerek “Tar-mar” (1934) adıyla yayımlamıĢtır. Söz konusu eserde o dönem sosyal hayatından geniĢ bir kesit verilmiĢtir. Kamil YaĢın‟ın tiyatro eserlerinin konularından biri de Orta Asya‟yı derinden etkileyen, yazar ve Ģairlerin roman ve Ģiirlerinde ustalıkla iĢledikleri 2. Dünya SavaĢı‟dır. Üç perdelik “Ölim baskınçilerige” (1942), dört perdelik “Aftabhan” (1944) adlı dramlarında 2. Dünya SavaĢı yıllarında cephe gerisindeki fedakâr halkın mücadeleleri ve sıkıntıları baĢarıyla ele almıĢtır. Folklor temelinde eserler veren YaĢın, Köroğlu destanları esasında “RevĢen ve Zülhumar” (1956) adlı beĢ perdelik eseri yazmıĢtır. Görogli‟nin torunu RevĢen ile ġirvan ülkesinin hanı zalim Karahan‟ın kızı Zülhumar arasındaki sevginin hikaye edildiği eserde Karahan, Görogli‟nin ülkesine baskın yapar ve elçi göndererek kendisine boyun eğmesini ister.

1130

Görogli ile RevĢen bunu kabul etmez ve savaĢ çıkar. SavaĢ sırasında RevĢen bir kız görür ve ona aĢık olur. Bu kız, Karahan‟ın kızı Zülhumar‟dan baĢkası değildir. Karahan yurduna döner. RevĢen de Zülhumar‟ın arkasından ġirvan‟a yol alır. Yolda giderken, altı çocuğunu kaybeden bir anaya rastlar ve ondan Zülhumar‟ın yerini öğrenir. Oradaki yiğitlerle tanıĢır ve onlarla dost olur. Zülhumar ile görüĢen RevĢen, onunla gizlice nikâh kıyarak evlenmek ister. RevĢen‟e âĢık olan Zülhumar‟ın üvey kardeĢi Akkız, durumu babasına haber verdirir. Han gelip RevĢen‟i zindana attırır ve Zülhumar‟ı da baĢka bir hana verir. RevĢen‟in yolda tanıĢtığı Ersek ve Tersek pehlivanlar, Zülhumar ile RevĢen‟i buluĢtururlar. KuĢun kanadına mektup bağlayarak durumu Görogli‟ye haber verirler. Karahan, RevĢen‟in Görogli‟nin torunu olduğunu anlayınca onu Görogli‟ye karĢı kullanmak için affettiğini, Zülhumar‟ı vereceğini söyleyerek Ģart koĢar. ġartını kabul etmeyen RevĢen‟i öldürtmek üzere cellat çağırır, tam o sırada Görogli gelir ve RevĢen‟i kurtarır. Eser, RevĢen ve Zülhumar‟ın düğünü ile sona erer. Kamil YaĢın, 1974 yılında “Ġnkılab Tangi” adlı eseri kaleme almıĢtır. Bu eserde devlet adamı Feyzulla Hocayev‟in hayatı ele alınmıĢtır.17 Kamil YaĢın, tiyatro sahasına “Ortaklar” (1930), “Yandiremiz” (1931), “Namus ve muhebbet” (1935), A. Ümeriy ile birlikte “Hamza” (1940), “Nurhan” (1940), Uygun, Sabir Abdulla, ustiy ile birlikte “Devran Ata” (1942), “Yolçi Yuldiz” (1957) gibi eserler de katmıĢtır. Edebiyata Ģiirler yazarak giren ve daha sonra baĢarılı tiyatro eserleri kaleme alan Maksud ġeyhzade, 1944 yılında “Celaliddin Mengüberdi” tarihî dramını yazmıĢtır. Cengiz Han‟ın hücumlarına karĢı halkın mücadelelerini anlattığı bu eserden sonra 1960 yılında ünlü astronomi bilgini ve devlet adamı Uluğbey‟in hayatının konu edildiği “Mirza Ulugbek” adlı dramı edebiyata kazandırmıĢtır. Tarihî dramlar yazarak edebiyata katkıda bulunan Sabir Abdulla “Bagban kızı” (1930), “Ayhan” (1935) gibi eserlerden sonra “Tahir ve Zühre” (1949), “AlpamıĢ” (1945) ve “Gül ü nevruz” (1967) gibi eserler yazmıĢtır. Bu eserlerden “Tahir ile Zühre” ün kazanmıĢtır. Uzun yıllar çocuğu olmayan Babahan ile fakir Bahir sonunda çocuk sahibi olurlar. Hanın emrine göre Bahir, oğlunu Babahan‟a getirir. Babahan da Zühre ile Tahir‟i birlikte büyütüp daha sonra damadı yapacağını söyler. Tahir, delikanlılık çağına gelince sarayda yetiĢmiĢ olmasına rağmen halkın sıkıntılarını hisseder ve hanın memurlarından Hüseyin Karabatır ile tartıĢır. Esirleri serbest bırakmasını ister. Ġsteği kabul edilmeyince Tahir düĢman kazanır. Karabatır ile savaĢır ve onu yener. Hüseyin Karabatır, Tahir‟den öç almak için sevgilisi Zühre‟yi elde etmeye çalıĢır. eĢitli hilelerle Tahir‟i bir sandığa koyup nehire bırakır. Tahir, Harezm hanının memleketine gelir. Hanın kızı Tahir‟e aĢık olur ama Tahir karĢılık vermez. Sonunda Alamethan, onu zindana attırır. Ġyiliksever Cumaniyaz tarafından azad edilen Tahir, hemen memleketine döner. Ancak, onu kötü bir sürpriz beklemektedir. Karabatır, Zühre ile evlenmek için düğünü baĢlatmıĢtır. Tahir, kötü kalpli ve zalim Karabatır‟ı yener ve sevgilisine kavuĢur. Halkı da bu zalim kiĢiden kurtarmıĢ olur.

1131

Sabir Abdulla, savaĢ yılları facialarının ele alındığı “Kurban Ümerov” (1941), “Devran Ate” (1942) gibi piyeslerin yazılmasında katkıda bulunmuĢtur. Ayrıca “Özbekistan Kılıçi” (1943) ve ünlü Ģair Mukımî‟nin hayatının ele alındığı “Mukımiy” (1953) dramı Sabir Abdulla‟yı halka sevdirmiĢtir. Velut yazar Sabir Abdulla, ömrünün son yıllarında “Mevlana Mukımiy” (1978) adında bir de roman yazmıĢtır. Edebiyatın her sahasında eser veren Uygun, tiyatro türünde de kalem oynatarak Özbek edebiyatına ölmez eserler kazandırmıĢtır. Edebiyata Ģiirler yazarak giren Uygun, 40‟lı yılların baĢlarından itibaren tiyatro türüne yönelmiĢtir. Onun “Ane” (1942), Hamid Alimcan, N. Pogodin, S. Abdulla ile birlikte “Özbekistan Kıliçi” (1943), “Hayat koĢıgı” (1947) adlı eserlerinde vatanperverlik ve fedakarlık konuları iĢlenirken, “Kaltıs hezil” (1945) komedisi, “Altın Kol” (1943) müzikli dramı ve “Nevbahar” (1949) gibi eserlerinde kalhoz hayatı ve kalhoz ekonomisinin iyileĢtirilmesi meselesi ele alınmıĢtır. Uygun‟un yaratıcılık dairesinde tarihî konular ayrı bir öneme sahiptir. Yazar Ġzzet Sultan ile kaleme aldığı “AliĢer Nevaiy” (1943) adlı eserde ağatay edebiyatının ünlü Ģairi, büyük devlet adamı AliĢir Nevayî‟nin hayatı ile Hüseyin Baykara dönemi iĢlenmiĢtir. Eser Nevayî‟nin gazelinden alınan Ģu mısralarla baĢlar: E, nesimiy subh, ahvalim dilaramimge eyt! Zülfi sunbul, yüzi gül, servi gülendamimge eyt! Eserde Nevayî, Handemir, Behzad, Cami, Celaliddin gibi dönemin önde gelen aydın ve halkı için çalıĢan hakkaniyetli bilge kiĢilerin yanı sıra, mecdiddin, Ģeyhülislam, müneccim gibi kendi çıkarları uğruna halkı ve devleti feda eden kötü devlet erbabı tipleri de ustalıkla iĢlenmiĢtir. Devlet iĢlerinde dürüst davranan, halkın sevgisini kazanan Nevayî ile dostu Baykara‟nın arasını açarak kötü emellerini gerçekleĢtirmek isteyen vezir Mecdiddin, zaman zaman Nevayî‟nin Ģiirlerinde hükümdarlarla ilgili Ģeyler bulur ama bu da iki dostun iliĢkisini bozmaz. Bu arada Nevayî‟yi bir isyanı bastırmak için Estrabad‟a gönderirler. Kötü kiĢiler, Nevayî‟yi zehirlemesi için gönderdikleri kiĢi baĢarısız olunca baĢka çareler ararlar. Nevayî‟nin yokluğundan yararlanan art niyetli vezir ve taraftarları, Baykara‟nın torunu Mömin Mirza‟nın öldürülmesi için ferman yazıp, Baykara‟nın sarhoĢ bir anında imzalatırlar ve her tarafta devam eden karıĢıklığı baba oğul arasında savaĢa dönüĢtürürler. Nevayî ile Baykara‟nın arasını açmada baĢarılı olamayan riyakâr kiĢiler, Nevayî‟yi devlet iĢlerinden uzaklaĢtırmak ve iki dostun iliĢkilerini tamamen bozmak için Nevayî‟nin sevgilisi Güli‟yi Baykara‟nın haremine alması için çalıĢırlar ve bunda baĢarılı olurlar. Güli bu durumu gururuna yediremez ve zehir içer. Nevayî, Herat‟tan gelip durumu öğrenir ama sevgilisini kurtaramaz. Hüseyin Baykara, yaptığı hatanın geç de olsa farkına varır, Nevayî‟den özür dileyerek, tekrar devlet iĢlerinde kendisine yardımcı olmasını ister ama Nevayî bu isteği kabul etmez. Nevayi ile Baykara arasında geçen Ģu konuĢma ilginçtir: Baykara: Siz dünya zevklerinden vazgeçip ne kazandınız?

1132

Nevayî: Ġki büyük deniz boyundaki halkı yekkalem ettim. Dilimizi tahkir ve hakaret batağından kurtarıp, Ģiiri göğe çıkardım. Ben ömrüme üzülmüyorum. Size harcadığım emeklerimin ziyan olduğuna üzülüyorum. Ben yanılmıĢım. Ben fıstık kabuğundan gemi yapmak istemiĢim. Benim gerçek diye düĢündüğüm Ģey serap oldu. Ben sizin saltanatınızı sağlamlaĢtırmak istedim ama çabalarım boĢa gitti. Nevayî, Baykara‟nın ısrarlarına rağmen saraya dönmez, “bizim yapamayacağımız Ģeyleri, gelecek kuĢak yapacak” diyerek halka döner. Bu eserde Nevayî, duygulu ve hassas âĢık bir Ģair, bilge bir kiĢi, halkın sorunlarıyla yakından ilgilenen, kendini halkına adamıĢ bir devlet adamı olarak karĢımıza çıkar. Uygun tarihi konularda tiyatro eserleri yazmaya devam etmiĢtir. “Ebu Reyhan Beruniy” (1973) adlı eserinde yüce alimin halkın hayatını iyileĢtirme, ülkeyi geliĢtirme yolundaki uğraĢları iĢlenmiĢtir. “Ebu Ali Ġbn Sina” (1979) dramında halkı için mücadele eden büyük bilgin Ġbn Sina tipi ustalıkla verilmiĢtir. “Zebunnisa” dramında ise babasının zalimliği sonucu sevgilisini kaybeden ve ömrünü gazeller yazarak geçiren Ģaire Zebunnisa‟nın hayatı baĢarılı bir Ģekilde aksettirilmiĢtir. Uygun, yukarıda verilen eserler dıĢında “Pervane” (1956), “Hürriyet” (1957), “ġubhe” (1961), “Katil” (1965), “Pervaz” (1969) gibi tiyatro eserleri de yaratmıĢtır. Nezir Seferov da Özbek edebiyatına beğenilen tiyatro eserleri kazandıran yazarlardan biridir. Onun Ziya Seid ile birlikte yazdığı “Tarih tilge kirdi” (1931) adlı eserinde Sovyet hakimiyetinin ilk yıllarında halkın inkılâbı güçlendirmek için çalıĢmaları verilmiĢtir. Bu eser, taraflı bir Ģekilde yazılmıĢ olsa da bir dönem tarihini vermesi bakımından çok önemlidir. Seferov‟un “UyganiĢ” (1939) adlı eseri, 1916 yılında Sovyetlerin Türkistan‟dan iĢçi alımına karĢı Cizzah‟da baĢlayan isyan ve halkın bilincindeki uyanma iĢlenmiĢtir. Bu eserlerden baĢka Sefer‟ov, “ġark Tangi” (1948), “Hayat Mektebi” (1954), “Kimge Toy, kimge Eza” (1963), “LukaĢ Batır” (1974) gibi piyesler de kaleme almıĢtır. Özbek edebiyatına tiyatro türünde önemli eserler kazandıran Ġzzet Sultanov, Uygun ile birlikte yarattığı “AliĢer Nevaiy”den baĢka “Bürgütning Pervazı” (1939), “Ġman” (1960), “Namelum KiĢi” (1963) gibi eserler yazmıĢtır. 1981 yılında kaleme aldığı “DaniĢmendning YaĢligi” adlı eserde Ġbni Sina‟nın gençlik yıllarında bile çok bilgili ve akıllı olduğunu, olaylardan doğru sonuçlar çıkarabildiğini baĢarılı bir Ģekilde vermiĢtir. Hikâye türünde baĢarılı eserler veren ve nesirde kendini ispatlayan Abdulla Kahhar, dram türünde de kalem oynatmıĢtır. Bu alanda Kahhar‟ın ilk eseri, “Yengi Yer (ġahı Sözene)” (1951) adlı komedisidir. Bu eser, yer ıslahatının baĢarıyla iĢlenmesi bakımından ayrı bir öneme sahiptir. 1962 yılında yazdığı “Tabutden TavuĢ (Songi nüshaler)”, 1967 yılında yarattığı “Eyecanlerim” adlı eserlerde dönem sosyal hayatında görülen noksanları, illetleri eleĢtirel açıdan verilmiĢtir.

1133

Özbek edebiyatına çeĢitli türlerde eserler kazandıran Hamid Gulam da tiyatro sahnelerinden inmeyen güzel eserler yaratmıĢtır. “Fergane Hikayesi”, “Ogıl ÜylentiriĢ” (1963), “Dil Közgüsi”, “TaĢbalta AĢık” (1965), “Eceb Sevdaler” (1968) gibi eserleri bunlar arasındadır. Yazarın son eseri, iki perdelik müzikli dramı “Muhabbet Nevası” 16. yüzyılda Doğu Türkistan‟ın Hoten Ģehrinde yaĢayan Amannisa ile ReĢidhan arasındaki sevgiyi konu etmiĢtir. Edebiyattaki asıl baĢarısını hikâyeler ve romanlar yazarak yakalayan Seid Ahmed de tiyatro eseri kaleme almıĢtır. Yazar, “Kelinler kozgalanı” (1976) ve “Küyav” adlı komediler yazmıĢtır. “Kelinler Kozgalanı”, yazarın bu türdeki en çok tanınan ve beğenilen eseridir. Eser, o dönem oyunlarından o kadar farklıydı ki, eleĢtirmenlerin bazıları değerlendirirken ikilem içine düĢmüĢtür. ünkü, komedinin baĢ kahramanı Fermanbibi Sovyet edebiyatında geçerli olan “sosyalist realizm”in olumlu kahramanına da olumsuz kahramanına da uymuyordu. Eseri bu açıdan eleĢtirenler olmuĢtur. “Kelinler Kozgalanı”, Özbek tiyatrolarında baĢarıyla oynanmıĢtır. Bu komediden aynı adla yapılan film, Özbek sinemalarında ve televizyonunda hâlâ gösterilmektedir. Bu film, bütün Türk cumhuriyetlerinde, Amerika BirleĢik Devletleri‟nde ve Türkiye‟de gösterilmiĢtir. “Kelinler Kozgalanı” komedisinin konusu ailedir, çağdaĢ Özbek ailesinin sevinçleri ve sıkıntılarıdır. Komedideki olaylar, bir aile çevresinden dıĢarı çıkmasa da eserin içeriği aile sorunlarıyla sınırlı değildir. Komedide gelenek ve çağdaĢlaĢma, büyük Ģehirlerin durumu ve sorunları gibi konulara da değinilmiĢtir.18 Bu eser, sadece Özbekistan‟da değil, çevrildiği dilin konuĢulduğu ülkelerde de sevilerek okunmuĢ ve izlenmiĢtir. Eser, 1997 yılında Türkiye Türkçesine aktarılmıĢtır. Son dönem yazarlarından ġükrilla da tiyatro türünde eserler vermiĢtir. Onun “Hatarli Yol”, “Tebessüm Ogrileri” (1977), “Ogrini Karakçi Urdi” (1984) gibi eserleri uzun yıllar tiyatro sahnelerinden inmemiĢtir. Özbek edebiyatına hikâyeler ve romanlar kazandıran Adil Yakubov da tiyatro sahasında kalem yürütmüĢtür. “Eytsem Tilim, Eytmesem Dilim Küyedi” (1958), “ın Muhabbet”, “Yürek Yanmagı Kerek” (1957), “Alme Güllegende” (1960) gibi eserleri yazarın bu türdeki en önemli eserleridir. Özbek tiyatro hazinesine yeni eserler kazandıran Cumaniyaz Cabbarov‟un “Öcerler” (1971), “Yiller Ötib” (1975), “Toyden Aldin TamaĢa” (1979), “Mening Appak Kebuterim” adlı eserleri TaĢkent‟te, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tiyatrolarında sahneye konulmuĢtur.19 Son dönem Özbek edebiyatına tiyatro eserleri kazandıran yazarlardan biri de ġeref BaĢbekov‟dur. BaĢbekov, yeteneğini önce hikâye türünde denemiĢ ama yazdığı tiyatro eserleri de beğenilmiĢtir. Yazarın “TüĢav Üzgen Tulparler” (1983), “EĢik Kakkan Kim?” (1987) komedileri bu alandaki ilk kalem denemeleri olması bakımından önemlidir.

1134

Daha sonra baĢbekov, “Eski ġeher GevraĢleri” (1988) ve “Temir Hatin” (1989) komedileri ile “Takdir EĢigi” dramını yazmıĢtır. Yazara bu alanda asıl ün kazandıran “Temir Hatın” adlı eseridir. Yazar, eserinin baĢına “ciddiy komedya” Ģeklinde not düĢmüĢtür. Eserde olay, Koçkar‟ın eĢi, Kumrı‟nın kocasının içmesinden bıkıp onu karyolaya bağlayıp annesinin evine gitmesiyle baĢlar. Koçkar‟ın kardeĢi, pamuk toplamak için yaptığı ama her iĢi becerebilen robotu ağabeyinin evine getirir ve bu robot bütün ev iĢlerini yapmaya baĢlar. Ancak, Koçkar‟ın sonu gelmeyen istekleri karĢısında robot bozulur. Böylece Koçkar, evine dönen eĢinin kıymetini de anlar. Bu eserde Özbek kadınlarının sosyal hayattaki sıkıntıları, ağır sorumlulukları ve bir robotun bile dayanamayacağı kadar güç olan Ģartları hicvî tarzda ele alınmıĢtır. Özbek tiyatrosu, Özbek halk ve yazılı edebiyatı temelinde, ceditçilik hareketinin kıvılcımıyla baĢlamıĢ, Behbudiy, Kadiriy, olpan, Fıtrat, Hamza gibi yazarların kalemiyle bir ekol oluĢturmuĢ, Kamil YaĢın, Uygun, Sabir Abdulla‟nın eserleriyle olgunlaĢmıĢ, Abdulla Kahhar, Seid Ahmed, ġükrilla, ġeref BaĢbekov ve baĢka yazarların eserleriyle zenginleĢmiĢ ve zenginleĢmektedir.

Ahundiy, N., Mirmuhsin, ReĢid, Ö., Usman Nasır, Tenlengen eserler, TaĢkent, 1959. olpan, Yene Aldım Sazimni, TaĢkent, 1991. Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995. Kahhar, Abdulla, Eyecanlerim, Eserler 4, TaĢkent, 1988. Kasımov, Begali, Mahmud Hoca Behbudiy, Tenlengen Eserler, TaĢkent, 1997. Kerimov, N., Kerimov, E., Turdiyev, ġ., Abdurauf Fıtrat, Çın SeviĢ, TaĢkent, 1996. Kuçkartayev, Ġristay, Öz, Aynur, “Özbek Edebiyatından Seçmeler”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 2, Güz, 1996. Kuçkartayev, Ġristay, Öz, Aynur, Kelinler Kozgalanı (Gelinlerin Ġsyanı, Seid Ahmed‟in aynı adlı eserinin aktarması), Ecdad Yayınları, Ankara, 1997 Kuçkartayev, Ġristay, Öz, Aynur, “Özbek Edebiyatından Seçmeler II”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 6, Güz, 1998. Mirvaliyev, S., Özbek Edibleri, TaĢkent, 1993. Rizayev, ġuhret, Cedid Draması, TaĢkent, 1997. Sultanov, Ġzzet, Pyeseler Makaleler, TaĢkent, 1959. Sultanov, Y., Hamza Hekimzade Niyaziy, Tenlengen Eserler, TaĢkent, 1958. Uygun, Tenlengen Eserler, TaĢkent, 1958.

1135

YaĢın, Kamil, Tenlengen Eserler, TaĢkent, 1958. 1 Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995, s. 13. 2 Kasımov, Begali, Mahmud Hoca Behbudiy, Tenlengen Eserler, TaĢkent, 1997, s. 8-10. 3 Kasımov, Begali, Mahmud Hoca Behbudiy, Tenlengen Eserler, TaĢkent, 1997, s. 49. 4 Rizayev, ġuhret, Cedid Draması, TaĢkent, 1997, s. 53. 5 Rizayev, ġuhret, Cedid Draması, TaĢkent, 1997, s. 54. 6 Sultanov, Y., Hamza Hekimzade Niyaziy, Tenlengen Eserler, TaĢkent, 1958, s. 190. 7 Rizayev, ġuhret, Cedid Draması, TaĢkent, 1997, s. 118. 8 Kerimov, N, Kerimov, E., Turdiyev, ġ., Abdurauf Fıtrat, Çın SeviĢ, TaĢkent, 1996, s. 10. 9 Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995, s. 53. 10

Kuçkartayev, Ġristay, Öz, “Aynur, Özbek Edebiyatından Seçmeler, Türk Dünyası Dil ve

Edebiyat Dergisi, Sayı: 2, Güz, 1996, s. 322-323. 11

Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995,

12

Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995,

13

Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995,

14

Kuçkartayev, Ġristay, Öz, Aynur, “Özbek Edebiyatından Seçmeler II”, Türk Dünyası Dil

s. 59.

s. 69

s. 71.

ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 6, Güz, 1998, s. 578-579. 15

Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995,

16

Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995,

17

Ġmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, TaĢkent, 1995,

18

Kuçkartayev, Ġristay, Öz, Aynur, Özbek Edebiyatından Seçmeler, Türk Dünyası Dil ve

s. 91.

s. 79.

s. 70

Edebiyat Dergisi, Sayı: 2, Güz, 1996, s. 341. 19

Mirvaliyev, S., Özbek Edibleri, TaĢkent, 1993, s. 192.

1136

YÜZÜNCÜ BÖLÜM Türkmenistan Cumhuriyeti Bağımsız ve Sürekli Tarafsız Türkmenistan / Saparmurat TürkmenbaĢı [s.711-719] Türkmenistan Cumhuriyeti CumhurbaĢkanı /Türkmenistan Türkmenler, tarihte bu kadar çok devlet kurmuĢlar, bugün ise kendi topraklarımızda yeniden millî, bağımsız devletimizi kurduk. Bizim kurduğumuz devlet gücünü iĢte buradan almaktadır. Neticede biz onların hepsinin üzerinde baĢ tacı ve övünç kaynağı olacak bağımsız ve sürekli tarafsız bir Türkmenistan‟a kavuĢtuk. Bizim devlet olarak öncekilere saygımızın ifadesi olarak hepsini tekrar kaleme alıp kitabımızda bahsettik. Atamız Oğuz‟un ruhunu yeniden dirilttik. Tarih sayfalarında kalan bütün bu devletler bizim kurduğumuz devletle doğrudan ilgilidir. Ayrıca onların arzu edip hiçbir zaman ulaĢamadıkları Ģu üç özelliği de kendinde toplamıĢtır. Bunlar: Millî bağımsızlık, sürekli tarafsızlık ve Türkmenin Ruhnamesi‟dir. Bu üç sağlam temelden mutlaka söz açmak istiyorum. Birincisi; Millî Bağımsızlık. Halkına, vatanına, serdarına inanan Türkmen 27 Ekim 1991 tarihinde Bağımsız Türkmenistan Devleti‟ni kurdu. Bağımsızlık bize; halkına, vatanına, adaletine olan güveni, atamız Oğuz‟un 24 boyunun birlik beraberliğini kazandırdı. Egemenlik ile millîlik birleĢerek hür vatanımızda bağımsız devlet olduk. Bayrağımızı ve devlet niĢanlarımızı kökümüzün derinliklerindeki cevher manalarından aldık. Arabistan, Kafkasya, Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, in, Rusya, Hindistan, ve Pakistan gibi ülkelerde bizim millî tarihimize ait izler vardır. Bu coğrafyada Türkmenlerin herkesle doğrudan iliĢki kurduğu dönemler olmuĢtur. Fakat bu yakın dönem itibarıyla mümkün olmamıĢtır. ġimdi biz tarihteki iliĢkilerimizi yeniden gözden geçirip, onların hepsiyle ileri seviyede iliĢki kurmayı baĢardık. Ben, BirleĢmiĢ Milletler TeĢkilâtı‟nın 50. yıl kutlamalarında sürekli tarafsızlık statümüzü bütün dünyaya ilân ettiğimde, Oğuzların-Türkmenlerin, Selçukluların yaĢadığı coğrafyadaki medeniyetlerde miras payımızın olduğunu ifade ettim. Günümüzde tarihten gelen bu uzlaĢmacı kiĢiliğimiz iyi bir örnek teĢkil etmektedir. Bunların hepsi Türkmenlerin barıĢsever ve uzlaĢtırıcı karakterinin sadece bugün bilinmesi doğru değildir, hatta onlar tarihî varlığıyla bizi çok iyi tanıyan, iliĢkide olduğumuz ülkelerdir. Bundan dolayı ilk önce komĢularımız ve bölgedeki devletler, tarafsızlık statümüze destek verdiler. Sonra bütün dünya devletleri destek verdi. Sürekli tarafsızlık bizim bağımsızlıktan sonra kazandığımız ikinci temel dayanağımızdır. Semamızın daima asude olması, Oğuz Han‟ın beĢ bin yıl önce dilinin duası haline getirdiği hedefindeki bir hakikattır. Mavi göğümüzün daima asude olması, atalarımızın inancı olmuĢtur. Biz halkımızın eskiden var olan bu inancını bağımsız devletimizin temel ilkelerinden biri haline getirip, kanunlaĢtırarak dünyada yaĢayabileceğimize inandık. Dünyada yaĢamanın sırrının barıĢ ve güven

1137

olduğunu daha ilk günlerden biliyorduk. Hatta halkımız bunun komĢuseverlikten baĢlanması gerektiğine inanmaktadır. Biz bu iyi niyetli karakterimizi daha da geliĢtirerek, iktisadî alanda Açık Kapılar

politikamıza,

dıĢ politikamızda

ise Tarafsızlık

statümüze dönüĢtürdük.

Dünya ile

bütünleĢmenin, ona gönülden bağlanıp herkesi sevmekten geçtiğini, bunun ise öncelikle kendi ülkemizde huzuru temin etmekle mümkün olacağına inanarak, evvela Türkmenistan Devleti‟ni kurarak, bütün gönüllerde taht kurmayı temel görevlerimizden biri saydık. Ġlk önce bölgedeki komĢu devletlerimizden baĢlayarak, bütün dünya ülkeleri bizim yolumuzun doğruluğunu söyleyerek, bize destek olmaya baĢladılar. 12 Aralık 1995 tarihinde 185 devletin oy birliğiyle BirleĢmiĢ Milletler TeĢkilâtı‟nın BaĢ Asamblesi tarafından devletimize sürekli tarafsızlık statüsü verildi. Böylece dünyada ilk defa tarafsız devlet kamulaĢtırılarak, dünyanın tek resmi tarafsız devleti olduk. BirleĢmiĢ Milletler TeĢkilâtı‟nın bayrağındaki barıĢ sembolü olan zeytin dalını alarak yeĢil bayrağımıza yerleĢtirdik. Halkın kalbinin derinliklerine inmek, onu millet eden insanî düĢünce ve vasıfları bilmek, kendimiz ve gelecek nesillerimizin örnek alması için bu değerleri ortaya çıkarmamız önem arz etmekteydi. Bu konuda çok düĢündüm. Fikirlerimi daima halkım ile paylaĢtım. En sonunda Ģu neticeye geldim; yeryüzündeki Türkmenin en iyi vasıflarını, ruhunu bütünleĢtiren kitap olsun, yani bir ruhnamesi olsun. Bu bizim kaybolan kitaplarımızın yerini doldursun, Türkmenin Kur‟an‟dan sonra baĢucu kitabı olsun. Ayrıca Türkmen Ģu zamana kadar birçok devlet kursa da kendi toprağında hiçbir zaman manevî bütünlük içerisinde devlet kurmamıĢtır. Biz birlik ruhu içerisinde bir devlet kurduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ruhname‟miz ise ona varan köprü mesabesindedir. Ruhname, Türkmenin tarihte yaptığı yanlıĢları gelecekte tekrarlamaması, her yerde ve zamanda örnek insan olmasını tavsiye eden, nasihat veren ve onun yollarını gösteren kitaptır. Onun, Türkmenin temel yollarının birine dönüĢeceğine inanıyorum. Yolumuzun, esas gücünü tarihten aldığını bir defa daha hatırlatmak istiyorum. Atalarımızın dünyanın dört bir tarafına göç ettiği bir hakikattır. Bizim dünya devletlerinin ve milletlerinin kalbine giden barıĢ yolumuz ile birlikte iktisadî yolumuzun da varlığı bellidir. Yollarımız kadimi olsa da, maksadımız dünya devletlerinin kalbine sıcaklık ve ıĢık saçmaktır. Yani doğal gazımız ile halkların bereket ocağına ulaĢmaktır. Bağımsız ve tarafsızlığımız altın asrımıza ıĢık saçar, millî değerlerimizle nurlanır. Ruhname ile ruhlanıp, inĢallah, geleceğimizi tamamen altın çağa çeviririz. Bizim altın asırda, 21. asırda, esas gayemiz dünyaya örnek olabilecek Türkmen milletini öne çıkarmaktır. Siyasî açıdan kendi elbisemizi kendimizin biçmesine imkan tanıyan bağımsızlık, bütün dünyaya barıĢ kokusunu yayan tarafsızlığımız varken, halkımızın zengin ruhunu öne çıkararak, insan iliĢkilerinde, çağa uygun örnek alınacak seviyeye ulaĢtığımız görünmektedir. Asude semamızın altında halkımız ile devletimiz güven içerisinde olsun. Devlet, düĢünce ve değerler bütünlüğüdür; vatan ise duygudur, kalp değerleri bütünlüğüdür. Türkmenistan haritasına baktığımda; Hazar Denizi‟ne boynuzlarını dayamıĢ kuvvetli bir boğayı andıran Ģekil gözümün önünde canlanmaktadır. Hazar‟dan, Serhatabat‟ın fıstıklı dağlarına

1138

kadar, Hocambaz‟ın bereketli topraklarından DaĢoğuz‟un Aybövrü‟ne kadar geniĢ düzlükler, ovalar, dağlar… alıĢma masamın üzerinde Altıntepe‟de bulunan beĢ-altı bin yıllık tarihi olan külçe altından yapılmıĢ öküz heykeli bulunmaktadır. Devlet BaĢkanlığı Sarayı‟nın sağ yanında dünyayı baĢında taĢıyan sarı öküz heykeli bulunmaktadır… Yurdumuzun her bir karıĢ toprağında beĢerin geliĢmesiyle ilgili altın sahifeler saklıdır. Gerçekten de bu topraklar beĢerin henüz keĢfetmediği hazinesi. Bu toprak dünyaya birçok medeniyetleri bahĢeden topraktır. Bu toprağın altı petrol, doğalgaz ve yer altı zenginlikleri ile doludur. Yer altı zenginliği açısından Türkmenistan dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer almaktadır. Dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin %30‟u Türkmenistan‟dadır. iftçimiz bu toprakların her bir avucunun altın ve cevherden daha kıymetli olduğunu, dünyada ilk ziraatın bu topraklarda yapıldığını, ak buğdayın ana vatanının bu topraklar olduğunu bilmektedir. Bu toprakta yetiĢen türlü meyve ve sebzelerle, buğdaygillerin lezzeti, vitamin değeri ve kalitesiyle rekabet edebilecek ikinci bir ülke yoktur. Aziz Türkmen! ĠĢte bu toprak, Ģu bağlar, ovalar, çöller, dağlar ve yaylalar bizim ata vatan olarak ifade ettiğimiz kutsal topraklardır. Biz ata vatan dediğimizde atalarımız, atalarımız dediğimizde ise ata vatanımız akla gelmektedir. Kılıç, mızrak ve gürz önünde baĢ eğmeyen Türkmen, Ģu toğrağı, atalarımızın önünde baĢ eğip, diz çöküp tazim etmelidir. Bu kutsal topraklarda biz bağımsız ve sürekli tarafsız Türkmenistan Devleti‟mizi kurduk. Bağımsız ve Tarafsız Türkmenistan sen azizsin, çünkü seni kutsal topraklar üzerinde kurduk. Bağımsız ve Tarafsız Türkmenistan! Dünya durdukça sen de yaĢarsın, çünkü biz ömrümüzü sevgi ve muhabbet ile yoğurup, ihlas ve samimiyetle bezeyip sana bahĢediyoruz. Bağımsız ve Tarafsız Türkmenistan! Sen kutsalsın, çünkü sen, atalarımızın sekiz asır arzu edip ulaĢamadığı devletsin. Seni atalarımızın arzuları üzerine bina ettik. Bağımsız ve Tarafsız Türkmenistan! Türkmen mucizesi, Türkmen mukaddesliği senden baĢlamakta, senden yukarıda sadece Allah vardır. Namı dünyaya ün salan HarezmĢahların baĢkenti Ürgenç hakkında ilginç bir rivayet anlatılmaktadır. Kadim zamanların birinde Harezm Ģahının oğlu Ģehzade genç bir peri kızına âĢık olur. Peri kızının babası da padiĢah olduğu için damadına kervan yüklü altın bağıĢlar. Onun bahĢettiği altınları o kadar çoktur ki, padiĢahın hazinesi almaz. Arta kalan miktarını halka dağıtır. Onca kervan yüklü altını ise gelecek nesillerin nasibi olsun diyerek Ürgenç toprağına saçarak birkaç kez sürer. Türkmen toprağı, tohum yerine altın saçılan topraktır. Böyle toprağa hizmet etsen, altınını bin kat fazlasıyla sana geri verir.

1139

Toprağını sev ki, al-yeĢil ekin olup gönlün açılsın, demet demet güllerin kokusu her tarafı reyhana çevirsin. Toprağını sev ki, sizin sevginiz deniz gibi dalgalanan mahsul olarak ambarınıza girer. Sevginiz çınar olarak, nar, kaysı, erik, elma olarak baĢınıza kutlu sayesini salar. * * * Akıl ve düĢünce, ruhî bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi pekiĢtirmeye hizmet etmelidir. DıĢ dünya için bizim tarafsız devletimizin kapıları daima açıktır. Fakat ruh kapıları önünde fikir iĢçileri olmalıdır. Her bir fikir ve düĢünceyi rastgele kabul etmek manen ziyan verir. Biz bu değerleri kendi ruh, düĢünce ve kültür yapımıza uygunlaĢtırmalıyız. Atalarımız ata vatana gösterdikleri sevgi ve saygının misal ve örneklerini bırakıp gitmiĢlerdir. ĠĢte Türkmenin ata vatana beslediği sevgiyi gösteren bir misal: Daha Oğuz Han‟ın devleti kudretli, ihtiĢamlı yıllarına ulaĢmadığı dönemde bir güçlü devlet fırsattan istifade, savaĢıp Oğuz yurdunu almak ister. Bir elçi göndererek, ülkesindeki en iyi atı vermesini ister. Oğuz Han‟ın komutanları: “DüĢmanın niyeti iyi değil, vuruĢalım. Fakat seçkin küheylanlarımızı vermeyelim.” derler. Oğuz Han: “ġerrin ehveni varken büyüğünü tercih doğru değildir. Belli olmaz, birden düĢmana yenilirsek, o zaman bütün atlar düĢmanın eline geçer. En iyisi bir at verin gitsin” diye cevap verir. Seçme atı alıp giden elçi yeniden daha kötü bir haber ile geri gelir. Bu sefer düĢman yurdun en güzel kızını ister. Komutanlar: “Böylesi alçaklık olamaz, bu kez bizden namusumuzu istiyor, savaĢmaktan baĢka çare yoktur” derler. Fakat riyaset ve kiyaset sahibi Oğuz atamız: “SavaĢ olursa nice mert yiğitler ölür, belli olmaz birden düĢmana yenik düĢersek, o zaman kızkızanımız, gelinlerimiz, karılarımız düĢmana esir olur. ġerrin ehveni varken, büyüğünü seçmek akılsızlıktır,” der. Oğuz ilinin en seçkin güzelini alıp götüren elçi, bu kez daha ağır teklifle gelir ve yer talep eder. SavaĢtan baĢka çare olmadığını düĢünen ve o süre içerisinde savaĢ hazırlığı yapan Oğuz Han: -”Ser veririz, yer vermeyiz!” der ve derhal savaĢ ilân eder. Azgın düĢmana haddinî bildirir. Türkmen toprağı üzerinde ne kadar savaĢ yapıldığı konusunda hiçbir tarihçi kesin bilgi veremez. Fakat kesin olan bir Ģeyi herkes bilir. Bu toprağın her karıĢı merdane atalarımızın kanı, analarımızın göz yaĢı ile yoğrulmuĢtur. Bu toprağın her bir avucunda atalarımızın elinin ve kalbinin sıcaklığı

1140

hissedilir. Bu toprağın her adımında atalarımızın sevgi ve muhabbeti, emek ve zahmeti sinmiĢtir. Binlerce Ģair bu toprağı vasfetmiĢtir. Hal böyle olunca bu toprak nasıl mukaddes olmaz?! * * * Allah-u Teala, Hazreti Adem‟i kamil yaĢta (28) yarattığı gibi Türkmenistan Devleti de temelden sağlam esaslar üzere kurulmuĢtur. Dünya tarihinde devlet kurma ve idare etmenin zengin tarihi tecrübeleri vardır. Bazı devletler idarî yapısı itibarıyla çok geliĢmiĢlerdir. Devlet idarî Ģekilleri: Demokratik devlet, monarĢik devlet, teokratik devlet, cumhuriyet, sosyalist devlet. Bu devlet sistemlerinin her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Biz kendi devletimiz için her birinden gerekli ve geçerli olan usulleri alarak devlet idarî yapımıza uygulamaktayız. Atalarımızın da devlet idaresindeki tecrübelerinden günümüze uygun olanları kullanmaktayız. Bugün Türkmen toplumunun ekonomik, siyasî, kültürel ve düĢünce yapısıyla ilgili altın kurallarını esas alıp devlet kurmaktayız. Devlet idaresindeki bu durumu Türkmen Yolu olarak adlandırmaktayız. Bu Türkmen Devleti‟nin ve halkının faydasınadır. Devletimizin kuruluĢu halen devam etmektedir. Altın asır devlet idaremizin en geliĢmiĢ, en ihtiĢamlı dönemi olur. Biz tabii geliĢme sürecine yeni girdik. Ekonomik iliĢkiler alanında tamamen baĢka sisteme geçtik. Bugün yeni ekonomik iliĢkilere baĢlamakla dünyanın geliĢmiĢ ülkelerine örnek olabilecek yeni düĢünceler ve yeni geliĢmeler kaydettik. Hiçbir devleti, halkı taklit etmeden sadece kendi yolumuzla yürüyeceğimizi hiç kimseden gizlemedik. Her bir kiĢi ikinci bir Ģahsın, hiçbir devlet ve millet de baĢka bir devletin ve milletin yolunu tekrarlamamaktadır. Yollar benzer olabilir. Toplumun geliĢmesinde veya gerilemesinde insanın düĢünce ve iradesine bağlı olmayan hadiselerin de olması mümkündür. * * * Allah Taala, yarattığı kuluna, Adem oğluna olan büyük sevgisini her bir adımda hissetmekteyiz. Üç yüz seksen bin çeĢit bitki vardır. Bunların her biri lisanı haliyle kendinî insana beğendirmek ister. Bunun için her biri diğerinden farklı koku, renk ve güzelliktedir. Bunların hepsi Allah‟ın insana sevgisinin alametidir. Allah Taala, bu dünyayı insan için yaratmıĢtır. Tabiatı, nebatatı, hayvanatı hasılı bütün varlıkları insan için yaratmıĢtır. Varlık Allah‟ın sevgisinin tecellisidir. Sen çevrene Ģöyle bir bak, etrafındaki güzellikler Allah‟ın sevgisinin tecellisidir. Sen Allah‟ın sevgisinin eseri olduğunu düĢün ve bu engin sevgiye münasip olmaya çalıĢ! Sen insanı sev! Hayatın manası karĢılıklı sevgi ve muhabbettir! Senin mutluluğunun altın kuralı dünyaya ve hayata olan muhabbetinde gizlidir.

1141

Ġnsan yaratıkların en güzelidir, fakat bu güzellik insan yaratılıĢına uygun yaĢamakla mümkündür. Ġnsan kendi alemini tanıyıp yaĢadığı müddetçe insandır. Bu tamamen farklı bir âlemdir. Oraya teknolojik geliĢmeyle, fenle, teknikle varılamaz. Bundan iki bin beĢ yüz yıl önce sarı devesini yedekleyip Merv‟den yola çıkan ZerdüĢt o âlemlere ulaĢıp: “Ey insanlar ateĢten sakının, tevbe edin çünkü ahirette günahlar ancak ateĢle temizlenir” diye nasihat etmiĢtir. Bundan bin beĢ yüz yıl önce Dede Korkut da insanlıktan uzaklaĢan Oğuzları insanlık iklimine seyahate çağırmıĢtır. Ġnsan haddinî bilmeli, insana saygı duymalı. * * * Bağımsız, Tarafsız, Devamlı Türkmen Devleti! Senin geliĢmeni, kalkınmanı halis kalpten istiyor, bütün ömrümü sana bahĢediyorum. Sen yücelmelisin büyük Türkmen Devleti. ünkü seni mukaddes Türkmen toprağı üzerinde kurduk. “Kurduğum aslında bilgil bu zeminin mıhıdır, Durur o erkin müdam, budur Türkmen binası!” mısralarıyla Mahtumkulu atamız seni hayalinde yaĢatmıĢtır, biz ise onun hayalini hayata geçirdik. Bağımsız ve Tarafsız Türkmenistan Devleti! Sen kudretli olmalısın, çünkü biz abideleĢen atalarımızın yolunu esas alıp seni bina ettik. Senin istiklal marĢın adalet marĢıdır, senin amblemin adilliğin niĢanıdır. YeĢil bayrağın baharın müjdecisidir. Rivayet edildiğine göre Ġbrahim (a.s) önce Kabe‟yi inĢa etmiĢtir, Hakk‟ın habibi Muhammet (s.a.v.) Mekkei Mükerreme‟den hicret edip Medine‟ye vardığında evvela mescit inĢaa eder, sonra kendine ev bina eder. Biz bismillah deyip evvela Kıpçak‟ta, sonra AĢkabat‟ın ortasında mimarisiyle eĢine az rastlanır cami inĢaa ettik. Daha sonra vatan için canını kurban eden Ģehitler anısına Göktepe‟de güzel bir cami yaptırdık. Ey aziz vatandaĢım, sevgili halkım! BaĢın daima dik, ruhun yüce olsun, göğsünüzü gererek gezin, onurlu olun, çünkü sizin güzel devletiniz var. KardeĢim, aziz bacım, sevgili analarım! Tebessüm yüzünüzden eksik olmasın, bahtiyar olun, sizin güzel devletiniz var.

1142

YaĢayalım, çalıĢalım, üretelim, gayemize muradımıza ulaĢalım, nesillerimize miras olarak kararlı, bağımsız ve tarafsız bir Türkmenistan bırakmaktayız. Bizden nesillerimize devlet kalsın. Dede Korkut‟un söylediği gibi bizden nesillerimize geliĢmiĢ, kudretli, zengin, kararlı devlet kalır. Dünyada bundan daha büyük, daha güzel bir bahtiyarlık olamaz. Bağımsız ve Tarafsız Türkmen Devletimizin KuruluĢuyla Ġlgili Bilinmesini Ġstediğim DüĢüncelerim Kök olmasa ağaç olmaz, temel olmasa bina kurulamaz. Son 3-4 asırdır halkımız tarihin en zor günlerini yaĢadı, birlik hayalleri gerçekleĢmedi. Paramparça yığınlar halinde yaĢadı. BaĢ bir yerde, gövde baĢka yerde, kol bir yerde, bacaklar baĢka bir yerde oldu. Bu vesileyle ömür ağacı yeĢermedi, devlet binası sağlam temellere oturmadı, talih milletimin yüzüne gülmedi. BaĢınız dik, göğsünüz inanç ve ümitli, ocağınız bereketli olsun diye geceleri yatmadım, gündüzleri oturmadım. Aziz halkım! Allah‟a Ģükür, O‟nun lütfu keremiyle atalarımızın bereketli yurdunda nice asırdan sonra, yeni bağımsız devlet kurduk. Siz, her bir vatandaĢımız için bütün imkanları hazırladık. Dünyanın büyük halkları ve geliĢmiĢ ülkelerine kendimizi tanıttık, kabul ettirdik. Bundan böyle devletimiz berkarar olsun, ebedî yaĢasın, milletimizin baĢı hiç eğilmesin dilekleriyle dünyada özel ayrıcalığı olan, tarafsızlık statüsünü ülkeme kazandırmak talihliliğini bana lütfeden Keremli Tanrı‟ya binlerce defa Ģükrediyorum. Atalarımız, sultanlarımız, han-beylerimiz çıplağı giydirip, açı doyurmuĢlardır. Onlar bunu Ģeref, Ģan ve Ģöhret için etmemiĢler, sadece Hakk‟ın rızasını gözetmiĢler. Hakk‟ın rızası halkı razı etmekten geçer. Devlet kurmaya aile ocaklarından baĢladım. Un, doğal gaz, elektrik, tuz ve su gibi temel ihtiyaçları ücretsiz hale getirdik. Bunda herhangi bir beklentimiz yoktu. Asıl niyetimiz halkımız refah içinde yaĢasın, zor günleri görmesin, kendi doğal zenginliklerinin sahibi ve efendisi olsun, baĢkalarının yanında daima onurlu ve gururlu olsun. Devletin temel dayanakları ve ülkenin iktisadî kaynakları yerinde değerlendirildikten sonra, en büyük ve mühim mesele; milletin manevîyatı, ruhî sağlığı ele alındı. Devlet: Altı yüz yıldan sonra yeniden bağımsız Türkmen Devleti kuruldu. Bugünkü bağımsız Türkmen devletimizin tarihî önemini Ģu iki açıdan baktığın zaman daha iyi anlarsın. Birincisi; Türkmenin devletsiz yaĢadığı dönemi ile karĢılaĢtırdığında; devlet, milleti bütünleĢtiren tek esastır. Halk: Ġnsanların toplum katmanlarının birbirleriyle serbest ve zorunlu olmayan iliĢkiler sonucu oluĢturduğu topluluktur. Halkın arasındaki iliĢkilerde, siyasî bir maksat ya da gayri kanunî yaptırımlar yoktur. Millet: Devlet kurumuna sahip olan birliktir. Halk, topluluk, millet ise birliktir.

1143

Türkmen dili söz, anlam ve ifade zenginliği olan geliĢmiĢ bir dildir. Toplulukta miktar ve kemiyet, birlikte ise keyfiyet ve seviye söz konusudur. Birlik kurum ve teĢkilatçılığı anlatır. Halk farklı siyasî, iktisadî ve sosyal kurallar açısından içte teĢkilâtlanmaya kabiliyetli olduğunda millete dönüĢür. TeĢkilâtçılık ise devleti netice verir. Millet: Dil, din, örf-adet, ülkü ve devlet birliğidir. Bu birlik oluĢtuğunda halkın ikbali düze çıkar. Aynen yeni bir aile kuracak birbirine denk çiftler için ev ve diğer ihtiyaçlar ne ise, millet olmak için de devlet zaruridir. Devlet, halk katındaki büyük ailedir. Bu aile içerisinde her Ģeyin düzenli olabilmesi için belli bir vazifesi ve yeri vardır. Bu vazifeler düzenli yerine getirildiğinde devlet uzun ömürlü olur. Bizim devletimizin esas özelliği, millî devlet olmasıdır. Bu özelliği 70 yıl bize hükmeden Sovyetlerle karĢılaĢtırırsanız daha iyi anlarsınız. Sovyet hakimiyeti, bu toprağın asıl sahibi olan Türkmen halkının geliĢmesi için değil de geri kalması için çalıĢmıĢtır. Bu devlet, Türkmenin doğal zenginliklerini baĢkası adına ve hayrına paylarken, millî ve manevî değerlerini ise tamamen yok etmeye çalıĢmıĢtır. Türkmen millî devleti demek; bu ülkenin tek sahibi demektir. Millî devlet ülkenin maddî kaynaklarını ve doğal zenginliklerini bu millet için sarf eden ve manevî değerlerini koruyan, onlara saygılı olan devlet demektir. Yani, devlet, milletin tarihi ömrünü organize eden sistem olarak doğar ve yaĢar. Hakimiyet (Hükümet): Halkı idare etmenin bir Ģekli olarak devlet Ģu üç sistemden oluĢur: 1) Kanunlar 2) Devlet kurumları 3) Yerel yönetimler Devletin yasama organlarına hakimiyet denir. Bağımsız Türkmen Devleti‟nde Halk Maslahatı esas yasama organıdır. Hükümet, yürütme organıdır. Hükümet faaliyetlerini hakimiyetin çıkardığı kanunlara göre düzenler. Türkmenistan demokratik, laik bir hukuk devleti olup, devletin idare Ģekli baĢkanlık sistemine dayalı cumhuriyettir. Türkmenistan sınırları içinde hakimiyet kendine aittir. Ġç ve dıĢ iliĢkilerinde bağımsızdır. Türkmenistan Devleti bir bütündür, asla parçalanmaz. Türkmenistan‟ın bölünmez bütünlüğünü korumak ve yasama, yürütme, yargı organlarının bağımsız çalıĢmalarını sağlamak devletin baĢlıca görevidir. Türkmenistan‟da egemenlik ulusundur. Hakimiyet kayıtsız, Ģartsız milletindir. Hakimiyet doğrudan doğruya veya vekil organlar tarafından temsil edilir.

1144

Halk içerisindeki hiçbir grup, kurum ve Ģahsın hakimiyeti tek baĢına ele geçirmeye hakkı yoktur. Türkmenistan‟da toplum ve devlet için en değerli varlık insandır. Devlet her vatandaĢa karĢı sorumludur ve Ģahsın kiĢiliğinin serbest geliĢimi için gerekli Ģartları sağlar. VatandaĢın canı, malı, namusu, hürriyeti, dokunulmazlığı, tabii ve değiĢmez hukukları korunmuĢtur. Her bir vatandaĢ Anayasa ve kanunların üzerine yüklediği görev ve sorumluluklar ile yükümlüdür. Devlet yönetimi, yasama, yürütme ve yargıdan oluĢur. Bu organlar bağımsız çalıĢır ve karĢılıklı iliĢki içerisindedirler. Devlet ve bütün kamu kuruluĢları, yetkili Ģahısların görev ve sorumlulukları hukuka göre belirlenir. Türkmenistan Anayasası devletin en yüksek kanunudur. Onda beyan edilen hükümler doğrudan yürürlüktedir. Anayasaya ters gelen kanun ve genelgeler geçerli değildir. Devlete ait sırlar veya kanunla korunmaya alınan özel bilgiler ilgili hukukî gerekçeler olmadıkça açıklanamaz, bunun dıĢında devlet organlarına ait bütün hukuki bilgiler neĢir veya baĢka yollar ile ilân edilerek halkın istifadesine sunulur. VatandaĢların hukukları ve hürriyetleri ile ilgili hukukî akitleri herkesin dikkatine sunulmadığı takdirde kendilerinin kabul ettiği tarihten itibaren hükmü geçersizdir. Türkmenistan, uluslararası hukukta herkes tarafından kabul edilen kanunları geçerli sayar. Türkmenistan, BirleĢmiĢ Milletlere tam üye ülkelerdendir. DıĢ politikada barıĢ, baskı unsuru kullanmama ve diğer devletlerin iç iĢlerine karıĢmamayı esas edinir. Türkmenistan‟ın kendine ait vatandaĢlık hukuku vardır. VatandaĢlık her bir Ģahsa kanunlar çerçevesinde verilir, askıya alınır ve iptal edilir. Türkmenistan hiçbir vatandaĢını baĢka ülkeye teslim etmez veya vatandaĢlıktan çıkarmak ya da ülkesine geri dönmek hukuklarını engellemez. Devlet kendi sınırları içinde veya dıĢında bütün vatandaĢlarını korur ve himaye eder. Yabancı uyruklu veya vatandaĢlığı olmayanlar, mevzuatta baĢka kaideler öngörülmediği takdirde Türkmenistan vatandaĢları gibi eĢit hak ve hürriyetlere sahiptir. Türkmenistan Devleti, kendi ülkesinde siyasî, millî veya dinî düĢüncelerinden dolayı takip edilen yabancılara sığınma hakkı tanır. Mülkiyetin dokunulmazlığı vardır. Türkmenistan‟da üretim, yer, arsa ve diğer maddî-manevî değerlere sahip olma konusunda özel mülkiyet hakkı vardır. Bunlar özel, tüzel ve kamuya ait olabilir. Devlet mülkiyet hakkının her çeĢidinîn geliĢmesi için eĢit imkanlar tanır ve korur.

1145

Devlet her türlü dine inanma ve yaĢamada serbestlik tanıyıp, hepsine kanunen eĢit haklar verir. Dinî kurumlar devletten tamamen ayrıdır ve onların devlet iĢlerine katılmalarına müsaade edilmez. Devletin millî eğitim teĢkilâtı, dinî kurumlardan ayrı olup, dünyevî özelliğe sahiptir. Her bir Ģahıs dinî düĢünce açısından özgürdür. Tek baĢına veya grup halinde istediği dine uyma veya uymama hakkına sahiptir. Ayrıca mensubu olduğu din ile ilgili fikir ve düĢüncelerini beyan etme, anlatma, neĢretme ve yaĢama hakkına sahiptir. Türkmenistan Devleti egemenliğini korumak için kendi silâhlı kuvvetlerini kurup geliĢtirir. Türkmenistan vatandaĢlarının milletine, menĢeine, mülkiyet veya görev durumuna, ikamet ettiği yere, diline, dinîne bağlı olduğu dernek, kurum ve kuruluĢa bakmaksızın eĢit hak ve hürriyetler sağlar ve vatandaĢların kanun önünde eĢit olmasını temin eder. Türkmenistan‟da kadın ve erkekler kanunen eĢit haklara sahiptir. Bu hakları cinsiyet nedeniyle ihlal eden kiĢiler, kanun önünde sorumludurlar. Bir kimsenin kendi hak ve özgürlüklerinden faydalanması durumunda, baĢka kimsenin hak ve özgürlüklerine zarar vermemesi, ayrıca ahlak kaidelerini, toplum kurallarını ihlal etmemesi, millî güvenliğe zarar vermemesi gerekir. Her insanın yaĢama hakkı vardır. Hiç kimsenin canına kastedilemez. Türkmenistan‟da idam cezasının kaldırılması konusunda yaptığım konuĢmam halk tarafından desteklendi. Bizim bu önemli icraatımız dünya kamuoyunda sıcak karĢılanmıĢtır. VatandaĢ hakları sınırlandırılamaz ve Ģahsî hukuklarından mahrum edilemez, iĢlenen suç ve cezalar sadece kanunlar çerçevesinde mahkeme kararı uyarınca belirlenir. Her vatandaĢ, mesken edinme, yaĢayacağı evi kendi inĢa etme konusunda devlet yardımı alma hakkına sahiptir. Özel mülkiyetin dokunulmazlığı vardır. Türkmende ev mukaddestir. Bu yüzden vatandaĢların evinde izinsiz arama, tahkikat yapılmasını yasak ettim. Her bir insan, Türkmenistan sınırları içerisinde serbest dolaĢma, istediği yerde barınma hakkına sahiptir. Evlenme yaĢına gelen kadın ve erkeğin anlaĢarak nikâhlanma ve aile kurmaya hakkı vardır. Aile iliĢkilerinde eĢler eĢit haklara sahiptir. Ana, baba veya onların yerini tutan velisi ya da vasisi, çocukların yetiĢtirilmesi, sağlığı, geliĢmesi, öğrenimi ile ilgilenme, onları hayata hazırlama, kanunî, tarihî ve millî örf âdetlere saygılı olmayı öğretmekle yükümlüdür. ReĢit olan her bir çocuk da ana babasına yardımcı olmakla yükümlüdür. Her vatandaĢın, doğrudan veya seçtikleri vekilleri vasıtasıyla toplum ve devlet iĢlerinin yönetimine katılma hakkı vardır. VatandaĢların, seçme ve seçilme hakları vardır.

1146

Türkmenistan vatandaĢları kabiliyetlerine, meslekî hazırlığına göre devlet memuru olmada eĢit haklara sahiptir. Tüm vatandaĢlar çalıĢma, kendi isteğine göre iĢ ve meslek seçme, sağlıklı ve güvenli çalıĢma Ģartlarının oluĢturulmasını talep etme hakkına sahiptir. Kanun çerçevesinde tespit edilen durumlar haricinde, vatandaĢlar cebren çalıĢtırılamaz. Ücret karĢılığı çalıĢan kimselerin, emeğinin karĢılığını almaya hakkı vardır. Söz konusu bu hak, devlet tarafından tespit edilen asgarî ücretten az olamaz. alıĢan kimselerin izin ve tatil hakkı vardır. Ücretli olarak çalıĢanlar için bu hak; mesai bitimi, hafta sonu ve yıllık izinden ibarettir. Devlet vatandaĢların dinlenme, tatil yapma ve boĢ vakitlerini değerlendirmesi için uygun Ģartlar oluĢturmakla yükümlüdür. VatandaĢlar, sağlığını koruma, devletin sağlık kurumları hizmetlerinden karĢılıksız faydalanma hakkı sahiptir. Ücretli sağlık hizmetleri mevzuatta tespit edilen çerçevede verilir.

VatandaĢların ihtiyarlık, hastalık, sakat, iĢe elveriĢsizliği, nafakasını sağlayan kiĢiyi kaybetmesi ve iĢsiz olması durumunda sosyal yardımlardan faydalanma hakları vardır. Kalabalık nüfuslu aileler, ebeveyninden mahrum kalan çocuklar, savaĢ gazileri, devlet ve toplumun menfaatlerini korurken sağlığını kaybedenler için sosyal fonlardan ek yardım ve kolaylıklar sağlanır. Bu haklardan faydalanma Ģartları kanun çerçevesinde düzenlenmiĢtir. Her vatandaĢın öğrenim hakkı vardır. Orta öğretim zorunludur, her bir vatandaĢ devletin eğitim kurumlarından ücretsiz öğrenim görme hakkına sahiptir. VatandaĢlar kurum ve kuruluĢlar, kanunlar çerçevesinde ücretli eğitim kurumları açma hakkına sahiptir. Türkmenistan vatandaĢlarından her biri istediği sanat dalında serbest çalıĢma hakkına sahiptir. Ġlim, teknik, sanat, edebiyat ve kültür alanında, vatandaĢların her türlü hak hukukları kanunlar çerçevesinde korunmaktadır. Devlet ilim, kültür, sanat ve halkın üreticiliği, beden eğitiminin geliĢtirilmesine yardım eder. Her bir vatandaĢın borç ve sorumluluklarını yerine getirmesiyle topluma ve devlete karĢı vazifeleri birbirleri ile doğrudan bağlantılıdır. Türkmenistan‟ı korumak her vatandaĢın kutsal borcudur. Türkmenistan vatandaĢı olan her bir erkek, vatanî görevini yapmakla yükümlüdür.

1147

Türkmenistan vatandaĢları, kanunlar çerçevesinde tespit edilen usul ve miktarda devlete vergi ve diğer tahakkuk eden harçları ödemekle yükümlüdür. Hiç kimse kendi ve yakınları adına savunma ve ifade vermeye zorlanamaz. Halk egemenliğinin en yüksek temsilci organı Türkmenistan Halk Maslahatı‟dır. Türkmenistan idare yapısı olarak; eyalet, il, ilçe, kasaba ve köylere bölünmüĢtür ve buralarda gerekli merkezî ve mahallî kurumlar oluĢturulur. Halk Maslahatı Ģunlardan oluĢur: - Devlet BaĢkanı, - Milletvekilleri, - Her bir il ve ilçeden seçilen halk delegesi. Halk delegelerinin yetki süresi beĢ yıl olup, bu kimseler verdiği hizmete karĢılık herhangi bir resmî ücret almazlar. Devlet BaĢkanı, Meclis veya Bakanlar Kurulu ya da Halk Maslahatı‟na katılan delegelerin en az dörtte birinin, Halk Maslahatı‟nda görüĢülmek üzere teklif sunma hakkı vardır. Halk Maslahatı‟na Devlet BaĢkanı veya Halk Maslahatı temsilcilerinden biri baĢkanlık eder. * * * Devlet, millî ruhun özüdür. Bundan dolayı millî devlet, millete mahsus tüm manevî ve ahlakî değerlerin hayata geçirilmesi, siyasî iradeyle bir birlik oluĢturmanın alametidir. Atalarımızın bir araya gelerek birlikte ev kurma geleneği vardır. Devletin temellerinin atıldığı dönemde, söz konusu geleneğe uyarak bir araya geldik ve devlet binasını kurduk. Artık dünyaya ıĢık saçacak bu evi bezemek, onun altın çağı yakalaması için çaba sarf etmek, her bir vatandaĢın asıl vazifesidir. Büyükleri akıl, zeka konusunda öncelikli saymak özelliği Türkmen Devleti‟nin eskiden gelen manevî değerlerinden biridir. Bu özellik, yeni kurduğumuz devletin esas ilkelerinden biri haline gelmiĢtir. Devlet kuruluĢunda en önemli olan unsur, millî değerleri, tarih, dünya görüĢü ve buna benzer değerleri göz önünde bulundurmak esastır. Bundan dolayı devlet idaresinde “Halk Maslahatı”, temel organdır. Bundan böyle de devlet idaresinde “Halk Maslahatı” temel organlardan biri olarak kalmalıdır. Bu Ģekilde millî tarihimize ait devlet tecrübesini bilfiil devam ettirmiĢ oluruz. Millete ait yüksek ve manevî dinamikler devletle bütünlük kazanır. Türkmenlerde birkaç asırdır devam eden tarihî felaketler, o yüksek ve manevî değerlerin bir araya gelmemesinden dolayıdır. Devlete hizmet etmek, millete ait iç dinamikleri kuvvetlendirmek demektir. Devlete hizmet etmekle bütün bir milletin bugünü ve geleceği garanti altına alınmıĢ demektir.

1148

Millî devlet, millî düĢünce ruhunun hayata geçirilmesinin tarihî usulüdür. Millî devlette, millete ait değerler birleĢtirilmektedir. Bu birleĢme, millî hayatı tarihî açıdan düzenler ve istikamet kazandırır. Millî devleti kurmak demek, milletin tarihe saygısının ve geleceğe olan güveninin ifadesidir. Millî devlet, baĢka bir ülkeden, farklı bir iklimden getirilip ekilen ve o ülkenin iklim Ģartlarına uyum sağlayamadığı için kuruyan bir ağaç gibi değildir. Aksine, bu toprağın bağrında büyüyüp geliĢen, toprağın derinliklerine kök salan, semalara ser çeken bir ağaçtır. Taklit, hiçbir alanda olumlu sonuç vermez, hele devlet idaresinde taklidin tehlike boyutları daha büyüktür. ünkü bunda milletin menfaatleri ve geleceği söz konusudur. Devlet kurma, milletin kendine varlık kazandırmasıdır. Siyasî, iktisadî sosyal ve manevî alanlarda önceden olmayan yeni değerler kazandırılır. Diğer milletlere saygı göstermek, farklı din mensuplarının inanç ve akidelerine hürmet etmek, Türkmenin kanında vardır. Türkmen insanperver, adaletli, cömert, gönlü açık, sabırlı, kanaatkar ve samimî millet olup, baĢka milletlere ileri derecede saygı göstermeyi Ģiar edinmiĢtir. Türkmenler arasında millî ihtilaflar, anlaĢmazlıklar olmamıĢtı, bundan böyle de olmaz. Son sekiz asırdan beri meydana gelen iç karıĢıklıklar, ayrılıkçı hareketlerin ne demek olduğunu Türkmenler çok iyi anlamıĢlardır. Sekiz asırdır etrafındaki yakın ve uzak devletler “böl, parçala ve yönet” siyasetini kullanarak Türkmenlerin arasına fitne sokup, anlaĢmazlıklar oluĢturarak küçüklü, büyüklü kavgalara sebebiyet verdiler. Destanlarımızda, yüzlerce Ģairimizin Ģiirlerinde birlik ve beraberliğin vasfedilmesi tesadüf eseri değildir. Türkmenistan Devleti‟nin bağımsızlığını ilân etmekle bütün milletimiz bunu sekiz asırdan beri arzu edilen millî devlet olarak kabul etti. Bütün Türkmenler, Türkmenistan‟da yaĢayan Ruslar, Özbekler, Kazaklar, Ukraynalılar, Azeriler, Beluçlar, Ermeniler bir bütün olarak, geleceğe ait bütün umutlarını Bağımsız Türkmenistan‟a bağlamıĢlardır. Bağımsız ve Tarafsız Türkmenistan zengin bir devlettir; birlik ve beraberlik olduğu takdirde halk da zenginleĢir. Her bir Türkmen bu hakikati iyi kavramıĢtır. Bugün Türkmenistan‟ın hiçbir bölgesinde anlaĢmazlık, birbirini küçümseme diye bir Ģey söz konusu değildir. Türkmenistan‟da siyasî istikrar vardır. Etnik gruplar tek bir düĢünce etrafında dost ve kardeĢlik içerisinde yaĢamaktalar. Türkmenistan‟da siyasî suçlular ve yasaklar yoktur. Biz, Bağımsız ve Tarafsız ülkemizde, Türkmenistan‟ın millî güvenliğini sağlayan, sınırlarını koruyup, gözeten millî ordumuzu kurduk. Kimi Ģahısların, bazı durumlarda kanun gereğince sorguya tabi tutulmasını, kendi haklarının çiğnenmesi olarak kabul ettiği bilinmektedir. Bazen de ferdin hakları, kanunî dayanak olmaksızın,

1149

birilerinin hatırı için çiğnenmektedir. Bu durum hepimiz için geçerlidir. Bu konunun mutlaka incelenmesi gerekir. Kısacası üzerinde düĢünülmesi ve iĢlenmesi gereken konu çoktur. Önemli olan, her bir vatandaĢın kendi hak hukuklarını, görev ve sorumluluklarını tam olarak bilmesi, kanuna güvenmesi ve kanunun ise güvenli olması gerekir. Biz daima itilip kakılmaya alıĢmıĢız. 74 yıllık Sovyet dönemi içerisinde daima baskı altında yaĢadık, biz bütün bunlara dayandık, çünkü en basiti, biz görüĢümüzü beyan etme hakkından dahi mahrumduk.

Sovyetler

Birliği

Komünist

Partisi

Merkez

Komitesi‟nin

her

seviyedeki

idari

toplantılarında, genel kurul ve kongrelerde, mecliste Moskova‟da mutlak surette Türkmenler tenkit ediliyordu. Bu âdet haline gelmiĢti. Türkmenleri, “geçmiĢin zararlı kalıntılarını terk edemedinîz, sosyal düĢünce yapınız geliĢmemiĢ, iktisadî açıdan gerisiniz” diyerek küçümsüyorlardı. Kısacası bütün bunlar insan havsalasının almadığı Ģeylerdi. Biz bunları zamanla benimseyince, daha sonra birbirimizin kuyusunu kazmaya baĢladık, hatta bu olağan hale geldi. Bu konuda kalem erbabımız daha ileri giderek yazdığı eserlerde göğsü kabararak, milletine ait gelenek, görenek ve ahlakî değerleri tenkide baĢladılar. Bu durum ise, halk arasında karĢılıklı suçlamalara neden oldu. Millî kıvanç, millet ve tarih gururu unutuldu. oğu zaman bu tür iĢler bizzat Türkmenlerin kendilerine yaptırıldı. Ben, Türkmenlerin SSCB dönemindeki 74 yıllık tarihini en ince ayrıntısına kadar öğrendim. Onlarda sadece Türkmenlerin birbirleri ile olan mücadelelerinden bahsedilmekte, fakat, Türkmenin zengin tarihi geçmiĢi hakkında tek kelime dahi bahsedilmemiĢtir. Sanki böyle bir tarih yaĢanmamıĢ, her Ģey günümüzle irtibatlandırılıyor. Milletin kaderine bu açıdan değer veriliyor, bunlara alternatif çözüm üretmek de çetindi. Her türlü konudaki Rusya ve SSCB ile ilgili genel meseleler, Türkmenlere ait sorunlarmıĢ gibi gösteriliyordu. Bu hadiselerin esas sebebi 20‟li, 30‟lu yıllarda, BolĢevikler ve MenĢevikler, yani sosyalizm taraftarları ve ona karĢı olanlar arasındaki mücadelelerdir. 30‟lu 40‟lı yıllarda millîyetçiler faĢist olarak damgalanıyor, ateist komünistlerin “Birlik Grupları” bunlara karĢı çıkıyordu. Doğrusu bu dönemde, katliamlar, takibatlarla birlikte bir iç mücadele sürmekteydi. Bu mücadele farklı isimler adı altında yapılıyordu. Türkmenler ise millet olarak SSCB‟nin diğer milletleri gibi kendi tarihi ve kaderi ile ilgili herhangi bir araĢtırma imkanından mahrumdu. Bu hadiselerde Türkmenlerin suçu var mıydı, varsa ne derecedeydi? Bu soru bizim için önem arz etmektedir. SSCB‟nin 1922 yılında kurulduğunu tarihten silmenin mümkün olmadığını biliyoruz. O yıllarda bütün Sovyetlerde iç mücadele kesintisiz devam ediyordu, fakat Türkmenistan‟ın kendi kendinî acımasızca yıprattığını kabul etmek zorundayız. Yeni ve eski, din ve ateizm perdesi altında verilen mücadeleler Türkmenleri içeriden zayıflatarak kendi kendinî yok etmeye itiyor ve bunlar teĢvik edilerek destekleniyordu. SavaĢ sonrası dönemlerde, yani 40‟lı, 50‟li yıllarda parti içerisinde temizleme hareketi baĢlatıldı. Millîyetçiliğe karĢı mücadele baĢka Ģekilde devam ettirilmekteydi. Bu

1150

mücadele 50‟li ve 60‟lı yıllarda da durdurulamamıĢtır. Bazı aydınlar suçlanarak, SSCB‟nin mahrumiyet bölgelerine sürgün edildi. 60‟lı ve 70‟li yıllarda, elde edilen baĢarılarla aĢırı derecedeki övünmeler, böbürlenmeler; ferdi, kurum ve kuruluĢları arĢa çıkarmalar baĢladı. Bu nedenle ĢiĢirilmiĢ ifadeler, göz boyamalar baĢladı. Bu içtimaî bir hastalıktı, toplumun halini gösteren içler acısı bir durumdu. Aslında, 74 yıl içerisinde bir tane bile sağlıklı bir dönemin olduğunu göstermek mümkün değildir. Siyasî düĢünce ağır basmıĢ, insanlar özgürce düĢünmeyi unutmuĢlardı. Onlar ĢakĢakçılığa, partiyi göklere çıkaran nutuklar atmaya alıĢmıĢlardı. Fert tek baĢına bir Ģey ifade etmiyor, toplumda onun yeri tamamen yok edilmiĢti. Sosyal düĢünceye değer veriliyor, ferdî sorumluluk boĢa çıkarılıyordu, çünkü idarî yapı ona göre ĢekillenmiĢti. Böylece, Sovyet demokrasisi ilkelerine yeni toplumun yüksek ahlak açısından kazandığı baĢarı olarak değer veriyordu. Fakat bütün bunların hepsi hiçbir kıymeti olmayan, değersiz Ģeylerdi. Sadece bir slogandan ileriye geçmiyordu. Bu sloganlar toplumunun damarlarına iĢlemiĢ ve hastalık haline dönüĢmüĢtü. Bugün bizim bu hastalıklardan kurtulmamız çok zor. Bu bizim altın asrımızda ertelenemeyecek en önemli vazifemizdir. * * * Ben, yaptığım konuĢmalarda, tarihte Türkmenlerin dıĢarıdan değil, içten yıkıldıklarını defalarca tekrar etmekteyim. Gayem, millet olarak tarihten ibret almak, hayatımızı ona göre düzenlemenin gerektiğine dikkatinizi çekmektir. Ġç karıĢıklıklar nice kudretli devletleri, hanlıkları, beylikleri yıkmıĢtır. Dede Korkut, baĢa gelecek belâ ve musibetin üç sebebi olduğunu nasihat etmiĢtir, onlar; ihtilaf, bencillik ve haramı irtikap. Biz Dede Korkut‟un nasihatlerini yerine getirmek zorundayız. Her vatandaĢ, bağımsız ve tarafsız devletimizin ilerlemesi, ebedî yaĢaması için çaba göstermek, devletin istikrarlı geliĢmesine zarar verecek her engeli bertaraf etmeye çalıĢmalıdır. Bir çok Ģey idarecilerle direkt ilgilidir. Ben, bir Devlet BaĢkanı olarak, tayin edilen idarecilerin halkın ve vatanın menfaatlerini gözeten, kendisine güvenilen, görevine canı-gönülden yapıĢan kiĢilerin olmasına dikkat etmeliyim. Devlet memuru olarak çalıĢacak kiĢilerin seçimi konusunda Halk Maslahatı‟nda millî kanun kabul etmemiz gerekir. Bu kanunda devlet memuru olmak için gerekli Ģartlar, tayinlerde uygulanacak usuller, devlet idarelerinde memurluk statüsü ve açılacak kadrolar, amir ve memurların verimli çalıĢması için görev ve yetkilerini belirlemeli. Her bir vatandaĢın devlet memurluğuna seçilebilme hukuku kanunen korunabilmeli, memurluk seçiminde Ģahısların milletine, uyruğuna, mülkiyet ve makam seviyesine, yaĢadığı yere, inancına bakılmaksızın, kabiliyeti ve meslekî bilgisine göre Türkmenistan‟ın tüm vatandaĢlarının girebilmeleri için eĢit haklar sağlamalı; eĢitlik durumda eğitim seviyesine, meslekî tecrübesine, siyasî ve hukukî bilgisi ile farklılık göstermesine, düĢüncelerinde ve iĢlerinde dürüstlüğüne, düĢüncelerine, iĢ verimine, vatana, millete ve Türkmenistan Devlet BaĢkanı‟na sadakati göz önünde bulundurulmalıdır. ünkü ben bunları tecrübelerimden bilmekteyim.

1151

Yönetici, kabiliyetli, mesleğinde baĢarılı olanları seçmeyi, onların yaptığı iĢleri düzenli olarak denetlemelidir, idareciliği baĢarıyorsa o müessesede istikrarlı iliĢkiler ve geliĢmeler olur. Devlete, halka sadık kimselerin, layık oldukları görevlere tayin edilmesi gayet önemli bir meseledir. Bir yönetici, Ģahsî menfaatlerinden ziyade, milletin, halkın ve devletin menfaatlerini ileri tutması gerekir. Devletin istikrarlı geliĢmesine zarar verebilecek olan yedi unsuru özellikle belirtmek isterim: Birinci unsur: Ehil olmayan yönetici, İkinci unsur: Kabilecilik ve hemĢehricilik anlayıĢının yaygınlaĢması, Üçüncü unsur: Milletler arası anlaĢmazlıklar, Dördüncü unsur: Din ve mezhep çatıĢmaları, Beşinci unsur: KomĢu devletlerle olan anlaĢmazlıklar, Altıncı unsur: Ġç karıĢıklıklar, Yedinci unsur: Doğal afetler. Ben, Bağımsız ve Sürekli Tarafsız Türkmenistan‟ın ilk Devlet BaĢkanı olarak, bu durumların meydana gelmesine engel olmayı esas görevim kabul ettim. Benden sonraki devlet baĢkanlarının da, devlete zarar verebilecek olan bu yedi zararlı unsuru engellemelerini, daima bu unsurlar üzerinde kafa yormalarını ve bu tür durumların meydana gelmemesi konusunda çalıĢmalarını vasiyet ederim.

1152

Türkmenistan / Prof. Dr. Muhammet Aydoğduyev [s.720-737] Türkmenistan Tarih Enstitüsü BaĢkanı / Türkmenistan Tarihi Eski Türkmen halkının nadir rastlanan meĢhur bir tarihi vardır. Türkmenistan, dünya medeniyet merkezlerinden biridir. Bu duruma, bulunan arkeolojik eserler de delalet etmektedir. Günümüzden 6 bin yıl önce Köpetdag eteği civarında, yerleĢik olarak tarım yapan Ceyhun medeniyeti kendini göstermiĢtir. Bu medeniyetten kalma 15‟e yakın tarihî eser bulundu. Ceyhun‟un asıl yerleĢim yeri AĢgabat‟ın tahminen 30 km kuzeybatısıdır. Güney Türkmenistan‟da ortaya çıkan Altındepe medeniyeti Bronz ağı‟na (M.Ö. III-II. bin yılın ortaları) ait; bu yerleĢim yerinde zengin Ģehirlilerin evleri, zanaatkârların dükkan dizileri, aynı Ģekilde Güneybatı Türkmenistan‟daki eski Dehistan medeniyetinin, MarguĢ medeniyetinin, Murgab‟ın aĢağı kısımlarındaki Avçıdepe, Tahırbay, Yazdepe ve baĢka tarım yapılmıĢ olan yerlerin kalıntıları bulundu. Kuzey Türkmenistan‟da Amu Derya‟nın aĢağı kısmında ise Bronz ağı‟na ait tarım ve hayvancılık yapan Tazebağyap medeniyetinin kalıntıları vardır. Türkmenlerin kendi topraklarında yabancı olmadıklarına sağlam tarihî kaynaklar Ģahitlik etmektedir. Onlar bu topraklarda asırlardır yaĢamıĢ ve yaĢamaktadırlar. Türkmenistan sınırlarında kurulmuĢ olan ve tarihî kaynaklarda belirtilmiĢ olan devletlerden biri de Turan devletidir. Turan adı ilk olarak ZerdüĢtlüğün kutsal kitabı olan Avesta‟da (onun en eski parçalarını M.Ö. III. bin yıla dayandırmaktadırlar) Turların yaĢadığı yerin adı olarak ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkıĢları dikkate alınırsa Turları Türkmenlerden ayırmak zordur. “Turan” ve “Türkistan” kelimeleri de aynıdır. Büyük Türkmen Ģairi ve düĢünürü Mahtumgulı da Ģiirlerinin birinde: “Önün Ġran ise arkan Turan‟dır” diyor. Kadim devirlerde Turlar birkaç büyük boya bölünmüĢtür. Sonra bu gruplar Hunlar, SarmatAlanlar, Büyük KuĢanlar ve Pers Ġmparatorluğu gibi büyük devletlerin temelini oluĢturmuĢlardır. Böylece, bunların hepsi kendilerini Turlar yani Türkmenler diye adlandırmıĢlardır. Turlar ilk önce Hazar‟ın güneydoğu yakasında (Gürgen, Etrek, Sumbar ırmaklarının vadileri) toplanmıĢlardır. Güçlenmeye baĢladıktan sonra Güney Türkmenistan‟ı, Güney ve Güneybatı Kazakistan‟ı ve Kuzey Ġran‟ın bir kısmını kendilerine tâbi ettiler. Turanlılar Güney Türkmenistan‟da medeniyet değerlerini geliĢtirdikleri merkezler (nev, Altındepe, MarguĢ) kurdular. Turanlıların Türkmenlerin kadim ataları olarak kabul edilmesinin tek sebebi “Tur” kelimesinin “Türkmen” kelimesinde bulunması değildir. Turların hayatındaki gelenek ve göreneklerin özü Ortaçağ Türkmenlerinin geleneklerinde korunmuĢtur. Hatta, Doğu Türkmenistan‟da bulunan nev, Altındepe ve MarguĢ dönemlerine ait çömlek nakıĢları da günümüzdeki Türkmen halılarının nakıĢlarından farklı değildir. Askerî alanda atlı orduyu dünyada ilk olarak Turanlılar kullanmaya baĢlamıĢlardır; bunlar, bütün dünyada Ahal-Teke atları diye meĢhur olan atlardan oluĢturulmuĢtur.

1153

Orta Asya‟da M.Ö. II. bin yılın sonunda kuraklık olması, nüfusun artması ve buna bağlı olarak iç karıĢıklıkların çoğalması Güney Türkmenistan‟da Turan devletinin gücünün azalmasına sebep olmuĢtur. Turanlıların bazı boyları Türkmenistan‟ın bozkır bölgelerine ve oradan da daha kuzeye giderek hayvancılığı benimsemeye baĢladılar. Turanlıların Orta Asya, Sibirya, Doğu Avrupa, Hindistan ve Küçük Asya‟ya doğru hareket ettikleri bilinmektedir. Türkmenistan‟da Turanlılar M.Ö. I. bin yılın ortalarında “Massagetler” adı ile meĢhurdur ve “Massagetler Turanı” terimi de bununla alakalıdır. Massagetlerin gelenek ve görenekleri OğuzTürkmenlerinkinden farklı değildir. Türkmenlerin ortaya çıkıĢı ile ilgilenen araĢtırıcılar, Turanlı Massagetlerin Oğuz-Türkmen milletini oluĢturduklarından Ģüphe etmemektedirler. Eski tarihî kaynaklar Massagetlerin Harezmliler, Horasanlılar, Toharlar-Dahlar, Augaslar vb. boylarının bulunduğunu göstermektedir. Ġlmî araĢtırmacıların çoğu Massagetlerdeki “Augas” adının “Oğuz” adı ile aynı olduğunu kabul etmektedirler. M.Ö. I. bin yılın baĢlarındaki kaynaklarda “Oğuz” adının çoktan beri bilindiğinden bahsedilmektedir. Eğer Augasların-Massagetlerin eski Turan ile iliĢkili olduğu göz önüne alınırsa halkın kendisinin ortaya çıkıĢının da M.Ö. III-II. bin yıla (günümüzden 5-6 bin yıl önceki dönem) ait olması gerekir. Burada, “Türkmenlerin Soy Ağacı”nın yazarı Abulgazi‟nin “Oğuz Han bundan 5 bin yıl önce yaĢamıĢtır” diyerek bu durumu tasdiklemesini de hatırlamak gerekir. Türkmenistan Devlet BaĢkanı Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın “Bundan 5 bin yıl önce milletimizin baĢı Oğuz Han Türkmen‟den Türkmen halkı doğuda Hindistan, batıda Akdeniz arasında oluĢan dünya medeniyetine çeĢitli yönlerden katkılarda bulundu”1 biçiminde sonuç çıkarması sağlam ilmî esaslara dayanmaktadır. Sakalar ya da Ġskitler diye de adlandırılan Oğuz-Türkmen boylarının ataları M.Ö. 7. asırda eski dünyayı titretip Doğu Avrupa ve Kafkasya‟ya sokulup girdiler. Güney Türkmenistan toprakları otonomi hakkını kazanmadan, M.Ö. 7. asırda Ahemeniler Ġranı‟ndaki birliğe dahil olmuĢtur. Ama Oğuzlar sürekli isyanlar çıkartmıĢlardır. M.Ö. 4. asırda Makedonyalı Ġskender, Güney Türkmenistan‟ı Makedonya Ġmparatorluğu‟na katmıĢtır. Batı, Kuzeybatı ve Kuzey Türkmenistan özgür kaldığı için Oğuz-Türkmenlerin kuvvetli bir dayanağı vardı. Burada Ahemenilerin iki kralı II. KuruĢ ve I. Dariy darmadağın edilmiĢtir, Ġskender de birkaç bin askerini kaybetmiĢ ve buraya girememiĢtir. Turanlı Oğuzların bir parçası olan Massagetlerin özgürlük hareketi de gerçekten burada baĢlamıĢtır. 245 yılında Massagetlerin Dah boyu, Parn boyunun liderinin önderliğinde Hazar Denizi kenarındaki bozkırlardan Güney Türkmenistan‟a doğru hareket etmiĢler ve kendilerinin eski topraklarını yabancıların zulmünden kurtarmıĢlardır. Bunun sonucunda kuvvetli Pers Ġmparatorluğu kurulmuĢtur. Onun bünyesine Köpetdag eteği bölgesinin tamamı dahil olmuĢtur. Pers imparatorlarının idare merkezi (baĢkenti) AĢkabat yakınlarındaki Köne-Nusay olmuĢtur. M.Ö. II-I. asırlarda dünyanın en büyük devleti olan Pers Ġmparatorluğu‟nun Türkmenlerin ataları tarafından kurulmuĢ olduğuna hiç Ģüphe yoktur. Perslerin atları ve halıları Ahal-Teke atlarından ve Türkmen halılarından baĢka bir Ģey değildir. Bundan baĢka, Perslerin askerî usûlleri ve giyimleri gerçekte Oğuz-Türkmenlerinkinden farklı değildir. “Roma Ġmparatorluğu‟nun Krassın komutasında

1154

dünyayı sarsan ordularının bizim atalarımız olan Persler tarafından bozguna uğratıldığını bildiğim için halkımın büyük tarihinin varlığına… inanıyorum”2 diye Türkmenistan‟ın Devlet BaĢkanı Saparmırat TürkmenbaĢı gururla söyledi. Massaget-Turan boylarının bazıları Güney Türkmenistan‟a gelip, Pers Devleti‟nin çekirdeğinin oluĢtuğu yerde, onların baĢka bir kısmı Grek-Baktriya Krallığı‟nın sınırlarına doğru hareket edip, orada Grek Krallığı‟nı yıktılar. Onlar Büyük KuĢanlar adı ile meĢhur olan devleti kurdular. KuĢan milletinin baĢı olan bey, “Büyük” (Yabgu) unvanını taĢımıĢtır. Oğuz hükümdarlarının da gerçekten böyle unvanları olmuĢtur. Türkmenistan‟ın birçok Ģehrinin ve köyünün Ġpek Yolu istikametinde yerleĢtiğini belirtmek lazımdır. Bu yol eski dönemlerde ve Ortaçağ‟da Akdeniz kıyısındaki ülkeleri Doğu ile birleĢtirmiĢtir. Ġpek Yolu içinden geçtiği devletlerin ekonomik ve kültürel iliĢkilerini sağlamlaĢtırmakta önemli bir vasıta olmuĢtur. Türkmenlerin ataları, sonra da Oğuz-Türkmenler;, hepsini dikkate aldığımızda, 70‟ten fazla devlet kurmuĢlardır; burada onların hepsini anlatmaya imkan yoktur; bunun için de, onların dünya tarihinde iz bırakmıĢ olan çok büyükleri üzerinde durmak maksada uygun olur. Turan ve Pers Devletlerinden sonra 962 yılında Güney Türkmenistan bölgesinde ve Afganistan‟da Merkezi Gazne Ģehri olan Türkmen devleti kuruluyor. Ġlk baĢta bu küçük bir beyliktir. Ama Oğuz-Türkmenlerin Kayı boyundan olan Sebüktegin, sonra da onun oğlu Mahmut‟un hükümdarlık ettiği devirde Gaznelilerin beyliği çok büyük bir imparatorluğa dönüĢüyor. Mahmut, Ġslâm dinini Hindistan‟a yayıp, bu ülkeye 17 kez sefer ederek dünyada ilk olarak “sultan” unvanını alıyor. Mahmut‟un kurduğu imparatorluk, oğlu Mesud‟un hükümdarlık ettiği devirde batı vilayetlerini kaybediyor. Ama askerî baĢarısızlıklar bir yana Gazneliler Devleti 12. asrın sonlarına kadar yaĢamıĢtır. Bununla aynı zamanda 11. asrın ortalarında merkezi Merv olan Türkmen-Selçuk Devleti tarih sahnesine çıkıyor. Bizim saygıdeğer devlet baĢkanımız Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın belirttiği gibi “9-12. asırlar Türkmen devletinin büyüyüp geliĢtiği devirdir. Türkmenler-Oğuzlar Horasan‟ı ele geçirdikten sonra Tuğrul Bey ile ağrı Bey ülkeyi idare etmiĢlerdir… Birinci bin yılın baĢında Türkmenler böylece Hazar‟ın güneyini, Kafkasya‟yı, Anadolu‟nun bir kısmını, Abadan‟ı, Azerbaycan‟ı ve Doğu Anadolu‟yu ele geçirmiĢler ve buralarda hüküm sürmüĢlerdir. Türkmenlerin egemenliği ve saygınlığı, gör, ne kadar uzaklara yayılmıĢtır”.3 Selçuklu Ġmparatorluğu‟nun egemenliği böylesine geniĢ yerlere yayılmıĢtır. Bu neslin adı, Türkmenlerin Kınık boyundan olan liderleri Dokak oğlu Selçuk‟un adından gelmektedir. O, kendi boyu ile Büyük Oğuz (Yabgu) Devleti‟nde yaĢamıĢtır ve ordu komutanı olmuĢtur, bu durumu onun “subaĢı” unvanı da ortaya koymaktadır. Büyük Oğuzların ya da Sirderyalı Oğuzların devleti 8. asrın sonlarında Sirderya‟nın aĢağı kısmında kurulmuĢ ve 200 yıl yaĢamıĢtır.

1155

Boylar arası çatıĢmalar sonucunda Selçuk Maveraünehir‟e göçmüĢtür, o, baĢka boyları da peĢine takmıĢtır. 11. asrın baĢlarında Selçuk‟un torunları Tuğrul Bey ve ağrı Bey kardeĢler Horasan‟ın merkezi Merv‟de ortaya çıkıyorlar ve Gazneliler ile mücadeleye giriĢiyorlar. 1040 yılında Merv yakınlarında Dandanakan eteğinde yapılan savaĢta Selçuklular, Gazneli Mahmut‟tan üstün çıkarlar ve böylece en büyük Türkmen imparatorluklarından biri kurulur. Selçuklu Türkmenlerinin tarihi Asya‟nın tarihinde geniĢ bir yer tutmaktadır. Ġngiliz müsteĢriki S. Len-Pul‟un belirttiği gibi Selçuklu Türkmenleri “… Ġran‟ı, Mezopotamya‟yı, Suriye‟yi, Anadolu‟yu… kapladılar, neticede onlar Afganistan‟ın batı sınırlarından baĢlayıp, Akdeniz‟e kadar bütün Müslüman Asya‟yı tek bir hükümdarın hakimiyeti altında birleĢtirdiler. Onlar Müslümanların sönüp gitmekte olan savaĢçılık tutkusunu canlandırdılar, yeniden güçlenmeye baĢlayan Bizans‟ı tekrar zayıflattılar ve dindar Müslüman askerleri eğitip yetiĢtirdiler, Haçlılar kendilerinin sürekli yenilgiye uğramalarını her Ģeyden çok bunlarda görmelidirler”. Selçuklu Türkmenlerinin Ġmparatorluğu ya da Büyük Selçuklu Türkmenlerinin Ġmparatorluğu 12. asrın sonuna kadar yaĢadı, sonra ise dört büyük devlete (Suriye Selçuklu Devleti, Kirman Selçuklu Devleti, Rum ya da Anadolu Selçuklu Devleti, Irak Selçuklu Devleti) ayrıldı, bu Ģekilde onlarca irili ufaklı devletlere, beyliklere ve atabeyliklere bölündü. Türkmenler çok büyük dalgalar halinde batıya, Anadolu‟ya göçüp gittiler, buralarda kendilerine ait ve bağımsız onlarca devlet ve beylik kurdular. Kafkas halklarının hayatında önemli yer tutan Türkmen devletlerinin iki tanesini burada kısaca hatırlamak gerekmektedir. Bunlar Ermenistan‟da kurulan Türkmen Karakoyunlu Devleti ve Azerbaycan‟da kurulan Türkmen Akkoyunlu Devleti‟dir. Bunlar 14. asrın ikinci yarısında aynı vakitte kurulmuĢlardır. Türkmenistan topraklarında ise Büyük Selçuklu Ġmparatorluğu dağıldıktan sonra iki devlet: Türkmen-Yazırlar devleti (Yazıryurt) ve Köneürgenç Türkmenlerinin devleti kuruldu, son anılan devletin baĢkenti Gürgenç Ģehri idi. Yazıryurt, Türkmenistan sınırlarında yerleĢmiĢ, Güneybatı Türkmenistan‟ı ve Güney Türkmenistan‟ın bir kısmını ele geçirmiĢtir, baĢkenti ġährislam idi. Köneürgençli Türkmenlerin devleti Orta ve Ön Asya‟da en büyük imparatorluk olmuĢtur. Bu devletlerin ikisi de 13. asrın baĢlarında Moğolların saldırısı sonucunda dağılmıĢtır. Türkmenler Moğolların istilasından sonra uzun süre kendilerine gelemediler. Birçok boy batıya göçtü. 14.-16. asırlarda Türkmenistan‟ın batısında ve kuzeybatısında Salırların önderliğinde Türkmen boyları devlet kurmuĢtur. Kalan yerler ise Cengizliler tarafından idare edilen devlete dahil olmuĢtur. Ama, bunun yerine Küçük Asya‟da bundan sonra yeni devletin yıldızı parlıyordu, onun baĢında bu devleti 600 yıldan fazla idare eden bir sülale bulunuyordu. Mervli Ertuğrul Gazi‟nin oğlu Osman Gazi Türkmen tarafından kurulan bu devlet 13. asrın sonunda ortaya çıkmıĢtı. Bu gerçekten de çok büyük bir imparatorluktu, güçlü dönemlerinde Kafkasya, Ġran‟ın bir kısmı, Irak, Suriye, Filistin, Anadolu, Kuzey Afrika ve Avrupa‟nın bir kısmına hâkim olmuĢtu.

1156

Aynı Ģekilde Mısır ve Suriye‟de de Memlûk Devleti‟nin varlığını biliyoruz. Memlûkler askerliği meslek olarak yapan Türkmenler ve Kıpçaklar olup, bunlar Mısır‟da 12. asrın sonlarında Eyyubîler Devri‟nde ortaya çıkmıĢlardır. 13. asrın baĢlarında Mısır‟da Türkmen boyları oldukça çoğalmıĢtır, bunların arasında bizim ülkemizin kuzeyinden giden Türkmenler de vardır, bunlar Eyyubîleri iktidardan uzaklaĢtırıp Memlûk Devleti‟ni kurmuĢlardır. Bu devletin ilk sultanı Muizeddin Aybek Et-Türkmen olmuĢtur. Memlûk sultanlarının en meĢhurlarından biri olan Zahir Rükneddin Baybars, Moğolların ve Haçlıların ordularını darmadağın etmiĢtir. 16. asırda Osmanlılar Memlûk sultanlığının bağımsızlığını aldılar, fakat bu devlet tâ 19. asırda Mısır‟ın Napolyon Bonapart tarafından alınmasına kadar yarı özerk olarak idare edildi. Türkmenler, büyük gruplar hâlinde Hindistan‟da da ortaya çıktılar. Bu iĢte en çok rol oynayan Halaç Türkmenleridir. Bu boydan olan Muhammet Bahtiyar‟ın 12. asrın sonunda Bengal‟de baĢkenti Lahnauti olan bağımsız bir beylik kurduğu bilinmektedir. Sonra Bengal devleti geliĢti ve Satgaon‟u, Bihar‟ı ve ittagong‟u kendi bünyesine kattı. Türkmenler tarafından bu devlet Moğollar zamanında bağımsızlığını kaybetti. 13-15. asırlarda Deli Sultanlığı bütün Hindistan Yarımadası‟nda çok kuvvetli bir devlet hâline geldi. Sultanlığı idare eden altı hanedanın ilk üçü olan KütbĢahılar, Halaçlar ve Togalaklar Türkmendir. Deli Sultanlığı‟nın tarihinde Raziya Sultan‟ın önemli bir yeri vardır; bu kadının cesedi Deli‟deki Türkmen kalesinin yanındadır.4 Moğol hanedanlarının tarihinde Ortaçağ Hindistanı‟nın meĢhur Ģahsiyetlerinden biri, tecrübeli diplomat, devlet adamı, yetenekli komutan, meĢhur düĢünür, zekî Ģair Bayram Han Türkmen önemli yer tutar. Bayram Han‟ın oğlu Abdurrahim Han da akıllı ve kahraman komutan, görkemli Ģair, yetenekli tercümeci olarak Hindistan tarihine geçti. Yaptığı birçok seferde ortaya koyduğu yiğitliği ve kahramanlığı için Abdurrahim Han‟a da babasının ki gibi en yüksek “han-ı hanân” (hanlar hanı) unvanı verildi. Ġran‟ı idare eden Türkmen hanedanlarından da bahsetmek gerekir. 16. asırdan 1924 yılına kadar Ġran‟ı sırasıyla Safevîler, AvĢarlar, Kaçarlar idare ettiler. Safevî hanedanının temelini oluĢturan ġah Ġsmail, birleĢen Türkmen boylarına baĢ olup Azerbaycan‟dan Ġran‟a geçti ve burada kendi hanedanını kurdu. 1510 yılında ġeybanî Han‟ı sıkıĢtırıp Güney Türkmenistan‟dan çıkardı ve büyük devletini kurdu. 1736 yılında Ġran‟da hakimiyet Safevîlerden, Nadirgulı Han‟a geçer, o Türkmenlerin AvĢar boyunun beyidir. AvĢarlar Ġran‟ı 18. asrın sonuna kadar idare ettiler, Güney Türkmenistan sınırları, Azerbaycan‟ın, Afganistan‟ın, Kuzey Hindistan‟ın bir kısmı onların idaresine geçmiĢti. Sonra idaresi 1779 yılından 1924 yılına kadar Türkmen-Kaçarlara geçmiĢtir. Safevîler, AvĢarlar ve Kaçarlar “KızılbaĢlar” diye de adlandırılmıĢtır. Tarihçilerin fikrine göre, “KızılbaĢ” adı onların kızıl Ģapkalarından kaynaklanmaktadır, bu Ģapkaların kenarına da sarık sarmıĢlardır. 24 Oğuz-Türkmen boyunun içinde AvĢarların da adının bulunduğunu belirtmek gerekir.

1157

Böylece, söylenenleri toparlayıp, Türkmen halkının derin, köklü, gururlanılacak ve zengin vakalarla dolu bir tarihinin var olduğu biçiminde sonuç çıkarmak gerekir. O, kuzeyden güneye ve doğudan batıya çok geniĢ toprakları içine almaktadır. Aslında ilginç bir hadiseyle karĢılaĢmaktayız, çünkü sayı olarak o kadar da kalabalık olmayan bir millet (Türkmenler ve ataları) Yakın ve Orta Doğu‟nun, Anadolu‟nun Avrupa‟nın, Hindistan‟ın, çok geniĢ topraklarına tesir etmiĢlerdir. Bu ise, Türkmen halkının kendi anavatanının sınırlarından çok uzaklarda meydana gelen tarihî değiĢikliklerde büyük rol oynadığına Ģahitlik etmektedir. Türkmenistan‟da Türkmen halkının tarihini ve dünya Türkmenlerinin tarihinden ve doğudaki baĢka halkların tarihinden parça parça öğrenmek doğru olmaz diyen devlet baĢkanımız S. A. Niyazov bin kere haklıdır. Bizim atalarımızın her yerde kendilerinden sonraki halkın zihninde iyi ve olumlu iz bıraktıkları belirtilmelidir. Onlar tarihte kahraman askerler, muktedir komutanlar, ferasetli ve adaletli hükümdarlar ve devlet adamları olarak ünlüdürler. Bizim fikrimizce, Türkmen devletlerinin tarihi dünya tarihinin seyrinde eĢsiz ve benzersiz bir yere sahiptir. Mesela, Türkmen devlet adamlarının ve onların soylarının tarihinin Hindistan ve Pakistan‟da tarih boyunca ders kitaplarında geniĢ bir Ģekilde anlatıldığı bilinmektedir. Türkiye halkı kendini Osmanlı‟nın varisleri olarak gururla adlandırmaktadır. Günümüze kadar milyonlarca oğlu ve kızı Yakın ve Orta Doğu ülkelerinde, in Hindi‟nde yaĢamakta ve kendi milletleriyle övünmektedirler. Türkmenlerin tarihi, meĢhur Ģahsiyetlerin Ģöhretli adlarıyla doludur. Türkmenistan Devlet BaĢkanı

Büyük

Saparmırat

TürkmenbaĢı,

1993

yılında

Ġstanbul

Üniversitesi‟nde

yaptığı

konuĢmasında Oğuz Han‟ın, Tuğrul Bey ve ağrı Bey‟in, Alparslan‟ın, Sultan Sancar‟ın ve Selçuk Bey‟in adlarını andı.5 Yeni dönemde Türkmen halkının vatanseverliği ve kahramanlığı Gökdepe SavaĢı‟nda çok açık bir Ģekilde ortaya çıktı, bu ise tarihin yeni bir kahramanlık sayfası oldu. Halk bilgeleri Korkut Ata‟nın, Salur Kazan‟ın, meĢhur Selçuklu sultanlarından MelikĢah‟ın, kahraman Keymir Kör Serdar‟ın, meĢhur Türkmen Ģairi ve düĢünürü Magtumgulı‟nın, onun babası Azadî‟nin, zekî Ģairler Mollapes‟in, Seydî‟nin, Selilî‟nin, Andalib‟in ve baĢkalarının adları halkın zihninde ebediyen saklanmaktadır. 16-20. asırları içine alan devir Türkmenler için en zor dönem olmuĢtur, dağınıklık ve bağımlılık devridir. Türkmenistan‟ın SSCB‟nin bünyesine dahil olduğu yıllar da bu döneme aittir. Saparmırat TürkmenbaĢı, bu yılları Ģöyle tanımlamıĢtır: “Daha önce de birkaç kere söylediğim gibi, bizim ülkemizi ittifaktaki çok Ģey aldı; ilk sırada da bilgi vardır. Ama Türkmenistan hiçbir zaman SSCB‟nin eĢit hukuklu üyesi olmadı. Bize ne buyursalar biz onu yapmalıydık. Ġdeolojinin çıkarı ve merkezin isteğini yerine getirmek için millî gelenekler sıkı sıkıya takip ediliyordu. Türkmenistan, kendi isteğiyle, kendi baĢına tek bir meselesini bile halledemiyordu. Biz petrol çıkarıyorduk, gaz çıkarıyorduk, ama onun nereye ve hangi fiyattan satıldığını ülkede hiç kimse bilmiyordu. Pamuk meselesinde de durum aynıydı. Biz sadece falan yere Ģu kadar gönderilecek diye emir alıyorduk; bu iĢte Ģunu bunu sormaya hiç hakkımız yoktu. Türkmenistan ekonomisinin temelini oluĢturan bu sektörler tamamen merkezin kontrolündeydi. Kendi hammadde ihracatının kârını alamıyordu. Fakat sıra vergilere geldiğinde

1158

bizimle iliĢkileri çok sağlamdı, böyle bir sistem dikkate alınamaz, demekten baĢka bir Ģey söylenemez”.6 Türkmenistan Bağımsızlık Döneminde Bağımsız devlet kurmak konusunda Türkmen halkının asırlar boyu süren arzusu 1991 yılının sonbaharında gerçekleĢti. 26 Ekim‟de Türkmenistan‟ı kanunî yönden bağımsız devlet olarak yeniden kurmak konusunda umumî referandum yapıldı. 1991 yılının 27 Ekimi, Türkmenlerin tarihine altın harflerle yazıldı. Bundan önceki gün yapılan referandumda halkın ortaya koyduğu iradeyi gerçekleĢtirip, Türkmenistan‟ın “Yokarı Soyvet”i “Türkmenistan‟ın bağımsızlığı ve devlet kuruluĢunun esasları hakkında” anayasa maddesini kabul etti. O günden itibaren Türkmenlerin tarihî vatanı Türkmenistan, bağımsız devletler arasına katıldı, dünya kamuoyu tarafından da kabul edildi. Türkmenistan‟ın bağımsızlığını kazanması Saparmırat Atayeviç Nıyazov adı ile ayrılmaz bir bütündür. Halkımız onu genç ve bağımsız devletin temelini atan ve kuran biçiminde adlandırmaktadır. Talihin bahtiyar emriyle Türkmen halkının tarihindeki bu değiĢiklik zamanında, onun kısmetinin açılmasında, özgür ve tam bağımsız olduğu zamanda Türkmenistan‟a modern çağın akıllı lideri, halkla sıkı sıkıya iliĢkili ve onun sınırsız inancından ve güveninden kaynaklanan oldukça otoriter ve düzenleyici biri olarak liderlik yaptı. Bunun için milletin önderinin hayat hikayesi hakkında kısaca bilgi vermek gerekmektedir. Saparmırat

Nıyazov,

1940

yılının

19

ġubatı‟nda

AĢkabat‟ta

doğdu.

Onun

babası

Türkmenistan‟ın kahramanı Atamırat Nıyazov, II. Dünya SavaĢı‟nda savaĢ meydanlarında öldü. S. A. Nıyazov, 1948 yılındaki depremde annesi Gurbansultan Ece‟den ve kardeĢlerinden mahrum kaldı. Hem babasından hem de annesinden mahrum kalan Nıyazov, AĢkabat‟ın okullarının birindeki öğrenci yurdunda eğitim gördü. Okulu bitirdikten sonra onun iĢ hayatı baĢladı, sonra Ģimdiki Sant Petersburg Politeknik Enstitüsü‟nün Fizik-Mekanik Fakültesi‟nde eğitimini tamamlayıp Büzmeyin GRES-n‟de kendi mesleği üzerine çalıĢtı. Sosyal konulara aktif olarak katılması ile Türkmenistan Komünist Partisi‟ne girdi. 1980 yılında da partinin AĢkabat Ģehir komitesinin birinci sekreterliğine atandı. S. A. Nıyazov 1984 yılında ve 1985 yılının baĢlarında SSKP MK bölümünde önemli iĢ tecrübesi kazandı, Rusya‟nın Kursk ve Belgorod bölgelerinde müfettiĢlik yaptı. Türkmenistan‟a döndükten sonra kısa bir süre cumhuriyetin bakanlar kurulunun baĢkanı olarak çalıĢtı, 1985 yılının Aralık ayında da Türkmenistan KP MK‟nın birinci sekreterliğine getirildi. Yaratıcılık güçlerinin büyüyüp geliĢtiği sırada otorite ve organizasyon iĢinde büyük tecrübe kazanan, zekî siyaset ve devlet adamı S. A. Nıyazov‟un cumhuriyetin liderliğine gelmesi, Türkmenistan‟ın bundan sonraki geliĢmesini ve halkın kaderini önemli ölçüde etkiledi. Bundan böyle Türkmenistan‟a liderlik yapmaya baĢlayan Saparmırat Atayeviç, millet tarafından kabul gören bir lider oldu, etrafına gayretli arkadaĢları toplanmaya baĢladı. Kısaca, yeniden kurmanın, sosyal-siyasî yapıyı değiĢtirmeye çabalamanın karmaĢık bir dönemiydi. Bu durumda olumsuz hadiseleri bertaraf etmek için devrim yapmak iĢi öne çıkıyordu. S. A. Nıyazov, cumhuriyette sosyal ve siyasî Ģartları iyileĢtirmeye yönelen cesur adımları hayata geçirdi, bunlar da sonuç verdi, olumlu değiĢimler gerçekleĢti. Onun önderliğinde uluslararası iliĢkiler kurmaya,

1159

kültür ve dil alanında çeĢitli milletlerden oluĢan halkın isteklerine cevap vermeye yarayan köklü çözümler hayata geçirildi. Halkın inancının, kültürel değerlerinin, millî ve güzel geleneklerinin yaĢaması için halka imkân vermeye yönelen adımlar da Cumhuriyet‟in önderinin itibarının artmasına yardım etti. 1990 yılında Cumhuriyet‟e devlet baĢkanlığı idaresi getirildi. 27 Ekim‟de yapılan referandum sonucunda S. A. Nıyazov Türkmenistan‟ın ilk devlet baĢkanlığı görevine getirildi. Bu yıllarda S. A. Nıyazov‟un yaptığı iĢler, Türkmenistan liderinin bunları Cumhuriyet‟in bağımsızlığı yönünde sürekli ve kararlı bir Ģekilde hayata geçirdiğini, halkın geleneklerinin sıkı sıkıya ve cesurca korunduğunu açıkça göstermektedir. Bu da, Türkmenistan‟ın bağımsızlığının yavaĢ yavaĢ sarsıntısız bir biçimde kazanılmasını sağladı. Böylece, bundan on yıl önce dünyanın siyasî haritasında bağımsız Türkmenistan Devleti ortaya çıktı. O, nasıl bir devlet? Diğer devletlerin sisteminden ne farkı var? Ülkenin bağımsızlığını kazandıran Türkmenistan‟ın ilk devlet baĢkanı S. A. Nıyazov‟un devlet sisteminde eski Türkmen devletinin muhteĢem geleneklerinden ustalıkla yararlanmasının özü bu sorulara doğru cevap bulmaya yardım etmektedir. Bu geleneklerin karakteri doğru biçimde “Tarafsızlık Talimatı, Tarihî Esasları ve Devlet Siyasetindeki Yeri” adlı konferansta verilmektedir. Türkmenistan devlet baĢkanı S. A. Nıyazov bu konferansı 1 Aralık 2000 tarihinde vermiĢtir. Konferansta bu konuda Ģunlar söylenmiĢtir: “Eski devirlerde ve Ortaçağ‟daki Türkmen devletlerinin bütün dünya için açık olması, baĢka ülkeler ve halklarla daima iliĢki kurmayı amaçlaması bu devletlerin güçlü ve geliĢmiĢ olmasının, milletin ilerlemesinin ve bayındırlığının baĢ Ģartıdır. Açıklık, iĢbirliği yapmaya istekli olmak, modern Ģeyleri kabullenmeyi amaçlamak, düĢmanlıktan, yan gözle bakmaktan uzak durmak, sakinliği sevmek, sabır ve baĢkalarının fikrine saygı göstermek Türkmenlerin millî karakterlerinin gerçek belirtileridir. Bunlar binlerce yıl içinde olgunlaĢtı, Türkmen halkının atalarına mahsus özgün karakterini kendinde topladı. Türkmen halkı bu kıymetli karakteri, baĢına gelen ıstırap ve acılara aldırmadan saklamayı ve Ģimdiki nesillere miras bırakmayı baĢardı. Tarih, Türkmenlere kendi fikrine ters gelse de baĢkalarının fikrine saygı göstermeyi, sakinliğin ve mutluluğun hatırına feragat etmeyi öğretti. Tarih bize millî bütünlüğün kıymetini bilmeyi ve baĢkaları ile iyi komĢuluk iliĢkileri kurmayı öğretti. ünkü, Türkmenler iç çatıĢmalardan ve dıĢ düĢmanlıklardan çok acı, ıstırap ve cefa çekmiĢlerdir.”7 Sonra milletin lideri, Türkmen halkının sosyal gelenekleri ve demokrasiyi kanuna ve kendi Ģahsî iliĢkilerine saygı duymayı daima kendinde birleĢtirmiĢti, diye belirtmektedir. Burada bir duruma dikkat etmek gerekir, Türkmen örneğindeki değiĢimler için millî bilincin özellikleri, gelenekleĢtirilen sosyal alıĢkanlıklar, halkın kiĢilik özellikleri ve demokratik devletlerin dünya tecrübesi gibi iki önemli Ģeyi uygun bir Ģekilde birleĢtirmek gereklidir. Türkmenistan‟ın kendi bağımsızlığına kavuĢması ile bu iki kaynak devletin yapısının, siyasi durumu temelden değiĢtirmenin,

1160

yeni demokratik esaslarda toplumun iĢlerini idare etmeyi olgunlaĢtırmanın çok karmaĢık meselelerini çözmekte önemli ölçüde yardım ve hizmet etti. Bundan böyle hakimiyetin sistemini kurmada ve onu bağımsız Türkmenistan‟ın anayasasına uygun hâle getirme iĢinde geçen devirlerdeki Türkmen devletlerinin millî gelenekleri ve atalarının tecrübesi hayata geçirildi. Bunun özü, halkın iradesinin yüksek temsilcilik sistemini kurmakta özellikle ortaya çıktı. Türkmenler eski zamanlardan beri millî geleneklere ait meseleleri çözmek için umumî toplantı yapmıĢlardır. Burada da toplu olarak hayatı doğrudan etkileyecek kararlar alınmıĢtır. Gerçekten de Türkmen millî demokrasi gelenekleri günümüzün Ģartlarında da geçerli hâle geldi. Halk iradesinin yüksek temsilcilik sistemi -Halk Meclisi-Türkmenistan‟ın halk oyudur. Bunun bünyesine devlet baĢkanı, milletvekilleri, halkın kendi seçtiği vekiller, bakanlar kurulunun üyeleri, vilayetlerin ve Ģehirlerin idare amirleri ve mahkemelerin baĢkanları girmektedir. Dünyada Ģu anda böyle geniĢ yetkilere sahip olan bir sistem yoktur. Bu durum tesadüfî değildir, çünkü bunun kaynağı uzak geçmiĢte Türkmen boylarının yaĢantısından gelmektedir. Bu geleneğin ne derece eski olduğuna Ģu bilgi delalet etmektedir: 11. asırda Büyük Selçuklu Devleti‟nin geliĢmesinin ilk döneminde halk toplantıları önemli rol oynamıĢtır. Bundan sonra bu tür toplantılar gelenek hâline gelmiĢtir. Tarihçilere göre, Selçuklu Ġmparatorluğu‟nun kuruluĢunun baĢlarında halk toplantıları seyrek yapılmıĢtır, gündelik hayatta halk tarafından seçilen kiĢilerin toplantısı gitgide büyük önem kazanmıĢtır. Türkmen demokrasisinin kurulmasında YaĢlılar (Aksakallar) Meclisi büyük yer tutmaktadır. Devlet meselelerine çözüm bulmakta bu meclis ya da devlet baĢkanı Türkmenistan‟ın yaĢlılarıyla mutlaka görüĢ alıĢveriĢinde bulunur. YaĢlılara hürmet etmek, onlardan fikir almak geleneği Türkmen halkında eski dönemlerden beri devam edip gelmektedir, o dönemlerde de ülkenin birçok meselesi Aksakal heyeti tarafından çözülmüĢtür. Bu akıl danıĢma, halkın isteği uyarınca TürkmenbaĢı gibi saygıdeğer bir ada sahip olan ülkenin devlet baĢkanı S. A. Nıyazov‟un liderliğinde devlet danıĢma kurulu mertebesine kadar yükseltildi. Her yıl vilayetlerin birinde yaĢlılar ülkenin idarecileri ile birlikte toplanmaktadırlar. Bu ise, en doğru halk demokrasisidir. Bizim halkımız bağımsızlığı kazandıktan sonra atalarının geleneklerini yükseltmek istedi.1993 yılının Mayıs ayında Türkmenistan yaĢlılarının Lebap‟ta gerçekleĢtirdikleri dördüncü toplantıda konuĢan ülkenin devlet baĢkanı Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı, Aksakal Heyeti ile her yıl yapılan buluĢmaya çok büyük değer verdi: “Doğrusunu söylemek gerekirse, yaĢlıların gelenekleĢmiĢ toplantısı devleti idare etmekte, halkımızın uyumunu sağlamakta, ülkemizi kuvvetlendirmekte, kendimizi dünyaya tanıtmakta bizim için paha biçilmez bir okul oldu. Aslında böyle de olmalıydı. ünkü, bizim yaĢlılarımız sadece ata sevgisi ile halkının kalbini kazanmamıĢtır, kendilerinin akıl ve mantığı ile bizim hayatımızın da tadıdır. Onlar geçmiĢimizle bugünü birleĢtiren kuvvetli bir köprü olarak bugünün hatta geleceğin de sağlam sütunlarıdır. Onlar tecrübeleri, akıl ve mantıkları ile hayatımıza ıĢık veren bir meĢaleye benzemektedirler. Siz, bizim bütün evlerimize, bütün köylerimize, bütün Ģehirlerimize hayat veren zenginliğimizsiniz. YaĢlılar bizi ruhî ve insanî yönden zenginleĢtiren en aziz insanlardır.”8

1161

Devlet lideri, konuĢmasının sonuç kısmında kendisinin demokrasiyi nasıl değerlendirdiğini kısaca Ģöyle beyan etti: “Kendi halkı ile karĢılıklı görüĢ alıĢveriĢinde bulunmak, akıl danıĢmak kendini dünyanın en demokratik ülkesi diye tanıtan ülkelerde bile henüz yoktur. Bu, bize atalarımızdan miras kalan büyük bir demokrasi geleneğidir. Ülkenin bütün önemli meselelerini yaĢlılar ile tartıĢması, Ģimdi devletimizin en büyük geleneği hâline geldi. Bugün bu büyük geleneğimizin varlığıyla bütün dünya önünde gurur duyuyoruz.”9 Türkmenistan yaĢlılarının görüĢlerinin fark edilmesi gibi, devlet payesine yükseltilen bu toplumsal enstitü, halkın büyük neslinin saygın vekillerinin toplumsal anlaĢmasını kazanmak için demokratik esaslarda katılım geleneğini geliĢtiriyor, onun görüĢleri yönetimin yüksek mertebelerinde ve bağımsız devletimizi idare etmekte hayata geçiriliyor. Böylece, son yıllarda YaĢlılar Meclisinin, Türkmenistan Halk Meclisi ve Millî KalkınıĢ Hareketi ile ortak çalıĢarak iĢ tecrübesi kazanmaya baĢladığını belirtmek gerekir. Önemli meselelerin çözümüne halkın, onun saygıdeğer idarecilerinin doğru bir Ģekilde iliĢki kurmasının görüntüleri memleketin hayatına sıkı sıkıya yerleĢti, bağımsız Türkmenistan‟ın devlet yapısının ve siyasî sisteminin ayrılmaz bir parçası hâline geldi. Bununla birlikte, demokratikleĢme iĢi derinleĢtikçe kültür seviyesini yükseltmenin, devlet idaresini insan haklarına saygılı hâle getirmenin farklı yönleri ve usûlleri de kullanılmalıdır, bu iĢte de atalarımızın gelenekleri kullanılır. 1999 yılının Aralık ayında 9. Devlet YaĢlıları Toplantısı‟nın, Halk Meclisi‟nin ve Genel Millî “KalkınıĢ” hareketinin ortak toplantısında Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın baĢkanlığında ölüm cezasını kaldırmak hakkındaki kararın kabul edilmesi, ülkede geniĢ yankı buldu ve uluslararası kamuoyunun tasdikini kazandı. Bu insancıl hareket, Türkmenler arasında “insanı Allah‟ın verdiği candan mahrum etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur” diye öne çıkan düĢünceye uygun düĢmektedir. Bu toplantıda Ramazan ayının 27‟sine rastlayan Kadir Gecesi hakkında da konuĢuldu. Bu önemli gecede güzel Ģeyler düĢünülüyor, iyi Ģeyler arzu ediliyor. Bu eski gelenek doğrultusunda her yılın “Kadir Gecesi”nde bağıĢlamak konusundaki karar kabul edildi. Türkmen halkının konukseverliği de ünlüdür. Türkmenlerin evinde konuğa hürmet edilir, saygı gösterilir ve dokunulmaz olarak kabul edilirdi. Günümüzde de öyle kabul edilmektedir. Gerçekten de ev ocağının dokunulmazlığının korunup saklanması eski dönemlerden beri önemli bir iĢ olarak kabul edilmektedir. Türkmenler kendi iĢlerini severler, evlerine saygı duyarlar. Evin gelenekleri onlar için kutsaldır. Bunun için de Türkmenlerde ev dağıtmak çok ayıp bir iĢ sayılırdı. Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın insan sevgisine yönelen önderliği de bu geleneklerden kaynaklanmaktadır, o bakanlar kurulunun 18 Nisan 2000 tarihindeki geniĢletilmiĢ toplantısında halkın evlerini dağıtmasını yasaklayan kanun oluĢturulması yönünde emir verdi. Kısa zamanda ilgili kanunlar hazırlandı ve kabul edildi. Devletin önderi, ölenlerin hatırasına derinden saygı göstermek geleneğine öykünerek, her yılın 8 Mayısı‟nın, 1941-1945 yıllarındaki II. Dünya SavaĢı‟nda ölen Türkmenistan‟ın millî kahramanlarını anma günü olarak kabul edildiği kanunu, 2000 yılının 4 Mayısı‟nda imzaladı.

1162

Böylece, bağımsız Türkmenistan‟ın devlet sisteminde tecrübenin öne çıkması, millî gelenek ve görenekler, ataların kıymetli tecrübesi, halkın millî benliği; ülkenin kanunlarının insan haklarına saygılı, demokratik ve mükemmel olmasına, devletin toplumda kültür ve medeniyet seviyesini yükseltmesine yardım etmektedir. Yukarıda verilen bilgiler, bağımsız Türkmenistan‟ı kurmakta ve bu yeni devleti mükemmel hâle getirmekte, Türkmen devletlerinin zengin gelenek ve göreneklerinden baĢarıyla faydalandığına delalet etmektedir. Bununla birlikte, bunların tamamının Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın millî değerleri yeniden yükseltme gayretinin, eski kuĢakların mirasından faydalanmaya yöneltilen amaca hızla hareket etmenin, onun ferasetli ve ileri görüĢlü siyasetinin sonuçları olduğunu belirtmek gerekir. Bağımsızlığını kazandığında Türkmenistan, hemen dünya kamuoyu tarafından kabul edildi, uluslararası arenaya çıktı ve uluslararası kuruluĢların çoğunun tam üyesi oldu. Devlet baĢkanı, 14 Aralık 1992 tarihinde halk toplantısının kürsüsünden Türkmenistan halkına seslenmesinde derin bir memnuniyetle Ģunları söyledi: “Geçen bir yıldan fazla sürede 100‟den fazla ülke bizim bağımsızlığımızı kabul etti, bunların birçoğu ile diplomatik iliĢkilere baĢlandı. Bir yıla yakın bir süredir BirleĢmiĢ Milletlerin güzel binasında bizim yeĢil bayrağımız dalgalanıyor. Türkmenistan, uluslararası Para Fonu‟nun, Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği Konferansı‟nın, Ġslâm Konferansı‟nın, Ekonomik ĠĢbirliği Konseyi‟nin ve baĢka birçok uluslararası kuruluĢların tam üyesidir.”10 Soğukkanlı ve sevgiye dayalı dıĢ siyaset, baĢka ülkelerin iç iĢlerine karıĢmama ilkesinin yerine getirilmesi, baĢka ülkelerle iyi niyetli komĢuluk ve karĢılıklı iĢ iliĢkilerinin gerçekleĢtirilmesi bağımsız Türkmenistan‟ın uluslararası itibarının yükselmesini sağladı. Ülkemizin bağımsız devlet olarak geliĢmeye baĢladığı ilk günlerden itibaren tarafsızlığın onun dıĢ siyasetinin temelini teĢkil ettiğini burada belirtmek gerekir. Bu konu, Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın söylediği “Tarafsızlık Talimatı, Tarihî Esasları ve Devlet Siyasetindeki Yeri” adlı konferansında doğru bir Ģekilde belirtilmiĢtir: “Bana „Türkmenistan‟ın dıĢ siyasetinin esas hükmü ve geniĢ manada devlet ve toplum yapısının düsturu olarak tarafsızlık ilkesini alması neye dayanıyor?‟ diye sorduklarında, ben: „Doğrudan doğruya kendi tarihine dayanıyor‟ diye cevap veriyorum. Türkmen halkının hayatında silinmeyecek iz bırakan vakalarla zengin, gam kasavet ve Ģan Ģöhretle, baĢarı ve baĢarısızlıklarla, büyüyüp geliĢmek ve zayıflayıp güçten düĢmekle dolu olan tarihi, bağımsız Türkmenistan‟ın böyle bir siyasî yolu seçmesini önceden belirledi. Bu da bize bir bütün halk olarak kendimizi saklayıp korumaya, Türkmenistan‟ın devlet olmasını ve bağımsızlığını, farklılığını kazanmasına imkân vermeliydi, bir büyük devlete bağlı olmanın acınası vazifesini yerine getirmekten daimî olarak kurtarmalıydı.”11 Bu durumdan devletin lideri Ģu sonucu çıkarmaktadır: “Bunun için de tarafsızlık ilkesinin alınmasının tarihî Ģartları hakkında konuĢmakla, tarafsızlığın esas karakterleri olan sâkinlik, sevgi, sabırlı olmak, baĢkalarının görüĢlerine ve fikirlerine saygı duymak, dünyaya açık olmak Türkmen

1163

halkının akıl ve düĢüncesine ve tarihî geliĢiminin özelliklerine uygun gelmektedir diye tasdikliyoruz. Biz dıĢ siyaset tarzımızı belirlediğimizde bundan yararlanıyoruz.”12 Türkmenistan‟ın daimî tarafsızlığının yöntemi milletin baĢkanı Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı tarafından kuruldu, ilmî dayanağı oluĢturuldu ve peĢ peĢe hayata geçirildi. Ondan daha az önemli olmayan bir baĢka mesele olan Türkmenistan‟ın daimî tarafsızlık derecesini uluslararası alanda kabul edilmesini devlet liderimiz baĢardı. Bunun için Türkmenistan‟ın ilk devlet baĢkanının eksilmez enerjisi ve gayreti, amaca ulaĢmadaki sür‟atliliği gerekliydi. O, bu fikrinin çok zorunlu olduğunu ve siyasî bakımdan amaca uygunluğunu dünyanın en büyük devletlerinin baĢkanlarına, çok sayıda uluslararası kuruluĢa kabul ettirmeyi baĢardı. Onun bu yorulmak bilmeyen, fedakâr çalıĢması sayesinde daimî tarafsız devlet unvanın verilmesi konusu yer yuvarlağının her tarafında kendine gitgide artan taraftar buldu. Türkmenistan liderinin bu fikri 1995 yılının Mart ayında Ekonomik ĠĢbirliği Konseyi‟ne üye ülkelerin devlet baĢkanlarının üçüncü toplantısı uyarınca Ġslamabat konuĢmasında, aynı yılın Ekim ayında ise BirleĢiklere katılmazlık hareketine üye ülkelerin devlet baĢkanlarının Kolombiya‟nın Kartahena Ģehrinde gerçekleĢtirilen II. konferansının sonuç bildirgesinde destek buldu. En sonunda da 12 Aralık 1995 tarihinde kuruluĢunun 50. yıldönümünde BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu “Türkmenistan‟ın Daimî Tarafsızlığı” adlı tarihî kararını kabul etti. Bağımsız Türkmenistan‟ın tarafsızlığının uluslararası alanda kabul edilmesi, bir sükûnet merkezi ve çok önemli anlaĢmaların gerçekleĢtiği yer olarak ülkemizin önemini ve dünya arenasındaki saygınlığını yükseltti. Türkmenistan‟ın baĢkenti AĢkabat‟ta Taciklerin uluslararası anlaĢmalarından birkaç tanesi yapıldı; uzayıp giden anlaĢmazlıkların son bulmasında bunların önemli bir yeri vardır, bu anlaĢmazlıkların giderilmesinde Afgan tarafının idarecileri de hazır bulundular. Türkmenistan‟ın gayretli ve soğukkanlı dıĢ siyaseti ülkenin önünde duran siyasî ve ekonomik meselelerin çözümüne yardım etmektedir. Bağımsız Türkmenistan‟ın Ekonomisi Bağımsız ve tarafsız Türkmenistan‟ın özgürlüğünü kazanmasının 10. yılında iktisadî alanda ve halk ekonomisinde kazandığı baĢarılar bütün dünyayı ĢaĢırtmıĢtır. eĢitli ülkelerdeki iktisatçılar, siyaset bilimciler ve baĢkaları “Türkmen gücünün”, “TürkmenbaĢı‟nın gücünün” sırrını öğrenip, genç ve bağımsız devletin bu kadar hızlı geliĢmesindeki etkenlerin ne olduğunu anlamak için uğraĢmaktadırlar. Kendisinin eski toprağında gerçekleĢen tarihî değiĢikliklerin canlı Ģahidi olan ve bu değiĢikliklerle doğrudan doğruya iliĢkili olan Türkmenistan halkı, herkesi ĢaĢırtan bu baĢarıların temelinde milletin önderi Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın ferasetli ve ileri görüĢlü siyasetinin ve onun ekonomik değiĢimler hakkında hazırladığı kanunun bulunduğunu açık seçik bilmektedir. Bu değiĢimlerin derin içerikli yapısı 14 Aralık 1992‟de Türkmenistan Halk Meclisi‟nin kürsüsünden devlet baĢkanının ilan ettiği “10 Yıllık Kalkınma” planında belirtildi. O, Ģöyle demiĢti:

1164

“Biz Ģimdiki geçiĢ devrinde güçlü bir yönetimi ve ekonomik değiĢimlerin devlet tarafından kontrol edilmesini gerekli görüyoruz. Planlı ekonomiden pazar ekonomisine, genel mülkiyetten özel mülkiyete, toplumcu yarıĢtan ferdî yarıĢa geçiĢ devrinde devlet özelleĢtirmenin ve fiyatların dizginini kendi elinde tutar, bu değiĢiklikleri aĢama aĢama ve yavaĢ yavaĢ hayata geçirir. Biz dünya ülkelerinin ekonomik sistemleriyle yakından ilgilensek de, hiçbir ülkenin iktisadî değiĢimlerini örnek almıyoruz, tamamen Türkmenistan Ģartlarına uydurmuyoruz. Türkmenistan‟ın iktisadî değiĢimleri, Türkmen halkının millî özelliklerine dayanan, hiçbir halkın, hiçbir devletin iktisadî değiĢimlerine benzemeyen özgün değiĢikliklerdir.”13 Gerçekten de “Türkmenistan‟ın gücünün”, “TürkmenbaĢı‟nın gücünün” gerçek sırlarından biri ülkemizin liderinin alım satım iĢini aniden canlandırmak gibi anlamsız bir yola gitmemesidir. Bu tarz siyaset, bilindiği gibi Sovyet devrinden sonra kurulan birkaç devlet ve baĢka birkaç devletin halkının yaĢam düzeyinin kesin olarak azalmasına, üretim seviyesinin görülüp iĢitilmemiĢ biçimde azalmasına, çok sayıda fabrikanın kapanmasına sebep oldu. Bizim devletimizin liderinin mantıklı ve ölçülü siyaseti Türkmenistan‟ın yukarıda söylenen kötü hadiselerden etkilenmemesini sağladı. Genç devletin, ekonomiyi geliĢtirmek konusundaki kanunu Türkmen iĢçiler sınıfını oluĢturmaya yöneltilmiĢti. Bununla aynı zamanda Türkmenistan yabancı ülkelerin yatırımlarına ve yabancı mallara kapılarını tamamen açtı. Türkmenistan‟ın devlet baĢkanı, fabrikalar açmak için ancak yabancı ülke yatırımcıları katıldığı zaman ülke modern teknolojiye göre kendi ekonomisini yenileyebilir, dünya pazarında yarıĢabilecek üretim yapmayı baĢarabilir, diye belirtmiĢti. “10 Yıllık Kalkınma” planı iktisadî değiĢimleri hayata geçirmek için Türkmenistan‟da esas sermayenin ve hammaddenin yeterli derecede bulunduğundan bahsediyordu. Ülkemizin tarım siyasetinin temel yönlerinden biri, yiyecek yönünden bağımsızlığın kazanılması olmalıdır, diye belirtilmekteydi. Elektrik enerjisi üretimini arttırmak göz önünde tutuluyordu. Devletin lideri, “Böylece, kuvvetli yakıt kaynakları yaratıp, zenginliklerimizi hammadde olarak satmak yerine onları yeniden daha mükemmel bir Ģekilde iĢlemeye çaba göstermeliyiz. Gelin bu yüksek amaç uğrunda belimizi çok sağlam biçimde doğrultalım!”14 dedi. Türkmenistan Devlet BaĢkanı S. A. Nıyazov‟un bu yoldaki hizmeti, onun karmaĢık iktisadî kalkınma yolunun teorik esaslarını baĢarıyla anlayıp, Türkmenistan‟ın ekonomisini değiĢtirmenin doğru biçimini seçip almasıdır. Tarih, böyle hükmedici, emir verici ekonomik sistemden pazar ekonomisine sosyo-politik yönden sarsıntısız biçimde yavaĢ yavaĢ geçen baĢka bir ülkeyi tanımıyor. Türkmen devleti liderinin seçip aldığı yol ileri görüĢlü ve insancıl bir yoldur. Bu yol, derin nazarî sistemlere dayanmaktadır ve yüksek insanî değerleri kazanmaya yönlendirilmiĢtir. Türkmen

örneğindeki ekonomik

değiĢimleri

hayata

geçirmenin

önemli

yönleri

nedir?

Türkmenistan Devlet BaĢkanı, GDA ülkeleri liderlerinden ilk olarak pazar ekonomisinin sosyal yönüne denk düĢen örneğini seçip aldı. Bunun asıl faydası pazar iliĢkileri, ülkenin ekonomisini değiĢtirmenin küçük amacını takip etmekten ibaret olmayıp, o memleketin halkının yaĢam derecesini yükseltmenin aracı olarak da hizmet etmektedir. Devlet kendi halkına hayat garantisini ciddi biçimde sağlıyor; bu,

1165

geçiĢ devrinde çok önemlidir. Devlet baĢkanının sosyal siyaseti, belirlenen hedeflere her ulaĢılmasında ve her ileriye gidilmesinde olgunlaĢıp belli bir tarafa yönlenen bir kimlik kazanmaktadır. Günümüzde devam edip gelen iktisadî kalkınma örnekleri, gerçekleĢtirilen değiĢimlerin kendi baĢlarına görünümleri olarak kabul edilmeyip, hükmedici ve emir verici ekonomik sistemden pazar ekonomisine geçmenin çeĢitli devirleri olarak kabul edildi. Ekonominin aĢırı baskıcı olması durumunda, piyasa sisteminin olmadığı dönemde, pazar iliĢkileri hakkındaki düĢüncelerin henüz olgunlaĢmadığı dönemde mal üreticilerine aĢırı iktisadî özgürlüğün verilmesi kötü sonuçlar doğurabilir. Türkmenistan devlet baĢkanı bunu göz önüne alarak, pazarı doğrudan doğruya yukarıdan idare etmenin asıl yönlerini koruyup, geniĢ iktisadî kuralların yardımıyla pazarı iktisadî usûllere göre düzenlemeyi baĢarıyla birleĢtirdi. S. A. Nıyazov, ilk olarak birleĢik iktisadî sistemi oluĢturma fikrini ortaya attı, buna mülkiyetçiliğin bütün yönleri girmelidir. O, önceki bazı sosyalist devletlerin önceden gelenekleĢmiĢ alıĢkanlıklarını bıraktı; çünkü onlar Sovyet Devleti dağıldıktan sonra, en faydalı iĢ özel mülkiyetçilik deyip ona yönelmeye baĢladılar. Türkmenistan Devlet BaĢkanı‟nın ekonomik siyaseti mülkiyetçiliğin çeĢitli yönlerinin geliĢtirilmesini esas almaktadır. Onların birbiriyle uyumlu olarak birleĢtirilmesi, ekonominin baĢarılı olmasında etkili olmaktadır. S. A. Nıyazov‟un hazırladığı kanundaki birkaç bölümde, devlet mülkiyetçiliğin üstün tutulmasını savunmaktadır, diye belirtiliyor. Bununla aynı zamanda özel bölümün çabuk yerleĢmesi için malîĠktisadî ve hak-hukuk Ģartları sağlanıyor; özellikle kullanım mallarını üretmek, hizmetleri yerine getirmek konusunda değerli Ģartlar sağlamaktadır. Devlet mülkiyetçiliğindeki malları özel mülkiyete devretmek iĢi yavaĢ yavaĢ, halkın psikolojisi ve satın alma gücü alınarak gerçekleĢtirilmektedir. Türkmenistan‟da devlet baĢkanının çabasıyla sağlam bir sosyal ve siyasî yapı kazanıldı ve sarsılmadan devam etmektedir. Gerçekten pazar iliĢkilerine düĢünülerek ve akıl-mantık yoluyla geçilmesi bu durumun korunmasına imkan vermektedir. Türkmenlerin pazar iliĢkilerine geçme örneğinin sıfatlarından biri de ülke halkının sosyal durumunun garantiye alınmasıdır. Ekonomik geliĢmenin sosyal tarafını güçlendirmek için, birkaç kanun kabul edildi, bunlar geçiĢ devrinde halkı sosyal yönden desteklemeye yönlendirildi. Memleketin ve devletin baĢkanının halk için çektiği sıkıntılar gerçekten de sınırsızdır. Bunun böyle olduğu, iĢ hakkının, emekli maaĢlarının, öğrenci burslarının sürekli yükseltilmesine ekonomik hizmetler ve toplu taĢıma araçları için cüz‟i miktarda ücret ödenmesine, yardım amaçlı paralar verilmesine ve buna benzer Ģeylere bakılarak görülebilir. Türkmenistan‟da devlet baĢkanı, insancıl siyaset yürüttüğü için, ancak halkın çıkarlarına zarar vermeyen ekonomik değiĢim usullerine izin verilmelidir, diye düĢünülmektedir. Türkmenistan‟da Pazar iliĢkilerine geçmenin temel ilkesi ülkemizde yapılan toplam üretimin temposunun artırılmasıdır.

1166

Genel olarak, Türkmenistan‟da sosyal hayata yönelen pazar ekonomisini hayata geçirmek için çareler dizisi hazırlandı. Devlet, pazar değiĢiklikleri için sorumluluğu tamamen üzerine almaktadır. Belli bir süre içinde, belirtilen amaçlara ulaĢıldıkça devletin katılım derecesi yavaĢ yavaĢ azalmaktadır. Türkmenistan‟ın ekonomik sistemi değiĢtirmek için seçtiği örnekte geçiĢ döneminde düzenleme görevinin devlet tarafından kullanım özellikleri de bundan ibarettir. Genç ve bağımsız devlete geçmiĢten ağır bir miras kaldı; bu, ekonominin sadece hammaddeye dayalı olması da değil. Ziraatın hiçbir alanında üretimin teknik seviyesi dünya pazarının taleplerini karĢılamıyordu. ĠĢ verimindeki derecenin ve niteliğinin düĢük olması, gerçekleĢtirilen üretimin dıĢ pazarlarda rekabet edebilme gücünü sağlayamıyordu. Bu Ģartlarda S. A. Nıyazov‟un çok yönlü ekonomik siyasetinin temeli, ülkemizdeki ekonomik yapıyı değiĢtirip düzenlemeye yöneltildi. Bağımsız devlet için yüksek sonuç veren, çok kabiliyetli ve dıĢ dünyaya açık bir ekonomik sistem gereklidir. Bu bakıĢ açısından, milletin lideri bağımsızlığın ilk günlerinden baĢlayarak, Türkmenistan‟ın ekonomik yapısını temelden düzeltmek için çalıĢmaktadır.15 Böylece, bağımsız Türkmenistan‟da ekonomik değiĢimleri gerçekleĢtirmekle on yıl geçti. Bu uğurda gerçekleĢtirilen büyük iĢlerin tamamı, değiĢiklikler gerçekleĢtirilmeye baĢlandığında ortaya konan çok büyük amaçlara milletin baĢkanının liderliği, kararlılığı, gücünü sakınmaması ve ülkemizin halkının çektiği fedakârane zahmetler neticesinde ulaĢıldığına Ģahitlik etmektedir. Bağımsızlık yıllarında ekonomik yapıda birçok değiĢiklik oldu. Sanayi üretiminin genel miktarında iĢlenmiĢ olanların payı iyice arttı. Bunlar sadece petrole, gaza ve kimyaya ait olmayıp, tarım üretimini iĢleyen sanayiye de aittir. Eğer Sovyet devrinde olduğu gibi Türkmen pamuğunun hepsi Cumhuriyet‟in dıĢında yeniden iĢlenseydi Ģimdiki durum tamamen farklı olurdu. Bağımsız Türkmenistan‟da mükemmel derecede yüksek tempolu, kuvvetli ve günümüz teknolojisiyle donatılmıĢ olan dokuma sanayii kuruldu. 2001 yılının sadece birinci yarısında Dokuma Sanayii Bakanlığı‟na göre üretim artıĢı %125 oldu. Pamuktan ve ipekten üretilen malların toplamı %29, hazır giyim %49, ayakkabı üretimi %30 arttırıldı. Bu yıllarda yapılan hizmetlere düĢen pay 1992 yılında %9, 9‟luk artıĢtan 1998 yılında %31, 8‟e kadar yükseldi, tersine üretim grubunun payı %20 azaldı. Hizmetlerin payının ve miktarının yükselmesi aslında ticaret, bankacılık ve maliye iĢleri ile gayrimenkulle alakalı iĢler neticesinde gerçekleĢti. Tarım üretiminin toplam kapasitesi %16,4 arttı, bu oran inĢaat sektöründe %7,2 oldu.16 Türkmenistan‟da bağımsızlık yıllarında gerçekleĢtirilen ekonomik değiĢimler, ekonomik bağımsızlığı kuvvetlendirmeye ve ekonominin bütün yönlerinin güçlü bir Ģekilde geliĢiminin sağlanmasına yöneltildi. Önceki ittifakın ekonomik iliĢkilerinin kesilmiĢ ve onun ekonomisindeki bağlantıların bozulmuĢ olmasına rağmen Türkmenistan‟da üretim miktarı kötü duruma düĢmedi. Bu yıllarda ülkemizin geliĢiminin geniĢ iktisadî göstergeleri olumlu geliĢme temposuna ulaĢtı. Doğalgaz ve elektrik enerjisi üretimi hızlı bir tempoyla geliĢmektedir. Raporlara göre, 2001 yılının ikinci yarıyılının baĢında sektörler içinde yakıt ve enerji sektörüne ait fabrikaların payına üretimin genel miktarının %70‟i düĢtü; bu miktardan gaz sektörüne %46, rafineri sektörüne de %17‟lik pay düĢtü.

1167

2001 yılının Ocak-Haziran aylarına ait dönemle karĢılaĢtırıldığında elektrik enerjisi üretimi %12 arttı; bu, ihraç edilen enerjinin artması ile ilgilidir. Ġhracatın artırılmasına ise çıkarılan gazın %18 artması imkân verdi. Bağımsızlık yıllarında gaz sektörünün üretim gücünün fazlası, gazı dıĢ pazara çıkaran yeni nakliye araçlarıyla dolduruldu; bu, 1997 yılında kullanıma sunulan, yaklaĢık olarak 8-10 milyar metreküp gazı taĢıyabilen Körpece (Türkmenistan)-Gurtguyı (Ġran) hattıdır. Petrolün çıkarılıĢı %11 arttı, petrolün rafine ediliĢi %5 arttı. Ülke sanayinde 2001 yılının birinci yarısında üretilen malların miktarı geçen yılın aynı dönemine göre %21,4 arttı. Bunda, sanayinin devlet sektörüne bütün sanayi üretiminin %67‟si, devletle ilgili olmayan fabrikalara sanayi üretiminin %23‟ü düĢmektedir. Türkmenistan‟ın tahıl üreticileri 10. yıldönümünde önemli iĢ üstünlüğü kazandılar; onlar, 2001 yılında 2 milyon tondan fazla tahıl toplayıp, yurdumuzun yiyecek bağımsızlığını kazanmasına önemli katkı sağladılar. KarĢılaĢtırma yapmak için, Sovyet devrinde Türkmenistan‟ın her yıl en fazla 70 bin ton buğday ürettiğini belirtmek yeterlidir. Tahıl üreticilerinin gayretleri, devlet baĢkanı tarafından çözüm yollarının hayata geçirilmesi, Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın tarım siyasetine dayanan yeni iktisadî iliĢkilerin yerleĢtirilmesi ile desteklendi. Bunlardan, kiralama iliĢkilerinin yaygınlaĢtırılması, toprakların çiftçilerin mülkiyetine verilmesi ve devlet tarafından büyük maddî yardımın verilmesi gibi çözüm yollarını belirtmek gerekir. Yüksek üretim kapasiteli Ģirketler ve modern makinelerle tarım teknolojisini yenilemenin büyük önemi vardır. Su tesisleri kurmak ve toprağı sulamak konusundaki iĢlerin çok büyük bölümü yerine getirildi. Karakum‟da kurulan Türkmen Gölü, yeni kanallar ve baĢka sulama tesisleri gibi bu asrın çok büyük yapılarını örnek olarak vermek yeterlidir. Demir ve kara yollarının, hava, ırmak ve deniz taĢıtlarının geniĢ bir taĢıma ağı olmazsa ekonomi baĢarıya ulaĢıp geliĢemez. Bağımsızlık yıllarında, TürkmenbaĢı ulaĢım ağı üzerine yapılan iĢler kadarını Türkmenistan, yüzlerce yıllık tarihi boyunca hiçbir zaman görmemiĢtir. KomĢu Ġran ile birlikte kurulan Tecen-Sarahs-MaĢat Polat hatlarını göstermek de yeterlidir, bunun çok büyük uluslararası önemi vardır; çünkü o sadece Türkmenistan‟ı Ġran ile değil Pekin ile Ġstanbul‟u da bağlamaya imkân vermiĢtir. Türkmenistan‟ın kendi gücüyle Türkmenabat-Atamırat demiryolu kuruldu, bu ise ülkemizin güney ve güneydoğu bölgelerini kalkındırmakta çok büyük öneme sahiptir. Türkmenistan‟ın altın çağında AĢkabat-DaĢoğuz demiryolu kurulmaktadır, bu yol kısa süre içinde yurdumuzun kuzeyini güneyine bağlayacaktır. Bununla aynı zamanda, dünya standartlarına uygun biçimdeki karayolları ülkemizin bütün vilayetlerini birleĢtirmektedir. Türkmenistan‟ın ekonomisini geliĢtirmek için ülkemizin lideri tarafından belirlenen yatırım siyasetinin çok büyük önemi vardır. Bu siyasetin asıl amacı Ģunlara dayanmaktadır: - Sanayinin hizmet eden temel alanlarını geliĢtirmede yatırımları çekmek için uygun yatırım Ģartlarını oluĢturmak ve ülke ekonomisinin önünü açmak;

1168

- Türkmenistan‟ı sosyal ve ekonomik yönden geliĢtirmek için öne çıkan meseleleri çözmede eĢit hukuklu ve birbirine fayda sağlama esasına dayalı yabancı sermayeyi çok uygun biçimde çekmek; - Uluslararası ekonomi sistemini gelecekte birbiriyle iliĢki kurmaları amacıyla birlikte yatırım yapma amaçlarını ve taslaklarını hayata geçirmek, birlikte fabrikalar kurmak; - Yatırımları hayata geçirmede serbestlik vermek, yatırımların hukukî yönden dedikodulardan korunmasına ve yatırım iĢinden yapılan kârın yatırım sahiplerinin ülkelerine gitmelerine imkân sağlamak. Bu siyasetin hayata geçirilmesi, üretim kültürünün yükseltilmesini, modern teknolojiyi çekmeyi, üretimi düzenlemenin ve idare etmenin modern usûllerini kullanmayı, sanayinin, ziraatın, ihracat ve ithalata yönelmek isteyen üretimin arttırılmasını, Türkmenistan‟ın pamuk ve hammadde malzemelerini yurt dıĢına göndermeyi, yüksek teknolojili sanayi ve ziraî üretimi yurt dıĢına çıkarmaya yavaĢ yavaĢ geçmeyi sağlamaktadır. Türkmenistan‟a yatırım imkânlarının olumlu biçimde yönlendirilmesi, ekonominin yeterli derecede sağlam olarak geliĢtiğine delalet etmektedir; çünkü Türkmenistan yeniden ürettiği değerlerin büyük kısmını sermaye toplamaya yönlendirmektedir, bunun sonucunda da sağlam nitelikli yabancı yatırımcıları kendine çekmektedir. Bağımsızlık yıllarında Türkmenistan‟a yapılan yatırımların güçlendirilmesi için gereken Ģartlar oluĢturuldu. Bağımsızlığın ilk yıllarının önemli özelliklerinden biri de yatırımların büyük kısmının üretim dıĢındaki alanlara yönlendirilmesidir. 1991-1993 yıllarında üretim dıĢındaki alanlar yatırımların genel toplamının %23 ve %47‟sini oluĢturdu. Sonuçta, bağımsızlığın ilk yıllarında yurdumuzun haritasında konut, komünal ekonomi, sağlık, bilim, kültür ve sanatla ilgili onlarca yeni kuruluĢ ortaya çıktı. 1997 yılında yatırımların genel miktarında üretim dıĢındaki alanların tuttuğu yer biraz durakladı, bir sonraki yıldan itibaren de azalmaya baĢladı, üretime dönük yatırımda artıĢ görülmeye baĢladı. Yeni inĢaatların büyük miktarlara ulaĢması, yatırımların miktarında yapı-inĢaat sektörünün tuttuğu yerin sürekli artması sonucunu doğurmaktadır. Türkmenistan‟ın bağımsızlığının ilk yılları, dünya ekonomi sistemiyle baĢarılı bir biçimde iliĢki kurması olarak nitelendirilmektedir. UlaĢımı, iletiĢimi, oteller zincirini, iĢ merkezlerini vb. geliĢtirmek için birçok çözüm yolu bulundu. Yiyecek bağımsızlığını kazanmak için ziraî üretime devlet tarafından verilen destek arttırıldı. Yatırımların toplamında sanayinin tuttuğu yerin yükselmesi devam etmektedir. Petrol, gaz, gıda sektörü ve elektrik enerjisi üretimi büyük miktarlarda geliĢtirildi. TürkmenbaĢı‟daki rafinerinin teknolojisinin yenilenmesi iĢinde bağımsızlığın ilk günlerinden itibaren Avusturya, ek Cumhuriyeti, ABD, Japonya ve Türkiye‟den gelen firmalar aktif olarak çalıĢmaktadırlar. 1998 yılından beri bu rafinerinin teknolojisini yenileme iĢi yabancı ülkelerin verdiği borçlarla gerçekleĢtirilmektedir. Sadece dört tane taslağa göre rafinerinin teknolojisini yenileme iĢine yöneltilen yatırımların miktarı 1 milyar doları buldu.

1169

Tahıl için yapılan yatırımların ve un-bulgur sektörünün tesislerini kurmak için yabancı ülkelerden alınan borçların miktarı 2 milyar Amerikan Doları‟na yaklaĢmaktadır. Sadece 1997-1999 yıllarında günde 1050 ton buğday öğütebilen 6 tane değirmen, geçici bir süre için 300 bin ton tahılı saklayabilen silolarla birlikte iĢe baĢlatıldı. Sosyal hayattaki önemli meselelerden biri olan Ģehirlere ve köylere gaz götürme iĢi halledildi. Doğalgaz hattının uzunluğu 1131 km‟ye, toplam doğalgaz ağının uzunluğu da 23 bin km‟ye ulaĢmıĢtır. Türkmenistan halkı gazdan bedava yararlanma imkânı buldu, bunun sonucunda bütün masrafları (yılda ortalama 116,4 milyar manat) devletin kendisi karĢılamaktadır. Günümüzde Türkmenistan çok büyük bir inĢaat alanına dönmüĢtür. Orada hem üretime hem de sosyal hayata dönük yatırım planları hayata geçirilmektedir. Bunların hepsinin, bağımsız ve genç devletin yavaĢ yavaĢ sanayii ve sosyal yönü geliĢmiĢ olan bir ülkeye dönmesine yardım ettiği Ģüphesizdir. Türkmenistan Devlet BaĢkanı‟nın ileri görüĢlülüğü ve yatırım siyasetini çok yönlü olarak hayata geçirmeye çalıĢması, sosyal değiĢimleri gerçekleĢtirmekte, ekonominin temel dallarını geliĢtirmekte, ulaĢımın ve iletiĢimin geliĢtiği bir sistem kurmakta kendini göstermektedir. ġehirlerin, köylerin, baĢkentimizin ve vilayet merkezlerinin görülüp iĢitilmedik derecede bayındır duruma getirilmesi, bağımsız ve tarafsız Türkmenistan‟ın ekonomik imkânlarının sınırsız derecede arttığına delalet etmektedir. Devletimizin liderinin çabaları neticesinde Türkmenistan‟ın güzel baĢkenti AĢkabat, her gün insanların gözü önünde millî bir ıĢıltıya bürünerek Doğu‟nun gerçek incisine dönüĢmektedir. MuhteĢem saraylar, çok katlı evler, güzel konutlar, geniĢ yollar, yüzme havuzları, Tarafsızlık Kapısı, Bağımsızlık Anıtı ve muhteĢem heykeller AĢkabat‟ın güzel yüzünü gösteren özgün eserlerdir. BaĢkentin ve baĢka Ģehirlerin kenarları da gitgide görüntüsünü değiĢtirip, yeĢil ağaçlarla güzel bir görüntüye kavuĢmaktadırlar. Dağ kayalarının üstündeki “Serdarın Sağlık Yolu” Türkmenistanlıların hayatına sağlam bir Ģekilde yerleĢti. Türkmenistan‟ın birçok köyü bayındırlık ve sosyal hayat Ģartları bakımından Ģehirlerden aĢağı değildir. Sosyal Hayat ve SosyalDüzen Türkmenistan‟ın sosyal hayatı, halk demokrasisinin millî gelenekleri ve Türkmenlerin psikolojileri dikkate alınarak kurulmaktadır. Türkmenistan liderinin bu tarz siyasete daha ülkemiz bağımsızlığını kazanmadan baĢladığını belirtmek gerekir. Onun çabalarıyla 5 Mart 1990‟da bütün Türkmenistan‟ı kapsayan birinci YaĢlılar (Aksakallar) Meclisi toplandı. Bu, hayat tecrübelerinde piĢmiĢ idarecileri olan yaĢlıların, toplantılarında zorunlu ve çok önemli meseleleri ortaya atıp tartıĢarak eski Türkmen geleneğini yeniden ortaya çıkarmalarıydı. Bundan sonra milletin önderinin yaĢlıların önünde yaptığı konuĢmada ortaya koyduğu meselelerin ülkemiz bağımsızlığa kavuĢtuktan sonraki geçiĢ devrinin meselelerine denk gelmesi önemlidir. Örnek olarak, S. A. Nıyazov, yaĢlıları Türkmenistan‟daki rahat ve sakin sosyo-ekonomik durumu korumak için çaba göstermeye çağırdı. YaĢlıların Türkmenistan

1170

genelindeki birinci toplantısı iĢçilere seslenme olarak kabul edildi. YaĢlıların Cumhuriyet Meclisi‟nin terkibi seçildi. Bundan sonra yaĢlıların toplantıları yurdumuzun bütün vilayetlerinde sırayla her yıl düzenlenmektedir. 18 Mayıs 1991‟de yine Saparmırat Atayeviç Nıyazov‟un çabasıyla dünya Türkmenlerinin I. konferansı yapıldı. Burada yurt dıĢındaki vatandaĢlarımızla her zaman iliĢkileri sürdürme, onların ocaklarını kendilerinin tarihi vatanlarına yaklaĢtırmayı amaçlayan sosyal yapıyı, Dünya Türkmenlerinin Sosyal Derneği‟ni (DTGB) kurma kararı alındı. Bu derneği kurmak için önder olan S. A. Nıyazov oybirliğiyle baĢkanlığa seçildi. Sosyal derneğin 10 yıl içinde yaptığı iĢlerin sonucunda, kaderin cilvesiyle dünyanın çeĢitli bölgelerine dağılmıĢ olan Türkmenlerle dostluk ve kardeĢlik iliĢkileri gerçekleĢtirildi. Yabancı ülkelerde derneğin yirmiden fazla Ģubesi kuruldu. Yurdumuzda, Dünya Türkmenlerinin Sosyal Derneği‟nin onuncu yılı kapsamlı bir Ģekilde kutlandı. 23 Mayıs 2001‟de AĢkabat‟ta Dünya Türkmenlerinin 6. konferansı yapıldı, sonra ise “Türkmenistan ve Dünya Türkmenleri: Tarihî Yakınlık ve 21. Asırdaki ĠliĢkiler” konulu bir ilmî sempozyum yapıldı. Dünya Türkmenlerinin 6. konferansında Türkmenistan Devlet BaĢkanı konuĢmasında Ģöyle dedi: “Biz dili bir, kültürü bir, aslı bir milletiz. ġanımız, Ģöhretimiz dillerdedir! Bunun için dernek üyelerinin kutsal vazifesi, bu fikrin yüceltilmesi için her Ģeyiyle yardım etmektir.” 17 Devlet baĢkanı gelecekte sosyal derneği, Bütün Türkmenlerin Millî-Kültürel Derneği diye adlandırmayı teklif etti. Bu ad, birliğin yaptığı iĢi daha iyi anlatmaktadır, çünkü onun görevi bütün dünyadaki Türkmenlerin ruhî beraberliği esasına göre halkların kültürünü, kadimden gelen değerleri yükseltmeye ve nasihat etmeye yönelmektir. Toplantıya katılanlar, Türkmenistan Devlet BaĢkanı‟nın eĢsiz, benzersiz Türkmen sanatı olan halıcılığı geliĢtirmek ve yaygınlaĢtırmak için dünya çapında halı severler derneği kurma konusundaki fikrini sıcak karĢılayıp desteklediler. Toplantıya katılanlar, bizim atalarımızın halı hazineleri binlerce yıldır dünyanın süsü olmuĢtur, diye belirttiler. eĢitli ülkelerde yaĢayan Türkmenlerde bu kadim ziynetin sırları günümüze kadar korunup saklanarak gelmiĢtir. Millî halıcılığın Ģanını, Ģöhretini kuvvetlendirmek ve arttırmak için onları bir yere toplamak bütün Türkmenlerin kutsal görevidir. 6. toplantıya katılan dünyanın 26 ülkesinde yaĢayan onlarca milyon Türkmen‟in vekillerinin, milletin önderi Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın Türkmen halkının önünde yaptığı çok büyük iĢleri dikkate alarak, onu oybirliğiyle Dünya Türkmenlerinin Sosyal Derneği‟nin ömürlük baĢkanlığına seçtiklerini, ayrıca minnettarlıklarının alâmeti olarak ona “Büyük” adını verdiklerini belirtmek gerekir. Ülkemizin

bağımsızlığını

kazanmasından

hemen

sonra

1991

yılının

Aralık

ayında

Türkmenistan‟ın Demokratik Partisi kuruldu, devletimizin baĢkanı S. A. Nıyazov da baĢkanı oldu.

1171

Partinin en önemli görevi, devletimizin insan sevgisi ve sükunet esasına dayalı iç ve dıĢ siyasetini kavramaktır. Demokratik Parti‟nin bir baĢka görevi de ülkemizin altın çağında hukuk toplumu kurulmasına ve yurdun geliĢip ilerlemesi için Türkmenistan halkının birlik olmasına mümkün olduğunca yardım etmektir. Partinin lideri bu önemli görevi, onun bütün toplumsal kurumlarıyla birlikte baĢarıyla halletmesi gurur vericidir, diye belirtti.18 Demokratik Parti devlet ve ekonomi iĢlerine doğrudan karıĢmamaktadır. Türkmenistan‟ın toplumsal kurumlarının aktif hâle gelmesine atalarımızın kültür mirasını, mükemmel halk geleneklerini esirgeyip korumakta ve yükseltmekte onların yardımlaĢarak çalıĢmasına millî “KalkınıĢ” hareketinin kurulması yardım etti. Böyle bir hareketin kurulması fikrini 1992 yılının sonunda Halk Meclisi‟nde Saparmırat TürkmenbaĢı ortaya attı. Bu hareketin terkibine sendika idarecilerinin, gençlerin, kadınların, gazilerin, kurucu ittifakların ve baĢka toplumsal kurumların katılması gerektiği dikkate alındı. “Millî KalkınıĢ” hareketinin 1994 yılının Ocak ayında gerçekleĢtirilen birinci toplantısı Millî GeðeĢ19 terkibi seçildi, buraya Türkmenistan‟ın “Millî KalkınıĢ” hareketine katılan bütün toplumsal kurumların idarecileri girdi. Millî GeðeĢ‟in baĢkanlığına Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmırat TürkmenbaĢı seçildi. Millî GeðeĢ, “KalkınıĢ” hareketine katılan toplumsal kurumların yardımlaĢarak ve uyum içinde çalıĢmasına yardım etmektedir, onların yapması gereken iĢin esas yönlerini belirlemektedir. Devlet BaĢkanı Saparmırat TürkmenbaĢı, Türkmenistan Halk Meclisi‟nin birleĢik toplantısında ve Millî KalkınıĢ hareketinin birinci kurultayında yaptığı konuĢmasında bu hareketin asıl karakterini Ģöyle anlattı: “Bu mücadele, rahatlığı, sükûneti, birliği, kararlı çalıĢmayı düstur edinen halkın amacına ulaĢmak için yaptığı kutsal mücadeledir. Bu mücadele anavatanımız olan Türkmenistan‟da geliĢmiĢ ekonomiyi, bilimi, kültürü, güzel hayat Ģartlarını kurmak için verilen mücadeledir”. 20 KalkınıĢ Hareketi‟ne giren toplumsal kurumların eğitim-kültür alanındaki çeĢitli çözüm yollarını birlikte hayata geçirmektedirler, millî bayramlara, toplum yardımlarına hazırlık yapma ve onları organize etme iĢine katılmaktadırlar, çeĢitli yarıĢmalar düzenlemektedirler, en iyi üretim için insanları heveslendirmektedirler, askerî bölümlere, çocuk merkezlerine, hastahanelere yardım etmektedirler, hayır ve iyilik iĢleriyle uğraĢmaktadırlar, kötü hadiselere karĢı mücadele etmektedirler. Son yıllarda YaĢlılar Meclisi‟ni Türkmenistan Halk Meclisi ve Millî KalkınıĢ Hareketi‟yle birlikte düzenleme iĢine baĢlandı, buralarda ülkemizin sosyal hayatına ait önemli meseleler tartıĢılmaktadır. Türkmenistan‟ın demokratik ve sosyal-hukuk devleti olarak, insanların ve halkın dünya toplumu tarafından kabul edilen ve uluslararası hukuk kurallarında belirtilen temel demokratik hak ve özgürlüklerini kabul ettiğini ve onlara saygı gösterdiğini, onları hayata geçirmek için siyasî, iktisadî ve hukukî garantileri hazırladığını belirtmek gerekir. Halkın anayasada belirtilen haklarını hayata geçirmek için “Türkmenistan‟da yükseköğrenim hakkı ve dinî kurumlar hakkında” ve “Türkmenistan‟da toplum dernekleri hakkında” kanunları kabul edildi.

1172

Kabul edilen kanunlar Türkmenistan halkının dine bakıĢını belirlemeye ve onu açıklamaya, kendilerinin inanç, itikat ve geleneklerinin beraberliği esasında toplumsal örgütler kurmaya, sosyal adalet ve eĢitliğe, halkın dinî inanç ve itikadının ne olduğuna bakmadan, onların haklarını ve geleneklerini korumayı garanti etmektedir, dinî ve sosyal kurumların iliĢkilerini düzenlemektedir. Bağımsızlık yıllarında Türkmenistan‟da 140‟tan fazla dinî kurum, 160 tane de toplumsal dernek kuruldu.21 Türkmenistan‟ın sosyal ve siyasî hayatında sendikalar önemli yer tutmaktadır. Bunlarda 1 milyon 200 bine yakın insan vardır. 2001 yılının Mayıs ayında sendikaların 2. kurultayı yapıldı. Bunun resmî bildirgesinde sendikaların, iĢçilerin çıkarlarını ve kanunî haklarını korumayı, güvenli ve olumlu iĢ Ģartları oluĢturmayı, verilen emeğe layık ve zamanında ücret ödenmesine yardım etmeyi, iĢçiler ve iĢverenler arasında karĢılıklı çıkarları gözeterek anlaĢma yapmayı, hukukî konularda üyelerine bedava yardım ve tavsiye vermeyi kendilerinin asıl görevi saydıkları belirtilmektedir. Bu iĢlerin hepsini sendikalar sırayla ve bıkıp usanmadan yapmaktadır.22 Türkmenistan‟ın Gurbansoltan adlı Kadınlar Meclisi, Magtumkulı adlı Gençler Meclisi, Türkmenistan‟ın Kahramanı Atamırat Nıyazov adlı savaĢ gazilerinin derneği ve baĢkaları etkili toplumsal güce sahiptir. Türkmenistan, demokratik değiĢimleri gitgide ve adım adım derinleĢtirmektedir; insanların yaratıcı güçlerini geliĢtirmek ve anayasada kabul edilmiĢ, geri alınamaz ve dokunulmaz olan insan haklarını hayata geçirmek için gerekli olan imkânları ve çareleri geliĢtirmektedir. Türkmenistan Halkının Millî Geleneklerinin YenidenGeliĢtirilmesi Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın yeni ve geliĢen Türkmen Devleti‟ni kurmak için yaptığı çok yönlü iĢlerde Millî KalkınıĢ Hareketi ve siyaseti belli bir yer tutmaktadır. Bu, millî ve medenî gelenekleri, örf âdetleri yeniden geliĢtirmek için yapılan iĢtir. Türkmen dilinin devlet dili olarak kullanılıĢını yaygınlaĢtırmak, yeni alfabeye geçmek, her çeĢit okulda ana dili öğrenmeyi geliĢtirmek için yapılan iĢler millî kalkınıĢa büyük ölçüde yardım etmektedir. Bağımsızlık yıllarında halkımızın önemli gelenekleri yeniden geliĢtirildi. Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı, Sünnet Düğünü gibi bayramlar Ģimdi bütün halk tarafından yaygın biçimde kutlanmaktadır. Önceleri, Sovyet devrinde kısıtlanan ve durdurulan dinî gelenekler Ģimdi tamamen serbest olmuĢtur ve herkes kendi isteğine göre dinî inançlarının gereğini yerine getirebilmektedir. Ancak, din iĢleri devlet iĢlerinden ayrıdır ve devlet iĢlerine karıĢtırılmaz. Türkmenistan sosyal hukuk devleti olarak dine ve dine inananlara saygı göstermektedir. Yurdumuzda millî kültürü, sanatın tüm yönlerini geliĢtirmek için çok olumlu Ģartlar oluĢturuldu. Türkmen tiyatrolarının sunduğu en güzel oyunlar halk arasında Ģöhret kazanmaktadır, böylece birçok ülkede Türkmenistan‟daki tiyatro sanatına büyük ilgi gösterilmektedir. Tiyatro toplulukları Türkiye, Finlandiya, Ġngiltere, Kanada ve Ġran‟dadır, buralarda uluslararası festivallere katılmıĢlardır. Türkmenistan‟da “Novruz-92” festivalinin yapılması kültür ve sanat konusunda uluslararası iĢbirliğinin

1173

önemli bir örneği oldu, bu festivale Kazakistan, Ġran, Türkiye, Azerbaycan ve Kırgızistan‟ın sahne sanatçıları katıldı. Bayramlık oyunlar ve konserlerle birlikte müzik festivalleri de düzenlenmektedir. “Yanlað, diyarım!”, “Hazar”, “Folklor” adlı festivaller ve baĢka sanat festivalleri çok ünlüdür. Bağımsızlık yıllarında çok sayıda folklor ve dans grupları, millî müzik grupları, skripkacılar 23 grubu ortaya çıkıp günden güne geliĢmeye baĢladılar. Bunlar, Türkmenistan‟da ve yabancı ülkelerde baĢarıyla

sanatlarını

icra

etmektedirler.

Günümüzün

dansları

ve

türküleriyle

ustalıklarını

göstermektedirler, grupların gösterileri halk bayramlarının ve törenlerin süsü olmaktadır. Türkmenistan Devlet BaĢkanı, 1997 yılında halk yaratıcılığını geliĢtirme hakkındaki kararı kabul etti. Bu, halk yaratıcılığının bundan böyle geliĢmesine ve nasihat edilmesine destek verdi. “GözbaĢlar” festivali, gelenek hâline getirildi. Bağımsızlık yıllarında Türkmenistan‟da 200‟den fazla folklor grubu kuruldu, bunlara genç yeteneklerin ve kızların binlercesi katılmaktadır. DaĢoğuz vilayetinde her yıl sazendelerin Ģairlerin yoldaĢı ÂĢık Aydın Pir‟in hatırasına yapılan millî folklor festivali büyük yankı bulup ünü birçok yere yayıldı. Bu festival uluslararası bir kimlik kazandı. Halkın ruhî kültürünü arttırmakta, millî gelenekleri yükseltmekte ve sanata olan ilgiyi geliĢtirmekte klüp idareleri ve kütüphaneler önemli yer tutmaktadır. Bunlar, halk yaratıcılığını geliĢtirmek için büyük iĢ yapmaktadırlar. Buralarda günümüzün taleplerine göre yeni klüp idareleri kurulmaktadır. 700‟e yakın klüp idaresi Türkmenistan halkının isteğine cevap vermek için hizmet etmektedir. Siyaseti, bilimi, tekniği, sanatı ve çocuk edebiyatını anlatmakta halkın özellikle de gençlerin kültür seviyesini yükseltmekte kütüphanelerin tuttuğu yer önemlidir. Türkmenistan‟ın yüzlerce kütüphanesi devlet dilinde neĢredilen yeni kitaplarla ve baĢka ülkelerin birçok bilim dalı üzerine neĢredilen edebiyatlarıyla doldurulmaktadır. Türkmenistan‟ın millî kütüphanesi binlerce okuyucuya hizmet etmektedir, yabancı ülkelerdeki kendisi gibi kütüphanelerle baĢarılı bir biçimde iĢbirliği yapmaktadır. Bağımsızlık yıllarında, halkın hayatında haberleĢme araçlarını tuttuğu yer arttırıldı. Millî televizyonun, radyonun, gazetelerin ve dergilerin çalıĢanları bağımsız ve genç devletin kazandığı baĢarıları, devleti baĢkanının iç ve dıĢ siyasetini anlatmaktadırlar; yurdun siyasî, iktisadî ve kültürel durumu hakkında bilgi vermektedirler. 1997 yılında televizyon stüdyosu binasının biçimi yenilendi ve televizyon için yeni cihazlar satın alındı. AĢkabat‟ın basım evinin biçimi de yenilendi; bu, gazete ve dergilerinin basımını hayli iyileĢtirmeye ve kitap neĢretme iĢini yaygınlaĢtırmaya imkân verdi. Halk zanaatkârlığını, halıcılık sanatını, imaretçiliği, Ahal-Teke atçılığını, kuyumculuğu, çömlekçiliği

ve

baĢka

meslekleri

yeniden

geliĢtirmek

için

yurdumuzda

birçok

faaliyet

gerçekleĢtirilmektedir. En iyi yaratıcılık grupları ve usta sanatçılar teĢvik edilmektedir. Onları devlet baĢkanının kendisi de teĢvik etmektedir. Sözün kısası, millî kültürün, edebiyatın ve sanatın geliĢmesi için mümkün olan her Ģey yapılmaktadır.

1174

Bizim atalarımızın bıraktığı kültür mirasını esirgeyip koruma meselesi ülkenin ve devlet baĢkanının kendisinin her zaman dikkatinde durmaktadır. Türkmenistan‟ın Saparmırat TürkmenbaĢı adlı Millî Müze‟nin açılması ülkemizin kültürel hayatında önemli bir vaka oldu. Müze günümüz Ģartlarına uygunlukta çok önemli bir yere sahiptir ve dünya standartlarına da bütün yönleriyle uymaktadır. Türkmenistan‟ın Millî Müzesi‟nde halkın tarihî geniĢ bir biçimde anlatılmıĢtır; burada devletin geliĢme yolu, özellikleri ve yüzlerce yıllık mirası gösterilmiĢtir. Yeni buluntularla müzenin içi doldurulmaktadır. ġimdi onların sayısı 33 bini geçmektedir. Bağımsızlık yıllarında vilayetlerdeki, Ģehirlerdeki ve etraflarındaki müze binalarının Ģekli yenilenip, yeni buluntularla onların yüzeyi kaplandı. Müzeler halk arasında ve çok sayıda yurt dıĢı misafirleri karĢısında Türkmen halkının geçmiĢteki ve günümüzdeki hayatını, geleneklerini, örf-adetlerini anlatmakta önemli iĢ yapmaktadırlar. AĢkabat‟ın merkezinde Türkmenistan‟ın TürkmenbaĢı adlı Millî Elyazmalar Enstitüsü için güzel bir bina yapıldı. Burada halkın elyazması mirasını eksiksiz bir biçimde korumak, geliĢtirmek ve öğrenmek için bütün Ģartlar hazırlanmıĢtır. Enstitü ilmî araĢtırma iĢini de yürütmektedir, yazı yadigârlarını ve folklor malzemelerini toplamakla uğraĢmakta ve bunlardan çok kıymetli olanları basmaktadır. Millî geleneklerin yükseltilmesinde Türkmen halkının gerçek tarihinin yükseltilmesi belli bir yere sahiptir. Yeni Türkmen Devleti‟nin temelini oluĢturan, devletimizin birinci baĢkanı Saparmırat TürkmenbaĢı kendi halkının özgürlük ve bağımsızlığını kazanmak için asırlar boyu taĢıdığı arzusunu iyi anlayıp, halkımızın gerçeğe uygun tarihini yükseltmenin kaygısına düĢtü. 14 Aralık 1992‟de Türkmenistan Halk Meclisi‟nin tarihi toplantısında yaptığı konuĢmada devletimizin baĢkanı Ģöyle dedi: “Bizim Ģimdiki tarihimiz, açık söylersek, mavzerin dipçiğiyle yazdırılan tarihtir. Bize sınıfçılıktan, partizanlıktan, Marksist-Leninist dünya görüĢünden kurtulmuĢ, toplumun tabiî geliĢim evrelerine dayanarak yazılmıĢ bir tarih gerekmektedir… Yeni hayat Ģartlarına uygunlaĢmanın ilk sırasında halkın büyük geçmiĢini ve yeni dönemi bütün yönleriyle kabul etmek vardır.”24 Biz devlet baĢkanının günlük çaba ve gayreti neticesinde halkın Ģöhretli geçmiĢiyle günümüzün (TürkmenbaĢı zamanının) yeniden birleĢmesi hadisesinin gerçekleĢtiğine Ģahit olmaktayız. Türkmenistan tarihinin ilmî açıdan araĢtırılmasının uluslararası yönden önemli olduğunu belirtmek gerekir. Bağımsız, tarafsız ve genç Türkmenistan‟ın dünya arenasında itibarı gittikçe artmaktadır. Kahramanlıklarla dolu geçmiĢin ortaya çıkarılması devletimize yeryüzü halklarının umumî ailesindeki kendine ait olan yeri almaya yardım etmektedir, her tarafta devletimize gösterilen ilgi artmaktadır. Türkmenistan Devlet BaĢkanı, Türkmenlerin tarihini derinlemesine ve doğru bir biçimde öğrenme vazifesini öne çıkarıp, bunun devlet katında büyük önemi olduğunu belirtip, bu görevi hayata geçirmekte uygun Ģartları oluĢturmak için etkili çareler geliĢtirdi. Türkmen halkının tarihine, halk yaratıcılığına ve halkımızın kültürel mirasına ait bilgileri toplamak için çeĢitli ülkelere ilmî heyetler gönderildi. Türkmen tarihinin önemli meseleleri uyarınca çok sayıda yurt içi ve uluslararası konferans düzenlendi. Türkmenistan Devlet BaĢkanı Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın 1998 yılının baĢında

1175

çıkardığı karar uyarınca Türkmenistan Bakanlar Kurulu‟nda Tarih Enstitüsü kuruldu. Bu Enstitü‟nün çalıĢanları çok sayıda ciltlik iĢ (Türkmenistan‟ın tarihi) için gayretle çalıĢmaktadırlar. Türkmenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Türkmen tarihi konusundaki yeni yöntemin, doğru ve önceki düĢüncenin etkisinden kurtulmuĢ olarak hazırlanması imkânı ve zorunluluğu ortaya çıktı. Türkmenistan Devlet BaĢkanı Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın eserlerinde ve talimatında tarih biliminin yöntemiyle ilgili meseleler hakkında önemli iĢaretler bulunmaktadır. Millî kalkınıĢ siyaseti, toplumun sükûneti ve rahatlığı, siyasî kalıcılığı, milletimizin merhametli liderinin etrafına sağlamca birikilmesi durumunda hayata geçirilmektedir. Ülkemizde bütün halka eĢit hukukluluğu, geleneklerinin, dinlerinin, ana dillerinin özelliklerine saygı gösterilmesini sağlamak için yapılan iĢler milletin sükûnetinin korunmasına ve sağlamlaĢmasına yardım etmektedir. Türkmenistan‟da ortaya çıkan sosyal vaziyet, halkla idarenin uyumlu olmasını sağlamaktadır. Devletin baĢkanı, halkın bütün sınıflarıyla dostça iliĢki kurmakta, halktan gelen mektupların, tekliflerin ve dilekçelerin her birini dikkatle incelemektedir. Halkın birlik olmasında devlet lideri Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı ve onun insancıl siyaseti, Ģahsî sıfatları, açık gönüllülüğü, edepliliği, mülayimliği, halkın bütün sınıflarıyla dostça iliĢki kurması, onların istek ve arzularını dinleyip uygun sonuçlar çıkarması önemli yer tutmaktadır. Türkmenlerin altın çağı olan 21. asırda Türkmen toplumunu millî-ruhî yönden geliĢtirmekte, böylece Türkmen halkının geçmiĢteki ve günümüzdeki durumunu açık bir Ģekilde belirlemekte yol gösterici meĢale hükmündeki milletin lideri Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın dahiyane eseri “Ruhnama” çok büyük yer tutmaktadır.25 21.

asırda,

bundan

sonra

gerçekleĢtirilecek

olan

değiĢimlerin

ilmî

yönden

iĢlenip

hazırlanmasının seyrinde, Türkmenistan‟da gerçekleĢtirilen değiĢimlerin önderi ve devletimizin baĢkanı tarafından toplumun yeni durumuna geçiĢ dönemindeki yöntemin geliĢtirilmesinin çok büyük önemi vardır. 27 Eylül 1999 tarihinde Türkmenistan Bakanlar Kurulu‟nun Tarih Enstitüsü‟nde gerçekleĢtirilen toplantısında yaptığı konuĢmada, devlet baĢkanı Türkmenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra ilk olarak iki Ģeyi gerçekleĢtirmek gerekti, diye belirtti. Bunların birincisi, ekonomiyi, mülkiyetçiliğin tipini değiĢtirmek, ikincisi ise siyasî değiĢimleri gerçekleĢtirmektir. Kendisi de bunların ikisini aynı anda çözmeye giriĢti. Belirtilen değiĢimleri gerçekleĢtirmek için on yıllık bir geçiĢ dönemi ilan edildi. Devlet BaĢkanı Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı, toplumun vaziyetini derinlemesine inceleyip önemli bir netice çıkardı: “ġimdi sosyal hayatın değiĢmesi için on yıl da az”. Devlet BaĢkanı, bu durumu dikkate alarak geçiĢ devri için ikinci on bir yıllık süreyi ilan edeceğini söyledi.26 Bu düĢünceler, Devlet BaĢkanı‟nın 26 Nisan 2000 tarihinde “Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın toplum hakkındaki talimatı” adıyla düzenlenen ilmî sempozyumda yaptığı konuĢmada açıklandı. Türkmenistan Devlet BaĢkanı bu konuĢmada Ģöyle dedi: “On yıllık kalkınma” planının hem siyasî hem de iktisadî yönleri vardı. Allah‟a Ģükür biz onu hayata geçirdik. Ama hayat bizim planlarımıza ters

1176

düĢtü. Biz bir toplum yapısından baĢka bir toplum yapısına geçmek için on yılın yeterli olmadığını anladık. Biz henüz, sosyalizm devrinden tam olarak kurtulamadık. GeçmiĢin zararlı kalıntıları siyasete, ekonomiye, kültüre, sanata… etki etmeye devam ediyor, ülkemizdeki değiĢime zarar veriyor. Bunun için bu durumu dikkate almamak olmaz. Ġnsanların kafalarındaki bütün gereksiz Ģeylerden arınması için, halkın bütün sınıflarının yeni fikirler üretmeleri, devlet baĢkanlarının insancıl ve hukuk toplumu kurmak için bütün kalpleriyle çalıĢmanın zorunlu olduğunu düĢünmeleri için birkaç yıl geçmesi gerekir”. Bütün bunlar hakkındaki konuĢmanın 1999 yılının Aralık ayında Halk Meclisi‟nin toplantısında on bir yıllık maksatname ilan edildiğinde yapıldığını hatırlatıp, Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı, genellikle geçiĢ devri 20 yıl sürer. Bu, Türkmenistan‟ın tamamen değiĢmesi için yeterli süredir. 20 yılda Türkmenistan halkının bütün nesli yeni hazırlanmıĢ olarak uyum sağlarlar, kendileri özgür ülkenin özgür halkı olarak görürler. Gerçekten bu toplum altın çağın toplumu olur, diye belirtmiĢtir.27 Bilim GeçiĢ devrinde insanların bilinçlerinde ve dünya görüĢlerindeki olumlu değiĢimlerin, onların ahlak ve akıl mantık derecelerinin olgunlaĢtırılmasında çok büyük öneme sahip olması sebebiyle, bağımsız ve tarafsız Türkmenistan‟da bilimi geliĢtirme konusunda bu büyük amaca yöneltilen iĢler yapılmaktadır. Bilim-teknik

alanında

köklü

değiĢimler

yapılmaktadır;

bu,

bilimin

idare

edilmesinin

mükemmelleĢtirilmesini, ilmî idarelerin iĢinin ülkemizi sosyal ve ekonomik yönden geliĢtirmek konusunda ortaya çıkan önemli meseleleri çözmeye yönlendirilmesini dikkate almaktadır. Bu amaçla önceki Türkmenistan‟ın Ġlimler Akademisi değiĢtirilerek bilim ve teknik konusunda Yüksek Ģûrâ kuruldu, buna kendisi büyük âlim ve akademisyen olan ünlü devlet adamı Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı baĢkanlık etmektedir. Devlet BaĢkanı‟nın bilim ve teknik siyasetinin asıl amacı bilimi üretimin taleplerine yaklaĢtırmaktır.

Gerçekte

bütün

ilmî

idareler

kendilerinin

ilmî

araĢtırmalarının

sonuçlarını

değerlendiren dalın ayrılmaz parçası oldular. Ülkemizin ilmî gücünün pek çok dalını kendinde toplayan yüksek okullarda yapılan ilmî iĢlere büyük önem verilmeye baĢlandı. Bağımsızlık yıllarında Türkmenistan Devlet BaĢkanı‟nın kararı ile birçok ilmî idare kuruldu. Yukarıda adı geçen Millî Elyazmalar Enstitüsü‟nden baĢka 1999 yılında ilaç malzemeleri ilmî araĢtırma merkezi kuruldu. Bunun görevi, halkı kendi toprağımızda yetiĢen bitki ve baĢka hammaddelerden

hazırlanan

ilaçlarla

tedavi

etmektir.

Bu enstitü,

köklü

ilmî araĢtırmalar

gerçekleĢtirmekte; bitki ve minerallerden hazırlanan taze ilaç malzemelerinin, bu arada halk hekimliğinde kullanılan ilaç malzemelerinin iĢlenip hazırlanarak onların ilaç malzemeleri üretiminde ve tıp alanında kullanılmasını sağlamaktadır. Türkmenistan‟ın bilim ve teknik imkânlarını geliĢtirmek için devlet tarafından destek verilmesi yoluyla yavaĢ yavaĢ pazar ekonomisine geçilmesi, bilim ve teknik iĢlerini idare etmenin ekonomik

1177

usûlleri toptan, ekonomideki yenileĢmeyle birlikte hayata geçirilmektedir. Bilimde en temel vazife, iktisadî değiĢimlerde ve sosyal hayattaki meseleleri çözmekte bilimin tuttuğu yeri arttırmak; bilimin, tekniğin ve üretimin birbirine yaklaĢmasını arttırmaktır. Bu ise genel bilim ile yüksek okulların biliminin imkânlarını birbirine yaklaĢtırmayı, birleĢtirmeyi talep etmektedir. Bilimin yapısının mükemmelleĢtirilmesi, bütün bakanlıkların ve idarelerin çabalarının bilim idareleri ile birleĢtirilmesi, yeni teknolojileri ve çalıĢılıp hazırlanan ilmî çözümleri üretime yansıtan özel ilmî idarelerin kurulması bilimin üretimle çok yakın iliĢki kurmasına imkân verdi. Bilim ve teknik siyasetini hayata geçiren devlet sistemi bilim ve teknik konusunda Türkmenistan devlet baĢkanlığında bulunan “Yüce ġûrâ”dır. Bu, 1993 yılında kuruldu. Bu Yüce ġûrâ‟nın asıl görevleri bilimin, tekniğin ve teknolojinin öne çıkan yönlerini belirlemek ve onların geliĢme düzeylerini önceden tespit etmek; önemli sosyo-ekonomik imkânları hayata geçirmek için ilmî imkânları, maddî araçları ve ülkemiz için ileri sürülen ilmî görevleri belirlemek; bilim ve tekniğin hedeflerini birleĢtirmek ve Türkmenistan devlet baĢkanlığındaki yabancı ülke yatırımları hakkındaki devletle birlikte sermaye koyma hedeflerini ve taslaklarını gözden geçirmektir. Ülkemizde çok sayıda sosyal yönlü bilim kuruluĢları çalıĢmaktadır. eĢitli enstitüler tarımı ve tabiatı korumak, jeoloji ve sismoloji, petrol arayıp bulmak ve yeniden iĢlemek, kimya ve sürekli değiĢen enerji kaynakları hakkında araĢtırma iĢlerini yapmaktadırlar. Yüksek okulların ilmî terkibine Magtumkulı adlı Türkmen Devlet Üniversitesi‟ndeki fizikmatematik bilimi üzerine kurulmuĢ olan merkez ve S. A. Nıyazov adlı Türkmen Tarım Üniversitesi‟nin laboratuarı girmektedir. Bağımsızlık yıllarında sosyal bilimler hakkında Türkmen halkının zengin medenî mirasını ilmî açıdan derinliğine öğrenmek, dil, edebiyat ve elyazması kaynakları arayıp bulmak, tertip etmek, nasihat etmek, Türkmen halkının gerçek tarihî geçmiĢini öğrenmek ve ileri sürülen meseleleri tespit ederek bilimle yakınlaĢtırmak yönünde önemli iĢler yapıldı. Sosyal bilimlerin kazandığı asıl baĢarılar arasında, milletin önderi Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın Türkmen tarihini öğrenmek, dil ve edebiyat hakkındaki talimatlarını hayata geçirmek için yapılan iĢler büyük önem taĢımaktadır. Son zamanlarda sürekli değiĢen enerji kaynaklarından faydalanmak konusunda meyve, sebze ve inĢaat malzemeleri üretmek, tuzluluk derecesi çeĢitli olan suyu tatlılaĢtırmak, suyu yükseğe çıkarmak ve süzülerek aĢağı akıtmak için yeni teknolojiler hazırlanıp kuruldu; küçük su bitkilerinin biyolojik terkibini geliĢtirip yetiĢtirmek için rüzgâr gücüyle hareket eden alet yapıldı. Sismoloji Enstitüsü‟nde sismik yönden bölgelere ayrılan yeni millî harita hazırlandı, Türkmenistan‟daki güçlü yer sarsıntılarını önceden tespit etmek için ilmî temel hazırlandı. “Türkmennebit” devlet konsorsiyumunda bağlı “BalkanNıPınebit” Enstitüsü‟nde Türkmenistan‟ın bağımsızlık

devrinde

Türkmen

kıyılarında

Pliosen

çökeltilerindeki

ve

Türkmenistan‟ın

güneybatısındaki yeni Mezozoik çökeltiler grubundaki çok büyük ve ender rastlanan petrol ve gaz yataklarını açmak için ilmî yönden önceden tahmin etme onları temellendirme iĢi tamamlandı. Bu iĢler

1178

ve teorik ilmî araĢtırmalar petrol sanayiini geliĢtirmek için dünyanın meĢhur petrol Ģirketleri olan “Mobil” (ABD), “Petronas arigali” (Malezya), “Monumet” (Ġngiltere) ve diğer Ģirketlerin büyük miktardaki yatırımlarını çekmeye yardım etti. Böylece yakın gelecekte çıkarılan petrolün birkaç kat arttırılması mümkün görünmektedir. Körpece ocağındaki petrol ve gaz yataklarını iĢleyip hazırlama, bayındırlaĢtırma ve kullanıma sunma konusundaki teknolojik taslaklar tamamlandı. 1997 yılında “BalkanNıPınebit” enstitüsüne Madrid Ģehrinde uluslararası yöneticilerin bulunduğu toplantıda “Altın Yıldız” ödülünün verilmesi petrol ve gaz için bilimin ve tekniğin imkânlarının ne kadar yüksek derecede kullanıldığının kabul edilmesi oldu. Tarımda bitki ve hayvan tohumu konusunda belli bir seviyede iĢ yapıldı. S. A. Nıyazov adlı Türkmen tarım üniversitesinde Mäne tohumundan olan astragan koyunlarının verimlilik yönlerini geliĢtirmek için ilmî araĢtırmalar yapıldı. Pamukçuluk Enstitüsü‟nün tohumcuları daha kaliteli olan ince lifli pamuk türü üretmeye imkân veren sonuç aldılar. 1998 yılında birinci çeĢit lifli “Yolöten-16” türü devlet kontrolüne verildi. Bu enstitünün modernliği uluslararası bilim organizasyonları içinde önemli bir yer kazanmıĢtır. Bununla birlikte, bağımsızlık yıllarında Türkmenistan‟ın bilim ve teknik yolunda bilimi geliĢtirme iĢinin ilerletilmesinde ve ilmî idarelerin yurdumuzu sosyo-ekonomik yönden geliĢtirmesinde ortaya çıkan

meselelerin gerçekleĢtirildi.28

çözümünü

engelleyen

durumları

düzeltmeye

yönelik

önemli

değiĢimler

Günümüzde bilim, insanlığın geliĢmesi için gerekli olan Ģartlar arasında ilk sıraları almaktadır. Bu, insanlığın endüstri döneminden sonraki döneme geçmesiyle ilgilidir. Bu dönemi ise bazı düĢünürler bilgi toplumu Ģeklinde nitelemektedirler. Türkmenistan Devlet BaĢkanı, bu durumu dikkate alarak bilimi geliĢtirmek meselesine özel bir önem vermektedir. 3 Mayıs 1993 tarihinde devlet baĢkanı yeni bilim siyasetini ilan etti. Bunun esas amacı, Türkmenistan‟ı bilim sahasında dünyanın geliĢmiĢ ülkelerinin seviyesine yükseltmektir. Ülkemizin bilim siyaseti, halkın eğitim ve kültür seviyesini yükseltmeyi, gençlerin eğitim alma tarzını geliĢtirmeyi ve halkın geleneklerini geliĢtirmeyi dikkate almaktadır. Yeni bilim siyasetini hayata geçirmek, devlet için üç önemli meseleyi çözmeye yönelmektedir: Millî kalkınıĢın amaçlarına uygun olarak bilim sistemini değiĢtirmek, bilim topluluğunun pazar iliĢkilerine uygun hâle gelmesi, pazar iliĢkilerine geçiĢ Ģartlarında bilim sistemini korumak. Bütün bunlar için orta ve yüksek okulların derslerine göre hedeflerin çoğu yenilendi, yeni okul kitapları yazılmakta ve neĢredilmektedir. Ortaokullarda verilen bilginin içeriğinin yenilenmesi ve eğitimde yeni Türkmen alfabesine geçilmesi aynı zamana denk geldi. Eğitimin amaçlarının ve verilen bilginin içeriğinin yenilenmesi iĢi devam etmektedir. Okullar dersleri bilgisayar destekli olarak vermeye baĢlamıĢtır. Ortaöğretimi değiĢtirmek, esasen öğrencilerin zekâsını, mantığını göz önüne almaktadır, ayrı ayrı dersleri ya da derslerin tamamını derinlemesine öğreten ve uzmanlaĢtıran okullar ve sınıflar, zekî

1179

çocukların okullarıyla birlikte Türkmen-Türk okulları açılmaktadır, bunlara öğrenciler sınavla seçilerek alınmaktadır. Orta ve yüksek meslek eğitimi, ülkenin belli mesleklere göre kalifiye iĢçilere olan talepleri karĢılayacak biçimde geliĢtirilmektedir. Ders içerikleri ve amaçları üretimin taleplerine cevap vermek için geleceğin iĢçilerinin pratik hazırlığını arttırmaya yöneltilmiĢtir. * * * Günümüzün meĢhur siyasetçisi ve devlet adamı, dünya Türkmenlerinin serdarı, bağımsız ve tarafsız Türkmenistan‟ın ilk ve ömürlük Devlet BaĢkanı Saparmırat Atayeviç Nıyazov-TürkmenbaĢı kendi halkını altın çağa taĢıdı. Türkmenistan‟ın bağımsızlığını alıveren bu büyük insan on yıl içinde kendi kurduğu sükûnet, mutluluk, barıĢ ve dostluğun hüküm sürdüğü ülkesinde halkın durumunu mükemmel derecede yükseltti. Devlet BaĢkanı, özgür ülkeyi geliĢip büyümeye götürmektedir. Büyük Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın, halkın sevgili baĢkanının önderliğinde, kadim Türkmen toprağında insancıl ve gerçek adaletten yana bir toplumun kurulacağı Ģüphesizdir.

1 Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın Türkmenistan YaĢlılar Meclisi, Halk Meclisi ve Umummillî KalkınıĢ Hareketi‟nin birlikte yapılan 10. toplantısında (18 ġubat 2001) yaptığı konuĢması. “Türkmenistan”, 14 Nisan 2001. 2 Saparmırat Nıyazov. GaraĢsızlık. Demokratiya. Abadançılık. I Kitap. AĢkabat, 1994, s. 327. 3 Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmırat TürkmenbaĢı‟nın Türkmenistan YaĢlılar Meclisi, Halk Meclisi ve Umummillî KalkınıĢ Hareketi‟nin birlikte yapılan 9. toplantısında yaptığı konuĢması. (27-29 Aralık 1999). “Türkmenistan”, 27 Ocak 2000. 4 Tarıhın sapakları hakda ve dövrün önde goyyan meseleleri hakda. (“Mekan köĢki”, 1 Eylül 1994); Saparmırat Nıyazov. Millî, Ruhî ve Ġkdisadî GalkınıĢ. III kitap. AĢkabat, 1995. s. 249. 5 Saparmırat Nıyazov. GaraĢsızlık. Demokratiya. Abadançılık. II Kitap. AĢkabat, 1994, s. 5. 6 Saparmırat Nıyazov. Millî, Ruhî ve Ġkdisadî GalkınıĢ. III kitap. AĢkabat, 1994. s. 254. 7 Demokratiya ve Hukuk Jurnalı. 2001, No 1, s. 9-10. 8 Saparmırat Nıyazov. GaraĢsızlık. Demokratiya. Abadançılık. I Kitap. AĢkabat, 1994, s. 359. 9 Aynı yerde, s. 371. 10

Aynı yerde, s. 12.

11

Demokratiya ve Hukuk Jurnalı. 2001, No 1, s. 11-12.

12

Aynı yerde, s. 10.

13

Saparmırat Nıyazov. GaraĢsızlık. Demokratiya. Abadançılık. I Kitap. AĢkabat, 1994,

s. 15.

1180

14

Aynı yerde, s. 16.

15

Türkmenistan: GaraĢsız ÖsüĢin Sekiz Yılı. AĢkabat, 1999. s. 70-72.

16

Aynı yerde, s. 73.

17

Demokratiya ve Hukuk Jurnalı. 2001, No 2, s. 132.

18

“Türkmenistan”, 16 Aralık 2001.

19

GeðeĢ: öğüt, tavsiye, akıl, akıl danıĢma.

20

Saparmırat Nıyazov. Millî, Ruhî ve Ġkdisadî GalkınıĢ. 3. kitap. AĢkabat, 1994. s. 15.

21

Türkmenistan: GaraĢsız ÖsüĢin Sekiz Yılı. AĢkabat, 1999. s. 56.

22

“Türkmenistan”, 5 Mayıs 2001.

23

Skripka: kemana benzeyen bir müzik aleti.

24

Saparmırat Nıyazov. GaraĢsızlık. Demokratiya. Abadançılık. I. Kitap. AĢkabat, 1994,

s. 18-24. 25

Saparmırat TürkmenbaĢı. Ruhnama. AĢkabat, 2001.

26

“Türkmenistan”, 15 Mayıs 2001.

27

Türkmenistan: GaraĢsız ÖsüĢin Sekiz Yılı. AĢkabat, 1999. s. 188-192.

28

Aynı yerde, s. 193-195.

1181

Türkmenistan Cumhuriyeti / Mehmet Seyfettin Erol [s.738-756] Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM) Türkistan AraĢtırmaları Masası / Türkiye A.

Genel Bilgiler

1. Coğrafya Atalar Diyarımız” olarak da bilinen Türkmenistan, Orta Asya‟nın güneyinde, Hazar Denizi‟nin doğusunda, yüzölçümü Belçika, Hollanda, Danimarka, Portekiz, Ġsviçre, Avusturya ve Yunanistan‟ın toplam yüzölçümlerinden daha fazla (488.100 km2) olan bir Orta Asya ülkesidir. Ülkemiz ile hemen hemen aynı enlemler arasında yer alan Türkmenistan, topoğrafik olarak daha çukur bir arazi yapısı üzerinde bulunmaktadır. Ġran ile arasında sınır oluĢturan ve en yüksek noktası 2942 metreye ulaĢan Kopet dağları dıĢında, ülkenin %95‟lik kısmında arazi düzdür ve denizden yükseklik 150-300 m arasındadır. Ülkenin 4/5‟ünü Karakum ölü (350.000km2) kapladığından nüfusu buna nispetle az olup, yaklaĢık olarak 5 milyon civarındadır. Ülke genel itibariyle kırsal bir yapıya sahiptir. Türkmen olmayanların çoğunun Ģehirde yaĢamasına rağmen, nüfusun %55‟i kırsal kesimde yaĢamaktadır.1 Türkmenistan ikliminin genel karakterini okyanuslara uzaklığı ve etrafının yüksek dağlarla çevrilmiĢ olması belirlemektedir. Sonuçta meteorolojik hareketlerin hem günlük, hem yıllık büyük değiĢmeler gösterdiği tipik bir karasal iklim özelliği göstermektedir.2 Ülkede, yarı tropik çöl (Subtropikal öl) iklimi görülmekte olup, genellikle yazları kuru ve sıcaktır, gece ile gündüz arasında büyük hararet farklılığı görülmektedir. Türkmenistan çok az yağıĢ almakta olup ilkbahardaki yağıĢlarda kuzeybatı 80 mm, çöle yakın bölgeler 100-150 mm, güneybatıdaki yaylalar 200-300 mm yağıĢ alırlar. Yıllık ortalama sıcaklıklar ülkenin kuzeyinde 11-3 oC, güneyinde 15-8 oC dolayındadır. Yılın en soğuk ayı Ocak ayıdır ve ortalama 3-5 oC dolayındadır. En sıcak ayı ise Temmuz ayıdır ve çok yerde 30 oC‟nin üstüne çıkmaktadır. Mart ayına kadar don olayları görülmektedir. Don olmayan süre kuzeyde 200-230 gün, güneyde ise 280-310 gün arasında değiĢmektedir.3 Türkmenistan; Kazakistan (379 km.), Özbekistan (1.621 km.), Ġran (744 km.), Afganistan (3,736 km.) ve Hazar Denizi (1,768 km.) ile sınırdaĢtır. Ülkedeki nehirlerin sayısı ülkenin coğrafi yapısı dolayısıyla oldukça azdır. Türkmenistan‟ın doğusundan bir kısmı geçen ve ülkenin yegane su kaynağı olan Amu Derya, Hazar Denizi‟ne dökülen Atrek ile Karakum ölü‟nde kaybolan Tecen ve Murgap ise bölgenin önemli nehirleridir.4 Ayrıca ülke çöl ve vaha olan iki bölgeden ibarettir. Kopet, Murgab, Orta Ceyhun ve AĢağı Ceyhun baĢlıca vahalarıdır. Bu vahalar Hazar Denizi‟nin iç halini alan Karaboğan Gölü ve civarında uzanan Turan Ovası ve Amu-Derya kıyılarında yer alır. Ayrıca buralarda Karapul, Bacur ve Balkan yaylaları bulunur. BaĢlıca tarımsal üretim bölgesi olan bu sahada tarımsal üretime paralel olarak sanayi de geliĢmiĢtir.5 Toprağın ve suyun, tarımsal kimyasallar, böcek zehirleri tarafından kirlenmesi, tuzlanma, kötü sulama yöntemleri dolayısıyla torağın aĢırı sulanması, Hazar Denizi‟nin kirlenmesi, Amu Derya nehrinin

sulamada

fazla

kullanılmasından

dolayı

Aral

Gölü‟nün

kuruması

ve

çölleĢmesi

Türkmenistan‟ın Stalin rejiminde baĢlatılan ve Brejnev döneminde de devam ettirilen bölgedeki pamuk

1182

ve pirinç üretimi uygulaması bölgenin doğal dengesini değiĢtirmiĢ, Amu-Derya‟nın kurumasına yol açmıĢ ve sonuçta ülkedeki hastalık oranı 20 kat artmıĢtır.6 Orta Asya‟da yaĢanan çevre sorunları içinde özellikle Hazar Denizi ve DaĢhavuz Bölgesi merkezli olarak Türkmenistan‟ın ayrı bir yeri bulunmaktadır. Sözü edilen sorunun ikincisi daha çok Aral Gölü ile ilgilidir ve Aral felaketinin önemli bir parçasını oluĢturmaktadır. Hazar Denizi ve Aral Gölü hem Türkmenistan‟ın yerel bir sorunu hem de neredeyse bütün Orta Asya ülkelerini ilgilendirdiği için bölgesel bir sorundur. Özellikle Hazar Denizi ve Aral Gölü ile bağlantılı olarak DaĢhavuz Bölgesinin karĢı karĢıya bulunduğu çevresel felaket, dikkat çekici ve tehlikeli boyutlara ulaĢmıĢ bulunmaktadır. Bunu, “Türkmenistan‟da çevre sorunları ile ilgili yayınların büyük bir bölümünün anahtar sözcük olarak, Hazar Denizi ve Aral Gölü‟nü içermelerinden de anlamak mümkündür.” Ancak, sorun bugün sonuçlar bağlamında Türkmenistan‟ı aĢmıĢ ve Orta Asya‟nın bölgesel bir sorunu haline gelmiĢtir. 2. İdari Yapı Türkmenistan idari yapı bakımından beĢ vilayete bölünmüĢtür: 7 1. Ahal Vilayeti (merkezi AĢkabat-543,300) 98 bin m2 ve 699,700 kiĢilik nüfusa sahiptir. 2. Balkan Vilayeti (merkezi Nebitdağ-87,600) 139 bin km2 ve 386,800 kiĢilik nüfusa sahiptir. 3. DaĢoğuz Vilayeti (merkezi DaĢoğuz-150,900) 73 bin km2 1,001,900 kiĢilik nüfusa sahiptir. 4. Lebap Vilayeti (merkezi arçov-185,500) 94 bin km2 ve 971,200 kiĢilik nüfusa sahiptir. 5. Mari Vilayeti (merkezi Mari-101,200) 84 bin km2 ve 1,078,700 kiĢilik nüfusa sahiptir. Bu vilayetleri CumhurbaĢkanı tarafından atanan Hakim‟ler (hem valinin hem de belediye baĢkanının yetki ve sorumluluklarına sahip) yönetmektedir. AĢkabat Ģehri Ahal vilayetinden ayrı olarak yönetilir. ġehir Hakimleri (valileri) de CumhurbaĢkanı tarafından atanır. Vilayetler kendi içlerinde Ģehir, kasaba ve köylere bölünürler. Türkmenistan 14 Ģehir ve 21 rayona bölünmüĢtür.8 Önemli kentleri arasında baĢlıcaları AĢkabat, Mari (Merv), TürkmenbaĢı (Krosnovodsk), DaĢoğuz, Carcev (Türkmenabat), Nebitdağ, Köhne Ürgenç ve Kerki‟dir. Ahal vilayeti sınırları içerisinde yer alan AĢkabat Ģehri yaklaĢık 600 bin nüfusuyla ülkenin en kalabalık Ģehri olup, aynı zamanda baĢkenttir. 3. Demografi Yüzde 81‟lik Türkmen nüfus oranı ile (bkz. Tablo 1), BDT içinde en fazla yerli nüfusa sahip olan Türkmenistan‟ın nüfusu 1989‟dan itibaren süratle büyümektedir. 1995‟de yapılan nüfus sayımına göre ülke nüfusu 4.483.000 olup, nüfus artıĢ oranı yaklaĢık olarak %1.87 (1999 yılı, tahmini) civarındadır. 1989-1995 yılları arasındaki yükseliĢin 2/3‟lük bölümünün doğal yollardan, geri kalan kısmının ise daha önce diğer cumhuriyetlere yerleĢmiĢ etnik Türkmenler‟den kaynaklandığı gözlemlenmiĢtir. 1998‟deki km2‟ye düĢen nüfus yoğunluğu 9.7 kiĢiye karĢılık gelmektedir. Türkmenistan‟ın düĢük nüfus yoğunluğu ülkenin büyük bir bölümünün çölle kaplı olmasından kaynaklanmaktadır. ok uluslu etnik

1183

bir yapıya sahip olan Türkmenistan‟da 120‟nin üzerinde etnik grup bulunmakta olup (bkz. Tablo 1), ġubat 1999 tarihi itibariyle ülke nüfusu yaklaĢık 5 milyon civarındadır.9 Tablo 1: Türkmenistan‟daki Nüfusun Etnik Dağılımı (%, 1999) Millet

(%)

Toplam

100

Türkmen

81

Özbek

9

Rus

3

Kazak

2

Tatar

2

Azeri

0,9

Ermeni

0,9

Alman

0,1

Diğerleri

2,1

Kaynak: Mehmet S. Erol, Saule Baycaun, “Türkmenistan Cumhuriyeti Ülke Raporu”, Avrasya Dosyası, Türkmenistan Özel, C. VII, (2), Yaz 2001, s. 8. 1999 yılı tahmini rakamlarıyla ülkedeki doğum oranı Ģu Ģekildedir: 28.88/1,000; ölüm oranı: 9.04 ölüm/1,000 nüfus; ve net göç oranı ise -1.35 göçmen/1,000‟dir. Bebek ölüm oranı ise, %3.3‟dür.10 Ortalama yaĢ erkeklerde 57, kadınlarda 65‟dir. Nüfusun yaĢ gruplarına göre dağılımı ise, 0-14 yaĢ arası %38 (erkek 887,088, kadın 850,384); 15- 64 yaĢ arası, %58 (erkek 1,277,176, kadın 1,321,465); 65 ve üstü, %4 (erkek 69,383, kadın 112,772). Cinsiyet Göre Dağılım: doğumda, 1.05 Erkek (E)/Kız (K); 15 yaĢ altında, 0.96 K/E; 15-64 yaĢ arası, 1.03 K/E; 65 yaĢ ve üstü: 1.63 K/E‟dir. Göçler sebebiyle nüfus içindeki payları hemen-hemen yarıya düĢen Rusların çoğunluğu baĢkent AĢkabat‟ta ve diğer büyük Ģehirlerde oturmaktadırlar. Ülkedeki baĢlıca dinlerin dağılımı ise Ģu Ģekildedir: Müslüman %89, Doğu Ortodoks Kilisesi Mensubu Hıristiyanlar %9, bilinmeyen %2. KonuĢulan diller ise, Türkmence (%72), Rusça (%12), Özbekçe (%9), diğer (%7). Resmi Dil, Türkmence‟dir.11 4. Eğitim, Kültür ve Bilim Türkmenistan‟daki okul sayısı, ülkede eğitime verilen önemi açıkca ortaya koymaktadır. 1925‟te Türkmen Yamut dili edebi dil olarak kabul edilmiĢtir. Resmi dil Türkmence‟dir (24 Mayıs 1990‟da kabul edildi). Ülkede okuma yazma oranı %98‟dir (Erkekler %99, Kadınlar %97).

1184

Türkmenistan okur yazarlık açısından istatistiklere göre çok yüksek bir orana sahip olmasına rağmen kalifiye iĢgücü açısından ise bu oran çok düĢüktür.12 Bunun sebebi ülkenin gerek idari gerekse teknik alandaki ihtiyacının eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde merkez tarafından genellikle ülke dıĢından ve ya ülke içerisine yerleĢtirilen Ruslar tarafından karĢılanmasıydı. 1990 istatistiklerine göre, 1600 kütüphane (16 milyon 900 bin kitaplı), 1.400 kulüp, 27 müze ve 9 tiyatro vardır. Ülkede her yıl 7.6 milyon kitap basılmaktadır (4.5 milyonu Türkmencedir). Ayrıca, 33 dergi, 72 gazete yayınlanmaktadır.Dergilerin sirkülasyonu 12 milyon 800 bin, gazetelerin ki ise, 212 milyondur. Ülkedeki baĢlıca bilimsel çalıĢmalar, Türkmenistan Bilimler Akademisi enstitülerinde gerçekleĢtirilmektedir. Bu çalıĢmalar özellikle, jeofizik, jeoloji, hidroloji ve petro kimya alanlarındadır. Dünyadaki iki “öl Enstitüsü”nden birisi buradadır. Ülkedeki baĢlıca üniversite ve enstitüler Ģu Ģekildedir: Mahdumkulu Türkmenistan Devlet Üniversitesi, Halkara (Uluslararası) Türkmen-Türk Üniversitesi, Türkmenistan Politeknik Üniversitesi, Türkmenistan Tıp Enstitüsü, Azadi Türkmenistan Milli Dünya Diller Enstitüsü, Türkmenistan Milli Spor ve Turizm Enstitüsü, Türkmenistan Devlet Kültür Enstitüsü, Türkmenistan Milli Konservatuarı, Türkmenistan Halk Ekonomisi Enstitüsü, Türkmenistan Savunma Bakanlığı Askeri Enstitüsü, Türkmenistan Devlet UlaĢtırma ve ĠletiĢim Enstitüsü, Türkmenistan CumhurbaĢkanı General Saparmurat Niyazov Milis Yüksek Okulu, Türkmenistan Devlet Enerji Enstitüsü (Yüksek Teknik Koleji) Seydi Türkmenistan Devlet Pedagoji Enstitüsü. Buralarda okuyan öğrenci sayısı 39 bindir.13 Ülkedeki baĢlıca “Ulusal” ve “Dini” bayramlar ise Ģu Ģekildedir: 1 Ocak: YılbaĢı tatili, 12 Ocak: ġehitleri ve Ataları Anma Günü, 19 ġubat: Bayrak Bayramı (Aynı zamanda Türkmenistan Devlet BaĢkanı Sayın Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın doğum günüdür.), 8 Mart: Kadınlar Günü,21 Mart: Nevruz Bayramı, 9 Mayıs: Askerler Bayramı, Zafer Bayramı, 18 Mayıs: Anayasa Günü (Kalkınma ve Birlik Günü), 6 Ekim: AĢkabat Depreminde Ölenleri Anma Günü, 27-28 Ekim: Bağımsızlık Bayramı, 12 Aralık: Tarafsızlık Bayramı. Dini bayramlar Ġslami takvim itibariyle uygulanmaktadır. 14 B. Tarih Türkmen tarihinden bahsederken, öncelikle Türkmenlerin bugün üzerinde yaĢadıkları Türkmenistan‟ın tarihinden söz etmek doğru olacaktır. Arkeolojik kazılar, bugünkü Türkmenistan‟da 300 bin yıl önce insanların yaĢadığını ortaya koymaktadır. Türkmenistan‟da bugün yaĢamakta olan Türkmenler esas itibariyle 9‟uncu yüzyılda Salır-Kınık, Yazır ve Kayı-Bayat boylarından birleĢen Oğuzlardan gelmekle beraber, Türkmen medeniyetinin oluĢmasında, bu topraklarda hüküm sürmüĢ olan Massagetler, Dahlar, Partlar, Alanlar, Sakalar ve Hazarlar gibi bir çok kültür ve halkın etkisinin olduğu kabul edilmektedir. Nitekim, bugünkü Türkmen kültüründe binlerce yıldan bu yana süzülerek gelen rengarenk kültür değerleri bulunmaktadır.15 Türkmen etnik adının 5‟inci yüzyıldan itibaren kullanıla geldiği ancak, halk olarak bu adın kullanılmasının 10 ve 11‟inci yüzyıllarda baĢladığı çeĢitli kaynaklarda geçmektedir. Türkmen sözünün anlamı için çeĢitli yorumlar yapılmaktadır. Avrupalı tarihçiler Türkmen adını “Saf kanlı Türk” olarak nitelendirirken, Türkiyeli tarihçiler “Özen Türk” yani “Türk halklarının kökü” diye değerlendirmektedir.

1185

Ġslami kaynaklara göre ise, gayrimüslim Oğuz kabileleri, Müslüman Oğuz kabilelerince “Türkmen” olarak adlandırılmıĢtır.16 Ġslamiyet‟i kabul ederek “Türkmen” adıyla anılan oğuz boyları üzerindeki Oğuz Yabgusu‟nun tahakkümü üzerine Selçuk Bey Ġslamiyete giren Oğuz boylarının liderliğini ele alarak, bu boyları Yabgu‟ya karĢı organize etmiĢ ve korumuĢtur. Selçuk Bey ile Oğuz Yabgusu arasındaki bu mücadele sonunda Selçuk Bey‟in kontrolü altındaki Türkmen boyları batıya doğru göç etmiĢlerdir. Bugünkü Ġran topraklarının kuzey doğu kesimindeki Horasan bölgesi ile Hazar Denizi‟nin güney kıyıları arasında yerleĢen Selçuk Bey yönetimindeki Türkmenler, bu göç ve yerleĢim esnasında diğer Türkmen boylarından olan Kıpçaklar ve Peçenekler ile mücadele etmek zorunda kalmıĢlardır. Karahanlılar‟la çatıĢmıĢ ve Gazneliler‟in ordusunu 1040 yılında Dandanakan‟da yenip Selçuklu Devleti‟ni kurmuĢ ve hakimiyetini Azerbaycan ve Anadoluya kadar geniĢletmiĢlerdir. 1040 Dandanakan SavaĢı‟ndan sonra Türkmenler, Tuğrul ve ağrı kardeĢlerin liderliğinde Büyük Selçuklu Devleti‟ni kuran Türkmenlerin bir kısmı Atavatan Türkmenistan‟da, bir diğer kısmı da Anavatan Türkiye‟ye yani Anadolu‟ya gelmiĢ ve yerleĢmiĢlerdir. Selçuklu hükümdarları ata vatanları ile ilgilenemeyince bazı Türkmen kabileleri Sultan Sencer‟e karĢı ayaklanmıĢlardır. Bu ayaklanmadan sonra, Moğol akınları Türkmenistan ve Anadolu‟daki Türkmenlerin akıbetini değiĢtirmiĢtir. Diğer taraftan, Anadolu Selçuklu Devleti‟ni kuran Selçuk Bey‟in oğullarından birisi olan Arslan Yabgu‟nun nesli, Avrasya‟nın ve Ġslam aleminin kaderini etkilemiĢ üç yüz yıla yakın bir süre Selçuklu çatısı altında barındırılan Anadolu Türkmen boyları, bir baĢka Türkmen boyu olan Kayı boyunun önderi Osman Bey tarafından kurulan Osmanlı Devleti‟ne adeta miras bırakılmıĢtır. Maveraünnehir ve Horosan‟daki Türkmenler, ilk önce 17‟nci yüzyılın ikinci yarısından sonra Moğol olan Kalmuklar‟a karĢı savaĢmıĢlar ve yine uzun bir süre Ġran ve Hive‟ye karĢı mücadele etmiĢlerdir. Bu arada, Rusların Türkmenlerin yaĢadığı toprakları ele geçirmeye yönelik 1717‟deki ilk giriĢimi baĢarısızlıkla sonuçlanmıĢtır. Türkmenler 1835‟den itibaren Merv bölgesine doğru yayılmaya baĢlamıĢlardır. Oraz Han‟ın baĢkanlığında Tecend Derya kenarına Oraz Kalesi‟ni inĢa etmiĢlerdir. Türkmenler KuĢit Han‟ın önderliğinde Farsları (Ġran) yenilgiye uğratarak bağımsızlıklarını ilan etmiĢlerdir. 1869 yılında Rus istilası baĢlamıĢ ve 1884‟de Türkmen topraklarının tamamının istilasıyla sona ermiĢtir. 17 Bu istila sırasında 1873 Mayıs ayında Ruslar önce Hive Hanlığını ele geçirmiĢlerdir. 1879‟da Ruslar Göktepe‟ye hücuma geçmiĢler, fakat Nurverdi Han‟ın oğlu Berdi Murad‟ın gayretlerine Ruslar dayanamamıĢlar ve bozgun içerisinde geri çekilmiĢlerdir. Ruslar 1880‟de Genaral Skobelevi ordunun baĢına getirmiĢ ve Türkmen topraklarına girmiĢtir.18 Rusların 1891‟de oluĢturduğu Trans-Hazar yönetim birimi (Oblast‟ı) 1899‟da Türkistan Genel Valiliği‟ne bağlanmıĢtır. Rusya‟nın bu iĢgaline karĢı bütün Türkistan‟da olduğu gibi Türkmenistan‟da da ayaklanmalar olduysa da baĢarılı olunamamıĢ ve Kızıl Ordu 1920‟de Hive‟yi ve AĢgabatı ele geçirmiĢtir. 1924 yılında Türkmenler ile Özbekler birlikte hareket ettilerse de bir sonuç alınamamıĢ ve aynı yılın Ekimi‟nde Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuĢtur.19 Türkmenistan 1925 Mayısı‟nda da SSCB‟nin kurucu bir cumhuriyeti olmuĢtur.20

1186

7 Ocak 1990 tarihinde Türkmenistan‟da Parlamento Seçimleri yapılmıĢ, Mayıs 1990‟da Türkmen Türkçesi Cumhuriyetin resmi dili olarak kabul edilmiĢ, 27 Ekim 1990 tarihinde de Saparmurad Niyazov Devlet BaĢkanı seçilmiĢtir. 22 Haziran 1990 tarihinde egemenliğini, 27 Ekim 1991 tarihinde yapılan halk oylamasıyla da aynı gün bağımsızlığını ilan eden Türkmenistan‟ı ilk tanıyan ülke Türkiye olmuĢtur. Türkmenistan, BM Genel Kurulu tarafından da oybirliğiyle 27 Aralık 1995‟te tarafsız bir devlet olarak kabul edilmiĢtir. Türkmenistan‟ın devlet amblemi beyaz çizgilerle bölünmüĢ iç içe üç çemberden oluĢmuĢtur. Amblem dıĢardan beyazlarla aynı kalınlıkta mor bir çizgiyle çerçevelenmiĢtir. Ġlk mor daire yeĢil yaprakları olan beyaz pamuk kozaları ve altın rengi buğday baĢakları içermektedir. Bir hilal ve beĢ tane beĢ köĢeli yıldız dairenin üst kısmına yerleĢtirilmiĢtir. Ġkinci altın renkli daire beĢ temel halı motifi içermektedir. Amblemin merkezde bulunan üçüncü kırmızı ve mavi dairesinde beyaz Ahal-Teke atı vardır. Türkmenistan‟ın devlet bayrağı düz koyu yeĢil olup sol tarafında dikey bir Ģerit üzerinde beĢ temel halı motifi sıralanmıĢtır. YeĢil yüzeyin üst sol köĢesinde bir hilal ve beĢ köĢeli beĢ yıldız vardır. Devlet amblem ve bayrağı milli gelenekler temelinde olup, politik semboller açıkça karıĢtırılmıĢtır. BeĢ köĢeli yıldız evrenin beĢ anahtar elementini toprak, su, gaz, kristalleĢmiĢ ve plasmik elementlerini sembol eder. Yıldızların sayısı dünyadaki yaĢamın beĢ önemli unsurunu yani ıĢık, ses, koklama duygusu, dokunma duygusu ve denge duygusunun önemine iĢaret etmektedir. Hilal uzun yıllar öncesinden beri Türkmenlerin parlak bir gelecek için olan ümitlerine iĢaret eder. YeĢil rengi kırmızı gibi Türkmenlerin geleneksel olarak saygı duydukları bir renk olup, halı motifleri Türkmenlerin geleneksel, politik, sosyal, kültürel ve dini görüĢlerinin bir sembolüdür. Bu halı motifleri yukarıdan aĢağıya beĢ büyük kabileyi temsil etmektedir. Ahal-Teke atı Türkmenistan‟ın gururu olup, buğday baĢakları misafirleri ekmek ve tuz ile karĢılama geleneğini ima eder.21 C. Siyasi Yapı 1. İç Siyaset A. Siyasi Sistem Türkmenistan, demokratik ve laik hukuk devletidir. Devlet idaresi baĢkanlık hükümeti Ģeklindedir. 1992 Anayasası‟na göre iki ayrı parlamento vardır: Senato benzeri bir hüviyet arz eden “Halk Maslahatı”22 (bir kısmı halkoyuyla seçilen bir kısmı ise atanan 175 koltuğa sahiptir) ve Meclis (üyeleri halkoyuyla beĢ yıl için seçilen 50 koltuğa sahiptir) 18 Mayıs 1992 tarihinde Parlamento tarafından oy birliği ile kabul edilen yeni Türkmenistan Anayasası 21 Haziran 1992 tarihinde halkoyuna sunularak onaylanmıĢtır.23 Yeni Anayasa BaĢkanlık Sistemi‟ni öngörmekte ve CumhurbaĢkanı‟na çok büyük yetkiler tanımaktadır. CumhurbaĢkanı aynı zamanda Bakanlar Kurulu‟na da baĢkanlık etmektedir. CumhurbaĢkanı ileride Meclisin onayına sunmak koĢulu ile kanun yapmak hakkına da sahiptir. BaĢbakan Yardımcıları, Bakanlar, ġehir Hakimleri ve Yüksek Mahkeme, CumhurbaĢkanı tarafından atanmaktadır. CumhurbaĢkanı gerekli gördüğü hallerde Meclisi feshetme hakkına da sahiptir. Türkmenistan Komünist Partisi‟nin 1991 yılı Aralık ayı içerisinde yapılan 25.

1187

Kongresi‟nde parti teĢkilatının feshine, yerine Türkmenistan Demokratik Partisi‟nin kurulmasına, yeni partinin baĢına CumhurbaĢkanı TürkmenbaĢı‟nın getirilmesine karar verilmiĢtir. Eski SSCB içinde de siyasi açıdan en hareketsiz olan Türkmenistan daha az glasnost ve daha az prestroika‟ya sahip olan ve KP‟si bütün OAC içerisinde en az değiĢim geçireniydi. Nitekim bugün de son derece muhafazakar, sosyal ve siyasal bir yapıyı halen devam ettirmektedir. Türkmenistan muhafazakar yapısı, onun Orta Asya‟daki son derece farklı karakterinden kaynaklanmaktadır. Türkmenler aslında, politik ve sosyal yaĢama egemen son derece yüksek bir kabile yapısı ile esas olarak kırsal bölgelerde yaĢarlar ve göçebedirler. Kabile iliĢkileri ve bağlılığı, herhangi bir milli bağlılık anlayıĢından daha önemlidir. Kazakistan ve Kırgızistan‟da olduğu gibi, belirli bir kabile, KP‟de dahil, siyasi sahnede egemen olma eğilimindedir. Ülkede yedi büyük ve yirmi dört küçük boy vardır.24 1917 öncesinde toprak bütünlüğü ve ulusal bütünleĢme sağlayamayan Türkmen halkı arasında Sovyet döneminde boylar arası rekabet ve çekiĢme bilinçli olarak merkezi Sovyet yönetimi tarafından sürekli körüklenmiĢtir. Türkmenistan CumhurbaĢkanı (ve eski Komünist Partisi Genel Sekreteri) Saparmurad Niyazov‟un da bağlı olduğu, AĢgabat çevresinde yoğunlaĢan “Teke” boyu ile doğu yöresinde bulunan “Salur” boyu arasındaki siyasi çekiĢme günümüze kadar gelmiĢtir.25 Teke, rekabetli politik yarıĢın temelini teĢkil eden cumhuriyetin yedi büyük kabilesinin en büyük olanıdır ve güç Teke‟nin elinde toplanmıĢtır. Türkmenistan‟da tek siyasi parti mevcut olup (Türkmenistan Demokratik Partisi), ülke bu partinin de baĢkanı olan bir devlet baĢkanı, Saparmurat Niyazov TürkmenbaĢı, tarafından yönetilmektedir. BaĢkan aynı zamanda hükümet baĢkanlığını da uhdesinde bulundurmaktadır. Yönetim, tüm alanlarda denetimi elinde tuttuğunu saklamamakta, fakat bunu Türkmen halkının milli özelliklerine sadık kalmanın bir gereği olarak açıklamaktadır. Devlet BaĢkanı Niyazov, ülkedeki iç siyasi durumla ilgili açıklamasında kendi politikasının Türkmen milli gelenekleri ve halkın mantalitesi üzerine kurulduğunu dile getirmektedir.26 Bir baĢka deyiĢle, Türkmen devleti, kendi modelinin temelini Türkmen milli geleneklerinden aldığını öne sürmektedir. Bununla beraber, birçok batılı uzmanların beklentilerine karĢın TürkmenbaĢı, ülkesine rekabet halindeki sosyal sistemlerden hiç birisini yerleĢtirmemiĢ, tersine geleneksel Ġslam, Batılı laik demokrasi, kiĢisel kült ve tecrübelerden aldığı unsurları kaynaĢtırarak bir sistem geliĢtirmiĢtir. Eski DıĢiĢleri Bakanı Abdi Kuliev bu durumu Ģöyle izah etmektedir: “GeçiĢ sürecinde, karıĢıklık ve felaketlerin yaĢanabileceği Ģu günlerde Türkmenlerin tek bir vücut halinde, bir kiĢinin etrafında toplanması gerekir. Bu kiĢi hayatını ortaya koyarak, seçtiği yolun güvenli olup olmadığını kontrol eder ve diğerleri de onu izler; yoksa bu cehennemden çıkılamaz.”27 Nitekim, bazı uluslararası kuruluĢlar tarafından Türkmenistan totaliter rejimden demokrasiye baĢarılı bir Ģekilde geçiĢ yapan ülke olarak değerlendirilmiĢtir. Eylül 1999‟da Devlet BaĢkanı Niyazov, Albert Shvizer Dünya Tıp Akademisi tarafından en yüksek ödüle layık görülmesi buna bir örnek oluĢturabilir.28 B. Muhalefet

1188

Türkmenistan siyasal açıdan, daha önce de bahsedildiği üzere bölgedeki en huzurlu cumhuriyettir. BaĢkan Niyazov bu cumhuriyette potansiyel siyasi muhalefeti etkisiz kılmıĢtır. BaĢlıca muhalif grup olan ve bir grup entelektüel tarafından kurulan “Agzybirlik” Moskova‟dadır. Önceki KP‟nin muhalefet grubu, Niyazov‟un grubundan daha fazla mesleki siyasi kavgacılar olduğundan güçsüz kalmıĢlardır.29 1997‟de Devlet BaĢkanı Niyazov‟un kararıyla Demokrasi ve Ġnsan Hakları Enstitüsü kuruldu. Kurucuların görüĢüne göre, bu Enstitü, “Batı‟nın değerlerinin milli Türkmen değerlerine uyarlanması ve Türkmen demokrasi modelinin teorik temellerini oluĢturulması ve insan hakları alanında mevcut durumun iyileĢtirilmesi” amacıyla kurulmuĢtur.30

Türkmenistan‟da Türkmen modelinin doğruluğu her fırsatta kanıtlanmaya çalıĢılmaktadır. Türkmen modeli, resmi yetkililer tarafından Türkmen geleneklerini, milli özellikleri içinde barındıran bir demokratik hukuk devleti olarak açıklanmaktadır.31 TürkmenbaĢı, basın mensupları ile yaptığı görüĢmelerde veya çeĢitli ortamlarda yaptığı konuĢmalarda, demokrasinin Türkmenlerin kanında olduğunu, Türkmen halkının kendi liderlerini seçtiklerini dile getirmektedir. Aynı zamanda, çok partililiğin, Türkmen halkına özgü bir Ģey olmadığını, fakat zamanla halkın çok partili sisteme geçiĢ için hazır hale geleceğini ve günün birinde bunun mutlaka gerçekleĢeceğini vurgulamaktadır.32 Öte yandan, yine Türkmenistan‟ın imajının iyileĢtirilmesi amacıyla ülkede idam cezası kaldırılmıĢ ve ülkede defalarca ilan edilen af sonucu yaklaĢık 80 bin tutuklu serbest bırakılmıĢtır. B. DıĢ Siyaset TürkmenbaĢı, belli baĢlı bazı değiĢikliklerin yapıldığı iç politikanın tersine, dıĢ politikada daha aktif, bağımsız ve tarafsız bir politika izlemiĢ ve bugün Türkmenistan dıĢ politikasına uluslararası bir saygınlık kazandıran bir sürece imzasını atmıĢtır.33 TürkmenbaĢı‟nın dıĢ politikada ülkesinin milli çıkarlarını her Ģeyden önde tutan tavrı ve bu konudaki kararlılığı da, ülkesinin iç istikrarının sağlanmasında, kuĢkusuz, en büyük temel faktörlerden biri olmuĢtur. 22 Ağustos 1990‟da egemenliğini ilan eden Türkmenistan, 26 Ekim‟de yapılan halk oylaması sonucunda halkın büyük çoğunluğunun bağımsızlıktan yana oy kullanmasıyla 27 Ekim 1991‟de bağımsızlığını ilan etmiĢtir. 27 Ekim‟de 10. toplantısını gerçekleĢtiren Yüksek ġura, “Türkmenistan‟ın Bağımsızlığı ve Devlet KuruluĢunun Esasları Hakkında”ki kanunu kabul ederek bu kanunla, Türkmenistan

Devleti‟nin

milli

ve

bağımsız

bir

devlet

olduğunu

hukuken tescil

etmiĢtir.

Türkmenistan‟ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkeler Türkiye ve arkasından da Ġran olmuĢtur. Türkmenistan‟ın DıĢ Politika öncelikleri, dünyaya açılma çabaları, güvenlik kaygıları, komĢularıyla iyi iliĢkiler olmak üzere üç ana baĢlık altında ele alınmaktadır. Türkmenistan‟ın dıĢ politikasının en belirgin özelliği, ülkenin dıĢ politikasını da biçimlendiren Devlet BaĢkanı TürkmenbaĢı‟nın çok taraflı ya da bölgesel giriĢimlere karĢı mesafeli, hatta dikkatleri çeken soğukkanlı tavrıdır. Türkmenistan hangi alanda olursa olsun, ister güvenlik isterse de ekonomik iĢbirliği, ve

1189

kimden gelirse gelsin, Rusya ya da diğer Orta Asya cumhuriyetleri, Orta Asya‟da bölgesel ölçekli giriĢimlere çok ihtiyatla yaklaĢan devlettir. Bunun baĢlıca nedenleri arasında küçük devlet olmasının getirdiği zorlukların yanı sıra doğal kaynaklarının zenginliğinden duyduğu endiĢedir.34 Gerek Rusya Federasyonu ve gerekse de diğer Orta Asya Cumhuriyetleri‟nden gelen bölgesel giriĢimlere

karĢı

mesafeli

tutum

sergileyen

TürkmenbaĢı‟nın

bu

davranıĢının

temelinde,

Türkmenistan‟ın jeopolitik konumuyla birlikte Batı‟nın yeterince ilgisini çekebilecek potansiyelde zengin doğal kaynaklarına sahip olmasının da etkisi olduğu söylenebilir. Nitekim, TürkmenbaĢı ve diğer Türkmen yetkililerin sıkça dile getirdikleri sözlerinde Türkmenistan‟ın sahip olduğu zengin doğalgaz ve petrol yataklarının varlığının rol oynadığı açıktır.35 12 Aralık 1995 tarihinde, BirleĢmiĢ Milletler‟in (BM) kuruluĢunun 50. yıldönümü ve Türkmenistan‟ın tarafsızlık statüsü adaylığına yönelik konuĢmasında Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat Niyazov “daimi tarafsızlık” baĢvurularıyla ilgili olarak Ģu önemli gerekçenin altını çizmiĢtir: “…Bizim bu adımımız Türkmenistan‟da ve bölgede barıĢın sağlanmasına büyük bir katkıda bulunacaktır. Bu mesele bizim için çok önemlidir. ünkü Türkmenistan, dünyanın çok önemli bir noktasında; doğal kaynakların en zengin bulunduğu bölgelerden birinde yer almaktadır. Bu durum bizim açımızdan “daimi tarafsızlık” siyasetini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. Türkmenistan, coğrafi olarak önemli ve hassas bir konumda bulunduğunu göz önünde bulundurduğu için, uluslararası iĢbirliklerinde daha dikkatli hareket etmektedir. Bundan dolayı Türkmenistan bugüne kadar tarafsız bir dıĢ politika izlemeye çalıĢmıĢtır. Türkmenistan bundan sonra “Daimi Tarafsız” bir ülke olarak dıĢ ve iç politikasını yürütmek istemektedir. Bu hususta teĢkilatın, teĢkilat baĢkanının ve devlet baĢkanlarının onayını rica ediyoruz.”36 Yalnız, Türkmenistan‟ın tarafsızlık statüsünü elde etme çabalarını sadece küresel ölçekteki güç mücadelesinde taraf olmaktan kaçınma ve güvenliğini koruma politikasının bir sonucu olarak yorumlamak eksik olur. Aynı zamanda Türkmenistan, tarafsızlık siyasetiyle bölge güçleriyle olan iliĢkilerinde de ekonomik ve siyasi iliĢkilerini taraf gözetmeyerek izlemek niyetini ortaya koymuĢtur. Özellikle de Türkiye ve Ġran arasındaki hassas iliĢki ve rekabetin Türkmenistan açısından ortaya koyduğu sıkıntıdan kurtulma için tarafsız bir tutum en ideal bir politika olacaktı.37 Diğer taraftan, SSCB‟nin en sıkıntılı cumhuriyetlerinden biri olan Türkmenistan, Batı‟ya açılma potansiyelinin etkisiyle, BDT içinde bir ekonomik entegrasyon ya da sıkı bir ekonomik iĢbirliğine pek yanaĢmak istememiĢ fakat, Batı‟ya açılma hedefleri doğrultusunda aralarında Türkiye, Ġran ve Pakistan‟ın kurucu üyesi olarak bulunduğu ve daha çok “gevĢek bir iĢbirliğine” dayalı, Ekonomik ĠĢbirliği Örgütü‟ne ġubat 1992‟de, Tahran zirvesinde, diğer yeni bağımsız Orta Asya cumhuriyetleri ile birlikte üye olmuĢtur. Dolayısıyla, en baĢından beri Türkmenistan‟ın ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak olan yabancı yatırım ve finansman, Türkiye üzerinden de olmak üzere doğal kaynaklarını pazarlamak istediği Batı ile iliĢkileri, Türkmenistan‟ın baĢlıca dıĢ politika öncelikleri arasında yer almıĢtır.

1190

Diyebiliriz ki, Türkmenistan bağımsızlık sonrası geçiĢ sürecinde dıĢ politikasında dini, etnik ve kültürel değerlerin etkisini azaltan ve Batı‟yla daha çok ekonomik çıkarlara dayanan bir iliĢkiyi hedefleyen realpolitik izlemeyi tercih etmiĢtir. Aynı zamanda Türkmenistan bu politikasıyla, geçiĢ sürecinde gerek ülke içerisinde ve gerekse de bölgede güvenlik ve istikrarı korumayı hedeflemiĢtir.38 Ġç politikasındaki istikrarı “10 Yıl Abadancılık” politikası ile sağlamaya çalıĢan Türkmenistan, dıĢ politikasındaki güvenlik ve istikrarı da ”Daimi Tarafsızlık” statüsüyle elde etmek istemiĢtir. TürkmenbaĢı‟nın dıĢ politikada ülkesinin milli çıkarlarını herĢeyden önde tutan tavrı ve bu konudaki kararlılığı da, ülkesinin iç istikrarının sağlanmasında, kuĢkusuz, en büyük temel faktörlerden biri olmuĢtur. Nitekim, Temmuz 1992‟de Helsinki‟de toplanan Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği Konferansı‟nda Türkmenistan 1975 “Nihai Belge”sini imzalamıĢtır-TürkmenbaĢı, insan hakları konusunda Türkmenistan‟ı eleĢtiren ve böylece bu ülkeyi de karıĢtırmak isteyen grupları uyarmıĢ ve Ģöyle demiĢtir: “Bizim için insan hakları, kaçınılmaz bir Ģekilde milli çıkarlara bağlıdır.” Bağımsız Devletler Topluluğu‟na karĢı çıkan ve buradaki kurumsallaĢmanın iĢlemeyeceğini savunan Türkmenistan‟ın tutumu, aslında, bu kurumu Moskova‟nın eski hegemonyasını yeniden oluĢturma çabası olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. BDT‟yi, eski SSCB‟yi uygar bir Ģekilde “parçalama” forumu olarak görme arzusunu dile getiren Türkmenistan (veya TürkmenbaĢı), 22 Ocak 1993‟teki Minsk zirvesinde, ortak politika oluĢturmayı öngören bir anlaĢmayı imzalamayan tek Orta Asya cumhuriyeti olmuĢtur.39 Ülke, bölgedeki iç savaĢ ve çatıĢmalarda taraf değildir. Türkmenistan‟a karĢı herhangi bir uluslararası yaptırım da söz konusu değildir. Hazar‟ın statüsü konusunda Hazar‟a kıyısı olan ülkelerle görüĢmeler devam etmektedir. Ayrıca, Azerbaycan‟la Hazar‟daki doğalgaz kaynaklarının paylaĢımı konusunda bir takım sorunları da devam etmektedir. ġubat 1998‟de Azerbaycan‟la aralarındaki sınırın ortay hat prensibine göre belirlenmesini kabul ettiğini açıklayan Türkmenistan, bu hattın nereden geçeceği konusunda henüz Azerbaycan ile bir anlaĢma sağlayamamıĢtır. Özellikle son bir yıl içerisinde Kepez/Serdar, ırag/Osman, Azeri/Hazar ve ġerg/Altın Asır yataklarının sahipliği konusunda iki ülke arasında tartıĢmalar giderek sertleĢmiĢtir. Ġki ülke ayrıca Türkmen gazını Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden Türkiye‟ye taĢıyacak Hazar geçiĢli doğalgaz boru hattının paylaĢımı konusunda da anlaĢamamaktadırlar. Azerbaycan‟da da doğal gaz bulunmasının ardından bu ülkenin önce Trans Hazar hattının bir kısmının kendi gazına ayrılmasını istemesi, ardından da bu projenin sekteye uğraması üzerine kendi gazını doğrudan Türkiye‟ye satmak için giriĢimde bulunması üzerine iki ülke iliĢkileri daha da gerginleĢmiĢtir. Bugüne kadar Taliban ile en iyi iliĢkiyi kurmuĢ olan ve Afgan sorununun çözümü için AĢkabat‟ta taraflara ev sahipliği yapan Türkmenistan, 11 Eylül sonrası ABD‟ye her türlü desteği vereceğini açıklayan Orta Asya cumhuriyetlerinden birisi olmuĢtur. Afganistan‟la 744 kilometrelik bir sınıra sahip olan ve Rusya‟nın Afganistan‟ı iĢgali süresince 1989‟a kadar kullandığı önemli bir üs konumunda olan Türkmenistan, yine Afgan sınırına yakın Kuska‟da büyük bir hava üssüyle olası bir askeri operasyon için ABD tarafından göz önünde bulundurulan ülkelerin baĢında gelmiĢtir.40

1191

Türkmenistan‟da faaliyet gösteren uluslararası kuruluĢlar Ģunlardır: BirleĢmiĢ Milletler (UN), BirleĢmiĢ Milletler ocuk Eğitim Fonu (UNICEF), Uluslararası Para Fonu (IMF), AB, ve PEACE CORPS. Türkmenistan aĢağıda adı geçen uluslararası kuruluĢlara üyedir: Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Avrupa Ġskan ve Kalkınma Bankası (EBRD), Uluslararası Para Fonu (IMF), BirleĢmi Milletler (BM), Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği TeĢkilatı (AGĠT), AEK, BirleĢmiĢ Milletler Asya Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonu (ESCAP), Dünya Bankası (IBRD), Uluslararası Sivil Havacılık TeĢkilatı (ICAO), Ġslam Kalkınma Bankası (ĠKB), Uluslararası ĠĢçi TeĢkilatı (ILO), Uluslararası Denizcilik TeĢkilatı (IMO), Ġslam Konferansı TeĢkilatı (ĠKT), Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU), BirleĢmiĢ Milletler Eğitim Bilim ve Kültür TeĢkilatı (UNESCO), Uluslararası Posta Birliği (UPU), Dünya Sağlık TeĢkilatı (WHO), Dünya Meteoroloji TeĢkilatı (WMO), Dünya Ticaret TeĢkilatı (DTT), Ekonomik ĠĢbirliği TeĢkilatı (EĠT), Uzakdoğu Ülkeleri Ekonomik ĠĢbirliği Özel Organizasyonu (EKTO), BirleĢmiĢ Milletler Gıda ve Tarım TeĢkilatı (FAO). Ayrıca, Türkmenistan dünyadaki birçok uluslararası kuruluĢun da üyesidir. Üyesi olduğu uluslararası kuruluĢlar Ģöylece sıralanabilir: CCC, BDT, EBRD, ECO, EKTO, FAO, IMF, BM, AGĠT, ECE, ESCAP, IBRD, ICAO, IBD, ILO, IMO INTELSAT (Kullanıcı), IOC, ISO (Muhabir), ITU, NACC, OIC, OSCE, PFP, UNCTAD, UNESCO, UPU, WHO ve WTO‟dur. D. Ekonomi Kırgızistan gibi, Türkmenistan da eski SSCB içinde ekonomik olarak sıkıntılı cumhuriyetlerden birisiydi ve Moskova‟yla çok yakın iĢbirliği içindeydi. Fakat öte taraftan, bağımsızlık sonrası, doğalgaz yatakları, 700 milyon tonluk petrol rezervi ve az nüfusu ile darlığını azaltabilecek ve politik değiĢim için gerekli istikrarı sağlayabilecek hızlı ekonomik geliĢmeye diğerlerinden daha fazla ümit vermektedir. Nitekim, ülkesinin dıĢ politikasında, bağımsızlık sonrası temel iki politikayı baĢlatan TürkmenbaĢı, “Açık Kapılar Politikası” ile Türkmenistan‟ın petrol, doğalgaz ve diğer yeraltı zenginliklerini kullanarak yabancı yatırımcıları, sermayeyi ülkesine çekmeyi baĢarır iken, “Pozitif Tarafsızlık Politikası” ile de ülkesinin bağımsızlık ve tarafsızlığını ifade etmekte ve bu konudaki kararlıklarını sergilemektedir. Ekonomik bağımsızlık kazanılmadan, politik bağımsızlığın pek bir Ģey ifade etmeyeceği gerçeğiyle hareket eden Saparmurat TürkmenbaĢı, Türkmenistan‟da, Türkmen iĢadamları ve firmalarının yabancı firmalar ile iĢ ortaklığı geliĢtirmesini ve özel giriĢimciliğin güçlendirilmesini ve böylece ekonomik reformun baĢarıya ulaĢmasını amaçlayan yeni bir dönemi de 1997‟nin ilk günlerinde baĢlatmıĢ bulunmakta. Bu süreç bilhassa tarımda, ticarette, ulaĢım ağında, petrol ve doğalgaz endüstrilerinde kendini göstermekte. Bu sektörlerde, kamu ve özel sektöre ait firmaların hepsinin uluslararası piyasada iĢ yapma kabiliyetleri ve deneyimlerinin arttırılması, bir rekabet gücünün kazandırılabilmesi için yabancı firmalarla ortak hareket etmeleri özellikle teĢvik edilmektedir.41 Yabancı sermaye ve kalkınma için ülkedeki istikrara büyük önem veren TürkmenbaĢı bu konuda Ģöyle demektedir: “Biz, birlik ve beraberliğimizle bütün dünyayı, batılı Ģirketleri ve iĢadamlarını kendimize çekiyoruz. Çünkü, batılı iĢ adamı, sermaye bir ülkede öncelikle „istikrar‟ görmek

1192

ister.”42 Gerçekten de bugün Türkmenistan, Orta Asya Cumhuriyetleri arasında politik istikrarı, sosyal atmosferi, tabii kaynakları ve ekonomik potansiyeli ile Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın dinamik liderliği altında, ciddi ve güvenilir ortaklıkların, yatırımların her geçen gün arttığı bir istikrar adasıdır. Türkmen yönetimi, çoğulcu demokratik rejim ve serbest piyasaya geçiĢ yönünde oldukça tedbirli, toplum alıĢkanlıklarını sarsmayan, bağımsızlıklarını yeni kazanmıĢ diğer cumhuriyetlere oranla daha yavaĢ tempoyla geliĢen bir reform süreci benimsemiĢ ve batılı ülkelerin eleĢtirilerine rağmen

bu

alandaki

tutumunu

değiĢtirmemiĢtir.

Dolayısıyla,

ekonomik

reformların

gerçekleĢtirilmesinde Türkmenistan, diğer BDT ülkelerine göre biraz geride kalmıĢtır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi kaynak sıkıntısı olmuĢtur. BaĢta Rusya ve Ukrayna olmak üzere doğal gaz ihraç ettiği ülkelerin milyarlarca dolar tutarındaki borçlarını ödememesi, Türkmenistan‟ı zor durumda bırakmıĢ ve bırakmaya da devam etmektedir. GeniĢ kapsamlı reformların uygulanmasında, devlet iĢletmelerinin özelleĢtirilmesinde ve tam fiyat liberalizasyonunun sağlanmasında zorluklarla karĢılaĢılmaktadır. Türkmenistan hükümetinin ithal ikameci programın dahilinde gaz üretimine verdiği önem nedeniyle, ülkedeki hizmet sektörü az geliĢmiĢtir. Limitli kredi kullanma hakkı ve düĢük satın alma gücü nedeniyle sektör tehlike içindedir. Bununla birlikte hükümet, serbest pazar ekonomisine geçiĢ için önemli adımlar atmıĢtır. Bu adımlar son yıllarda daha da hızlanmıĢtır. Bazı mallar üzerindeki fiyat kontrolü kaldırılmıĢ, özel çiftliklerin artmasına izin verilmiĢtir. Mali sistemin yeniden yapılandırılması ve KDV sistemine geçiĢ çalıĢmaları baĢlatılmıĢtır. Bir yandan vergi gelirlerinin arttırılması yönünde çalıĢmalar yürütülürken, diğer yandan da bütçe açığını en aza indirebilmek için hükümet harcamalarında tasarruf tedbirlerine gidilmiĢtir. Yabancı sermaye, para politikası ve özelleĢtirme ile ilgili kanun taslakları hazırlanmıĢtır. Hükümet, kalkınmayı 10 yıllık bir vadeye yayarak, 10 yıllık üretim ve yatırım planı hazırlamıĢtır. Ülkenin bağımsızlığından günümüze aĢağıdaki reformlarda bulunulmuĢtur; 43 1. Yatırımlarda öncelikler belirlenmiĢtir. Öncelik sırası, enerji sektörü, tarım sektörü, sosyal sektör ve uluslararası ulaĢım ve iletiĢime verilmiĢtir. 2. Piyasa ile ilgili mevzuat düzenlemeleri kabul edilerek yürürlüğe konulmuĢtur. 3. Vergilendirme, bütçe, kredi ve parasal alanlarda temel reformlara gidilmiĢtir. 4. Bütçe yönetimi için hazinede düzenlemeler yapılmıĢtır. 5. Stok ve döviz kurunda düzenlemelere gidilmiĢtir. 6. DıĢ ekonomik faaliyetler geliĢtirilerek belirli bir düzene koyulmuĢtur. Devlet Mal DeğiĢimi ve DıĢ Ekonomik iliĢkiler Bakanlığı kuruldu. 7. Yatırım politikasını formüle etme ve yabancı sermayeyi ülkeye çekmek amacıyla Yabacı Yatırımlar için Resmi Ajans (State Agency for Foreign Investment- SAFI) kurulmuĢtur.

1193

8. Yerli ve yabancı müteĢebbisleri teĢvik etmek amacıyla 10 serbest bölge belirlenmiĢtir. 9. Fiyatların liberalizasyonuyla beraber bazı önemli mal ve hizmetlerin perakende ticareti devlet kontrolünde tutulmuĢtur. Gelecekte devlet kontrolünün tamamen kaldırılması hedeflenmiĢtir. GiriĢimciliği desteklemek ve özel iĢletmeleri geliĢtirmek amacıyla özelleĢtirme programı hazırlanmıĢtır. Türkmenistan‟ın uluslararası ekonomik iliĢkilerini Ģekillendiren temel unsurlar ve faaliyetler aĢağıdaki gibidir: 44 * DıĢ ticaret * Ortak ġirketler (Joint-Venture) * Sınır Ticareti * Yabancı ġirketler * ĠnĢaat faaliyetleri ve inĢaat malzemeleri ticareti * Konsorsiyumlar * Müteahhitlik iĢbirliği * Barter usulü ticaret * Yabancı iĢ gücü Son zamanlarda bilimsel-teknik alanlarda, bankacılık sektöründe ve turizm faaliyetlerinde de iĢbirliğine önem verilmektedir. Bu faaliyetler ülkede oldukça yeni olup az geliĢmiĢtir.45 Diğer taraftan uluslararası ekonomik iĢbirliğinin çeĢitli Ģekilleri ülkede görülse de, uluslararası ekonomik iĢbirliği potansiyeli tam olarak değerlendirilememektedir. Örneğin, Türkmenistan‟ın yabancı ülkelerde ortak Ģirketleri yok denecek kadar azdır, leasing, kıyı ticareti ve ulaĢtırma hizmetleri oldukça zayıftır ya da yapılmamaktadır.46 Türkmenistan‟ın pazar ekonomisine geçiĢiyle ilgili kendine özgün modeli Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı tarafından oluĢturulmuĢtur. Söz konusu modelde ülkenin tabii, iktisadi, sosyal ve politik özellikleri göz önünde bulundurulmuĢtur. TürkmenbaĢı bu modelde esas olarak iktisadi reformları gerçekleĢtirirken ülkede sosyal ve politik istikrarın korunmasını esas almıĢtır. Buna göre dıĢ dünyaya açık geliĢmiĢ bir milli ekonominin oluĢturulması ve bu noktada serbest piyasa ekonomisine temkinli ve tedrici politikalarla geçilmesi hedeflenmiĢtir.47 SSCB‟den miras kalan mevcut ekonomik yapının değiĢtirilmesi ve aktif bir dıĢ politika izlenmesi milli ekonominin oluĢturulması yönündeki iki temel politikayı ortaya koymaktadır. TürkmenbaĢı‟nın yapısal politikası selektif karakterli olup, bu politikanın öncelikli yönlerini tarım, enerji, kimya, ulaĢtırma ve iletiĢim sektörleri oluĢturmaktadır. Yapısal politikasının esas amaçları Ģu Ģekilde sıralanabilir: 48

1194

* Türkmenistan ekonomisinin dünya sistemine entegrasyonu ve ülkenin uluslararası iĢ bölümünde kendi yerini almasını sağlamak. * Ġç piyasada tüketim malları ile ilgili sektörel yatırımları arttırmak ve Türkmenistan‟ı bu konuda ihtacatçı bir ülke konumuna getirmek. * Madeni kaynakların ve sanayiye dönük tarım ürünlerinin yeniden iĢlenmesi suretiyle mamul ürünlerin elde edilmesini ve ihracatını sağlamak. * Üretimde son teknolojiyi ve donanımı kullanmak. * Üretim için gerekli olan alt yapının oluĢumunu ve geliĢimini hızlandırmak. * Sosyal alana yönelik yatırımları gerçekleĢtirmek ve refahı arttırmak. Yapısal değiĢiklik haliyle devletin dıĢ ekonomi siyasetiyle karĢılıklı iliĢki içerisinde olup, ülkenin dıĢ ekonomi siyasetinin temel yönleri aĢağıdaki gibidir:49 * Doğalgazın dünya pazarlarına boru hatları ile çıkıĢını sağlamak ve bu suretle ihracatını arttırmak.* Petro-kimya tesisleri inĢa etmek suretiyle bunlardan elde edilecek ürünleri dünya pazarlarına sunmak ve ihracat kalemlerini çeĢitlendirmek. * Özellikle tarım ve tüketim malları alanında üretimi arttırarak ithal ikameci bir politika izlemek. * Uluslararası iletiĢim, ulaĢım ve benzer diğer altyapıların geliĢimini sağlamak. * BaĢta tabii ve beĢeri kaynakların iĢlenmesini sağlamak olmak üzere, ülkeye yabancı sermayeyi çekmek ve bunun için de ve serbest ekonomi bölgeleri oluĢturmak ve teĢvikler, kolaylıklar sağlamak. 1994 yılı Ocak ayında Halk Maslahatı‟nın kararı ile tastik edilen “10 Yıl Abadancılık” (10 Yıllık Ġstikrar Programı), Türkmenistan‟ın iktisadi geliĢme hedeflerini belirlemekle beraber, onun iç ve dıĢ siyasetinin temel hedeflerini, yönlerini de tespit etmekte ve cemiyetleĢmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Abadancılık siyasetinin temelini “Yeni Ziraat”, “Yeni Eğitim”, “Sağlık”, “Rafineriler”, “Yeni YerleĢim”, “1000 Gün”, “Türkmenistan‟ın Petrol ve Doğalgaz Sanayisi‟ni 2020 Yılına Kadar GeliĢtirme Planı” ve “Ruhname” gibi milli sektörel reformlar oluĢturmaktadır. Bu programın gerçekleĢtirilebilmesi için gerekli yasal mevzuatlar da kabul edilmiĢtir. Bu hareketi ve programı baĢlatan Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı aynı zamanda ülkede “Milli Kalkınma Hareketi Lideri” olarak da kabul edilmektedir. 10 Yıllık Ġstikrar ve Kalkınma Programı‟ndaki temel hedefler Ģu Ģekilde sıralanmaktadır:50 * Tarım sektörünü geliĢtirmek. * Milli eğitimde reform hareketlerini baĢlatmak. * Savunma kapasitesini arttırmak (Harp tekniklerini geliĢtirmek).

1195

* Petrol, gaz ve diğer mevcut yeraltı zenginliklerinden faydalanmak. * Mevcut sanayi dallarını geliĢtirmek. * Ticaret ve iĢletme hayatını dünya standartlarına çıkartmak. * Diğer devletlerle ticari ve iktisadi alanlarda iĢbirlikleri kurmak. * Bir çok devletin uygulamıĢ olduğu “Ġktisadi Kalkınma Modelleri”ni, ülkenin yapısına uygun bir Ģekilde alıp, tatbik etmek. * Mülkiyeti devletten alıp özel mülkiyete vermek ve özel mülkiyete azami önem göstermek. * Serbest Pazar Ekonomisi‟ni yerleĢtirmek ve geliĢtirmek. * Halkın refah seviyesini yükseltmek. Yukarıda adı geçen bu hedeflerin gerçekleĢtirilmesi, Türkmenistan ekonomisinin 2002 yılına kadar olan kısa vadeli hedeflerini oluĢturmaktadır. Görüldüğü üzere Türkmenistan, ekonomisini mümkün olduğunca farklı sektörlere yayma çabasındadır. Hükümet yatırım teĢvikleri hafif sanayi, ulaşım ve haberleşme alanlarında öncelik göstermektedir. Ayrıca hükümet, altyapı gelişmelerine de (mesela, yatırımcıları ve iĢadamlarını ülkeye çekmek için ülkenin merkez hava limanının yenilenmesi) ciddi yatırım yapmaktadır. Ayrıca, BDT ile ekonomik entegrasyona sıcak bakmayan Türkmen yönetimi, entegrasyona gidilebilecek uygun ekonomiler aramaktadır. 1991 yılından bu yana 1997 ġubat ayında Kazakistan‟ı resmi olarak ilk kez ziyaret eden Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı, burada Sovyet yönetimi döneminde 70 yıl Kazakistan ile ülkesinin yakınlaĢmasını sağlayacak temellerin atılmadığını belirterek, Türkmenistan‟ın öncelikle Türkiye ile entegrasyona gitmek istediğini açıklıyordu. Türkmenistan ekonomisinin farklı olması yüzünden Kazakistan‟la entegrasyonunun zor olduğunu söyleyen TürkmenbaĢı, 5 yıl içinde Türkiye ile sanayi sektöründe 100‟den fazla Ģirketinin kurulduğunu ifade ederken, Türkiye‟deki modern ve yüksek teknolojiden istifade ettiklerini belirtiyordu. Ülkede faaliyet gösteren Türk özel sektörünün kurduğu sanayi tesisleri ve yaptığı faaliyetler, iki ülke ekonomilerinin birbirini tamamlayıcı özelliğe sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Türk Ģirketleri pek çok ülkede gösteremediği baĢarıyı burada göstermiĢ, Türkmen ekonomisine uyum sağlamıĢtır.51 Netice itibariyle, Türkmenistan‟ın bağımsızlıktan günümüze kadar olan süreç incelendiğinde ortaya çıkan sonuçlar Ģunlardır: * Türkmenistan‟ın bağımsızlığı kazanmasıyla beraber ilk yıllarda büyüme hızında istenilen istikrar yakalanamamıĢ ve bütün veriler eksi olarak gerçekleĢmiĢtir. Fakat 1997 yılından baĢlayarak büyüme hızında artıĢ sağlanmıĢ ve daha sonraki dönemlerde bu oran pozitif değerler almıĢtır. Örneğin 1999 yılı büyüme hızı %16.0 ve 2000 yılı tahmini ise 18 olarak hesaplanmıĢtır. 52 Enflasyon oranı dikkate alındığında bağımsızlığın ilk yıllarında Türkmenistan‟da hiperenflasyonist bir yapı

1196

sahipken 1997 yılından itibaren bu oran daha aĢağılara çekilmiĢ ve 1999- 2000 yıllarında enflasyon oranı %20.1 ve %24.0 olarak gerçekleĢmiĢtir. Bu oranlar rekabete girilecek ülkeler ile karĢılaĢtırıldığında örneğin Avrupa Birliğinde Enflasyon %5‟ler civarında seyrederken büyüme hızı ise %3- 4 olarak gerçekleĢtiği görülür. * Yukarıdaki istikrarsızlıkların yanında sınainin temel girdileri olan ücretler, faizler ve kısmen enerjideki ihracat problemlerinden dolayı temel girdi fiyatlarında istikrarsızlıklar yaĢanmıĢtır. Diğer Avrupa ülkelerinde ise ücretler sabit tutulmuĢ ve faizler istikrarlı bir seyir göstermiĢtir. * Ġç ekonomik dengelerindeki istikrarlılıktan dolayı Avrupa ülkelerinde ithalat ve ihracat düzgün ve göreceli olarak olumlu bir eğilim izlerken Türkmenistan‟da ise durum farklılık göstermektedir. Türkmenistan‟da ithalat bağımsızlıktan günümüze %50- 60‟lara varan dalgalanmalar göstermiĢ ihracattaki değiĢmeler ise %100- 200 dolaylarında dalgalanma göstermiĢtir. Avrupa Birliği‟nde ise bu oran ithalatta %4- 5 ihracat ise %3- 7 arasında istikrarlı bir artıĢ göstermiĢtir. * Ekonomik istikrarın önemi kendini cari iĢlemler dengesinde ve kamu açıklarının büyüklüğünde de göstermektedir. Türkmenistan‟da gerek cari iĢlemler dengesinde gerekse kamu açıklarının büyüklüğünde bağımsızlıktan sonra çok büyük dalgalanmalar yaĢanmıĢtır. Bu durum diğer Avrupa ülkelerinde bir istikrara girmiĢtir. Bu istikrarsızlıkların yanında yatırımlarda da büyük iniĢ çıkıĢlar yaĢanmıĢtır. Avrupa ülkelerinde ise dalgalanma %3 ile %8 arasında değiĢirken bu oran Türkmenistan‟da bağımsızlıktan günümüze %100‟lere varan değiĢmeler göstermiĢtir.53 1. Tarım Türkmenistan‟da üretilen baĢlıca tarım ürünleri; pamuk, arpa, buğday, mısır, tütün, çeltik, susam, kavun, karpuz, üzüm, meyan kökü ve doğal ipektir. Türkmenistan, Orta Asya‟da Özbekistan‟dan sonra ikinci önemli pamuk üreticisidir. Dünya sıralamasında ise ilk 10 ülke arasındadır. Tablo 4: Ürün Yılı „000 Ton 1995

1996

1997

1998

1999

Pamuk1.294,4435,5635,2 704,91.303,9 Buğday878,7453,1 706,9 1.299,41.510,3 Meyve36,2 23,9

29,9

34,4

42,5

Sebze376,4 310 241,2 294,6 299,5 Et 110,5 111,2 110,5 129,3 132,7 Süt 727,3 754,8 755,4 765,6 875,8 Yün

19

18

17,9

18,9

19,8

1197

Yumurta (milyon adet) 270 273,1 277,1 277,2

312,6

Kaynak: TĠKA, Ülke Profilleri, s. 180. Türkmenistan‟da hakim ekonomik faaliyeti tarım sektörü oluĢturmaktadır. Hesaplamalara göre iĢgücünün %40 bu sektörde istihdam edilmektedir. Ayrıca bu sektör gayri safi milli hasılanın %50‟sini oluĢturmaktadır.54 Diğer Türk Cumhuriyetleri gibi buralarda da besicilik geliĢmektedir. Koyun, sığır, tavuk ve Hıristiyan nüfus için domuz yetiĢtiriciliği yapılmaktadır. Bundan dolayı ülkedeki et üretimi oldukça geliĢmiĢtir. Karakul koyunlarının derileri Astragan kürkü gibi kullanıldığından, çok kıymetli ihraç malları arasında birincidir.55 Ülkede sulama yöntemleri etkin olmadığı ve modern makine, araç ve gereç kullanılmadığı için tarım alanında verimlilik düĢüktür. Tarım üretiminin büyük bölümü “kollektif çalıĢma yerleri” anlamına gelen “kolhoz” ve “sovhoz”larda yapılmaktadır. Özel Ģahısların ellerindeki araziler genelde küçük olduğu için ekonomiye katkıları henüz istenilen noktada değildir. Toprağın, üretim araçlarının ve hayvanların kolhozun malı olduğu iĢletme tipinde, elde edilen gelirler, kolhoz üyeleri arasında emeğin niteliğine göre bölüĢtürülmektedir. Sovhozlar ise, devlet tarım iĢletmeleridir. Son yıllarda sovhoz ve kolhoz arazilerinin kiraya verilmesine baĢlanılmıĢtır. Tablo 5: Hayvansal Ürünler („000 ton) 1995

1996 1997

1998 1999

Et

111

112

110

129

134

Süt

727

755

755

765

875

Yumurta15

15

15

15

16

Yün

19

18

19

22

19

Kaynak: TĠKA, Ülke Profilleri, s. 180. Son yıllarda hükümet tarım sektöründeki reformlara öncelik tanımıĢtır. iftçilere uzun vadeli krediler sağlanmaktadır. Merkez Bankası 1998 yılında çiftçilere gerekli makine, teçhizatı satın alabilmeleri için yaklaĢık 73 milyon ABD doları tutarında bir kredi açmıĢtır. Pamuk üretimi tarımsal faaliyetler içerisinde en önemli paya sahiptir. Türkmenistan Özbekistan‟dan sonra eski Sovyetler Birliği döneminde en büyük ikinci pamuk üreticisi ülke durumundaydı. Türkmenistan‟ın ekilebilir arazisinin %50‟si, Tarımsal ürünlerden sağlanan gelirin yarısına yakını ve iĢgücünün %42‟si bu alanda istihdam edilmektedir. 1990- 1993 arasında meydana gelen geliĢmeler mahsul çeĢitlerinde değiĢikliklere neden oldu ve ekim yapılan topraklarda pamuğun payı %51‟den %45‟ye düĢmüĢ ve bu da çıktıda %11 oranında bir düĢüĢe sebep olmuĢtur. 56 1993 yılında doğal gaz ihracatında yaĢanan verimlilik düĢüĢünden sonra Türkmenistan programında

1198

değiĢikliğe gitti ve pamuk ekim alanını %3.2 oranında arttırarak pamuk üretimini destekleme yoluyla bir sonraki yılda bu üründen sağlamıĢ olduğu geliri %16.7 oranında arttırmıĢtır.57 1998 yılında Türkmenistan‟da pamuk ekilen toprak, ekim yapılan tüm alanın %40‟nı oluĢturmuĢtur. 1990-1995 yılları arasında hammadde olarak toplanan pamuk miktarı ortalama 2.3 ton/hektar iken 1997-1998 yıllarında 1.2-1.3 ton/hektar seviyesine düĢmüĢtür. Bu rakamlar Özbekistan‟dan düĢük Tacikistan‟daki üretime denktir. Üretimdeki düĢüĢ kötü hava Ģartlarına bağlansa da asıl sebep toprağın aĢırı kullanılması, yanlıĢ gübreleme, kötü sulama ve yeterli finansmanın sağlanamamasıdır. 1998‟de gerçekleĢen pamuk üretimi 710 bin ton bu 1999 yılında öngörülen 1500 bin tonluk hedefin yarısından da azdır. 1997‟ye kadar pamuk, gaz sektöründen sonra ikinci olarak GSYĠH‟ye ve ihracat kazançlarına katkıda bulunmuĢtur. Ancak, 1996 yılındaki yetersiz pamuk üretimi nedeniyle 1997 yılında pamuk ihracatının GSYĠH‟deki payı üçüncü sıraya düĢmüĢtür. 1998 ve 1999 yıllarındaki uygun hava koĢulları daha fazla oranda mahsul hasadını sağlamıĢtır. Pamuğun önemli bir vergi kaynağı olması ülke hükümetinin tarım sektöründe kontrolü devam ettireceği ve en düĢük seviyede özelleĢtirme yapılacağı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, devletin programları çerçevesinde pamuk ve buğdaya ayırmıĢ oldukları alanın geniĢliği nedeniyle baĢka ürünlerin ekimi için ayrılan alanların azalmasına neden olmuĢtur. Ekimi yapılan üzüm, karpuz, patatesin üretim seviyesi 1995-1998 yılları arasında aynı kalmasına rağmen mısır üretiminde 1995-1998 yılları arasında düĢüĢ yaĢanmıĢtır. Daha önceleri Türkmenistan meyve ve sebze ihracatçısı durumundayken daha sonraları bu alana gereken öncelik verilmediğinden bu pazar çökmüĢtür.58 Diğer taraftan çiftçilik, bahçecilik ve hayvancılık da tarım sektörü içerisinde önemli bir yere sahiptir. Hayvancılığın tarım sektörü içerisindeki payı yaklaĢık %13‟tür. Resmi istatistiklere göre son beĢ yıl içerisinde devletin hayvan üretiminde düĢüĢ yaĢanırken özel sektörde bir artıĢ ortaya çıkmıĢtır. Ġstatistiklere göre üretilen etin %85‟i, sütün %96‟sı ve yumurtanın %83‟ü özel sektör tarafından üretilmektedir.59 Üretim miktarları açısından bakıldığında pamuğu, tahıllar ve yem bitkileri izlemektedir. Tahıl ürünleri içinde en büyük pay, buğdaya aittir. Pamuk ve buğdayda devlet tarafından yüksek üretim hedeflerinin

planlanması,

bu

ürünleri

iĢleyen

sanayi

kollarının

daha

da

geliĢebileceğini

göstermektedir. Hükümetin tahıl üretiminde uyguladığı “kendi kendine yeterlilik” politikası neticesinde 19931998 yılları arasında tahıl üretimine tahsis edilen toprak yüzölçümü 259 bin hektardan, 650 bin hektara çıkmıĢ ve üretim %150 artıĢ göstermiĢtir. Yüksek destekleme fiyatları ve iyi hava koĢulları, kendi kendine yeterlilik hedeflerinin tutturulamadığı dört yılı müteakip, 1998 ve 1999 yıllarında büyük tahıl hasatının elde edilmesi sonucunu vermiĢtir.60 1999 tahıl hasadının tohum kalitesini düĢüren sarı kurt zararlısından etkilenmiĢ olması, 2000 yılı hasadının oldukça düĢük olması beklentilerine yol açmıĢtır.

1199

1997 yılı verilerine göre tarım sektörü ülke iĢgücünün %46.8‟lik önemli bir bölümünü kapsamasına rağmen toplam yerli üretimin sadece %9.5‟lik bölümünü gerçekleĢtirebilmiĢtir. Sulama imkanlarının yetersizliği, kuraklık, teknik bilgi eksikliği gibi nedenler dolayısıyla üretim düĢük olmaktadır. Nitekim, hedeflenmiĢ değerler ile üretim sonrası elde edilen değerler arasında farklar mevcuttur. Yerel bilgi kaynaklarına göre, resmi görevliler hedeflerine ulaĢabilmek için ucuz Türkmen petrolünü Özbekistan pamukları ile değiĢtirmektedirler. Tarım üretiminde görülen düĢüĢler, ciddi reformların baĢlatılması ihtiyacını gündeme getirmiĢtir. Devletin tarım alanında yapacağı reformlarla ilgili koordinasyonu sağlamak için Tarım Bakanlığı bünyesinde bir Reform Merkezi kurulmuĢ, yeni yapılan uygulama ile kârlı çalıĢmayan devlet arazileri “A.ġ.” Ģirketlere, çiftçi arazilerine dönüĢtürülmeye baĢlanmıĢtır. iftçilere kira yada özel mülkiyet için parsel dağıtılmıĢ, 1994 yılında 4 bin kiĢi 80 bin hektardan fazla arazi almıĢtır.61 Devlet, özel tarım iĢletmelerinin desteklenmesi için de birçok kararname çıkartmıĢtır. Böylece Türkmenistan, tarım yatırımlarına yabancı ve yerel müteĢebbisleri çekmeye çalıĢmıĢtır. Özellikle Türkiye‟nin yanında Hollanda, Almanya ve Ġsviçre firmalarının tarım iĢletmeciliğine yönelik baĢlattıkları yatırımlar dikkat çekicidir. 1994 Ekim ayında ise Özbekistan ve Türkmenistan‟a yönelik olarak Türkiye ile ABD ve Ġsrail arasında tarımsal iĢbirliği antlaĢması imzalanmıĢtır. AntlaĢmada, tarım ve tarımsal eğitiminin geliĢtirilmesi, kırsal ve tarımsal faaliyet uygulama alanları ve geliĢtirme merkezleri ile örnek çiftliklerin kurulması konularında iĢbirliği öngörülmüĢtür. Bu çerçevede baĢkent AĢkabat‟a 12 km uzaklıkta TĠKA tarafından kurulan Tarımsal AraĢtırma Ġstasyonu‟nda, ukurova Üniversitesi ve Türkmenistan Tarımsal Bilimler Akademisi tarafından verimli tohumların denenmesine dönük ortak çalıĢma baĢlatılmıĢtır. 150 hektarlık alan üzerinde 1996 yılında 102 tür ekmeklik ve makarnalık buğday, 36 mısır ve 18 patates türü denenmiĢtir. Üç yıl sürmesi kararlaĢtırılan deneme sonrasında en kaliteli ve en verimli türlerin Türkmenistan tarımına kazandırılması hedeflenmiĢtir. Devlet BaĢkanı TürkmenbaĢı tarafından 1997 yılı Nisan ayında açıklanan ve özelleĢtirmede önemli adımlar atmayı hedefleyen “1000 Gün Maksatnamesi” adı verilen programda tarıma da yer verildi. Buna göre 1996 yılında ciddi düĢüĢ göstererek 480,000 ton olan buğday hasadının 2000 yılına girildiğinde 1,200 bin tona, pamuk üretiminin ise 1,500 bin tona ulaĢtırılması hedefleniyordu. Program ayrıca toprak reformunu ve sulama sistemi içindeki Karakum Kanalı sularının en etkili biçimde kullanılmasını amaçlıyor. 1997 yılında tarım sektörünü geliĢtirmek için Tarımı Kalkındırma Fonu‟ndan 80 milyar Manat, devlet bütçesinden 248 milyar Manat ve tarıma dayalı sanayileri geliĢtirmek için 472 milyar Manat kaynak aktarılmıĢtır. Program çerçevesinde devlet, yerel tarımsal üreticiler ve iĢadamlarına makine teçhizat alımları ve küçük tesisler kurmak için 20 milyon dolara kadar tarımsal kredi vermiĢtir. 1 ġubat 1997‟de yapılan bir değiĢiklikle çiftçiler gelir vergisi ve KDV‟den muaf tutulmuĢtur.

1200

2. Madencilik ve Enerji Bitki örtüsü bakımından fakir olan Türkmenistan, madenler yönüyle son derece zengin olup, çoğu geliĢmemiĢ önemli mineral kaynaklarına sahiptir. Madencilik ve enerji sektörü sahip olduğu zengin mineral kaynaklar nedeni ile sınai üretimde önemli bir yer tutmaktadır.62 Özellikle, Karakum çölünde yer alan sülfür rezervi dünyanın dörtte birini oluĢturmaktadır.63 En önde gelen doğal kaynakları, doğal gaz ve petroldür. Gaz rezervleri Hollanda ve Ġngiltere‟nin toplam Türkmenistan‟ın baĢlıca rezervlerinden daha fazladır ve bu haliyle Türkmenistan, global gaz çıktısının %0.5‟lik bölümünü sağlayarak Dünya sıralamasında 29‟uncu sırada yer almaktadır. Petrol rezervleri 500,000 m. varil veya Dünya rezervlerinin %0.05‟lik bir bölümüne tekabül etmesinden dolayı daha düĢük seviyededir. Fakat Hazar Denizi‟nin Türkmenistan bölümünde de bir rezerv bulunmaktadır. Türkmenistan‟ın diğer önemli endüstriyel mineralleri bentonit, kömür, brom, iyot, tuz, sodyum bileĢenleri, sülfür, hidrokarbon, potasyum, magnezyum, bentonid, kireçtaĢı, alçıtaĢı, kahverengi kömür, çimento ve kromdur.64 Eski SSCB‟nin en büyük sodyum sülfat üreticisi olmasına rağmen rezervlerin tükenmesi dolayısıyla sodyum sülfat üretimi durmuĢtur. Türkmenistan‟ın petrol ve gaz üretimindeki ana sorunu, ürettiği bu ürünleri dıĢ pazarlara nasıl ihraç edeceğidir; çünkü karalarla çevrili bir ülke olmasından dolayı petrol ve gazı deniz yolu ile dıĢ pazarlara satamamaktadır. Fakat “Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Boru Hattı Projesi (Trans-Caspian Project,TCP)”nin Hazar‟ın altı-Ermenistan ve Azerbaycan-Türkiye-Batı Avrupa Pazarı güzergahında ilerlemesi sayesinde Türkmenistan‟ın bu sorunları aĢacağı düĢünülmektedir. Ancak Türkmenistan‟ın bu projede de diğer projelerinde karĢılaĢtığı finansal destek sorunlarıyla karĢılaĢması muhtemeldir. Diğer bir proje olan Rus-Ġtalyan Mavi Akım Projesi Rusya‟dan Türkiye‟ye gaz nakletme amaçlı olup adı geçen projeye rakip olabilir niteliktedir. Fakat Batı Avrupa gaz talebinin kısa dönemli olabilirliği ve Türkiye‟nin talebinin de artmayabileceği düĢünülürse iki ayrı boru hattı rotasının gerekli olup olmadığı soru konusu olmaktadır.65 Tablo 7: Enerji Üretimi, Tüketimi ve Ġhracatı 1995 1996 1997 1998 1999 Gaz (milyar m3): Üretim 32,26 35,18 17,32 13,25

22,9

Eski SSCB‟ye ihracat22,56 24,33

6,52

Ġran‟a ihracat0,0 0,0

0,0

1,8

0,0

1,8

Yerel tüketim9,7010,8510,8511,48 12,4 Petrol (milyon ton): Milyon ton 4,4

4,1

5,4

6,6

7,4

Varil/gün88.23383.273108.434132.530148.594

1201

8,7

Elektrik (m kws): Üretim10.500 9.90510.076 9.2007.840 (a) Ġhracat 1.003 1.488 1.467 1.248veri yok Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Profile, 2000. Not: Ocak-Ekim 3. Sanayi Türkmenistan 1991 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra diğer BDT ülkeleri arasında en az geliĢmiĢ ülke olarak dünya arenasına girmiĢtir. Devlet BaĢkanlığınca yürütülen kararlı politikalar sonucunda ülke kısa bir süreç içerisinde gerek sanayi sektöründe gerekse diğer sektörlerde büyük yapısal değiĢikliklere gitmiĢtir. Sanayi sektöründe altyapı açısından son derece kötü olan ülke sağlamıĢ olduğu gelirin büyük bir bölümünü bu alana yönlendirmiĢtir. Ayrıca dolaysız yabancı yatırımlar teĢvik edilerek bu yöndeki yapılanma hızlandırmaya çalıĢılmıĢtır.66 Türkmenistan ilk aĢamada kendi kendine yetebilmeyi amaçlayan politikalar çerçevesinde yurt dıĢından ithal edilen bazı gıda maddelerinin yurtiçinde üretilmesini teĢvik etmiĢtir. Bu çerçevede yurtiçinde üretilmesi düĢünülen gıda maddelerinin ithalatına yüksek gümrük vergileri konulmuĢtur. Burada ülke ithal ikameci stratejinin ilk etabı olan yurtiçi talebi karĢılamaya yönelik üretime yönelmiĢtir. Makine yapım, metalurji ve gıda endüstrisi hükümetin ithal ikameci sanayileĢme politikasından (ISI) yararlanan sektörlerdir. Türk müteahhitleri 183 milyon dolarlık bir selüloz fabrikası ve 80 milyon dolarlık çelik değirmen inĢa etmiĢlerdir. Kırsal kesimdeki çalıĢma alanlarını geniĢletmek ve giyim ithalatını engellemek için Türk firmalarına hafif endüstri fabrikaları kurdurulmuĢtur. Türkmenistan‟da imalat sanayi, esas olarak gaz ve petrol çıkarma ve pamuk iĢleme konularında ihtisaslaĢmıĢ olup, tüketici ihtiyaçlarından çok spesifik üretimlere dayanan bir geliĢim göstermiĢtir. Diğer temel endüstriyel sektörler; elektrik, rafine ürünler, giyim ve tekstil, kimyasallar ve petrokimyasallardır. Gaz, elektrik üretiminde kullanılmakta; petrol, rafine edilmekte; tuz ve diğer mineraller, gübre, sülfürik asit, amonyak, deterjan ve iyot yapımında kullanılmaktadır. Toplam sanayi üretiminin 1/3‟ü tekstil sektöründen gelmektedir. Ülke imalat sanayii, eski SSCB döneminden kalma fabrikalarla yürütülmeye çalıĢıldığından verim yetersizdir. Gaz sektörü dıĢında yerel endüstrideki katma değer azdır. Bu açıdan bakıldığında, ülkeye yapılacak yatırımların katma değeri arttıracak nitelikte olması ülke ekonomisi için oldukça önemlidir. Ġmalat sanayiinin baĢlıca geliĢmiĢ dalları: halı, kilim, pamuklu ve yünlü giysilerdir. Ġpekböceği de gelir getiren diğer bir üründür. Ancak son yıllarda Türkmenistan‟ın sanayi potansiyeli mineral ve tarımsal hammaddelerin iĢlenmesi alanında geliĢim göstermiĢtir.

1202

Türkmenistan Ticaret Odası‟na göre teknik know-how ve yeni teçhizatlandırmaya ihtiyaç vardır. Gıda sektörünün geliĢtirilmesi gereken bölümleri; mandıra, kesimhaneler, bira, konserve ürün, tarımsal atık, meyve ve sebzedir. Gıda sanayii üretimi içinde et ve et mamulleri, un ve mamulleri, süt ve mamulleri ilk sırayı yer almaktadır. Türkmenistan‟da gıda sanayii iĢletmeleri sayısı 1980‟den itibaren önemli ölçüde artıĢ göstermiĢtir. Bunun baĢlıca nedeni iç piyasada düĢük olan gıda sanayii ürünleri talebinin artıĢı ve ihtiyacın yurt içinden karĢılanmasının istenmesidir. Ticaret Odası, gıda ambalajlama sanayiini geliĢtirerek üreticinin tüm gıda üretimini hasattan paketlemeye kadar tamamen gerçekleĢtirmesi amacındadır. Bu durum, özel teĢebbüs için gıda sanayiinin önemli bir yatırım alanı olduğuna iĢaret etmektedir.67 1997 yılı verilerine göre, ülke nüfusunun %11,2‟si imalat sanayiinde çalıĢmaktadır. 1999 OcakNisan döneminde sanayi üretimi %16 artmıĢtır. Küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin özelleĢtirilmesine önem verilmekle beraber, bu tip iĢletmelerin özellikle yabancı yatırımcılar tarafından satın alınmasına imkan sağlanmasına çalıĢılmaktadır. Artan dünya rekabeti içinde Türkmenistan sanayisinin rekabet edebilmesi eĢit makroekonomik Ģartlar

içerisinde

mümkündür.

Bağımsızlıktan

günümüze

Türkmenistan

sanayisi

önemli

istikrarsızlıklara sahip bir ekonomik ortamda faaliyet göstermiĢtir. Tablo 8: eĢitli Sanayi Üretimlerinin Yıllık GeliĢme Oranları (%): 1993 1994 1995 1996 1997 Ağır Sanayi5

-36

-8

15

-39

Hafif Sanayi

12

-7

2

64

Gıda Sanayii

-7

5

-8

-24

-25

-6

19

-20

Diğer

4

-20 3

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Report, Eylül 2000. Not: Gaz, elektrik, pamuk iĢlemesi, yemeklik yağ üretimi bunların dıĢındadır. Ekonomik büyüme, hükümet politikaları ve döviz dengesi Türkmenistan‟da ihracatta yaĢanan problemler ve özellikle geçiĢ döneminin doğurmuĢ olduğu sebeplerden dolayı dalgalanma göstermiĢtir. Bu dalgalanmalar rekabet ortamına hazırlık diğer bir ifadeyle geçiĢ için yapılması gerekli sanayi yatırımlarını caydırmaktadır. GeliĢmiĢ besicilik ülkede bir et ürünleri endüstrisinin kurulmasına yol açmıĢtır. Halı üretimi, tekstil endüstrileri, petrol rafinerisi ve gaz çıkarma endüstrisi kadar geliĢmiĢtir. Fakat, Türkmenistan‟ın en önemli güçlüğü, ihraç ürünlerini satacak uygun fırsatlar bulamamasıdır. ġu anda Türkmenistan dıĢarıya Türkiye üzerinden bir boru hattı ile gazını ihraç etmeyi ve bu ekonomik krizden kurtulmayı ümit etmektedir.

1203

Türkmenistan, SSCB‟nin dağılmasından diğer cumhuriyetlere nazaran daha az etkilenmiĢtir. Ülkenin ticareti 1992-1993 yıllarında geliĢme göstermiĢtir. Ancak, doğal gaz sattığı diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerinin borçlarını ödememesi, Türkmenistan‟ı ciddi sorunlarla karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Bunun üzerine Türkmenistan en büyük müĢterisi olan Ukrayna ve Gürcistan‟a gaz sevkıyatını düĢürmüĢ ve hatta bir dönemde durdurmuĢtur. Alacak tahsili sebebiyle gaz üretiminde baĢlayan düĢüĢ, GSYĠH‟nin 1994 yılında %18.8 oranında gerilemesine yol açmıĢtır. Doğal gazdan beklenen geliri elde edemeyen hükümet, harcamaları kısma yoluna gitmiĢtir. 1994 ve 1995 yıllarında bütçe açığı GSYĠH‟nin %1.5‟ine ulaĢmıĢtır.68 1997 yılının ilk altı ayında sanayi üretimi %14.7, doğal gaz üretimi %27.3 düĢerken, petrol üretimi %0.4 artmıĢtır. Pamuk üretiminde de çok önemli bir gerileme yaĢanmıĢtır. 1997 yılı üretiminin 1.4 milyon ton olması amaçlanmıĢken ancak 620,000 ton pamuk üretimi gerçekleĢmiĢtir. 1998 yılı Eylül ayı itibariyle pamuk üretimi 270,400 ton olarak gerçekleĢmiĢtir. 1997 yılının aynı döneminde ise 181,900 ton üretim yapılmıĢtır. 1998 yıl sonu verilerine göre pamuk üretimi aynı sene içerisinde 1.3 milyon tonu bulmuĢtur. 1998 yılı pamuk rekoltesinin geçmiĢ yıllara göre daha iyi olması ve ayrıca daha dün ürettiği pamuğun %5‟ini bile zor iĢleten ülkenin bugün %40‟tan fazlasını kendisi iĢletmesi, 1999‟da Türkmenistan‟ın iç pazarında canlılık yaratması bekleniyordu. Gerçekten de 1999 OcakNisan ayları arasında sanayi üretiminde toplam %16‟lık bir artıĢ kaydedilmiĢtir. Üretilen pamuk artık en son teknoloji ile ipliğe, kumaĢa ve elbiseye Türkmenistan‟da dönüĢtürülüyor. Yeniden yapılanma faaliyetlerinin önemli parçalarından birisi olan inĢaat sektöründeki geliĢmeler ümit verici olmuĢtur. BaĢta Türk firmaları olmak üzere yabancı firmaların kısa zamanda tamamladığı 30‟a yakın proje planın iĢlerliğini kuvvetlendirmiĢtir. Tekstil alanındaki yatırımlar da ümit veren yatırımlardır.69 4. Milli Gelir SSCB‟nin dağılması ve savaĢ ekonomisi nedeniyle Türkmenistan‟ın milli gelir büyüme hızı 1995 yılında %-8.2, 1996‟da %-7.7, 1997‟de %-25.9 ve 1998‟de %5‟dir. 1999 yılı için ise %16‟lık bir oran gerçekleĢmesi beklenirken söz konusu oran %10‟u bulmuĢtur. Detaylı iktisadi bilgilerin kıt olmasına rağmen, Türkmenistan‟daki iktisadi büyümenin ağırlıklı olarak, ihracata bağlı olduğu ifade edilebilir. Ek olarak, üretim seviyesinin yüksek gösterilmesi 2000-2001 yıllarındaki büyüme oranlarının yüksek çıkmasına neden olacaktır. Rusya‟ya büyük miktarda doğal gaz ihracatının yapılmasıyla beraber, 1999 yılı pamuk mahsulüne uygun fiyatların verilmesi ve devletin yürüttüğü yoğun yatırım politikası sonucu Türkmenistan‟da reel GSYĠH büyüme 1999 yılındaki %16‟dan %18‟e kadar artarak yükseleceği beklenmekteydi. Tablo 9: Yıllara Göre GSYĠH Gösterge1995 1996 1997 1998 1999 GSYĠH

1204

(cari fiyatlarla,1.072 7.608 9.64713.241

19.065

milyar manat) GSYĠH (milyar ABD2,5 1,9

1,8

2,5

1,6

7,3

6,6

7,0

8,3

-7,7 -25,9

5,0

16,0

Doları) (b) GSYĠH (satınalma gücüne göre, milyar ABD6,7 Doları) GSYĠH %reel büyüme -8,2

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Report, Eylül 2000. Tüm sektörlerdeki gerçekleĢen hızlı artıĢ ve Rusya‟ya doğal gazın yeniden satılmaya baĢlanması nedeniyle 2000 yılının ilk yarısında büyüme hızı %14 olarak hesaplanmıĢtır. 70 2000 yılının ilk yarısında elde edilen GSYĠH‟da yaĢanan artıĢ hızı, 1999 yılında elde edilen üretimler sonucudur. Tablo 10: GSYĠH‟nin Yıllara Göre Sektörel Dağılımı: Sektör (%)199419951996199719981999 Tarım

9,0 6,4

6,4

9,5 11,4 26,0

Sanayi 73,2 52,2 62,7 38,6 39,0 32,0 ĠnĢaat

2,2 5,9 11,3 24,0 25,9 11,0

UlaĢtırma haberleĢme2,5 2,4 4,7 7,5

*

Ticaret hizmetler2,5 1,8

1,5 2,2

*

31,0

Stoklar

0,1

*

0,2 0,1

0,1

*

*

(*) Veri elde edilememiĢtir. Kaynak: TĠKA, Ülke Profilleri, s. 178. 5. Para ve Bankacılık Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı, 8 Ekim 1993 tarihli meclis konuĢması ile 1 Kasım 1993 tarihinden itibaren Manat‟a geçileceğini, resmi kurun 1 Dolar = 2 Manat olacağı, 1 Aralık 1993 tarihinden itibaren mağazalar ile küçük ve ortak iĢletmelerin özelleĢtirileceğini, Ekonomi ve Maliye

1205

Bakanlığı bünyesinde Hazine Dairesi oluĢturulacağını açıklamıĢtır. Açıklandığı üzere, 1 Aralık 1993 tarihinden itibaren Manat‟a geçilmiĢ, Hazine oluĢturulmuĢ ancak özelleĢtirme konusunda ülkenin Ģartları gereği yeterli adımlar atılamamıĢtır. Basımı Ġngiltere‟de gerçekleĢtirilen Manat 500, 100, 50, 20, 10, 5 ve 1‟lik banknotlar halinde tedavüle çıkarılmıĢtır. Ülkede resmi olarak uygulanan iki ayrı kur bulunmaktadır. Birincisi ticari bankaların katıldığı haftalık ihalelerde belirlenen resmi döviz kuru, ikincisi ise, Türkmenistan Merkez Bankası (TMB)‟nın yönetimi ve piyasa fiyatları paralelinde bankalarca tespit edilen efektif kuru. Ġhale öncesi, TMB gösterge niteliğinde bir kur ilan etmekte. Ġhale sırasında alım taleplerini dikkate alan TMB bu çerçevede ihale fiyatını ayarlamaktadır. Ġhale fiyatları ile ticari bankaların efektif fiyatlarının arasında fark bulunmamakta, bir müdahele yapılmamaktadır. Merkez Bankası, döviz piyasasını sıkı denetim altında tutmaktadır. Bu nedenle resmi piyasada 5.200 manat‟a eĢit olan ABD doları, serbest piyasada 22.000 manat‟a kadar çıkabilmektedir. Diğer taraftan ülkede serbest piyasa kuru karaborsa kuru (veya ora halkı tabiriyle „Ünivermak kuru‟) olarak kabul edilmekte ve yapılan döviz satın alım iĢlemleri gayri kanuni sayılmakta olup, suçtur. Son 4 yıldır resmi kur değiĢmemiĢtir. Ülkede vadeli döviz piyasası bulunmamaktadır.71 Tablo 11:

Türkmen Manatı‟nın 1 ABD Doları KarĢısındaki Değeri (Yıl Sonu)

1995 1996 1997 1998 19992000 Resmi Kur2004,0704,1655,2005.2005.200 Ticari Kur2,4845,0555,090 *

*

*

Piyasa Kuru (Karaborsa)2,5005,2005.35012,10015,000

21.000

(*) Ticari kur uygulanamamaktadır. Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Report, Eylül 2000. Diğer Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi Türkmenistan‟da da bankacılık sektörü geliĢmiĢ değildir. ġu an Türkmenistan‟da devlet ve özel toplam 67 banka Türkmenistan Devlet Merkez Bankası‟na kayıtlıdır. Bunlar: iki devlet bankası (Türkmen VneĢ Ekonom Bank ve Sber Bank), 52 Dayhan Bank (Dayhan Center Bank iĢbirliği ve ticaret bankası tarafından kontrol edilen zirai bankalar), ve 13 özel ticari bankasıdır. 6. Dış Ticaret Türkmenistan‟ın dünya ekonomisine entegrasyon politikasında ilk sırayı ihracat ve ithalat akıĢlarının yönünün değiĢtirilmesi almaktadır. Bu nedenle ekonominin çeĢitlendirilmesi, ürün çeĢitliliğini artırma ve ihracat yapısında nihai ürünlerin, malların payını arttırma meseleleri gündemde ağırlık kazanmaya baĢlamıĢtır. Günümüzde ülkede üretilen malların rekabet edebilirliliğini ve onların ihracını artırmanın imkanları mevcuttur.

1206

Diğer taraftan, çoğu malların ithalatının; özellikle de yıkama malzemelerinin, kimya ürünlerinin, inĢaat malzemelerinin, gübrelerin, plastiklerin, lastik ürünlerin ikame edilmesi imkanları da vardır. Gelecekte ithal ikameci tesislerin devreye sokulması, ithalat yapısının kökten değiĢtirilmesine olanak sağlayacaktır. Türkmenistan tarım ve tarıma dayalı sanayi ürünlerinde, ithalatçı bir ülkedir. Halen dıĢ alımların büyük bir bölümü, baĢta Rusya Federasyonu olmak üzere BDT ülkelerinden yapılmaktadır. Ülke, Kazakistan ve Ukrayna‟dan un satın almaktadır. Bu durum Türkmenistan‟ın kendini ekmek kıtlığından korumaya çalıĢtığını gösterir. Ülkede tarımsal ürünlerin iĢleneceği fabrikalar veya saklanacağı soğuk hava depolarının talebi karĢılayamamasından ve ürünlerin çeĢitsizliğinden ülkenin ithalat harcamalarının %18.9‟unu yiyecek maddeleri kapsamaktadır. Gıda üretimi yurtiçi talebi karĢılayacak düzeyde olmadığından; tahıl ihtiyacının 2/3‟ü, sütün ise %50‟si ithalat yoluyla karĢılanmaktadır. Tarımda üretim düĢüĢünün en önemli sebebi SSCB döneminden kalan metotların henüz uygulamadan tamamen kaldırılamaması ve özelleĢtirmenin henüz tamamlanamamıĢ olmasıdır. Buradaki bir baĢka önemli nokta da Rusya‟dan sağlanan yakıt ve tarımsal makine miktarının eski düzeyin altında kalmasıdır. Türkmenistan‟ın dıĢ ticaretindeki temel maddeler enerji ve pamuktur. Ancak ülkenin yapmıĢ olduğu enerji ihracatlarından elde etmeyi umduğu para akıĢı ticaret iliĢkisi içinde bulunduğu ülkelerin ekonomik sıkıntıları nedeniyle sağlanamadığından ülke, enerji üretimini kısmak durumunda kalmıĢtır. Yine de 1999 yılı verilerine göre %33‟ünü gaz, %30‟unu ham ve iĢlenmiĢ petrol olmak üzere ihracatın %63‟ünü enerji sektörü sağlamaktadır. 1997 yılı verilerine göre Türkmenistan gaz ihracatlarının hiçbirini tahsil edemezken tüm para akıĢı pamuk ihracatından gelmiĢtir. Bu nedenle hükümet pamuk ihracatındaki katma değeri arttırabilme amacıyla tekstil sektöründeki yatırımları desteklemeye çalıĢmıĢtır. Ġhracat karĢılığı bedellerin geri ödenmesinde sıkıntılar yaĢanmaktadır. Bu yüzden, ülkeye yapılan ihracatların karĢılığının takas yolu ile ödenmesine çalıĢılmaktadır. “2000 yılına kadarki dönemde türkmenistan‟daki sosyo-akonomik ğeliĢmeler stratejisi hakkındaki” Türkmenistan Devlet BaĢkanı Program Tasarısı uyarınca dıĢ ticaretin mallar itibariyle yapısının değiĢmesi öngörülmektedir. Ġhracatta hazır mamûllerin payının artması ve Türkmenistan‟da uygulanmakta olan gıda temini politikasının hayata geçirilmesi dolayısıyla gıda maddelerinin ithalattaki payının azalması tahmin edilmektedir. 2005 yılında Türkmenistan‟ın dıĢ ticaret hacminin 6,9 milyar USD, 2010 yılında ise 10,6 milyar USD olarak gerçekleĢtirilmesi plânlanmaktadır. 2010 yılına kadar ülkenin dıĢ ticaret iliĢkilerinin geliĢimi, alternatif satıĢ pazarlarının geliĢmesi, Türkmenistan‟ın uluslararası doğal gaz piyasalarına çıkması, yakıt ve enerji kaynakların ihracatının arttırılması suretiyle sağlanacaktır. Doğal gazın birçok yoldan teslim edilmesi, 10 yıl içerisinde doğal gaz ihracatının 4,3 misli artmasını temin edecektir. Bu ise dıĢ ticaret fazlalığının istikrarlı artıĢlarını temin edecektir. Doğal gaz ile birlikte petrol, petrol

1207

mamûlleri, elektrik enerjisi, pamuk lifi, buğday, tekstil ve kimyasal ürünler, inĢaat malzemeleri en önemli ihraç kalemleri olacaktır. Tablo 12: DıĢ Ticaret Göstergeleri (milyon $): 1994 1995

1996

1997 1998 1999

Ġhracat2.175,82.084,41.691,3758,9593,9

1.078

Ġthalat1.690,71.643,61.532,3 (a)1.003,8 (b) 980,7 1.259 Denge 485,1

440,8

159,0-244,9-386,8

-181

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Profile, Eylül 2000. a: Türkmen otoriteleri IMF‟nin kayıtsız ticaret olarak ele aldığı hesaba eklemeksizin 1.313,5 milyon $‟lık bir değer rapor etmektedirler. b: Türkmen otoriteleri 1.227,7 milyon $ olarak açıklamaktadırlar. Ülkenin dıĢ ticaretindeki temel politika, üretim sürecindeki katma değerin arttırılmasıdır. Bu nedenle ülkede oluĢturulacak yatırımlarda fabrika inĢası önemli bir alan teĢkil etmektedir. Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Boru Hattı Projesi‟nin yapımı ile gaz ihracatının artması sonucunda ihracat değerlerinin değiĢeceği ülke hükümeti tarafından beklenmektedir. Ayrıca, ülkedeki gıda iĢleme sektörünün geliĢmesi ile gıda ithalatının düĢeceği ve bu durumun dıĢ ticaret dengesinde önemli bir değiĢime yol açacağı düĢünülmektedir. Tablo 13: Ġhracat (%): 1994 1995 1996 1997 1998 Gaz 65.7 (a)62.0 (a) 60.4 36.4

11.9

Pamuk Ġpliği 16.7 20.9 19.3

11.1

20.2

Rafine Petrol Ürünleri 8.1

9.6 12.3 36.5

Elektrik 4.2

3.2

3.4

3.7

*

Sıvı Gaz 0.0

0.0

0.0

*

*

Fırın Yakıtı0.4 0.1

3.5

7.5

*

41.0

(*) Veri elde edilememiĢtir. Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Report, Eylül 2000. a: Takas yöntemiyle. Türkmenistan, üretim düĢüĢüyle birlikte, ihtiyaç duyduğu tarım ürünlerini daha çok yakın olan Ġran‟dan yada Türkiye‟den temin etme yoluna gitmiĢtir. Ġran‟ın ülkeye yakınlığı ve daha uygun bir güzergah noksanlığı nedeniyle ülkeye yapılan ihracat Ġran üzerinden gerçekleĢtirilmektedir. Türkmen

1208

hükümeti de bu konunun bilincinde olduğu için bu rotaya önem vermekte ve yeni tren yolları ile söz konusu güzergahı desteklemeye çalıĢmaktadır. Türkmenistan‟ın BDT dıĢı ülkelerden yaptığı dıĢ alımların giderek artması beklenmektedir. Türkiye bu ülkeye turunçgil meyveleri, tüketim alıĢkanlığı yaratılabilirse baklagiller, unlu mamuller, kuru meyveler, meyve-sebze konserveleri, margarin, sigara gibi çok çeĢitli ürünleri satma potansiyeline ve deneyimine sahiptir. Tablo 14: Ġthalat (%) 1994 1995 1996 1997 1998 Tüketici malları 35,1 32,7 34,9

31,5

*

Gıda ürünleri 14,6

18,9

*

21,8 22,3

Kimyasallar, ham madde ve yapı 7,2 4,9 (a)4,6 (a)14,3 (a)

28,0 (b)

malzemeleri Metal yapılar

8,317,8 (c)16,4 (c)7,4 (c)

Makine ve teçhizat

49,3 26,0

37,5

6,5 (d) 42,4

8,5 (e)

(*) Veri bulunamamıĢtır. Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Report, Eylül 2000. a:Sadece kimyasal ürünler ve yapı malzemeleri b: Endüstriyel teçhizat c: Diğer materyalleri kapsar. d: TaĢıtlar e: Elektrikle ilgili teçhizat. Türkmenistan, baĢlangıçta BDT ile olan ekonomik iliĢkilerini yüksek bir seviyede tutmuĢ olmasına rağmen bu oranların yıllar geçtikçe azaldığını istatistiklere baktığımızda görebiliyoruz. Türkmenistan‟ın BDT dıĢı ülkelerle ekonomik iliĢkileri artmaktadır. Ancak yine de, BDT ülkeleri ana pazarı oluĢturmaya devam etmektedir. 1994 yılında ülke ihracatının %76,7‟sini BDT ülkeleri, %23,3‟ünü BDT dıĢı ülkeler oluĢtururken 1997 yılında sırasıyla %59,3‟e %49,7 gibi değerler elde edilmiĢtir.72 1994 yılında Rusya‟ya yapılan ihracat %6,3‟ken 1996 yılında %62,4‟e ulaĢmıĢtır. Ancak bu durumun nedeninin Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Ukrayna gibi BDT ülkelerine yapılan gaz satıĢlarının Rusya üzerinden olması dolayısıyla Rusya‟nın toplamına eklendiği için meydana geldiği düĢünülmektedir. 1994 yılının Rusya ile olan ithalat değeri toplamın %8,8‟i iken 1997 yılında %10.0‟dır. Türkmenistan‟ın ihracatta ve ithalatta baĢlıca partnerleri ulaĢım sorunları nedeniyle BDT ülkeleri olmaya devam etmektedir.73

1209

Türkmenistan 1994-1996 yılları arasında dıĢ ticaret fazlası vermiĢ; ancak ihracatındaki aĢırı düĢüĢ nedeniyle,74 1997 ve 1998 yıllarında ithalat değerlerinin de azalmasına rağmen dıĢ ticaret açığına engel olunamamıĢtır. Tablo 15: DıĢ Ticarette BaĢlıca Partnerleri Ġhracat (%)

Ġthalat

Rusya 43,6

Ukrayna

14,9

Ġran

Türkiye

12,7

Türkiye 6,7

Rusya

10,0

Kazakistan3,8

ABD

Azerbaycan

3,8

Ġsviçre 2,4

Kazakistan

8,7

Hong Kong2,1

Almanya

4,8

Gürcistan1,4

Ġran

3,9

Ġngiltere 1,3

Ermenistan

2,3

Özbekistan0,7

Azerbaycan

2,2

16,3

(%)

8,8 Özbekistan

8,8

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Report, Eylül 2000. E. Din Türkmenler, Sufi harekatının mistik kardeĢliği taĢıması suretiyle, 12‟nci yüzyılda Ġslamiyeti diğer göçebe Orta Asya gruplarından önce kabul etmiĢtir.75 Türkmenler genel olarak, Azeri göçmenlerden olan küçük ġii gruplar haricinde, ülke nüfusunun %88‟i Sünni ve Hanefi mezhebinden olan müslümanlardır. Yüzde 10 kadar da Hıristiyan (Ortodoks) dinine mensup nüfus bulunmaktadır. Türkmenistan‟daki Ġslami karakter, Ġslamiyet‟in 12‟nci ve 14‟üncü yüzyıllar arasında Türkmen kabileleri arasında Yesevi ve Kübrevi tarikatlarının etkileriyle yayılmalarından dolayı diğer Orta Asya bölgelerine kıyasla daha farklıdır. Ayrıca, NakĢibendiliğin etkileri de 19‟uncu yüzyılda görülmüĢtür. Sovyetler, 1928‟de Türkmenler arasında Ġslamiyetin varlığını ortadan kaldırmak için bir din karĢıtı kampanyası baĢlatmıĢtır. Bu belki de, Orta Asya‟daki en büyük din karĢıtı kampanyaydı. Bu kampanya 1941‟in baĢına kadar devam etti. Bu baskılar sonucunda resmi Ġslam gücünü kaybetti ve gayri resmi Ġslami hareketler etkilerini ve güçlerini arttırdılar. 1979‟da, 4 cami ve en çok 30 imam vardı. Fakat SSCB‟nin son yıllarında ülkedeki camilerin sayısı ve halkın Ġslamiyet‟e dönüĢü dikkate değer bir Ģekilde artınca, Sovyet araĢtırmacıları konuyla ilgilenmiĢler ve bu yeniden canlanıĢla ilgili olarak aĢağıdaki sonuçlara varmıĢlardır:76 1. Tarikat derviĢlerinin faaliyetleri,

1210

2. Dini ve milli özelliklerin birbirine karıĢması ve dolayısıyla “müslüman” ve “Türkmen” tabirlerinin birbirine eĢ değer olması, 3. Muhafazakar insanların varlığı, 4. Özbekistan‟dan gelen tesir. Bir Sovyet sosyolojik araĢtırmasına göre, 1961 yılının Ramazanı‟nda Deynav (Carcov Oblastı) havalisinde Özbek mollaların tesiri ile oruç tutanların sayısı iki misline çıkmıĢtır, 5. Bilhassa “Gurcan” radyosunun Türkmen dilinde yaptığı yayınlarla Ġran propagandasının tesiri, bütün bunlar Türkmenistan‟da Ġslamiyet‟in tesir ve gücünün artmasına sebep olmaktadır. Türkmenistan‟da 1979 da ibadete açık olan camilerin sayısı dördü, resmi imamların sayısı 30‟u geçmezken, bugün camilerin sayısı, bağımsızlık sonrası beĢ yıl içerisinde büyük bir artıĢla 200 civarına ulaĢmıĢtır (1993 verilerine göre sayı, 150 idi). Bu, bağımsızlık öncesi serbestçe ibadet yapamayan, Sovyet yönetimi tarafından Orta Asya‟da belkide en sert yürütülen din aleyhtarı her türlü baskı ve ateist propagandaya maruz kalan Türkmenistan halkının bütün bu olumsuzluklara karĢın Ġslam‟ın tesir ve gücü her geçen gün arttırma tepkisidir. Nitekim, bağımsızlıktan sonra ilk etapta semalarını ezanlarla titretmek isteyen bu güzel ülkede halk tarafından ya da diğer müslüman ülkeler tarafından yaptırılan camilerin sayısı çığ gibi artmaktadır. Bu camiler arasında AĢgabad ve civarında bulunan belli baĢlıları Ģöyledir: Mescidi Aksa (Türkmen halkı), Mescidi Azadi (Katar Devleti), Mescidi Hz. Ömer (Suudi Arabistan), Mescidi Ebubekir (Türkiyeli iĢadamları), Mescidi Ġmam Azam (Türkmen halkı ve Türkiyeli iĢadamları), Hacı Saparmurat Camii (Göktepe Halkı ve Devlet) tarafından yaptırılmıĢlardır. Dört Minareli Türkiye Diyanet Camii‟nin inĢaatı halen devam etmektedir. Ankara‟daki Kocatepe Camii‟nin mimarisi uygulanmaktadır. Bu muhteĢem caminin kubbesi hayırsever Kayseri Halkı tarafından yaptırılmıĢtır (YaklaĢık, 80 bin dolar). Diğer mescidler ise, Hz. Osman, Ġkram ve Kara Damak‟dır. Dini bayramlarda bu camiler cemaate yetmemektedir. Mesela, Ramazan öncesi cemaati 20‟yi geçmeyen bu camiler, Ramazan boyunca asıl cemaatına ulaĢmakta ve dolup taĢmaktadır. Sadece dolup taĢan camiler değil; Mari ve çevresindeki Sahabi türbeleri, Büreydetül Ġbnil Hatıp R. A., Hakem Elgıfari R. A., Süleyman Ġbni Büreyde El Esnem R. A., Hükümdar türbeleri, NadirĢah (DuĢak‟ta) ve Sultan Sencer (Mari‟de) ile ĠĢan (Evliya) türbeleri, Melik Baba (Kaka‟da), ġeyh Cemaleddin (Enow‟da), GümüĢ Hoca (Tecen‟de), Kız Bibi (Nohur‟da), Kubreviye Tarikatı‟nın kurucusu Necmeddin Kübra (TaĢovuz), Hoca Yusuf Hamedani Hazretleri (Bayramali) (Hoca Yusuf Hamedani Mescidi ve Sosyal tesisleri Türk iĢadamı Engin Kale tarafından yaptırılmıĢtır) ve Göktepe‟nin “ġehid ĠĢanları”nın türbeleridir. Ramazan boyunca daha da dolup taĢan bu camilerde ve türbelerde kurbanlar kesilmekte, gelene, geçene, misafire, fakire iftarlarda “Hüda Yolu (Sadaka) Yemekleri” verilmekte ve bir Ģenlik coĢkusu içerisinde Ramazan‟ın bereketinden istifade edilmeye çalıĢılmaktadır. Zenginler, her mahallede “Hüda Yolu Yemekleri” vermekte, kurbanlar kesip halka dağıtmaktadır.

1211

Ġslamiyet kırsal bölgede güçlü bir etkiye sahip olup, devlet ile iĢbirliği içerisinde çalıĢmaya hazırdır. BaĢkan Niyazov, Türkmen halkı arasında Ġslamiyet‟in geliĢen etkisine karĢı oldukça hassas olup, ona adeta kucak açmaktadır. Niyazov, Ġslamiyeti Türkmen halkını biraraya getirmede, birlik ve beraberliğin sağlanmasında en önemli faktörlerden biri olarak görmekte ve bundan dolayı da halk arasındaki din büyüklerinin rolünü ve yerini arttırmaya çalıĢmaktadır.77 Nitekim bağımsızlık sonrası okullara konulan “Edep” derslerinde Türkmen çocuklarına dinleri öğretiliyor. Kuran‟ı Kerim tercümeleri, Ġslam dinini öğreten kitaplar basılıyor. Ġlahiyat fakültesi, dini eğitim veren liseler, Kuran kursları açılıyor. TürkmenbaĢı, halkını gerçek din adamlarının eğitmesini, aydınlatmasını istiyor. Son yapılan düzenlemeyle de Müslümanların dini ihtiyaçlarının karĢılanması için eski yapı Türkiye‟deki Diyanet iĢleri BaĢkanlığı‟na benzer hale dönüĢtürüldü.78 Yukarıda da görüldüğü üzere, bugün resmi Ġslam Türkmenistan‟da zayıftır ve Ruslar tarafından neredeyse gücü tamamen yok edilmiĢtir. Gayrı resmi Ġslam ise oldukça güçlü olup, her geçen gün geliĢmektedir. Ġslam, Türkmenistan‟da Kazakistan ve Kırgızistan‟ın aksine her zaman için güçlü bir faktör olarak yerini almıĢtır ve almaktadır.

1 UNIDO, “Central Asian Republics, Industrial development Review”, C. II, 1996, s. 74. 2 TĠKA, Avrasya Dosyası, Türkmenistan Özel Sayısı, Sayı: 2, Kasım 1997/2, s. 2. 3 Türkmenistan‟ın iklimi hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Ramazan Özey, Tabiatı, Ġnsanı ve Ġktisadı ile Türk Dünyası, Ġstanbul, Öz Eğitim Yayınları, 1996, ss. 94-95. 4 S. Ok, V. Aydos, Türkmenistan, Ġstanbul Ticaret Odası Yayını, Ġstanbul, 1998, s. 13, 14. 5 Devlet Bayhan, “Türkmenistan Cumhuriyeti”, Yörtürk, (39), Eylül-Ekim 2001, s. 31. 6 Martha Brill Olcott, “Central Asia‟a Post Empire Politics”, Orbis, C. 36, (2), Bahar 1992, s. 120. 7 TĠKA, Ülke Profilleri, Ankara, 2000, s. 175. 8 Devlet Bayhan, “Türkmenistan Cumhuriyeti”, s. 31. 9 Muhammed H. Abalakov, (der. ), Türkmenistan: Today and Tomorrow, AĢkabat, 1999, s. 5. 10

World Development Report, 2000.

11

Mehmet S. Erol, Saule Baycaun, “Türkmenistan Cumhuriyeti Ülke Raporu”, s. 7.

12

Türk ĠĢbirliği ve Kalkınma Ajansı (TĠKA), “Türkmenistan Ülke Raporu”, Sevinç

Matbaası, Nisan 1999, Ankara, s. 1- 7. 13

Devlet Bayhan, “Türkmenistan Cumhuriyeti”, s. 32.

14

Mehmet S. Erol, Saule Baycaun, “Türkmenistan Cumhuriyeti Ülke Raporu”, s. 9.

15

Oğuz Yayan, Türkmenistan, AĢkabat, 1999, s. 18.

1212

16

A.g.e., s. 19.

17

Mehmet Saray, Türkmen Tarihi, Ġstanbul, Nesil Matbaacılık ve Yayıncılık, 1993, ss.

12-36. 18

Mehmet Seyfettin Erol, Ġzzet Yılmaz, “Orta Asya‟nın Son Kalesi: Göktepe”, (AraĢtırma-

Ġnceleme) Zaman, 12 Ocak, 1997, ss. 14, 20. 19

Daha detaylı bilgi için bkz. Baymitza Hayıt, Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri

Tarihi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995.: Alaaddin Yalçınkaya, Sömürgecilik ve Panislamizm IĢığında Türkistan, Ġstanbul, TimaĢ Yayınları, 1997. 20

M. B. Olcott, a.g.m., s. 257.

21

Mehmet S. Erol, Hayalden Gerçeğe Türk BirleĢik Devletleri, Ġstanbul, Ġrfan

Yayıncılık, 1999, ss. 148-149. 22

Halk Maslahatı hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Süleyman S. Terzioğlu,

Türkmenistan Anayasası ve Türkmenistan Mevzuatından Metinler, TĠKA, 1999, s. 21. 23

Yeni Anayasa için bkz. Süleyman S. Terzioğlu, a.g.e.

24

Yedi büyük Türkmen boyu nüfus itibariyle Ģöyle sıralanmaktadır: Teke, Ersarı, Yomut,

Göklen, Salur, Sarık ve Çovdur. Daha küçük boylar arasında dört tanesi (Ata, Hoca, Seyid ve ġeyh) kutsal sayılıp, üyelerinin Dört Halife soyundan geldiği iddia edilmektedir. Türkmenistan‟daki boylar ile ilgili daha teferruatlı bilgi için ayrıca Ģu kaynaklara baĢvurulabilir: SoltanĢa Ataniyazov, ġecere, AĢgabat, Tiran-1, 1994. ve Ağacan Beyoğlu, Türkmen Boylarının Tarih ve Etnografyası, Ġstanbul, Ġstek Yayınları, 2000. 25

Türkmenistan‟daki boylar arası izlenilen Sovyet politikaları ile ilgili olarak bakınız: A.

Bennigsen ve S. E. Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union, Chicago, University of Chicago, 1979. 26

Nezavisimaya Gazeta, 27 Ekim 1999.

27

Mehmet S. Erol, Hayalden Gerçeğe Türk BirleĢik Devletleri, s. 154.

28

Neytralnıy Turkmenistan, 15 Eylül 1999.

29

M. B. Olcott, a.g.m., s. 264.

30

Nermin Güler, a.g.m., s. 103.

31

“Human Rights and Democratization in Uzbekistan and Turkmenistan”, Commission on

Security and Cooperation in Europe, Washington, Mart 2000, s. 15. 32

Nermin Güler, a.g.m., s. 104.

1213

33

O. Hummedov, “Providing Legal Framework for Foreign Policy of Saparmurat

Turkmenbashy”, The Magazine of Turkmen National Institute of Democracy and Human Rights under the President of Turkmenistan (4), 2000. 34

Daha detaylı bilgi için bkz., Oncuk Musayev, Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın Siyaseti

Dabaralanyar, AĢkabat, Ruh, 1996, ss. 300-311.; Oncuk Musayev, Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın GaraĢsızlık ve Bitaraplık Siyaseti, AĢkabat, Magarif, 1998. 35

Dünyanın dördüncü büyük doğalgaz rezervine sahip olan Türkmenistan, kara üzerinde

yaklaĢık 21 trilyon metreküp ve Hazar Denizi kıta sahanlığı içerisinde ise 4, 8 trilyon metreküp olmak üzere yaklaĢık 25-27 trilyon metreküp arasında bir doğalgaz rezervine sahiptir. Türkmenistan ekonomisi için hayati önemi olan doğal gazdan sonra ikinci sırada gelen petrolün toplamı ise, 6, 8 milyar tondur. Daha detaylı bilgi için bkz., A. Necdet Pamir, Bakü-Ceyhan Boru Hattı: Orta Asya ve Kafkasya‟da Bitmeyen Oyun, Ankara, ASAM Yayınları, 1999. 36

Neytralniy Türkmenistan, 28 Mart 1996.

37

Bkz., Nur-Muhammad Noruzi, “Contention of Iran and Turkey in Central Asia and the

Caucasus”, Amu Darya, C. 4, (5) Ġlkbahar/Yaz 2000, ss. 102-135. 38

Orta Asya Cumhuriyetlerindeki geçiĢ süreci ve kimlik sorunu hakkında daha detaylı

bilgi için bkz., Martha Brill Olcott, “Central Asia‟s Catapult to Independence”, Foreign Affairs, C. 71, (3), Yaz 1992, ss. 108-130.; Graham E Fuller, “Central Asia: The Quest for Identity”, Current History, C. 93, (582), Nisan 1994, ss. 145-149.; Gökhan Bacık, “Türk Cumhuriyetleri‟nde Kimlik Sorunu”, Mim Kemal Öke, (der. ), GeçiĢ Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Ġstanbul, Alfa Yayıncılık, 1999, ss. 61-127.; John Kohan, “Five New Nations Ask Who Are We?”, Time, 27 Nisan 1992. 39

Albrecht Frischenschlager, “Turkmenistan on its Way to Political and Economic

Independece”, Eurasian Studies, (3), Güz 1995, s. 40. 40

11 Eylül‟ün Orta Asya‟ya etkisiyle ilgili daha detaylı bilgi için bkz. Mehmet S. Erol,

ABD‟deki Terör Saldırılarının Bölgesel Yansımaları: Türkistan”, Stratejik Analiz, (18), Ekim 2001, ss. 26-28. 41

Mehmet Seyfettin Erol, “ĠĢadamlarını Atavatana Davet”, Zaman Gazetesi (23 ġubat

1997), s. 2. 42

Mehmet S. Erol, Hayalden Gerçeğe Türk BirleĢik Devletleri, s. 157.

43

UNDP, “Human Development Report, Turkmenistan”, AĢgabat, 1997, s. 11.

44

G. O. Halova, M. B. Orazov, VneĢnezkonomiçeskaya Politika Turkmenistana,

AĢgabat, 1997, s. 6. 45

A.g.e. s. 7.

1214

46

. M. Babayev, Asnovniye Napravleniya VneĢnezkonomiçeskoy Deyatelnosti

AĢgabat, 1997, s. 35. 47

K.

Babacanov,

“VneĢnezkonomiçeskaya

Politika

Saparmurada

TürkmenbaĢi”

Vazrojdeniye, (2), AĢgabat, 2000. 48

Turkmenistan Sevodniya i Zaftra, AĢgabat 1999, s. 75.

49

Turkmenistan Sevodniya i Zaftra, AĢgabat 1999, s. 75.

50

Oncuk Musayev, Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın Siyaseti Dabaralanyar, Ruh

NeĢriyat, AĢgabat, 1995, s. 100. 51

Saule Baycaun, “10 Yıllık Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Ekonomisine Genel Bir

BakıĢ”, Avrasya Dosyası, Türkmenistan Özel, C. VII, (2), Yaz 2001, ss. 32-33. 52

IMF, ”World Economic Outlook”, May 2000, s. 32. Türkmenistan Ġstatistik Kurumu,

Türkmenstatpragnoz‟un verilerine gore 2000 yılında gerçekleĢen büyüme oranı %17. 6 olarak gerçekleĢmiĢtir. 53

US&Foreign Commercial Service, “Country Commercial Guide: Turkmenistan”,

Washington DC, 1999, s. 6. 54

IMF, ”Economic Review: Turkmenistan”, Washington DC, Mart 1994.

55

M. Saray, a.g.e., s. 7.

56

The Intelligence Unit, “Country Report: Turkmenistan 2nd Quarter 1995”, Londra,

57

IMF, “Economic Review: Turkmenistan”, Washington DC, Mart 1994.

58

IMF, “Recent Economic Development, Turkmenistan”, Publication Service,

1995.

Washington DC, Aralık 1999, s. 62. 59

IMF, “Recent Economic Development, Turkmenistan”, Publication Service,

Washington DC, Aralık 1999, s. 62. 60

1999 hububat üretimi uzun aradan sonra 1. 5 milyon tona ulaĢmıĢ, ve bu rakam

Türkmenistan‟ın ihtiyacını fazlasıyla karĢılamaktadır. 61

Saule Baycaun, “10 Yıllık Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Ekonomisine Genel Bir

BakıĢ”, s. 28. 62

Daha detaylı bilgi için bkz. Devlet Planlama TeĢkilatı (DPT), Sekizinci BeĢ Yıllık

Kalkınma Planı, Türkiye Ġle Türk Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri ĠliĢkileri Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2000, ss. 258-259. 63

EBRD, “TURKMENISTAN 1999 Country Profile”, s. 22.

1215

64

TĠKA, “Türkmenistan Ülke Raporu”, Ankara, 1999, s. 9.

65

Saule Baycaun, “10 Yıllık Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Ekonomisine Genel Bir

BakıĢ”, s. 25. 66

Daha detaylı bilgi için bkz. DPT Sekizinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, ss. 227-229.

67

Saule Baycaun, “10 Yıllık Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Ekonomisine Genel Bir

BakıĢ”, s. 30. 68

Moskovskaya Pravda, 8 Nisan 1997.

69

Daha detaylı bilgi için bkz. ağrı KürĢat Yüce, Türk Dünyası: Temel Meseleler ve

Çözüm Önerileri, Ankara, Tutibay Yayınları, 2001. 70

The Economist Intelligence Unit, “Country Report, Turkmenistan, 3th Quarter 2000”,

Londra, s. 11. 71

Türkmenistan Finansal sektörü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. IMF, “Economic

Review: Turkmenistan”, Washington DC, Mayıs 1992. 72

Saule Baycaun, “10 Yıllık Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Ekonomisine Genel Bir

BakıĢ”, ss. 31-32. 73

A.g.m., s. 32.

74

United Nations Industrial Development Organization, Central Asian Republics,

Industrial development Review, C. II, 1996, s. 81. 75

A. Bennigsen ve S. E. Wimbush, a.g.e., s. 39.

76

Büyük Ġslam Tarihi, ss. 359-360.

77

M. B. Olcott, a.g.m., s. 264.

78

Süleyman S. Terzioğlu, “Türkmenistan ve TürkmenbaĢı”, Zaman, 26 Mart, 1997.

1216

A. Siyasî GeliĢmeler ve DıĢ Politika Türkmenistan'ın Bağımsızlık GiriĢimleri ve Rusya / Elnur Soltan [s.757767] Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM) Rusya-Ukrayna AraĢtırmaları Masası / Türkiye SSCB‟nin dağılma sürecinde, çoğu cumhuriyetten farklı olarak Türkmenistan, SSCB‟nin dağılmaması gerektiğine inanmakta ve son ana kadar bu kurumun bir Ģekilde korunmasını savunmaktaydı. Saparmurad Niyazov‟un (TürkmenbaĢı), Gorbaçov‟un ortaya attığı yeni birlik anlaĢmasını destekleyen az sayıda devlet liderlerinden biri olması ve ülke içinde ciddî bir muhalefetle karĢılaĢmaması bu açıdan dikkat çekmektedir.1 BeĢ temel aĢiretten oluĢan ve baĢta Niyazov olmak üzere, dönemin yöneticileri açısından, ulus devlet yapısına geçerken ciddî sorunlarla karĢılaĢan Türkmenistan‟ın desteksiz kalması hiçbir Ģekilde arzulanmamaktaydı. Ekonomik açıdan, hammadde (pamuk ve doğalgaz) üreticisi olarak Rusya‟ya iliĢiği bulunan ve yaĢam standartları SSCB genelinde nispeten düĢük durumunda bulunan Türkmenistan, seyrek nüfusu ve muazzam coğrafyasıyla kendisini çevreleyen güçlü ve istikrarsız devletler ortamında güvenlik sorunları karĢısında müteredditti. Devlet geleneğinin zayıflığı, tüm bu söylenenler açısından, durumu daha da ciddileĢtirmekteydi. SSCB‟nin dağılma süreciyle acil ve etkili reformlar peĢinde olan Rusya Federasyonu ise, eski birlik cumhuriyetleriyle iliĢkilerini ikinci plâna itmiĢti.2 Rusya‟ya kurumsal ve yapısal olarak bağımlı bulunan devletlerin, isteseler de Moskova ile bu bağları koparamayacakları düĢünülmekteydi. Bu durum, özellikle, Orta Asya cumhuriyetleri için geçerliydi. Rusya bütçesi üzerinde en büyük yük olan (sübvansiyonlar nedeniyle) ve böylece bu ülkeyi bırakma ihtimalleri en zayıf olarak görülen Orta Asya cumhuriyetleri, pahalı reformlar döneminde elden çıkarılması gereken ilk bölge özelliği taĢımaktaydı. Hatta daha sonraları, eski SSCB cumhuriyetleriyle ilgili genel kanı değiĢtikten sonra bile, bazı önemli Rus analizcileri Türkmenistan‟ı, kendileri istemeseler bile, Rusya‟nın bırakması gereken dört cumhuriyetten biri olarak nitelendirmekteydiler.3 Ama çok geçmeden her iki tarafın da algılamalarında önemli değiĢimler baĢ göstermeye baĢladı. 1993‟ten itibaren, Batı‟yla olan hızlı entegrasyon çabalarının bir sonuca ulaĢmadığını ve bu yüzden eski SSCB alanına gösterilen ilgisizliğin sadece kendilerine zarar verdiğini düĢünmeye baĢlayan Rus siyasî eliti, ortaya attığı “yakın çevre” politikasıyla ve BDT‟nin yapısını güçlendirme giriĢimiyle yeni bir dönem baĢlatıyordu. Putin‟in iktidara geliĢiyle eski SSCB alanında hâkimiyetini yeniden canlandırmak için özel çaba sarf etmeye baĢlayan Rusya, dıĢ politikasında ve ekonomik hayatında enerji unsurunun da önem kazanmasıyla,4 Türkmenistan‟la yakınlaĢma zorunluluğunu daha çok hissetmiĢtir. Özellikle, Gazprom‟un Batı Avrupa devletleri ve Türkiye ile önemli gaz anlaĢmaları ve Rusya‟nın kendi gaz yataklarının bu talebi karĢılayamaz duruma düĢmesi, Rusya‟yı kısa ve orta vadede Türkmenistan‟a doğru iten en önemli neden olarak değerlendirilebilir.

1217

Önemli bir muhalefetle karĢılaĢmayan Niyazov ise, ilk anı geçtikten sonra, bağımsızlığın kendisine yarar sağlayabileceğini ve bunun Rusyasız da gerçekleĢebileceğini görüyordu. Türkiye ve Ġran ile iliĢkilerini geliĢtiren ve bu ülkelerden önemli yardımlar (ve çok daha fazla vaat) alan Türkmenistan, elindeki çok zengin enerji kaynaklarıyla5 daha zengin ve bağımsız olabileceğini anlamaya baĢlıyordu. Ama daha sonra, (Türkmenistan‟ın geleceği ile ilgili tüm hesaplamaların temelinde yatan) doğalgazın dünya pazarına çıkarılması sorununun, ilk baĢlarda yapılan tahminlerden çok daha ciddî engellerle karĢı karĢıya olduğu anlaĢılmıĢtır. Saparmurad Niyazov, dıĢ ve iç güvenlik meselelerini kendi gücüyle çözmeyi (veya ertelemeyi) baĢarsa da, geriye kalan ama en önemli sorununu (gazın dünya pazarına çıkarılması), en azından Ģimdilik, Rusyasız çözemediğini görmüĢ ve bu ülkeye geri dönmeye zorlanmıĢtır. Hatta, iki ülke arasında doğalgazdan sonra en önemli iliĢki unsuru olan Türkmenistan‟daki Rus azınlık sorunu bile, AĢkabat açısından, daha çok, bu insanların Türkmen GSMH‟nın temelini oluĢturan enerji sanayiindeki uzman grubun esasını oluĢturmasından kaynaklanmaktadır. Böylece, her iki devlet, tereddütlü geçen birkaç yıldan sonra, birbirlerinin önemini ve bunun temelindeki faktörün doğalgaz olduğunu anlamıĢ bulunmaktadırlar. Ama geleneksel olarak Rus siyasî elitî tarafından fazla jeopolitik ve jeokültürel önemi anlaĢılmayan Türkmenistan, Rusya‟nın ciddî ve direk müdahalelerinin hedefi olmayacağa benziyor. Diğer taraftan, AĢkabat yönetiminin daha çok eski Sovyet alanından uzaklaĢma anlamına gelen tarafsızlık politikası ve Türkmen toplumsal yapısının Rus etkisine fazla açık olmayıĢı, yukarıdaki faktörlerle de birleĢince, bu ülkeyi Rusya‟nın politikalarına daha kayıtsız bir duruma sokmaktadır. doğalgaz, iĢbirliğini geliĢtirme açısından önemli bir faktör olsa da, özellikle geleneksel anlamda “yakın” Türkmen-Rus iliĢkilerine temel oluĢturmak için yeterli değil. Türkmenistan‟ın Rusya tarafından “ikincil” olarak algılanan önemi, iki ülkenin birbiri üzerinde doğalgaz dıĢında fazla baskı aracına sahip olmayıĢı ve son durumda da bazı çıkar çatıĢmalarının ihtimâlini haber vermemektedir. Rusya‟nın, Türkmenistan üzerindeki etkinliğini isteksiz bir Ģekilde koruma çabaları, Rus ulaĢım hatlarından memnun olmayan Türkmenistan‟ı dıĢ pazara alternatif yollar arayıĢını sürdürmekten ve Rusya‟yı hem bu yollar hem de çevredeki diğer ülkelerle uzun vadede dengelemeye çalıĢmaktan alıkoyamayacaktır. Türkmenistan‟ın dıĢ politikası temelde, ülkenin önemli petrol ve çok zengin doğalgaz kaynaklarının varlığı düĢüncesiyle Ģekillenmektedir. AĢkabat‟ın tarafsızlık politikası, iç muhalefetin ve genel

olarak

halkın

siyasî

özgürlüklerinin

kısıtlanması,

enerji

kaynaklarına

dayanılarak

oluĢturulmaktadır. Batı yatırımının bölgenin diğer enerji zengini ülkelerindeki miktara kıyasla kısıtlılığı da TürkmenbaĢı‟nın ülke ekonomisinin kontrolünü tekelinde tutma plânlarından kaynaklanmaktadır. 6 Özellikle stratejik doğalgaz ve petrol iĢletmelerinin hemen hemen %100‟ünü elinde bulundurmakla övünen Türkmen iktidar, bu Ģekilde ülkeye onarılamaz zararlar vermektedir. Ama, yapısal engellerin zaten Türkmenistan‟a yapılacak yatırımları baĢtan kısıtladığı dikkate alındığında, Türkmenistan‟ın bu adımları her ne kadar mevcut iktidarı korumaya yönelikse de, ülkenin bağımsızlığı açısından en büyük engel olma özelliği taĢıyan Rusya‟yla iliĢkileri zayıflatarak, uzun vadede, Türkmenistan‟ın bağımsızlığı açısından olumlu sonuçlara götürebilir.

1218

BDT ve Orta Asya erçevesinde ĠliĢkiler Bağımsız Devletler Topluluğu‟na karĢı çıkan ve buradaki kurumsallaĢmanın iĢlemeyeceğini savunan Türkmenistan‟ın tutumu, aslında, bu kurumu Moskova‟nın eski hegemonyasını yeniden oluĢturma çabası olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. BDT‟yi, eski SSCB‟yi uygar bir Ģekilde “parçalama” forumu olarak görme arzusunu dile getiren Türkmenistan (veya TürkmenbaĢı), 22 Ocak 1993‟teki Minsk zirvesinde, ortak politika oluĢturmayı öngören anlaĢmayı imzalamayan tek Orta Asya cumhuriyeti olmuĢtur.7 En büyük ticarî ortaklarını barındıran bu kuruma karĢı kayıtsız kalan AĢkabat‟ın en büyük korkusu, potansiyel zenginliğini bu fakir ülkelerle bölüĢmeye zorlanmak ve TürkmenbaĢı iktidarını zayıflatacak kadar “dıĢarıya açık” duruma getirilmektir. TürkmenbaĢı, “BDT‟nin entegrasyon sürecinde yer almanın Türkmenistan‟ın amaçlarına uygun olmadığı” ve ülkesinin “finans varlıklarını uluslarüstü bir kuruma bırakarak, karĢılıksız enerji vericisi durumuna düĢmek istemediği” yolundaki açıklamaları sık sık dile getirmektedir.8 BDT toplantılarına hep daha düĢük sayılı delegasyonlarla katılmasıyla tanınan Türkmenistan, son dönemlerde, bu kuruma olan isteksizliğini en yüksek düzeyde “ima etmektedir”. 1-3 Ağustos 2001 tarihleri arasında BDT ülkeleri liderleri arasında yapılacak zirveye katılmayan tek devlet baĢkanı olan TürkmenbaĢı, bu tutumunu ikinci kez sergilemekteydi.9 Bu davranıĢın nedeni, zirvede tartıĢılacak en önemli iki konunun, Türkmenistan‟ın katılmada en isteksiz göründüğü, “serbest ticaret bölgesi ve anti-terör merkezi oluĢturulmasıyla” ilgili oluĢundan kaynaklanmaktaydı. Zira bu konuların, daha önce de belirttiğimiz gibi, Türkmenistan‟ın tüm geleceğini üzerine

kurmayı

plânladığı

doğalgaz

unsuruyla doğrudan bağlantısı bulunmaktadır. BDT kapsamındaki serbest ticaret anlaĢmasına10 Türkmenistan‟ın neden karĢı olduğunu ortaya koyan açıklama, bu ülkenin güvenlik konularındaki isteksizliğine de açıklık getirmektedir; enerji ihracından gelecek zenginliği engelleyecek her Ģeye karĢı çıkılmaktadır. “Türkmenistansız güvenlik kurumları”na, 15 Mayıs 1992‟de imzalanan BDT Kolektif Güvenlik AnlaĢması, ulusal yasaların terörle mücadele etme açısından koordinesini sağlayacak 21 Haziran 2000 anlaĢması ve Nisan 1996‟da oluĢturulan ġangay Formu11 örnek olarak verilebilir. Türkmenistan dıĢındaki dört Orta Asya devletini bir araya getiren Orta Asya Ekonomik Formu‟nun 21 Nisan 2000‟de oluĢturduğu anti-terörist “Dörtler Grubu” da bu tür güvenlik anlaĢmalarındandır. Günümüzde, Afganistan‟ın istikrara kavuĢması konusunda, AĢkabat Moskova‟yla beraber diğer devletlerin yanında yer alacaksa da, eskiden olduğu gibi, bu politika da dıĢarıda kalınarak yürütülecektir. ünkü, belirtileceği gibi, Türkmenistan‟ın tarafsızlık politikası, ülkenin toplumsal yapısının, doğal zenginliklerinin ve TürkmenbaĢı‟nın amaçlarının beslediği karmaĢık bir dinamik üzerine bina edilmiĢtir. Kültürel ve jeopolitik açılardan bazı bölgesel sorunlardan ve Rusya‟nın baskılarından bir ölçüde yapısal olarak uzak duran Türkmenistan, tarafsızlık politikasıyla bu durumu pekiĢtirmekte ve tüm enerjisini ekonomik geliĢmeye yönlendirmektedir. Mevcut bölgesel güvenlik kurumlarının, Orta Asya‟daki sorunları kendi açısından yeteri ölçüde çözeceğine inanan TürkmenbaĢı, fazladan malî yük altına girmek istememektedir.

1219

Ġlginç olan baĢka bir nokta, Rusya‟nın, Türkmen “uzaklaĢmasına” diğer cumhuriyetlerdeki gibi tepki vermemesidir. Ġran, Türkiye ve Pakistan‟ın, Türkmenistan üzerinde henüz Rusya‟yı korkutacak kadar önemli bir etki oluĢturmasının söz konusu olmadığı ve Türkmenistan‟ın 1995‟ten itibaren uyguladığı resmî tarafsızlık politikası bu durumu açıklığa kavuĢturmada yardımcı olabilir. Rusya‟nın, Türkmenistan‟ın kendisine alternatif bulamayacağını düĢünmesinin ve tarihsel olarak da bu ülkenin jeopolitik değerini düĢük görmesinin yanında, AĢkabat‟ın “izolasyon politikası” da Moskova‟nın fazla olmayan endiĢelerini hafifletmektedir. Ama Rusya‟nın endiĢelerini hafifletici bu nedenlerin, bazen, Moskova‟nın AĢkabat üzerindeki etkilerini zayıflatan aynı faktörler olduğu da unutulmamalıdır. BDT kurumlarına hep Ģüpheyle yaklaĢan ve bu Ģüphesinde haksız olmadığı anlaĢılan Türkmenistan, hep ikili ve eĢit çerçevedeki iliĢkileri savunmaktadır. 1995‟ten itibaren ilân ettiği ve BM‟de kabul gören “pozitif tarafsızlık” tutumlarına dikkat çeken TürkmenbaĢı, taraf olacak iki ülke çıkarlarının öncelik verildiği dolaysız iliĢkilerin değerini yorulmadan vurgulamaktadır. 12 Son dönemlerde, Moskova üst düzey yetkililerinin de aynı ifadeleri kullanması, Moskova‟nın sonunda AĢkabat‟ın daha önce kavradığı “gerçekliği anlamasından” ziyade, Rusya‟nın gücünün ve bölgedeki mevcut jeopolitik durumun ortaya koyduğu bazı sınırların belirginleĢmesine iĢaret etmektedir. Rusya ile Ġkili ĠliĢkiler BDT çerçevesindeki iliĢkilere karĢı olsa da, Türkmenistan‟ın, Rusya ile ikili çerçevede önemli anlaĢmalar imzaladığı bir gerçektir. Ağustos 1992‟de imzalanan dostluk ve iĢbirliği anlaĢması ve ülkelerin politik, ekonomik ve askerî iliĢkilerini düzenleyen ek maddeler ileriye yönelik ciddi bir adımdı. Bu anlaĢmanın ikili iliĢkiler açısından konumu, Batılı analizciler tarafından, “Rusya‟nın bir BDT devletiyle imzaladığı en önemli anlaĢma” olarak nitelendirilmiĢti.13 1993‟te çifte vatandaĢlık, göç ve göçmen haklarının korunması konusundaki anlaĢma Ģimdiye kadar Rusya‟nın baĢka hiçbir BDT devletiyle imzalamayı baĢaramadığı niteliktedir ve türünün tek örneğidir. Ama daha sonra da değineceğimiz gibi, bu anlaĢmaların uygulanması, kâğıt üzerindeki maddeler kadar çarpıcı olmamıĢtır. Bir anlamda, Türkmenistan‟ın çok akıllıca davranıp, Rusya‟yı kızdırmamak için bu ülkenin çıkarlarını daha çok gözeten anlaĢmalar imzalayarak, bunların zaten iĢleyemez olacağını düĢündüğünü ve haklı çıktığını söyleyebiliriz. 1991‟den günümüze iki ülke arasındaki en önemli sorun, Türkmen gazının Rusya üzerinden dünya pazarına çıkarılması konusundaki anlaĢmazlıklar olmuĢtur. SSCB dağıldığında doğalgaz için dünya pazarına tek çıkıĢ yolu Rusya‟dan geçen (Orta Asya-Merkez Boru Hattı) Türkmenistan, sırf Rusya‟nın kotayı azaltması sonucu doğalgaz satıĢlarında ve dolayısıyla da bütçesinde ciddî düĢüĢlerle karĢılaĢmıĢtır. 1989 yılında üretilen 85 milyar m3‟e karĢılık bu rakam 1993 yılında 64,7 milyar m3‟e, 1998‟de ise Rusya‟yla fiyat konusundaki bir anlaĢmazlık sonucu 13,2 milyar m3‟e kadar inmiĢtir. Ön yargılarımız, Rusya‟nın bu Ģekilde davranmasının nedenlerini jeopolitik faktörlerde aramaya meyilli olsa da, asıl ve en önemli neden ekonomiktir. Bunun, Rusya‟nın bilinçli Türkmenistan politikasının sonucu olmayıp, tamamen farklı giriĢimlerinin yan ürünü olarak ortaya çıktığı söylenebilir.

1220

Moskova‟nın AĢkabat‟a yönelik tutumundan ziyade, ülkedeki iç politik ve ekonomik sorunların Türkmenistan‟ı unutturacak türden oluĢundan kaynaklanmaktadır. Döviz kazancının hemen hemen yarısını petrol ve doğalgaz ihracından elde eden Rusya, Türkmenistan‟ın direkt rakibi konumundadır. Diğer taraftan, AĢkabat‟ın, ürünlerini dıĢ pazara taĢımak için Rus ulaĢım hatlarına ihtiyaç duyması, Rusya için kendi ürünlerinin ihracının azalması anlamına gelmektedir. Neredeyse ihraç ettiği enerji ürünlerinin sağladığı gelirle ayakta duran Rusya, böylece, Türkmenistan‟ı uzaklaĢtırmak pahasına olsa da kısa vadede kendisi için daha hayatî olan yolu seçmeye zorlanmaktadır. Gazprom‟un eski baĢkanı Rem Vyahirev‟in Türkmenistan doğalgazının Rus boru hatlarıyla dıĢ pazara açılması konusunda, “kapasite eksikliği söz konusuyken kendi pazarımızdan vazgeçmemiz ülkeye ihanetten baĢka bir Ģey değildir” ifadesi durumu gözler önüne sermektedir.14 Hal böyleyken, Türkmenistan‟ın alternatif yollar arama dıĢında bir seçeneğinin kalmadığı açıktır. Baskı Araçları Olarak Askerî ĠliĢkiler ve Rus Azınlık Rusya‟nın Türkmenistan‟daki askerî varlığının, bu ülke üzerinde ciddî baskı oluĢturacak güçte olmadığına değinmiĢtik. SSCB‟nin dağılmasından sonra ordu kurumuna sahip olmayan Türkmenistan, Rusya ile Haziran 1992‟de ulusal ordu oluĢturulması konusunda anlaĢma imzalamıĢtı; Moskova, AĢkabat‟a silâh, eğitim ve para sağlayacaktı.15 Hatta bir ara ortak ordu oluĢturma fikrini de ortaya atan Türkmenistan, sadece, bunun uluslararası hukuk açısından imkansız olduğunu anlayınca tutumundan vazgeçmiĢti. Ama daha sonra tarafsızlığın ilân edilmesi herhangi bir ülke ordusu veya üssünün Türkmenistan‟da bulunmasını engelleyince, askerî iliĢkiler farklı bir Ģekil almaya baĢlamıĢtır. Rus ordusunun Türkmenistan‟dan geri çekilmesiyle, askerî iĢbirliği hava savunması ve sınır güvenliğiyle sınırlandırılmıĢtı.16 Türkmenistan 1999 yılında bu alandaki iĢbirliğine de son verme kararı almıĢ ve bu kararını aĢamalı olarak yerine getirmeye baĢlamıĢtır.17 Bu durumu değerlendiren, Türkmenistan sınır güvenlik güçlerinin Rus biriminin komutanı General Vladimir Konuvalov‟un, “Türkmenistan güçlerinin artık Rusya‟nın yardımı olmadan kendi sınırlarını koruyacak kapasiteye sahip oldukları” yönündeki açıklamaları dikkat çekmektedir.18 Buradaki çarpıcı nokta, bu olayın iki ülke iliĢkilerini iyi bir Ģekilde sembolize etmesidir. Böylece, Rusya baĢka cumhuriyetler üzerinde ciddî bir baskı unsuru olarak kullandığı askerî varlığını bu durumda fazla kullanamamaktadır. Aynı durumun, diğer önemli bir baskı unsuru olan Rus azınlığı açısından da geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Yaygın bir görüĢe göre, Türkmenistan Rus azınlık konusunda Rusya‟yla en yakın iĢbirliğine giren ülke olmuĢtur. Aralık 1993‟te imzalanan çifte vatandaĢlık antlaĢması, Mayıs 1995‟te, Rus vatandaĢı olup Türkmenistan‟da kalıcı olarak oturan insanların hakları konusundaki diğer bir antlaĢmayla pekiĢtirilmiĢtir. Rus azınlığın kendi dilinde eğitim alma hakkının yanında, bu antlaĢmalar, yürütme ve yargıda görev alma ve oy hakkı dıĢında hemen hemen tüm fırsatları sunmaktadır; bu haklara özelleĢtirmede yer alma bile dahildir.19 BDT ülkelerindeki Rus azınlık konusunda Rusya‟nın arzuladığı türden bir emsal yaratan bu geliĢmeler, bazıları tarafından Türkmenistan‟daki Rusların kendilerini bu ülke dıĢında yabancı hissetmeleri yönündeki değerlendirmelere kadar götürüyordu. 20

1221

1994 yılında oluĢturulan Din ĠĢleri Komitesi‟nin baĢkan yardımcılığına Türkmenistan‟daki Rus Ortodoks Kilisesi BaĢkanı Andrey Sapunov‟un getirilmesi de bu tezi doğrulamaktaydı.21 Buna rağmen, Rus azınlık hakları Anayasaya yansımamaktadır. 1992 yılında Rus Topluluğu‟nu oluĢturma çabaları da Niyazov tarafından Anayasaya aykırılığı gerekçe gösterilerek durdurulmuĢtu.22 TV‟de yayımlanan Rusça programların süresi azaltılmakta ve sadece %5‟i Türkmenceyi bilen Rus azınlık, 2000‟de uygulanmaya baĢlayan vize rejimi ve yakın gelecekte uygulanması düĢünülen Latin alfabesine geçiĢ nedenleriyle toplumdan soyutlanmaktadır. ġu anda Türkmenistan‟da bir tek Rusça eğitim veren okul bulunmaktadır.23 Sadece 1997-1999 yılları arasında 150 bin kiĢi Rusya‟ya “yerleĢebilirlik statüsü” için baĢvurmuĢ ve bunu elde etmiĢtir.24 Türkmenistan‟daki Rusların neredeyse yarısının bu adımı, aslında bu ülkeden Rusya‟ya potansiyel olarak taĢınmak isteyen insanların sayısını göstermektedir. Yerel halkın nüfus artıĢ oranının Ruslardan çok daha fazla olması, mevcut göçlerle de birleĢince, Ruslar kendilerini daha çok marjinalleĢmiĢ ve yabancılaĢmıĢ olarak görmektedirler. Bazı medya organlarında dile getirilmesine rağmen, Türkmenistan‟daki Rus azınlık sorunu, Rus resmî çevrelerinde ciddî olarak dile getirilmemektedir. Rusya, hızla azalmakta olan nüfusunu korumak için eski BDT ülkelerindeki Rusları ülkeye döndürme çabalarını uygulamak için hazırlıklar yaparken bundan sonra da bunun gerçekleĢme ihtimalinin zayıf olacağı anlaĢılmaktadır. Aslında, Türkmenler ve Rus azınlık arasındaki sorunların fazla olmayıĢının nedeni, ülkenin bilinçli politikalarından ziyade buradaki aĢiret bilincinin etnik bilinçten daha fazla olmasında aranmalıdır. Tam olarak oluĢmamıĢ Türkmen etnik bilinci, Rus azınlığı “öteki” olarak algılamamaktadır. Türkmenistan‟ın Ruslar konusundaki ihtiyatlı tutumu da daha çok, sanayi sektöründeki Türkmen çalıĢan oranının sadece %6 civarında ve ülke bütçesinin hemen hemen %75‟ini oluĢturan gaz sektöründe Rusların ezici çoğunlukta olmasından kaynaklanmaktadır.25 Konumuz açısından daha önemli nokta, azalan (ve azalmasına “izin” verilen) Rus azınlık olayının, Rusya‟yı Türkmenistan üzerinde bir baĢka baskı aracından mahrum bırakmasıdır. Türkmenistan, BDT ülkeleri içinde 9 Haziran 1999‟dan itibaren bu kurum vatandaĢları için vize zorunluluğu getiren ilk devlet olmuĢtur. Amacını daha çok, uyuĢturucu ve silah kaçakçılığı gibi yasa dıĢı hareketlilikleri engellemek olarak açıklayan AĢkabat‟ın bu davranıĢı,26 yakından incelendiğinde, TürkmenbaĢı rejiminin temel felsefesi ile daha iyi bir Ģekilde açıklanabilir. ok geçmeden ülkeye akacağını hayal ettiği ama Ģimdi bile insanların açlıktan ölmelerini engelleyecek kadar yeterli olan enerji ürünlerinin sağladığı gelir, TürkmenbaĢı‟na ülke vatandaĢlarının dıĢarıya gitmesini (öncelikli olarak Rusya‟da mevsimlik olarak çalıĢarak daha iyi para kazanma Ģansını) engelleme imkanı vermektedir. Böylece, dıĢ kaynak olmadan kendi içinden muhalif güçler yetiĢtirme kapasitesinin zayıf olduğu anlaĢılan toplum izole edilmekte ve rejime yönelecek olası tehditler önemli ölçüde kontrol altına alınmaktadır. Hatta, Rus basın organlarında ısmarlama yoluyla olumlu makaleler yazdırtmasıyla tanınan Türkmen yönetimi, vize kartını gerektiğinde “söz dinlemez” Rus gazetecilere karĢı kullanmaktadır.27

1222

Bu durum, Rusya için ilk önce Rus azınlık açısından önem taĢıyormuĢ gibi görünse de, daha az önemli olmayan boyut, Moskova‟nın, bu Ģekilde, AĢkabat üzerindeki en önemli baskı araçlarının birinden mahrum olmasıdır. Diğer BDT ülkelerinin büyük bölümünün iĢ gücünün önemli bir kısmı Rusya‟da bulunmakta ve geçimlerini bu Ģekilde sağlamaktadır. Bir hesaplamaya göre erkek iĢ gücünün 1/3‟ü Rusya‟da bulunan Azerbaycan gibi devletler,28 bu yolla, kendilerinin sağlayabildiklerinden daha iyi yaĢam koĢullarına ulaĢmıĢ toplumlarını, Rus piyasası elden çıkarsa kontrol etmekte güçlük çekmektedirler. Durumun farkında olan Rusya, bu aracı baĢarılı olarak kullanmaktadır. Sınırını dıĢarıya kapatan Türkmenistan ise, pahalı olsa da Rusya‟yı bu araçtan mahrum etmektedir. Böylece, Türkmenistan Rusya‟nın tam istediği Ģartlarda anlaĢmalar imzalasa da, bu anlaĢmaların ne derecede uygulandığı tartıĢmalıdır. ġartların ve kendi politikasının baĢka yönlere götürdüğü bir ortamda, TürkmenbaĢı sadece, Rusya ile resmî sorun yaĢamaktan kaçınmıĢ ve bu noktada da haklı olduğunu ortaya koymuĢtur. Rusya baĢka BDT ülkelerinde baskı aracı olarak kullandığı askerî varlık ve azınlık unsurlarıyla da Türkmenistan‟ı fazla etkileyememektedir. Daha önce belirtildiği gibi, bu, Türkmenistan‟ın jeopolitik ve jeoekonomik konumu ve TürkmenbaĢı faktörleriyle de birleĢince, iki ülke arasında karĢılıklı etkileĢim durumunu bazı açılardan önemli sayılmayacak boyutlara indirmektedir. Rusya‟nın en büyük baskı aracı da (boru hatları) pasif özellik taĢımakta, yani Türkmenistan‟a sadece iĢbirliği eksikliği durumunda zarar vermektedir. Ekonomik iliĢkilerde Rusya‟nın kendisine dayattığı Ģartlardan memnun olmayan Türkmenistan ise alternatif yollar arayıĢını sürdürmektedir. Sonuç olarak, Türkmenistan üzerinde egemenlik konusunda fazla çaba göstermeyen Rusya ve Rusya‟yı ilk fırsatta dengelemeye çalıĢan Türkmenistan iliĢkilerinin, uzun vadede ve son 1,5 asırlık dönem dikkate alındığında, emsalsiz bir nitelik kazanacağı anlaĢılmaktadır. Boru Hatları Rusya‟yla 1995-1997 yılları arasında gerçekleĢen geçici ve göreceli yakınlaĢma sona erince, Türkmenistan daha önce baĢlatmıĢ olduğu alternatif yollar arama giriĢimlerine hız kazandırmıĢtır. 29 Ekim 1998‟de AĢkabat ve Ankara hükümetler arası bir anlaĢma imzalayarak Türkmenistan-TürkiyeAvrupa-Trans-Hazar Gaz Boru Hattı giriĢimini baĢlatmıĢlardır. Hazar Denizi‟nin yatağından geçecek boru hatlarını da içeren projenin maliyeti yaklaĢık 3 milyar dolar olarak hesaplanmaktaydı. 29 Ama Rusya ve Ġran‟ı bir araya getiren bu proje, Hazar‟ın statüsü konusunun yeniden ortaya atılmasına neden olmuĢtur. Bu projenin Hazar‟ın ekolojisine zarar vereceğini iddia eden bölgenin iki önemli devleti, Ģimdilik dengelenemeyen ortak siyasî iradelerini ortaya koymuĢlardı. Bunun yanında, projenin maliyeti ve verimliliği konusundaki tereddütler, Türkmenistan ve Azerbaycan arasındaki sorunlar, bu alternatifin yavaĢ yavaĢ unutulmasına neden olmuĢtur. Öte yandan, 1994 yılında Türkmenistan, Türkiye ve Ġran arasında, Türkmen gazının Ġran ve Türkiye üzerinden Avrupa‟ya taĢınmasını öngören bir anlaĢma imzalanmıĢtı. Ama 8 milyar dolarlık yüksek maliyet ve Ġran‟a uygulanan ABD ambargosu, bu plânın da gerçekleĢtirilme olasılığını azaltmıĢtır.30

1223

Görüldüğü gibi, Rusya‟nın, Türkmenistan‟ın kendi baĢına ve Rusyasız fazla bir Ģeyler yapamayacağıyla ilgili hesaplamaları pek de yanlıĢ çıkmamıĢ ve Moskova‟nın aktif bir müdahalesi olmadan

bile,

Türkmenistan

bu

ülkeye

alternatif

arama

konusunda

baĢarısız

olmuĢtur.

Türkmenistan‟ın Rusyasız zaten bir Ģey yapamayacağı yönündeki inanç, 1997‟de gerçekleĢen “ayrılık” zamanı Rus Gazpromu‟nun o zamanki BaĢkanı Rem Vyahirev‟in sözleriyle çok çarpıcı bir Ģekilde ortaya konulmaktaydı. Vyahirev, “Türkmenlerin hiçbir yere gidemeyeceklerini, diz çökerek Rusya‟ya doğru sürüneceklerini” ve Rusyasız kalınca “kum yemeye” mahkum olacaklarını açık açık dile getirmekteydi.31 Buna rağmen, Türkmenistan‟ın çabalarına son verdiği ve sonuç alamadığı yönündeki bir değerlendirme de yanlıĢ olurdu. 1997 yılında Türkmenistan ve Ġran arasında yapılan Körpece-Kurt Kui hattına, 2000‟in sonlarına doğru Artık-Lutfabad hattı da eklenmiĢtir. Böylece, Türkmenistan her ne kadar Rusya dıĢında bir alternatif bulmada zorlanmıĢsa da, Rusya‟nın, Putin‟in iktidara geliĢinden sonra Türkmenistan‟la köklü iliĢkiler kurma çabası ve bu iliĢkilerin önemli miktarlardaki gaz alımları üzerine kurulması gerçekleĢmeseydi, daha radikal adımlar Türkmenistan için daha baĢarılı veya Rusya için daha zararlı sonuçlara götürebilirdi. Sıcak ĠliĢkiler Vyahirev‟in Moskova‟nın üstünlük durumunu ne kadar abarttığı çok geçmeden ortaya çıkacaktı. 1999‟da baĢbakanlığa getirilmesiyle, Rus dıĢ politikasında yeni atılımlar gerçekleĢtiren Putin, BDT ülkeleriyle ilgili olarak yapılan bazı yanlıĢlıkların farkındaydı. Aynı Vyahirev, 1999‟un sonunda, “Gazprom‟da bazı kadro değiĢikliklerine gidebileceğini”32 söyledikten sonra Türkmenistan‟a gönderen ve Gazprom BaĢkanı‟nın daha önce sarf ettiği “aptallıklar” için defalarca özür dilettiren Putin, Türkmenistan‟la iliĢkileri iyileĢtirmek için taviz sayılabilecek bazı adımlar atmıĢtır. 2000 yılı için gaz alımı konusunda TürkmenbaĢı ve Vyahirev arasında gergin bir pazarlık sürmüĢtür. Gazprom baĢlangıçta, 1000 m3‟ü 30-32 dolara alabileceklerini, bunun %30‟unu döviz ve %70‟ini takas yöntemiyle karĢılayabileceklerini belirtmiĢti. Türkmenistan‟ın istediği ise, 1000 m3 baĢına 40-42 dolar ve bunun yarısının dövizle ödenmesiydi. Türkmenistan‟ın taviz vermemekte ısrarlı tutumu karĢısında çıkmaza giren bu tartıĢma sadece Putin‟in telefon açması ve Rusya‟nın daha yüksek fiyat önermesi sonucu çözüme kavuĢturulabilmiĢti. Rusya Türkmen gazının 1000 m 3‟ne 36 dolar verecek ve bunun %40‟ını dövizle ödeyecekti. Telefon görüĢmeleri sırasında, Putin‟in Rusya‟nın daha önce takındığı söylem tarzını değiĢtirmesi de dikkat çekmekteydi. ĠliĢkilerini “eĢit iki devlet” arasında ve “ikili çıkar” çerçevesinde sürmesi gerektiği yönünde TürkmenbaĢı‟yla tamamen aynı düĢünceyi paylaĢtığını ifade eden Rusya BaĢbakanı, AĢkabat‟ın uyguladığı tarafsızlık politikasını da “kesinlikle tanıdığını ve buna saygı duyduğunu” belirtmiĢtir.33 Bu geliĢmeleri pekiĢtiren olay, Putin‟in Rusya Devlet BaĢkanı seçildikten sonra Orta Asya cumhuriyetlerine ilk resmî ziyaretini Özbekistan‟la beraber Türkmenistan‟a yapmasıydı. Rem Vyahirev 1999 sonunda Türkmenistan‟a gittiğinde, Putin‟in müdahalesiyle TürkmenbaĢı‟na bir jest olarak, Rusya BaĢbakanı, eğer devlet baĢkanı seçilirse Türkmenistan‟ı ilk fırsatta ziyaret edeceğini söylemiĢti;34 CumhurbaĢkanı Vladimir Putin sözünü tutacaktı. Bu olay Türkmenistan‟ın istediği türden

1224

olup Rusya‟nın bu ülkeye daha özel önem verdiğini simgeleyen ve hep TürkmenbaĢı‟nın arzuladığı ikili, “ülkesine göre” ilkesine dayalı “seçici” bir politikanın sonucuydu.35 Bir ölçüde, yanlıĢ bir Ģekilde kenara itilen önemli bir ülkeden imalı özür dileme niteliği de taĢıyan bu görüĢme, eskinin yanlıĢlarını düzeltmeye yönelikti.36 Türkmenistan‟la iliĢkilerin soğuması, daha önce de belirtilen nedenlerle, baĢka ülkelerin faaliyetlerine hız kazandırmıĢsa da, hiçbir ülkenin burada Rusya‟yı dengeleyecek boyutta söz sahibi olduğu söylenemezdi. Ama uzun vadede iliĢkilerde yaĢanan bu soğumanın zararlı olacağı hesaplamasının yanında, Rusya‟nın yeni ve kısa vadede daha önemli nedenleri bulunmaktaydı. Putin ziyaretiyle baĢlayan görüĢmenin normal resmî görüĢme çerçevesine oturtulamayacak kadar samimî olacağı baĢından ortaya çıkmaya baĢlamıĢtı. Kültürel konulardaki bir sıra anlaĢmalara rağmen görüĢmelere damgasını vuran, Putin‟in de belirttiği gibi, “ticarî alanda iĢbirliği” konusuydu. Aslında, Putin‟in görüĢmelerdeki temel amacı (daha sonra da bir çok kaynağı oldu bittiye getirdiği gibi), Aralık 1999‟dan sonra, Türkmenistan‟dan alınmakta olan yıllık 20 milyar m3 gaz miktarının her sene 10 milyar m3 arttırılarak 50-60 m3 çıkarılması ve bu durumun 30 senelik bir anlaĢmaya bağlanmasıydı.37 Ortaya somut bir anlaĢmanın çıkmamasına rağmen, Putin, her iki ülkenin birbirine gerekli olduğunu anladıklarını ve Niyazov‟la beraber görüĢmelerin tüm hızıyla devam edip bir sonuca bağlanacağına inandığını ifade etmiĢtir. Putin-Niyazov görüĢmesinin önemi ve detaylı bir Ģekilde anlatılmasının temel nedeni, bugün de iki ülke arasındaki iliĢkilerin hemen hemen aynı çıkar algılamaları doğrultusunda sürdüğü ve Ocak 2002‟de gerçekleĢmesi beklenen liderler zirvesinin benzeri Ģekilde geliĢeceğidir. Gerçi, Rusya‟nın hassas olduğu bölgesel güvenlik, uluslararası terör, yasadıĢı silâh ve uyuĢturucu ticareti konularına da değinilmiĢ ve hatta ortak bildiride bu kabilden bazı maddeler yer almıĢtır.38 Ama Türkmen lider Afganistan söz konusuyken, Türkmenistan açısından kökten dincilik gibi bir sorunun kesinlikle bulunmadığını da sözlerine eklemekteydi. AnlaĢmanın bu boyutu, bir anlamda, Rusya‟yı kırmamak için yapılmıĢtı ve Rusya da bu konularda fazla ileri gitmeyerek, diplomasi ahlâkının gerektirdiği boyuttaki bir anlayıĢla yetinmiĢtir. Rusya Devlet BaĢkanı‟nın, Türkmenistan‟ın tarafsızlığına duydukları saygıyı dile getirirken de, tarafsızlığın Türkmenistan için daha çok Afganistan olaylarında serbest hareket hakkı anlamına geldiğini bilmediğini söyleyemeyiz.39 Rusya‟nın bu tavizkâr tutumu, daha önce belirtilen nedenlerin yanı sıra, yeni ve bu ülke çıkarları açısından hayatî bir geliĢmenin sonucuydu. Vyahirev‟in Aralık 1999 ziyaretiyle baĢlayan bu süreçte, Türkmenistan‟dan alınması planlanan gazın miktarı 20-50 milyar m3 olarak belirtilmiĢti. Buradaki asgarî 20 milyar m3‟lük miktar, aslında, Rusya‟nın gaz sektöründe oluĢan ve 20 milyar m3 olacağı hesaplanan üretimdeki düĢüĢ veya Rus basınının sık sık dile getirdiği gibi “deliklerle” ilgiliydi. 40 Gazprom‟un en önemli yataklarının %40-80 oranında tüketildiğini41 ve 2000 yılında gaz üretiminin %5 oranında azalacağını iyi anlayan Rus yönetimi, özellikle 1998 krizinden sonra canlanan sanayi sektöründe aĢırı ihtiyaç duyulan enerji ürünlerini bulmak için daha çok taviz vermeye bile hazırdı. 42

1225

Rusya‟nın kendi imkanlarıyla iç pazar talebini karĢılayacak durumda olduğu bir sır değildi, ama asıl sorun bu halde kıyaslanamayacak kadar pahalı fiyatlarla Batı pazarlarına ihraç edilen gazın getirdiği gelirde ortaya çıkacak ciddî düĢüĢlerdi. Bunun yanında, Mavi Akım projesi de dahil olmakla, Batılı devletlerle yapılan yeni anlaĢmalar Rusya‟yı, altından kalkamayacağı yükümlülükler altına sokmaktaydı.43 Böylece, Rusya‟nın Türkmenistan politikasının doğalgaz faktörüne önemli ölçüde endekslendiği söylenebilir. Hatta, baĢka, jeopolitik çıkarlar söz konusuyken bile, bunlar da “gaz aracı” kullanılarak çözülmeye çalıĢılmaktadır. Türkmenistan‟dan büyük miktarlarda gaz alma sözü veren Rusya, bu ülkenin alternatif yollar aramasını önemli ölçüde engellemiĢ olmaktadır. Bu geliĢmenin, Trans-Hazar ve Bakû-Ceyhan boru hatlarına da etkisi büyüktür. Trans-Hazar‟ın gerçekleĢmesi durumunda, BakûCeyhan‟ın da maliyeti düĢecek ve yapımında en ciddî engel olarak görülen sorun çözüldükten sonra, bu proje daha olumlu bir aĢamaya girecektir. Putin‟in isabetli adımının gerçek değeri burada ortaya çıkmaktadır. Bir açıdan da Mavi Akım projesi için yeterince gaz bulamayan Rusya, Türkmen gazını daha ucuz fiyatlara alarak, iç piyasasında veya ödeme sorunları bulunan ülkelere satacak, serbest kalan kendi gazını ise dünya fiyatlarıyla Türkiye‟ye ihraç edecekti. Bunu yaparken de, Türkiye ve ABD‟nin hep arkasında olduklarını vurguladıkları Bakû-Ceyhan‟a darbe indirmiĢ olacaktı. Türkiye‟ye gaz satmanın hem bağımsızlığını geliĢtirme hem de çok daha fazla para kazanma açısından önemini anlayan Türkmenistan, aynı gazı Rusya‟ya daha ucuz fiyatlarla, Moskova‟nın kendi gazını Türkiye‟ye daha pahalıya satması için vermek zorunda kalmaktadır. Ġran ve Afganistan‟la her ne kadar iyi iliĢkilere sahip olsa da Türkmenistan, bir gün bu ülkelerin tehdit kaynağına dönüĢebileceğini iyi anlamaktadır.44 Bu olmasa bile, bu ülkeleri hem politik hem de ekonomik açıdan dengeleyecek bir Rusya her zaman istenen bir durum olacaktır. Ama bu tür giriĢimler de, doğalgaz gölgesinde yapılmaktadır. Türkmenistan‟ın bu açıdan değerlendirmeleri, Afganistan‟da durumun 1998‟den sonra değiĢmesi (11 Eylül‟den sonra bile Afganistan‟daki belirsizlik devam etmektedir), Ġran‟a uygulanan ABD ambargoları ve Trans-Hazar konusunda yaĢanan sorunlar (bu geliĢmeleri Rusya‟ya alternatif boru hatlarının yapımını engelleyecek türdendir) dikkate alınarak yapılmaktadır. Aslında, burada Türkmenistan‟ın görüĢ değiĢtirdiğinden bahsetmek yanlıĢ olacaktır. Zira kaydettiğimiz gibi, ikili iliĢkilerin soğumasındaki temel faktör Rusya‟nın Türkmenistan‟ı bırakması ve AĢkabat‟ın, Moskova‟yı iĢbirliğine zorlayacak araçlara sahip olmamasından kaynaklanmaktaydı. Yani Türkmenistan‟ın Rusya‟nın ilk olumlu çağırısına yanıt vereceği zaten kuvvetle muhtemeldi. Sonuçta, alternatif boru hatları bu kadar sorunluyken, geçici olarak Rusya‟yla iĢbirliğine gitmek Türkmenistan için, yaĢamını sürdürme açısından hayatîdir. Rusya‟nın uzun süre boyunca Türkmenistan için tek ve en ciddî ve bu anlamda da hayatî bir transit ülke olacağı görüĢü Türkmenistan‟da yaygın olarak paylaĢılmaktadır. Engeller

1226

Türkmenistan-Rusya iliĢkilerini uzun vadede engelleyici faktörler de az değildir. Rusya ile iliĢkiler Türkmenistan için Ģimdilik hayatîdir. Ama, sırf hayatîliği yüzünden AĢkabat durumun bu boyutlarda devamını istememektedir. Türkmenistan‟a bu açıdan alternatif sağlayacak en önemli devletlerden biri Ġran‟dır. Rusya ile stratejik ortaklığından sık sık bahsedilse de, Ġran-Rus iliĢkileri de önemli yapısal sorunlarla sınırlanmaktadır.45 Türkmenistan‟ın Ġran‟a ihraç ettiği 8 milyar m3 gaz miktarının çok geçmeden 13 milyar m3‟e yükseltileceği yönündeki iddialar,46 yakın gelecekte Rusya‟nın daha uzaklaĢmıĢ bir Türkmenistan‟la karĢılaĢabileceğini haber vermektedir; mevcut boru kapasitesi buna imkan tanımaktadır.47 Ġran‟a uygulanan ve Türkmenistan‟ı en ucuz ulaĢım yollarından mahrum eden ABD ambargosunun da ebedî olmayacağı açıktır. Sonuçta, doğalgaz rezervleri açısından dünya birincisi olan Rusya da kendi Kuzey Okyanusu rezervlerini kullanmayı, Türkmenistan rezervlerine ilk fırsatta tercih edecek48 ve rakibi olduğu Türkmenistan‟ı safdıĢı bırakmak isteyecektir. TürkmenbaĢı, iki ülke iliĢkilerinin ekonomi ağırlıklı olduğunu ve bu alanda da Rusların önemli kısıtlamalarının bulunduğunu iyi bir Ģekilde ortaya koymaktadır.49 Aynı Ģeyleri, doğalgaz rezervleri açısından dünya ikincisi Ġran için söylemek mümkün olsa da, burada asıl vurgulanması istenen, Rusya‟ya bağımlılığın ve bunun yarattığı zararların azaltılması çabalarının baĢarıya ulaĢması için bazı temellerin bulunmasıdır. Hazar Denizi‟nin hukukî statüsü konusunda Ġran ve Türkmenistan‟ın gösterdiği iĢbirliği bu açıdan dikkate değerdir. ÖrtüĢmese de, diğer Hazar devletlerinin görüĢlerine (özellikle Azerbaycan‟ın) karĢı olmaları dolayısıyla bir araya gelen Türkmenistan ve Ġran, iliĢkilerinin pekiĢmesi için fazla bir nedenle karĢı karĢıyıdırlar. Rusya ve Türkmenistan‟ın Hazar konusundaki görüĢleri çeliĢse de, AĢkabat‟ın esas sorunu Bakû‟yledir. Ama bu noktada da, Rus siyasî karar alma mekanizmasında önemli paylara sahip olan bazı Rus Ģirketlerinin Azerbaycan‟daki yatırımlarda önemli paylara sahip olmaları, Türkmenistan‟ı Rusya ile karĢı karĢıya getirmektedir. Ġran ve Azerbaycan arasında yaĢanan gerginlik sırasında, Türkmenistan da Ġran‟a taraf çıkınca, Rusya‟nın Hazar Meseleleri Üzere Özel Temsilcisi Viktor Kalyujnı, AĢkabat‟ın yaptıklarını beğenmemiĢtir. Bunun arkasındaki en önemli nedenlerden biri de, bu Ģahsın çok yakın iliĢkileri bulunan Lukoil‟in Azerbaycan‟da sahip olduğu hisselerdir.50 Ama tabii ki bu açıdan daha önemli konu, Rusya ve Türkmenistan‟ın Hazar‟da sahip oldukları enerji kaynaklarının miktarı ve koordinatlarıdır. Bu konudaki farklılıklar, iki devletin sonuna kadar (eğer yeni ve önemli keĢifler söz konusu olmazsa) farklı görüĢleri savunacağı anlamına gelmektedir. Türkmenistan‟ın petrol kaynaklarının hemen hemen yarısı, gaz kaynaklarının ise 1/4‟ü Hazar Denizi‟nde bulunmaktadır. Rusya‟nın elinde, Hazar kaynaklarının %10-15‟i bulunuyor.51 Rusya için bu oran Türkmenistan‟a kıyasla daha önemsizse de, Hazar‟daki payı, önemli çıkar alanındaki bu bölgedeki etkinlik açısından, Moskova için büyük önem taĢımaktadır. Bu açıdan, Hazar‟ın belirli bir hukukî ilke bazında bölüĢtürülmesi iki ülkenin çıkarlarının ortak bir noktada buluĢmasını engellemektedir. Rusya ve Türkmenistan arasında 2001 yılında da tekrarlanan gaz sorununun, bir ülkeye ağırlıklı olarak bağımlı olmanın beraberinde getirdiği ve bu Ģartlar ortadan kalkmayınca bitmeyeceği anlaĢılmaktadır. Ukrayna‟ya 1000 m3„ü 40 dolara (yarısı döviz yarısı barter) satmayı baĢaran Türkmenistan, Rusya‟dan da aynı Ģartları talep edince geri çevrilmiĢ ve görüĢmeler bir daha

1227

tıkanmıĢtı.52 Sonunda, 16 ġubat 2001‟de ITERA Türkmenistan‟dan aynı fiyata gaz almaya razı olsa da, 40 dolara alınacak bu gazın Avrupa pazarlarında 100-110 dolardan alıcı bulması Türkmenistan‟ın kendisini iyi hissetmesine neden olmamaktadır. Sonuç Türkmenistan‟ın ekonomik açıdan bazı geliĢmeler kaydettiği bilinmektedir. Son 10 sene içinde ülkedeki buğday üretimi 20 kat artmıĢ ve önceleri ekmek ithal eden Türkmenistan Ģimdi bunu ihraç edebilecek düzeylere gelmiĢtir. Öte yandan Rusya‟nın Türkmen doğalgazına kendi toprağını transit olarak kullandırtmamasıyla tekstil sektörüne yönelen Türkmenistan, bir iddiaya göre, kendi pamuğundan ürettiği tekstil ürünleri ihraç ederek yılda 400 milyon dolar kazanmaktadır. 53 Son on yılda Türkmenistan‟a yapılan toplam yatırım miktarı 19 milyar doları buluyorken, 2000 yılında kiĢi baĢına düĢen yatırım açısından AĢkabat‟ın BDT ülkeleri içinde birinci geldiği belirtilmektedir.54 Aynı yıl GSYĠH‟sindeki %17,6‟lık artıĢla dünya birincisi olan Türkmenistan‟dan dıĢarıya para çıkarılmasının engellenmesi de bu geliĢmelerin arkasındaki önemli nedenlerden biri olarak anılmaktadır.55 1998‟de üretimi 13,2 milyar m3‟e kadar düĢen Türkmenistan, 1999‟da 22 milyar, 2000‟de ise 47 milyar m3 doğalgaz üretmiĢtir. 2001‟de 70-75 milyar m3‟lük plânlara rağmen, üretim 51,7 milyar m3 olarak gerçekleĢmiĢtir. Niyazov‟un belirttiği rakamların altında olsa da, geçen yıla göre gaz üretimi %9, petrol üretimiyse %12 oranında artıĢ göstermiĢtir.56 Ama 1999‟da %12, 2000‟de %17, 2001‟de ise %20,5 büyüme gösteren Türkmen ekonomisi bu geliĢmeyi petrol ve gaz fiyatlarının dünya piyasalarında yükselmesine ve Rusya‟yla “iyi” iliĢkilere borçluydu. 2001‟deki geliĢmelerin de büyük ölçüde, ödemelerinin sadece yarısını nakitle ödeyen ve bunu da güçlükle yerine getiren Ukrayna‟ya gaz satıĢı sonucu gerçekleĢtiği bilinmektedir.57 ġaĢırtıcı göstergeleri genel bir iyileĢmeden ziyade bir tek ülkenin (Rusya) niyetleri ve dünya piyasasının cömertliği sayesinde elde eden AĢkabat‟ın, 1997‟de Gazprom‟la anlaĢmazlık yüzünden ekonomisinde %25,9‟luk

bir

düĢüĢ yaĢadığı da unutulmamalıdır

ve tekrarlanmaması için fazla neden

bulunmamaktadır. Dönemde Rusya, Türkmenistan için dünya pazarına tek çıkıĢ ülkesi olsa da, günümüzde temelli değiĢim kesinlikle söz konusu değildir. TürkmenbaĢı, Ocak‟ta Ġran‟ın 8 milyar m3 gaz talebinde bulunmasına rağmen bu ülkeye sadece 5-6 milyar m3 ihraç edebileceklerini belirtmiĢtir. 2000‟de Ġran‟ın 13 milyar, Rusya‟nın ise 50 milyar gaz alma plânlarına rağmen, Ġran‟ın 2001‟in ilk 10 ayındaki ithalat miktarı sadece 3,5 milyar m 3‟le sınırlı olmuĢtur.58 Bunun en önemli nedenlerinden biri, Türkmenistan‟ın coğrafî konumu ve gereken altyapı yetersizliğiyse de, diğer neden “muhalefetsiz lider” Niyazov‟la anlaĢmanın aĢırı zorluğudur. oğunluğu kısa vadeli olmak üzere 2,1 milyar dolarlık dıĢ borcunu ödeme zorlukları çeken ama buna rağmen IMF desteğini geri çeviren TürkmenbaĢı‟nın ekonomik alandaki faaliyetlerinin ciddî olumsuzlukları bulunmaktadır. Niyazov petrol ve doğalgaz iĢletmelerinin özelleĢtirilmesini en azından 2015‟e kadar ertelemiĢtir. %90‟ı gaz ve petrol sektörlerine yapılan yabancı yatırımlar da çok sayıdaki kısıtlamalar sonucu özellikle son yıllarda azalmaktadır.

1228

Bu durumda, dıĢ politikası ekonomi ağırlıklı olan AĢkabat, kısa vadede Moskova ile iyi iliĢkiler kurmaya zorlanmaktadır. Rusya‟ya 2000‟de 30 milyar m 3, 2001‟de ise sadece 10 milyar m3 doğalgaz gönderebilen Türkmenistan, Rusya gibi bu miktarı artırmaya çalıĢmaktadır. 59 Bir iddiaya göre Kremlin Türkmenistan‟la 10 senelik bir anlaĢma peĢindedir. 60 2002 Ocak‟ta plânlanan Niyazov-Putin zirvesinde iki ülke arasında ekonomik alanda çok önemli bir anlaĢma olasılığı

tartıĢmaları,

Putin‟in

Türkmenistan

ziyareti

sırasında

ortaya

çıkan

durumu

çağrıĢtırmaktadır. Her iki taraf için aynı nedenler Ģimdi de geçerli olmaktadır. Putin, bu Ģekilde Rusya‟nın tekelci transit konumunu kullanarak hem ekonomik kazanç hem de karmaĢıklaĢan Orta Asya‟da siyasî etkinlik kazanmaya çalıĢacaktır. Türkmen lider de, her ne kadar trans -Afgan borusunu unutmayacaksa da, kısa vadede Ruslarla iĢbirliği olmadan ülkesini en önemli gelir kaynağından mahrum etmeyi göze almak istememektedir. Alman ve ABD isteklerine rağmen, Türkmenistan‟ın, askerî amaçlarla toprağını koalisyon güçlerine açmamaktadır. 61 AĢkabat‟ın tarafsızlık politikası, temelde, ülkenin baĢından beri güvenlik konusundaki göreceli güvenliği, bu iĢin onsuz da yapılabileceği inancı ve kendisini maliyetli güvenlik konularından kenarda tutma isteğinden kaynaklanmaktadır. 62 Ama daha az önemli olmayan konu, AĢkabat‟ın bu Ģekilde, diğer Orta Asya devletlerindeki Batı askerî varlığı Rusya‟da önemli tepkilere neden olmaktayken, Rusya‟dan hem Hazar Denizi‟nin hukukî statüsü konusunda hem de doğalgaz kota ve satıĢları konusunda önemli tavizler koparma isteği olabilir. Gerçi, Taliban sonrası Afganistan‟da, Türkmenistan yeniden Güney Asya‟ya uzanacak boru hattı giriĢimlerine hız kazandıracaktır ve uluslararası ortamın daha müsait olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. ABD‟nin Afganistan‟daki operasyonları baĢladıktan sonra çok geçmeden BM liderlerine mektup gönderen Niyazov, boru hattının Afganistan‟ın “yeniden yapılmasına yardım edeceğini… ve tüm bölgenin geliĢmesini hızlandıracağını” belirtmekteydi.63 Bunu takiben, Niyazov ve ABD DıĢ ĠĢleri‟nin Hazar Temsilcisi Steven Mann arasında gerçekleĢen görüĢmede Afganistan ve Pakistan arasında yapılacak gaz boru hattının ele alındığı belirtilmektedir. Bazı iddialara göre, Mann, Amerikalı Ģirketlerin malî desteği sağlamaya hazır olduklarını belirtmiĢtir.64 ġark AraĢtırmaları Enstitüsü Afganistan Bölmesi‟nin BaĢkanı Viktor Korgun‟a göre Rusya, Türkmen-Afganistan boru hattına fazla karĢı çıkmayacaktır. ünkü, zamanında ortaya atılan transAfganistan boru hattında yer alma konusunda Gazprom kararlıydı ve projeden en geç vazgeçenler arasında olup, sadece 1998‟de ABD‟nin Taliban‟ı hedef almasından sonra geri çekilmiĢtir.65 Belirtildiği gibi, Rusya‟dan geçen boru hattının Gazprom‟un kendi ihtiyaçlarını karĢılama açısından bile yetersiz kaldığı ve bu alanda yeni yatırımların pek olası olmadığı bir ortamda, Türkmenistan‟ın bir Ģekilde kendisine alternatif yol bulacağını göstermektedir. Ekonomik nedenlerle hareket eden bir Ģirketin bu durumda kâr sağlayabileceği bir projeden vazgeçmesi söz konusu olamaz. Öte yandan, parasal ve teknik destekten ziyade, tıpkı LUKoil gibi, projede Rusya‟nın nüfusu sayesinde yer alabilecek Gazprom‟un bu fırsatı kaçırmak istemeyiĢi doğaldı. Ayrıca, Bakû-Ceyhan konusunda, Rusya ve Batı‟nın iĢbirliğine gidebileceği doğrultusunda iĢaretler belirmeye baĢlamıĢken,66 genel Rusya-Batı (veya ABD) iliĢkilerinin ısınması, trans-Afgan boru hattının da yeniden gündeme gelmesi

1229

durumunda, Rusya‟dan çok önemli itirazın gelmeyebileceği ciddiye alınacak bir olasılıktır. ABD‟nin Taliban‟ın Kabil‟e giriĢine ılımlı tepki vermesinin arkasındaki önemli nedenlerden biri olarak bilinen güçlü Unocal‟ın da Taliban‟dan sonra bu projesine dönmesi beklenebilir. Öte yandan, hem Rusya hem de ABD, Afganistan‟da istikrarlı bir devletin oluĢmasını, bölgesel ve küresel teröre karĢı mücadele açısından istiyorken, Afganistan‟a yıllık 150 milyon dolar sağlayacağı hesaplanan transAfgan boru hattı konusunda her iki devlet bir araya gelebilir.67 Ama 1997‟de maliyeti 1,9 milyar dolar olarak hesaplanan “yeni ipek yolu”ndan68 fazla bahsedilmemektedir. Cambridge Energy Research Associates‟ten Hazar enerji kaynakları uzmanı, Laurent

Ruseckas‟a göre, Afganistan‟dan geçecek boru hattı projeleri “ölüdür ve geri gelmeyecektir”.69 Bu değerlendirmelere rağmen, ABD ve Rusya‟nın Afganistan‟ın istikrarında, Türkmenistan‟ın ise ekonomik olarak Güney Asya pazarının çekiciliğindeki çıkarı, trans-Afgan olasılığının olabilirliğine iĢaret etmektedir. Rusya‟nın ödediği 38 dolara karĢılık, Güney Asya‟daki pazarlara doğalgazını ortalama 60 dolara satabilecek Türkmenistan‟ın büyük rezervlerinin çekiciliğini bu amaçla kullanmaması için fazla bir neden yoktur.70 Kısacası, önemli potansiyel zorluklara rağmen trans-Afgan hattının ölü olduğu yargısı gerçekçi değildir. Türkmenistan‟ın enerji kaynaklarının boyutları AĢkabat‟ı Moskova‟ya bağlı tutmayacak kadar büyüktür. Buna Türkmenistan‟ın Rus stratejik algılamasındaki yeri, ülkenin Rus baskı araçlarına göreceli olarak kapalı oluĢu da eklenince, uzun vadede iki ülke arasında eski imparatorluk merkezieyalet tarzı iliĢkilerin ortadan kalkacağı beklenmelidir. Kısa vadede, Türkmenistan‟ı yönetmenin en önemli aracı olan ekonomik refah namına Rusya ile iliĢkiler kaçınılmaz olsa da, diğer açılardan Rusya‟ya mesafeli yaklaĢım bağımsız bir gelecek bazı kurumsallaĢmalara neden olmaktadır. Gerçi bu tür bir eğilim, sırf Rusya‟ya yönelik olmayıp iç politikadaki iktidar mücadelesinin Türkmen dıĢ politikasına genel yansımasının bir boyutudur ve Türkmenistan için fırsat maliyeti fazlasıyla büyük olabilir. Yine de, “uluslararası ekonomi”nin doğalgaz kaynakları açısından dünya dördüncüsü Türkmenistan‟ı, Rusya‟dan önce unutacağı beklenemez.

1 Albrecht Frischenschlager, “Turkmenistan on its Way to Political and Economic Independece”, Eurasian Studies, No. 3, Güz 1995, s. 38. 2 Makalenin Rus-Türkmen iliĢkileriyle değil de, Rusya-Orta Asya iliĢkileriyle baĢlaması, özellikle ilk baĢlarda Rusya‟nın tam ikili iliĢkilerden ziyade, Türkmenistan‟a “yakın çevre” ve Orta Asya çerçevesinde yaklaĢmasından kaynaklanmaktadır. 3 Asia, No. 4, ġubat 1994, s. 2. 4 Bkz: Nazim Cafersoy, “Enerji Diplomasisi: Rus DıĢ Politikasında Stratejik Araç DeğiĢimi”, Stratejik Analiz, Cilt. 1 (8), 2000. 5 KanıtlanmıĢ petrol kaynakları fazla olmasa da, Türkmenistan doğalgaz açısından dünya dördüncüsüdür.

1230

6 Bkz. “Turkmenistan Country Analysis Brief”, Energy Information Administration. 7 Albrecht Frischenschlager, “Turkmenistan on its Way. ”, s. 40. 8 Turkmenistan Rasstalsya s SNG. Bezpovorotno, Smi. ru, 01 Aralık 2000. 9 Radio Free Europe/Radio Liberty, 31 Ağustos 2001. 10

Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan‟ın oluĢturduğu Gümrük

Birliği de Türkmenistan‟ın dıĢında kalmayı tercih ettiği BDT kurumları arasında bulunmaktadır. 11

Bu kurum daha önce in‟le sınırı bulunan eski Sovyet cumhuriyetlerini ve in arasında

özellikle sınır sorunlarının çözülmesi amacıyla oluĢturulmuĢtu ve Türkmenistan‟ın burada yer alması beklenemezdi. Burada kastedilen, Türkmenistan‟ın, 1999‟dan itibaren, temel önceliğini bölgesel güvenlik sorunları olarak niteleyen bu kurumun dıĢında kalmasıdır. 12

Eduard Petrov, “V. Ramkah SNG Moskva ReĢile Ġdti Turkmenskim Putyom”,

Nezavisimaya Gazeta, 07 ġubat 2001. 13

K. P. Dudarev, “A Post-Communist. ”, s. 149.

14

Fiona Hill, “A Not-So-Grand Strategy: United States Policy in the Caucasus and the

Central Asia since 1991”, Politique Etrangere, ġubat 2001, s. 58. 15

Kemal H. Karpat, “The Sociopolitical Environment Conditioning the Foreign Policy of

the Central Asian States”, The Making of Foreign Policy in Russia and the New States of Eurasia, (editöler), Adeed Dawisha ve Karen Dawisha, Armonk, M. E. Sharpe, s. 203. 16

K. P. Dudarev, “A Post-Communist. ”, s. 145.

17

Turkmenistan, The NIS Observed: An Analytical Review, Cilt. 4, No. 10, s. 5.

18

K. P. Dudarev, “A Post-Communist. ”, ss. 145-146.

19

Karen Dawisha, Bruce Parrot, Conflict, Cleavage and Change in Central Asia and

the Caucasus, United Kingdom, Cambridge, 1997, ss. 336-337. 20

Paul Kolstroe, Russians in the Former Soviet Republics, Londra, Hurst&Company,

1995, ss. 216-217. 21

Albrecht Frischenschlager, “Turkmenistan on its Way. ”, s. 39.

22

K. P. Dudarev, “A Post-Communist. ”, s. 144.

23

Ġgor Rotar, “Srednoaziatskoe Turne”.

24

Saken Belgibayev, “Turkmenistan Gaz-Eksport”.

25

K. P. Dudarev, “A Post-Communist. ”, s. 145.

1231

26

K. P. Dudarev, “A Post-Communist Authoritarian Regime”, Central Asia: Political and

Economic Challenges in the Post-Soviet Era, (der.), Alexei Vassiliev, Londra, Saqi Books, 2001, s. 148. 27

Rusya‟nın Türkmen büyükelçiliği çalıĢanlarına Rusya basınında “aleyhte” çıkan yazıları

önleme görevi vermiĢtir. Daha önceleri 3.000 Dolar civarında olmasına rağmen günümüzde rüĢvet miktarının 25.000 doları bulduğu belirtiliyor. Serdar Muradov, “TurkmenbaĢı Provodit “Zaçistku” Rossiyskoy Pressı”, 08 Ocak 2002. Tanınan Rus gazeteci Alan Kasayev‟e göre, eğer TürkmenbaĢı‟nı “kızdıracac”Ģeyler yapılırsa bu ülkeden bilgi almak neredeyse imkansızlaĢmaktadır. ünkü tüm bilgi Türkmen Devlet BaĢkanı‟nın kontrolündedir. Alan Kasayev, “SNG Otmenyat ne Budut”, SMĠ. ru, 29 Kasım 2001. 28

Sabit Bağırov, “Soçialno-ekonomiçeskie aspektı perehoda k rınku v Azerbaycane”,

yayımlanmamıĢ, Bakü, 1999. 29

Azhdar Kurtov, “The Turkmenistan Fuel and Energy Complex: Problems and

Prospects”, Central Asia and Caucasus, Cilt. 3 (9), 2001, s. 59. 30

Albrecht Frischenschlager, “Turkmenistan on its Way. ”, s. 47.

31

Poçemu Vyahirev Hotel Vstat na Koleni Pered TurkmenbaĢı, Komsomolskaya

Pravda, 28 Haziran 2001. 32

Mihail Pereplesnin, Eduard Petrov, “Vyahirev Gotov k Kompromisu”, Nezavisimaya

Gazeta, 18 Aralık 1999. 33

Mihail Pereplesnin, “Rossiya Vernulas v Turkmeniyu”, Nezavisimaya Gazeta, 22 Aralık

34

Turkmenistan Gaz-Eksport i Ġmport Ġnteresov, APR WEB, 15 Ocak 2001.

35

Milana Davıdova, “Putin Poddast Rossii Gazu”, Sevodnya, 19 Mayıs 2000.

36

Mihail Pereplesnin ve Yegor YaĢin, “Rossiya i Turkmeniya Po-Prejnomu Nujnı Drug

1999.

Drugu”, Nezavisimaya Gazeta, 25 Mayıs 2000. 37

Milana Davıdova, “Putin Poddast”.

38

“Putin, Niyazov Cement Ties”, RFE/RL, 19 Mayıs 2000.

39

Saken Belgibayev, “Turkmenistan Gaz-Eksport i Ġmport Ġnteresov”, Transcaspian, 15

Ocak 2001. 40

Mihail Pereplesnin ve Eduard Petrov, “Vyahirev Gotov”.

41

P. Vlasov ve O. Vlasova, Ekspert, No. 21, 2000.

42

Azhdar Kurtov, “The Turkmenistan Fuel. ”, 57.

43

Milana Davıdova, “Putin Poddast”.

1232

44

K. P. Dudarev, “A Post-Communist. ”, s. 149.

45

Bkz: Elnur Soltan, “Hatemi‟nin Rusya Ziyareti: Soyut AnlaĢmaların Somut Sonuçları”,

Atratejik Analiz, No. 12, Nisan 2001, ss. 5-21. 46

Ġzvestya, 11 Ocak 2001.

47

Saken Belgibayev, “Turkmenistan Gaz-Eksport”.

48

Turkmenistan: The New Hermit Kingdom, Stratfor, 27 Temmuz 2000.

49

Ġgor Torbakov, “Taliban Defeat Debate On Trans-Afghan Pipeline”, Eurasianet, 12

Aralık 2001. 50

Michael Lelyveld, “Russia: Criticisim of Turkmenistan may Aim to Please Azerbaijan”,

RFE/RL, 05 Eylül, 2001. 51

Petr Belkin, “Türkmenistan: Yubiley, Neft i Gaz erez Talibov, Kaspiy, PTP, UNOCAL,

Gazprom. to-to Neperemenno Budet. ”, SMĠ. ru, 29 Ekim 2001. 52

Azhdar Kurtov, “The Turkmenistan Fuel”, s. 63.

53

Vladimir Kovalyevskiy, “TürkmenbaĢı Velikiy Dal Svoyemu Narodu Premiyu”,

Komsomolskaya Pravda, 27 Ekim 2001. 54

Vladimir Berezovskiy, “Türkmenistan: 10 Let Bez SSSR”, Parlamentskaya Gazeta, 27

Ekim 2001. 55

Aleksandr Feodorov, “Strana, Katoraya ġagayet ne v Nogu”, Tribuna, 26 Ekim 2001.

56

Michael Lelyveld, “Turkmenistan: Oil Output Numbers Fall Short of Targets”, RFE/RL,

16 Ocak 2002. 57

Michael Lelyveld, “Turkmenistan: Oil Output Numbers Fall Short of Targets”, RFE/RL,

16 Ocak 2002. 2002-2006 yıllarında Türkmenistan ve Ukrayna arasında 250 milyar m3 doğalgaz satımını öngören anlaĢma imzalanmıĢtır. 1000 m3‟ü 42 Dolardan olacak bu anlaĢmanın da kaderi, Ukrayna‟nın ödeme zorlukları ve Rusya‟nın tutumuyla Ģekillenecektir ve her zaman iyi sonuçlara götürmeyebilir. 58

Michael Lelyveld, “Turkmenistan: Oil Output”.

59

ġimdilik, Ġtera 2002 yılında Türkmenistan‟dan 10 milyar m3 gaz almayı planlamaktadır.

Bkz. Yuriy Alekseyev, “Rossiya i Türkmenistan: ot Doveritelnogo Dialoga k Bolee Tesnomu Vzaimovıgodnomu Sotrudniçestvu”, Strana. ru, 07 Ocak 2002. 60

Ġgor Torbakov, “Taliban Defeat Debate On Trans-Afghan Pipeline”, Eurasianet, 12

Aralık 2001. 61

Ian Tylor, “Russia Edgy at Spread of US bases in its Backyard”, The Guradian, 10

Ocak 2002; RĠA Novosti, 09 Ocak 2001.

1233

62

Aleksey ġalayev, “VaĢington ĠĢet Soyuznikov”, SMĠ. ru, 18 Eylül 2000; Yuriy

Alekseyev, “Rossiya i Türkmenistan: ot Doveritelnogo Dialoga k Bolee Tesnomu Vzaimovıgodnomu Sotrudniçestvu”, Strana. ru, 07 Ocak 2002. 63

Ġgor Torbakov, “Taliban Defeat Debate On Trans-Afghan Pipeline”, Eurasianet, 12

Aralık 2001. 64

Gazeta. ru, 11 Kasım 2001.

65

SMĠ. ru, 12 Kasım 2001.

66

Petr Belkin, “Türkmenistan: Yubiley, Neft i Gaz erez Talibov, Kaspiy, PTP, UNOCAL,

Gazprom. to-to Neperemenno Budet”, SMĠ. ru, 29 Ekim 2001. 67

Yevgeniy Revenko, Vesti Nedeli, 28 Ekim 2001.

68

Ġgor Torbakov, “Taliban Defeat Debate On Trans-Afghan Pipeline”, Eurasianet, 12

Aralık 2001. 69

Time, 09 Kasım 2001.

70

Ġgor Torbakov, “Taliban Defeat Debate On Trans-Afghan Pipeline”, Eurasianet, 12

Aralık 2001.

1234

Türkmenistan Devleti'nin DıĢ Siyaseti ve Daimî Tarafsızlık Statüsü / Mehmet Seyfettin Erol [s.768-775] Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM/) Türkistan AraĢtırmaları Masası /Türkistan GiriĢ Orta Asya‟nın güneyinde, Hazar Denizi‟nin doğusunda, yüzölçümü Belçika, Hollanda, Danimarka, Portekiz, Ġsviçre, Avusturya ve Yunanistan‟ın toplam yüzölçümlerinden daha fazla (488.100 km2) olan bağımsız ve daimi tarafsız Türkmenistan Devleti, izlediği iç ve dıĢ siyasetle bölgede istikrar ve güven unsuru olmayı baĢarabilmiĢ bir Orta Asya Cumhuriyeti‟dir. Bugün de son derece muhafazakar bir sosyal ve siyasal yapıyı halen devam ettiren Türkmenistan‟ın bu yapısı, onun Orta Asya‟daki son derece farklı karakterinden kaynaklanmaktadır.1 TürkmenbaĢı, belli baĢlı bazı değiĢikliklerin yapıldığı iç politikanın tersine, dıĢ politikada daha aktif, bağımsız ve tarafsız bir politika izlemiĢ ve bugün Türkmenistan dıĢ politikasına uluslararası bir saygınlık kazandıran bir sürece imzasını atmıĢtır.2 TürkmenbaĢı‟nın dıĢ politikada ülkesinin milli çıkarlarını her Ģeyden önde tutan tavrı ve bu konudaki kararlılığı da, ülkesinin iç istikrarının sağlanmasında, kuĢkusuz, en büyük temel faktörlerden biri olmuĢtur. 22 Ağustos 1990‟da egemenliğini ilan eden Türkmenistan, 26 Ekim‟de yapılan halk oylaması sonucunda halkın büyük çoğunluğunun bağımsızlıktan yana oy kullanmasıyla 27 Ekim 1991‟de bağımsızlığını ilan etmiĢtir. 27 Ekim‟de 10. toplantısını gerçekleĢtiren Yüksek ġura, “Türkmenistan‟ın Bağımsızlığı ve Devlet KuruluĢunun Esasları Hakkında”ki kanunu kabul ederek bu kanunla, Türkmenistan Devleti‟nin millî ve bağımsız bir devlet olduğunu hukuken tescil etmiĢtir. Türkmenistan‟ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkeler Türkiye ve arkasından da Ġran olmuĢtur. I. Türkmenistan‟ın DıĢ Politikasındaki Temel Öncelikler Türkmenistan‟ın DıĢ Politika Öncelikleri; dünyaya açılma çabaları, güvenlik kaygıları, komĢularıyla iyi iliĢkiler olmak üzere üç ana baĢlık altında ele alınmaktadır. Türkmenistan‟ın dıĢ politikasının en belirgin özelliği, ülkenin dıĢ politikasını da biçimlendiren Devlet BaĢkanı TürkmenbaĢı‟nın çok taraflı ya da bölgesel giriĢimlere karĢı mesafeli, hatta dikkatleri çeken soğukkanlı tavrıdır. Türkmenistan hangi alanda olursa olsun, ister güvenlik isterse de ekonomik iĢbirliği ve kimden gelirse gelsin, Rusya, ya da diğer Orta Asya cumhuriyetleri, Orta Asya‟da bölgesel ölçekli giriĢimlere çok ihtiyatla yaklaĢan devlettir. Bunun baĢlıca nedenleri arasında küçük devlet olmasının getirdiği zorlukların yanı sıra doğal kaynaklarının zenginliğinden duyduğu endiĢedir. 3 Gerek Rusya Federasyonu ve gerekse de diğer Orta Asya cumhuriyetlerinden gelen bölgesel giriĢimlere

karĢı

mesafeli

tutum

sergileyen

TürkmenbaĢı‟nın

bu

davranıĢının

temelinde,

Türkmenistan‟ın jeopolitik konumuyla birlikte Batı‟nın yeterince ilgisini çekebilecek potansiyelde zengin doğal kaynaklarına sahip olmasının da etkisi olduğu söylenebilir.

1235

Nitekim, TürkmenbaĢı ve diğer Türkmen yetkililerin sıkça dile getirdikleri sözlerinde Türkmenistan‟ın sahip olduğu zengin doğalgaz ve petrol yataklarının varlığının rol oynadığı açıktır.4 12 Aralık 1995 tarihinde, BirleĢmiĢ Milletlerin (BM) kuruluĢunun 50. yıldönümü ve Türkmenistan‟ın tarafsızlık statüsü adaylığına yönelik konuĢmasında Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat Niyazov “daimi tarafsızlık” baĢvurularıyla ilgili olarak Ģu önemli gerekçenin altını çizmiĢtir: “…Bizim bu adımımız Türkmenistan‟da ve bölgede barıĢın sağlanmasına büyük bir katkıda bulunacaktır. Bu mesele bizim için çok önemlidir. ünkü Türkmenistan, dünyanın çok önemli bir noktasında; doğal kaynakların en zengin bulunduğu bölgelerden birinde yer almaktadır. Bu durum bizim açımızdan “daimi tarafsızlık” siyasetini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. Türkmenistan, coğrafi olarak önemli ve hassas bir konumda bulunduğunu göz önünde bulundurduğu için, uluslararası iĢbirliklerinde daha dikkatli hareket etmektedir. Bundan dolayı Türkmenistan bugüne kadar tarafsız bir dıĢ politika izlemeye çalıĢmıĢtır. Türkmenistan bundan sonra “Daimi Tarafsız” bir ülke olarak dıĢ ve iç politikasını yürütmek istemektedir. Bu hususta teĢkilatın, teĢkilat baĢkanının ve devlet baĢkanlarının onayını rica ediyoruz.”5 Yalnız, Türkmenistan‟ın tarafsızlık statüsünü elde etme çabalarını sadece küresel ölçekteki güç mücadelesinde taraf olmaktan kaçınma ve güvenliğini koruma politikasının bir sonucu olarak yorumlamak eksik olur. Aynı zamanda Türkmenistan, tarafsızlık siyasetiyle bölge güçleriyle olan iliĢkilerinde de ekonomik ve siyasi iliĢkilerini taraf gözetmeyerek izlemek niyetini ortaya koymuĢtur. Özellikle de Türkiye ve Ġran arasındaki hassas iliĢki ve rekabetin Türkmenistan açısından ortaya koyduğu sıkıntıdan kurtulma için tarafsız bir tutum en ideal bir politika olacaktı.6 Diğer taraftan, SSCB‟nin en sıkıntılı cumhuriyetlerinden biri olan Türkmenistan, Batı‟ya açılma potansiyelinin etkisiyle, BDT içinde bir ekonomik entegrasyon ya da sıkı bir ekonomik iĢbirliğine pek yanaĢmak istememiĢ fakat, Batı‟ya açılma hedefleri doğrultusunda aralarında Türkiye, Ġran ve Pakistan‟ın kurucu üyesi olarak bulunduğu ve daha çok “gevĢek bir iĢbirliğine” dayalı, Ekonomik ĠĢbirliği Örgütü‟ne ġubat 1992‟de, Tahran zirvesinde, diğer yeni bağımsız Orta Asya cumhuriyetleri ile birlikte üye olmuĢtur. Dolayısıyla, en baĢından beri Türkmenistan‟ın ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak olan yabancı yatırım ve finansman, Türkiye üzerinden de olmak üzere doğal kaynaklarını pazarlamak istediği Batı ile iliĢkileri, Türkmenistan‟ın baĢlıca dıĢ politika öncelikleri arasında yer almıĢtır. Diyebiliriz ki, Türkmenistan bağımsızlık sonrası geçiĢ sürecinde dıĢ politikasında dini, etnik ve kültürel değerlerin etkisini azaltan ve Batı‟yla daha çok ekonomik çıkarlara dayanan bir iliĢkiyi hedefleyen realpolitik izlemeyi tercih etmiĢtir. Aynı zamanda Türkmenistan bu politikasıyla, geçiĢ sürecinde gerek ülke içerisinde ve gerekse de bölgede güvenlik ve istikrarı korumayı hedeflemiĢtir. 7 Ġç politikasındaki istikrarı “10 Yıl Abadancılık” politikası ile sağlamaya çalıĢan Türkmenistan, dıĢ politikasındaki güvenlik ve istikrarı da ”Daimi Tarafsızlık” statüsüyle elde etmek istemiĢtir. II. Bir DıĢ Politika Stratejisi Olarak “Daimi Tarafsızlık” Statüsü

1236

Her Ģeyden önce Ģunu belirtmek gerekir ki, devletler, ister oldukça belirgin bazı dıĢ politika amaçlarını gerçekleĢtirmeye yönelik faaliyet gösteriyor olsunlar, isterse daha çok dıĢarıdan gelen etkilere tepki niteliğinde bir dıĢ politika izliyor olsunlar, bu tutum ve davranıĢlarını belirli dıĢ politika stratejileri çerçevesinde gerçekleĢtirmeye çalıĢırlar. Bunlar tarafsızlık, izolasyonizm ve bağlantısızlık stratejileri ile ittifak oluĢturma stratejileridir. Bu noktada konumuz itibariyle, uluslararası iliĢkilerde ve uluslararası hukukta eski bir kavram ve eski bir kurum olan tarafsızlığın esas itibariyle hukuki bir nitelik taĢıdığını ve “bir devletin iki veya daha çok devlet arasında çıkmıĢ olan bir savaĢta, kendisini fiili ve hukuki bakımlardan harp hali dıĢında tutması ve muharip devletlerin de onu böyle saymaları” 8 anlamına geldiğini ve bu anlamıyla, bağlantısızlığın diğer bir adlandırılıĢı olan tarafsızcılıktan farklı olduğunu belirtmek gereklidir. Diğer bir ifadeyle, tarafsızlık bir uluslararası hukuk kurumudur ve sadece savaĢ durumunda söz konusudur.9 Bu haliyle tarafsızlık savaĢ hukuku içerisinde yer alan, gerek savaĢan gerekse de tarafsız devletler açısından çeĢitli hak ve yükümlülükler getiren tarafsızlık hukukunu oluĢturmaktadır. Bununla beraber, savaĢ sırasında devletlerin bu hukuk kuralını uygulamaları çeĢitli siyasi endiĢelerden kaynaklanabileceği gibi, çeĢitli siyasal sonuçlar da doğurabilmektedir.10 Diğer taraftan, devletlerin dıĢ politika stratejilerinden birisi olarak tarafsızlık, bazı durumlarda savaĢ dıĢı dönemleri de kapsayan bir nitelik kazanmaktadır. Bu durumda tarafsızlık, “Bir devletin, diğer devletlerce siyasi bağımsızlığının ve ülke bütünlüğünün teminat altına alınmasına karĢılık, meĢru müdafaa hali hariç, harp ve ittifaklara girme haklarından vazgeçmesi, bu devletin daimi tarafsızlık statüsü altına konulması”11 anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle daimi tarafsız devlet (permanently neutral State), bağımsız bir devlet olup, olağan olarak bir devletin sahip olduğu bütün yetkilere sahip bulunmasına karĢılık, bir konuda bunun sınırlandığı devlet türüdür. 12 Fakat burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Tarafsızlık tamamen devletin egemen iradesiyle seçtiği ve yine egemen iradesiyle değiĢtirebileceği bir durum iken; daimi tarafsızlık statüsü, bu statüye giren devlet ile, bu durumu tanıyan diğer ilgili devletler arasında varılan bir antlaĢma ile oluĢmaktadır. Dolayısıyla bu statünün değiĢtirilmesinde de bu devletlerin onayı gerekmektedir. Bu sebeple, daimi tarafsızlık statüsü altına konan devletlere tarafsızlaĢtırılmıĢ devletler de denmektedir. Örneğin, 19. yüzyıl Avrupası‟nın güçlü devletlerinin, 1815‟te Ġsviçre‟yi, 1831‟de Belçika‟yı, 1867‟de de Lüksemburg‟u çok taraflı antlaĢmalarla daimi tarafsız devlet statüsüne sokmaları buna verilebilecek örneklerdendir. Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında Avusturya, ABD, SSCB, Ġngiltere ve Fransa tarafından daimi tarafsız devlet statüsüne sokulmuĢ, bu durum Avusturya‟nın 1955 yılındaki Anayasası‟nda da yer almıĢtır. Burada iĢaret edilmesi gereken bir nokta, devletlerin bu türden bir statü altına konma konusundaki isteklilik (veya isteksizlik) dereceleri arasındaki farklılıklardır.13 Tarafsızlık sadece savaĢ zamanı kavramı, bağlantısızlık ise daha çok barıĢ zamanı kavramları olup, daimi tarafsızlık hem barıĢ hem de savaĢ durumu statüsü ve kavramıdır. 14 Yani, daimi tarafsız devlet ile herhangi bir savaĢta ya da barıĢ zamanında taraf tutmayan devletleri karıĢtırmamak

1237

gerekmektedir. Sürekli tarafsız devletin bu tarafsızlığı hukuksal bir yükümlülük olmasına karĢılık, herhangi bir durumda taraf tutmayan bir devletin bu tarafsızlığı siyasal niteliktedir ve hiçbir hukuksal zorunluluktan doğmamaktadır. BaĢka bir deyiĢle, bu sonuncu tür devlet, istediği zaman tutumunu değiĢtirebilecektir. Bu nedenle, örneğin 1915‟ten bu yana Ġsveç‟in ya da 1944‟ten bu yana Finlandiya‟nın uyguladığı fiilî (de facto) tarafsızlık (factual neutrality) ile, örneğin 1815‟ten bu yana Ġsviçre‟nin uyguladığı hukuksal tarafsızlığı karıĢtırmamak gerekmektedir.15 Öte yandan, daimi tarafsız devlet rejimi bir antlaĢmayla kurulacağı gibi, ilgili devletin tek taraflı bildirisi ya da herhangi bir hukuksal iĢlemi sonucu bunu öteki devletlerin kabulü ile de doğabilmektedir. Bir devlet daimi tarafsız devlet statüsü kazandıktan sonra üçüncü devletlerin buna saygı göstermesi yükümlülüğü vardır. Eğer bu sürekli tarafsızlık bir antlaĢma ile baĢka devletlerce güvence altına alınmıĢsa, güvenceyi sağlayan devletlerin herhangi bir saldırıya kuvvet yoluyla karĢılık verme yükümlülükleri vardır.16 Küçük ülkeler bağımsızlıklarını ya güç dengesine (Soğuk SavaĢ döneminde Belçika ve Balkan ülkeleri), ya himayeci bir gücün koruyuculuğuna (Orta ve Güney Amerika‟daki küçük ülkeler ve Portekiz), ya da emperyalist arzular için ilgi çekici olmayıĢlarına borçludurlar (Ġsviçre ve Ġspanya). Küçük ülkelerin tarafsızlıklarını koruma yetenekleri bu faktörlerden birine veya hepsine bağlı bulunmaktadır (örneğin, Hollanda, Danimarka ve Norveç‟in Birinci Dünya SavaĢı‟ndaki, Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndakinin tersi durumları ile, Ġsviçre ve Ġsveç‟in her iki savaĢtaki durumları).17 Diğer

taraftan,

bir

devletin,

bazı

devletlerce

tarafsızlık

statüsüne

sokulması

yani

tarafsızlaĢtırılması, genellikle bu devlet üzerinde belirli bir rekabet ve nüfuz çatıĢmasının var olduğu, baĢka bir deyiĢle, söz konusu devletlerin ilgilendikleri bu devletin kaderi konusunda baĢka bir Ģekilde anlaĢamadıkları bir durumu göstermektedir. Sonuçta, bu devletin daimi tarafsızlık statüsüne sokulması hiçbirisine özel bir avantaj sağlamamakta veya hepsine benzer ölçülerde bir yarar sağlamaktadır.18 Örneğin, Ġsviçre‟nin durumu böyledir. Ġsviçre hükümeti, çoğu kez aralarında hiç iliĢki kurmamıĢ ya da iliĢkilerini kesmiĢ bulunan devletler arasında yararlı bir aracı olmuĢtur. Ġsviçre‟nin bu statüsünü sürdürmesi tüm devletlerin iĢine yaramaktadır. Avusturya‟nın sürekli tarafsızlık statüsü ise, bu devletin büyük devletlerin askeri iĢgalinden kurtularak, yeniden bağımsızlığını kazanmasının bir koĢulu olmuĢtur. Bugün bir çok uluslararası konferansın bu iki ülkede toplanmasının nedenlerinin baĢında, sürekli tarafsızlık statülerinin bulunduğu söylenebilir.19 Bugün uluslararası düzeyde sürekli tarafsız devlet statüsü altında bulunduğu genellikle kabul edilen devletler Ģunlardır: Ġsviçre (1815‟ten bu yana), Avusturya (1955‟ten bu yana) ve Laos (1962‟den bu yana). Ancak, Laos‟un tarafsızlığı Vietnam SavaĢı sırasında 1964 yılından baĢlayarak uzun süre çiğnenmiĢtir.20 Fakat, Ģunu da ifade etmek gerekir ki; “daimi tarafsızlık” statüsü bugüne kadar hiçbir devletin politikasını bu kadar etkileyebilecek kadar detaylı bir Ģekilde ele alınmamıĢtır. Bu devletlerin anlayıĢıyla Türkmenistan‟ın tarafsızlık anlayıĢında radikal farklılıklar vardır. Bu devletler tarafsızlık statüsünü sadece askeri yönüyle ele alırken, Türkmenistan Uluslararası Hukuk Kurallarına ve BM

1238

sözleĢmesinin temel prensiplerine bağlılığını ilan ederek, “daimi tarafsızlık” kavramını askeri anlamıyla birlikte yöresel ve küresel oluĢum karakteri, süreci ve Türkmenistan‟ın kendi iktisadi kalkınmasıyla birleĢtirerek milli çıkarları ile günümüzün objektif ihtiyaçlarını göz önünde tutmuĢtur. Ayrıca Türkmenistan jeopolitik, tarihi, etnik ve kültürel gerçekleri göz önünde bulundurarak kurduğu iyi komĢuluk iliĢkilerini karĢılıklı saygı, hoĢgörü ve anlayıĢa dayandırmaktadır.21 III. Türkmenistan‟ın “Daimi Tarafsız” Ülke Statüsünü Kazanma Süreci 12 Aralık 1995‟te kazandığı bu statü, Türkmenistan‟ın kendi tercihinin bir ürünüdür. Bu tercihi yaparken komĢu devletlerin durumu göz önünde bulundurularak Daimi Tarafsızlığın yanında kendini müdafaa için gerekli askeri birliğe sahip olabilme hakkına da sahip olmuĢtur. Bu askeri birlik BM tarafından gerek duyulduğu takdirde BarıĢ Gücü operasyonlarına da katılabilecektir. Türkmenistan Devleti‟ne tarafsızlık statüsünün tanınması hemen ve kolayca olmamıĢtır. Bu statüyü kazanmak için belli bir sürenin geçmesi ve Türkmenistan‟ın bu esnada iç ve dıĢ politikasında bazı çabalarda bulunması gerekiyordu.22 Hiç kuĢkusuz Türkmenistan‟da 27 Ekim 1991 tarihinde meclis tarafından “Türkmenistan‟ın Bağımsızlığı ve Devlet KuruluĢu Hakkında”ki Anayasa‟nın kabulü doğal olarak bunun ilk basamağıydı ve anayasanın birinci bölümünde belirtildiği gibi Türkmenistan kendi dıĢ politikasında bağımsızdı; yani dıĢ politikasını kendisi tespit edecek ve kendi topraklarında nükleer, kimyasal, biyolojik vb. kitle imha silahlarını bulundurmayacaktı. Altı ay sonra ise, Anayasa‟nın altıncı maddesinde “Türkmenistan kendi dıĢ politikasını uluslararası hukuki normlara bağlı olarak belirleyecektir”23 denecekti. Diğer taraftan, sosyal istikrarsızlığı, güvensizliği ortadan kaldırmak ve toplum için hayati önemi olan siyasi yapıyı pek kısa zamanda belirlemek ve rayına oturtmak için TürkmenbaĢı 14 Aralık 1992‟de Halk Maslahatı Meclisi‟nde “10 Yıl Abadancılık” programını ortaya koymuĢtur.24 “10 Yıl Abadancılık” programı, 1992-2002 yılları arasında Türkmenistan‟ın sosyo-politik, ekonomik ve aynı zamanda toplumun diğer bütün sosyal alanlarında reform hareketlerini sırasıyla; geçiĢ, istikrar ve geliĢme aĢamaları içerisinde faaliyete geçirmeyi hedeflemiĢtir.25 Mayıs 1992‟de Bağımsız Devletler Topluluğu‟na üye devletlerin baĢkanlarının toplantısında Türkmenistan bir kısım BDT üye devletleri arasında oluĢturulan “Ortak Savunma AntlaĢması”na, bu antlaĢmayı yakın gelecekte Türkmenistan‟ın izlemeyi düĢündüğü dıĢ politika anlayıĢına ters bulduğu için imzalamadı.26 Türkmenistan dıĢ politikasının tarafsızlık prensiplerine dayanacağını TürkmenbaĢı ilk defa 10 Temmuz 1992‟de, Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği TeĢkilatı‟nın (AGĠT) Finlandiya‟nın baĢkenti Helsinki‟deki toplantısında gündeme getirmiĢtir.27 AGĠT üyelerinin liderleri TürkmenbaĢı‟nın bu fikrine destek vermiĢlerdir.28 Endonezya da Türkmenistan‟a bu hususta her türlü desteği vereceğini açıklamıĢ,29 TürkmenbaĢı‟nın 18 Mayıs 1995 tarihinde gerçekleĢtirdiği Rusya ziyaretinde, Rusya bir kez daha Türkmenistan‟ın tarafsızlık statüsünü desteklediğini ve bu desteğinin devam edeceğini belirtmiĢtir. 15 Nisan 1995‟teki EKO toplantısında, EKO üyesi devlet baĢkanları da desteklerini ifade

1239

etmiĢlerdir. Bağlantısızlar Harekatı‟nın 20 Ekim 1995‟te gerçekleĢtirdikleri zirvede de TürkmenbaĢı, 113 üye devletin desteğini almıĢtır.30 Bağımsızlığını kazandığı andan itibaren izlediği iç ve dıĢ politika sonucunda Türkmenistan, “Daimi Tarafsız Devlet” statüsünü almaya hak kazanmıĢtır. Türkmenistan, dört yıl içerisinde tarafsızlığın gerektirdiği aĢağıdaki Ģartları yerine getirmiĢtir:31 1. Ülkede iç istikrar sağlanmıĢtır. Türkmenistan‟da güvenli bir ortam ve asayiĢ sağlanmıĢ, dört yıl içerisinde toplumsal bir hoĢnutsuzluk ve bunun sonucunda meydana gelen bir eylem görülmemiĢtir. Bu tarafsızlığa giden yolda, Orta Asya gibi bir coğrafyada Türkmenistan adına büyük bir avantaj sağlamıĢtır. 2. Güvenli ve geliĢmiĢ bir altyapı oluĢturulmuĢtur. Bu altyapı gün geçtikçe daha da geliĢtirilmekte ve AĢkabat dıĢındaki Ģehirlerde de çalıĢmalar baĢlatılmıĢ bulunmaktadır. Bu konuda Türkmenistan Devleti kısıtlı bütçesine rağmen büyük harcamalar içerisine girmiĢ, AĢkabat‟a uluslararası nitelikte modern bir havaalanı inĢa edilmiĢ (TürkmenbaĢı Havaalanı), beĢ yıldızlı oteller, haberleĢme ve ulaĢım merkezleri oluĢturulmuĢtur. Bütün bunların neticesinde bugün ülke, çeĢitli uluslararası toplantılara ve zirvelere ev sahipliği yapabilecek bir imkana kavuĢmuĢtur. 3. Türkmenistan, bağımsız bir devlet olarak 1992 yılında BM‟ye ve AGĠT‟e üye olmuĢtur. Üye devlet olduğu tarihten itibaren Türkmenistan, uluslararası hukuka göre hareket etmeye baĢlamıĢ ve bölgede her türlü güç kullanımını reddeden, diğer devletlerin içiĢlerine karıĢmayan barıĢçıl bir siyaset izlemiĢtir. 4. Türkmenistan Devleti, uluslararası bir çok anlaĢmaya imza atmıĢ, gönüllü olarak uluslararası örgütlere üye olmuĢ ve bu anlaĢmaların gerektirdiği yükümlülükleri üstlenmiĢtir. 5. Ülkesinde hiçbir yabancı askeri üs bulundurmamıĢtır. Ayrıca, sınırları dahilinde hiçbir askeri bloğa ya da ortak bir güce ait silahlı kuvvetler bulunmamaktadır. 6. Türkmenistan, hiçbir askeri bloğa dahil olmamıĢtır. Hatta, Bağımsız Devletler Topluluğu‟nun bir üyesi olduğu halde, “Ortak Güvenlik AntlaĢması”nı imzalamamıĢtır. Yine ikili bir Ģekilde hiçbir devletle askeri iĢbirliğine girmemiĢtir. 7. Hiçbir ülke ile sınır anlaĢmazlığı veya benzer bir sorun yaĢanmamıĢ ve komĢu devletler açısından bir tehdit unsuru olarak kabul edilebilecek bir eylemde bulunulmamıĢtır. IV. Daimi Tarafsızlık Statüsü‟nün Getirdiği Hak ve Yükümlülükler 12 Aralık 1995 tarihinde, BM‟nin kuruluĢunun 50. Yıldönümü toplantısında Türkmenistan‟ın Daimi Tarafsızlık Statüsü, 185 ülkenin oyuyla kabul edilmiĢ,32 arkasından da Türkmenistan Meclisi 27 Aralık 1995 tarihli kararıyla da: 1.“Türkmenistan‟ın Daimi Tarafsızlığı Hakkında” Türkmenistan‟ın Anayasal Kanunu;

1240

2.“Türkmenistan‟ın

Ġnsan

Hakları

Üzerindeki

Milletlerarası

Yükümlülükleri”

hakkındaki

Kararname‟yi; 3.“Daimi Tarafsız Devlet Olarak Devletin DıĢ Siyasetinin Maksatnamesi”ni kabul etmiĢtir.33 “Daimi Tarafsızlık” statüsü Türkmenistan açısından bazı hak ve yükümlülükleri de beraberinde getirmiĢ olup, bu hak ve yükümlülükler “Daimi Tarafsızlık Hakkında”ki 27 Aralık 1995 yılında kabul edilen anayasal kanunda yer almıĢ ve “Türkmenistan Anayasal Düzenin Temelleri” baĢlığını taĢıyan birinci bölümün birinci maddesine dördüncü fıkra olarak ilave edilmiĢtir.34 Buna göre Türkmenistan, kanunun belirlediği esaslara göre daimi tarafsızlık statüsüne sahiptir. BM TeĢkilâtı Genel Kurulu, 12 Aralık 1995 tarihli “Türkmenistan‟ın Daimi Tarafsızlığı” isimli kararında; 1. Türkmenistan‟ın ilan ettiği daimi tarafsızlık statüsünü kabul ettiğini ve desteklediğini; 2. BirleĢmiĢ Milletler TeĢkilatı‟nın üye devletlerini, Türkmenistan‟ın bu statüsüne saygı göstermeye ve desteklemeye ayrıca bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeye çağırdığını belirtmiĢtir. Ayrıca, dünya toplumu tarafından kabul edilen Türkmenistan‟ın daimi tarafsızlığı, iç ve dıĢ politikanın devamı olduğunu ifade etmiĢtir.35 Bu düzenlemeler esas itibariyle Ģu anlamlara gelmekteydi:36 1. Türkmenistan, “daimi tarafsızlığı”; “iç” ve “dıĢ” politikasının temel prensibi olarak kabul etmiĢtir. 2. Bundan sonraki her türlü iç ve dıĢ politika ile ilgili düzenleme ve eylemlerde “pozitif tarafsızlık” politikasını göz önünde tutacağına dair hukuki bir teminat vermiĢtir. 3. Türkmenistan böylece geleceğini ve güvenliğini hem siyasi hem de ekonomik olarak teminat altına almak istemiĢtir. Bu hususta Türkmenistan‟ın hak ve yükümlülükleri “Türkmenistan‟ın Daimi Tarafsızlığı Hakkındaki Anayasal Kanun”da; askeri-siyasi, iktisadi ve beĢeri olmak üzere üç ana grup altında ele alınmaktadır. A. Siyasi ve Askeri Alandaki Hak ve Yükümlülükleri 1. Türkmenistan, bağımsız bir devlet olarak vazgeçilmez hakları çerçevesinde daimi tarafsızlığını gönüllü olarak ilan eder. Türkmenistan bu statüsünü destekleyecek ve devamlı bir Ģekilde hayata geçirecektir. 2. Daimi tarafsızlık, Türkmenistan‟ın toplumdaki istikrarın ve barıĢın güçlendirilmesi, bölge ve bütün dünya devletleri ile dostluk ve karĢılıklı çıkar iliĢkilerinin geliĢmesine yönelik iç ve dıĢ siyasetinin temeldir. 3. Türkmenistan‟ın daimi tarafsızlık statüsünü kabul etmesi, BM TeĢkilatı ġartı‟nın öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmesine aykırı değildir. Türkmenistan, BM TeĢkilatı‟nın amaçlarına ulaĢabilmesi için her türlü desteği sağlar.

1241

4. Türkmenistan, BM TeĢkilatı‟nın ve kararlarının üstünlüğünü kabul eder. 5. Türkmenistan, barıĢsever bir dıĢ politikayı hayata geçirir. Türkmenistan‟ın diğer devletlerle iliĢkileri; eĢitlik, karĢılıklı saygı ve iç iĢlerine karıĢmama prensiplerine dayanır. 6. Türkmenistan, hiçbir askeri blok ve ittifaka; ağır veya katılanların kolektif sorumluluğunu gerektiren devletlerarası birliklere dahil olamaz. 7. Türkmenistan‟ın dıĢ politika faaliyetleri, diğer devletlerin çıkarlarını sınırlandırmaz, onlara zarar vermez ve güvenliklerine tehlike teĢkil etmez. 8. Türkmenistan, meĢru müdafaa hakkının kullanılması haricinde, savaĢ veya askeri bir çatıĢma baĢlatamaz. SavaĢa veya askeri çatıĢmaya sebep olabilecek herhangi bir siyasi, diplomatik veya diğer devletlerarası icraatlarda bulunmamayı taahhüt eder. 9. Kendisine karĢı askeri bir tecavüz durumunda Türkmenistan, baĢka devletlere ve BM TeĢkilatı‟na yardım için baĢvurma hakkına sahiptir. 10. Türkmenistan, nükleer, kimyasal, biyolojik silahların ve kitle imha silahlarını bulunduramaz, üretemez ve yayamaz. Diğer yabancı devletlerin askeri üslerini kendi topraklarında bulunduramaz. 11. Türkmenistan, siyasi amaçlarla devletlerin diğer devletler üzerinde zor kullanmalarını haksız bir eylem olarak kabul eder ve ilan ettikleri ablukalara katılmaz.37 Daimi tarafsız devlet, meĢru müdafaa durumu haricinde bir savaĢa katılamaz. Dolayısıyla, daimi tarafsız devlet kendi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak için kendi silahlı kuvvetlerini oluĢturmak hakkına sahiptir. Bununla birlikte, daimi tarafsız devletin silahlı kuvvetlerinin savunma için gerekli olan makul silahlanma hacmini (kapasitesini) aĢmaması gerekir. Bu konuda Türkmenistan, kendi savunma doktrini ve milletlerarası yükümlülükleri çerçevesinde, kendi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyabilecek bir ölçüde silahlı kuvvetlerini oluĢturmuĢtur. Herhangi bir askeri saldırı durumunda da diğer devletlerden askeri yardım isteme hakkını elde etmiĢtir. Yukarıda

saydığımız

durumlar,

Türkmenistan‟ın

daimi

tarafsızlık

konusundaki

siyasi

yükümlülüklerini tam olarak kapsamamaktadır. Bu yükümlülükler, duruma göre değiĢebilmekte ve arttırılabilmektedir. Türkmenistan, özellikle milletlerarası hukukun herkes tarafından kabul edilmiĢ kuralları çerçevesinde, bütün uluslararası anlaĢmalara uymakla ve gereğini yerine getirmekle yükümlüdür. SavaĢ veya savaĢ dıĢı zamanlarda daimi tarafsız olarak Türkmenistan kendi toprakları üzerinden yabancı bir devletin diğer bir yabancı devlete karĢı olarak silahlı kuvvetlerini geçirmemekle yükümlüdür. Türkmenistan‟ın toprakları terörist grupların oluĢumunda veya geliĢtirilmesinde ve diğer yabancı devletlerin kullanmaları için askeri üs olarak kullanılamaz. Böylece Türkmenistan‟ın barıĢ zamanındaki yükümlülükleri sadece askeri bloklara ve ittifaklara katılmama ve kendi topraklarında yabancı askeri üsleri bulundurmamakla kalmayıp, aynı zamanda diğer bütün devletlerle barıĢsever bir dıĢ politika izlemek ve herhangi bir askeri çatıĢmaya yol açabilecek iliĢkilerden kaçınmayı gerektirmektedir.

1242

12 Aralık 1995 tarihli BM Genel Kurulu‟nun “Türkmenistan‟ın Daimi Tarafsızlığı Hakkındaki Kanun”u onaylamıĢ olan dünya ülkeleri, Türkmenistan‟a karĢı herhangi bir güç kullanmamakla ve tehdit etmemekle veya Türkmenistan‟daki barıĢı bozabilecek herhangi bir faaliyette bulunmamakla yükümlüdür. Ayrıca, dünya ülkeleri Türkmenistan‟ın iç iĢlerine karıĢmamakla ve Türkmenistan‟a karĢı yapılan siyasi karakterli baskıları desteklememekle ve Türkmenistan‟ın herhangi bir askeri bloğa girmeye zorlamamakla sorumludurlar. Dünya devletleri, Türkmenistan topraklarında yabancı askeri kuvvetlerin veya askeri personeli sokmamakla ve bu topraklar üzerinde askeri üslerin oluĢturulmasını önlemekle de yükümlüdürler.38 B. İktisadi Alandaki Hak ve Yükümlülükler Türkmenistan‟ın daimi tarafsızlığı sadece diğer ülkelerle olan siyasi iliĢkilerini değil, aynı zamanda iktisadi alanda olan iliĢkilerini de düzenlemektedir. Bu husustaki hak ve yükümlülükleri kısaca Ģu Ģekildedir:39 1. Türkmenistan, milletlerarası iktisadi iĢbirliğini eĢitlik, karĢılıklı çıkar ve katılan tarafların çıkarlarını gözetme esasına ve bu iĢbirliğini ülkeler ve bölgeler arası güveni güçlendirmede, barıĢ ve istikrarın sağlanmasında önemli bir vasıta olarak görme esasına göre geliĢtirmeyi amaçlar. 2. Türkmenistan‟ın daimi tarafsızlık statüsünü sürdürebilmesi ekonomik, ticari kültürel ve diğer benzer alanlarda dünya ülkeleri ile iliĢkilerde bulunmasını gerektirmekte ve hatta belirli bir ölçüde yükümlü kılmaktadır. Türkmenistan, aynı zamanda iktisadi sorunların çözümünde dünya toplumunun gayretlerine destek olur. 3. Her Ģeyden önce yabancı yatırımların Türkmenistan‟a akmasını ve uluslararası bankaların sermayelerinin Türkmenistan ekonomisinde yer almasını sağlamalıdır. 4. Türkmenistan, özel teĢebbüs faaliyetlerini geniĢletmek ve yabancı yatırımcıları ülkeye çekerek faaliyetlerini sağlamak amacıyla imkanlar sağlamalı ve gerekli iktisadi-hukuki düzenlemeleri ve mekanizmaları oluĢturmalıdır. 5. ĠletiĢim-ulaĢım ve bankacılık sistemini uluslararası standartlara uygun bir Ģekilde oluĢturmalı ve entegre etmelidir. 6. Türkmenistan, uluslararası hukuka göre diğer devletlerden ekonomik ve teknik yardım isteme hakkına sahiptir. 7. Türkmenistan‟ın daimi tarafsızlığını onaylayan ve garanti altına alan devletler, aynı zamanda Türkmenistan‟ın iktisadi veya diğer yollarla bağımlı olarak kalmamasını sağlamakla yükümlüdürler. 8. Diğer taraftan Türkmenistan‟ın da siyasi olduğu kadar, iktisadi olarak da bağımsızlığını kazanması gerekmektedir. Hatta, belirli bir ölçüde de yükümlüdür. 40 C. Tarafsızlığın Beşeri Boyutu

1243

Türkmenistan‟ın bu husustaki yaklaĢımını TürkmenbaĢı Ģu Ģekilde ortaya koymaktadır:41 “Dünya bir bütündür, onun temelinde insan vardır.” Diğer taraftan TürkmenbaĢı, Temmuz 1992‟de Helsinki‟de toplanan Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği Konferansı‟nda, insan hakları konusunda Türkmenistan‟ı eleĢtiren ve böylece bu ülkeyi de karıĢtırmak isteyen gruplara verdiği, “Bizim için insan hakları, kaçınılmaz bir Ģekilde milli çıkarlara bağlıdır.” cevabının da halen arkasında durmaktadır. 42 Tarafsızlığın getirdiği yükümlülüklere gelince, Türkmenistan;43 1. Mülteci, göçmen ve sürülmüĢlerin haklarını koruyan uluslararası hukuk belgelerine katılır. Bu hukuk belgelerinde belirtilen kanunları yerine getirmekle yükümlüdür. 2. SavaĢ, çatıĢma, doğal afet, felaket, salgın ve bunların sonuçlarından zarar gören ülkelere yardım eder ve onlara yardımda bulunan devletleri ve dünya toplumunun çabalarını destekler. 3. Aktif bir Ģekilde küresel ve bölgesel beĢeri kurumlar ile iĢbirliğinde bulunmakla yükümlüdür. 4. Ġnsanların ve vatandaĢın demokratik/anayasal hak ve özgürlüklerini kabul eder, bunların gerçekleĢmesi için siyasi, iktisadi ve diğer Ģartları sağlar. 5. Ġnsan hakları konusundaki sorunlara çözüm getirmek amacıyla ikili veya çok taraflı anlaĢma ve sözleĢmelere gider. 6. Ġnsan hakları ve özgürlükleri konusundaki uluslararası görüĢmelere ve toplantılara sürekli bir Ģekilde katılır. 7. Ġnsan hakları konusunda ülkesinde uluslararası hukukun temel prensiplerine dayanarak, dünya standartlarına uygun bir iç hukuk geliĢtirir. Sonuç Bugüne kadar izlediği siyasetten de bir kez daha anlaĢıldığı üzere, Türkmenistan‟ın dıĢ politikasının temel taĢı “daimi tarafsızlık” statüsüdür. 12 Aralık 1995‟te kazandığı bu statü, Türkmenistan‟ın kendi hür tercihinin bir ürünü olmuĢ, gerek Rusya Federasyonu ve gerekse de diğer Orta Asya cumhuriyetlerinden gelen bölgesel giriĢimlere karĢı mesafeli tutum sergileyen TürkmenbaĢı, “daimi tarafsızlık” statüsüyle bölgede ve ülkesinde iç istikrarı ve güvenliği sağlamayı hedeflemiĢtir. Türkmenistan‟ın jeopolitik konumuyla birlikte Batı‟nın yeterince ilgisini çekebilecek potansiyelde zengin doğal kaynaklara sahip olması da bu açıdan etkin olan sebeplerin baĢında gelmiĢtir. Türkmenistan‟ın “daimi tarafsızlık” statüsüyle elde ettiği kazanımlar Ģu Ģekilde kısaca sıralanabilir: 1. “Daimi Tarafsızlık” statüsünün Türkmenistan‟a sağladığı kazanımların en baĢında “güvenlik” ve “istikrar” gelmektedir. 2. Dolayısıyla ciddi manada bir silahlanmaya ihtiyaç duymamaktadır. Kaynaklarını ülkenin kalkınmasına yönlendirmiĢtir. 3. Yabancı yatırımların önemli ölçüde ülkeye akması sağlanmıĢtır.

1244

4. Ġstediği zaman BM‟ye üye ülkelerden ekonomik ve teknik yardım isteme hakkına sahip olmuĢtur. 5. Özellikle bu geçiĢ sürecinde ülkeye ve topluma bir özgüven kazandırmada önemli bir psikolojik katkı sağlamıĢtır. 6. Ülkeye bölgede belli bir prestij kazandırmıĢtır. Özetle ifade etmek gerekirse; Türkmenistan bugüne kadar gerek küresel ve gerekse bölgesel seviyedeki iliĢkilerinde baĢarılı bir tarafsızlık siyaseti izleyerek, Orta Asya cumhuriyetleri arasında en güvenli ve istikrarlı bir ülke konumuna gelmiĢtir. Diğer taraftan, “daimi tarafsızlık” statüsünün Türkmenistan‟a gerek küresel gerekse de bölgesel dıĢ iliĢkilerinde daha fazla siyasi seçenek sunduğu bir gerçek olmasına rağmen, bunun dıĢ politikasına çok da etkin bir siyasi güç sağladığı söylenemez.44 Fakat, her Ģeye rağmen, Türkmenistan‟ın SSCB‟nin dağılması sonrası izlediği bu dıĢ politika ve edindiği statü ile, özellikle “Soğuk SavaĢ” sonrası küresel güçlerin ideolojik kaygılardan öte, daha çok enerji kaynakları üzerindeki hakimiyet kavgalarının oluĢtuğu bu dönemde oldukça yerinde ve rasyonel bir tercihte bulunduğu iddia edilebilir. Kısacası, Türkmenistan, “Soğuk SavaĢ” sonrası bu dönemde, tarafsızlık stratejisinin en güzel örneğini küresel düzeyde ve özellikle de Orta Asya gibi istikrarsız bir coğrafyada bölgesel düzeyde baĢarıyla ortaya koymuĢ ve uygulamıĢtır.

1

Mehmet S. Erol, Hayalden Gerçeğe Türk BirleĢik Devletleri, Ġstanbul, Ġrfan

Yayıncılık, 1999, s. 152. 2 O. Hummedov, “Providing Legal Framework for Foreign Policy of Saparmurat Turkmenbashy”, The Magazine of Turkmen National Institute of Democracy and Human Rights under the President of Turkmenistan (4), 2000. 3 Daha detaylı bilgi için bkz., Oncuk Musayev, Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın Siyaseti Dabaralanyar, AĢkabat, Ruh, 1996, ss. 300-311; Oncuk Musayev, Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın GaraĢsızlık ve Bitaraplık Siyaseti, AĢkabat, Magarif, 1998. 4 Dünyanın dördüncü büyük doğalgaz rezervine sahip olan Türkmenistan, kara üzerinde yaklaĢık 21 trilyon metreküp ve Hazar Denizi kıta sahanlığı içerisinde ise 4,8 trilyon metreküp olmak üzere yaklaĢık 25-27 trilyon metreküp arasında bir doğalgaz rezervine sahiptir. Türkmenistan ekonomisi için hayati önemi olan doğalgazdan sonra ikinci sırada gelen petrolün toplamı ise, 6,8 milyar tondur. Daha detaylı bilgi için bkz., A. Necdet Pamir, Bakü-Ceyhan Boru Hattı: Orta Asya ve Kafkasya‟da Bitmeyen Oyun, Ankara, ASAM Yayınları, 1999. 5 Neytralniy Türkmenistan, 28 Mart 1996. 6 Bkz., Nur-Muhammad Noruzi, “Contention of Iran and Turkey in Central Asia and the Caucasus”, Amu Darya, C. 4 (5) Ġlkbahar/Yaz 2000, ss. 102-135.

1245

7 Orta Asya cumhuriyetlerindeki geçiĢ süreci ve kimlik sorunu hakkında daha detaylı bilgi için bkz., Martha Brill Olcott, “Central Asia‟s Catapult to Independence”, Foreign Affairs, C. 71, (3), Yaz 1992, ss. 108-130; Graham E Fuller, “Central Asia: The Quest for Identity”, Current History, C. 93, (582), Nisan 1994, ss. 145-149; Gökhan Bacık, “Türk Cumhuriyetlerinde Kimlik Sorunu”, Mim Kemal Öke, (der. ), GeçiĢ Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Ġstanbul, Alfa Yayıncılık, 1999, ss. 61-127; John Kohan, “Five New Nations Ask Who Are We?”, Time, 27 Nisan 1992. 8 Daha detaylı bilgi için bkz., Seha L. Meray, Devletler Hukukuna GiriĢ, C. 2, 3, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1965, s. 531. 9 Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika: Ġlkeler, Kavramlar, Kurumlar, Ankara, S. Yayınları, 1979, s. 67. 10

Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve DıĢ Politika Analizi, Ġstanbul, Filiz

Kitabevi, 1989, s. 149. 11

Seha L. Meray, Devletler Hukukuna GiriĢ, s. 536.

12

Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap, Ankara, Turhan Kitabevi,

1993, s. 92. 13

Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve DıĢ Politika Analizi, s. 150.

14

Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika: Ġlkeler, Kavramlar, Kurumlar, s. 68.

15

Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, ss. 93.

16

Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, ss. 93-94.

17

Hans J. Morgenthau, Uluslararası Politika, C. 1, çev. Baskın Oran, Ünsal Oskay,

Ankara, Türk Siyasi Ġlimler Derneği Yayınları, 1970, s. 229. 18

Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve DıĢ Politika Analizi, s. 152.

19

Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika: Ġlkeler, s. 69.

20

Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, s. 94.

21

Boris O. ġıhmuradov, “Positive Neutrality As The Basis of The Foreign Policy of

Turkmenistan”, Perceptions, C. 2 (2), Haziran-Ağustos 1997. 22

Bkz., Nurmurad Durdiev, “Turkmenistan”, K. M. Asaf, Abul Barakat (der.), Central

Asia: Internal and External Dynamics, Islamabad, Institute of Regional Studies, 1997, ss. 63-69. 23

Süleyman Sırrı Terzioğlu, Türkmenistan Anayasası ve Türkmenistan Mevzuatından

Metinler, TĠKA, 1999, s. 5. 24

Daha detaylı bilgi için bkz., Saparmurat Turkmenbashi, Ten Years of Prosperity,

AĢkabat, 1994; M. Mametjumayev, “On Yıl Abadancılık”, Türkmenistan‟ın Prezidentinin Ġktisadi

1246

Programı, AĢkabat, 1999; Bu konuyla ilgili olarak daha fazla detaylı bilgi için bkz., Murat Ferman, Türkmenistan Ġhracat Pazar AraĢtırması, ĠTO Yayınları, Ġstanbul, 1995. 25

Daha detaylı bilgi için bkz., Recep Garayev, Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın Siyasatı,

Ders Notları, AĢkabat, Uluslararası Türkmen Türk Üniverstesi Yayınları, 1999. 26

Neytralniy Türkmenistan, 5 Aralık 1996.

27

Türkmenistan Gazetesi, 13 Eylül 1996.

28

Vozrajdeniye, (4), AĢkabat, 1997.

29

Daha detaylı bilgi için bkz., Kakamurat Ballıyev, TürkmenbaĢı Endonezya‟da,

AĢkabat, 1995. 30

Kakamırat Ballıyev, Gılıçmırat Kakabayev, “Tarihi Mümkinçiliğinin Maksatnaması”,

Türkmenistan, AĢkabat, 1995, ss. 67-72. 31

Neytralniy Türkmenistan, 28 Mart 1996; Daha detaylı bilgi için bkz., Kakamırat

Ballıyev, Gılıçmırat Kakabayev, “TürkmenbaĢı‟nın Beyik Maksadı”, Türkmenistan, AĢkabat, 1995. 32

Muhammed H. Abalakov (der. ), Turkmenistan: Today and Tomorrow, AĢkabat,

1999, s. 15. 33

Türkmenistan Gazetesi, 28 Aralık 1996.

34

27 Ekim 1991‟deki bağımsızlığından sonra “Yüksek ġura” tarafından 8 Mayıs 1992

tarihinde onaylanan Türkmenistan‟ın ilk Anayasanın birinci bölümünün birinci maddesinde ülkenin dıĢ politikasıyla ilgili olarak sadece, “Türkmenistan, kendi toprakları üzerinde tam egemenlik hakkına sahiptir. Ġç ve dıĢ siyasetinde özgürdür…” denmekteydi. 35

27 Aralık 1995 tarihli kanun ile eklenen fıkra, “Türkmenistan‟ın Meclisi‟nin

Maglumatları”, 1995, No: 4, Madde 53. 36

M. O. Hayıtow, “Türkmenistan‟ın Anayasasının Esasları”, Ġlim, 1996, s. 27.

37

Süleyman S. Terzioğlu, Türkmenistan Anayasası ve Türkmenistan Mevzuatından

Metinler, ss. 52-53; Neytralniy Türkmenistan, 28 Mart 1996; Vozrajdeniye, (4), 1997. 38

Bkz., Turkmen National Institute of Democracy and Human Rights under the President

of Turkmenistan, “Declaration on Foreign Policy of Turkmenistan in XXI Century based on Permanent Neutrality, Principles of Peace, Good-Neighbourhood and Democracy”, The Magazine of Turkmen National Institute of Democracy and Human Rights under the President of Turkmenistan (1), 2000. 39

Süleyman S. Terzioğlu, Türkmenistan Anayasası ve Türkmenistan Mevzuatından

Metinler, ss. 53-54; Neytralniy Türkmenistan, 28 Mart 1996; Neytralniy Türkmenistan, 28 Mart 1996.

1247

40

Vozrajdeniye, (4), 1997.

41

Türkmenistan Gazetesi, 13 Eylül 1996; Ayrıca bkz., B. Berdiev, “Neutrality of

Turkmenistan: Five Years of the Policy of Trust, Openness and Humanism”, The Magazine of Turkmen National Institute of Democracy and Human Rights under the President of Turkmenistan (4), 2000. 42

Mehmet S. Erol, Hayalden Gerçeğe Türk BirleĢik Devletleri, s. 153.

43

Süleyman S. Terzioğlu, Türkmenistan Anayasası ve Türkmenistan Mevzuatından

Metinler, ss. 55-56. 44

Houman A. Sadri, “Trends in the Foreign Relations of Turkmenistan”, Journal of

South Asian and middle Eastern Studies, C. 24, (4), Yaz, 2001, s. 11.

1248

B. Ekonomik GeliĢmeler Saparmurat TürkmenbaĢı Önderliğinde Türkmenistan ve Sosyo-Ekonomik Reform Stratejisi / Yrd. Doç. Dr. Güngör Turan [s.776-785] Uluslararası Türkmen Türk Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi / Türkmenistan 1. GiriĢ Tarafsızlık statüsüne ve iyi komĢuluk iliĢkilerine dayalı pozitif bir dıĢ politika, kısa bir süre zarfında sağlanan ağzı birlik (Millî birlik), dünya ekonomisine entegre olma yolunda baĢlatılan bir abadancılık (kalkınma) hareketi ve bunlarla birlikte Türkmenistan‟ı iki binli yılların baĢında modern bir ülke olarak yeniden inĢa etme kararlılığında bir lider. Bu ifadeler, oldukça hızlı bir zaman diliminde elde edilen baĢarı ve gelinen noktayı özetliyor Türkmenistan için. “Nihai hedefimiz demokratik, laik bir Türkmenistan inĢa etmek ve yakın gelecekte en ileri ülkeler arasına katılmaktır” sözleriyle ülkesini yarınlara hazırlayan S. TürkmenbaĢı, modern Türkmenistan için son noktayı iĢaret ederek, her geçen gün bu hedeflere doğru kararlı bir Ģekilde ilerleyen bir lider görüntüsü çizmektedir. “Ülkenin siyasi istikrarı, objektif bir dıĢ politika ve iyi komĢuluk, demokrasiyle birlikte geçiĢ döneminde kontrolü sağlamak için gerekli güçlü bir devlet otoritesi ve önemli finansal yatırımlar ve hammaddelere sahip olma”yı Türkmenistan‟ın dört temel dayanağı olarak belirterek, “Türkmenistan istikrarlı bir Ģekilde kalkınabilecek mi?” sorusuna bu dört noktayı göstererek, “bugün bu soruya tereddütsüz „evet‟ diyebiliriz” demektedir S. TürkmenbaĢı.1 Bugünkü Türkmenistan bu dört temel esası, iç barıĢ ve siyasi istikrar içinde dünya ekonomisine entegre olma ve refah devletine ulaĢma hedefine yönelik en önemli dinamikler olarak kullanmaktadır. 1985 yılından bu yana Sovyetler Birliği‟nde yaĢanan her türlü siyasi değiĢikliklerin etkilerinin hissedildiği Türkmenistan‟da Ekim 1991 yılında bağımsızlık konusunda bir referandum yapıldı ve oy çoğunluyla bağımsızlık onaylandı. Bundan sonra Türkmenistan 27 Ekim 1991 yılında Sovyetler Birliği‟nden resmi olarak ayrılıp, bağımsızlığını ilan etti. 21 Aralık 1991 yılında ise Bağımsız Devletler Topluluğu‟na katıldı. BaĢkanlık sistemi ile yönetilen ülkede “devlet baĢkanı” Bakanlar Kurulu‟nun baĢkanı olarak yürütmenin de baĢında bulunmaktadır. Hükümetin dıĢında Halk Maslahatı adı altında devlet baĢkanının baĢkanlığında toplanan bir danıĢma ve karar organı bulunmaktadır. Anayasaya göre, Halk Maslahatına Türkmenistanın devlet baĢkanı, milletvekilleri, her bölgeden seçilen birer temsilci, yüksek mahkeme baĢkanı, baĢ savcı, Ģehir yöneticileri, ilçe baĢkanları ve bakanlar kurulunun üyeleri katılır.2 Anayasaya göre, Halk Maslahatı Türkmenistan anayasasınında değiĢiklikler yapmaya yetkilidir. Referanduma gitmek, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi yönden geliĢmesini sağlayacak temel stratejiler konusunda kararlar almak, komĢu ülkeler ile ilgili muhtemel sınır sorunlarını çözüme kavuĢturmak, savaĢ ve barıĢ durumunu ilan etmek üzere kararlar alabilir. 3 Tek siyası partinin (Türkmenistan Demokrasi Partisi) bulunduğu ülkede seçimle iĢ baĢına gelmiĢ 50 üyeli bir parlamento bulunmaktadır. Türkmenistan‟ın 18 Mayıs 1992 tarihli yeni anayasası, devlet baĢkanına büyük yetkiler tanımıĢtır. Ġleride parlamentonun oyuna sunmak koĢuluyla devlet baĢkanı yasa yapma hakkına

1249

sahiptir. Devlet baĢkanı yardımcıları, valiler, yüksek mahkeme baĢkanı, devlet baĢkanı tarafından atanmaktadır. Ayrıca devlet baĢkanı gerekli gördüğü hallerde parlamentoyu feshetme yetkisini kullanabilir. 2. Makroekonomik GeliĢmeler Türkmenistan, 5 milyonu aĢan nüfusuyla karalarla çevrelenmiĢ bir ülkedir. Topraklarının %90‟ı çöl olan Türmenistan, geniĢ petrol ve gaz rezervlerine sahiptir. Henüz sanayi istenilen düzeye ulaĢmamıĢ olmakla birlikte, ülkenin önemli avantajlarından biri de sanayinin gereksinim duyduğu bol ve ucuz hammadde kaynaklarının varlığıdır. Bugün Türkmenistan‟da dokuma-tekstil ve petro-kimya sanayi baĢta olmak üzere, irili ufaklı modern tesisler üretime sokulmakta ve iĢletilmektedir. Son yıllarda petrol rafinerileri, gaz, kimya sanayi, elektrik sanayi ve makina imalatı ürünleriyle azotlu gübre, halı ve dünya piyasalarına ihraç edilen tekstil ürünlerindeki artıĢ sanayi sektörüne gözle görülür bir canlanma getirmiĢtir. Sanayi büyük ölçüde enerji, diğer doğal kaynaklar ve pamuğa dayalıdır. Ülke, ticarete bağlı ekonomide ihtisaslaĢmıĢtır ve ihracatın %85‟ini oluĢturan, özellikle doğalgaz, petrol ve pamuğa dayalı bir ekonomiye sahiptir. Ocak 1994 yılında Halk Maslahatı, Türkmenistan‟ın geçiĢ döneminde takip edeceği iç ve dıĢ ekonomik politikaları içeren “10 Yıl Abadancılık”4 programını onaylamıĢtır. Gıda üretiminde kendi kendine yeterlilik, yapısal ekonomik değiĢimin tamamlanması ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi amaçlarına yönelik piyasa iliĢkilerinin ve serbest giriĢimciliğin geliĢtirilmesi programın temel hedefleri olarak gösterilmiĢtir. Programda 1992 yılı baz alınarak, 2002 yılına kadar GSYĠH‟da üç kat, sanayi üretiminde üç kat, yatırım malları üretiminde beĢ kat, tarım üretiminde 2.4 kat, tüm yatırımlarda ise 2.4 kat büyüme hedeflemiĢtir. Nisan 1997‟de “1000 Gün Maksatnamesi”5 adıyla yayınlanan yeni programda bin günde yapılacak iĢlerin bir programı çıkarılmıĢ ve esas itibariyle atıl durumda bulunan kamu tesislerinin özelleĢtirilmesine yönelik bir prosedür belirlenmiĢtir. Bunun yanısıra, eski Ġpek yolu üzerinde bulunan Tecen-Sarahs-MaĢhed demiryolunun yeniden ulaĢıma açılması, TürkmenistanPakistan gaz-petrol boru hattı projesi, 2000 yılına kadar yılda 13 milyar kw/saat elektrik enerjisi üretimi ve ihracatı, Nebitdağ gaz-petrol kompleksinin dünya pazarlarına açılması, yeni petrol sahalarında üretime

geçilmesi,

otomotiv

sanayinin

kurulması

ve

toprak

reformuna

yönelik

projelerin

gerçekleĢtirilmesi bir programa bağlanmıĢtır. Ayrıca, Türkmenistan-Ġran doğal gaz hattı tamamlanarak Ġran‟a doğal gaz verilmeye baĢlanmıĢtır. Program için 5 milyar dolarlık bir kaynak tahsis edilmiĢ, 500 gün içinde devlet mağazaları, gıda ve hizmet sektörleri ve atıl tesislerin özel mülkiyete devredilmesi, ayrıca 1000 gün sonunda milli gelirin 1,5 kat arttırılması öngörülmüĢtür. Türkmenistan diğer geçiĢ ekonomilerinden farklı olarak, yeniden yapılanma sürecini istikrar ve sosyal konsensus önceliği üzerine inĢa edilecek “kademeli” reform politikasına dayandırmıĢtır. Politik istikrar ve sosyal uyum sağlanmadan ekonomik reformların sağlıklı bir Ģekilde gerçekleĢtirilemeyeceği gerçeği devlet baĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın izlediği reform siyasetinin tutarlılığını doğrulamıĢtır.6 “10 Yıl Abadancılık” ve “1000 Gün Programı” bu ekonomik ve sosyal reform siyasetine uygun olarak 1997 yılından itibaren sonuçlarını göstermeye baĢlamıĢtır. Verilere gore, ekonomik

1250

performans değerlendirildiğinde sonuçların ne kadar olumlu olduğu açık olarak görülmektedir. Son üç yılda ekonomi yönetimi önemli bir baĢarı elde etmiĢtir. Büyüme hızında 1998, 1999 ve 2000 yıllarında %5, %16 ve %17.6‟lık önemli artıĢlar gerçekleĢmiĢtir. Türkmenistan bu büyümeyi önemli ölçüde Ukrayna‟ya yapılan gaz satıĢı ile pamuk satıĢından sağladığı gelirlerle sağlamıĢtır. Ġthalatın azaltılması, döviz kontrolüne bağlı sıkı para politikası ve kamu harcamalarının azaltılmasını içeren anti enflasyonist önlemlerle fiyat artıĢları, hiper enflasyon seviyelerinden 1998-2000 döneminde %20 düzeylerine baĢarılı bir Ģekilde çekilmiĢtir.7 DıĢ ödemeler açığı 1998 yılında 935 milyon dolardan 1999 yılında 571 milyon dolara gerilemiĢtir. Bu önemli ölçüde dıĢ ticaret dengesindeki iyileĢmeyle sağlanmıĢtır. DıĢ ticaret açığı aynı yıllarda 523 milyon dolardan 210 milyon dolara gerilemiĢtir. DıĢ ticaretin 2000 yılında 448 milyon dolar fazla vereceği beklenmektedir. Ukrayna‟ya yapılan gaz satıĢından sağlanan gelir ve ithalatın azaltılması bu iyileĢmenin temel etkenleri olmuĢtur. Ukrayna 1999 yılında yapacağı ödemelerin bir kısmını 2000 yılına sarkıtmıĢtır. 801 milyon dolarlık gaz satıĢı tahmini de buna eklendiğinde ödemeler dengesinin 2000 yılında 71 milyon dolar fazla vereceği tahminlenmiĢtir. 1999 yılında net dıĢ yatırımlar 125 milyon dolar civarında gerçekleĢmiĢtir. 1998 yılında dıĢ yatırımlar 62 milyon dolar civarındaydı. 2000 yılında ise yaklaĢık 100 milyon dolarlık bir dıĢ yatırım gerçekleĢmiĢtir.8 Aralık 1999‟da Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın Türkmenistan‟da 2010 yılına kadar uygulanacak sosyo-ekonomik politika ve projelerle ilgili geliĢmeleri içeren “Ulusal Program”ı9 yayınlandı. Bu programın temel amacı önümüzdeki on yıllık dönemde piyasa ekonomisinin bütün kurallarıyla uygulanabilir duruma getirilmesini ve halkın yüksek yaĢam standardına ulaĢmasını sağlayacak, ekonomisi güçlü ve geliĢmiĢ bir devlete sahip olmaktır. Ġstikrarlı bir ekonomik büyümeyi sağlamak, Türkmenistan‟ın hammadde kaynaklarını ve üretim imkanlarını daha verimli kullanmak suretiyle piyasayı esnek ve değiĢen pazar taleplerine uygun hale getirmek, adil bir rekabet sistemi kurmak, özelleĢtirmeyi yaymak, özel giriĢimciliği desteklemek, yabancı yatırımları teĢvik etmeye yönelik projeleri içeren bu program 2010 yılının sonunda ekonomik bakımdan güçlü, halkın yüksek yaĢam standartlarına ulaĢacağı bir hedefe sahiptir. Türkmenistan Devleti‟nin kurucusu Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın piyasa ekonomisine geçiĢi sağlayacak 11 yıllık reform politikasını diğer geçiĢ ülkelerinden farklı bir biçimde kademeli olarak uygulama nedenlerinden en önemlisi bu reformların halkın yaĢam standartları ve toplumun sosyal yapısı üzerinde meydana getirebileceği muhtemel tesirlerini ortadan kaldırma düĢüncesidir. 10 ünkü reformlar kademeli değil de eĢ zamanlı olarak uygulandığında enflasyon, iĢsizlik, yoksulluk gibi sosyal huzursuzluklara yol açabilecek bir takım sıkıntıların faturasını geniĢ halk kitleleri, eĢ zamanlı reformları benimseyen bir kısım geçiĢ ülkelerinde yaĢandığı üzere, ağır bir biçimde ödemek zorunda kalabilecekti. Kademeli reform politikası her Ģeyden önce bu tür sıkıntıların Türkmenistan‟da asgari ölçüde sadece bir geçiĢ dönemi sıkıntısı olarak yaĢanmasında temel faktör olmuĢtur. Bütün bu olumsuzlukları göz önünde bulunduran S. TürkmenbaĢı reformları zamana yaymak suretiyle bu tür

1251

sıkıntıları asgariye indirmiĢ ve reformlarını sosyal siyasetiyle desteklemek suretiyle geçiĢ döneminin sıkıntılarını halkına hissettirmemeye çalıĢmaktadır.11 Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın sosyal reform siyaseti devlet sübvansiyonlarına dayalı olarak toplumun çeĢitli kesimlerine sağladığı sosyal korumadır. Temel tüketim maddeleri ve kamu hizmetlerinden ücretsiz olarak

yararlanma,

emeklilik

ve aile ödenekleri ile Türkmenistan

vatandaĢlarına önemli bir sosyal koruma hizmeti vermektedir. 1993 yılından bu yana konutlara doğal gaz, elektrik, suyu ücretsiz vermek suretiyle sübvanse etmektedir. Asgari ücretin altında gelire sahip olan ev halkına, fert baĢına köylerde 8 kg. Ģehirlerde ise 6 kg. aylık ücretsiz un yardımının yanısıra ekmek gibi çok sayıda temel tüketim maddesi ile ulaĢtırma, haberleĢme, sağlık, eğitim gibi kamu hizmetlerini de ücretsiz denecek kadar düĢük fiyatlarla sunmak suretiyle geniĢ ölçüde sübvanse etmektedir. Özellikle konut ihtiyacının ücretsiz olarak karĢılanması halka sunulan en önemli sübvansiyon olarak dikkati çekmektedir. Bütün bu devlet sübvansiyonlarının özellikle piyasa ekonomisinin halk üzerindeki etkisinin önemli ölçüde hissedildiği geliĢmekte olan ülkelerde ücretli ve oldukça pahalı sunulduğu dikkate alındığında, Türkmenistan‟da yapılan devlet sübvansiyonlarının ve sosyal koruma hizmetinin ne kadar önemli olduğu tartıĢılmayacak kadar ortada bir gerçektir. Türkmenistan‟da 1995 yılından itibaren istihdam seviyesi yıllık yüzde 5 arttırılmıĢ,12 sağlanan sosyal koruma ve ekonomik büyümeye bağlı olarak artan refah ile de reformların halk üzerindeki etkisi önemli ölçüde düĢürülerek toplumun hayat standardı giderek artan bir yükselme trendine girmiĢtir. Satın alma gücü paritesine göre, 1997 yılında 2,683 dolar olan kiĢi baĢına yıllık gelir 1999 yılında 3,268 dolara, 2000 yılında ise 3,856 dolara yükselmiĢtir. 1997 yılında istihdamı arttırmak ve bu piyasanın özelliklerini oluĢturmak için “Nüfusun Ġstihdamı” adıyla yeni bir yasa kabul edilmiĢtir. 2 Haziran 1997 tarihli BaĢkanlık Kararnamesi ile Vilayet Hakimlikleri tarafından baĢkanlık edilen, iĢgücü değiĢimini sağlamak, istihdam konusunda hükümet kararları alabilmek ve iĢgücü piyasasını daha iyi Ģartlara kavuĢturabilmek için bir Ġstihdam Komitesi oluĢturulmuĢtur. Halkın yaĢam standartlarının yükseltilmesine yönelik uygulamalar çerçevesinde, 1 Mart 2001 tarihinden geçerli olmak üzere, “Türkmenistan‟da asgari ücretler, emekli aylıkları ile devlet yardımlarının arttırılması hakkındaki” Türkmenistan Devlet BaĢkanı kararı13 gereğince, asgari ücret 950 bin Manat‟a yükseltilmiĢ, çeĢitli kesimlere yapılan devlet yardımı parası ise iki katına çıkarılmıĢtır. 3. Sosyal Koruma veSosyal Yardımlar GeçiĢ dönemi süresince Türkmenistan; vatandaĢlarının yaĢamlarını garanti altına alabilmek için önemli çabalar sarf etmiĢtir. Ülkenin, temel tüketim malları ve ihtiyaçları için sübvansiyonları, emekli maaĢını ve aile yardımlarını içeren resmi sosyal güvenlik ağı bulunmaktadır. Türkmenistan‟daki sosyal güvenlik sistemi 4 öğeden oluĢmaktadır; fiyat düzenlemeleri ve sübvansiyonlar, yaĢlılık ve malullük aylığı, aile yadımı ve diğer yardımlar ile birlikte istihdam garantisi. Bu sistem kiĢisel ve aile destek düzenlemelerine yoğunlaĢmıĢtır. Devlet, 1993 yılından beri nüfusuna oldukça yüksek limitlerde ücretsiz gaz, su, enerji ve tuz sağlamakta ve para yardımında bulunmaktadır. 14 Ekmek fiyatları ve

1252

diğer bir grup mal ve hizmet ücretleri de denetim altında tutulmaktadır. Ayrıca aylık gelirleri 500.000 manatın altında bulunan ailelere de un için para yardımında bulunulmaktadır.15 Sosyal güvenlik sistemindeki reformlar Türkmenistan‟da yürütülen diğer sosyo-ekonomik reformlarda da önemli rol oynamıĢtır. “Emeklilik Yasası” 16nın 17 Temmuz 1998 yılında kabul edilmesiyle birlikte emekli maaĢlarının finanse edilmesi ve iĢleyiĢi konularında önemli değiĢiklikler olmuĢtur.17 Bazı ayrıcalıklar kaldırılmıĢ, emeklilik yaĢı değiĢtirilmiĢ ve maaĢ dağıtımı konularında bazı düzenlemeler yapılmıĢtır. Gönüllü emekli sigortası sistemi oluĢturulmuĢ ve emekli maaĢlarının hesaplanmasında değiĢiklikler yapılmıĢtır. Bu reform sürecindeki bir diğer temel öğe ise emekli maaĢı alanların ve yardım görenlerin takip edilerek bir bilgi bankası oluĢturulmasıdır. GeçiĢ dönemi boyunca iki ayrı emeklilik sistemi uygulanmaktadır. DayanıĢma sistemi, çalıĢanların zorunlu olarak maaĢlarının %30‟unu sosyal güvenlik fonuna yatırması temeli üzerine kurulmuĢtur. Birikim sisteminde ise, vatandaĢlar kendi özel banka hesaplarına emeklilik amacıyla gönüllü olarak para yatırmaktadırlar. 1 Ağustos 1998 tarihinde yeni bir sigorta anlaĢması uygulanmaya baĢlanmıĢtır. “Sigorta kaydı” “ĠĢ kaydı” ile değiĢtirilmiĢtir. Bu kayıt, yeni “Emeklilik Yasası” kabul edilmeden önceki iĢ dönemini ve ayrıca gönüllü emeklilik sigortası süresindeki iĢ dönemlerini göstermektedir. Bu sistem uzun vadeli olarak (30-40 yıl) hesaplanmaktadır. Yeni yasa onaylanmadan önce iĢ kaydı olan ve aynı zamanda yeni sisteme göre sigorta kaydı olan kiĢiler emeklilik yaĢına geldiklerinde emekli maaĢlarını elde edebileceklerdir. Bu maaĢlar hem zorunlu olarak sosyal güvenlik fonuna yapılan ödemelerden hem de kendi kiĢisel emeklilik kayıtlarından oluĢmaktadır. Yeni yasanın kabulünden sonra çalıĢma hayatına baĢlayan kiĢiler ise gönüllü emeklilik sigortası çerçevesinde maaĢ alacaklardır. Bu kiĢilerin emeklilik maaĢları kiĢisel banka hesaplarındaki biriken fondan karĢılanacaktır. Emeklilik reformundaki en önemli konulardan birisi emeklilik yaĢının arttırılmasıdır. Yeni yasaya göre, erkeklerin emeklilik yaĢı iki yıl daha (60 yerine 62 olmuĢtur) yükseltilmiĢtir. Ayrıca iĢ kaydı (emeklilik sigorta kaydı) 25 yıldan fazla olmalıdır. Kadınlarda emeklilik yaĢı ise 20 yıldan fazla iĢ kaydına sahip olmakla birlikte 55 yaĢtan 57 yaĢa yükseltilmiĢtir. Türkmenistan‟da benimsenmesiyle

yeni

1

Ağustos

geliĢmiĢ

bir

1998

tarihinde

“Devlet

devlet

sübvansiyon

Sübvansiyonları

sistemi

uygulamaya

Yasası”nın konulmuĢtur.

Sübvansiyonlar devlet bütçesinden finanse edilmektedir. Yeni yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, devlet yardımlarının miktarı ve ölçeğinde önemli bir değiĢim yaĢanmıĢtır. 1 Ocak 1999 tarihi itibariyle, 113,800 kiĢi sübvansiyonlardan yararlanmıĢtır. Bugünkü emeklilik ve sübvansiyon sistemi çoğunlukla yaĢlılar için emeklilik aylığı ile sakat ve geçim kaynağı olmayan aileler için devlet sübvansiyonu sağlanmasını içermektedir. Emeklilik ve sübvansiyonlar için yapılan harcamaların %93‟ü bu üç kategoriye yapılmıĢtır. Yeni yasa emeklilik aylığı alanların çalıĢmalarına izin vermektedir. 1998 yılında, emekli maaĢı alanların %8.9‟u hala çalıĢmaktaydı. 1999 yılında, bu rakam 29.300‟ye ya da tüm emekli maaĢı alanların sayısının %10‟una ulaĢmıĢtır.18 Ġnsan gücü geliĢiminin sağlanması ve fakirliğin iyileĢtirilmesi için seçilmiĢ sosyal göstergeler aracılığıyla bu konuların takip edilerek ölçülmesi hususunda artan bir görüĢ birliği vardır. Sosyal

1253

göstergeler, eğitim ve sağlık konularında kamu harcamaları arttıkça geliĢen bir çok ülkede ilerlemektedir. Eğitim ve sağlık için yapılan kamu harcamaları, insan sermayesi üzerindeki pozitif etkilerinden ötürü eĢitliği destekleyip, fakirliği azaltırken ekonomik büyümeyi de arttırmaktadır. Türkmenistan‟da eğitim sistemi yeniden örgütlenme dönemindedir. Reformlar nüfusa özgür seçime bağlı bir eğitim sistemi ve geniĢ çaplı bir katılım sağlamayı hedeflemektedir ve ayrıca eğitim alanında hem resmi hem de sivil bir yapı geliĢtirmektedir. Bunları bu sektördeki devlet direktifleri izlemektedir. Türkmenistan‟ın eğitim sistemi yürürlükte bulunan “Eğitim Alanındaki Yasa”ya bağlı olarak iĢlemektedir. Yasa, düzenlenmiĢ ihtiyaçlar çerçevesinde her kademede özgür eğitim hakkını garanti altına alır ve vatandaĢlar etnik ve sosyal kimlikleri ve mali durumlarına bakılmaksızın eĢit olarak kabul edilirler. GeçiĢ dönemi boyunca, devlet eğitim sistemini yönetmekteydi. Bu durum 26 Haziran 1998 tarihinde yapılan Eğitim Konulu Devlet Konseyi Toplantısı‟nda Türkmenistan baĢkanı tarafından da doğrulanmıĢtır. Aynı dönemlerde, özel eğitim kurumları geliĢmeye ve yayılmaya baĢlamıĢtır. Özel kurumların oluĢturulması için eğitimsel faaliyetlere ve mesleki eğitim çalıĢmalarına izin verilmiĢtir. Türkmen-Türk kolejleri ve Uluslararası Türkmen Türk Üniversitesi19 eğitim sisteminde gerçekleĢtirilen reformların önemli bir parçası olarak Türkmenistan‟ın eğitim sistemi içerisinde ve sosyal transformasyonunda önemli bir rol oymaktadır.20 Bu reform döneminin sonucunda orta ve lise eğitiminin birleĢtirilmesinden oluĢan bir sürekli eğitim sistemi oluĢturulmuĢtur. Tüm kurumların müfredatları yenilenmiĢ ve kurumsal profilleri geliĢtirebilmek için uzmanlar eğitilmiĢtir. Gayrı Safi Yurtiçi Hasılanın payı olarak, Türkmenistan‟da insangücü geliĢimi için eğitim alanında harcamalar artmaktadır. Hükümetin eğitim için yaptığı harcamalarla birlikte GSYĠH da 1995 yılında 3.2 iken 1998 yılında %6.5 olarak artmıĢtır.21 Ġnsan değerleri sisteminde sağlık konusu önceliği almaktadır. Türkmenistan, toplum içindeki hassas duruma sahip olan gruplara sosyal koruma sağlamak ve nüfusun refahını ve sağlığını geliĢtirebilmek için sosyal sektörün geliĢimine öncelik vermektedir. Böylece sağlık, geliĢim için en önemli sırayı almıĢtır. Hükümet, Temmuz 1995 yılında Türkmenistan baĢkanı tarafından kabul edilen bir sağlık reform programı geliĢtirmiĢtir. “Türkmenistan Devlet Sağlık Programı” 22 sağlık reformunun prensiplerini belirlemekte ve gelecekteki politikaların altını çizmektedir. Bu programın temel hedefi nüfusun sağlık durumunu iyileĢtirmek ve yaĢam süresini arttırmaktır. 1 Ocak 1996 tarihinde, sağlık sigortası sistemi bu programın bir öğesi olarak tanıtılmıĢtır. Aile doktoru sistemi de oluĢturulmuĢtur. Bugün uygulanan sağlık reformu devlet sistemi içinde bedava tıbbi bakımı garanti altına aldığı gibi aynı zamanda özel sağlık uygulamalarının geliĢmesine de imkan sağlamaktadır. Devlet sağlık sistemini daha etkin hale getirmek için hastanelerdeki yatak sisteminde yeniden yapılanma ve tıp eğitiminde reform çalıĢmaları devam etmektedir. Türkmenistan‟da insan gücü geliĢimi için yapılan sağlık harcamaları artmaktadır. Hükümetin sağlık konusunda yaptığı harcamaların GSYĠH içerisindeki payı 1995 yılında %1.8ken 1998 yılında %3.3 olarak artmıĢtır.23

1254

Nüfusun gelecekteki geliĢimini değerlendirmek ve demografik politikaların iĢleyiĢini belirlemek için en önemli konu mevcut demografik durumu analiz etmektir. Demografik durum, nüfusun artıĢındaki uzun vadeli eğilimlerin gözlemlenmesi sonucunda belirlenebilir. 1995 yılından 1999 yılına kadar, nüfusun büyüme oranı artıĢ eğilimi göstermiĢtir. 1995 yılında bu oran %2.4 ve 1998 yılında ise %3 olmuĢtur. YaĢam beklentisi ve bebek ölümleri oranlarını da kapsayan bir grup sağlık göstergesi de geliĢme yönünde eğilim göstermiĢtir. GeçmiĢ yıllarda, Türkmenistan‟ın ortalama yaĢam süresi 64.6‟dan 64.9‟a yükselmiĢtir.24 4. 2010 Yılına KadarGerçekleĢtirilecek TemelHedefler ve HedeflereUlaĢma Yolları Gelecek dönemde temel hedef serbest piyasa ekonomisini uygulayan, pozitif uluslararası iĢbirliği sonucunda yüksek yaĢam seviyesine ulaĢmıĢ bir Türkmenistan meydana getirmekten ibarettir. Söz konusu hedefe eriĢebilmek için ileriye dönük görevler dört ana baĢlık altında belirlenmiĢtir: 25 1. Ġktisadi Güvenlik: - Ġktisadi geliĢmeyi hızlandırmak; - hammadde kaynaklarını ve üretim fırsatlarını tam ve verimli bir Ģekilde kullanmak; - Tarım ekonomisini, yakıt-enerji, kimya, tüketim sektörü gibi temel sektörleri geliĢtirmek; ekonomide mevcut sektörleri geliĢtirmek, ayrıca yenilerini oluĢturmak; - UlaĢım ve haberleĢme altyapısını geliĢtirmek; Türkmen enerjisini dünya piyasalarına çıkarmak amacıyla transmilli boru hatları sistemini geliĢtirmek; - Bilim ve teknolojinin son geliĢmelerini içeren verimli bir ekonomi meydana getirmek; - Mülkiyet haklarını garanti altına almak, adıl rekabeti sağlayacak serbest piyasa ekonomisinin verimli bir Ģekilde iĢlemesi için gereken giriĢimleri bundan sonra da gerçekleĢtirmek; - Ġktisadi geliĢmeleri, devlete ait mülkiyeti özelleĢtirmeye devam etmek ve özel üreticileri desteklemek; - Ekonominin açıklığı, karĢılıklı faydaya dayanan iĢbirliği esasları altında (özellikle komĢu devletlerle) Türkmenistan‟ı dünya ekonomik sistemine entegre etmek; - Sermaye piyasasını geliĢtirmek, finans kaynaklarını ülkeye çekmek, özellikle yabancı yatırımlarla verimli iktisadi projeleri finanse etmek; - DıĢ ticarette pozitif orana ulaĢmak, ülkenin ödemeler bilançosunu ve döviz rezervlerini oluĢturmak; - Gelir düzeyi yüksek bir bütçe hazırlamak, ulusal paranın istikrarını ve konverte edilebilmesini sağlamaktan ibarettir. 2. Gıda Güvenliği: - Ülke içerisinde üretilen gıda maddelerine olan talebin yüksek seviyede karĢılanmasına;

1255

- Ġhraç edilen gıda maddelerinin kalitesinin garanti altına alınmasına; - Ġthal edilen gıda maddelerinin kalitesinin ciddi bir Ģekilde denetim altına alınmasına önem vermektir. 3. Sosyal Güvenlik: - VatandaĢların çalıĢma haklarının ve halka olabildiği kadar iĢ imkanının temin edilmesine; - Sosyal yönlü serbest piyasa ekonomisinin yaratılmasına; - Ekonomide reel sektörde çalıĢan insanların gelirlerinin artırılmasına; -

DüĢük

yaĢam

standarlarına

sahip

insanların

sosyal

güvenliğinin

ve

kiĢiliğinin

güçlendirilmesine; - Özel mülkiyetin ve halkın kendi emeğiyle kazanmıĢ olduğu araçların dokunulmazlığını ciddi bir Ģekilde garanti altına alınmasını sağlamaya yönlendirilmiĢtir. 4. Ekolojik Güvenlik: - Ülkenin endüstriyel geliĢmesinin çevre koruma çalıĢmalarıyla birlikte gerçekleĢtirilmesini; - Aral denizi bölgesindeki ekolojik sorunlarının önlenmesini; - Ġçecek suyunun yüksek kalitede temin edilmesini; - Tarım üretiminde insan sağlığına zararlı maddeleri kullanma kurallarına ciddi bir Ģekilde uyulmasını, toprağın tuzlanmasına ve verimsizleĢmesine karĢı tedbirlerin alınmasını göz önünde bulundurmaktadır. Ekonomik GeliĢmeninKaynakları Nüfus Ortalama yıllık nüfus 2005 yılına kadar 6.939.200 kiĢi, 2010 yılına kadar ise 8.630.400 kiĢiyi bulacaktır. Dolayısıyla, nüfus 1999 yılına göre, %36.5 ve %70 artacaktır. ocuk doğumunun yüksek seviyesinin korunması, ölümlerin azalması ve insanların göç etmeleriyle nüfus artıĢı sağlanacaktır. Özellikle bebeklerin ve küçük yaĢtaki çocukların ölüm oranlarının azalmasıyla ortalama yaĢam süresi 2010 yılında 71.4‟e kadar yükselecektir. alıĢabilen insanların sayısı 2005 yılında 3.434.300 kiĢiye, 2010 yılında ise 4.425.200 kiĢiye ulaĢarak 1999 yılına göre %37 ve %78 artacaktır.26 Doğal zenginlikler Potansiyel çeĢitli ve zengin maden hammaddelerinin çıkartılması, iĢletilmesi, iç talebin karĢılanmasını ve ihracatının gerçekleĢtirilmesi önem taĢımaktadır. Bunlar sanayi amaçlı petrol, gaz, hidromaden hammadde, sodyum sulfat, iyot ve bromlu sular, potasyum ve taĢ tuzları, kömür, kibrit, inĢaat malzemeleri, betonittir. Renkli metaller (altın, bronz, bakır v.s.), mineral ve içecek suları araĢtırılmaktadır. 2010 yılına kadar petrol ve gaz üretimini artırmak için potansiyel sahaları araĢtırmak ve sondaj iĢlerini hazırlamak için jeolojik ve jeofizik çalıĢmalar gerekmektedir.

1256

Sektörleri GeliĢtirme Esasları 2010 yılına kadar Türkmenistan ekonomisini geliĢtirmek amacıyla makro ekonomik Ģartların oluĢturulması hedeflenmiĢtir. Türkmenistan‟ın geliĢmiĢ ülkelerin arasına katılarak hakettiği konuma gelebilmesi için ekonomik geliĢmenin yıllık ortalama hızının %18‟e ulaĢtırılması hedeflenmektedir. Geleceğe yönelik çalıĢmalar iki bölümde uygulamaya geçirilecektir: Birinci bölüm, 2000-2005 yılları arasını içeren dönemdir. Bu dönemde temel sektörlerde inĢaat ve teknoloji geliĢimi, üretim verimliliği ve rekabete hazırlanmasında hızlı iktisadi geliĢme sağlanacaktır. Söz konusu dönemde yakıt ve enerji sektöründe, özellikle gaz sektöründe reformlar uygulanmaya devam edecektir. Gaz sektöründe ortalama olarak yılda %22‟lik artıĢ beklenmektedir. GSYĠH‟daki payı 2005 yılında, 1999 yılına göre, 2 kattan daha fazla artacaktır. Ekonomik istikrarı sürdürmek ve finans birikimini temin etmek için ihracatın bugünkü yönü korunacaktır. Gaz, petrol, pamuk ipliği ve elektrik enerjisi ihracatından gelen gelirler GSYĠH‟nin %14.2‟sini oluĢturarak 1999 yılına göre 6 kattan da fazla artacaktır. 2005 yılında yeni üretimlerin ve çağdaĢ teknolojinin kullanılması, tarım hammaddesinin iĢletilmesinin geniĢletilmesi hafif ve gıda sanayinin hızlı geliĢimi sağlanacaktır. Kısacası, söz konusu dönemde ülkenin doğal kaynaklarının iĢletilmesi, sanayide katma değerin hızla artıĢını sağlayacaktır. Tarım sektöründe reformlar devam ettirilecektir. Sektörün katma değerinin 2.6 kat artması neticesinde ülke gıda bağımsızlığını, diğer bir ifadeyle gıda üretiminde kendi kendine yeterliliği kazanacaktır. Diğer yandan, ülke ekonomisine yatırımların çekilmesi sonucunda inĢaat sektöründe en az %14‟lük bir artıĢ sağlanacaktır. Ġkinci bölümde, 2006-2010 yılları arasında, sanayinin verimli bir Ģekilde yapılanması sağlanacak ve söz konusu dönemin sonunda, sanayinin GSYĠH‟daki payı %32‟yi bulacaktır. 2010 yılına kadar yeni sektörlerin ortaya çıkması sonucunda GSYĠH‟ daki gaz sektörünün payı %7.8‟e kadar inecek, hammadde ihracatı ile ilgili gelirler ise, GSYĠH‟nin %8.6‟sını oluĢturacaktır. Programda belirlenmiĢ önlemlerin alınması sonucunda 2005 yılında satın alma gücü paritesine göre kiĢi baĢına düĢen gelir 7.8 bin USD, 2010 yılında ise 14.8 bin USD‟a kadar artacaktır.27 Üretimi arttırmak söz konusu dönemin en önemli hedeflerden birisidir. Bu bölümde sanayileĢme siyasetinin temel esasları: ekonomiyi hammadde bağımlığından kurtarmak, üretim kalitesini ve rekabet yeteneğini geliĢtirmek, sanayi üretim miktarının ortalama yıllık %15 olabilmesi için gerekli önlemlerin alınmasıdır. Sanayinin Temel Sektörlerinin GeliĢtirilmesi Enerji ve Yakıt Sektörü Enerji ve yakıt sektörü sanayinin en önemli kısmıdır. Bu sektör Türkmenistan‟ın temel sektörüdür. Sektörü geliĢtirme planı, Türkmenistan‟ın büyük petrol ve gaz rezervleri göz önünde bulundurularak hazırlanmıĢtır. Bu plan, sondaj çalıĢmalarını gerçekleĢtirmek, kalitesini yükseltmek,

1257

yakıtın sanayi rezervlerini geliĢtirmek, yeni yatakları iĢletmeye açmak, mevcut yataklarda petrol ve gaz üretimini yeniden baĢlatmak, üretim miktarını artırmak, dolayısıyla hammadde temelini güçlendirmekle ilgili faaliyetlerden ibarettir. Yabancı sermayesinin çekilmesi ve söz konusu sektörün geliĢtirilmesi amacıyla çağdaĢ teknolojinin kullanımına önem verilecektir. Türkmenistan Ģu anda 23 trilyon m3 gaz ve 12 milyar ton petrol rezervlerine sahiptir. Hazar bölgesinde ve Amuderya kenarlarındaki hidrokarbon yataklarını bulunduran yeni sahaları araĢtırmak ve kullanmak ileriye yönelik hedeflerden biridir. Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın belirlediği esaslar ve hammadde rezervleri nazara alınarak 2010 yılına kadar olan dönemde petrol, gaz ve gaz karıĢımının üretim miktarı artırılarak, hidrokarbon ihracatı yapılacaktır. Gaz karıĢımlı petrolün çıkartılması 2005 yılında 28 milyon tonu bulacaktır. Söz konusu miktarın 16 milyon tonu ihraç edilecektir. Petrol üretimi 2010 yılında 48 milyon tona ulaĢacak, bu miktarın 33 milyon tonu ihraç edilecektir. Hidrokarbon yataklarını iĢletme hakkı ihaleleri kazanan Ģirketlere tanınacaktır. „Mobil-Monument-Türkmennebit‟ ittifakı „GaraĢsızlık‟ bölgesinde hidrokarbon kaynaklarını arama ve çıkartma çalıĢmalarını gerçekleĢtireceklerdir. Malezya‟nın „Petronas‟ Ģirketi Hazar denizi kenarlarında, „Monument‟ Büyük Britanya ġirketi ise Balkanabat‟ın yakınlarında çalıĢmalarına devam edeceklerdir. Petrol çıkartımında yabancı Ģirketlerinin payı %50‟yi aĢacaktır. Gaz üretiminin 2005 yılına kadar 85 milyar m3, 2010 yılına kadar ise 120 milyar m3‟e ulaĢtırılması hedeflenmektedir. Böylece gaz ihracatı 2005 yılında 70 milyar m3‟ü, 2010 yılında ise 100 m3‟ü bulacaktır. Hidrokarbon hammaddesinin

hedeflenen

miktarını temin

etmek

ve

dünya

piyasalarına

pazarlanmasını

kolaylaĢtırmak amacıyla, ulaĢım altyapısını geniĢletmek, transmilli petrol ve gaz boru hatları ile ilgili projeleri uygulamaya iliĢkin çalıĢmalar sürdürülecektir. Batı Türkmenistan‟da ulaĢım altyapısının geliĢtirilmesi için Türkmenistan-Ġran gaz boru hattına yeni yatakları bağlamak, ayrıca Doğu-Batı (ġatlık-TürkmenbaĢı) yönünde ortak bir gaz ulaĢımını oluĢturmak amacıyla, yeni gaz boru hatlarının inĢaatı gerçekleĢtirilmelidir. Türkmen gazını Azerbaycan-Gürcistan üzerinden Türkiye‟ye ulaĢtırmak için Transhazar boru hattının inĢaatı planlanmaktadır. Türkiye ile imzalanan anlaĢma gereğince, her sene 16 milyar m3 gaz gönderilecektir. Söz konusu projeye ABD, Avrupa Ģirketleri ve finans kuruluĢları katılmaktadır. Proje uygulamaya geçirilince, Türkmenistan ekonomisinin geliĢme hızını önemli ölçüde artıracaktır. 2010 yılına kadar aĢağıdaki yönlerde boru hatları projelerinin hazırlanması ve kurulması hedeflenmiĢtir:28 - Türkmenistan-Ġran-Türkiye-Avrupa (Bulgaristan) gaz boru hattı 2005 yılında 23 milyar m3 ve 2010 yılında 30 milyar m3 gaz gönderilecektir. - Türkmenistan-Afganistan-Pakistan gaz boru hattı. Bu yönde 15 milyar m3 gaz ihracatı göz önünde bulundurulmaktadır.

1258

- Türkmenistan-in boru hattı. Söz konusu boru hattının inĢaatının tutarı 9 milyar USD‟dir. „Gözdumalak‟ gaz kondensat yatağını verimli bir Ģekilde iĢletmek amacıyla, buradan Seydi Ģehrindeki fabrikaya boru hattı çekilecektir. Aynı anda birçok projelerin hazırlanması, Türkmenistan kendi enerji kaynaklarını dünya piyasalarına çok taraflı bir Ģekilde sunmaya çalıĢtığını teyid etmektedir. Ayrıca, Türkmenistan KuzeyGüney ve Doğu-Batı yönlerinde üzerinden hidrokarbon hammaddesi geçen tek ülke konumuna sahip olacaktır. Böylece, Türkmenistan dünyanın en zengin ülkeleri arasına girecektir. Petrol İşleme Sanayi Hidrokarbon hammaddesinin üretimini arttırmak için hedeflenen faaliyetler petrol iĢleme sektörünün kurumlarını geliĢtirmekle ilgili esas yönleri belirleyerek, önümüzdeki 5 sene içerisinde bunların üretimini arttırmaya fırsat tanıyacaktır. Bu amaçla eski üretim Ģeklini değiĢtirerek çağdaĢ teknolojiyle elde edilmiĢ üretim hedeflenmiĢtir. Böylece, hammadde iĢleme kapasitesi arttırılacaktır, üretilen ürünler çeĢitlendirilecektir. Bu ürünlerin kalitesi dünya standartlarına uygun hale getirilecek ve ülkenin ihracat kapasitesi arttırılacaktır. TürkmenbaĢı rafinerisinde „Mannesmann‟ Ģirketinin inisyatifiyle, makina yağı üretecek tesisin projesinin gerçekleĢtirilmesi planlanmaktadır. Böylece, iç talep tamamen karĢılanacaktır. Sosyal Gelişmeler 2010 yılına kadarki dönem içerisinde Türkmenistan‟ın sosyal siyasetinin stratejik hedefi, halka ekonomik bakımdan geliĢmiĢ ülkelerin standartlarına uygun yüksek yaĢam standardının sağlanması olarak açıklanmıĢtır. 2005 yılına kadar olan dönemi içeren ilk aĢamada, halkın yaĢam standartlarını yükseltmeye yönelik reformlar tüm sektörlerde sürdürülecektir. Yeni iĢletmelerin açılması için önlemler alınacak, vatandaĢların yatırım sürecine katılılımı sağlanacak, sağlık ve emeklilik sigortası teĢvik edilecektir. Sağlık, eğitim, konut ve hizmetlerde devlet dıĢı kuruluĢların teĢvik edilmesi suretiyle ürcetli hizmetlerin kapsamı geniĢletilecektir. Bu ek finansal kaynak teminini getirecek ve 2010 yılına kadar, geliĢmiĢ ülkeler düzeyinde, eğitimde %10 ve sağlıkta %7‟ye kadar-GSYĠH‟dan bu sektörlere yapılacak harcamaların artıĢı sağlanacaktır.29 Gelir Düzeyi, Ücretler ve Maaşlar, Sosyal Güvenlik Emeğin anayasal haklarına uygun olarak, ücret ve maaĢlara iliĢkin ulusal politikayı etkin bir Ģekilde gerçekleĢtirmek için ileriye yönelik liyakat sistemi planlanmıĢtır. Bu yönde ekonomi politikası devletin reel imkanlarına, toplumun farklı gruplarının çıkarlarının hep birlikte gözetilmesine, normlara, Uluslararası alıĢma Örgütü‟nün tavsiyelerine dayandırılmıĢtır. 2000-2005 yılları arasında, belirli miktarda doğal gaz, elektrik, su ve tuzun ücretsiz olarak sunumu sürdürülecektir. Gelecek on yıllık dönemde halkın yaĢam standartlarının iyileĢtirilmesine yönelik olarak bütün koĢullar sağlanacaktır. Bu standartlar nüfusun gelir düzeyindeki hızlı büyümeye,

1259

ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetlerinin devlet tarafından garanti altına alınmasına dayandırılmıĢtır. Sonuç olarak, tahminlere göre, GSYĠH içerisinde hanehalkı tüketim miktarı 2010 yılında %57‟yi aĢacaktır. Emek Piyasası:İşgücü ve İstihdam Düzeyi Gelecek on yıllık dönemde iĢgücü miktarında 1.7 kat artıĢ beklenmekte ve 2010 yılı sonuna kadar iĢgücünün 4.5 milyona ulaĢması tahminlenmektedir. ĠĢgücündeki yıllık artıĢ oranı uzun dönemde %5.1 olarak hesaplanmıĢtır. Sektörlere ve iĢ kollarına göre iĢgücü talebinin oluĢumunda yapısal değiĢiklikler gerçekleĢtirilecektir. Sanayi sektöründe (sanayi, inĢaat), yakıt-enerji sektöründe iĢgücü talebi 2010 yılına kadar 4 kat arttırılacaktır. Hizmetler sektörünün geliĢimine paralel olarak iĢgücü talebi arttırılacaktır. Ġstihdam edilen nüfusun %40‟ından fazlasının bu sektörde istihdamı hesaplanmaktadır. Tarım sektörü istihdamda temel sektörlerden biridir. Tarım sektöründe istihdamın %24‟e ulaĢması tahminlenmektedir. Mülkiyet biçimlerine göre iĢgücünün yeniden dağılımı planlanmıĢtır. Özel sektörde istihdam edilen iĢgücü miktarı 2000 yılına göre, 2005 yılına kadar 1,4 kez 2010 yılına kadar 1,9 kez arttırılacaktır. Ġstihdam politikasının gerçekleĢtirilmesiyle ekonomik olarak aktif nüfus sayısında artıĢ gerçekleĢtirilecek ve emek piyasasında istihdam edilemeyen nüfus sayısında azalma olacaktır. Ġstihdam edilmeyen nüfus 2010 yılında toplam iĢgücünün %2‟sinin altına düĢecektir. Potansiyel İnsani Gelişme Düzeyi Potansiyel insani geliĢme endeksi (IHPD) uluslararası bir yaĢam standardı göstergesi olarak kabul edilmektedir. IHPD üç önemli parametreye dayalı olarak hesaplanmaktadır: yaĢam ümidi, eğitim düzeyi ve kiĢi baĢına reel gayri safi yurt içi hasıla. 1998 yılında Türkmenistan‟da ortalama yaĢam ümidi 64.9 yıl olarak gerçekleĢmiĢ ve 2010 yılında 71.4 yıla yükselmesi hesaplanmıĢtır. Eğitim politikasının gerçekleĢtirilmesiyle yetiĢkin nüfusunun tamamının okur yazar olması sağlanmıĢtır. Gelecek on yıllık dönem sonunda kiĢi baĢına ulusal gelirin 14,8 bin dolar düzeyinde gerçekleĢmesi tahminlenmiĢtir. Potansiyel insani geliĢme endeksinin üç parametresinde sağlanacak geliĢmeler sonucunda, 1998 yılında 0.678 olan HPD endeksi 2010 yılında 0.879 olarak gerçekleĢecektir. Böylece, Türkmenistan tamamen ekonomik bakımdan geliĢmiĢ ülkeler düzeyine ulaĢacaktır. 30 Ülkenin geliĢme dönemi, ulusal projenin hazırlanmasında gözönünde bulundurulmuĢ olan, iktisadi, aynı anda gıda üretiminde kendi kendine yeterli olmanın araçlarını ve yöntemlerini belirlemede önemli çalıĢmalar gerektirmektedir. Ulusal ekonomik projenin tasarısı büyük teorisyen ve reformcu Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın doğrudan kendisinin yönetimi ve bizzat katılmasıyla hazırlanmıĢtır. Ulusal ekonomik projede onun iktisadi reformlarının yaĢam seviyesinin bütün yönlerini içeren ulusal ilkeleri hakkındaki bilimsel ve teorik fikirleri ve düĢünceleri, pratik çözümleri bulunmaktadır. “Türkmenistan‟da sosyal-iktisadi reformların 2010 yılına kadar uygulanacak temel esasları”

olarak

ifade

edilen

ekonomik

projenin

1260

ana

hatları

ve

beklenilen

sonuçlarının

hazırlanmasında, düzenlenmesinde bakanlıklar, kuruluĢlar ile halkın katılımı yoluyla Türkmenistan vatandaĢları oldukça aktif bir rol üstlenmiĢlerdir. Akıllardaki soru, programda planlanan hedeflere ne kadar ulaĢılabileceğidir. Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı bu soruya “Türkmenistan‟ın piyasa reformlarına iliĢkin projelerini güvenli ve sürekli uygulaması, demokrasi enstitüleri kurması, halkın çıkarlarına uygun bir Ģekilde, halk için modern devletini kurması hiç kimsede Ģüphe uyandırmamalıdır. Bağımsızlığımızı kazandığımız günden itibaren geçen yıllar içerisinde en büyük baĢarımız halk ile devlet bütünlüğünün sağlanmasıdır. En zaruri ve gerekli problemlerin çözülmesinde elde edilen baĢarı Türkmenistan‟ın geldiği seviyenin olumlu olduğunu göstermektedir. Bu seviye, yeni asırda bundan sonra da daha hızlı geliĢme için zemin hazırlamıĢtır. 2010 yılına kadar olan dönem içerisinde ulusal ekonomiyi geliĢtirmek için yeni esasları hazırlama zorunluluğu ortaya çıkmıĢtır” diyerek cevap vermektedir. Türkmenistan ekonomisinin son üç yılda gösterdiği performans Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın görüĢlerinin ne kadar isabetli olduğunu doğrulayarak pratik olarak bu soruya verilecek cevabı kolaylaĢtırmıĢtır. ünkü ekonominin son üç yılda gösterdiği yüksek performans Ulusal Programı uygulamada ve belirlenen hedeflere ulaĢmada önemli bir faktördür ve programın baĢlangıç koĢullarının getirdiği avantajlarla ülke ekonomisinin bu on yıllık maratona iyi bir çıkıĢla baĢladığını göstermektedir. 5. Sonuç Türkmenistan

pazar

iliĢkilerine

göre

yönlendirilmiĢ

ekonomik

reformları

derinleĢtirme

aĢamasındadır. Bağımsızlığın ilanından sonraki yıllarda, insanların yaĢam standardını artırmak için, ekonominin her alanında kalıcı geliĢmeler elde etmeyi amaçlayan önemli adımlar atılmıĢtır. Bu önlemler etkin bir pazar ekonomisine taban oluĢturmayı amaçlayan büyük çaplı reformlarla desteklenmiĢtir. Türkmenistan geliĢmeye açık ekonomisine ve yeni ekonomik mekanizmaları benimseyen kiĢilere bağlı olarak “AĢamalı Ekonomik Reformu” strateji olarak benimsemiĢtir. Ekonomik reformun her aĢamasında hükümetin öncelikleri makro ekonominin güçlendirilmesi, ekonominin büyümesi ve sosyal güvenlikle beraber yüksek istihdam olarak belirlenmiĢtir. Türkmenistan DevletbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın “10 Yıllık Abadancılık” ve “1000 Gün Maksatnamesi” gibi ana programlarının uygulanması; yüksek üretimin ve sosyal altyapının güçlendirilmesini, ulusal ekonomide diğer dünya ülkeleriyle uyumlu iliĢkiler kurulmasını sağlayacak yapılaĢmaya gidilmesini ve toplumun ihtiyaçlarının genel olarak kendi kaynaklarıyla giderilebilmesini sağlamıĢtır. Türkmenistan‟da bir geçiĢ döneminde olan bu programların ekonomik ve sosyal sonuçları aĢağıda gösterilmiĢtir: - Ekonomi istikrara kavuĢmuĢtur. GSYĠH‟ın büyüme hızı 1998‟de %5 iken, 1999‟da %16‟ya ve 2000‟de %17.5‟e yükselmiĢtir. Bu büyüme ekonominin temel sektörlerindeki yüksek büyüme hızlarına dayanmaktadır. - Reel ücretlerde önemli bir iyileĢme ve asgari ücretin artırılması sağlanmıĢtır.

1261

- Ġstihdam, eğitim, sağlık, sosyal yardımlar ve diğer temel sosyal hizmetlerde devlet güvenceleri sağlanmıĢtır. - GeliĢmiĢ pazar ekonomisine sahip ülkelerin deneyimleri, ulusal özellikler ve gelenekler göz önünde bulundurularak Temmuz 1998‟de “Yeni Emeklilik Yasası” ve “Devlet Sübvansiyonları Yasası” benimsenmiĢtir. - Eğitimde reform baĢarıya ulaĢmıĢ, daha geniĢ bir kitleye eriĢilmiĢ ve seçim özgürlüğü sağlanmıĢtır. - Sağlık programı “daha sağlıklı bir toplum” ve “ortalama ömrün uzatılması” üzerine odaklanmıĢtır. Sağlık harcamaları 1993‟te %1.8 iken, 1997‟de %3.7‟ye yükselmiĢtir. Türkmenistan‟da ortalama ömür 64.6 yıldan 64.9 yıla yükselmiĢtir. - Türkmen Parlamentosunun %18‟ini kadınlar oluĢturmaktadır. Bu değer geliĢmiĢ ülkeler ortalaması olan %11‟e göre oldukça yüksektir. - 2010 yılına dek sürecek döneme dair Türkmenistan‟ın Sosyal Politikası‟nın stratejik amacı toplumun refah seviyesini yükseltmek ve ekonomik olarak geliĢmiĢ ülkeler seviyesine ulaĢtırmaktır. KiĢi baĢına düĢen GSYĠH 1997‟de 2,683 USD iken, 2000‟de 3,843 USD‟ye yükselmiĢtir. Planlanan dönem için öngörülen ekonomik geliĢmenin artıĢ hızı kiĢi baĢına GSYĠH‟ı 14,800 USD‟ye yükseltecektir. Bu üç bileĢenin bir araya gelmesi sonucu 1998 yılında 0.678 olan Ġnsan Kaynakları GeliĢme Endeksi 2010 yılında 0.879‟a yükselecektir.

Turkmenbashy Saparmurat, Address of the Peoples of Turmenistan, Nurol Printing Co. Ankara, Turkey, 1994. 2 Türkmenistan Anayasası, md. 46. 3 Türkmenistan Anayasası, md. 50. 4 “10 Yıl Abadancılık” programı için bak. Turkmenbashy Saparmurat, Ten Years of Prosperity, An Economic Program by the President of Turkmenistan, Ashgabat, 1994. 5 “1000 Gün Maksatnamesi” için bak. Türkmenistan Gazeti, No. 141, 16. 04. 1997. 6 Meredov R., “Establishment of The Legal Framework for Reforms and Transformations of Saparmurat Turkmenbashy, President of Turkmenistan”, Democracy and Law, 2, 2000, s. 139-148. 7 World Economic Outlook, Mayıs 2000, s. 31. 8 EBRD, Turkmenistan Country Profile 2000, s. 8. 9 “Ulusal Program” için bak. The National Programme of President of Turkmenistan Saparmurat Turkmenbashy “Strategy of Socio-Ekonomic Developments in Turkmenistan for the Period Up to 2010”, Ashgabat, 1999.

1262

10

Ataev, M., “The Economic Model of Saparmurat Turkmenbashy, President of

Turkmenistan”, Democracy and Law, 2, 2000, s. 149-156. 11

Turan Güngör, “Globalization and Human Development Challenges of Turkmenistan

Under Transition”, Euroasian Studies, 20, 2001, s53-70. 12

Turan Güngor, “Labor Market Structure and Employment Performance of Turkmenistan

in Transition Period” Euroasian Studies, 18, 2000, s. 57-69. 13

Neutralny Türkmenistan, 21.02.2001.

14

Sınırlar Ģöyledir: her ay için kiĢi baĢına düĢen doğal gaz 50 metre küp, likit gaz her aile

için aylık 21 kg (üye sayısı 5‟e kadar olan ülkeler için ve ek kiĢi baĢına 4 kg olarak hesaplanmıĢtır); kiĢi baĢı su tüketimi 250 lt. Ve aylık enerji kullanımı her ay için kiĢi baĢına 35 kwt. Tuz tüketiminde bir sınırlama yoktur. 15

Kırsal alandaki aileler için izin verilen miktar kiĢi baĢına aylık 8 kg, kent alanlarındaki

aileler için kiĢi baĢına 6 kg.‟dır. 16

Türkmenistan Emeklilik Yasası (Zakon Turkmensitana-Pensiya Barada Kanun)

Neutralny Turkmenistan, No. 180, 23. 07. 1998. 17

Durdiyevna Ecegyz, Neutralny Turkmenistan, 5 Ağustos 1988.

18

UNDP, Turkmenistan National Human Development Report 1999, Ashgabat, s. 34.

19

Bugün Türkmen-Türk Kolejlerinde 4.019, Uluslararası Türmen-Türk Üniversitesinde ise

986 öğrenci eğitim almaktadır. 20

Demir Cennet Engin, Balcı Ayse Balci, Fusun Akkok, “The role of Turkish Schools in

the Educational System and Social Transformation of Central Asian Countries: the case of Turkmenistan and Kyrgyzstan, Central Asian Survey, 19/1, March 2000, s. 141-156. 21

UNDP, Turkmenistan National Human Development Report 1999, Ashgabat, s. 75.

22

The Ministry of Health and Medical Industry of Turkmenistan, “Plan for the

Realization of The State Health Programme of The President of Turkmenistan”, Ashgabat, 1999. 23

Ibid, s. 74.

24

Ibid, s. 37.

25

The

National

Programme

of

President

of

Turkmenistan

Saparmurat

Turkmenbashy “Strategy of Socio-ekonomic Developments in Turkmenistan for the Period Up to 2010”, Ashgabat, 1999, s. 201-202. 26

Ibid, s. 203.

27

Ibid, s. 208.

1263

28

Ibid, s. 210.

29

Ibid, s. 245-255.

30

Ibid, s. 256.

1264

Bağımsızlıktan Günümüze Türkmenistan Ekonomisi / Saule Baitzhaunova [s.786-794] Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM) Türkistan AraĢtırmaları Masası / Türkiye 1 Turkmenbashy Saparmurat, Address of the Peoples of Turmenistan, Nurol Printing Co. Ankara, Turkey, 1994. Genel Ekonomik Durum Bağımsız Devletler Topluluğu‟nun (BDT) oluĢumunun ilk yıllarında Türkmenistan, ekonomik ve istatistik verilerin bulunmadığı tek ülke olmuĢtu. Türkmenistan bağımsızlıkla birlikte, aynı zamanda ekonomik özelliğine bağlı olarak büyük ekonomik sorunlarla karĢı karĢıya kaldı. Ülkenin ekonomik özelliği, daha Sovyetler Birliği zamanında takas ticaretine bağlı olarak iĢliyordu. Buna bağlı olarak Türkmenistan hâlâ kaynakların büyük bir bölümünü baĢka devletlere ihraç ederken, diğer devletlerden malları ithal ediyor. Bu durumda yapılan küçük değiĢiklikler bile ekonomiyi ciddi bir Ģekilde etkilemektedir. IMF ve Dünya Bankası, ülkenin ekonomik krizden çıkması için katı antieflasyonist politikanın uygulanması, paraların serbestleĢtirilmesi ve özelleĢtirme gibi çeĢitli önerilerde bulunuyor.1 Fakat Türkmenistan, Rusya, Ukrayna, Kırgızistan ve diğer Orta Asya devletlerinden farklı olarak, kendi belirlediği yolda devam etmeyi tercih ederek, IMF reçetelerini uygulamakta acele etmiyor. Türkmenistan‟ın IMF ve Dünya Bankası‟yla çalıĢmak istememesinin iki nedeni vardır. Birincisi, IMF ve Dünya Bankası çerçevesinde gerçekleĢtirilen projelerin çoğu vatandaĢların büyük bir kısmına ek ekonomik hak ve özgürlüklerin tanınması koĢulunu getirmektedir. IMF ve Dünya Bankası‟ndan gelen bu tehlikeyi fark eden Türkmenistan yetkilileri, hemen iĢbirliği sürecini askıya aldılar. Türkmenistan basınında zaman zaman bu kurumlarla olan iĢbirliği konusunda çıkan haberler ise, propaganda amacını taĢımaktadır. Ġkinci önemli nedeni, Türkmenistan‟ın IMF ve Dünya Bankası‟yla iĢbirliği içerisine girmesi durumunda, her iki kuruma da dıĢ ticaret ile ödemeler dengesi ve ülke bütçesinin gelir ve giderleriyle ile ilgili ayrıntılı ve gerçek bilgileri vermek zorunda kalacak olmasıdır.2 Zira, ülkede ekonomik program ve reformlar basının bahsetmeyi çok sevdiği Niyazov tarafından belirlenmektedir.

Türkmenistan‟ın

eski

Komünist

Partisi

Birinci

Sekreteri

daha

sonra

ise

Türkmenistan‟ın ilk Devlet BaĢkanı olan Niyazov, “TürkmenbaĢı” -yani tüm Türkmenlerin lideri unvanını- benimsedi. Milli para birimi ve heykellerden baĢlayarak Fransa‟da üretilmiĢ erkek parfümlerine kadar, TürkmenbaĢı‟nın resimlerine Türkmenistan‟ın hemen hemen her yerinde rastlamak mümkündür. Ülkede yüzlerce Ģirket onun adını taĢıyor, doğum günü ise Türkmenistan‟ın Milli Bayrak günü olarak kutlanmaktadır.

1265

Ülkenin dıĢ ticareti 1992 ve 1993 yıllarında iyileĢme göstermiĢ, dünya doğalgaz fiyatları ise artmıĢtır. Fakat eski Sovyetler Birliği devletlerinin borçlarını ödememesi doğalgaz ihracatının azalmasına ve dolayısıyla ülkeye giren para miktarının düĢmesine neden oldu. Bunun üzerine Türkmenistan en büyük müĢterisi olan Ukrayna ve Gürcistan‟a gaz sevkiyatını düĢürdü ve hatta 1997‟de tamamıyla durdurdu. Bunların sonucunda, ülkede GSYĠH oranı 1993-1995 yıllarında %30, 1996‟da %3, 1997‟de ise %26 azaldı.3 Doğalgazdan beklenen geliri elde edemeyen hükümet, harcamaları kısma yoluna gitmiĢtir. 1994 ve 1995 yıllarında bütçe açığı GSYĠH‟nin %1.5‟ine ulaĢmıĢtır.4 1997 yılının ilk altı ayında sanayi üretimi %14.7, doğalgaz üretimi %27.3 düĢerken, petrol üretimi %0.4 artmıĢtır. Pamuk üretiminde de çok önemli bir gerileme yaĢanmıĢtır. 1997 yılı üretiminin 1.4 milyon ton olması amaçlanmıĢken ancak 620,000 ton pamuk üretimi gerçekleĢmiĢtir. 1998 yılı Eylül ayı itibariyle pamuk üretimi 270,400 ton olarak gerçekleĢmiĢtir. 1997 yılının aynı döneminde ise 181,900 ton üretim yapılmıĢtır. 1998 yıl sonu verilerine göre pamuk üretimi aynı sene içerisinde 1.3 milyon tonu bulmuĢtur. 1998 yılı pamuk rekoltesinin geçmiĢ yıllara göre daha iyi olması ve ayrıca daha dün ürettiği pamuğun %5‟ini bile zor iĢleyen ülkenin bugün %40‟tan fazlasını kendisi iĢlemesi, 1999‟da Türkmenistan‟ın iç pazarında canlılık yaratması bekleniyordu. Gerçekten de 1999 OcakNisan ayları arasında sanayi üretiminde toplam %16‟lık bir artıĢ kaydedilmiĢtir. Üretilen pamuk artık en son teknoloji ile ipliğe, kumaĢa ve elbiseye Türkmenistan‟da dönüĢtürülüyor. Tablo 1: Yıllara Göre GSYĠH Gösterge

199519961997 1998 1999

GSYĠH (cari fiyatlarla,milyar manat) GSYĠH (milyar ABD Doları) (b)

1.072 2,5

7.608 9.647 13.241 19.065

1,9

1,8

2,5

1,6

GSYĠH (satın alma gücüne göre,milyar ABD Doları) 6,7

7,3

6,6

7,0

GSYĠH %reel büyüme

-7,7

-25,9 5,0

-8,2

8,3 16,0

Kaynak: The Economist Inettigence Unit, Turkmenistan Country Report, September, 2000. Bağımsızlığın ilk yıllarında Türkmenistan‟da daha çok otellerin ve tekstil Ģirketlerinin inĢa edilmesine önem veriliyordu. Ülke pamuk iĢlemeye yönelik tekstil sanayiine sahip değildi. 1990‟da yetiĢtirilen pamuğun yaklaĢık olarak sadece %4‟ü ülkede iĢleniyordu. Fakat, ülkenin neredeyse tüm bölgelerinde son teknoloji ile donatılan tekstil fabrikalarının inĢa edilmesiyle pamuğun yarısına yakın bir bölümü ülkede iĢlenmektedir. Yerel Ģirketler rekabet edebilecek düzey ve kalitede mallar üretmektedir: Üretilen tekstil ve tekstil ürünleri 2/3‟i Almanya, Türkiye, Ġsviçre ve ABD gibi ülkelere ihraç edilmektedir. 2000 senesinde AĢkabat‟ta teknoloji açısından Orta Asya bölgesinde en geliĢmiĢ tekstil kompleksi devreye girmiĢtir.5 Yeniden yapılanma faaliyetlerinin önemli parçalarından birisi olan inĢaat sektöründeki geliĢmeler ümit verici olmuĢtur. BaĢta Türk firmaları olmak üzere yabancı firmaların kısa zamanda tamamladığı 30‟a yakın proje planı iĢlerliğini kuvvetlendirmiĢtir.

1266

Türkmenistan hükümetinin ithal ikameci programın dahilinde gaz üretimine verdiği önem nedeniyle, ülkedeki hizmet sektörü az geliĢmiĢtir. Sınırlı kredi kullanma hakkı ve düĢük satın alma gücü nedeniyle sektör tehlike içindedir. Bununla birlikte hükümet, serbest piyasa ekonomisine geçiĢ için önemli adımlar atmıĢtır. Bu adımlar son yıllarda daha da hızlanmıĢtır. Bazı mallar üzerindeki fiyat kontrolü kaldırılmıĢ, özel çiftliklerin artmasına izin verilmiĢtir. Mali sistemin yeniden yapılandırılması ve KDV sistemine geçiĢ çalıĢmaları baĢlatılmıĢtır. Bir yandan vergi gelirlerinin arttırılması yönünde çalıĢmalar yürütülürken, diğer yandan da bütçe açığını en aza indirebilmek için hükümet harcamalarında tasarruf tedbirlerine gidilmiĢtir. Yabancı sermaye, para politikası ve özelleĢtirme ile ilgili kanun taslakları hazırlanmıĢtır. Hükümet, kalkınmayı 10 yıllık bir vadeye yayarak, 10 yıllık üretim ve yatırım planı hazırlamıĢtır. Plan, ülkede yabancı sermaye ile yabancı ortaklığa açılımını ve pazar ekonomisi düĢüncesinin yasal zemine oturtularak idari alanlarda hakim kılınmasını amaçlamaktadır. Türkmen yönetimi, çoğulcu demokratik rejim ve serbest piyasaya geçiĢ yönünde oldukça tedbirli, toplum alıĢkanlıklarını sarsmayan, bağımsızlıklarını yeni kazanmıĢ diğer cumhuriyetlere oranla daha yavaĢ tempoyla geliĢen bir reform süreci benimsemiĢ ve Batılı ülkelerin eleĢtirilerine rağmen bu alandaki tutumunu değiĢtirmemiĢtir. Diğer taraftan ise, bürokrasinin fazlalığı, nihai kararların devlet baĢkanı tarafından alınması ve diğer sebepler, yabancı yatırımlar ve ülke ekonomisi için ciddi birer engel oluĢturmaktadır. Yabancı sermaye, bankacılık, mülkiyet haklarının korunmasına iliĢkin yasalar, 1992 yılında çıkarılmıĢtır. Öte yandan, vergi, iĢgücü, sağlık ve güvenliğe iliĢkin yasalar yeterli içeriğe sahip değildir. Ekonomik reformların gerçekleĢtirilmesinde Türkmenistan, diğer BDT ülkelerine göre biraz geride kalmıĢtır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi kaynak sıkıntısı olmuĢtur. BaĢta Rusya ve Ukrayna olmak üzere doğalgaz ihraç ettiği ülkelerin milyarlarca dolar tutarındaki borçlarını ödememesi, Türkmenistan‟ı zor durumda bırakmıĢtır ve bırakmaya da devam etmektedir. GeniĢ kapsamlı reformların uygulanmasında, devlet iĢletmelerinin özelleĢtirilmesinde ve tam fiyat serbestleĢtirme sağlanmasında zorluklarla karĢılaĢılmaktadır. Türkmenistan dıĢ ticareti daha çok karĢılıklı mal takası temeline dayandırılmıĢ olup, yoğun olarak BDT ülkeleri ile gerçekleĢtirilmektedir. 1994-1995 yıllarında pamuk üretiminin yarısına yakını takas yoluyla ihraç edilirken, 1 Mayıs 1996 tarihinde kabul edilen kararla pamuk, kereste, petrol ve ürünlerinin takas yoluyla ihracatı yasaklanmıĢtır.6 Ülkedeki ekonomik krizle karĢı karĢıya kalan halkın sıkıntılarını ve giderlerini hafifletmek için “karne sistemi” uygulanmaya konuldu. Bu karne sistemine göre, önemli gıda maddeleri devlet tarafından tespit edilmiĢ fiyatlardan belirli miktarda satılmakta idi. Ancak, Türkmenistan‟ın baĢkentinde bile karnelerle yiyeceğin sağlanması %60‟ı geçmiyordu, diğer bölgelerde durum daha da vahimdi. 1996 sonbaharında karne sistemi kaldırıldıktan sonra, hükümet tarafından alınan karara göre, karne sisteminden maaĢı toplam 80 bin Türkmen Manatı geçmeyen aileler özel belge ile yararlanabilmekte idi.7 Türkmenistan yetkililerinin bu kararı halka gıda maddelerini sağlama sorununu çözmemektedir.

1267

Karnelere göre sağlanan gıda malzemeleri ise kullanma tarihi geçmiĢ ve kalitesizdir. Karneden yararlanamayanların durumu ise daha da kötüdür: ok sık ekmek almak için insanlar çok uzak bölgelerden AĢkabat‟a gelmektedir. Bütün bunlara rağmen, ülkede grev ve benzeri eylemler bugüne kadar olmamıĢ hadiselerdir. Devletin izlediği politikalar zaten bu tür geliĢmelere izin vermemektedir. Ülkede yaĢanan ekonomik zorluklar istihdamı olumsuz yönde etkilemiĢ ve iĢsizlik oranı %30‟a çıkmıĢtır. Sağlık Sektörü Türkmenistan‟da yaĢanan ekonomik kriz sağlık sektörünü de ciddi bir Ģekilde etkilemiĢtir. Poliklinik ve hastanelerde yeterli malzemelerin bulunamamasına bağlı olarak insanlara zamanında gerekli yardım müdahalesi yapılamıyor ve basit hastalıklar bile ölümle sonuçlanıyor. Eczane ve hastanelerde ilaçların olmamasından dolayı insanlar çoğunlukta düĢük kaliteli ilaçları normal fiyatın birkaç katına pazardan lisansı olmayan tüccarlardan satın almak zorunda kalıyorlar. Türkmenistan Sovyetler Birliği zamanında da sağlık sektöründe en düĢük seviyede idi. Alınan istatistiklere göre, Türkmenistan‟da diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine nazaran bebek ölüm oranı daha fazladır. Tablo 2: Ülkelere Göre Bebek Ölüm Oranı (2000) ÜlkeKazakistanKırgızistanÖzbekistan Türkmenistan Bebek Ölüm Oranı

2.2

2.6

2.2 3.3

Kaynak: World Development Report, 2000 Enflasyon Türkmenistan, bağımsızlık sonrasında enflasyon yönünden oldukça zor dönemler yaĢadı. Enflasyon, 1994‟te %1800 seviyelerine çıkmıĢ ve Türkmenistan geçiĢ sürecinde olan ülkeler arasında en yüksek enflasyona sahip ülke konumuna gelmiĢtir. 1995‟te ise ancak %1000‟e kadar inmiĢtir. Manatın dolar karĢısındaki değer kaybının önüne geçilemediği için ücretler enflasyon karĢısında erimiĢtir. 1995 senesinde kiĢi baĢına GSYĠH 970 doları buluyordu. 1993-1995 seneleri arasında reel ücret %80 düĢmüĢtür. Enflasyon ciddi anlamda ancak 1996 yılında düĢürülebildi: %450. Buna bağlı olarak, 1996‟da reel ücretler %84 artıĢla 1994 senesinin 2/3 oranını oluĢturdu. KiĢi baĢına gelir ise 870 dolar idi. Enflasyonun düĢürülmesinde en çok, resmi ve piyasa döviz kurları arasındaki farkın ciddi bir Ģekilde azaltılması ve resmi kurun borsada haftada bir tespit edilmesi etkin oldu. 1997‟de enflasyon hızlı bir Ģekilde azalmaya baĢlamıĢ ve %20‟ye kadar gerilemiĢtir. Bu gerilemedeki en büyük etken hükümetin döviz kurunu sabit tutmadaki baĢarısı olmuĢtur. KiĢi baĢına GSYĠH 1630 dolara çıkmıĢtır. 1997 yılının sonunda tekrar baĢlatılan doğalgaz ihracatının artmasıyla 1998 yılında GSYĠH 1997‟ye oranla %5 arttı.8

1268

“Turkmenmillihasabat”tan açıklanan istatistiklere göre, 2001 yılının ilk yarısında GSYĠH 5.9 trilyon manat oluĢturarak 1999‟un aynı dönemine nazaran %10.4 arttı. ġekil 1: Yıllara Göre Enflasyon Oranları Türkmenistan hükümeti, ülkeyi ekonomik krizden çıkarmak için, doğal kaynaklarına ve ekonomik potansiyeline bağlı olarak, üç yön belirlemiĢtir: Enerji sektörü, tarım sektörü ve tüketim malları sektörü. Ġlk baĢlarda ülke refahının temelini enerji sektörünün sağlayacağı düĢünülüyordu. Enerji Sektörü Orta Asya ülkeleri arasında en büyük doğalgaz rezervlerine ve yıllık üretim kapasitesine sahip olan ülke Türkmenistan‟dır. Türkmenistan‟daki doğalgaz rezervleri, bölgedeki toplam rezervlerin %5‟ini oluĢturmakta olup, tespit edilen toplam doğalgaz rezervleri yaklaĢık 2,86-4,4 trilyon m3 civarındadır. Ancak bağımsızlıktan sonra üretim, ihracat imkanlarının da daralmasıyla yarı yarıya azalmıĢtır. Bağımsızlıktan bu yana gaz üretimi 100 milyar m3‟lerden, 15 milyar m3‟e gerileyen Türkmenistan, 1999 yılında 22,9 milyar m3 gaz üretmeyi baĢarmıĢtır.9 Ülke ekonomisini çoğunlukla etkileyen faktörler, doğalgaz ve petroldür. Nitekim, 1997 yılı verilerine göre GSYĠH‟nin %13,4‟ünü gaz endüstrisi sağlamaktadır. 19 ġubat 2000 tarihli TürkmenRus baĢkanları toplantısında Vladimir Putin, Türkmenistan‟dan gaz alımlarını arttırmayı ve bu iliĢkiyi uzun zamana yaymayı kabul etmiĢtir. Ġki ülke baĢkanı 2003 yılına kadar yıllık 20 milyar m 3‟lük değerden 50 milyar m3‟lük değere ulaĢmayı amaçlamaktadırlar. Bu anlaĢma her ne kadar Gazprom‟un baĢkanı Rem Vyakhirev‟le görüĢülmüĢse de, iki ülke baĢkanlarının ortak bir ücret üzerinde anlaĢamaması nedeniyle imza aĢaması gerçekleĢememiĢtir. 1999 yılında Türkmenistan‟ın Ġran‟a Kurt Köy boru hattından göndermiĢ olduğu gaz miktarı 1,8 milyar m3‟tür. Ġran ayrıca 2000 yılındaki gaz alımlarını 5 milyon m 3‟e yükseltmede Türkmenistan‟la anlaĢmıĢtır. Ġran‟dan veya Afganistan‟dan Pakistan‟a veya Hindistan‟a geçecek boru hatları projeleri halen gündemdedir.10 Türkmenistan‟ın petrol ve gaz üretimindeki ana sorunu, ürettiği bu ürünleri dıĢ pazarlara nasıl ihraç edeceğidir; çünkü denize çıkıĢı olmayan bir ülke olmasından dolayı petrol ve gazı deniz yolu ile dıĢ pazarlara satamamaktadır. Fakat “Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Boru Hattı Projesi (TransCaspian Project,TCP)”nin Hazar‟ın altı-Ermenistan ve Azerbaycan-Türkiye-Batı Avrupa Pazarı güzergahında ilerlemesi sayesinde Türkmenistan‟ın bu sorunları aĢacağı düĢünülmektedir. Ancak Türkmenistan‟ın bu projede de diğer projelerinde karĢılaĢtığı finansal destek sorunlarıyla karĢılaĢması muhtemeldir. Diğer bir proje olan Rus-Ġtalyan Mavi Akım Projesi Rusya‟dan Türkiye‟ye gaz nakletme amaçlı olup adı geçen projeye rakip olabilir niteliktedir. Fakat Batı Avrupa gaz talebinin kısa dönemli olabilirliği ve Türkiye‟nin talebinin de artmayabileceği düĢünülürse iki ayrı boru hattı rotasının gerekli olup olmadığı soru konusu olmaktadır.11

1269

Ġstatistiklere bakıldığında ülke doğalgaz üretiminin yıllar içinde azaldığını görmekteyiz. Ülke petrol üretimi ise petrol dağıtımının daha kolay ve tüketiminin daha yoğun olması nedeniyle küçük değiĢmeler göstermektedir. Tablo 3: Enerji Üretimi, Tüketimi ve Ġhracatı 1995 1996 1997 1998 1999 Gaz (milyar m3): Üretim 32,26 35,18 17,32 13,25 22,9 Eski SSCB‟ye ihracat22,56 24,33 6,52 Ġran‟a ihracat0,0 0,0

0,0

1,8

0,0

8,7

1,8

Yerel tüketim9,7010,8510,8511,48 (1)12,4(1) Petrol (milyon ton): Milyon ton4,4

4,1

5,4

6,6

7,4

Varil/gün(2)88.23383.273108.434132.530

148.594

Elektrik (m kws): Üretim10.500 9.90510.076 9.2007.840(3) Ġhracat 1.003 1.488 1.467 1.248veri yok

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country Profile, 2000. (1) EIU tahminleri, (2) EIU hesaplamaları, (3) Ocak-Ekim. Tarım Sektörü Ülkede sulama yöntemleri etkin olmadığı ve modern makine, araç ve gereç kullanılmadığı için tarım alanında verimlilik düĢüktür. Tarım üretiminin büyük bölümü “kolektif çiftlikler” anlamına gelen “kolhoz” ve devlet çiftlikleri anlamına gelen “sovhoz”larda yapılmaktadır. Özel Ģahısların ellerindeki araziler genelde küçük olduğu için ekonomiye katkıları henüz istenilen noktada değildir. Toprağın, üretim araçlarının ve hayvanların kolhozun malı olduğu iĢletme tipinde, elde edilen gelirler, kolhoz üyeleri arasında emeğin niteliğine göre bölüĢtürülmektedir. Sovhozlar ise, devlet tarım iĢletmeleridir. Son yıllarda sovhoz ve kolhoz arazileri kiraya verilmeye baĢlanmıĢtır.12

1270

Son yıllarda hükümet tarım sektöründeki reformlara öncelik tanımıĢtır. iftçilere uzun vadeli krediler sağlanmaktadır. Merkez Bankası 1998 yılında çiftçilere gerekli makine, teçhizatı satın alabilmeleri için yaklaĢık 73 milyon ABD Doları tutarında bir kredi açmıĢtır. Türkmenistan‟da en önemli tarımsal ürün pamuktur. Buğday ise ikinci sırayı almaktadır. Güneybatıda Hazar kıyısıyla Ġran sınırına yakın kesimde sulamaya açılan alanlarda turunçgiller, hurma, ĢekerkamıĢı yetiĢtirilmektedir. Ülkenin en önemli tarımsal ihraç ürünleri; pamuk, susam, antepfıstığı ve ipektir. Hayvan varlığının çoğu koyun ve keçiden oluĢmakta, yem yetersizliği nedeniyle hayvancılık geliĢememektedir. SSCB döneminde uygulanan merkezi planlamayla belirli bir ürün yetiĢtirilirken aynı ürünün iĢlenme, değerlendirilme ve pazarlanması ile ilgili hizmetler de baĢka bir ülkede gerçekleĢtirilmekteydi. Bu uygulama ürün ile onu iĢleyen ve girdi sağlayan sanayi arasındaki bütünleĢmeyi engellemiĢtir. Dolayısıyla teknoloji de yenilenememiĢtir. Teknolojik yetersizlikler ve halkın yalnızca birincil ihtiyaçlarının karĢılanması nedenleriyle kalite ikinci plana itilmiĢ, ürünlerin iĢlenmesi, pazarlanması ve dağıtımında eĢgüdüm eksikliği ortaya çıkmıĢtır. Pamuğun ekonomi için önemli bir gelir kaynağı olması sebebiyle tarım sektöründeki kamu kontrolü devam etmekte ve serbestleĢtirme süreci minimum düzeyde seyretmektedir. Hükümet tekstil ve giyim sanayiini desteklemek suretiyle pamuk sektöründeki katma değeri ve istihdamı artırmaya çalıĢmıĢ ancak, bu yolla Ģimdiye kadar yabancı firmaları teĢvik etmiĢtir. Tarım sektörü halihazırda en önemli istihdam kaynağıdır. Hükümetin tahıl üretiminde uyguladığı “kendi kendine yeterlilik” politikası neticesinde 1993-1998 yılları arasında tahıl üretimine tahsis edilen toprak yüzölçümü 259 bin hektardan, 650 bin hektara çıkmıĢ ve üretim %150 artıĢ göstermiĢtir. Yüksek destekleme fiyatları ve iyi hava koĢulları, kendi kendine yeterlilik hedeflerinin tutturulamadığı dört yılı müteakip, 1998 ve 1999 yıllarında büyük tahıl hasılatın elde edilmesi sonucunu vermiĢtir. 1999 tahıl hasadının tohum kalitesini düĢüren sarı kurt zararlısından etkilenmiĢ olması, 2000 yılı hasadının oldukça düĢük olması beklentilerine yol açmıĢtır. 1997 yılı verilerine göre tarım sektörü ülke iĢgücünün %46.8‟lik önemli bir bölümünü kapsamasına rağmen toplam yerli üretimin sadece %9.5‟lik bölümünü gerçekleĢtirebilmiĢtir. Sulama imkanlarının yetersizliği, kuraklık, teknik bilgi eksikliği gibi nedenler dolayısıyla üretim düĢük olmaktadır. Nitekim, hedeflenmiĢ değerler ile üretim sonrası elde edilen değerler arasında farklar mevcuttur. Yerel bilgi kaynaklarına göre, resmi görevliler hedeflerine ulaĢabilmek için ucuz Türkmen petrolünü Özbekistan pamukları ile değiĢtirmektedirler.13 1997 yılına kadar pamuk, en önemli ihraç kalemi ve gazdan sonra GSYĠH‟ye katkıda bulunan ikinci sektördür. Ancak; 1996 yılında hasılatın çok düĢük düzeyde gerçekleĢmesi pamuk ve pamuğa dayalı ürünlerin ihracatını önemli ölçüde azaltmıĢ olup, ihraç kalemleri ve GSYĠH içinde pamuğun payını 3. sıraya düĢürmüĢtür. 1997 ve 1998 yıllarında pamuk üretiminde artıĢ görülse de 1990‟ların ilk yarısındaki üretim seviyesine henüz ulaĢılamamıĢtır. Pamuğun önemli bir vergi kaynağı olması ülke

1271

hükümetinin tarım sektöründe kontrolü devam ettireceği ve en düĢük seviyede özelleĢtirme yapılacağı anlamına gelmektedir.14 Tablo 4: Tarım Sektörünün Üretimdeki Yeri (%) 1994

1995

1996

1997

9.0

6.4

6.4

9.5

Türkmenistan tarım ve tarıma dayalı sanayi ürünlerinde, ithalatçı bir ülkedir. Halen dıĢ alımların büyük bir bölümü, baĢta Rusya Federasyonu olmak üzere BDT ülkelerinden yapılmaktadır. Ülke, Kazakistan ve Ukrayna‟dan un satın almaktadır. Bu durum Türkmenistan‟ın kendini ekmek kıtlığından korumaya çalıĢtığını gösterir. Ülkede tarımsal ürünlerin iĢleneceği fabrikalar veya saklanacağı soğuk hava

depolarının

talebi

karĢılayamamasından

ve

ürünlerin

çeĢitsizliğinden

ülkenin

ithalat

harcamalarının %18.9‟unu yiyecek maddeleri kapsamaktadır. Ancak,

Türkmenistan‟ın

BDT

dıĢı

ülkelerden

yaptığı

dıĢ

alımların

giderek

artması

beklenmektedir. Türkiye bu ülkeye turunçgil meyveleri, tüketim alıĢkanlığı yaratılabilirse baklagiller, unlu mamuller, kuru meyveler, meyve-sebze konserveleri, margarin, sigara gibi çok çeĢitli ürünleri satma potansiyeline ve deneyimine sahiptir. Tarım üretiminde görülen düĢüĢler, ciddi reformların baĢlatılması ihtiyacını gündeme getirdi. Devletin tarım alanında yapacağı reformlarla ilgili koordinasyonu sağlamak için Tarım Bakanlığı bünyesinde bir Reform Merkezi kuruldu. Yeni yapılan uygulama ile kârlı çalıĢmayan devlet arazileri “A.ġ.” Ģirketlere, çiftçi arazilerine dönüĢtürülmeye baĢlandı. iftçilere kira ya da özel mülkiyet için parsel dağıtıldı. 1994 yılında 4,000 kiĢi 80,000 hektardan fazla arazi aldı. Bununla birlikte süreçte birtakım sıkıntılar da yaĢandı. Ġstenen hıza ulaĢılamadı. Bunun sonucunda Türkmenistan, tarım yatırımlarına yabancı ve yerel müteĢebbisleri çekmeye çalıĢıyor. Özellikle Türkiye‟nin yanında Hollanda, Almanya ve Ġsviçre firmalarının tarım iĢletmeciliğine yönelik olarak baĢlattıkları yatırımlar dikkat çekicidir. Türkmenistan, üretim düĢüĢüyle birlikte, ihtiyaç duyduğu tarım ürünlerini daha çok yakın olan Ġran‟dan ya da Türkiye‟den temin etme yoluna gitmiĢti. Devlet BaĢkanı TürkmenbaĢı tarafından 1997 yılı Nisan ayında açıklanan ve özelleĢtirmede önemli adımlar atmayı hedefleyen “1000 Gün Maksatnamesi” adı verilen programda tarıma da yer verildi. Buna göre 1996 yılında ciddi düĢüĢ göstererek 480,000 ton olan buğday hasadının 2000 yılına girildiğinde 1,200 bin tona, pamuk üretiminin ise 1,500 bin tona ulaĢtırılması hedefleniyordu. Program ayrıca toprak reformunu ve sulama sistemi içindeki Karakum Kanalı sularının en etkili biçimde kullanılmasını amaçlıyor.15 Program çerçevesinde devlet, yerel tarımsal üreticiler ve iĢadamlarına makine teçhizat alımları ve küçük tesisler kurmak için 20 milyon dolara kadar tarımsal kredi vermiĢtir. 1 ġubat 1997‟de yapılan bir değiĢiklikle çiftçiler gelir vergisi ve KDV‟den muaf tutulmuĢtur.

1272

Tüketim Malları Sektörü Ülke imalat sanayii, eski SSCB döneminden kalma fabrikalarla yürütülmeye çalıĢıldığından verim yetersizdir. Gaz sektörü dıĢında yerel endüstrideki katma değer azdır. Bu açıdan bakıldığında, ülkeye yapılacak yatırımların katma değeri arttıracak nitelikte olması ülke ekonomisi için oldukça önemlidir. Ġmalat sanayiinin baĢlıca geliĢmiĢ dalları: Halı, kilim, pamuklu ve yünlü giysilerdir. Ġpekböceği de gelir getiren diğer bir üründür. Ancak son yıllarda Türkmenistan‟ın sanayi potansiyeli mineral ve tarımsal hammaddelerin iĢlenmesi alanında geliĢim göstermiĢtir. Gıda üretimi yurtiçi talebini karĢılayacak düzeyde olmadığından; tahıl ihtiyacının 2/3‟ü, sütün ise %50‟si ithalat yoluyla karĢılanmaktadır. Tarımda üretim düĢüĢünün en önemli sebebi SSCB döneminden kalan metotların henüz uygulamadan tamamen kaldırılamaması ve özelleĢtirmenin henüz tamamlanamamıĢ olmasıdır. Buradaki bir baĢka önemli nokta da Rusya‟dan sağlanan yakıt ve tarımsal makine miktarının eski düzeyin altında kalmasıdır.16 Gıda sanayii üretimi içinde et ve et mamulleri, un ve mamulleri, süt ve mamulleri ilk sırada yer almaktadır. Türkmenistan‟da gıda sanayii iĢletmeleri sayısı 1980‟den itibaren önemli ölçüde artıĢ göstermiĢtir. Bunun baĢlıca nedeni iç piyasada düĢük olan gıda sanayii ürünleri talebinin artıĢı ve ihtiyacın yurt içinden karĢılanmasının istenmesidir. Bu durum, özel teĢebbüs için gıda sanayiinin önemli bir yatırım alanı olduğuna iĢaret etmektedir.17 Gıda sektörünün geliĢtirilmesi gereken bölümleri; mandıra, kesimhaneler, bira, konserve ürün, tarımsal atık, meyve ve sebzedir. Ticaret Odası, gıda ambalajlama sanayiini geliĢtirerek üreticinin tüm gıda üretimini hasattan paketlemeye kadar tamamen gerçekleĢtirmesi amacındadır. 1997 yılı verilerine göre, ülke nüfusunun %11,2‟si imalat sanayiinde çalıĢmaktadır. 1999 OcakNisan döneminde sanayi üretimi %16 artmıĢtır.18 Küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin özelleĢtirilmesine önem verilmekle beraber, bu tip iĢletmelerin özellikle yabancı yatırımcılar tarafından satın alınmasına imkan sağlanmasına çalıĢılmaktadır. Yabancı Yatırım Ekonomide oluĢturulan dinamizm ile çeĢitli alanlarda sermaye politikası izlenebilmektedir. Son yıllarda yatırım büyüklüğü açısından petrol ve doğalgaz alanı ön plana çıkmaktadır. Sovyetler Birliği döneminde Türkmenistan‟da petrol, doğalgaz ve pamuğun iĢletilmesine dayanan bir ekonomi hakimdi. Ülke, dünyanın 10. büyük pamuk üreticisi konumundadır. Bugün hükümet, ekonomiyi çeĢitlendirmek için yollar aramaktadır. Yeni havaalanları gibi altyapı yatırımlarına, yabancı yatırımcıları çekmek için öncelik verilmektedir. Ġstikrar, zengin hammadde kaynakları, yabancı yatırımların korunmasını sağlayan müsait hukuki ve iktisadi alt yapı, yabancı ülkeler ile ticarî ve iktisadi iĢbirliğine hız verilmesi için koĢullar yaratmıĢtır.

1273

Bütün bunlara rağmen, ülkede vergi, iĢgücü, sağlık ve güvenliğe iliĢkin kanuni düzenlemeler yeterli değildir. Ayrıca, Sovyetler Birliği zamanında adapte edilen rüĢvet karĢıtı yasa, güncelleĢtirilmek amacıyla değiĢiklilere uğradıysa da yeterli olmaktan uzaktır. Yabancı sermaye, rüĢveti ciddi bir sorun olarak görmektedir. Ülkede Alman yatırımcıları ağırlıklı olup (24 ortaklık), ABD ve Rusya ikinci sırada (19 Ģirket) yer almaktadır. Ġngiltere (16 Ģirket) ve Türkiye‟de (12 Ģirket) yatırımcı ülkeler arasında ön sıralardadır. Ticaret ve DıĢ Ekonomik ĠliĢkiler Bakanlığı‟na göre, yabancı yatırımcılar toplam 48 milyon dolarlık yatırım yapmıĢlardır. 50 milyon dolarlık yatırım da sözleĢmeler kanalıyla gerçekleĢtirilmiĢtir. 19 Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS), ülkenin sermaye ve teknoloji ihtiyacını karĢılama açısından önemlidir. Öncelikli alanlar; gaz, telekomünikasyon, ulaĢtırma, endüstri, sulama sistemleri, ziraat yatırımları, tekstil ve sağlık sektörleri olarak tespit edilmiĢ ve Kasım 1995 yılında öncelikli 93 adet yatırım projesi belirlenmiĢtir. Enerji ve tarım sektörlerinde gerekli mali kaynağın sağlanması için de iki yatırım fonu oluĢturulmuĢtur. Yabancı yatırımcıları ülkeye çekmeye çalıĢan yetkililer, yabancıların kârlarını serbestçe ülkelerine transfer etmeleri ve Merkez Bankası tarafından düzenli olarak yapılan kur belirleme seanslarında ortaya çıkan kurdan döviz alabilmeleri için gerekli düzenlemeleri yapmıĢlardır. Ancak döviz rezervleri son derece düĢük olan Türkmenistan‟da döviz iĢlemi yapmakta bu açıdan sıkıntılarla karĢılaĢılabilmektedir. 1 Kasım 1993 tarihinde piyasaya sürülen Türkmen Manatı‟nın 11 Haziran 1999‟daki resmi kuru 1 USD = 5,200 manattır. Yabancı Ģirketler yerel bankalardan döviz alım-satımı yapabilmektedirler. Ancak genel olarak Türkmen bankalarının gerek manat, gerekse dolar cinsinden likidite sıkıntısı çektikleri görülmektedir.20 Yerel bankaların yabancı bankalarla (özellikle baĢlıca Amerikan bankaları ile) muhabirlik ve hesap iliĢkisi bulunmasına rağmen döviz çeklerinin ve seyahat çeklerinin nakde çevrilmesi imkanı yoktur. BDT ile ĠliĢkileri Türkmenistan, baĢlangıçta BDT ile olan ekonomik iliĢkilerini yüksek bir seviyede tutmuĢ olmasına rağmen bu oranların yıllar geçtikçe azaldığını istatistiklere baktığımızda görebiliyoruz. Türkmenistan‟ın BDT dıĢı ülkelerle ekonomik iliĢkileri artmaktadır. Ancak yine de, BDT ülkeleri ana pazarı oluĢturmaya devam etmektedir. 1994 yılında ülke ihracatının %76,7‟sini BDT ülkeleri, %23,3‟ünü BDT dıĢı ülkeler oluĢtururken 1997 yılında sırasıyla %59,3‟e %49,7 gibi değerler elde edilmiĢtir. 1994 yılında Rusya‟ya yapılan ihracat %6,3‟ken 1996 yılında %62,4‟e ulaĢmıĢtır. Ancak bu durumun nedeninin Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Ukrayna gibi BDT ülkelerine yapılan gaz satıĢlarının Rusya üzerinden olması dolayısıyla Rusya‟nın toplamına eklendiği için meydana geldiği düĢünülmektedir. 1994 yılının Rusya ile olan ithalat değeri toplamın %8,8‟i iken 1997 yılında %10.0‟dır.Türkmenistan‟ın ihracatta ve ithalatta baĢlıca partnerleri ulaĢım sorunları nedeniyle BDT ülkeleri olmaya devam etmektedir. Tablo 5: Türkmenistan‟ın Toplam Ticaretinde BDT Ülkeleri Arasındaki BaĢlıca Partnerleri

1274

Ġhracat

(%)

Rusya

43,6

Ġthalat

(%)

Ukrayna

14,9

Kazakistan3,8

Rusya

10,0

Azerbaycan3,8

Özbekistan

8,8

Gürcistan 1,4

Kazakistan

8,7

Özbekistan0,7

Ermenistan

2,3

Diğer(1) 46,7

Diğer(2)

55,3

(1) Ġran %16,3; Türkiye %6,7; Ġsviçre %2,4; Hong Kong %2,1; Ġngiltere %1,3 (2) Türkiye %12,7; ABD %8,8; Almanya %4,8; Ġran %3,9. Türkmenistan 1994-1996 yılları arasında dıĢ ticaret fazlası vermiĢ; ancak ihracatındaki aĢırı düĢüĢ nedeniyle 1997 ve 1998 yıllarında ithalat değerlerinin de azalmasına rağmen dıĢ ticaret açığına engel olunamamıĢtır. BDT ile ekonomik entegrasyona sıcak bakmayan Türkmen yönetimi, entegrasyona gidilebilecek uygun ekonomiler arıyor. 1991 yılından bu yana 1997 ġubat ayında Kazakistan‟ı resmi olarak ilk kez ziyaret eden Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı, burada Sovyet yönetimi döneminde 70 yıl Kazakistan ile ülkesinin yakınlaĢmasını sağlayacak temellerin atılmadığını belirterek, Türkmenistan‟ın öncelikle Türkiye ile entegrasyona gitmek istediğini açıklıyordu. Türkmenistan ekonomisinin farklı olması yüzünden Kazakistan‟la entegrasyonunun zor olduğunu söyleyen TürkmenbaĢı, 5 yıl içinde Türkiye ile sanayi sektöründe 100‟den fazla Ģirketin kurulduğunu ifade ederken, Türkiye‟deki modern ve yüksek teknolojiden istifade ettiklerini belirtiyordu.21 Ülkede faaliyet gösteren Türk özel sektörünün kurduğu sanayi tesisleri ve yaptığı faaliyetler, iki ülke ekonomilerinin birbirini tamamlayıcı özelliğe sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Türkmenistan hiç bir Serbest Ticaret AntlaĢması‟na üye değildir. Dolayısıyla, BDT Gümrük Birliği‟ne de üye bulunmamaktadır. Ġran ve Ukrayna, Ġran ve Ermenistan, Ġran ve BangladeĢ, Ġran ve Filipinler, Ġran ve Hindistan‟la üçlü ticaret antlaĢmaları imzalamıĢtır. 1993‟te Türkmenistan ABD ile En ok Kayrılan Ülke Ticaret AntlaĢması‟nı imzalamıĢ ve tasdik etmiĢtir. Ama buna rağmen ikili bir vergi antlaĢması ve iki taraflı bir yatırım antlaĢması henüz imzalanmamıĢtır. Türkmenistan Dünya Ticaret Örgütü‟nün de üyesi değildir. Türkmenistan ABD‟nin OPIC (DenizaĢırı Özel Yatırım Ortaklığı) ile bir antlaĢma imzalamıĢtır. Her ne kadar Hazar üzerinden gaz boru hattı inĢaatı ile ilgili bazı OPIC katılımları bekleniyorsa da, bugüne kadar Türkmenistan‟da hiç bir OPIC aktivitesi yoktur. 22 Türkiye ile ĠliĢkileri Türkmenistan, Türk iĢadamlarının en faal olduğu ülkelerden bir tanesidir. Türkmenistan‟daki Türk yatırımları daha çok “joint venture” Ģeklinde yapılmaktadır. ok sayıda Türk firması, Türkiye‟de bulamadığı ilgi ve imkanı orada bulmuĢ, orada büyümüĢtür. Türkmenistan‟daki Türk firmaları daha

1275

çok inĢaat, tekstil, turizm ve eğitim sektöründeki yatırımlarıyla kendilerini göstermektedirler. 1999 yılı itibarıyla ülkede sadece Türk yatırımcılara ait 57 firma, 213 proje, 4 milyar 123 milyon 642 bin dolarlık yatırım bulunmaktadır. Türkiye‟yi 71 firma ile Ġran, 53 firma ile de Rusya takip etmekte idi. Devlet BaĢkanı S. TürkmenbaĢı bu rakamın hızla yükseleceğini ve 2000 yılına kadar 5 milyar doları bulacağını söylüyordu. Gerek iĢadamı, gerekse iĢçi, mühendis, öğretmen ve bunların aileleri olarak Türkmenistan‟da yaĢayan Türk sayısı o zaman bile 7 bin kiĢiyi aĢmıĢtı. Ülkedeki inĢaat sektörüne bakıldığında yabancı yatırımcılar arasında Türk firmalarının birinci sırada yer aldığı görülmektedir. Türkmenistan‟da bugüne kadar baĢlanılan ve maddi değeri 2.5 milyar dolara varan inĢaat iĢlerinde 20‟nin üzerinde ülkeden firma çalıĢıyor. Bunlar arasında Türk inĢaat firmaları çoğunluğu teĢkil etmektedir. AĢkabat Havaalanı yeni terminal binası Türkiye‟den “Alarko”nun taahhüt Ģirketi ALSĠM ile Ġngiltere‟nin John Laing International firması arasında kurulan ortak giriĢim tarafından tamamlandı. Terminalin 25 Ekim 1994‟teki açılıĢına CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel ve Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı da katıldı. Temelsu mühendislik firması, Türkmenistan için büyük önem taĢıyan Karakum Su Kanalı‟nın uzatılması ile ilgili teknik projeyi tamamlayıp, Türkmenistan hükümetine teslim etmiĢti. Kanalın Kazancık-Kızıletrek arasında yapılması planlanan yeni bölümünün uzunluğu 270 km olacaktır. Bu bölümün inĢa edilmesi ile birlikte, 6,000 hektarlık toprak sulanabilecek, 28,000 hektarlık alan ise rehabilite edilecektir. Proje ayrıca 18,000 hektarlık bakir alanın tarıma açılmasını da sağlayacaktır. Temelsu firması projeyi 1993 yılında Ġslam Kalkınma Bankası‟nın Türkmenistan‟a sağladığı hibe ile tamamladı. TürkmenbaĢı Rafinerisi‟nin modernizasyonunda yer alacak olan Türk firması GAMA, AĢkabat Ģehrinin altyapısını yapmak üzere AĢkabat Valiliği ile anlaĢtı. GAMA, 150 milyon dolarlık bu projeden baĢka Türkmenistan Petrol ve Gaz Bakanlığı binası ile bir spor kompleksinin inĢaatını da gerçekleĢtirecek. Bir diğer Türk firması T&T de Özbekistan‟ın AĢkabat Büyükelçiliği inĢaatını tamamladı.23 Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) da Türkmenistan‟la hidrokarbon kaynaklarının keĢfi ve iĢletilmesine iliĢkin bir anlaĢma imzalandı. 28 Ağustos 1996 tarihinde AĢkabat‟ta varılan antlaĢmaya göre TPAO 19,000 km2‟lik bir alanda hidrokarbon kaynaklarının araĢtırılması ve iĢletilmesi konusunda jeolojik ve ekonomik çalıĢma yapma hakkını elde etmiĢtir.24 Türkmenistan, Türkiye‟ye yaptığı ihracatı 1995 yılında arttırmıĢtır. Bununla birlikte ithalatında kısmen bir azalma gözlenmektedir. Türkiye‟den yaptığı ithalat 1994 yılında 84 milyon 317 bin dolar iken, bu rakam 1995 yılının sadece ilk 10 ayında 45 milyon 44 bin dolara gerilemiĢ, yıl sonunda da 56 milyon dolar olarak gerçekleĢmiĢtir. Yaptığı ihracat ise 1994‟te 65 milyon 562 bin dolar olurken, 1995‟in ilk 10 ayında 105 milyon 674 bin dolara yükselmiĢtir. Yıl sonunda da rakam 112 milyon dolara çıkmıĢtır.

1276

1992 yılında 7.3 milyon dolar düzeyinde olan Türkiye‟nin Türkmenistan‟a ihracatı 1993 yılında yaklaĢık olarak 12 kat artarak 83.8 milyon dolara yükselmiĢ, ancak 1995 yılında 56 milyon dolara kadar düĢmüĢtür. 1994 yılına göre 1995 yılında makine sanayii ürünlerinin ihracatında gerileme meydana gelmiĢ, dokumacılık ve gıda sanayii ürünleri ise ihracatı artan kalemler içinde yer almıĢtır. Türkmenistan‟dan yapılan ithalat ise 1992 yılında 21.2 milyon dolar iken, 1995 yılında 5.3 kat artarak 11.8 milyon dolara ulaĢmıĢtır. 1995 yılı ithalatının da, 1994 yılı ile karĢılaĢtırıldığında 46.3 milyon dolar artıĢ gösterdiği, bu değerin 41.9 milyon dolarlık bölümünün ise bu ülkeden alınan pamuk miktarındaki artıĢtan kaynaklandığı anlaĢılmaktadır. Türkmenistan‟dan ithal edilen pamuk 1994 ve 1995 yılları toplam ithalatının %90‟ını teĢkil etmektedir. Tablo 6: Türkiye‟nin Türkmenistan‟a Olan Ġhracat ve Ġthalatı 199219931994199519961997 19981999 Ġhracat7,2883,8884,1556,28127,12117,53

95,81 106,62

Ġthalat17,1976,8965,55111,8299,8972,60

41,99 67,02

Toplam24,47160,77149,71168,1227,01190,13

137,8 173,64

Kaynak: TĠKA, 2000 1995-1999 yılları arasındaki Türkiye-Türkmenistan dıĢ ticaret iliĢkisine baktığımızda göze çarpan Ģey Ģudur: Türkiye‟nin Türkmenistan‟a olan ihracatı her sene artmaktadır. Nitekim, Türkiye‟nin Türkmenistan‟la olan ticari dengesi 1997, 1998 ve 1999 yıllarında artıĢ gösterip, -2.9‟dan yaklaĢık 39.6 milyon dolara yükselmiĢtir. Türkmen dilinin Azeri dilinden sonra Türkçeye en yakın dil olması iki ülke vatandaĢları arasındaki iliĢkilerin daha da ileri seviyede olmasını sağlamaktadır. Türkmenler, Türk vatandaĢlarının Orta Asya‟da tercüman yardımı olmaksızın anlaĢabildiği tek halktır, diyebiliriz. Türkiye‟den Türkmenistan‟a olduğu gibi son zamanlarda Türkmenistan‟dan Türkiye‟ye az da olsa bir sermaye akıĢı gerçekleĢmektedir. Türkmen giriĢimcilerinin bugüne kadar Türkiye‟ye kurmuĢ olduğu ortaklık sayısı 6‟yı, bu yolla gelen sermaye tutarı da 21.4 milyar TL‟ yi geçmiĢtir. Türk cumhuriyetleri

arasında

Azerbaycan

ve

Kazakistan‟dan

sonra

en

fazla

sermaye

giriĢi

Türkmenistan‟dan gerçekleĢmiĢtir. Bu da Türkiye ile Türkmenistan arasındaki ekonomik iliĢkilerin diğer cumhuriyetlere nazaran daha iyi bir noktada olduğunu göstermektedir. Ġki ülke arasında ticarette en önemli sorun ulaĢım problemidir. Türkiye ile Türkmenistan arasında direkt bir ulaşım hattının olmaması iki ülke arasında yapılan ticaretlerde zorluklar yaşanmasına yol açmaktadır. Özellikle Ġran üzerinden geçiĢlerde güvenlik sorunları ve diğer bazı sorunlarla karĢılaĢıldığı için dıĢ ticarette tıkanıklıklar ortaya çıkmaktadır. Sonuç

1277

Türkmenistan‟ın 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle ülkede ekonomik durumun ve yaĢam standartlarının çok düĢük, idari sistemin ise zayıf olduğu görüldü. Türkmenistan hükümetinin TürkmenbaĢı‟nın liderliğinde XXI. yüzyıla ekonomisi geliĢmiĢ bir ülke olarak girebilmesi için tüm yetenek ve çabalarını kullanmaları gerekiyordu. Türkmenistan ülkenin doğal kaynaklarına ve ekonomik özelliğine bağlı olarak, üç yön belirlemiĢtir: Enerji sektörü, tarım sektörü ve tüketim malları sektörü. Ülke ekonomisi çoğunlukta doğalgaz ve pamuk üretimine bağlıdır. Ġstatistiklere bakıldığında ülkede doğalgaz üretimi her yıl daha da azalmaktadır. Denize çıkıĢı bulunmayan Türkmenistan için ana sorun, doğalgaz ve petrolü dıĢ pazarlara nasıl ihraç edeceğidir. Doğalgaz ihracatı Rusya üzerinden geçen boru hattı aracılığıyla yapıldığından, Rusya‟ya olan bağımlılığından kurtulmak isteyen Türkmenistan, alternatif ihracat yolları bulmaya çalıĢmaktadır. Bunun için, Türkmenistan, Afganistan sorununun BM aracılığıyla çözüme kavuĢturulması ve Afganistan‟ın içiĢlerine müdahale anlamına gelebilecek tek taraflı hareketlerden kaçınılması gerektiğini ve bu tür davranıĢların Taliban‟ın karĢı tepkisine zemin hazırlayacağını savunmaktadır. Türkmenistan‟ın en önemli kaygısının bir an evvel sahip olduğu doğalgaz ve petrol kaynaklarının Rusya‟nın denetiminden bağımsız olarak uluslararası pazarlara sevk edilmesi yoluyla ekonomik bağımsızlığı kazanmak olduğu bilinmektedir. Türkmenistan bu çerçevede, Afganistan‟da istikrarın tesis edilmesi halinde Afganistan ve Pakistan yoluyla doğalgaz ve petrol boru hatlarının döĢenebileceğine inanmakta ve Taliban‟ın söz konusu beklentisini karĢılayabilecek bir oluĢum Ģeklinde algılamaktadır. 25 Türkmenistan, Afganistan sorununda bölgedeki “tarafsızlık statüsü” iddiası çerçevesinde tüm Afgan gruplarına eĢit mesafede bulunduğunu belirtmektedir. Türkmenistan

pazar

iliĢkilerine

göre

yönlendirilmiĢ

ekonomik

reformları

derinleĢtirme

aĢamasındadır. Türkmenistan geliĢmeye açık ekonomisine ve yeni ekonomik mekanizmaları benimseyen kiĢilere bağlı olarak “aĢamalı ekonomik reformu” strateji olarak benimsemiĢtir. Ekonomik reformun her aĢamasında hükümetin öncelikleri makro ekonominin güçlendirilmesi, ekonominin büyümesi ve sosyal güvenlikle beraber yüksek istihdam olarak belirlenmiĢtir. Yabancı sermaye, ülkenin petrol ve gaz üretimini arttırmayı amaçlamaktadır. Ancak, hukuki çerçevenin oluĢturulmamıĢ olması ve ihracat pazarlarına ulaĢmadaki zorluklar yabancı sermayeyi engellemektedir. Rus boru hattına bağımlılık, bu sektörde geliĢmeyi engellemektedir. Her ne kadar serbest pazar ekonomisine hızlı bir geçiĢ yaĢanmıyorsa da, Türkmenistan‟ın makro ekonomik reformları, iĢ ve yatırım ortamını geliĢtirmektedir. Reform programındaki ana hedefler, serbest pazar ekonomisine geçiĢ ve ekonominin yeniden yapılandırılmasıdır. Ancak, ülkede var olan otoriter rejim ve bürokrasinin fazlalığı, nihai kararların devlet baĢkanı tarafından alınması serbest pazar ekonomisine geçiĢte ve ekonominin geliĢmesinde, ciddi birer engel oluĢturmaktadır. Her ne kadar Türkmenistan Devlet BaĢkanı Niyazov tarafından ileri sürülen geliĢmiĢlik hedefine Ģimdilik ulaĢılamadıysa da, mevcut sorunların aĢılmasıyla ve ülkenin doğal kaynaklarının rasyonel bir Ģekilde kullanılmasıyla ülkenin ileride amaçladığı hedefe ulaĢacağı muhakkak gibi görünmektedir.

1278

1 Nezavisimaya, 8 Aralık 1995. 2 Muhamaedgeldı Berdıyev, “Osobennosti Agrarnıh Reform V Turkmenistane”, Tsentralnaya Aziya Ġ Kavkaz, Sayı 15, 1998, s. 19. 3 Muhamedgeldı Berdıyev, “Osobennosti Agrarnıh Reform V Turkmenistane”, Tsentralnaya Aziya Ġkavkaz, Sayı: 15, s. 21. 4 Moskovskaya Pravda, 8 Nisan 1997. 5 Atayev, “Ekonomiçeskaya Model Prezidenta Turkmenistana Saparmurata TurkmenbaĢı”, Türkmenistan Ġnsan Hakları ve Demokrasi Enstitüsü Dergisi, Sayı 2, s. 17. 6 Muhamedgeldı Berdıyev, “Osobennosti Agrarnıh Reform V Turkmenistane”, s. 22. 7 AĢır

Ġoliyev,

“Problemı

Ekonomiçeskogo

Ġ

Sotsialnogo

Razvitiya

Turkmenistana”,

Tsentralnaya Azia Ġ Kavkaz, Sayı 13, 1998, s. 17. 8 Meredeov,

“Zakonodatelnoye

Obespeçeniye

Reform

Ġ

Preobrazovaniy

Prezidenta

Turkmenistana Saparmurata TurkmenbaĢı”, s. 24. 9 T. C. BaĢbakanlık Türk ĠĢbirliği Kalkınma Ajansı, Ülke Profilleri, Kasım 2000, s. 185. 10

Mihail Pereplesin, Yegor YaĢın, “Ne Gazom Yedinım: Turkmenistan Sohranayet

Liderstvo Po Rostu Valovogo Vnutrennego Produkta”, Nezavisimaya, 20 Ağustos 2001. 11

Mihail Pereplesnin, Eduard Petrov, “Davleniye SġA Na Turkmeniyu”, Nezavisimaya,

26 ġubat 2000. 12

T. C. BaĢbakanlık Türk ĠĢbirliği Kalkınma Ajansı, s. 179.

13

Murat Yemutbayev, “ġkola Sobstvennikov Saparmurata TurkmenbaĢı”, Ogonyok,

Sayı: 2, ġubat 2001. 14

Muhamaedgeldı Berdıyev, “Osobennosti Agrarnıh Reform V Turkmenistane”, s. 27.

15

Adalet Nuraddin Oglı Djabiyev, “Ekonomika Turkmenistana: Puti Ġ Napravleniya

Razvitiya”, Tsentralnaya Aziya Ġ Kavkaz, Sayı: 9, 1997, s. 7. 16

Adalet Nuraddin Oglı Djabiyev, “Ekonomika Turkmenistana: Puti Ġ Napravleniya

Razvitiya”, s. 9. 17

Muhamedgeldı Berdıyev, “Osobennosti Agrarnıh Reform V Turkmenistane”, s. 29.

18

Eastern Europe, Russia and Central Asia, Europa Publications, Londra, 2000, s.

19

Daha geniĢ bilgi için bkz. The Economist Intelligence Unit, Turkmenistan Country

520.

Profile, 2000.

1279

20

Daha GeniĢ Bilgi Ġçin Bkz. Devlet Planlama TeĢkilatı, Sekizinci BeĢ Yıllık Kalkınma

Planı, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri ĠliĢkileri Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 2000, s. 112. 21

Kamenev, “Rossiya-Turkmeniya: RasĢıreniye Ekonomiçeskih Svazey”, Aziya Ġ Afrika,

Sayı: 10, 2000, s. 48. 22

Morozova, “Turkmenistan: Ot Stabilnosti K Protsvetaniyu”, Aziya Ġ Afrika, Sayı: 12,

1997, s. 8. 23

Devlet Planlama TeĢkilatı, Sekizinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, Türkiye ile Türk

Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri ĠliĢkileri Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, s. 263. 24

Devlet Planlama TeĢkilatı, Sekizinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, Türkiye ile Türk

Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri ĠliĢkileri Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, s. 205. 25

Saule Baycaun, Ġdris Bal, “Orta Asya Ülkeleri Taliban‟a YaklaĢıyor Mu?”, Stratejik

Analiz, Sayı 9, s 52.

1280

Bağımsızlıktan Günümüze Türkmenistan'da Ġktisadî Kalkınma Stratejisi ve Abadancılık / Mehmet Seyfettin Erol [s.795-800] Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (ASAM) Türkistan AraĢtırmaları Masası /Türkiye SSCB‟nin dağılmasıyla birlikte bağımsızlığın getirdiği ilk sıkıntıları daha çok ekonomik alanda yaşayan Orta Asya cumhuriyetlerinden biri olan Türkmenistan, bugüne kadar ülkede uygulamaya koyduğu kalkınma ve istikrar programlarıyla önemli bir mesafe katetmiştir. Dolayısıyla, bu çalışmanın temel amacı Türkmenistan‟ı kalkındırmak ve halkını hem üretim hem de kişi başına milli gelir açısından gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkarmayı hedefleyen programları irdelemek ve Türkmenistan ekonomisinin son aşamada geldiği noktayı ve bundan sonraki hedeflerini ortaya koymaktır. GiriĢ Türkmenistan, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri (SSCB) içerisinde ekonomik olarak nisbeten geride kalmıĢ cumhuriyetlerden birisi olup, Moskova‟ya bağlıyken bugün, bağımsızlık sonrası, doğalgaz yatakları, 700 milyon tonluk petrol rezervi ve az nüfusu ile bir refah ülkesi olabilecek, politik değiĢim için gerekli istikrarı sağlayabilecek, hızlı ekonomik geliĢmeye diğerler cumhuriyetlerden daha yakın bir ülke konumundadır. Ülkesinin dıĢ politikasında, bağımsızlık sonrası temel iki politikayı baĢlatan Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı, “Açık Kapılar Politikası” ile Türkmenistan‟ın petrol, doğalgaz ve diğer yeraltı zenginliklerini kullanarak yabancı yatırımcıları ve sermayeyi ülkesine çekerken diğer yandan da, “Pozitif Tarafsızlık Politikası” ile de ülkesinin bağımsızlık ve tarafsızlığını ifade etmekte, bu konudaki kararlıklarını sergilemektedir. Bu bağlamda, Bağımsız ve Daimi Tarafsız Türkmenistan Devleti‟nin kalkınma stratejisinin temelini oluĢturan “Abadancılık” programları, Türkmenistan‟ı ilerletmenin ve daha yüksek düzeye getirmenin ilk adımlarını oluĢturmaktadır. TürkmenbaĢı‟nın gelecekle ilgili projelerini kapsayan “Abadancılık Programı”, devletin iktisadi bağımsızlığının kazanılmasını, özellikle gıda ihtiyacında dıĢa olan bağımlılıktan kurtulmayı, yapısal ekonomik değiĢimin tamamlanmasını, yeni üretim tesisleri yapıp bunları geliĢtirmeyi, bu temelde Türkmenistan‟ın milli parası olan “Manat”ı stabilize etmeyi, piyasa iliĢkilerinin ve serbest giriĢimciliğin geliĢtirilmesiyle yabancı sermayeyi çekmeyi öncelikli hedefler olarak tespit etmiĢtir. Dolayısıyla, önemli temel sanayi alanlarına yani, petrol, doğalgaz alanları ile bu sektördeki tesis ve iĢletmelerin hızlı bir Ģekilde geliĢtirilmesine öncelik verilmektedir. Abadancılık siyasetinin temelini “Yeni Ziraat”, “Yeni Eğitim”, “Sağlık”, “Rafineriler”, “Yeni YerleĢim”, “1000 Gün”, “Türkmenistan‟ın Petrol ve Doğalgaz Sanayisi‟ni 2020 Yılına Kadar GeliĢtirme Planı” ve “Ruhname” gibi milli sektörel reformlar oluĢturmaktadır. Bu programın gerçekleĢtirilebilmesi için gerekli yasal mevzuatlar da kabul edilmiĢtir. Ülkenin bağımsızlığından günümüze aĢağıdaki alanlarda reformlarda bulunmuĢtur;1

1281

1. Yatırımlarda öncelikler belirlenmiĢtir. Öncelik sırası, enerji sektörü, tarım sektörü, sosyal sektör ve uluslararası ulaĢım ve iletiĢime verilmiĢtir. 2. Piyasa ile ilgili mevzuat düzenlemeleri kabul edilerek yürürlüğe konulmuĢtur. 3. Vergilendirme, bütçe, kredi ve parasal alanlarda temel reformlara gidilmiĢtir. 4. Bütçe yönetimi için hazinede düzenlemeler yapılmıĢtır. 5. Stok ve döviz kurunda düzenlemelere gidilmiĢtir. 6. DıĢ ekonomik faaliyetler geliĢtirilerek belirli bir düzene koyulmuĢtur. Devlet Mal DeğiĢimi ve DıĢ Ekonomik ĠliĢkiler Bakanlığı kuruldu. 7. Yatırım politikasını formüle etme ve yabancı sermayeyi ülkeye çekmek amacıyla Yabacı Yatırımlar için Resmi Ajans (State Agency for Foreign Investment-SAFI) kurulmuĢtur. 8. Yerli ve yabancı müteĢebbisleri teĢvik etmek amacıyla 10 serbest bölge belirlenmiĢtir. 9. Fiyatların liberalizasyonuyla beraber bazı önemli mal ve hizmetlerin perakende ticareti devlet kontrolünde tutulmuĢtur. Gelecekte devlet kontrolünün tamamen kaldırılması hedeflenmiĢtir. GiriĢimciliği desteklemek ve özel iĢletmeleri geliĢtirmek amacıyla da özelleĢtirme programı hazırlanmıĢtır. I. 10 Yıl Abadancılık: TemelDönemler, Uygulamalar ve Hedefler 1994 yılı Ocak ayında Halk Maslahatı‟nın kararı ile tastik edilen “10 Yıl Abadancılık” (10 Yıllık Ġstikrar Programı), Türkmenistan‟ın iktisadi geliĢme hedeflerini belirlemekle beraber, onun iç ve dıĢ siyasetinin temel hedeflerini, yönlerini de tespit etmekte ve cemiyetleĢmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu hareketi ve programı baĢlatan Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı aynı zamanda ülkede “Milli Kalkınma Hareketi Lideri” olarak da kabül edilmektedir. 10 Yıllık Ġstikrar ve Kalkınma Programı‟ndaki temel hedefler Ģu Ģekilde sıralanmaktadır:2 * Tarım sektörünü geliĢtirmek. * Milli eğitimde reform hareketlerini baĢlatmak. * Savunma kapasitesini arttırmak (Harp tekniklerini geliĢtirmek). * Petrol, gaz ve diğer mevcut yeraltı zenginliklerinden faydalanmak. * Mevcut sanayi dallarını geliĢtirmek. * Ticaret ve iĢletme hayatını dünya standartlarına çıkartmak. * Diğer devletlerle ticari ve iktisadi alanlarda iĢbirlikleri kurmak. * Birçok devletin uygulamıĢ olduğu “Ġktisadi Kalkınma Modelleri”ni, ülkenin yapısına uygun bir Ģekilde alıp, tatbik etmek.

1282

* Mülkiyeti devletten alıp özel mülkiyete vermek ve özel mülkiyete azami önem göstermek. * Serbest Pazar Ekonomisi‟ni yerleĢtirmek ve geliĢtirmek. * Halkın refah seviyesini yükseltmek. Yukarıda adı geçen bu hedeflerin gerçekleĢtirilmesi, Türkmenistan ekonomisinin 2002 yılına kadar olan kısa vadeli hedeflerini oluĢturmaktadır. Söz konusu program, 17 Ocak 1994‟teki kabulünden baĢlayarak, halihazırda 2002 yılı sonuna kadar geçerli sosyo-ekonomik hedef ve programları somut proje ve büyüklüklerle adeta bir aksiyon rehberi biçiminde ortaya koymaktadır. Plan iki ana zaman perspektifinde temellendirilmiĢtir: * 1994-1996 yılları için, “Sosyo-Ekonomik Kalkınma Programı” ve * 2002 yılına kadar öngörülen geliĢmeler (2002 hedefleri). 1996 yılına kadar süren ilk modül, Türkmen uzmanlarca on yıllık planın ilk temeli ve adeta hız kazanma platformu olarak değerlendirilmiĢtir. Ġlgili bakanlık ve dairelerin kurulmasının yanı sıra, mahalli idarelerle de iĢbirliği içinde koordineli çalıĢma sisteminin benimsendiği bu ilk aĢamada yalnızca mahalli düzeyde ve Türkmen vatandaĢlarının katılımına açık bir yaklaĢım öngörülmüĢ, yabancı sermayenin özelleĢtirilen kuruluĢlara ortaklığı arzulanmıĢtı. Milli para “manat”ın kabulü, özelleĢtirme faaliyetleri ve yasal yapı ile mevzuattaki yeni düzenlemeler hep, söz konusu hedefler doğrultusunda öncelik tanınan faaliyetlerdir. Yine planda, 2002 yılına kadar sanayide 3, ziraatte 2.4 ve hizmet sektöründe de 3 kat bir artıĢ hedeflenmiĢtir.3 Planın sacayaklarından birisini de, tarımsal politika ve uygulamalar oluĢturmaktadır. Bu alandaki öncelikli hedef, gıda konusunda ülkenin kendine yeterli hale getirilmesi olup, 1993 yılında elde edilen toplam tahıl rekoltesinin bir milyon tonu aĢması, plan hedeflerinin ulaĢılabilirliği hakkında ümitvar beklentileri desteklemiĢtir. Keza et üretiminde sağlanan %10‟luk, sür üretiminde sağlanan %11‟lik yıllık artıĢlar, gene planın realizasyonu bakımından olumlu iĢaretler olarak değerlendirilebilir. Yeniden yapılanma iĢinin önemli bileĢenlerinden birisi olan inĢaat sektöründeki geliĢmeler de, yabancı firma (ağırlıklı olarak Türk firmaları) yardım ve yükleniciliği altında, kısa zamanda tamamlanan projeler ile canlı bir sektörün varlığını göstermektedir. Ġlk üç yıllık süre içerisinde (1993‟ten baĢlayarak) Türkmenistan‟ın gayri safi milli hasılasının (GSMH) %45.3, kiĢi baĢına milli gelirin ise %35 oranında arttırılması hedeflenmiĢtir. GSMH‟de planlanan toplam ürün artıĢının yarısının sanayi sektöründe gerçekleĢtirilmesi öngörülmüĢtür. 2002 yılına kadar ülkedeki GSMH‟nin 1992 yılına göre 3 kat artması (yaklaĢık %200 oranında) beklenmektedir. Bu durumda, imalat sektöründe üç misli bir büyüme hedeflenmiĢtir.4 “Türkmenistan‟ın Petrol ve Doğalgaz Sanayii‟ni 2002 Yılına Kadar GeliĢtirme Hakkındaki Program”a uygun olarak, gaz üretim ve depolama tesisinin eklenmesiyle, petrol çıkarımının önce 9 milyon tona, daha sonra, 2020 yılına kadar ise 28 milyon tona çıkarılması hedeflenmiĢtir.

1283

Türkmenistan, kalkınma ve büyük hamle hedefi doğrultusunda dört tane boru hattının inĢasını planlamıĢtır. Ġlk proje, Ġran ve Türkiye üzerinden doğalgazın Avrupa pazarlarına ulaĢtırlmasını öngörmekteydi. 1998 yılında kullanıma açılması planlanan boru hattının yıllık kapasitesinin 15 ile 28 milyar metreküp arasında olması düĢünülmekteydi. Ancak, bugüne kadar ki geliĢmeler, projenin reel olarak baĢlamasına izin vermemiĢtir. Ġkinci doğalgaz boru hattının Türkmen doğalgazını Afganistan ve Pakistan‟a taĢıması, 1999 yılı sonu itibariyle de yılda 20 milyar metreküp kapasite ile çalıĢacak bu hattın açılması planlanmaktaydı. Ama bugüne kadar bu hat açılamamıĢtır. Ülke doğalgazını in üzerinden Japonya‟ya kadar ulaĢtıracak, 28 milyar metreküplük taĢıma kapasitesine sahip 6.700 km‟lik üçüncü bir boru hattı projesinin 2002 yılında tamamlanması hedeflenmektedir. Yine 2002 yılında tamamlanması öngörülen bir petrol boru hattı ile de Ġran Körfezi‟ne yılda 10 ile 20 milyon ton arasında petrol nakli planlanmaktadır. Elektrik enerjisindeki hedefler ise, öncelikle yurtiçi ihtiyacın tamamının karĢılanması ve yurtdıĢına ihraç edilebilir potansiyele eriĢilmesidir. Üretimin yaklaĢık 11.6 milyar k-watt/saat olacağı tahmin edilmektedir. Afganistan‟a, Ġran‟a, Türkiye‟ye ve Pakistan‟a enerji nakil hatlarının kurulmasıyla ve bu surette ihraç potansiyelinin arttırılmasıyla ilgili inĢa projeleri incelenmemekte, konuya ilgi duyan baĢta “General Electric” firması olmak üzere Amerikan ve Fransız firmalarıyla Türkmen “Kuvvat” devlet Ģirketi arasında çalıĢmalar devam etmektedir. 5 Kimya sektörünün geliĢmesine de stratejik açıdan önem verilmekte olup, hem hidrokarbon temelli hem de mineral bazlı hammaddelerin iĢlenmesi bakımından mevcut tesislerin tevsi ve revizyonu yanında, yeni üretim birimlerinin açılması da planlanmıĢtır. ĠnĢaat sektörünün hızlı geliĢimi ise cam, beton, çimento ve seramik gibi ilgili üretim dallarında iddialı hedeflere ulaĢma gayretlerini gündeme getirmektedir. Türkmenistan‟ın tarımsal sanayiinin geliĢmesi de hiç kuĢkusuz program dahilinde olup, halkın tohum ve diğer zirai aletler ihtiyacının tamamının karĢılanması planlanmıĢtır. 2002 yılına kadar, devletin gıdada dıĢa bağımlılıktan kurtulması öngörülmektedir. Yine, 2002 yılına kadar pamuk üretiminde 1.3 katlık bir artıĢla yılda 2 milyon ton pamuk toplanması ve Seydi, Tecen, Tahtabazar, Sakarçege, Beherden‟de pamuk ipliği iĢleme tesislerinin faaliyete geçirilmesi hedeflenmiĢtir. 6 Diğer sektörlerdeki hedeflerin gerçekleĢtirilebilmesinde anahtar rol oynayan ulaĢtırma ve haberleĢme alanında ise, altyapının kurulması ve geliĢtirilmesi temelinde yapılması gereken çok iĢ bulunmaktadır. Karayolları yanında demiryollarının inĢası, deniz taĢıma filosunun ve limanların geliĢtirilmesi (TürkmenbaĢı Limanı yabancı sermaye ile yeniden inĢa edilmektedir) öncelikli hedefler arasındadır. HaberleĢme alanındaki zorluklar, Türkiye‟nin desteği ile devreye giren projeler yardımıyla nispeten aĢılmıĢtır. Diğer taraftan, bilhassa telefon sisteminin modernleĢtirilmesi hususundaki eksiklikler devam etmekte olup, bu hususta çalıĢmalar devam etmektedir. Son zamanlarda inli firmalar bu konuda Türkmen devletinden proje almıĢlardır. ÖzelleĢtirme, Türkmenistan‟ın bağımsızlık sonrası ekonomik reform paketinin içinde yer alan ve temelde “devlet (kamu) sahipliğinden özel mülkiyete tedrici geçiĢi” öngören bir uygulamadır. Türkmenistan‟daki özelleĢtirme faaliyetlerinde ana hedefin; “pazar ekonomisi bilgisine sahip, sosyal

1284

bilinç sergileyen mülkiyet sahipleri zümresi oluĢturmak” Ģeklinde ifade edildiği, ilgili kaynak ve geliĢmelerin incelenmesiyle anlaĢılmaktadır. Bu arada “toprak reformu” konusunun da özelleĢtirme çerçevesinde değerlendirilmesi doğru olacaktır. ÖzelleĢtirme için üç ana yol izlenmektedir: 1. Özel bir komisyonun tespit ettiği taban fiyattan baĢlayan “açık arttırma”, 2. alıĢanların kararlaĢtırılmıĢ bedeli ödemeleri suretiyle “çalıĢanlara satıĢ-devir”, 3. Revizyon ve yenileme projelerinin de bulunması kaydıyla “kapalı teklif-ihale”. ok ortaklı iĢletmelerin özelleĢtirilmesinde bazen “uzun vadeli kiralama” yöntemi de takip edilmektedir. Türkmenistan‟da

özelleĢtirme,

1994-1996

yılları

arasında

ekonomik

hedef

program

çerçevesinde planlanmıĢ ve 1996 sonunda belirli düzeye gelmesi amaçlanmıĢtır. Ġlk aĢamada yalnızca mahalli düzeyde ve Türkmen vatandaĢlarının katılımına açık bir yaklaĢım öngörülmüĢ, yabancı sermayenin özelleĢtirilen kuruluĢlara ortaklığı arzulanmıĢtır. Türkmenistan hükümeti özel giriĢimciliğin devlet tarafından desteklenmesi amacıyla 1993 yılı baĢında bir kanun çıkarmıĢ ve bunun yanı sıra bir dizi de önlemler almıĢtır. Bu önlemler:7 1. Ġlgili kuruluĢ ve iĢadamlarının katılımıyla projelere kredi vermek ve ekonomik fizibilite çalıĢmalarını da yapacak bir banka kurmak (bu banka kurulmuĢtur). 2. Vilayetlerdeki yerel yönetimlerin verilecek kredilerin dağıtımından sorumlu olmalarını sağlamak. 4. Tarımsal üretim alanında faaliyet gösteren iĢletmelerden 5 yıl süreyle gelir ve emlak vergisi alınmayacak. 5. GiriĢimciliğin desteklenmesi çalıĢmalarında ve araç, gereç alımında kullanılmak üzere, pamuk ve diğer tarım ürünlerinin devlet sipariĢinden fazla üretilmesine ve ihraç edilmesine olanak sağlayan kotalar tahsis etmek. 6. Henüz kullanılmayan petrol alanlarından çıkarılacak petrolün ihraç edilmesine izin vermek. II. 1000 Gün Programı 1997 yılının Nisan ayında yayınlanan bu programda bin günde yapılacak iĢlerin bir programı çıkarılmıĢ ve esas itibariyle atıl durumda bulunan kamu tesislerinin özelleĢtirlmesine yönelik bir prosedür belirlenmiĢtir. Bunun yanı sıra, eski Ġpek Yolu üzerinde bulunan Tecen-Sarahs-Mashed demiryolunun yeniden ulaĢıma açılması, Türkmenistan-Pakistan gaz-petrol boru hattı projesi, 2000 yılına kadar yılda 13 milyar kw/saat elektrik enerjisi üretimi ve ihracı, Nebitdağ gaz-petrol kompleksinin dünya pazarlarına açılması, yeni petrol sahalarında üretime geçilmesi, otomotiv sanayinin kurulması ve toprak reformuna yönelik projelerin gerçekleĢtirilmesi bir programa bağlanmıĢtır. Ayrıca, Türkmenistan-Ġran doğalgaz boru hattı tamamlanarak Ġran‟a doğalgaz verilmeye

1285

baĢlanmıĢtır. Program için 5 milyar dolarlık bir kaynak tahsis edilmiĢ olup, 500 gün içinde devlet mağazalarının, gıda ve hizmet sektörlerinin ve atıl durumda bulunan tesislerin özel mülkiyete devredilmesi, ayrıca 1000 günün sonunda milli gelirin 1,5 kat arttırılması öngörülmüĢtür. 8 Devlet BaĢkanı TürkmenbaĢı tarafından 1997 yılı Nisan ayında açıklanan ve özelleĢtirmede önemli adımlar atmayı hedefleyen “1000 Gün Maksatnamesi” adı verilen programda tarıma da yer verilmiĢtir. Buna göre 1996 yılında ciddi düĢüĢ göstererek 480,000 ton olan buğday hasadının 2000 yılına girildiğinde 1,200 bin tona, pamuk üretiminin ise 1,500 bin tona ulaĢtırılması hedeflenmiĢti. Program ayrıca toprak reformunu ve sulama sistemi içindeki Karakum Kanalı sularının en etkili biçimde kullanılmasını da amaçlamaktadır. 1997 yılında tarım sektörünü geliĢtirmek için “Tarımı Kalkındırma Fonu”ndan 80 milyar Manat, devlet bütçesinden 248 milyar Manat ve tarıma dayalı sanayileri geliĢtirmek için 472 milyar Manat kaynak aktarılmıĢtır. Program çerçevesinde devlet, yerel tarımsal üreticiler ve iĢadamlarına makine teçhizat alımları ve küçük tesisler kurmak için 20 milyon dolara kadar tarımsal kredi vermiĢtir. 1 ġubat 1997‟de yapılan bir değiĢiklikle çiftçiler gelir vergisi ve KDV‟den muaf tutulmuĢtur. III. SaparmuratTürkmenbaĢı‟nın 2010 Yılına Kadar ki Sosyo-Ekonomik Kalkınma Milli Stratejisi Aralık 1999‟da Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın Türkmenistan‟da 2010 yılına kadar uygulanacak sosyo-ekonomik politika ve projelerle ilgili geliĢmeleri içeren “Ulusal Program” yayınlandı.9 Bu programın temel amacı önümüzdeki on yıllık dönemde piyasa ekonomisinin bütün kurallarıyla uygulanabilir duruma getirilmesini ve halkın yüksek yaĢam standardına ulaĢmasını sağlayacak, ekonomisi güçlü ve geliĢmiĢ bir devlete sahip olmaktır. Ġstikrarlı bir ekonomik büyümeyi sağlamak, Türkmenistan‟ın hammadde kaynaklarını ve üretim imkanlarını daha verimli kullanmak suretiyle piyasayı esnek ve değiĢen pazar taleplerine uygun hale getirmek, adil bir rekabet sistemi kurmak, özelleĢtirmeyi yaymak, özel giriĢimciliği desteklemek, yabancı yatırımları teĢvik etmeye yönelik projeleri içeren bu program 2010 yılının sonunda ekonomik bakımdan güçlü, halkın yüksek yaĢam standartlarına ulaĢacağı bir hedefe sahiptir. Gelecek dönemde temel hedef serbest piyasa ekonomisini uygulayan, pozitif uluslararası iĢbirliği sonucunda yüksek yaĢam seviyesine ulaĢmıĢ bir Türkmenistan meydana getirmekten ibarettir. Söz konusu hedefe eriĢebilmek için ileriye dönük görevler dört ana baĢlık altında belirlenmiĢtir: 1. İktisadi Güvenlik * Ġktisadi geliĢmeyi hızlandırmak; * Ülkenin hammadde kaynaklarını ve üretim fırsatlarını tam ve verimli bir Ģekilde kullanmak; * Tarım ekonomisini, yakıt-enerji, kimya, tüketim sektörü gibi temel sektörleri geliĢtirmek; ekonomide mevcut sektörleri geliĢtirmek, ayrıca yenilerini oluĢturmak; * UlaĢım ve haberleĢme altyapısını geliĢtirmek; Türkmen enerjisini dünya piyasalarına çıkarmak amacıyla transmilli boru hatları sistemini geliĢtirmek;

1286

* Bilim ve teknolojinin son geliĢmelerini içeren verimli bir ekonomi meydana getirmek; * Mülkiyet haklarını garanti altına almak, adıl rekabeti sağlayacak serbest piyasa ekonomisinin verimli bir Ģekilde iĢlemesi için gereken giriĢimleri bundan sonra da gerçekleĢtirmek; * Ġktisadi geliĢmeleri, devlete ait mülkiyeti özelleĢtirmeye devam etmek ve özel üreticileri desteklemek; * Ekonominin açıklığı, karĢılıklı faydaya dayanan iĢbirliği esasları altında (özellikle komĢu devletlerle) Türkmenistan‟ı dünya ekonomik sistemine entegre etmek; * Sermaye piyasasını geliĢtirmek, finans kaynaklarını ülkeye çekmek, özellikle yabancı yatırımlarla verimli iktisadi projeleri finanse etmek; * DıĢ ticarette pozitif orana ulaĢmak, ülkenin ödemeler bilançosunu ve döviz rezervlerini oluĢturmak; * Gelir düzeyi yüksek bir bütçe hazırlamak, ulusal paranın istikrarını ve konverte edilebilmesini sağlamaktan ibarettir. 2. Gıda Güvenliği * Ülke içerisinde üretilen gıda maddelerine olan talebin yüksek seviyede karĢılanmasına; * Ġhraç edilen gıda maddelerinin kalitesinin garanti altına alınmasına; * Ġthal edilen gıda maddelerinin kalitesinin ciddi bir Ģekilde denetim altına alınmasına önem vermektir. 3. Sosyal Güvenlik * VatandaĢların çalıĢma haklarının ve halka olabildiği kadar iĢ imkanının temin edilmesine; * Sosyal yönlü serbest piyasa ekonomisinin yaratılmasına; * Ekonomide reel sektörde çalıĢan insanların gelirlerinin artırılmasına; *

DüĢük

yaĢam

standarlarına

sahip

insanların

sosyal

güvenliğinin

ve

kiĢiliğinin

güçlendirilmesine; * Özel mülkiyetin ve halkın kendi emeğiyle kazanmıĢ olduğu araçların dokunulmazlığını ciddi bir Ģekilde garanti altına alınmasını sağlamaya yönlendirilmiĢtir. 4. Ekolojik Güvenlik * Ülkenin endüstriyel geliĢmesinin çevre koruma çalıĢmalarıyla birlikte gerçekleĢtirilmesini; * Aral denizi bölgesindeki ekolojik sorunlarının önlenmesini; * Ġçecek suyunun yüksek kalitede temin edilmesini;

1287

* Tarım üretiminde insan sağlığına zararlı maddeleri kullanma kurallarına ciddi bir Ģekilde uyulmasını, toprağın tuzlanmasına ve verimsizleĢmesine karĢı tedbirlerin alınmasını göz önünde bulundurmaktadır. Sonuç Bu programların ülkede hayata geçirilmesiyle birlikte piyasa koĢullarına geçiĢ imkanı elde edilmiĢ ve halkın yaĢam standartlarının yükseltilmesi yolunda önemli adımlar atılmıĢtır. Yine, bu programların uygulamaya konulmasıyla üretim yatırımlarına yönelik olarak dünya devletleri ile ikili siyasi ve ekonomik iliĢkilerin geniĢlemesi sağlanmıĢ ve bunun neticesinde milli ekonominin yararına artan taleplerin oluĢması ve altyapı hizmetlerinin tamamlanmasına yönelik çalıĢmalar da gerçekleĢtirilmiĢtir. 2000 yılına kadar Türkmenistan “10 Yıl Abadancılık” ekonomi planı ve “1000 Gün” maksatnaması gibi programları uygulamıĢ ve “2020 Yılına Kadarki Sosyo-Ekonomik Kalkınma Stratejisi”ni uygulamaya koymuĢtur. Tüm bu programlar Türkmenistan‟ın 2010 yılına kadar bitirmeyi amaçladığı birer geçiĢ dönemi programlarıdır. Türkmenistan, bu programlarla kendi ekonomisinin yapısını tamamen değiĢtirmeyi hedeflemiĢ, sektörel alanlardaki daha önce ortaya konulan hedeflerin (sanayide 3, tarımda ve inĢaatta 2,4 ve hizmet sektöründe 3 kat artıĢ) hemen hemen hepsi gerçekleĢmiĢtir. 2016 adet devlet tesisinin de özelleĢtirilmesi gerçekleĢmiĢtir. Türkmen yönetimi, çoğulcu demokratik rejim ve serbest piyasaya geçiĢ yönünde oldukça tedbirli, toplum alıĢkanlıklarını sarsmayan, bağımsızlıklarını yeni kazanmıĢ diğer cumhuriyetlere oranla daha yavaĢ tempoyla geliĢen bir reform süreci benimsemiĢ ve Batılı ülkelerin eleĢtirilerine rağmen bu alandaki tutumunu değiĢtirmemiĢtir. Diğer taraftan ise, bürokrasinin fazlalığı, nihai kararların devlet baĢkanı tarafından alınması ve rüĢvet yabancı yatırımlar ve ülke ekonomisi için ciddi birer engel oluĢturmaya devam etmektedir. Yabancı sermaye, bankacılık, mülkiyet haklarının korunmasına iliĢkin yasalar, 1992 yılında çıkarılmıĢtır. Öte yandan, vergi, iĢgücü, sağlık ve güvenliğe iliĢkin yasalar yeterli içeriğe sahip değildir. Ekonomik reformların gerçekleĢtirilmesinde Türkmenistan, diğer BDT ülkelerine göre biraz geride kalmıĢtır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi kaynak sıkıntısı olmuĢtur. BaĢta Rusya ve Ukrayna olmak üzere doğal gaz ihraç ettiği ülkelerin milyonlarca dolar tutarındaki borçlarını ödememesi, Türkmenistan‟ı zor durumda bırakmıĢ ve bırakmaya da devam etmektedir. GeniĢ kapsamlı reformların uygulanmasında, devlet iĢletmelerinin özelleĢtirilmesinde ve tam fiyat liberalizasyonunun sağlanmasında zorluklarla karĢılaĢılmaktadır. Türkmenistan hükümetinin ithal ikameci programın dahilinde gaz üretimine verdiği önem nedeniyle, ülkedeki hizmet sektörü az geliĢmiĢtir. Limitli kredi kullanma hakkı ve düĢük satın alma gücü nedeniyle sektör tehlike içindedir. Bununla birlikte hükümet, serbest pazar ekonomisine geçiĢ için önemli adımlar atmıĢtır. Bu adımlar son yıllarda daha da hızlanmıĢtır. Bazı mallar üzerindeki fiyat kontrolü kaldırılmıĢ, özel çiftliklerin artmasına izin verilmiĢtir. Mali sistemin yeniden yapılandırılması ve KDV sistemine geçiĢ çalıĢmaları baĢlatılmıĢtır. Bir yandan vergi gelirlerinin arttırılması yönünde çalıĢmalar yürütülürken, diğer yandan

1288

da bütçe açığını en aza indirebilmek için hükümet harcamalarında tasarruf tedbirlerine gidilmiĢtir. Yabancı sermaye, para politikası ve özelleĢtirme ile ilgili kanun taslakları hazırlanmıĢtır. Hükümet, kalkınmayı 10 yıllık bir vadeye yayarak, 10 yıllık üretim ve yatırım planı hazırlamıĢtır.

1 Human Development Report, Türkmenistan, 1997, s. 11. 2 Oncuk Musayev, Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın Siyaseti Dabaralanyar, Ruh NeĢriyat, AĢgabat, 1995, s. 100. 3 Daha detaylı bilgi için bakınız: Saparmurat Turkmenbashi, Ten Years of Prosperity, Ashgabat, 1994. 4 M. Mametjumayev, “On Yıl Abadancılık” Türkmenistan‟ın Prezidentinin iktisadi Programı, AĢgabat, 1999, s. 13. 5 M. Mametjumayev, “On Yıl Abadancılık” Türkmenistan‟ın Prezidentinin iktisadi Programı, s. 14. 6 M. Mametjumayev, “On Yıl Abadancılık” Türkmenistan‟ın Prezidentinin iktisadi Programı, s. 15. 7 TĠKA, Türkmenistan Ülke Raporu, Ankara, 1996. s. 127. 8 Güngör Turan,

Bağımsız ve Tarafsız Türkmenistan‟ın Devlet

BaĢkanı Saparmurat

TürkmenbaĢı‟nın iktisat siyasetinin sosyal yönü: “Sosyo-Ekonomik Kalkınmanın Esası Türkmen Milletinin Moral ve Entellektüel Gücüdür”, Milletimizin Atası Saparmurat TürkmenbaĢı (Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın 60 yaĢına sowgat), AĢgabat, Uluslararası Türkmen-Türk Üniversitesi Yayınları, (35), 2000, s. 101.; Daha detaylı bilgi için bkz. Türkmenistan Gazeti, (141), 16 Nisan 1997. 9 The National Programme of President of Turkmenistan Saparmurat Turkmenbashy “Strategy of Socio-Economic Developments in Turkmenistan for the Period Up to 2010”, Ashgabat, 1999.

1289

C. Sosyal ve Kültürel Hayat Türkmenistan'ın Demografik Yapısı / Yrd. Doç. Dr. Fahri Solak [s.801-807] Marmara Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi /Türkiye GiriĢ Orta Asya‟nın güneybatısında yer alan Türkmenistan Cumhuriyeti, kuzeyinde Kazakistan, kuzeydoğusunda Özbekistan, güneydoğusunda Afganistan, güneyinde Ġran ve batısında Hazar Denizi ile çevrilmiĢtir. Yüzölçümü 491.2 bin km2 olan Cumhuriyetin baĢkenti AĢkabat‟tır. [nüfusu (1998) 604.700] Türkmenistan Cumhuriyeti 1924 yılında Türkmen Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla kurulmuĢ, 1985‟ten itibaren yaĢanan geliĢmelerden sonra eski Sovyetler Birliği‟nin dağılma sürecine girmesiyle 22 Ağustos 1990‟da egemenliğini, 27 Ekim 1991‟de de bağımsızlığını ilan etmiĢtir. 16 Kasım 1991‟de eski Türkmen Komünist Partisi, Türkmenistan Demokratik Partisi olarak yeniden isimlendirilmiĢ ve 18 Mayıs 1992‟de baĢkanlık yetkilerini geniĢleten yeni bir Anayasa parlamentodan geçmiĢtir. 21 Haziran 1992‟de yapılan baĢkanlık seçimlerine tek aday olarak giren Saparmurat Niyazov oyların %99.5‟ini alarak 10 yıllık bir dönem için yeniden seçilmiĢtir. Bu süreçte 1992 sonbaharında Parlamento seçimleri yapılmıĢ ve büyük oranda eski yapılanmaya dayalı yeni bir bağımsız cumhuriyet kurulması amaçlanmıĢtır.1 Tek partili bir yönetim Ģekline sahip olan ve BaĢkanlık sistemiyle yönetilen Türkmenistan‟da siyasi yapı “milli bir idol” haline getirilmiĢ olan Niyazov etrafında ĢekillenmiĢ, sistem “TürkmenbaĢı Modeli” olarak anılır hale gelmiĢ ve 28 Aralık 1999‟da Türkmenistan Parlamentosu Niyazov hayatta olduğu sürece baĢkanlık seçimlerinin yapılmaması yönünde karar alarak bu durumu tescil etmiĢtir.2 Türkmenistan dıĢ politikada ise, 1995 yılından itibaren kazandığı “Daimi Tarafsızlık” statüsüne uygun bir politika izlemektedir.3 Topraklarının 4/5‟lik bölümü Turan ovasında yer alan Türkmenistan‟ın önemli bir kısmını (%80) Karakum çölü kaplamaktadır. Türkmenistan‟ın orta kesiminden Kazakistan‟a doğru uzanan çöl ülkenin en önemli coğrafi özelliği olarak gösterilebilir. öl haricinde kalan %20‟lik toprakların %3‟ünü ekilebilir alanlar, %63‟ünü çayır ve otlaklar, %8‟ini ormanlar ve %26‟sını diğer alanlar oluĢturmaktadır. 4 Orta Asya cumhuriyetleri içinde yüzölçümü itibariyle Kazakistan‟dan sonra ikinci büyük ülke durumunda olan Türkmenistan, nüfus miktarı ve yoğunluğu bakımından (km2‟ye 10.2 kiĢi) dördüncü sırada yer almaktadır. Bölgedeki cumhuriyetlerden sadece Kazakistan‟ın nüfus yoğunluğu (km 2‟ye 5.5 kiĢi) Türkmenistan‟dan daha düĢüktür. Bu açıdan bakıldığında bölgede ilk üç sırayı Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan almaktadır. Orta Asya bölgesi bünyesinde çok sayıda farklı etnik unsuru barındırmasıyla bilinmektedir. Bölge cumhuriyetlerinin hepsinde aslî unsuru oluĢturan halk yanında baĢka etnik unsurlar da

1290

yaĢamaktadır. Bu yapısal durum tarihî, siyasî ve sosyo-ekonomik sebeplerle zaman içinde oluĢmuĢ; bu oluĢumun nedenleri, etkileri ve sonuçları çeĢitli araĢtırmalara konu olmuĢtur.5 Ancak 1990‟lardan sonra meydana gelen kapsamlı dönüĢüm bu konuda da hızlı değiĢikliklere yol açmıĢ, bu durum yeni geliĢmeleri de kapsayacak ülke ve bölge düzeyinde detaylı araĢtırmalarla konunun yeniden ele alınmasını kaçınılmaz hale getirmiĢtir. Diğer taraftan etnik yapı konusunun bölge ülkeleri için gerilim ve huzursuzluk potansiyeli taĢıması ve konunun eski Sovyet dönemine göre, ulusdevlet inĢa etme gayretindeki yeni cumhuriyetler tarafından daha farklı anlamlar kazanması ve algılanması konuya iliĢkin sağlıklı verilere ulaĢmada sorunlara neden olmaktadır. Bu konuda özellikle Özbekistan ve Türkmenistan‟ın aĢırı hassas davrandıkları bilinmektedir. Bu durum Türkiye‟de bölgeye iliĢkin çalıĢmalarda genel olarak yaĢanan ilk elden verilere ulaĢma sorununun, nüfus konusunda daha da ileri boyutlara ulaĢmasına neden olmaktadır. Bu eksikliğin bir ölçüde Batı‟da yapılmıĢ çalıĢmalardan giderilebileceği düĢünülse de, bu çalıĢmalarda ayrıntılı verilerden ziyade yapılan yorumlara kaynak teĢkil edecek genel verilerin ötesine ulaĢabilmek her zaman mümkün olamamaktadır.6 Bu çalıĢmada, ulaĢılabildiği ölçüde birinci el ve güncel kaynaklara dayalı olarak Türkmenistan Cumhuriyeti‟nin demografik yapısı ana hatlarıyla ele alınacaktır. Temel kaynak olarak 1999 yılında Türkmenistan Ġstatistik ve Tahmin Enstitüsü tarafından yayınlanan Ġstatistik Yıllığı kullanılacak olmakla beraber konu ile ilgili diğer çalıĢmalardan da yararlanılacaktır. I. Nüfusun GeliĢimi Türkmenistan‟ın nüfusu 1913 yılında 1 milyon 40 bin civarında iken ancak 1970 yılında iki katına ulaĢmıĢ ve 2 milyon 158 bin olmuĢtur (bkz. Tablo: 1). Nüfusun iki katına çıkma süresi 57 yılı bulmaktadır ki bu oldukça uzun bir süredir. 1926 yılının esas alınması durumunda da nüfusun iki katına çıkma süresi olan 39 yıl yine olumsuz bir tablo yansıtmaktadır. Bu dönemde dikkat çeken hususlardan biri de 1913-1926 ve 1940-1950 aralıklarında nüfusta artıĢ yerine azalıĢ görülmesidir. Yine 1940 yılında 1 milyon 300 bin civarında olan nüfus aradan geçen 15 yıla rağmen 1955 yılında da hemen hemen aynı düzeyde kalmıĢtır. Bu olumsuz durumun ortaya çıkmasında 1917 BolĢevik Devrimi sonrası yaĢanan iç savaĢ ve Türkmen bağımsızlık savaĢı, 1920‟lerde etkili olan kıtlığın neden olduğu insan kayıpları, 1930‟larda zorla uygulanan kolektifleĢtirme ve zorunlu iskan politikalarının mevcut dengeleri bozması, bu uygulamaya direnen insanlardan ölen yada göçenlerin önemli miktarlara ulaĢması ve nihayet Ġkinci Dünya SavaĢı‟nda kaybedilen binlerce insan baĢlıca sebepler olarak sıralanabilir. Yüzyılın baĢında Türkmenistan nüfusunun %90‟a yakını kırsal bölgede yaĢarken, 1939‟da kayda değer bir değiĢiklik yaĢanmıĢ ve kent nüfusu %10 seviyesinden %33 seviyesine çıkmıĢtır. Bu sıçramada yukarıda değindiğimiz zorunlu iskan politikası yanında bölgeye yaĢanan hızlı Slav göçü belirleyici olmuĢtur. Tablo 1: Türkmenistan‟da Nüfusun GeliĢimi

1291

Yıllar

Nüfus MiktarıKent NüfusuKır Nüfusu

(Bin KiĢi)

(%)

(%) düĢen Nüfus

19131041.7 11

89

2.1

1926998.1

14

86

2.0

19391251.9 33

67

2.5

19401301.6 35

65

2.7

19501197.3 36

64

2.5

19551340.1 44

56

2.7

19591516.4 46

54

3.1

19601564.6 42

58

3.2

19651862.7 48

52

3.8

19702158.9 48

52

4.4

19752491.1 48

52

5.1

19792758.8 48

52

5.6

19802833.0 48

52

5.8

19812896.6 48

52

5.9

19822969.9 47

53

6.1

19843118.0 47

53

6.3

19893533.9 45

55

7.2

19923838.1

7.8

19934000.0

8.1

19954587.444.9

55.1

9.3

19964710.444.5

55.5

9.6

19974846.844.5

55.5

9.9

19984993.544.7

55.3

10.2

-

11.0

20005400.0

-

Km2‟ye

Kaynak: Turkmenskaya SSR, AĢhabat, 1984, s. 66; Demografiçeskiy Entsiklopediçeskiy Slovar, Moskva, 1985, s. 483; TĠKA, Avrasya Dosyası, Türkmenistan Özel Sayısı, S: 87, Kasım 1997/2, s. 2. Statistical Yearbook of Turkmenistan 1998, Ashgabat, 1999, s. 17; The Economist Intelligence Unit (EIU), Country Report, June 2001, s. 5.

1292

1970 yılı Türkmenistan nüfusunun artıĢı ve kır-kent dağılım oranları açısından dönüm noktası olmuĢtur. Söz konusu yılda kent nüfusu en yüksek oranı olan %48 düzeyine ulaĢmıĢ, izleyen yıllarda nüfus artıĢı istikrarlı bir seyir izlemiĢtir. Bu dönemde nüfusun iki katına çıkma süresi de (1970-1993) 23 yıla inmiĢtir. 1993-2000 döneminde hızlı bir nüfus artıĢı gerçekleĢerek toplam nüfus 5 milyonu aĢmıĢtır. Türkmenistan nüfus artıĢ hızı en yüksek Orta Asya cumhuriyetidir. Ülkede nüfus artıĢı devlet tarafından teĢvik edilmekte, doğum yapan kadınlara üç yıla kadar ücretli izin verilmekte, iki çocuktan fazlasının giderlerine yardım edilmekte ve köylere kadar yaygınlaĢan ücretsiz kreĢ ve anaokulu hizmeti sağlamaktadır. Ülkede nüfus artıĢ hızı 1989 yılında %2.1, 1990 yılında %2.7, 1992 yılında %2.4, 1993 yılında %2.6, 1995 yılında %1.9 ve 1998 yılında ise %1.6 olarak gerçekleĢmiĢtir. 7 2000 yılı itibariyle ülkede doğum oranı binde 29, ölüm oranı binde 9, nüfus artıĢ oranı %2 ve ortalama yaĢam süresi 60.9 yıl olarak belirlenmiĢtir.8 Yukarıdaki tabloda yer alan bilgiler ve bunlara dayalı olarak yapılan değerlendirmeler Türkmenistan Cumhuriyeti sınırları içinde yaĢayan nüfusla ilgilidir. Ayrıca Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri baĢta olmak üzere diğer bazı ülkelerde de Türkmenlerin yaĢadığı bilinmektedir. Türkmenistan dıĢında yaĢayan Türkmenlerin sayısına iliĢkin farklı tahminlerde bulunulmaktadır. Bu tahminlerden birine göre, eski Sovyet sınırları dıĢında yaĢayan toplam Türkmen sayısı 3 milyon olup bunun 2 milyonu Ġran Horasanı‟nda ve 1 milyona yakını da Kuzey Afganistan‟da yaĢamaktadır.9 Diğer bir kaynağa göre ise, eski Sovyet sınırları dıĢında yaĢayan toplam Türkmen sayısı 2 milyon civarındadır ve bunun 500 bini Ġran‟da, 500 bini Afganistan‟da, 200 bini Irak‟ta, kalanı ise Türkiye ile diğer Yakın Doğu ülkelerinde yaĢamaktadır.10 Bir baĢka kaynak da eski Sovyet sınırları dıĢında yaĢayan toplam Türkmen sayısının 2 milyon olduğunu ve bunun 500 bininin Ġran‟da, 500 bininin Irak‟ta, 400 bininin Afganistan‟da ve 300 bininin Türkiye‟de yaĢadığını belirtmektedir.11 Eski Sovyetler Birliği, yeni BDT ülkeleri arasında Türkmen nüfus Tacikistan ve Özbekistan‟da yoğunlaĢmaktadır. Bunların toplamı Özbekistan‟da 122 bin, Özbekistan‟a bağlı Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti‟nde 60 bin ve Tacikistan‟da 20 bin olmak üzere 200 bin civarındadır.12 Türkmenistan idari bakımdan 5 bölge/vilayetten oluĢmaktadır. Barındırdıkları nüfus itibariyle bu bölgeler Marı Vilayeti (%23), DaĢoğuz Vilayeti (%21), Lebap Vilayeti (%20), Akhal Vilayeti (%14), AĢkabat (%12) ve Balkan Vilayeti (%8) Ģeklinde sıralanmaktadır (bkz. Tablo: 2). Türkmenistan‟ın en büyük Ģehri BaĢkent AĢkabat‟tır. AĢkabat‟ın nüfusu 1897 yılında 19.426 kiĢi, 1908 yılında 39.867 kiĢi, 1911 yılında 45.384 ve 1926‟da ise 51.593 kiĢi olarak belirtilmektedir.13 Görüldüğü gibi Ģehrin nüfusu 29 yılda iki buçuk kat artmıĢtır. 1926 yılında Ģehir nüfusunun %52.4‟ü Rus, %11.3‟ü Ermeni, %4.3 Ġranlı ve sadece %2.2‟si Türkmenlerden ve %29.8‟i diğer etnik gruplardan oluĢuyordu.14 Bu etnik durum da göstermektedir ki, Ģehrin nüfusu yoğun Rus göçü nedeniyle böyle hızlı bir artıĢ göstermiĢtir. Tablo 3: Nüfusu 50 Binden Fazla OlanġehirlerinNüfuslarının GeliĢimi

1293

1995

1996

1997

1998

AĢkabat 551.4

559.7

568.3

604.7

Türkmenabad197.1196.4198.1 203.0 DaĢoğuz 145.8

152.1

154.8

165.4

Marı

115.1

119.8

123.0

Nebitdağ100.6 101.0

104.7

108.0

TürkmenbaĢı65.5 65.8

68.1

70.3

Bayramali54.9

56.0

58.5

60.3

Tejen

49.8

51.1

52.5

53.7

Kızılarbat 48.0

48.0

49.4

50.9

112.8

Kaynak: Statistical Yearbook of Turkmenistan 1998, Ashgabat, 1999, s. 24. 1939 yılına gelindiğinde AĢkabat‟ın nüfusu 126.500 kiĢi, 1959 yılında 169.900 kiĢi, 1970‟te 253.118 kiĢi, 1983‟te 338.000 kiĢi ve 1998‟de 604.700 kiĢi olmuĢtur.15 AĢkabat nüfusu içinde Türkmenlerin oranı 1970 yılında %38 kadar iken Ģehirde Rusların oranı %42.7 idi. 16 1983‟te Türkmenlerin oranı %40 civarına çıkmıĢ, %50 sınırını ancak bağımsızlık sonrası dönemde aĢabilmiĢtir. AĢkabat 1998 itibariyle, ülkenin toplam kent nüfusunun %27‟sini barındırmaktadır. Türkmenistan‟ın diğer önemli Ģehirleri Türkmenabad, DaĢoğuz, Marı, Nebitdağ, TürkmenbaĢı, Bayramali, Tejen ve Kızılarbat Ģeklinde sıralanmaktadır (bkz. Tablo: 3). II. Nüfusun Cinsiyete GöreDağılımı Türkmenistan‟da nüfusun cinsiyete göre dağılımına bakıldığında, kadın nüfusun erkek nüfusa oranla bir miktar fazla olduğu görülmektedir. Toplam nüfustaki kadın oranı 1995 yılından bu yana %50.4 oranını korumaktadır (bkz. Tablo: 4). Ülkede kentli kadınların eğitim düzeyi kırsal bölgede yaĢayan kadınlardan daha yüksektir ve kadınların okur-yazarlık oranı %99.9 olarak belirlenmiĢtir.17 Türkmenistan‟da kadınlar ekonomik faaliyetlerde aktif görev almaktadırlar. Ekonomik açıdan aktif kadınların oranı %43.2‟dir. Türkmen parlamentosundaki temsilcilerin %18‟i kadındır. Bu oran diğer geliĢmiĢ ülkelerde %11 civarındadır.18 Tablo 4: Türkmenistan‟da Nüfusun Cinsiyete Göre Dağılımı Erkek Nüfus

Toplam

Kadın Nüfus

MiktarMiktar

YıllarNüfus(Bin kiĢi) % (Bin kiĢi) 19954587.42275.4 49.6

%

2312.0 50.4

1294

19964710.42336.4 49.6

2374.0 50.4

19974846.82404.0 49.6

2442.8 50.4

19984993.52476.8 49.6

2516.7 50.4

Kaynak: Statistical Yearbook of Turkmenistan 1998, Ashgabat, 1999, s. 17. III. Nüfusun Ġstihdam Yapısı Türkmenistan‟da istihdam edilen toplam iĢgücü 1998 yılı itibariyle 1.838.700 kiĢidir. Bunun %12.5‟i sanayi, %48.3‟ü tarım, %5.9‟u inĢaat, %4.3‟ü ulaĢım ve haberleĢme ve kalanı da diğer sektörlerde istihdam edilmektedir (bkz. Tablo: 5). Görüldüğü gibi istihdamın sektörel dağılımında tarım sektörü hakim durumdadır. 1995-1998 dönemine bakıldığında tarım sektörünün toplam istihdamdaki payının %44.8‟den, %48.3‟e yükseldiği görülmektedir. Bu dönemde sanayi sektörünün payında da az da olsa artıĢ gözlenmiĢ ve bu pay %10.1‟den, %12.5‟e yükselmiĢtir. Söz konusu dönemde en bariz düĢüĢ ise inĢaat sektöründe yaĢanmıĢ ve bu sektörün payı 1995‟te %9.1 iken 1998‟e gelindiğinde %5.9‟a gerilemiĢtir. Türkmenistan‟ın doğal kaynaklara dayalı sanayilerde ciddi potansiyeli olmasına rağmen ekonomisi hâlâ büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Ülkenin en temel tarımsal ürünü olan pamuk ekilebilen toprakların %50‟sini ve toplam tarımsal ürün miktarının %60‟ını oluĢturmaktadır. Tarım sektöründeki bu aĢırı uzmanlaĢma, ekonomiyi gıda ithalatına bağımlı kılmaktadır. Sonuçta Türkmenistan tahıl tüketiminin %65‟ini ve Ģekerin tümünü ithal etmektedir.19 Ġstihdam konusuna kamu sektörü-özel sektör dağılımı açısından bakıldığında, 1998 yılı itibariyle kamu ağırlığının sürdüğü görülmektedir. Söz konusu yılda toplam istihdamın %80‟i devlet giriĢimleri, çiftçi birlikleri ve hükümet yönetimi tarafından sağlanmıĢtır.20 IV. Nüfusun Etnik Yapısı Türkmenistan‟da asıl unsuru oluĢturan Türkmenler, son yıllardaki geliĢmelerin de katkısıyla, toplam nüfusun %80‟ini oluĢturmakla birlikte ülkede yüz civarında etnik unsurun yaĢadığı bilinmektedir. 1959 yılında ülkede Türkmen ve diğer etnik unsurlar arasındaki oran %60‟a %40 civarında idi. Türkmenlerin toplam nüfusa oranı 1959-1989 döneminde %60‟dan %72 düzeyine yükselmiĢtir. Bu dönemde Türkmen nüfus oranının artıĢında ülkeye dıĢ göçün hızını kaybetmesi yanında, Türkmenlerde doğurganlık oranının Slav unsurlara göre belirgin bir Ģekilde yüksek oluĢu da belirleyici olmuĢtur. Aynı dönem boyunca ülkede ikinci büyük nüfus topluluğunu Ruslar oluĢturmuĢtur. Rusların toplam nüfusa oranı 1959 yılında %17 gibi yüksek bir oran iken, izleyen yıllarda azalma trendi izlemiĢ ve 1970‟de %14.5, 1979‟da 12.6 ve 1989‟da %9.5 düzeyine inmiĢtir (bkz. Tablo: 6). Türkmenistan‟da üçüncü büyük etnik grubu Özbekler oluĢturmaktadır. Özbek nüfus ülkede istikrarlı bir seyir izlemiĢ ve %8 civarında bir oranla 1959-1989 aralığında üçüncü sıradaki yerini

1295

korumuĢtur. Ülkede daha sonra sırayla Kazak, Tatar, Ukraynalı, Ermeni, Azeri ve diğer etnik gruplar gelmektedir (bkz. Tablo: 6). Türkmenistan‟ın etnik yapısı, 1991 yılında ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonraki süreçte yapısal bir değiĢiklik geçirmiĢtir. Bunda en önemli sebep daha önceki dönemlerde göç alan ülkenin 1991 sonrası dıĢarıya hızlı bir Ģekilde göç vermesidir. Ülke dıĢına göçenlerin baĢında Ruslar ve Ukraynalılar gelmektedir. Sovyet döneminde ülkede hakim/yönetici sınıf durumunda olan Slav unsurlar eski Sovyetlerin dağılması ve bağımsız cumhuriyetlerin ortaya çıkmasıyla bir anda azınlık durumuna düĢmüĢlerdir.21 Bağımsızlığın beraberinde getirdiği resmi ve eğitim dili değiĢiklikleri, milliyetçi kesimlerin söylemleri de bu unsurları tedirgin eden ve göçe zorlayan nedenler arasında sayılabilir. Bütün bunların yanında yaĢanan ağır ekonomik kriz de göçün temel faktörlerinden biridir. Kendi memleketleri olarak gördükleri ve daha büyük bir ekonomik güç olarak düĢündükleri Rusya‟da daha rahat bir düzen kurma ve kendini güvende hissetme arzusu da göçü hızlandıran önemli sebeplerdir. Bu geliĢmeler sonucunda 1989 yılında Türkmenistan‟da 335.700 Rus varken bu sayı 1998‟e gelindiğinde 149.800‟e (%3) inmiĢtir. Bu süreçte ülkeden 200 bine yakın Rus nüfusun göç ettiği anlaĢılmaktadır. Bu hızlı göçün ülke ve bölge açısından sosyal ve ekonomik sonuçları ayrı bir inceleme konusu olacak kadar önemli olup, burada sadece konuya iĢaretle yetiniyoruz. Göç olgusuyla beraber Türkmenlerin toplam nüfus içindeki oranı %80‟i aĢmıĢ ve Özbekler (%9) ikinci büyük etnik grup haline gelmiĢtir. Böylece ülkede Türk asıllı Müslüman nüfus %95 gibi yüksek bir orana yükselmiĢtir. V. Nüfusun YaĢ GruplarınaGöre Dağılımı Türkmenistan nüfusu genç bir nüfus özelliği göstermektedir. YaĢ grupları itibariyle nüfusun dağılımına bakıldığında 0-14 yaĢ grubunda bulunanlar toplam nüfusun %40.3‟ünü oluĢturmaktadır (bkz. Tablo: 7). alıĢma çağındaki nüfusa22 bakıldığında ise (tabloda 15-59 dilimi), toplam nüfusun %54‟ü bu yaĢ grubuna girmektedir. Doğurganlık çağı olarak kabul edilen 15-49 yaĢ dilimine bakıldığında da toplam nüfusun %49.5‟ini bu grubun oluĢturduğu görülmektedir. Ülke nüfusunun dikkat çeken bir özelliği de yaĢlı nüfusun azlığıdır. Gerçekten de 60 ve üzeri yaĢ grubuna bakıldığında toplam nüfusun %5.7‟si civarında kaldığı görülmektedir. Bütün bu veriler Türkmenistan nüfusunun dinamik bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Tablo 7: YaĢ Gurupları Ġtibariyle TürkmenistanNüfusunun GeliĢimi (%) YaĢ Grupları 1995 1996 1997 1998 0-4

14.5

14.1

13.4 12.5

5-9

14.0

13.9

13.8 13.8

1296

10-14

11.8

12.0

12.3 12.7

15-19

10.2

10.1

10.3 10.4

20-24

9.1

9.2

9.2

9.2

25-29

8.2

8.2

8.3

8.2

30-34

7.6

7.6

7.4

7.4

35-39

6.6

6.7

6.9

6.9

40-44

4.6

4.8

5.0

5.3

45-49

3.2

3.4

3.6

3.7

50-54

1.9

1.8

1.9

2.1

55-59

2.6

2.5

2.3

2.0

60-64

1.9

1.9

1.9

2.0

65-69

1.8

1.7

1.6

1.6

70 ve üzeri

2.0

2.1

2.1

2.2

ÇalıĢma çağı altı nüfus42.442.1 41.6

41.2

ÇalıĢma çağındaki nüfus 50.5 50.9

51.4

52.7

ÇalıĢma çağı sonrası nüfus 7.1

7.0

7.0

6.1

Toplam

100

100

100

100

Kaynak: Statistical Yearbook of Turkmenistan 1998, Ashgabat, 1999, s. 18. VI. Evlenme ve BoĢanmaOranları Türkmenistan toplumsal yapısında evlenme döneminin oldukça genç yaĢlarda baĢladığı ve toplumun 16 yaĢ üstündeki kısmında, 25 yaĢına gelmeden evlenme oranının %75 olduğu, evlenme yaĢının 14‟e kadar inebildiği; yine 16-60 arasındaki evlenmiĢ olanların %95‟inin evliliği sürdürdüğü, sadece %5‟inin boĢanmıĢ ve dul olduğu belirtilmektedir.23 Türkmenistan‟da 1995-1998 dönemine bakıldığında evlenme sayısında tedrici bir düĢüĢ yaĢandığı görülmektedir. 1995 yılında ülkede toplam evlilik sayısı 33.300 iken 1998 yılında 26.400 evlilik gerçekleĢtirilmiĢtir. Diğer bir ifade ile 1995 yılında her bin kiĢide 6 kiĢi evlenmiĢken, 1998 yılında bin kiĢide 5 kiĢi evlenmiĢtir. Evlenme sayılarına kır-kent açısından bakıldığında evlenme sayısının kırsal alanda daha yüksek olduğu görülmektedir. 1998 yılında ülkede gerçekleĢen 26.400 evlilikten 11.600‟ü kentte (%44), 14.800‟ü ise kırsal kesimde (%56) gerçekleĢmiĢtir (bkz. Tablo: 8). Türkmenistan‟da boĢanma oranlarına bakıldığında her 1000 kiĢide ortalama 1 kiĢi civarında olduğu görülmektedir. Genel olarak boĢanma oranları düĢük olmakla beraber, nüfusun kır-kent

1297

dağılımı açısından bakıldığında boĢanmanın daha çok Ģehirlerde yaygın olduğunu, kırsal alanda hayli az olduğunu söylemek mümkündür. 1998 yılında ülkede meydana gelen 5300 boĢanma olayından 4900‟ü Ģehirde, sadece 400‟ü kırsal alanda olmuĢtur. Diğer bir ifade ile ülkede her 1000 kiĢide boĢanma sayısı Ģehirde 2.4 (1998) iken, bu sayı kırsal alanda sadece 0.2 düzeyindedir (bkz. Tablo: 8). Tablo 8: Türkmenistan‟da Evlenme ve BoĢanma Oranları YıllarEvlenmeHer 1000 KiĢide BoĢanma

Her 1000 KiĢide

Sayısı Evlenme Sayısı BoĢanma (Bin KiĢi) Sayısı (Bin KiĢi) Sayısı Toplam Nüfus 1995 33.3

6.0

7.4

1.3

1996 30.2

6.8

6.6

1.5

1997 30.0

5.8

6.5

1.3

1998 26.4

5.3

5.6

1.1

1995 14.4

5.6

7.1

2.7

1996 13.0

6.2

6.4

3.1

1997 12.8

5.4

6.3

2.7

1998 11.6

4.9

5.6

2.4

1995 18.9

0.4

7.6

0.2

1996 17.2

0.6

6.8

0.2

1997 17.2

0.4

6.6

0.2

1998 14.8

0.4

5.6

0.2

ġehir Nüfusu

Kır Nüfusu

Kaynak: Statistical Yearbook of Turkmenistan 1998, Ashgabat, 1999, s. 23. Sonuç Orta Asya cumhuriyetleri içinde yüzölçümü itibariyle Kazakistan‟dan sonra ikinci büyük ülke durumunda olan Türkmenistan, nüfus miktarı ve yoğunluğu bakımından dördüncü sırada yer almaktadır. Türkmenistan bölge cumhuriyetleri içinde nüfus artıĢ hızı en yüksek olan ülke olup, nüfusun %55‟i kırsal alanda yaĢamaktadır. Ülkenin en büyük kenti toplam kent nüfusunun %27‟sini barındıran baĢkent AĢkabat‟tır. 1970 yılı Türkmenistan nüfusunun artıĢı ve kır-kent dağılımı açısından

1298

dönüm noktası olmuĢtur. Ülkede nüfusun iki katına çıkma süresinin 23 yıl civarında olduğu görülmektedir. Halen toplam nüfus 5 milyonu aĢmıĢ bulunmaktadır. Türkmenistan‟da nüfus artıĢ hızı %2 civarında ve ortalama yaĢam süresi 60 yıldır. Türkmenistan Cumhuriyeti‟nin toplam nüfusunun yaklaĢık 4 milyonu Türkmenlerden, kalan kısmı diğer etnik unsurlardan oluĢmaktadır. Ayrıca Türkmenistan dıĢında, BDT ülkelerinde 200 bin, diğer ülkelerde de (Ġran, Afganistan, Irak, Türkiye) 2-3 milyon civarında Türkmenin yaĢadığı belirtilmektedir. Türkmenistan‟da Türkmenlerden baĢka Özbekler, Ruslar, Kazaklar, Tatarlar diğer önemli etnik unsurları oluĢturmaktadır. Türkmenistan nüfusunun cinsiyet dağılımına bakıldığında dengeli bir dağılım olduğu görülmektedir. Kadın-erkek nüfusu hemen hemen bire bir durumdadır. YaĢ grupları açısından bakıldığında ise ülkenin genç bir nüfus yapısına sahip olduğu söylenebilir. Gerçekten de 0-14 yaĢ grubu toplam nüfusun %40‟ını oluĢturmakta, 60 ve üzeri yaĢ grubunun oranı %5 civarında kalmaktadır. Sektörlere göre nüfusun dağılımına bakıldığında, toplam nüfusun %50‟ye yakınının tarım sektöründe, %12‟sinin sanayi sektöründe istihdam edildiği; toplam istihdam içinde kamu ağırlığının büyük oranda sürdüğü görülmektedir. Türkmenistan nüfusu son on yıllık dönemde, gerek hızlı nüfus artıĢ oranı, gerekse yaĢanan iç ve dıĢ göçler ve kapsamlı ekonomik reformlar nedeniyle dinamik bir süreç yaĢamıĢtır. Bu süreç nüfusun miktarı, etnik kompozisyonu, bölgesel dağılımı ve istihdam yapısı üzerinde önemli değiĢimlere yol açmıĢ bulunmaktadır. 1 Albrecht Frischenschlager, “Siyasi ve Ekonomik Bağımsızlık Yolundaki Türkmenistan”, Avrasya Etüdleri, S: 3, Sonbahar 1995, s. 38-39. 2 Nermin Güler, “GeçiĢ Sürecinde Türkmenistan‟ın Siyasi Yapısı: TürkmenbaĢı Modeli”, Avrasya Dosyası, C: 7, S: 2, Yaz 2001, s. 103. 3 GeniĢ bilgi için bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “Türkmenistan Devleti‟nin DıĢ Politikasının Temel Sacayağı: Daimi Tarafsızlık Statüsü”, Avrasya Dosyası, C: 7, S: 2, Yaz 2001, s. 124-142. 4 ĠTO, Türkmenistan Ülke Profili, Mevzuat ve Türk GiriĢimcileri, Ġstanbul, 1998, s. 13. 5 Örnek olarak bkz. Y. Miroğlu, “Sovyet Türkistan‟ı Nüfusunun Dinamiki”, Dergi, Yıl: 5, S: 18, 1959, s. 3-18; Y. Mironenko, “Sovyetler Birliği‟nin 15.1.1959 Nüfus Sayımı Rakamlarına Göre Kuzey Türkistan Nüfusunun Dinamiği”, Dergi, Yıl: 6, S: 22, 1960, s. 38-46; Ġbrahim Yarkın, “Sovyet Rejimi Altında Türkistan‟da Rus Göçmeni YerleĢtirme ve Nüfus Meselesi”, Türk Kültürü, C: 6, S: 63, Ocak 1968, s. 39-44; B. Zakir AvĢar-Ferruh Solak-Selma Tosun, “Eski Sovyetler Birliği‟ndeki Rus ve Diğer Slav Nüfusunun Günümüzde ve Gelecekteki Yapısı”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, S: 340, Nisan 1994, s. 25-36; Fahri Solak, “Kazakistan‟ın Demografik Yapısı”, Çerçeve, Yıl: 3, S: 10, 1994, s. 24-27; Nadir Devlet, “Bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin Sınırlarının Tarihi, Coğrafi ve Etnik Sorunları”, Avrasya

1299

Etüdleri, C: 1, S: 4, KıĢ 1995, s. 30-39; Cunthia Weber-Ann Goodman, “Sovyetler Birliği‟nde Nüfus Politikasıyla Ġlgili TartıĢmalar: Rusya‟da Müslümanlara KarĢı Nüfus Emperyalizmi”, Derl. ve ev., Ġsmail Orhan Türköz, ÇöküĢ Öncesi Sovyetler Birliği‟nde Ġslamiyet ve Müslümanlar, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1997 içinde, s. 162-177; s. 99-105; Z. AvĢar-Ferruh Solak, “21. Yüzyılda Türk Dünyası [1950-1925 (95 olmalı)]

Demografik Ġnceleme”, Yeni Türkiye, Yıl: 3 S: 15, Mayıs-

Haziran 1997, s. 74-152; Yakup Deliömeroğlu, “Kazakistan‟ın Etnik Yapısının Bazı Demografik, Politik ve Sosyo-Psikolojik Görüntüleri”, Bilig, S: 9, Bahar 1999, s. 19-27; Valeri Aleksandroviç TiĢkov, “Eski Sovyet Alanında Etnik Problemler ve atıĢmalar”, Stratejik Analiz, C: 1, S: 8, Aralık 2000. 6

Örnek olarak bkz. The Economist Intelligence Unit (EIU) Ülke Raporları.

7

Stanislav Zhukov, “Economic Development in the States of Central Asia”, Rumer Boris (Ed.),

Central Asia in Transition: Dilemmas of Political and Economic Development, New York, 1996, s. 131; Hasan Kanbolat, “Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Cumhuriyeti”, Yeni Türkiye, Yıl: 3, S: 16, Temmuz-Ağustos 1997, s. 1337; Pomfret, Rishard, The Economies of Central Asia, Princeton, 1995, s. 120; Yuriy Kulchik vd., Central Asia After the Empire, London, 1996, s. 84; ĠTO (1998), s. 16. 8

The Economist Intelligence Unit (EIU), Country Profile 2001, s. 37.

9

Mehmet Saray, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Ankara: TTK, 1996, s. 330.

10 Nadir Devlet, ÇağdaĢ Türk Dünyası, Ġstanbul: M. Ü. Yay., 1989, s. 190. 11 Nevzat Özkan, Türk Dünyası-Nüfus, Sosyal Yapı, Dil, Edebiyat-, Kayseri: Geçit Yay., 1997, s. 60. 12 Özkan, a.g.e., s. 60. 13 Turkmenskaya SSR, s. 475. 14 Turkmenskaya SSR, s. 475. 15 1998 yılı dıĢındaki veriler için bkz. Turkmenskaya SSR, s. 475. 16 Devlet, a.g.e., s. 191. 17 Güngör Turan, “10 Yıllık Süreç Ġçinde Türkmenistan‟ın Ġnsan Kaynakları GeliĢiminde YaĢanan Sorunlar ve 2010 Yılı Ġçin Olasılıklar”, Avrasya Etüdleri, S: 20, Yaz 2001, 10. Yıl Özel Sayısı, s. 154. 18 Turan, a.g.m., s. 156. 19 Frischenschlager, a.g.m., s. 44-45. 20 Turan, a.g.m., s. 146. 21 GeniĢ bilgi için bkz. Süleyman Sırrı Terzioğlu, “Türkmenistan‟ın Azınlıklar Konusundaki Siyaseti”, Avrasya Dosyası, C: 7, S: 2, Yaz 2001, s. 111-123. 22 Türkmenistan‟da çalıĢma çağı erkekler için 16-61 yaĢları; kadınlar için 16-56 yaĢları arasıdır. 23 TĠKA, Türkmenistan Ülke Raporu, Ankara, 1995, s. 8. Ayrıca bkz. DurmuĢ Tatlılıoğlu, “Din Sosyolojisi Açısından Türkmen Ailesi ve KuruluĢu (Düğün, Nikah ve BoĢanma)”, Akademik AraĢtırmalar, S: 9-10, Mayıs-Ekim 2001. Demografiçeskiy Entsiklopediçeskiy Slovar, Moskva, 1985.

1300

Devlet, Nadir, ÇağdaĢ Türk Dünyası, Ġstanbul: M. Ü. Yay., 1989. EIU, Country Profile 2001. EIU, Country Report, June 2001. Erol, Mehmet Seyfettin, “Türkmenistan Devleti‟nin DıĢ Politikasının Temel Sacayağı: Daimi TarafsızlıkStatüsü”, Avrasya Dosyası, C: 7, S: 2, Yaz 2001, s. 124-142. Frischenschlager, Albrecht, “Siyasi ve Ekonomik Bağımsızlık Yolundaki Türkmenistan”, Avrasya Etüdleri, S: 3, Sonbahar 1995, s. 38-50. Güler, Nermin, “GeçiĢ Sürecinde Türkmenistan‟ın Siyasi Yapısı: TürkmenbaĢı Modeli”, Avrasya Dosyası, C: 7, S: 2, Yaz 2001, s. 97-110. Hasan Kanbolat, “Bağımsızlık Sürecinde Türkmenistan Cumhuriyeti”, Yeni Türkiye, Yıl: 3, S: 16, Temmuz-Ağustos 1997, s. 1330-1346. ĠTO, Türkmenistan Ülke Profili, Mevzuat ve Türk GiriĢimcileri, Haz., S. Tayfun Ok-Volkan Aydos, Ġstanbul, 1998. ĠTO, Türkmenistan, Haz., Erdoğdu Pekcan, Ġstanbul, 1992. Kulchik, Yuriy vd., Central Asia After the Empire, London, 1996. Özkan, Nevzat, Türk Dünyası-Nüfus, Sosyal Yapı, Dil, Edebiyat-, Kayseri: Geçit Yay., 1997. Rishard, Pomfret, The Economies of Central Asia, Princeton, 1995. Saray, Mehmet, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Ankara: TTK, 1996. Statistical Yearbook of Turkmenistan 1998, Ashgabat, 1999. Tatlılıoğlu, DurmuĢ, “Din Sosyolojisi Açısından Türkmen Ailesi ve KuruluĢu (Düğün, Nikah ve BoĢanma)”, Akademik AraĢtırmalar, S: 9-10, Mayıs-Ekim 2001. Terzioğlu, Süleyman Sırrı, “Türkmenistan‟ın Azınlıklar Konusundaki Siyaseti”, Avrasya Dosyası, C: 7, S: 2, Yaz 2001, s. 111-123. TĠKA, Avrasya Dosyası, Türkmenistan Özel Sayısı, S: 87, Kasım 1997/2. TĠKA, Türkmenistan Ülke Raporu, Ankara, 1995. Turan, Güngör, “10 Yıllık Süreç Ġçinde Türkmenistan‟ın Ġnsan Kaynakları GeliĢiminde YaĢanan Sorunlar ve 2010 Yılı Ġçin Olasılıklar”, Avrasya Etüdleri, S: 20, Yaz 2001, 10. Yıl Özel Sayısı, s. 141162. Turkmenskaya SSR, AĢhabat, 1984. Zhukov, Stanislav, “Economic Development in the States of Central Asia”, Rumer Boris (Ed.), Central Asia in Transition: Dilemmas of Political and Economic Development, New York, 1996, s. 106135.

1301

Türkmenistan'da Sosyal Yapı / Yrd. Doç. Dr. DurmuĢ Tatlılıoğlu [s.808-814] Cumhuriyet Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi / Türkiye GiriĢ Bu çalıĢmada Türkmenistan‟da sosyal yapı konusu ele alınıp incelenmektedir. Sosyal yapı çeĢitli sınıflamaların sistematik Ģeklidir. Sosyal yapıyı oluĢturan her unsur, yerine getirdikleri fonksiyon ve varlıkları itibariyle yapıyı tamamlayıcı bir nitelik taĢır. Unsurlardan bağımsız bir yapı düĢünülemez. Toplumların geçirdikleri tarihi geliĢme seyri düzensizliğe fazla müsaade etmez. Ġstikrarsız dönemler ve buhranlar toplum hayatının bir bölümüdür. Asıl önemli olan istikrar ve denge dönemleridir. Ġlk çağlardan beri çok sayıda medeniyete beĢiklik eden Türkmenistan, Ortaçağ‟da Ġpek Yolu baĢta olmak üzere çeĢitli yolların geçtiği, hatta bunların çoğu yerde kesiĢerek kavĢak noktasına dönüĢtüğü bir geçit konumunda bulunmaktadır. Türklerin yaklaĢık bin yıl kadar önce at sırtında, çadırlarıyla Anadolu‟ya gelirken, köklü bir medeniyeti de beraberinde taĢıdıkları çok iyi bilinmektedir. Onun için, burada sahip olduğumuz kültürün kaynağı sorulduğunda, hemen ata yurdu Türkmenistan akla gelmektedir. Türkmenlerin eski tarihi, bütün dünya Türklüğünün tarihi ile birdir. Bu nedenle Türkmenlerin sosyal yapılarını incelerken tarihine de bir göz atmamız gerekmektedir. Ayrıca sosyal yapı içersinde Türkmenistan‟ın geçmiĢi ve günümüzdeki özellikleri hakkında bilgiler verilecektir. 1. Türkmen Adı ve Tarihi Türkmen adının tarih sahnesine çıkıĢı 10. yüzyıla rastlamaktadır. Bu ad genel bir adlandırma olarak yerleĢik hayata geçmiĢ Türkler için, ağırlıklı olarak da Müslüman Oğuz boyları için kullanılmıĢtır. Ġslam kaynaklarının ifadesine göre Müslüman olan Oğuzlara, Türkmen denilmektedir.1 Türkmen kelimesinde olduğu gibi Müslüman olan Kuman, Karaman, Ataman, ve Kölemenlerin adlarında görülen -men, -man, eklerinin Müslüman Türklerin isimlerinin sonuna o devirde eklendiği söylenmektedir. Türkmen adı, ilk defa VIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde yazılmıĢ olan Göktürk kitabelerinde geçmektedir.2 Türkmenler, Türklerin Oğuz grubundandır. Oğuzlar yirmi dört boydan meydana gelmektedir. Bunlar; Kayı, Bayat, Alka-Öyli, Gara-Öyli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, AvĢar, Kızık, Begdili, Garkın, Bayındır, Bicene, avundur, epni, Salur, Eymür, Ala-Yundlu, Üregir, Ġğdir, Bügdüz, Yıva ve Kınık‟dır.3 Oğuz boyları, Sır-ı Derya‟dan Hazar‟a, Aral‟dan Horasan‟a kadar olan bölgede yaĢamıĢlardır. Yabgu önderliğinde Oğuzların kurduğu devletin baĢkenti Sır-ı Derya kenarındaki Yenikent‟tir.4 Türkmen adı bugün dar manada Türkmenistan Cumhuriyeti‟nde yaĢayan Türkmenler ile Irak, Ġran, Suriye ve Anadolu‟daki Türkmen boylarına mensup olanlar için kullanılmaktadır. Günümüzde

1302

Türkmenistan‟da, Teke, Yemut, avuldur, Göklen, Sarıg, Salur ve Ersari gibi kabileler çoğunlukta bulunmaktadır. Türkmenistan Demokratik Cumhuriyeti‟nde yer alan Türkmen boyları; Teke (ÖtemiĢ, TohtamıĢ), Sarık, Salar (Karaman, Kıpçak, Yalvaç), Yomut, Ersarı (Ok, Alaç, Kara, Bükeyi), avdur, Göklen (Koy, Bayat, Kınık, Kayı)‟dir. Günümüzde bu boylar, Teke, Ahal ve Merv vadilerinde, Sarık; Orta Murgap‟ta, Salur; Merv civarında ve Kuzey Ġran‟da, Yomut; Hazar denizinin güney sahilleri ile Hive‟nin güneybatısında, Ersarı; Amuderya orta mecra ile Hoca Salih civarında, avdur; Hive ile Hazar arasında, Göklen ise Ġran‟da bulunuyor. Türkmenler, esas itibariyle IX. yüzyılda Salır-Kınık, Yazır ve Kayı-Bayat boylarından birleĢen Oğuzlardan gelmektedir. Türkmen medeniyetinin oluĢmasında bu topraklarda hüküm sürmüĢ olan birçok kültür ve halkın etkisi olduğu kabul edilmektedir. Bugünkü Türkmen kültüründe binlerce yıldan bu yana süregelen rengarenk kültür unsurları bulunmaktadır. XI.-XIII. yüzyıllarda Türkmenistan‟da devlet kuran Selçuklular ve HarzemĢahlar döneminde kültürel hayat çok geliĢmiĢtir. Türkmenlerin inĢa ettikleri cami, türbe ve diğer göz kamaĢtırıcı binalar dönemin en değerli eserleri olmuĢtur. Bu dönemde Harezm‟in baĢkenti Gürgenç (Bugünkü Köne Ürgenç) büyük bir bilim merkezi niteliği taĢımıĢtır. Merv ( bugünkü Mari) Ģehri ise bir bilim ve kültür merkezi olmuĢtur. Türkmen sözünün anlamı için çeĢitli yorumlar yapılmaktadır. Avrupalı tarihçiler, Türkmen adını “Saf Kanlı Türk” olarak nitelendirirken, Türkiyeli tarihçiler “Özen Türk” yani “Türk Halklarının Kökü” diye değerlendirmektedirler. Türkmen adının manası yolundaki görüĢler genelde “Türk‟e Benzer, veya konar-göçer Türk” olabileceği üzerindedir.5 Türkmenistan‟da ilk insan yerleĢimi M. Ö. 7000 ile 5000 yıllarında gerçekleĢtiği, Toğalaktepe, obantepe ve Göktepe bölgelerinde bulunan kalıntılardan anlaĢılmaktadır. M. Ö. 8 -6. yüzyıllarda Güneybatı Türkmenistan‟da Hazar ve Dah Kabileleri, Kuzeydoğuda Massagitler, Amuderya‟nın aĢağı kısımlarında Harzemliler, Murgap vadisinde Margianlar ve Köpet dağının kuzey eteklerinde ise Parfiyalılar yaĢamıĢlardır. Makedon Ġmparatoru Büyük Ġskender M. Ö. 334 yılında Türkmenistan topraklarına gelip Ahemeniler Devleti‟ni yıkar ve Parfiya bölgesini ele geçirir. M.Ö. 3. yüzyıla kadar egemenliği sürer. M. Ö. 247 yılında Parfiya Devleti ortaya çıkar. Parfiya‟nın baĢkenti bugünkü AĢkabat‟a 15 km. uzakta yer alan Bağır köyü yakınlarındaki Nusay Kalesi‟dir. Bundan sonra sırasıyla, Romalılar, Partlar ve Sasaniler bu topraklarda hüküm sürmüĢlerdir.6 641 yılında Horasan Ġslam topraklarına dahil edilmiĢtir. 671‟de Amül (arcov) ile Zâm (Kerki) Ģehrini de ele geçiren Ġslam kuvvetleri, Harzem‟e kadar ilerlemiĢler; ancak Harzem, Müslümanlar tarafından 711 yılında fethedilmiĢtir.7 821-878 yılları arasında Tahiriler, 900 yılına kadar Saffarilerin yönetimde kalmıĢ ve daha sonra bölgeye Samaniler hakim olmuĢtur. Harzem, Memunilerce idare edilmiĢtir. Karahanlıların 999‟da Buhara‟yı almaları ile birlikte Samani Devleti yıkılmıĢtır. 940 yılında boy devletleri Karahanlıların

1303

buyruğu altına girmiĢlerdir. Karahanlı Saltuk Buğra Han Dönemi‟nde Oğuzlar kitleler halinde Müslüman olmuĢlardır. V. yüzyıldan itibaren Oğuzlar, Ceyhun kenarları ve Hazar ile Aral gölü arasına yerleĢirler. ağrı ve Tuğrul Beyler, 1040 yılında Dandanakan SavaĢı‟nda Gazne Sultanını yendikten sonra Selçuklu Devleti‟ni kurarlar. 1071 yılında Sultan Alpaslan, Malazgirt savaĢında Bizans ordularını yenerek Anadolu‟nun kapısını Türklere açar. Daha sonra Gazneliler, Büyük Selçuklular, HarzemĢahlar, Moğol Devri, Timur Dönemi, Özbek Hanları, Safaviler ve Ruslar buraya hakim olmuĢlardır.8 2 ġubat 1920‟de Harzem Halk Sovyet Cumhuriyeti ve 2 Eylül 1920‟de Buhara Halk Sovyet Cumhuriyeti kurulur. 27 Ekim 1924‟de Ruslar, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan Cumhuriyetlerini kurarak, Türkistan‟ı beĢ ayrı Cumhuriyet halinde Sovyet merkezine bağlarlar. Sovyetler Birliği‟nin dağılma sürecine girmesi üzerine, Türkmenler de kendi Cumhuriyetlerini kurmak üzere harekete geçmiĢ ve Türkmenistan Meclisi, 27 Ekim 1991‟deki olağanüstü toplantısında oy birliği ile Türkmenistan Devleti‟nin kurulmasına karar vermiĢtir. 27 Ekim, Türkmenistan‟ın bağımsızlık günü olarak ilan edilmiĢtir. Türkmenistan‟ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülke Türkiye olmuĢtur. 26 Haziran 1990‟da Saparmurat TürkmenbaĢı Devlet BaĢkanlığı‟na seçilmiĢtir. 27 Aralık 1995‟te BirleĢmiĢ Milletler tarafından Türkmenistan‟a Tarafsızlık statüsü verilmiĢtir.9 2. Coğrafi Yapı 27 Ekim 1991‟de istiklâline kavuĢan bugünkü bağımsız, tarafsız, demokratik Türkmenistan Cumhuriyeti 53-66 doğu boylamı ile 36-43 kuzey enlemleri arasında yer almakta olup, yüz ölçümü 488 bin km2‟dir. Batısında Hazar denizi, doğusunda ve kuzeydoğusunda Özbekistan, kuzeyinde Kazakistan, güneyinde Ġran ve güneydoğusunda Afganistan bulunmaktadır. Türkmenistan‟ın yaklaĢık 5/4‟ü çöl karakterindedir. Diğer kısmını, Köpet dağı etekleri, Murgap, orta ve aĢağı Amuderya kıyıları da vahaları teĢkil eder. Türkmenistan, Asya‟nın iç kesimlerinde yer aldığı için tam bir kara iklimine sahiptir. Genellikle yazları sıcak ve kurak geçer, gece ve gündüz arasında büyük ısı farkları görülür. ok sıcak ve uzun geçen yaz aylarında ısı 50 C‟yi geçer. KıĢ ayları kısa ve soğuk olup ortalama sıcaklık -5 C civarındadır. YağıĢlar oldukça azdır. En çok yağmur Mayıs ayında yağar. Ülkenin bu kuraklığını Tecen ve Murgap nehirleriyle Amu Derya Nehri‟nin %20 suyunu alan Karakum Kanalı‟nın suları giderir. Türkmenistan‟ın genelde doğal bitki örtüsü odunsu çalılıklarla otlardan meydana gelmektedir. eĢitli türdeki ağaçlara ise, en çok su kenarlarında ve kent merkezlerinde rastlanılmaktadır. 3. Demografik Yapı

1304

1995 yılı itibari ile 4.500.000 olan nüfusun %73‟ünü Türkmenler, %6‟sını Ruslar oluĢturmaktadır. Türkmenler arasında hızlı nüfus artıĢı ve tedrici göç nedeniyle son iki yılda ülke nüfusu içinde Rus azınlığın oranı %10‟dan %6‟ya düĢmüĢtür. Ruslar genelde AĢkabat ve diğer büyük Ģehirlerde ikamet etmektedir. Ayrıca ülkede %9 Özbek, %5 Tatar, %2 Kazak ve diğer halklar bulunmaktadır. 1997‟de ülke büyük bir nüfus artıĢ hızına sahip olup ( %2.8), son yıllarda 100.000 civarında olan nüfus artıĢı 400.000‟e ulaĢmıĢtır. Dini; Müslüman %88 (Sünni-Hanefi), Hıristiyan %10 (Ortodoks) ve %2 diğer dinlere mensup insanlardan oluĢmaktadır. Nüfusun yerleĢim yerine (Kır-Kent) göre dağılımı incelendiğinde son 15 yılda kır ve kent nüfusu açısından sayısal olarak büyük bir değiĢme gözlenmiĢtir. 1980 yılında nüfusun %47.7‟si Ģehirlerde yaĢarken %52.3‟ü kırsal bölgede yaĢamakta idi. Ancak 1997‟de bu oran kentte %45.4 kırda ise %54.6 olarak tespit edilmiĢtir. 1997 yılında nüfus 5 yıllık yaĢ bantlarına ayrılıp incelendiğinde ülke nüfusunun %38‟inin 0-14 yaĢ grubunda toplandığı görülmüĢtür. Bu durum, doğurganlığın yüksek olduğunu göstermektedir. 4. Siyasi ve Ġdari Yapı Bağımsızlık ilanının peĢi sıra 16 Kasım 1991‟de eski Komünist Partisi, Türkmenistan Demokrat Partisi olarak yeniden isimlendirilmiĢ ve 18 Mayıs 1992‟de baĢkanlık yetkisinin geniĢletilmesini amaçlayan yeni bir anayasa parlamentodan geçmiĢtir. Türkmenistan yöneticileri, içinde bulunulan aĢamada, çok partili sisteme geçilmesine karĢı çıkarken, ülkede istikrara ihtiyaç bulunduğu, bu oluĢumun Türkmenistan‟daki farklı etnik unsurlar ve Türkmen kabileleri arasında ihtilafa ve sürtüĢmelere zemin hazırlayacağı endiĢesini ileri sürmektedirler. Yeni Anayasa, baĢkanlık sistemini ön görmekte ve devlet baĢkanına çok büyük yetki tanımaktadır. Buna göre devlet baĢkanı, Bakanlar Kabinesi‟ne baĢkanlık eder. Devlet baĢkanı, ileride meclisin onayına sunmak koĢulu ile kanun yapmak hakkına sahiptir. BaĢkan yardımcıları, bakanlar, hakimler (belediye baĢkanı, vali) ve yüksek mahkeme baĢkanları, devlet baĢkanı tarafından atanmaktadır. Devlet baĢkanı gerekli gördüğü hallerde meclisi feshetmek hakkına sahiptir. Halk maslahatı; Türkmenistan‟ın tamamından mahalli temsilciler ve bilim adamlarının katıldığı bir organ olup baĢkanlığını devlet baĢkanı yapmaktadır. Türkmenistan‟da yasamayı yerine getiren, seçimle iĢbaĢına gelmiĢ 50 üyeden oluĢan bir meclis bulunmaktadır. Ülkede yüksek mahkeme yargının en üst noktasında görev yapmaktadır. Meclisin 28 Aralık 1993 tarihli oturumunda Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın görev süresinin, sona ereceği 1997 yılından sonra 5 yıl daha azaltılmasına iliĢkin bir karar alınmıĢ, ancak TürkmenbaĢı‟nın, bu kararın referanduma sunulmasında ısrarlı olması üzerine 15 Ocak 1994 tarihinde yapılan referandumda TürkmenbaĢı -tek aday- %99.3 ile 2002 yılına kadar yeniden seçilmiĢtir. Bağımsızlığına yeni kavuĢan bir devlet olmasına rağmen, Türkmenistan‟ın bağımsızlığını korumakta baĢarılı olduğunu, kalıcı bir egemenliğin ve siyasi istikrarın temellerini attığını

1305

söyleyebiliriz. Parti ve hükümet yönetiminde BaĢkan TürkmenbaĢı, yabancı firmalarla olan temaslarda çıkar sağlayan Tarım Bakanını ve bir BaĢkan Yardımcısını cezalandırmak için azletmesinde de görüldüğü üzere bunaltıcı boyutlardaki rüĢvet ve çürümeyle savaĢmaktan çekinmemektedir. Bu ve benzeri olaylar TürkmenbaĢı‟na en etkili politik güç olma Ģansını vermektedir. 10 BaĢkenti, 600 bin nüfuslu AĢkabat‟tır. Türkmenistan 5 vilayetten oluĢmaktadır. Bunlar: Ahal, Balkan, DaĢhovuz, Mari ve Lebap‟tır. 5. Ekonomik Yapı Türkmenistan‟ın toplam yüzölçümünün 5/4‟ü çöldür. Tarıma elveriĢli alan %3‟dür. Yeni Türk Cumhuriyetleri arasında ikinci büyük pamuk üreticisi olan Türkmenistan‟da son yıllarda üretilen pamuğun iĢlenmesine ve ülke içinde değerlendirilmesine önem verilmektedir. Türkmenistan zengin maden kaynaklarına sahiptir. Özellikle petrol ve doğalgaz en önemli yeraltı kaynaklarındandır. ıkarılan petrolün kalitesi çok yüksektir. ĠĢlenmeye yeni baĢlanılmıĢ geniĢ petrol sahaları bulunmaktadır. Türkiye ile Türkmenistan arasında imzalanan “Ekonomik ve Ticari ĠĢbirliği AnlaĢmasında” petrol, maden ve enerji kaynaklarının aranması, çıkarılması ve iĢletilmesi konularında mutabakata varılmıĢtır. Türkmenistan‟ın güneyinde Sovebat ve Douletabat sahalarında üretilen doğalgazın Ġran üzerinden boru hattıyla Türkiye‟ye taĢınması amaçlanmıĢtır. Bu konuda Türkmenler, Türkiye‟den daha somut adımlar atılmasını ivedilikle beklemektedirler. 29 Ekim 1998‟de yapılan yeni bir anlaĢma ile doğalgaz boru hattı güzergahı Hazar Denizi‟nin altından geçerek Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üzerinden Avrupa‟ya nakli sağlanacaktır. Bağımsızlık sonrası ilk dönem itibari ile nüfusun çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla uğraĢırken günümüzde sanayi sahasına doğru kaymaktadır. 11 Bağımsızlığın ilk yıllarını takiben öncelikle tarım, tekstil, konaklama, gaz ve petrol alanında baĢlatılan yatırım seferberliği ile bugün 15 milyar dolara yakın yatırımı tamamlamıĢ bulunmaktadır. Türkmenistan, bağımsızlığını kazandıktan sonra çok hızlı bir kalkınma sürecine girmiĢtir. Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat Niyazov‟un gayretleriyle ülke, sekiz yıl içinde yeniden doğuĢ anlamında bir geliĢme sağlamıĢtır. Nüfusu genç olan bu ülkenin yenilikçi, ileriye bakan insanları,

azim ve çalıĢkanlıklarıyla Türkmenistan‟ı adeta yeniden inĢa ediyorlar. Bu amaçla da

CumhurbaĢkanı Niyazov tarafından hazırlanan “10 yıl Abadancılık” (10 yıllık kalkınma programı) devlet programı ile ülkenin, ekonomik ve kültürel yönden geliĢmiĢ ülkeler düzeyine ulaĢtırmasına çalıĢılmaktadır. 6. Sosyo-Kültürel Yapı

1306

Türkmenistan‟da 9 yıl eğitim zorunludur. 9 yıllık eğitimi tamamlayanlar üniversitelere gitme hakkını kazanmaktadır. Eğitimini meslek okullarında sürdürmek isteyenler, 7 yıllık eğitimden sonra 4 yıl meslek eğitimi alarak mezun olabilirler. 9 yıl temel eğitimden sonra meslek okullarına devam edenler ise, 2 yıl eğitim görürler. 1998‟de yapılan değiĢiklikle de Ruslar liseyi 10 yılda, Türkmenler 9 yılda bitirebilmektedir. Türkmenistan‟da bir Mahtumguli Türkmenistan Devlet Üniversitesi bir de özel Uluslararası Türkmen-Türk Üniversitesi bulunmaktadır. Ayrıca Türkmenistan Ġlimler Akademisi, 10 araĢtırma enstitüsü, 11 araĢtırma istasyonundan oluĢan Türkmenistan Saparmurat Niyazov Zirai Bilimler Akademisi mevcuttur. Lise, teknik lise, pedagoji liselerinin yanı sıra Türkiye kökenli vakıflar tarafından 14 tane Türkmen-Türk koleji açılmıĢtır.12 Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı‟na bağlı olarak Türk Ġlkokulu, Anadolu Lisesi ve Türkiye Türkçe‟si Eğitim Merkezi, Ġlahiyat Lisesi ve Mahtumguli Üniversitesi‟ne bağlı Ġlahiyat Fakültesi açılmıĢtır. Saparmurat Niyazov, Türkmenistan Devlet BaĢkanı olduktan sonra, ilk iĢi, halk arasında birliği sağlamak olmuĢtur. Ġkincisi Türkmen dili üzerinde olmuĢtur. Türkmen dili Cumhuriyetin resmi dili kabul edilmiĢtir. Türkmenistan Meclisi 12 Nisan 1993 tarihinde, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Kiril Alfabesi‟nin terk edilerek Latin Alfabesi‟ne geçilmesini kararlaĢtırmıĢ ve uygulamaya baĢlamıĢtır. Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın giriĢimleri neticesinde BirleĢmiĢ Milletler TeĢkilatı, Türkmenistan‟ın sürekli tarafsızlık statüsünü onaylamıĢtır. 12 Aralık 1995 tarihinde bu kararı alan B. M., kendisine üye 183 ülkeden söz konusu karara uymasını istemiĢtir. B. M.‟in bu kararı Türkmenistan‟da bayram havası estirmiĢ, 12 Aralık tarihi milli bayram olarak ilan edilmiĢtir. Türkmen Anayasası, tarafsızlık ilkeleri çerçevesinde yeniden hazırlanırken kamu hukuku alanında da uluslararası normları benimsemiĢtir. Son değiĢikliklere göre Türkmenistan hiç bir ülke ile askeri alanda anlaĢma yapmayacaktır. Nükleer ve kitle imha silahları üretmeyecek ve bu silahların ticareti ile ilgilenmeyecektir. Türkmenistan din, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeyerek ilticaları kabul edecektir. Hiçbir ambargoyu kabul etmeyecek, Türkmenistan Halk Maslahatı‟nda sürekli tarafsızlık statüsü ile yüklenilen sorumlulukları parafa edecektir. Siyasetini milli birlik ve barıĢ üzerine kuran Saparmurat TürkmenbaĢı; gerek bölgesiyle ve gerekse diğer ülkelerle sürekli temas halindedir. Türkmenistan‟da çok sayıda yabancı vardır. Bunların yüzde 80‟ine yakınını Türkler oluĢturmaktadır. Türkmen halkının en çok ilgi duyduğu millet Türklerdir. Onların kendi deyimleriyle doğanlarını (kardeĢlerini) çok sevdiklerini her fırsatta dile getiriyorlar. Türkmenistan‟da çok sayıda okulu olan Türkler, buraya en çok yatırım yapan millet durumundadır. Türkmenistan‟dan çok sayıda öğrenci de Türkiye‟deki çeĢitli okullarda eğitim görmektedir. Türkmenistan-Türkiye iliĢkileri her alana yayılmıĢtır. Dostluk bağlarımız kuvvetlidir. Bu bağlar tarihten gelen dil, din, ırk ve kültür bağlarıdır. Bağımsız Türkmenistan‟ın lideri Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın yaptığı çalıĢmalarla, bu sağlanacaktır. 10 yıllık kalkınma, birlik ve beraberlik siyaseti ile milli birliği, açık kapılar ve hoĢ niyetli

1307

tarafsızlık siyaseti ile ekonomi ve bağımsızlığı, ilim siyaseti ile de eğitim ve teknolojiye açık, bilimsel çalıĢmalarda önde, tarihine ve kültürlerine bağlı olarak çağdaĢ bir nesil yetiĢtirmeyi amaç edinmiĢtir. 7. Dini Yapı Türkmenistan‟da günümüzde uygulanmakta olan dinin yeri ve anayasal düzen içindeki durumu konusuna geçmeden önce Sovyet Dönemi ile ilgili kısaca bilgi verilerek geçiĢ yapmakta yarar vardır. Sovyetler Birliği‟nde Komünist Devrim‟den önce de o bölgelerde yaĢayan Müslüman halka baskılar yapılmaktaydı. arlık Rusyası, Ġslamiyet‟i kontrol altına almaya çalıĢmıĢtır. Ancak, arlık, Müslümanlardan çekinmekteydi. Bu yüzden din adamlarını denetim altına alma ve Ġslamiyet‟in geliĢmesine engel olma yoluna gitti. “Dini idarelerin kurulması yasaklandı, cami yapılması Rus valilerin iznine bağlandı. Ġmamlar, Rus yetkililer tarafından tayin edildi. Ancak, Müslümanlar dini yaĢamalarını muhafaza ediyordu”.13 Ruslar, baĢlangıçta Müslümanların tepkilerinden çekinerek çeĢitli vaatlerde bulunmuĢtur. BolĢevik Devriminden hemen sonra Sovyet Rusya Hükümeti 12. 3. 1917 tarihinde Rusya ve Doğu Müslümanlarına yaptığı çağrıda “dini ve milli hayatın mukaddes olduğunu” bildirdi. Ancak, Sovyet Hükümeti 23. 1. 1918‟de din ve devlet iĢlerini ayıran bir kanun yürürlüğe koydu. Kanunla, dini nikahlar, dini anıtlar, devlet hayatında dini merasimler yasak edildi. Dini idare, devlet makamlarının denetimi altına alındı. Okullar laikleĢtirildi, dini toplulukların mülk sahibi olmaları yasaklandı. 14 Bu uygulamalar Müslüman halkın büyük tepkisiyle karĢılaĢmıĢ ve Sovyet hükümeti bilinçli bir yumuĢama politikası gütmüĢtür. Sovyet devlet mekanizması oturduktan sonra uzlaĢma politikalarını terk etmiĢtir. Sovyet hükümeti 68 maddeden ibaret “dini cemaatler” isimli bir kanun çıkarmıĢtır. Dinin devlet iĢlerinden ayrı olduğu, din cemaatlerinin faaliyet göstermesi için ĠçiĢleri Halk Komiserliği‟ne kaydedilmesi ve belirlenen özellikleri taĢıması Ģartı getirilmiĢtir. 1937‟de Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Anayasası‟nın 101. maddesi S.S.C.B. Anayasası‟ndan alınarak Türkmenistan‟ın yapısına uygun hale getirilmiĢtir. Bu maddeye göre “vatandaĢların vicdan özgürlüğünü temin etmek amacıyla Türkmenistan S.S.C.‟de dini idareler devletten, okullar camiden ve kiliseden ayrıdır. Dini ibadetleri yerine getirme özgürlüğü ve din karĢıtı propaganda özgürlüğü vatandaĢların hepsine verilir”15 denilmektedir. 1978‟de Türkmenistan S.S.C. Anayasası‟nın 50. maddesi de 1977 S.S.C.B. Anayasası‟na uygun olarak kaleme alınmıĢ ve yukarıdaki hüküm çerçevesinde dinin devlete karĢı konumunu, din ve vicdan özgürlüğünü düzenlemiĢti. Yine, ibadethaneler devletten ve okullardan ayrı tutulmuĢtur.16 Ancak, uygulamalarda bu maddenin daha çok ateizm propagandası maksadıyla kullanıldığı, din ve vicdan özgürlüğünün bastırıldığı bugün yaĢayan Türkmenler tarafından dile getirilmektedir. 1911‟de 481 cami Türkmenistan‟da ibadete açık iken 1978‟de sadece 5 cami olması bunu gözler önüne sermektedir. Bağımsızlık dönemi, Türkmenistan S.S.C. 22. 8. 1990 tarihinde egemenliğini ilan etti. Bağımsızlık beyannamesi ile “din dahil kanun önünde herkesin eĢit olduğu” belirtilmiĢtir.

1308

Beyannamenin 5. maddesinde “devlet organları Türkmenistan S.S.C.‟nin egemenlik haklarına ters gelen S.S.C.B. mevzuatı askıya alınacaktır” denilmiĢtir.17 Türkmenistan bağımsız olduktan sonra hukuki düzenlemeler yapmaya baĢlamıĢtır. Bunlardan biri de “Türkmenistan S.S.C.‟de vicdan özgürlüğü ve dini kurumlar hakkındaki 25.5.1991 tarihli kanundur. Bu kanun temel olarak vicdan özgürlüğü ve dini kurumlar ile devletin iliĢkilerini düzenlemektedir.18 1992 Anayasası‟nda din ve vicdan hürriyeti ile ilgili kararlar da yer almıĢtır. Yeni Türkmen Anayasası‟nda öncelikle dini ayrım yasaklanmıĢtır. Türkmenistan Anayasası‟nın 17. maddesi Ģu Ģekildedir; “Devlet, vatandaĢların hangi millete ait olduğuna, kökenine, memleketine ve vazifesine, yaĢadığı yere, diline, dini ve siyasi görüĢüne, hangi partiye mensup olduğuna bakmadan onlara eĢit haklar ve özgürlükler verir. Ayrıca, vatandaĢların kanun önünde eĢitliğini teminat altına alır”.19 Türkmenistan‟da din ve vicdan hürriyeti esas olarak Anayasanın 11. ve 26. maddelerinde düzenlenmiĢtir. Anayasanın 11. maddesine göre “Devlet dinleri ve din özgürlüğünü, dinlerin kanun önünde eĢitliğini teminat altına alır. Dini kurumlar devletten ayrıdır ve devlet iĢine karıĢmazlar. Devletin eğitim sistemi dini kurumlardan ayrıdır ve laik niteliğe haizdir. Herkes dini görüĢünü serbestçe belirleyebilir. Herkesin tek baĢına ya da toplu olarak istediği dine uymaya ya da hiçbir dine uymamaya, ayrıca dini görüĢleriyle ilgili inanç ve itikatlarını açıklamaya ve yaymaya, dini örf ve adetlerin yerine getirilmesine ve bütün törenlere katılma hakkı vardır”. Anayasanın 26. maddesinin ilk cümlesinde ise “Türkmenistan vatandaĢlarının kendi inanç ve itikatlarını serbestçe yerine getirme ve onu serbestçe ifade etme hakkı vardır” denilmektedir.20 Görüldüğü gibi Türkmenistan, laik niteliğe sahip bir devlettir. Din devlet iĢine karıĢmaz, devletin eğitim sistemi dini kurumlardan ayrılmıĢtır. ağdaĢ ve modern eğitim sistemi uygulanmaktadır. Türkmenistan‟da yaĢayan tüm vatandaĢlara, dini görüĢünü serbestçe tayin etme, tek baĢına ya da baĢkalarıyla birlikte istediği dine uyma veya uymama özgürlüğü getirilmiĢtir. Her vatandaĢın dini görüĢünü ifade etmeye veya yaymaya hakkı vardır. Ancak, kamu düzenini bozacak Ģekilde olmaması Ģartı da vardır. Dini kurumlarda da bazı haklar tanınmıĢtır. Dini kurumlar, kitle iletiĢim araçlarından faydalanabileceklerdir (madde 5). Dini idareler ve merkezler tüzüklerine uygun olarak kendilerine gerekli olan kadroları yetiĢtirmek için eğitim kurumları açabilirler (madde 10). 21 Türkmen Anayasasına göre, devlet, dini kurumları ve ateizm propagandasını finanse etmez. Ayrıca dini kurumlar siyasi parti faaliyetlerine de katılamazlar. Türkmenistan‟da din ve devlet iĢlerini temin eden organ, Türkmenistan devlet baĢkanlığına bağlı “Din ĠĢleri MüĢavirliği”dir. Bu müĢavirliğin iĢlevi; devletin uzmanlık ve danıĢmanlık organı olmasıdır. Türkmenistan‟da dini idare, Türkmenistan Din Komitesi ve Müftüden oluĢmaktadır. Bu kurum, ülkenin dini politikasını belirlemektedir. Vilayet ve taĢradaki din görevlilerini yani mollaları, vilayet hakimi (vali) tayin etmektedir. Türkmenistan‟da son yapılan değiĢiklikle Kadılık makamı kaldırılmıĢ, Müftülük sistemi

oluĢturulmuĢtur.

Türkiye‟deki

dini

yapılanmaya

benzer

bir

düzenleme

yapılmaya

çalıĢılmaktadır. Din ĠĢleri MüĢavirliği, vatandaĢların din konusunda anayasal haklarının temin edilmesi

1309

ve tescil edilen dini kurumların devlette temsil edilmesi konusunda görevlidir. Dini özgürlüklerin ihlal edilmesiyle ilgili olarak kendisine yapılan müracaatları inceler. Dini kurumlar ile devlet arasında aracılık vazifesi görür. Fonu, Türkmenistan Devlet BaĢkanı tarafından tasdiklenir. MüĢavirliğin idarecisini Türkmenistan Devlet BaĢkanı tayin eder ve tayin edilen kiĢi BaĢkana karĢı sorumludur. MüĢavirliğin yardımcıları ise baĢkan tarafından tayin edilir. MüĢavirliğin tüzel kiĢiliği vardır.22 Türkmenistan‟da

dini

idarenin

resmi

yapısı

veya

çatısı

Ģu

Ģekilde

kurulmuĢtur;

CumhurbaĢkanlığına bağlı bir Din ĠĢleri ve Hizmetleri MüĢavirlik BaĢkanlığı bulunmaktadır. Buna bağlı olarak üç baĢkan yardımcısı vardır. Ayrıca beĢi eyaletlerde biri de AĢkabat‟ta olmak üzere altı vilayet müĢaviri bulunur. Bütün vilayetlerdeki müĢavirlerin de üç yardımcısı vardır. Bunların hepsi de devletten maaĢ alır. Türkmenistan‟ın her ilçesinde ve köyünde bulunan camilerde imam vardır. Bu camilerde görev yapan imamların atanmasını BaĢmüftü yapmaktadır. Ġmamlık yapmak isteyenler BaĢmüftüye müracaat eder, o da liyakatli olanlara bu görevi bir fermanla verir. Dini meselelerde, fetva ile ilgili iĢlerde Türkmenistan BaĢmüftüsüne danıĢılmaktadır. Camilerde görev yapan imamların maaĢları halk tarafından karĢılanmaktadır. Türkmenistan‟da Hıristiyanların dini lideri papaz Andrey Sapunov‟da Din ĠĢleri ve Hizmetleri MüĢavirliği baĢkan yardımcılarından biridir ve o da devletten maaĢ almaktadır. Türkmenistan‟da on kilise vardır. Bu kiliselerde görev yapan papazlar devletten maaĢ almazlar. Bunların ücretlerini de kendi cemaatleri vermektedir. Bütün dinlerin temsilcileri aynı bina içinde müĢavirlik hizmetlerini yürütmektedirler. Türkmenistan‟da 2001 yılında Din ĠĢleri ve Hizmetleri MüĢavirliği‟nin BaĢkanı YahĢi Murat Atamuradov, BaĢkan yardımcısı ve BaĢ Müftü Nasrullah Bin Ġmadullah‟tır. Bunlar Türkmenistan‟daki Müslümanların ve cami görevlilerinin temsilcisi olarak görev yaparlar. Ġkinci baĢkan yardımcısı Orazguliyeviç Murat Garriyev‟dir. Bu devletle, din temsilcilerinin iliĢkilerini organize etmektedir. Üçüncü baĢkan yardımcısı ise Andrey Sapunov‟dur. Bu Hıristiyanların dini temsilcisi olarak görev yapmaktadır. Ayrıca biri baĢkentte olmak üzere beĢ eyalet valisine bağlı müĢavirlikler de dini hizmetleri yürütmektedirler. Bunlar önce valiye sonra Din ĠĢleri MüĢavirliği‟ne karĢı sorumludurlar. Dini görevleri yerine getiren ve Vilayet MüĢavirliği‟ne bağlı her camide bir imam bulunmaktadır. Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın umre ziyareti yapması Ġslam‟a karĢı bir iyi niyet gösterisi olarak algılanmıĢtır. ġu anda Hac döneminde her yıl 3-4 bin Türkmen Müslüman‟ın Hac için Kabe‟ye gitmesine izin verilmektedir. Sovyet döneminde çok sınırlı olan Hac ibadeti artık günümüzde gücü yeten herkese açıktır. Ġsteyen Müslüman bu görevini rahatça yapabilme özgürlüğüne kavuĢmuĢtur. Türkmenistan yönetiminde bağımsızlık sonrası dini alanlarda bir dalgalanma görülmektedir. Ġslami eğilimlerin halk içinde güçlenmesi yolundaki çalıĢmalara yönetim herhangi bir engel çıkarmamaktadır. Özellikle eğitim alanında yapılan faaliyetleri bizzat devlet kendisi desteklemektedir. Örneğin Özel Türk Kolejleri ve Üniversitesi, Ġlahiyat Lisesi ve Fakültesi, Kur‟an kursu gibi faaliyetleri yapanlara ve açanlara manevi destek vermektedirler. Türkmenistan‟ın eğitim ve

1310

manevi hayatındaki geliĢmeler söz konusu edildiğinde en ciddi olumlu faaliyetleri Türkiye‟de Fethullah (Gülen) Hoca Efendi cemaati olarak bilinen grubun yürüttüğü okullaĢma çalıĢmalarının oluĢturduğu yerli-yabancı bütün gözlemcilerin ortak görüĢüdür. Bu gün bütün Orta Asya cumhuriyetleri ve özerk bölgelerde açılmıĢ bulunan bu orta dereceli okullar ( kolej ve liseler) 1996-1997 yılında ilk mezunlarını vermiĢtir. Bu okullarda eğitilen öğrencilere Ġslami herhangi bir davranıĢ empoze edilmemektedir. Sadece okulların Türkiye‟den giden eğitim kadrosunun yaĢadığı Ġslami hayat canlı bir örnek olarak sunulmaktadır. Mahtumguli Üniversitesi kampüsünde müstakil bir Ġlahiyat Fakültesi binası ve aynı alanda 200 kiĢilik bir yurt binası inĢa edilmektedir. Ġlahiyat Fakültesi öğrencileri önce Türkiye‟de eğitime baĢlamıĢ ve 1997-1998 öğretim yılında kendi binasına AĢkabat‟a taĢınmıĢtır. Aynı Ģekilde Ġlahiyat Fakültesi ile beraber açılan bir Ġlahiyat Lisesi, yatılı 50 öğrencisi ile eğitimini sürdürmektedir. Her iki okulun da bütün eğitim ve öğretim masrafları Diyanet Vakfı tarafından karĢılanmaktadır. Türkmenistan‟da medreselerden baĢka da dini teĢkilatlar var. Türkiye Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Türkmenistan Devlet BaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın doğum yeri olan AĢkabat Kıpçak mevkiinde, içerisinde Kur‟an kursu bulunan bir camii inĢa ettirilmiĢtir. BaĢkanlık tarafından Ģu anda AĢkabat‟ın merkezinde Osmanlı ve Selçuklu mimarilerin izlerini taĢıyan, Ertuğrul Gazi Camii yaptırılmıĢ ve 1998‟de ibadete açılmıĢtır. Caminin avlusu içerisinde külliye geleneği ile bir kültür merkezi inĢa edilmiĢ olup Modern Türkistan mimarisi çizgilerini taĢıyan 3500 m2‟lik merkezde kütüphane, konferans salonu ve büro mekanları bulunmaktadır. 1999‟da Türklerin yaptırdığı camiyle birlikte AĢkabat‟ta on yedi adet cami ibadete açılmıĢtır. Bütün ülkedeki cami ve mescit sayısı 300‟ü aĢkındır. 50 civarında da Kur‟an kursu vardır. Evliyalara ve din adamlarına büyük değer veren Türkmenlerin sosyal hayatında Ġslam kültürü önemli bir yer tutar. Dini bayramların kutlanmasına çok önem veren Türkmenler özellikle bağımsızlık sonrasında, bayramları kitleler halinde ve büyük bir coĢku ile kutlamaya baĢlamıĢlardır. Geleneksel Türkmen bayramlarının arasında Nevruz ve Kurban Bayramlarının ayrı bir yeri vardır. Kurban Bayramında kurbanlıklar kesilir, akraba ziyaretleri yapılır. Gençlerin bu bayramlarda kurulan salıncaklarda sallanarak günahlarının bağıĢlanacağına inanmamaları dikkat çekici geleneklerden biridir. Ramazan Bayramı 1996 yılından itibaren resmi olarak dini bayram kabul edilmiĢ ve ilk defa 1996 yılında resmi bayram olarak kutlanmıĢtır. Devletin müsamahakar tutumu karĢısında oruç tutanların sayısı da her geçen yıl artmaktadır. Ramazanda toplanan çocuklar ev ev dolaĢarak: “Yukarda bir ay var. Ucu kızıl yay var. Peygamberin saçağında bize düĢen pay var. Az verenin kızı olsun, çok verenin oğlu olsun. Kapınızda toy olsun. Amin.” gibi Ģiirler söylerler. Sonuç olarak, Türkmenistan, tarihi geçmiĢi olan Müslüman bir bölgedir. Türkmenler kendi arzu ve istekleri doğrultusunda kitleler halinde Ġslam‟a girmiĢlerdir. Onlar bu dine girdikten sonra, onu cihan Ģümul bir din haline getirmek için çok samimi bir gayret içinde olmuĢlardır. Anadolu‟nun ĠslamlaĢmasında Orta Asya‟dan gelen Ġslam bilginlerinin etkisi tarihi bir gerçektir. Bugün Ġç Avrupa‟dan Uzak Doğuya kadar Ġslam‟ın yayılmasında onların çabalarını, insaf sahibi herkes kabul

1311

etmektedir. Ġslam kültürünün yapı taĢları denilebilecek âlimlerin çoğunluğu Türk dünyasından ve Türkler arasından çıkmıĢtır. Ancak günümüz insanı geçmiĢte yaĢanan acılı olaylar dolayısıyla, atalarının mirasından mahrum kalmıĢ ve bunun bedelini de çok ağır ödemiĢlerdir. Türkmenler Müslüman olduktan sonra, onu en kutsal değer olarak kabul etmiĢ ve yaĢamak için her türlü fedakarlığa katlanmıĢlardır. Hatta bu hassasiyeti o kadar ileri götürmüĢlerdir ki, Ġslam‟ın, pratik hayatta en disiplinli uygulama zeminini Türkmenler arasında bulduğu söylenilmektedir. Kur‟an‟a Hz. Peygamber ve onun sünnetine, genel olarak Ġslami değerlere saygı hep aynı anlayıĢ içerisinde bu toplumlarda uygulanmıĢtır.

1 Ġbrahim KAFESOĞLU, “Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti”, Jean Deny Armağanı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1958. s. 151. 2 Mehmet SARAY, Türkmen Tarihi, Nesin Matbaacılık, Ġstanbul, 1993, s. 13. 3 Mehmet KILI, Dünyadaki Türkmenler, Özsan Matbaacılık, Bursa, 1997, s. 15. 4 KaĢgarlı MAHMUT, Divan-ı Lügati‟t-Türk, C I-III, (ev. B. Atalay) Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1991, s. 65. 5 Bkz. Bahaeddin ÖGEL, Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1998, s. 227. Faruk SÜMER, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy TeĢkilatı-Destanları, Ankara, 1972. s. 5. Zeki Velide TOGAN, Umumi Türk Tarihine GiriĢ, Ġstanbul, 1981, s. 144. Abdulkadir ĠNAN, Makaleler ve Ġncelemeler, Ankara, 1987, s. 555. 6 Oğuz YAYAN, Türkmenistan, Mavi Ofset Matbaacılık, Ankara, 1997, s. 18. 7 Ġbn‟ül Esir, Kâmil (ter. A. Ağırakça), C. III., Ġstanbul, s. 132. 8 Yüksel SAYAN, Türkmenistan‟daki Mimari Eserler, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1999, s. 14. 9 Komisyon, Türkmen Edebiyatı Antolojisi, “Türkmenler ve Türkmenistan”, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1998, s. 14. 10

Bkz. Mehmet Saray, Türkmenistan Tarihi; TĠKA, Türkmenistan Ülke Raporu, Ank.,

1995; Saadettin Kömeç, Tarihte ve Günümüzde Türkmenistan. 11

TĠKA (Türk ĠĢbirliği ve Kalkınma Ajansı), Türkmenistan Ülke Raporu, Ankara, 1995, s.

12

Varol BEKTAġ, “Türkmenistan”, Aksiyon Dergisi, Ankara, 20-26 Ocak 1996, s. 24.

11.

1312

13

Baymirza HAYĠT, Türk Dünyasında Rus Emperyalizminin Ġzleri, Sabah Gazetesi

Kültür Yay. Ġstanbul, 1978, s. 319. 14

Alexendra BENNĠGSEN, Sufi ve Komiser, Rusya‟da Ġslami Tarikatlar (terc. Osman

Türer), Ak çağ yayını Ankara, 1988, s. 37. 15

Türkmenistan S. S. R.‟nin Konstitutisyası (Esas Kanun), Türkmenistan NeĢriyat,

AĢkabat, 1969, s. 279. 16

Türkmenistan S. S. R.‟nin Konstitutisyası (Esas Kanun), Türkmenistan NeĢriyat,

AĢkabat, 1987, s. 73. 17

Türkmenistan S. S. R.‟nin Yukarı Sovyet‟inin Vedomostları, no: 15-16, AĢkabat,

1990, s. 207. 18

Türkmenistan S. S. R.‟nin Yukarı Sovyet‟inin Vedomostları, no: 9-10, AĢkabat,

1990, s. 48. 19

Türkmenistan S. S. R.‟nin Yukarı Sovyet‟inin Vedomostları, no: 9-10, AĢkabat,

1990, s. 49. 20

Türkmenistan S. S. R.‟nin Yukarı Sovyet‟inin Vedomostları, no: 9-10, AĢkabat,

1990, s. 49. 21

Türkmenistan Mevzuatı, (1993, 1994, 1995), TĠKA Yay. Ankara, 1995, s. 19.

22

Türkmenistan

Prezidenti‟nin

Aktlarının

Kararlarının Yığın dıĢı, no: 9, AĢkabat, 1996, s. 207.

1313

ve

Türkmenistan‟ın

Hükümetinin

Türkmenistan'da Eğitim ve Bilgisayar / Prof. Dr. Aman Hanberdiyev [s.815827] Türkmenistan Bilimler Akademisi /Türkmenistan XXI. yüzyıl eğitim asrıdır.Bu gerçeği kavramadan amaçlarımıza bir adım bile yaklaşamayız. S. Türkmenbaşı I. Eğitim ve Milli GeliĢim ürkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın “2010 Yılına Kadar Olan Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi”1 adlı milli programının kabul edilmesi yeni onyılda ülke ekonomisinin öncelikli sorunlarını çok net Ģekilde belirlemiĢtir. Artık bir yıl boyunca baĢarıyla yerine getirilen Ülkenin Yeni Milli Kalkınma Programı, Saparmurat TürkmenbaĢı tarafından yazılan “Ruhname”2 ile birlikte Türkmenistan‟ın kalkınmasında milli stratejik bir program olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden CumhurbaĢkanı TürkmenbaĢı, 24 Mayıs 1999 yılında ülke yöneticileriyle yaptığı toplantıda özellikle vurgulamıĢtır: “XXI. yüzyıl eğitim yüzyılıdır. Bu gerçekliği kavramadan edindiğimiz amaçlara bir adım bile yaklaşamayız.” Yeni politikanın eğitim alanındaki baĢlıca amacı ise önceden CumhurbaĢkanı tarafından bizzat belirlenmiĢtir: “Ġlan ettiğim yeni eğitim politikasının baĢlıca amacı Türkmenistan‟ı geliĢmiĢ ülkeler düzeyine çıkarmaktır.” O ayrıca Ģunu da vurgulamaktadır: “Bir bağımsız devlet olarak Türkmenistan‟ın bundan sonraki gelişimi daha çok ülkede yürütülen eğitim politikasına bağlı olacaktır.” Milli kalkınma; ülkenin ekonomik ve sosyal, kültürel ve hukuki kalkınması, vatandaĢların manevi ve ahlaki geliĢimi, vatandaĢların refah durumunun yükseltilmesi, onların yasal hak ve özgürlüklerinin korunması demektir. Eğitim, milli kalkınmada önemli ve belirleyici yere sahiptir. XX. yüzyılın sonu sanayi, ziraat, özellikle hizmet üretimi alanlarında iletiĢim ve bilgi teknolojisinin yüksek düzeyde geliĢimine, entelektüel ürünlere olan talebin artmasına tanıklık yapmaktadır. Bu, entelektüel ürünlerin ortaya çıkması ve geliĢimine yardımcı olmaktadır. Burada ve daha ileride hizmet üretimi derken iĢletmelerin, kurumların, kuruluĢların ve bireylerin hizmet ihtiyaçlarının (danıĢmanlık, bilimsel-teknolojik, eğitim, biliĢim, komünikasyon, ulaĢtırma, hukuk, yönetim, bankacılık, güvenlik vs.) karĢılanmasına yönelik her türlü insan faaliyeti kastedilmektedir. KuĢkusuz, üretim kavramı sınai, tarımsal ve hizmet, üretimin tamamını kapsamaktadır. Sonuçta, ekonominin tüm alanlarında maddi ve mali kaynaklara oranla entelektüel kaynakların önemi artmıĢtır. VatandaĢların, sosyal refahın en önemli öğelerinden biri olan eğitim XX. yüzyılın sonlarına doğru ülke ekonomisinin entelektüel kaynaklar ve entelektüel ürünler üreten yüksek verimli bir sektörüne dönüĢmüĢtür.

1314

Direk faydalarını ve olumlu dıĢsallıklarını dikkate alırsak, günümüzde eğitim devlet ekonomisinde en verimli sektörlerden biridir. Bunun yanı sıra eğitim sektörünün verimliliği devletin ekonomik ve teknolojik yönden geliĢimine bağlı olarak artmaktadır. Günümüz dünyasında kaliteli eğitim olmadan ülkenin normal kalkınmasını sağlamak imkansızdır. Eğitim ve ulusal kalkınma birbiriyle ilintilidir. Onlar birbirinden ayrı düĢünülemez. Günümüzde eğitimin sosyal ve ekonomik iĢlevleri önemli ölçüde değiĢmiĢtir. Bu, dünya ekonomisindeki geliĢimin, özellikle de dünya teknolojik geliĢiminin ve toplam üretim içinde hizmet üretiminin payının artmasının bir sonucudur. Birincisi, eğitim sistemi devletin, ülkenin sosyal-ekonomik ve manevi geliĢimini sağlayan en önemli araçlarından birine dönüĢmektedir. Halkın eğitim düzeyi, üretim teknolojisi aracılığıyla ulusal kalkınma hızını belirler. Eğitim, toplumun dinamik geliĢiminden, özellikle de ekonomik, teknolojik ve manevi-kültürel geliĢiminin

dinamikliğinin

sağlamlığından

sorumlu

olanların

en

önemli

araçlarından

birine

dönüĢmektedir. Son on yıllık dönemde kalkınmanın dinamikliğinin önemi sürekli artmaktadır. Zira, tüm alanlarda (teknolojide, ekonomide, sosyal alanda vs.) değiĢim hızı artmaktadır. Buna göre de CumhurbaĢkanı S. TürkmenbaĢı Ģunun altını çizmektedir: “Bugün dünya büyük bir hızla gelişmektedir. Devletin gücü ve kalkınması artık askeri güçle değil bilim ve teknolojinin gelişimi ve milli entelektüel düzey ile belirlenmektedir.” Ülke ekonomisindeki değiĢimlerin hızı bir çok yönden eğitimin yapısı ve içeriğinin dönüĢüm hızı, kadroların eğitilmesinin kalitesiyle belirlenmektedir. Ülkenin sosyal, manevi, ekonomik ve teknolojik geliĢimi eğitimin kalitesine önemli ölçüde bağlıdır. Eğitim kalitesi olmadan eğitimin kendisi de söz konusu değildir. Eğer eğitim harcamaları düĢerse, halkın eğitim düzeyi de düĢer. Bu bir taraftan üretime modern ve ekonomik yönden verimli teknolojilerin katılımını zorlaĢtırır. Diğer taraftan ise vasıfsız iĢçiler için iĢyerleri açılmasını gerektirir. Bu da geri ve ekonomik yönden az verimli teknolojiye dayanan üretimin geliĢmesine neden olmaktadır. Bunu sonucunda da rekabet kabiliyeti düĢük malların toplam üretimdeki payı artmaktadır. Sonuç ise büyüme hızının düĢmesi ve durağanlıktır. Eğitimdeki geliĢimin uzun bir süre göz ardı edilmesi entelektüel kaynakların hızlı bir Ģekilde azalmasına, ekonomik büyümenin yavaĢlamasına ve hatta ülke ekonomisinin çökmesine neden olabilir. Ġkincisi, eğitim toplumsal geliĢimin sosyal yönden istikrara kavuĢturulmasının önemli bir aracına dönüĢmektedir. Sosyal istikrara, sosyal barıĢa ve sosyal uzlaĢmaya, gereken eğitimin verilmesi yoluyla gençlerin sosyal hareketliliğinin sağlanması Ģeklinde ulaĢılabilir. Eğitim düzeyi, gençlerin baĢarısının bir ölçütü olmaktadır. Buradan da eğitim sisteminin dengeleyici rolünün pekiĢtirilmesinin önemli bir Ģartı ortaya çıkmaktadır.

1315

Eğitim sistemi, iĢgücü piyasasında sürekli bir stabilizatör olarak da önemli bir rol üstlenmektedir. Eğitim sistemi iĢgücü piyasasındaki baskıların düzenlenmesinde etkili bir unsura dönüĢmekte ve sosyal gerginliği azaltmaktadır. Devlet için eğitime harcama yapmak, teknoloji düzeyi düĢük olan ekonomide yeni iĢyerleri açılmasına, toplumsal düzenin korunmasına, gençlerin suçlarının (uyuĢturucu, serserilik) önlenmesine ve soruĢturulmasına ve cezaevlerine harcama yapmaktan çok daha ucuzdur. Diğer taraftan, eğitim harcamaları daha sonraki aĢamada ulusal ekonomik ve kültürel kalkınmanın devamı için ülkenin entelektüel kaynaklarını artırmaktadır. Bu da eğitimin bir sonraki iĢlevini güçlendirmektedir. Üçüncüsü, eğitim, halkın eğitim düzeyinin yükseltilmesi yoluyla ulusal kalkınma için gereken entelektüel

kaynaklar

oluĢturarak

ülkenin

entelektüel

potansiyelinin

en

önemli

kaynağına

dönüĢmektedir. Eğitim, ülkenin ekonomik, teknolojik ve kültürel kalkınması açısından maddi ve mali kaynaklarla aynı düzeyde gerekli olan entelektüel kaynakların temel kaynağıdır. Entelektüel kaynaklar, ülkenin ekonomik yönden istikrarlı bir Ģekilde büyümesi için maddi ve mali kaynaklarla aynı öneme sahiptiler. Ülke maddi kaynakları kendisi üretebilir veya alabilir, mali kaynakları ulusal ekonomiden veya dıĢ kredi Ģeklinde edinebilir. Entelektüel kaynakları ise ne para ile ne de kredi Ģeklinde almak mümkündür. Bunları ülke kendisi yetiĢtirmek zorundadır. Bilgilerin ve verilerin toplanması, saklanması,

yenilenmesi

ve dönüĢtürülmesi ekonomik faaliyetin temel alanlarından

birine

dönüĢmektedir. Dördüncüsü, eğitim önemli ekonomik, kültürel, teknolojik, çevresel, askeri ve diğer ulusal sorunların çözümünde etkili bir araçtır. Bu yüzden de her bir devlet, tarihsel geliĢimi sürecinde ortaya çıkan ulusal sorunlarının çözümünü kolaylaĢtırmak için eğitim sistemini iyileĢtirmeye çaba göstermektedir. Belli bir ülkenin tarihi geliĢiminin tüm aĢamalarında sorunların derinliğine bağlı olarak eğitim sisteminde gereken değiĢiklikler yapılmaktadır. Eğitim, biliĢim teknolojileri asrı olan XXI. yüzyılda tüm devletlerin istikrarlı ekonomik ve kültürel kalkınmasının sağlanmasında hayati önem taĢımaktadır. Bu Türkmenistan için de aynen geçerlidir. BeĢincisi, eğitim sektörü giderek ülke ekonomilerinin yüksek verimli bir sektörüne dönüĢmektedir. Ülkenin gayri safi yurt içi hasılasının (GSYĠH) büyük bir bölümü halkın eğitim düzeyi sayesinde üretilmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerin istatistik verilerinin analizi sonucu kiĢi baĢına düĢen ortalama yıllık gelir düzeyi ile ülke nüfusunun eğitim düzeyi arasında sıkı bir iliĢki izlenmektedir. Dünya istatistiğinden ülkenin kiĢi baĢına düĢen GSYĠH‟nın halkın eğitim düzeyi ile düz orantılı olarak arttığı görülmektedir. Bizim değerlendirmelerimize göre, geliĢmiĢ sanayi ülkelerinde GSYĠH‟nın yarısından fazlası sadece halkın yüksek eğitim düzeyi sayesinde üretilmektedir. Dünya ülkelerinin çoğunun eğitime GSYĠH‟nın

1316

%5‟ini harcadığını hatırlarsak, eğitim sektörünün bir üretim sektörü olarak ne kadar verimli olduğu ortaya çıkar. GeliĢmiĢ ülkelerin devlet organlarının kendi eğitim kurumlarındaki eğitim kalitesine ve kendi halkının eğitim düzeyinin yükseltilmesine özel dikkat göstermesi de bununla bağlıdır. GeliĢmiĢ ülkeler kendi halkının eğitim düzeyinin yükseltilmesi için çok yönlü ve kapsamlı bir politika yürütmektedirler. Hatta bu ülkelerin göçmen iĢleriyle ilgili birimleri, yabancıların ikamet ve çalıĢma amacıyla ülkeye giriĢi ile ilgili bireysel sorunları çözümlerken eğitim düzeyi yüksek olan kiĢilere öncelik tanımaktadırlar. Halkın eğitim düzeyi ekonomik açıdan önemli olan modern teknolojilerin tüm faaliyet alanlarında anında kullanılması olanaklarını belirlemektedir. Bu da tüm ülke ekonomisinin dinamik geliĢimini sağlamaktadır. Eğer halkın eğitim düzeyi düĢükse belli ileri teknolojilerin ekonomiye katılması sırasında personelin özel olarak bu teknoloji için eğitilmesi sorununun çözümlenmesi gerekir. Bu da ülkenin dinamik geliĢimini engellemektedir. Diğer taraftan eğitim genç neslin olduğu gibi genelde tüm nüfusun da sosyal, mesleki ve bölgesel hareketliliğini sağlamaktadır. Bu da onu dinamik geliĢimin sağlanmasında etkin bir araca dönüĢtürmektedir. Böylece, eğitim tüm faaliyet alanlarındaki teknolojiyi önemli ölçüde etkilemekte, tüm üretim alanlarında verimliliğin artım hızının yükselmesini ve ulusal kalkınma için mevcut maddi, mali ve entelektüel kaynakların en etkin Ģekilde kullanılmasını sağlamaktadır. CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın “2010 Yılına Kadar Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” milli programında eğitim sektörü gereken yerini almıĢtır. Milli programda Türkmenistan‟da eğitim geliĢimin detaylı bir Ģekilde hazırlanmıĢ programı (ayrı bir bölüm olarak “Milli Eğitim Sistemi”) yer almaktadır.3 Milli programın bu bölümünde Türkmenistan‟ın eğitim sisteminin amaçları ve görevleri aĢağıdaki baĢlıklar altında toplanmıĢtır: 1) Eğitim Kalitesinin Yükseltilmesi Türkmenistan‟ın sosyo-ekonomik kalkınması taleplerine uygun eğitim programlarının ve dersliklerin hazırlanması, eğitimde bilgisayarların ve teknik eğitim araçlarının yaygın biçimde kullanılması. 2) Gençlerin Meslek Eğitimi Her bir Türkmenistan vatandaĢının ekonomi sektörlerinin gereklerine uygun mesleki eğitim almasını sağlayan etkin bir sistem oluĢturulması. 3) Eğitim Sisteminde Bilgisayar Kullanımının YaygınlaĢtırılması ve Yeni Eğitim Teknolojilerinin Kullanılması Eğitimin verimliliğini yükseltmek amacıyla; - 2010 yılına kadar eğitim kurumlarının bilgisayarlarla tam Ģekilde donatılması,

1317

- Yeni derslerin programa dahil edilmesi ve öğretilmesi, bilgisayar teknolojisiyle ilgili eğitim programlarının tekrar gözden geçirilmesi, - Eğitim kurumlarının kütüphaneleri için elektronik dersliklerinin veri tabanlarının oluĢturulması. 4) Eğitimin Ahlaki Yönleri Milli eğitim sisteminin geliĢtirilmesinin ana hedefi olarak çocukların ahlaki ve vatansever yönde eğitiminin sürekli geliĢtirilmesi. 5) Kaynaklar ve Eğitim Yönetimi - Eğitim sisteminin maddi teknik altyapısının yenilenmesi ve iyileĢtirilmesi, ayrıca yeni inĢaatlar hesabına geniĢletilmesi için büyük miktarda kaynak ayrılması, - Eğitim kurumlarının ve sisteme dahil olan kuruluĢların merkezleĢtirilmiĢ yönetiminin ve serbestliğinin uzlaĢtırılmasına dayanarak milli eğitim sisteminin sürekli geliĢtirilmesi. Bu hedefler eğitimin içeriğinin, eğitim metodolojisinin ve eğitim yöntemlerinin, özellikle de “bilgiiĢlem ve bilgisayar teknolojisinin temelleri” dersi konusundaki eğitim programlarının, dersliklerin, eğitim ve metodolojik kılavuzların yenilenmesini gerekli kılmaktadır. Bunun dıĢında bilgisayar kullanımı ve belirli bilgisayar teknolojileri konusunda yeni derslerin programa dahil edilmesi gerekliliği ortaya çıkmıĢtır. Üçüncü bölümde4 Ģöyle denilmektedir: Eğitim

Sisteminde

Bilgisayar

Kullanımının

Yaygınlaştırılması

ve

Yeni

Eğitim

Teknolojilerinin Kullanılması. Eğitimin etkinliğini artırmak amacıyla bilgisayar kullanılmasının yaygınlaştırılması ve yeni eğitim teknolojilerinin benimsenmesine ilişkin devlet programının hazırlanması kararlaştırılmış ve bunun gerçekleştirilmesi için aşağıdakiler öngörülmüştür: - 2010 yılına kadar eğitim kurumlarının bilgisayarlarla tam Ģekilde donatılması; - Bilgisayar programlarının temini için Devlet Merkezinin oluĢturulması; - Bilgisayarlar ve sistemleri için matematik modellerin hazırlanması konusunda gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdıĢında uzman yetiĢtirilmesinin hızlandırılması ve yaygınlaĢtırılması; - Yeni derslerin programa dahil edilmesi ve öğretilmesi, bilgisayar teknolojisiyle ilgili eğitim programlarının tekrar gözden geçirilmesi; - Eğitim kurumlarının kütüphaneleri için elektronik dersliklerin veri tabanlarının oluĢturulması; - Eğitim sisteminin ortak bilgi sisteminin oluĢturulması. Eğitimin

geliĢtirilmesi

konusundaki

bu

milli

program,

doğal

olarak,

Türkmenistan

CumhurbaĢkanı‟nın 1993‟ten itibaren baĢarılı bir Ģekilde uygulanan yeni eğitim politikasına dayanmaktadır.

1318

Eğitim ulusal kalkınmanın sağlanmasında sadece devlet ve toplum için önemli olmakla kalmayıp bireyler için de büyük önem taĢımaktadır. ağımızda eğitimin belli bir kiĢinin günlük yaĢamındaki ve iĢindeki önemini belirlemek çok zordur. Günümüzde tüm faaliyet alanlarındaki ve ekonomi sektörlerindeki her türlü mesleki faaliyet, belirli bir eğitim düzeyini gerektirmektedir. Bu düzey, sürekli yükselmektedir. ġöyle ki, mesleki faaliyetle uğraĢarak ailesini geçindirecek ve çocuklarının eğitimine yetecek kadar para kazanabilmek için iĢçilere 100 sene önce (1998-1902) altı aylık veya bir yıllık, 75 sene önce (1923-1927) 3-4 yıllık eğitim, 50 sene önce (1948-1952) 7-8 yıllık eğitim gerektiği halde 25 sene önce (1973-1977) 11 yıllık gerekmekteydi. Günümüzde (1998-2002) ise artık 12-13 yıllık eğitim gerekmektedir. Eğer bu eğitim devam ederse, 25 sene sonra artık 15-16 yıllık eğitim zorunlu olacaktır. Belirtmek gerekir ki, bu eğitim sadece Türkmenistan‟da eğitimin geliĢimi sürecinde değil, aynı zamanda küçük bir zaman kaymasıyla bir çok Avrupa ve Asya ülkelerinde eğitimin geliĢim sürecinde de görülmektedir. Elbette ki, ileri teknolojinin kullanıldığı üretim alanlarında çalıĢabilmek için iĢçilere daha yüksek eğitim düzeyi gerekmektedir. Türkmenistan‟ın günümüzdeki ülke sorunları ve onların çözümlenmesi için eğitim sisteminde zorunlu olan değiĢiklikler CumhurbaĢkanı tarafından Mayıs 1993‟te Türkmenistan CumhurbaĢkanı‟nın eğitim alanındaki yeni politikası olarak ilan edilmiĢtir. Daha sonraki dönemde de bu politika onun çok sayıdaki konuĢmalarında, özellikle de 24 Mayıs 1999 tarihinde ülkenin üst düzey bürokratlarıyla görüĢünde

daha

da

geliĢtirilmiĢtir.

Yeni

eğitim

politikasının

temel

yönleri

Türkmenistan

CumhurbaĢkanı tarafından 1 Ekim 1993 tarihinde imzalanmıĢ “Türkmenistan‟da Eğitim Hakkında Kanun”la pekiĢtirilmiĢtir. Kanunda Ģunlar belirtilmektedir: “Eğitim, toplumun manevi, sosyal, ekonomik ve kültürel geliĢiminin temeli olarak devletin kalkınmasında öncelikli yere sahiptir. Eğitimin amacı bireyin ulusal ve evrensel değerler esasında çok yönlü geliĢimini sağlamaktır. Türkmenistan‟da eğitim hümanizm, demokrasi, milli kimlik ve insanlar ve halklar arasında karĢılıklı saygı ilkelerine dayanmaktadır.” Eğitim sorununu çözümlemeden, Türkmenistan‟ın diğer önemli ülke sorunlarını çözüme kavuĢturması, bunun sonucu olarak da dünya ülkeleri içinde normal geliĢimi imkansızdır. Bu yüzden de CumhurbaĢkanı‟nın eğitim alanındaki yeni politikasının ve tamamen Türkmenistan‟ın ulusal çıkarlarına dayanan ve ülke sorunlarının çözümünü kolaylaĢtırmaya yönelik “2010 Yılına Kadar Olan Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal-Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” Milli programının gerçekleĢmesi sadece eğitim alanındaki çalıĢanların değil, tüm halkın görevidir. Yukarıda da belirtildiği gibi eğitim alanındaki yeni politikanın temel hedefi Türkmenistan Devleti‟ni dünyanın çok geliĢmiĢ ülkelerinin düzeyine ulaĢtırmaktır. Bu temel hedefe ulaĢmak için Türkmenistan‟ın eğitim sistemi en azından aĢağıdaki önemli sorunların çözümünü sağlamalıdır:

1319

- Tarafsız, bağımsız, laik, demokratik hukuk devleti olan Türkmenistan‟ın her bir vatandaĢının eğitilmesi. Bu, genç neslin kendi vatanına sevgi, kendi halkının bağımsızlığını ve özgürlüğünü savunmaya her zaman hazır olma ruhunda eğitilmesi; gençlerde yasalara, Anayasaya ve devletin baĢı olan Türkmenistan CumhurbaĢkanı‟na derin saygı aĢılanması; onlara ülkenin ekonomik ve politik bağımsızlığının ve savunma kabiliyetinin korunmasına katılımı sağlayacak beceri ve alıĢkanlıkların öğretilmesi anlamına gelmektedir. - Eğitim sürecinin tüm aĢamalarında (ana okul, temel, yüksek mesleki, lisans, lisansüstü eğitime kendi kendini geliĢtirme) genç neslin yüksek eğitim kalitesinin sağlanması. Bu, genç nesli verimli emek faaliyetine, yurt dıĢındaki en iyi eğitim kurumları dahil daha üst düzey eğitim kurumlarında eğitimlerini devam ettirmeye hazırlamaya olanak sağlayacaktır. - Bağımsız düĢünceye, her türlü kendi kendini eğitme becerilerine sahip, sürekli kendi bilgilerini geliĢtirmeye kabil ve piyasa ekonomisinin hakim olduğu bir ülkede sürekli değiĢen üretim, teknolojik, ekonomik, demografik ve sosyal Ģartlardan dolayı ortaya çıkan kendi özel ve toplumsal (devlet) sorunların çözümüne hazır olan vatandaĢlar yetiĢtirmek. - Gençlerin en az üç dili (Türkmence, Ġngilizce ve Rusça) serbestçe konuĢabilmesini sağlamak. Bu, onların evrensel kültürün, bilimin ve teknolojinin baĢarılarına ulaĢmasını sağlayacak ve daha verimli ve faal bir Ģekilde üretime, ekonomik ve kültürel faaliyetlere katılma imkanlarını artıracaktır. - VatandaĢların teknik ve teknolojik bilgilendirilmesinin sağlanması. Bu, toplumu XXI. yüzyılda dünyanın geliĢmiĢ ülkeleri arasında yaĢama hazırlamaya olanak sağlayacak, üretimin ve ekonominin ekonomik açıdan verimli, kaynaklardan tasaruf sağlayan, çevresel açıdan temiz modern teknolojiler esasında baĢarılı bir Ģekilde geliĢtirilmesi için ortam yaratacaktır. Bu büyük hedefler ve görevler elbette ki, tüm toplumun uzun süreli çabalarını gerektirmektedir. Bu da tüm toplumun desteğinin bulunması Ģartıyla öğretmenlerin ve eğitim alanındaki diğer çalıĢanların devamlı, uzun süreli, ısrarlı, amaca yönelik ve koordineli bir Ģekilde çalıĢmasına bağlıdır. II. Bilgisayar Eğitimde EĢsiz Bir Araçtır 1. Bilgisayar Çok Yönlü Eğitim Aracıdır Eğitim, önceki neslin birikmiĢ bilgileri ve sosyal öneme sahip deneyimleri sürekli bir Ģekilde sonraki nesillere aktarması Ģeklindeki bir süreç olup, bireyin oluĢumu ve geliĢiminin biososyal sürecidir. Bu makalede “eğitim” kavramından geniĢ anlamda eğitim kastedilmektedir. Ülkemizde insanlar “eğitim” derken onun dar anlamını, yani sadece devlet tarafından organize edilen ve normlara bağlanan kısmını anlamaktadırlar. Ayrıca “ilk okul eğitimi” ve “temel eğitim” kavramlarının da açıklanması gerekmektedir. İlkokul eğitimi, çocuklara daha sonraki yaşamlarında eğitim alabilmeleri için eğitim araçlarını (dil, yazı, kitap ve bilgisayar) kullanma becerilerinin öğretilmesidir.

1320

Temel eğitim, insanlara yaşamlarını sürdürebilme, kendi yeteneklerini geliştirme, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşama ve çalışma, kalkınmaya katılma, kendi yaşam düzeyini sürekli yükseltme, sağduyulu kararlar alma ve eğitimini devam ettirmek için gerekli olan temel bilgiler ve zorunlu becerilerin toplamıdır.5 Türkmenistan Ģartlarında “temel eğitim” kavramı “orta eğitim” kavramıyla eĢanlamlıdır. Bilgiler ve deneyimler kümülatif niteliğe, yani toplanarak saklanabilme niteliğine sahiptir. Bu yüzden de onların hacmi sürekli artmaktadır. Dolayısıyla, genç neslin benimsemesi gereken bilgiler ve deneyimler sürekli çoğalmaktadır. Sonuçta 1960‟lı yıllardan itibaren henüz aĢılamamıĢ bir eğitim krizi yaĢanmaktadır.6 Eğitim krizinin temel nedeni, bilgilerin, deneyimlerin ve verilerin, onların saklanma yöntemlerinin oluĢturulması ve geliĢtirilmesi sürecinin önemli ölçüde hızlanmasına rağmen toplanmıĢ bilgilerin ve sosyal öneme sahip deneyimlerin yeni nesillere aktarılması yöntemlerinin çok az değiĢmiĢ olmasıdır. Yalnız günümüzde eğitim sisteminin daha etkin araçları (bilgisayarlar ve biliĢim ağı) ve yöntemleri (elektronik derslikler ve eğitici programlar) ortaya çıkmıĢtır. Yeni binyılın baĢlarına doğru elektronik hesaplama makineleri giderek çeĢitli eğitim olanaklarına sahip internet üzerinden çalıĢabilen multimedya bilgisayarlarına dönüĢmüĢtür. Aynı zamanda güvenirliliği ve zararsızlığı, kullanım sadeliği ve fiyatlarının uygun olması sonucu bilgisayarlar sıradan elektronik ev eĢyasına dönüĢtü. Böylece günümüzdeki bilgisayarlar sıradan bir ev eĢyası gibi dükkandan alınabilir, evde sıradan fiĢ aracılığıyla elektrik ağına bağlanabilir ve internet de dahil olmakla olanaklarından yararlanılabilir. Fiyatların uygunluğuna gelince; bilgisayarların ve parçalarının fiyatları son iki buçuk yıl içinde 1/3 oranında düĢmüĢtür. Günümüzde dünya piyasasında 15” renkli monitörlü modern multimedia bilgisayarları televizyon, kamera veya buz dolabı gibi yaygın ev eĢyalarıyla aynı fiyata satılıyor. Eğer bilgisayar internete bağlanabilme özelliğine de sahipse (yani içinde ek olarak modem de bulunuyorsa) o zaman fiyatı daha kaliteli bir buzdolabı veya televizyon fiyatına yakındır. Aynı zamanda bilgisayar ve parçalarının fiyatlarındaki hızlı düĢüĢ eğiliminin son 30 yıldan itibaren devam ettiğini unutmamak gerekir. Sonuçta, günümüzde bilgisayar her yaĢtan insanların eğitimin tüm aĢamalarında (anaokul, okul, yüksek mesleki, lisans ve lisansüstü) ve tüm derslerle ve mesleklerle ilgili kullanabileceği çok yönlü bir eğitim aracına dönüĢmüĢtür.7 Günümüze kadar buna benzer sadece üç eğitim aracı mevcut olmuĢtur: Dil, yazı ve kitap. Bu eğitim araçlarının her birinin ortaya çıkması ve yaygınlaĢması eğitim sürecinin, ayrıca tüm uygarlığın geliĢiminde yeni bir dönem baĢlatmıĢtır. Dilin ortaya çıkması, insanları hayvanlardan ayırmıĢ ve bilgilerin ve yaĢam deneyimlerinin çocuklara, yani bir sonraki nesle aktarılmasını mümkün kılmıĢ, Ģuur oluĢmuĢtur. Bunun sonucunda da devĢirmecilik ve avcılık ekonomisi ortaya çıkmıĢtır.

1321

Yazının meydana gelmesi (yaklaĢık 5-10 bin yıl önce), bilgilerin ve deneyimlerin mekan ve zaman açısından daha uzak mesafelere aktarılmasına olanak sağlamıĢtır. Bunun sonucunda çiftçilik ekonomisi ortaya çıkmıĢ ve toprak temel varlık haline gelmiĢtir (tarım devrimi). Toprağı korumak amacıyla devletler ortaya çıkmıĢtır. Ordular meydana gelmiĢ, Ģuur daha da geliĢmiĢtir. Ekonomide tarım üretimi hakim olmuĢtur. Bu, insanlığın yazılı tarihinin baĢlangıcıdır. Matbaanın keĢfi bilgilerin geniĢ insan kitlelerine aktarılmasına olanak sağlamıĢ, eğitim sürecini yaygın hale getirmiĢtir (el yazı kitabı uzun bir mektuptur). Bunun sonucunda sanayi üretimi ortaya çıkmıĢ, seri mal üretimine geçilmiĢtir (sanayi devrimi). Para ve sermaye temel varlık haline gelmiĢ, bankacılık sistemi oluĢmuĢtur. Ekonomide (seri) sanayi üretimi hakim olmuĢtur. Bu eğitim araçlarından her birinin ortaya çıkıĢı uygarlığı, uygarlığın ekonomisini, maddi kültürünü, ordusunu, maddi ve manevi değerlerini ve Ģuurunu köklü biçimde değiĢtirmiĢtir. Bilgisayarın yeni eğitim aracına dönüĢmesinin de uygarlığı, ekonomisini, maddi kültürünü, ordusunu, maddi ve manevi değerlerini ve Ģuurunu önemli ölçüde değiĢtireceğini varsayabiliriz. Doğaldır ki, o öncelikle eğitim sürecinin içeriğini ve yöntemlerini değiĢtirecektir. Bilindiği üzere, toplumun eğitim düzeyinin değiĢmesi toplumdaki diğer değiĢiklikler için ön ayak ve potansiyel oluĢturmaktadır. Yeni dönemin baĢlamasının en belirgin özelliği bilgisayarın temel eğitim araçlarından birine dönüĢmesidir. Son 300-350 yıl boyunca bu araçlar sadece dil, yazı ve kitap olmuĢtur. Bu eğitim araçlarından her birinin ortaya çıkması insanlık tarihinde yeni bir dönem baĢlatmıĢ, insanların ve bütünlükte toplumun yaĢam tarzını ve üretimin niteliğini değiĢtirmiĢtir. Yeni eğitim aracı olan bilgisayar da uygarlığın yaĢamındaki önemli değiĢikliliklerin katalizatörü rolünü üstlenmiĢtir. GeçmiĢte yeni eğitim araçlarının ortaya çıkıĢını kabullenmeyen halklar ve devletler tarih sahnesinde tutunamamıĢlardır. En Son Tarih Örneği: Ġslam dünyası (Türk dünyası da dahil olmak üzere) halkları geçmiĢte daha yüksek geliĢmiĢlik düzeyine ve güçlü devletlere sahip olmuĢlar. Fakat XVII. yüzyıldan baĢlayarak bu halklar geliĢmiĢlik açısından geri kalmaya baĢlamıĢ, kendi devlet kurumlarını kaybetmiĢ ve diyebiliriz ki, tarih sahnesinden çekilmiĢlerdir. Bu, onların yeni eğitim aracı olan matbaanın ortaya çıkıĢını zamanında fark edememeleri veya eğitim sürecini köklü biçimde değiĢtirmeye ve ekonomik geliĢmeyi hızlandırmaya olanak sağlayan, bu yeni eğitim aracını gözardı etmelerinin bir sonucudur. Sonuçta bu, Ġslam dünyası ülkelerinin kaçınılmaz bir Ģekilde ekonomik, kültürel, askeri ve siyasi geliĢim açısından geri kalmasının ve Avrupa ülkelerinin yükselmesinin temel nedeni olmuĢtur. Aynı zamanda, matbaanın bulunması sonucunda basılmıĢ kitaplar Batı Avrupa ülkelerinde geniĢ halk kitleleri için ulaĢılabilir hale gelmiĢ ve eğitimin temel araçlarından birine dönüĢmüĢtür.

1322

BasılmıĢ kitaplar, halkın eğitim ve kültür düzeyini önemli ölçüde yükseltmiĢtir. Ġleri teknolojiler geliĢtirilmiĢ ve üretim önemli ölçüde artmıĢtır. Sonuçta, Batı Avrupa ülkeleri tüm dünyayı ele geçirmeye baĢlayacak kadar güçlenmiĢlerdir. Sömürge savaĢları ve XX. yüzyılın son onyıllarına kadar mevcut olmuĢ sömürge imparatorluklarının ortaya çıkması böyle baĢlamıĢtır. Rusya‟da ise kitap basılmasına Batı Avrupa ülkelerinden yaklaĢık 130 yıl sonra baĢlanılmıĢtır. Rusya‟nın ekonomik kalkınması ve dıĢ dünyaya yayılması da bu süre kadar geç baĢlamıĢtır. Sömürge savaĢları ve sömürge imparatorluğunun oluĢturulması da aynı zaman kaymasıyla gerçekleĢmiĢtir. Bağımsız Türkmenistan CumhurbaĢkanı‟nın en öncelikli uygulamalarından birisinin 3 Mayıs 1993 tarihinde eğitim alanında yeni politikanın ilan edilmesi oluĢunun temel nedeni de budur. Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın “2010 Yılına Kadar Olan Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” Milli Programı‟nda da eğitimin, teknolojinin ve ekonominin geliĢiminde, onların verimliliğinin yükseltilmesinde bilgisayarların kullanımına büyük önem atfedilmektedir. Bu ulusal program, hedeflerinin talep ettiği Ģekilde toplumun eğitim düzeyinin yükseltilmesi, devletimizin kalkınmasında toplumun ekonomik, kültürel ve manevi geliĢiminde büyük öneme sahiptir. Bu hedeflere ulaĢılması için ve eğitim sürecinin verimliliğinin yükseltilmesi ve Türkmenistan‟ın ilerideki geliĢimi için entelektüel kaynakların sağlanması amacıyla aĢağıdakilerin yapılması gerekmektedir: a) ocuklara bir araç olarak dil, yazı ve kitaptan yararlanma yöntemlerini öğrettiğimiz gibi, ilkokul günlerinden itibaren bir eğitim aracı olarak bilgisayar kullanmayı öğretmeye baĢlamalıyız. Bunun için bilgisayar dersi üzerine yeni eğitim programının hazırlanması ve ilkokul sınıflarındaki eğitim programının değiĢtirilmesi gerekir. b) Bilgisayarın, eğitimin tüm aĢamalarında verimliliği yükseltmeye olanak sağlayan yeni çok yönlü bir eğitim aracı olmasına iliĢkin stratejiye dayanarak yukarı sınıflar için “Bilgi ĠĢlem ve Bilgisayar Teknolojisinin Temelleri” adlı yeni ders programını hazırlamalıyız. Yeni ders programlarının hazırlanması ve resmen onaylanmasına, yeni dersliklerin basılmasına dek bilgi iletiĢimin mevcut programlar çerçevesinde uygulamalı yönlerini güçlendirmek ve etkin bir eğitim ve iĢ aracı olarak bilgisayarların öğrenciler tarafından öğrenilmesini sağlamak amacımıza yönelik olurdu. Bellidir ki, “Bilgi ĠĢlem ve Bilgisayar Teknolojisinin Temelleri”ni okutan öğretmelerimizin büyük çoğunluğu matematik ve fizik öğretmenleridir. Ona göre de, fizik ve matematik derslerinde bilgisayar teknolojisinin, elektronik dersliklerin ve eğitici programların seçimli veya pilot Ģekilde uygulanmasına baĢlamak yerinde olacaktır. Böyle bir baĢlangıç, sözel ve diğer tabii bilim derslerinin hocalarının yeni eğitim teknolojilerine ve kendi dersleri ile ilgili eğitici bilgisayar programlarına uyum süresini önemli ölçüde kısaltacaktır.

1323

Ancak Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın “2010 Yılına Kadar Olan Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” Milli Programı‟nda öngörülen ülke ekonomisinin

hızlı

bir

biçimde

kalkındırılması

hedefi,

eğitim

sisteminde

bilgisayarların

yaygınlaĢtırılması sürecini hızlandırmayı talep etmektedir. Bu yüzden de bilgisayarın tüm derslere uygulanmasına ve eğitimin tüm aĢamalarında verimliliği yükseltmeye olanak sağlayan yeni çok yönlü bir eğitim aracı olmasına iliĢkin stratejiye dayanarak mevcut “Bilgi ĠĢlem ve Bilgisayar Teknolojisinin Temelleri” dersine iliĢkin eğitim programının bir an önce yenilenmesi zorunlu olmaktadır. YenilenmiĢ eğitim programına dayanarak yeni dersliklerin, öğretici ve metodolojik kılavuzların hazırlanması ve gerekirse okulların eğitim programının değiĢtirilmesi ve öğretmenlerin bu yönde kurslara tâbi tutulması gerekmektedir. Bilgi iĢlem ve bilgisayar teknolojisinin insana özgü kavramsal düĢünmeye ve yapıcı düĢünmenin geliĢtirilmesine dayanarak öğretilmesinin rolü, büyük ölçüde XXI. yüzyılda tüm ekonomide (hizmet, sanayi ve tarım) bilgilerin ve verilerin öneminin artması eğiliminden kaynaklanmaktadır. Herhangi bir dersle ilgili kavramlar sistemini anlayabilme, onları sembollerin ve hareketlerin bütünü Ģeklinde ortaya koyabilme, faaliyetlerin algoritmini ve mantıksal sonuç Ģemalarını oluĢturabilme (mantıksal bilgi iĢlem sürecinde de bunlar gerçekleĢmektedir) becerisi bireyin bu alanda daha iyi bir Ģekilde yönlenmesini sağlamakta ve onun mantıksal ve algoritmik düĢünmesinin geliĢmiĢliğini göstermektedir. Bilgi iĢlem ve bilgisayar teknolojisinin temellerinin öğrenilmesi sırasında aĢağıdaki üç noktaya dikkat edilmesi gerekir: - Araçsal: Bilgisayar, çok yönlü eğitim aracı olarak kullanıldığında kullanıcıya tüm yaĢamı boyunca kendi eğitim düzeyini yükseltme olanağı sağlayan, çalıĢma becerilerinin oluĢturulması aracı, ayrıca kullanıcıya tüm yaĢamı boyunca para kazanma olanağı sağlayan çok yönlü bir iĢ aracı olarak görülmektedir. - Teknolojik: Bilgi iĢlem ve bilgisayar teknolojileri daha ileri üretim ve eğitim teknolojileri geliĢtirmeye olanak sağlayan eğitim potansiyelinin oluĢturulması aracı olarak görülmektedir. - Genel Eğitim: Bilgi iĢlem, hayatta baĢarılı faaliyet için gereken araç; bilginin aranması ve iĢlenmesi aracı; mantıksal ve algoritmik düĢünmenin, analiz yapabilme, özü ve iliĢkileri ortaya çıkarabilme, faaliyet planları oluĢturabilme, mantıksal sonuçlara ulaĢabilme becerisinin geliĢtirilmesi aracıdır. Bunun dıĢında bilgi iĢlem eğitiminde aĢağıdaki iki temel yönü ayırabiliriz: Birincisi, somut bilgi iĢlem teknolojilerinin öğretilmesidir. Bunun için okulların bu teknolojilere uygun bilgisayarlarla ve programlarla donatılması gerekmektedir. Böyle bir öğretimi, mezunların modern program araçlarını benimseyebilmesi için yukarı sınıflarda uygulamak daha mantıklıdır. Ġlk ve ortaokul öğrencileri kendilerini hazırlamaları açısından bilgisayarı amaçlarına ulaĢmada bir araç gibi

1324

kullanarak yaĢlarına uygun program ürünlerinden yararlanabilirler (dergi sayıları, resim yapma, bilgisayar üzerinden yazıĢma klüpleri vs.). Bilgi iĢlem eğitiminin ikinci yönü bilgi iĢlemin yukarıda belirtildiği gibi bir bilim olarak öğretilmesidir. Bunun için okulda bilgisayar bulunmasına gerek yoktur. Buna göre de böyle bir ders programı kırsal kesimdeki okullarda da öğretilebilir. 2. Bilgisayar Çok Fonksiyonlu İş Aracıdır Diğer taraftan bilgisayar, artık çok fonksiyonlu bir iĢ aracına dönüĢmüĢtür. Bilgisayarlar iĢ aracı olarak tüm ekonomi sektörlerinde ve insan faaliyetinin tüm alanlarında kullanılmakta ve iĢ verimliliğinin yükseltilmesini, üretim döngüsünün hızlandırılmasını, kaynaklardan (maddi, mali, entelektüel) tasarruf edilmesini, yeni ihtiyaçların ve üretimlerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Sonuçta, son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkmenistan‟da da ekonominin hizmet ve bilgi iĢlem sektörleri hızla büyümektedir. Ülkenin geliĢmiĢlik sıralamasında (kiĢi baĢına GSYĠH‟ya göre) ilerlemesine bağlı olarak bu sektörün tüm ülke ekonomisindeki payı artmaktadır. Bağımsız Türkmenistan‟ın ekonomi politikası ve Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın “2010 Yılına Kadar Olan Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” Milli Programı ülke ekonomisinin hızlı geliĢimine yöneliktir. ġöyle ki, Türkmenistan‟ın satın alma gücü paritesine göre kiĢi baĢına düĢen GSYĠH‟nın 2005 yılında 7769 ABD Doları‟na, 2010 yılında ise 14.781 ABD Doları‟na çıkarılması öngörülmektedir. Bununla birlikte, hizmet sektörünün ekonomideki payı 2005 yılında %26,3, 2010 yılında ise %45,1 olacak ki, bununla da sanayi (%32,3), tarım (%15,4) ve inĢaat (%7,2) sektörlerini geride bırakarak ülke ekonomisinin en büyük sektörü haline gelecektir. Hizmet ve bilgi iĢlem sektörünün bu Ģekilde geliĢmesi ile birlikte halkın çoğunluğunun çok fonksiyonlu bir iĢ aracına dönüĢmüĢ bilgisayar aracılığıyla çalıĢma becerilerini benimsemesi ulusal öneme sahip gereksinime dönüĢmüĢtür. Uygarlık bilgi teknolojileri dönemine girmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, günümüzde bilgisayar temel eğitim aracına dönüĢmektedir. Eğitim düzeyi ise ileri teknolojilerin temelini oluĢturmaktadır. Ġleri teknolojiler olmadan maddi ve entelektüel ürünlerin verimli üretimi (hizmet, sanayi, tarım sektörlerinde) imkansızdır. Dolayısıyla, genelde verimli bir ekonomi de söz konusu olamaz. Sadece verimli bir ekonomi rekabet kabiliyetli olabilir ve dünya piyasasına mal ihraç edebilir. Sonuçta ülke daha geliĢmiĢ ve kalkınmıĢ, devlet ise daha güçlü oluyor. Sonuçta, sadece verimli ekonomi insanların refahını yükseltiyor ve devletin ekonomik ve politik bağımsızlığının güçlendirilmesini sağlıyor. Ülkenin geliĢmiĢlik düzeyi en iyi Ģekilde, ülkelerin mukayeseli rekabet kabiliyeti derecelendirilmesine (WSY, World Competitiveness Yearbook) göre belirlenmektedir. Bu veya diğer ülkenin rekabet kabiliyetinin sadece kümülatif bir gösterge olan gayri safi milli hasıla (GSMH) ile belirlenmesi imkansızdır. Burada bir çok diğer karmaĢık göstergeler de devreye girmektedir: a) Ülkedeki politik istikrar; b) halkın kültür ve eğitim düzeyi; c) mevzuatın piyasa

1325

ekonomisine yatkınlığı; d) insanların yürürlükteki yasalara uyma düzeyi; e) mahkeme kararlarının saygınlığı; f) tüm iĢletmeler için eĢit rekabet ortamı; g) ulusal para biriminin istikrarlılığı ve konvertibilitesi; h) vergi sisteminin ince ayarı vs. Tablo 1: Milli Ekonomilerin Rekabet Kabiliyeti Derecelendirmesine Göre Ülkelerin Durumu No

Ülkeler20012000

199919981997

1996 1995

1

ABD 1

1

1

1

1

1

1

2

Singapur

2

2

2

2

2

2

2

3

Finlandiya

3

4

5

6

7

15

18

Lüksemburg 4

6

3

3

8

8

-

5

3

4

4

4

7

8

Hong-Kong 6

12

6

5

3

3

3

8

7

10 22

22

14 14

16 19 14

12

4 5 6

Hollanda

7

Ġrlanda 7

8

Ġsveç 8

9

Kanada9

8

10

8

6

12

13

10

Ġsviçre10 7

7

9

12

9

5

11

5

11 12 15

21

16

12 15 16

10

6

13

18 21 25

25

14

Avusturya 14 15

18 24 20

16

11

15

Danimarka 15 13

9

5

7

16

Ġsrail 16 21 22

25 25 24

24

17

Belçika17 19 21

23 23 17

21

18

Tayvan18 20 15

14 18 18

14

19

Ġngiltere19 16 19

13

9

19

15

20

Norveç20 17 16

11

5

6

10

17 17 11

11

12 13

Avustralya 11 10 Almanya

12 11

Ġzlanda13 9

21 Yeni Zelanda 21 18 22

Estonya22 -

-

23

Ġspanya23 23 20

24

ġili 24 25 25

-

10 13

-

-

-

26 26 29

28

2

20

24 13

1326

9

25

22 22 20

19

26 24

24 20 17

4

4

27

Macaristan 27 26

26 28 37

39

41

28

Güney Kore 28 28

41 36 30

27

26

29

Malezya29 27 28

19 14 23

23

30

Yunanistan 30 34

32 33 36

40

31

Brezilya31 31 34

35 34 37

38

32

Ġtalya 32 32 30

31 39 28

29

33

Çin 33 30 29

21 27 26

31

34

Portekiz34 29 27

29 32 36

32

35 40

37 37 33

34

36

Meksika36 33 35

34 40 42

42

37

Slovakya

38

Tayland38 35 36

26

35

Fransa25 22 23 Japonya

Çek Cum.

37

-

-

-

-

-

40

39

-

41 31 30

27 -

-

39

Slovenya

39 36

39

-

-

40

Filipinler

40 37

31 32 29

31

36

41

Hindistan

41 39

42 38 41

38

37

42 G.Afrika Cum.42 43

43 42 42

44

43

43

Arjantin43 41 33

30 28 32

30

44

Türkiye44 42 38

39 35 35

35

45

Rusya45 47 46

43 46 46

46

46

Kolombiya 46 45

45 45 45

33

47

Polonya47 38 40

44 43 43

45

48

Venezuela 48 46

44 46 44

45

44

49

Endonezya 49 44

47 40 38

41

34

33

Buna göre de WCY listesini oluĢturanlar sanayice geliĢmiĢ yaklaĢık 50 ülkenin rekabet kabiliyeti ile ilgili 288 kriter konusunda bilgileri toplayarak iĢlemektedir. 1999 yılında WCY endeksinin oluĢturulması sırasında kullanılan verilerin 2/3‟ü uluslararası, bölgesel ve ülke istatistikleri, 1/3‟ü ise 4160 eksperin anket sonuçlarıdır. Alınan bilgilerin analizine dünyanın 33 önde gelen ekonomi enstitüsü katılmıĢtır.

1327

Tablo 1‟de 1995-2001 yıllarında ülkelerin rekabet kabiliyeti derecelendirilmesine göre durumu, Tablo 2‟de ise 1999 ve 2001 yıllarında geliĢmiĢ ülkelerin milli ekonomilerinin rekabet kabiliyeti derecelendirme endeksi (Ģartlı birimle) verilmiĢtir. Bu tablolar çok Ģeyi ortaya koymaktadır. Ancak bu tabloların diğer istatistik verileri ile karĢılaĢtırılması üzerinde düĢünülmesi gereken daha çok bilgi vermektedir. ĠĢte anlamlı bir örnek: 1997 yılında 1000 kiĢiye düĢen kiĢisel bilgisayar (PC) sayısı: ABD-413; Finlandiya-298; Kanada-276; Ġsveç-265; Danimarka-257; Ġngiltere-246; Hollanda-242; Avustralya-236; Belçika-218; Almanya-198; Fransa-197; Japonya-184; Avusturya-183; Ġsviçre-153; Tayvan-142; Ġtalya-133;

Ġspanya-101;

Güney

Kore-92;

Polonya-37;

Meksika-32;

Rusya-24;

Brezilya-19;

Endonezya-7; in-3,4; Hindistan-2,2. Bir örnek daha: 1000 kiĢiye düĢen internet kullanıcısı sayısı: Finlandiya-41; Ġzlanda-33; ABD-23; Norveç-20; Avustralya-17; Ġsveç-17; Yeni Zelanda-15; Kanada-13; Ġsviçre-12; Hollanda-11; Danimarka-10; Ġngiltere-9; Avusturya-7; Almanya-6. Görüldüğü gibi, karĢımıza yine de ülkelerin rekabet kabiliyeti derecelendirmesi sıralamasına intibak eden bir liste, yani önde gelen geliĢmiĢ ülkelerin listesi çıkmaktadır. Ülkelerin kiĢisel bilgisayar ile cep telefonu ve internet kullanıcısı sayısına göre sıralanması ülkelerin rekabet kabiliyeti derecelendirmesi ile büyük ölçüde çakıĢmaktadır. Amerikan, Yeni Asya ve Batı Avrupa ekonomilerinin yüksek rekabet kabiliyeti her Ģeyden önce ülkede bilgisayar kullanımının yaygınlaĢtırılması hızı ve biliĢim teknolojilerinin kullanım düzeyi ile ilgilidir. Bu konuda Finlandiya iyi bir örnek oluĢturmaktadır. Son 6 yılda Finlandiya, ülkedeki bilgisayar sayısının artması ve cep telefonu ve internet kullanımının yaygınlaĢması sayesinde ekonomisinin rekabet kabiliyetliliğine göre 15.‟likten 3.‟lüğe yükselmiĢtir. Tarih sahnesinde bağımsız bir birim olarak kalmak isteyen toplum (baĢka bir deyiĢle kendi devletini koruyup saklamak isteyen), günümüz Ģartlarında geniĢ çapta bilgisayar kullanımını yaygınlaĢtırmak zorundadır. Dolayısıyla ülkede bilgisayar kullanımının yaygınlaĢtırılması XXI. yüzyılın sloganıdır. Bu sloganı zamanında kabullenmek gerekir. Böylece, bilgisayarların üretim teknolojilerinde (hizmet, sanayi ve tarım sektörlerinde), eğitim alanında (eğitim kurumlarında ve günlük yaĢamda) ve devlet yönetim birimlerinde yaygınlaĢtırılması ve verimli bir Ģekilde kullanılması gerek bireyler gerekse devlet açısından hayati önem taĢımaktadır. Buna göre de, bilgisayarların üretimde ve günlük yaĢamda yaygınlaĢmasına ve verimli bir Ģekilde kullanılmasına yardımcı olan her türlü faaliyet desteklenmelidir. Bugünün öğrencileri yarının ekonomik açıdan faal bireyleridir. Dolayısıyla, çocuklarda, onların gelecekteki mesleki eğitiminin önemli bir öğesi olarak, bilgisayarla çalıĢma becerilerinin oluĢturulması zorunlu olmaktadır.

1328

Kanımızca, gelecekte orta okul ve lise düzeyinde yeni “Bilgisayar Teknolojileri” dersinin öğretimine baĢlanılması gerekmektedir. Bu yolla öğrencilerin temel mesleki eğitim almasını sağlamak ve onların mesleki faaliyetinde bilgisayarı bir iĢ aracı olarak tam Ģekilde kullanmak mümkündür. Tablo 2: 1999 ve 2001 Yıllarında GeliĢmiĢ Ülkelerin Milli Endeksi Ülkeler

1999

1

ABD

100,00

100,00

2

Singapur

86,04

87,66

3

Finlandiya

82,96

83,38

4

Lüksemburg

81,20

82,81

5

Hollanda

81,06

81,46

6

Ġsviçre

80,11

76,81

7

Hong-Kong

79,67

79,55

8

Danimarka

77,53

71,79

9

Almanya

76,72

74,04

10

Kanada

76,47

76,94

11

Ġrlanda

76,36

79,20

12

Avustralya

76,18

57,87

13

Norveç

74,38

63,10

14

Ġsveç

74,29

77,86

15

Ġngiltere

74,20

64,78

16

Japonya

73,92

57,52

17

Ġzlanda

72,73

73,75

18

Tayvan

72,08

64,84

19

Avusturya

71,34

72,54

20

Yeni Zelanda

71,24

61,73

21

Fransa

70,76

59,56

22

Belçika

70,14

66,03

23

Ġspanya

69,40

60,14

24

Ġsrail

67,80

67,92

No

2001

1329

Ekonomilerinin Rekabet Kabiliyeti

25

ġili

66,84

59,84

26

Macaristan

63,46

55,64

27

Malezya

62,58

50,03

28

Portekiz

62,22

48,36

29

Çin

61,02

49,53

30

Ġtalya

59,98

49,58

31

Yunanistan

57,18

49,96

32

Filipinler

55,05

40,60

33

Arjantin

53,76

37,51

34

Tayland

53,27

42,67

35

Brezilya

53,08

49,66

36

Meksika

52,57

43,67

37

Türkiye

52,31

35,44

38

Güney Kore

52,05

51,08

39

Hindistan

49,95

40,41

40

Slovenya

49,88

42,48

Çek Cumhuriyeti 48,80

46,68

41 42

Güney Afrika Cumhuriyeti48,36 38,61

43

Kolombiya

48,08

32,84

44

Polonya

47,86

32,01

45

Venezuela

46,96

30,66

46

Endonezya

41,98

28,26

47

Rusya

37,78

34,57

48

Estonya

- 60,20

49

Slovakya

- 43,59

Örneğin, en iyi program ürünlerine dayanan bilgisayar teknolojilerinin günümüzdeki geliĢim düzeyi mevcut eğitim programlarında yukarı sınıflar için haftada 6 saat olarak (toplam 204 saat) öngörülen mesleki eğitim derslerinde öğrencilere mesleki bilgisayar teknolojilerinin öğretilmesine olanak sağlamaktadır. Bu bilgisayar teknolojilerinin örnek bir listesini verelim: 1) Ofis-sekreter; 2) Dizgi-yayın; 3) Bedii-grafik; 4) Fotoğraf ve fotorestorasyon; 5) Muhasebe-finans; 6) Hesap-matematik;

1330

7) Eğitim-pedagojik; 8) Bilgi iĢlem; 9) Sınıflandırma ve sistemleĢtirme; 10) Tasarım-dizayn; 11) Eğitimdil; 12) Dil-çeviri; 13) Reklam-dizayn; 14) Müzik-tashih ve müzik-restorasyon; 15) Program ürünlerin üretimi; 16) Ġnternet programlarının üretimi; 17) Elektronik ticaret vs. Öğrencilerde bilgisayar gibi çok fonksiyonlu bir iĢ aracını kullanma becerilerinin oluĢturulması kanımızca mesleki eğitimin devlet sistemi açısından çok büyük öneme sahiptir. Zira o bir taraftan uzmanların yetiĢtirilmesi süresini, gençlerin mesleki eğitimi için maddi ve mali harcamaları azaltacak, diğer taraftan ise gençlerin mesleki hareketliliğini, yani ülke ekonomisinin hızla geliĢen sektörlerinin talepleri doğrultusunda hızla bir iĢten baĢka bir iĢe geçebilmesini sağlayacaktır. Bunun için elbette ki, okullarda gençlerin mesleki eğitimi konusunda bilgisayar teknolojisi ile ilgili eğitim programlarının, buna uygun dersliklerin, eğitim ve metodolojik kılavuzların hazırlanması, onların pilot uygulamasının yapılması ve öğretmen personelinin buna uygun hazırlık kurslarına tabi tutulması gerekmektedir. III. Elektronik Derslik Geleceğin Dersliğidir 1960‟lı yılların sonuna doğru dünya eğitim krizi belirgin bir Ģekilde kendini hissettirmeye baĢladı. Bu krizin özünde halkın eğitim düzeyi ile ekonominin ve yaĢam koĢullarının eğitim düzeyine olan talepleri arasındaki çeĢitli Ģekillerde ortaya çıkan kopukluklar durmaktaydı. Eğitim krizi sorunu ilk kez Ekim 1967 yılında dünya eğitim krizi konusundaki uluslararası konferansta açık bir Ģekilde görüĢülmüĢtür.8 Eğitim süresinin uzatılması veya haftalık ders yükünün artırılması yoluyla eğitim krizinin çözümlenmesine iliĢkin baĢlangıçtaki çabalar yetersiz kalmıĢtır. Bu yöntemi savunanlar okul eğitimi süresinin ara vermeden uzatılmasını talep ediyorlardı. Bu sebepten de sorunu çözümlemek mümkün olmamıĢtır. Hepimizin bildiği gibi insan ömrü hâlâ çok kısadır. Bu yüzden de son yıllarda dünyanın bir çok ülkesinde eğitim metodolojisinin iyileĢtirilmesi ve çocuk psikolojisi alanındaki baĢarıların kullanılması yoluyla okul eğitiminde reform yapma yönünde giriĢimlerde bulunulmuĢtur. Bu ikinci yöntemin savunucularının sloganı Ģuydu: “Daha iyi eğitim metodolojisi ve eğitim sürecinin yeniden organize edilmesi yoluyla eğitim sürecinde çocuk beyninin olanaklarını tam Ģekilde kullanmak ve çocukların daha erken yaĢlarda daha çok bilgiyi benimsemesini sağlayacak yöntem ve metodolojilerin hazırlanması.” Bu yöntem pedagojinin temel ilkelerinden olan eğitim süreciyle çocuğun psikolojik geliĢim sürecinin uyumlaĢtırılması ilkesinin ihlali nedeniyle yeterince etkin olamamıĢtır. Söz konusu ikinci yöntem eğitim krizinin aĢılmasında yetersiz kalmıĢtır. XX. yüzyılın sonlarında biliĢim teknolojileri çağının baĢlamasıyla hayata atılan genç neslin eğitim düzeyine olan talepler gittikçe daha hızlı Ģekilde artmaktadır. Bu yüzden de yaĢam Ģartlarının insanların eğitim düzeyine olan yükselen taleplerini dikkate alarak sorunun yeni çözüm yollarının aranmasına gidilmiĢtir. Eğitim krizini aĢabilecek en ümit verici yöntem üçüncü yöntemdir. Bu yöntem,

1331

bilgisayarların temel ve çok iĢlevli yeni eğitim aracı olarak yaygın kullanılması (eğitim sürecinin tüm aĢamalarında ve tüm derslerde) suretiyle eğitim sisteminde reform yapılmasını öngörmektedir. XX. yüzyıla girerken nihayet ki, dünya eğitim krizinin aĢılması için gereken ortam oluĢmuĢtur. ġöyle ki, bilimsel teknolojik devrim sonucunda temel ve çok iĢlevli yeni eğitim aracı olan bilgisayar ortaya çıkmıĢtır. Günümüz dünyasındaki hızlı geliĢmelere uyum sağlama gerekliliğinin bir sonucu olarak tüm yaşam boyunca eğitim stratejisi geliĢtirilmiĢtir. Bunlar, eğitim krizinin aĢılması amacıyla eğitim metodolojisinde reform yapılmasında ve eğitimin verimliliğinin yükseltilmesinde büyük önem kazanmıĢlardır. Bunlar, hızlı değiĢimlerin yaĢandığı dünyanın bize verdiği mesaja bir cevaptır. CumhurbaĢkanı TürkmenbaĢı, bunu Ģu Ģekilde ifade etmektedir: “Günümüzde dünya çok hızlı bir Ģekilde geliĢmektedir.”

Yeni eğitim aracı, tüm yaĢam boyu eğitim stratejisi ile birlikte XX. yüzyılın sonlarına özgü eğitim krizini aĢmaya kabildir. XXI. yüzyıla girerken eğitim krizinin aĢılması ve eğitim alanında reform konuları son on yıllarda bir çok yayınlarda tartıĢma konusu olmuĢtur. 1997 yılında UNESCO tarafından Paris‟te Jacuese Delor‟un baĢkanlığındaki uluslararası komisyonun XXI. yüzyılda eğitim hakkında “Eğitim: Gizli Hazine” adlı raporu yayınlanmıĢtır.9 Bu raporda yukarıda sözü geçen strateji konusunda Ģunlar belirtilmektedir: “YaĢam boyu eğitim dört temele dayanmaktadır: Anlamayı öğrenmek, yapmayı öğrenmek, bir arada yaĢamayı öğrenmek, yaĢamayı öğrenmek. - Yeterince geniĢ ortak kültürü, sınırlı ders sayısında derinlemesine çalıĢma ile biraraya getirerek anlamayı öğrenmek. Bu, aynı zamanda kesintisiz eğitimin sunduğu olanaklardan yararlanabilmek için öğrenme becerisi anlamına gelmektedir. - Sadece uzman vasfı kazanmak için değil, daha geniĢ anlamda çeĢitli ve çok sayılı olaylarla baĢ edebilme ve ekip ortamında çalıĢma olanağı veren yeterlilik kazanmak için yapmayı öğrenmek. Ayrıca, gençlerin sık sık ya yerel ve milli özelliklerden dolayı spontane bir Ģekilde ya da birbirini izleyen eğitim aĢamaları sayesinde biçimsel usulen karĢılaĢtıkları çeĢitli sosyal veya ekonomik Ģartların bulunduğu ortamlarda çalıĢmayı öğrenmek gerekir. - BaĢkasını anlama ve karĢılıklı bağlantıyı fark edebilme, ortak projeleri gerçekleĢtirme ve çoğulculuk karĢılıklı anlaĢma ve barıĢ değerlerine saygı göstererek görüĢ ayrılıklarında ortak yol bulunmasına hazır olmayı aĢılayarak bir arada yaĢamayı öğrenmek. - Kendi bireysel geliĢimine ve serbestlik, muhakemelerde bağımsızlık ve bireysel sorumluluk ortaya koyarak faaliyet gösterebilmek için yaĢamayı öğrenmek. Bunun için eğitim alanında bireyin potansiyel olanaklarının hafızasının, düĢünme yeteneğinin, estetik duygularının, fiziki imkanlarının ve iletiĢim yeteneklerinin gözardı edilmemesi gerekir.”

1332

Resmi eğitim sistemleri diğer eğitim Ģekillerini gözardı ederek bilgilere ulaĢmaya özel önem verdikleri halde, eğitimi bir bütün olarak görmek gerekir. Eğitimin bu Ģekilde görülmesi gelecekte eğitim alanındaki reformları (gerek eğitim programlarının hazırlanması, gerekse de pedagoji alanında yeni politikalar) hızlandıracak ve yönlendirecektir. Türkmenistan CumhurbaĢkanı‟nın eğitim alanındaki yeni politikasının ve “2010 Yılına Kadar Olan Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” Programının Türkmenistan‟ın eğitim sisteminde gerçekleĢtirilmesi, Türkmenistan eğitim sistemi için çeĢitli derslerle ilgili eğitim programlarının ve planlarının hazırlanması sırasında temel olarak bilgisayarın çok yönlü eğitim aracı gibi kullanılması yöntemini seçmek ve aynı zamanda yaĢam boyu eğitim stratejisinin taleplerini dikkate almak gerekir. Burada yaĢam boyu eğitim stratejisinin taleplerinin Türkmenistan Ģartlarında daha kolay bir Ģekilde karĢılanabileceğini belirtmek yerinde olacaktır. ĠĢte bu yüzden Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenibaĢı Ģöyle yazıyor: “Bizden önce geçen Türkmenler, bilimde ne kadar yüksek derecelere çıkmıĢ olsalar da okumaya devam etmiĢler, yeni bilimleri öğrenmek azminden bir Ģey kaybetmemiĢler. ünkü onlar kuĢaktan kuĢağa geçen bilgi birikimiyle yaĢamıĢlar ve bu nesille terakki etmiĢler. Öğrenmeye ara verilirse, bilimde duraklama olursa bilimin solup kuruyacağını düĢünmüĢler. Bugünün Türkmeni! Sen de okumaya devam ettiğin sürece bilimli adam sayılırsın, içindeki öğrenme aĢkını yitirdiğin an cahile dönersin. Türkmen‟in her vatandaĢı ilim ehli, bilim sahibi olmalıdır. Bu durum onun ruhi dünyasının, yerinden fırlayacakmıĢ gibi atan yüreğinin, ilme susamıĢ ruhunun, hisli kalbinin, Ģairane gönlünün yüce olmasının ana gözlerinden bellidir. Okumak, öğrenmek, hayat hakkında daha bir derin düĢünmektir. Okuduğu zaman insanda yeni yeni fikirler, heyecanlar ortaya çıkar. Okumak, öğrenmek Yüce Allah‟ın senasıdır. Benim yanımda ilim ehli, aydın insanların özel bir saygınlığı olup, onlara hususi hürmet ederim”10 Bununla birlikte eĢ zamanlı olarak CumhurbaĢkanı‟nın eğitim alanındaki yeni politikasının temel yönlerinden biri olan Türkmen dili öğretiminin iyileĢtirilmesi ve onun kullanım alanlarının yaygınlaĢtırılmasının gerçekleĢtirilmesi gerekmektedir. Bu ise elektronik dersliklere özel önem verilmesini gerektiriyor. Bilgisayarın çok fonksiyonlu eğitim aracı olarak kullanılmasına, yaĢam boyu eğitim stratejisine ve Türkmencenin kullanım alanlarının devamlı geniĢletilmesine dayanarak dersliklerin, eğitim ve metodolojik kılavuzların hazırlanması Türkmencede elektronik derslikler sorununu çözümlemeden imkansızdır. Eğitim kurumlarının bilgisayarlarla donatılması eğitim sorununu çözümlemek için yeterli değildir. Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın yürüttüğü politikanın ve yaĢam boyu eğitim stratejisinin taleplerini karĢılayan ve etkin bir eğitim aracı olan bilgisayarda kullanılabilen

1333

Türkmence dersliklerin, eğitim ve metodolojik kılavuzların hazırlanması gerekir. Elektronik derslik sorunu derken bunu kastediyoruz. Günümüz dünyasında bu sorunun çözümü için ilgili araçlar hazırlanmıĢtır. Bu araçlara dayanarak tüm dünyada yeni elektronik multimedya derslikleri, eğitici programlar, öğretici oyunlar ve yeni metodolojik eğitim teknolojileri hazırlanmakta ve anaokuldan baĢlayarak yüksek lisansa kadar eğitimin çeĢitli aĢamalarında denenmektedir. ġöyle ki, artık eğitim alanında öğretmenler ve öğrenciler için ucuz fiyatlı özel bilgisayarlar yapılmıĢ ve geliĢtirilmektedir. Elektronik kitaplar ve farklı yaĢ gruplarından olan kullanıcılar için çok sayıda eğitici programlar (Ġngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça ve diğer dillerde) üretilmiĢtir. Bu süreç giderek hızlı bir Ģekilde tüm dünyada yaygınlaĢmaktadır. Doğaldır ki, her bir ülke elektronik derslikler ve eğitici programları kendi resmi devlet dilinde hazırlamaktadır. Bizim de bu konu ile yakından ilgilenme zamanımız gelip çatmıĢtır. Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın, 2010 yılına dek Türkmenistan‟ın eğitim kurumlarının bilgisayarlarla tamamen donatılmasını öngören “2010 Yılına Kadar Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” milli programının kabul edilmesi bu sorunun çözümlenmesini zorunlu kılmaktadır. Eğer önümüzdeki 10-15 yıllık süre içinde her bir öğrencinin kiĢisel bilgisayar ve elektronik derslikle donatılmasının, kağıda basılan normal dersliklerle eğitim görmesinden daha az kamu kaynağı gerektirdiğine iliĢkin tahminleri de dikkate alırsak konunun günceliği daha da artmaktadır. Bunun dıĢında, yeni bilgisayar teknolojilerinin eğitime katılması eğitim programlarına dahil olan tüm derslerle ilgili daha etkin yeni metodolojiler hazırlamaya olanak sağlayacaktır. Eğitim sürecinde yeni eğitim teknolojilerinin kullanılması ise tüm eğitim sisteminin etkinliğini önemli ölçüde arttıracaktır. Dahası bu teknolojiler, XV. yüzyılın sonlarında matbaanın buluĢu ile kitabın çok fonksiyonlu bir eğitim aracına dönüĢmesinde olduğu gibi eğitim sisteminde esaslı dönüĢümlere götürecektir. Buna göre de, bu teknolojileri kullanabilen öğretmenler hazırlanmasına ve olanaklar çerçevesinde okulların ve diğer eğitim kurumlarının bilgisayarlarla, eğitici programlarlarla ve elektronik dersliklerle donatılmasına artık bugün baĢlamak gerekir. Eğitim sürecinin etkinliğini önemli ölçüde artıran yeni eğitim teknolojilerinin yaygın kullanımının sağlanması amacıyla “Türkmenistan‟ın Eğitim Sisteminde Bilgisayar Kullanımının YaygınlaĢtırılması” devlet planının hazırlanması ve uygulanması gerekir. Türkmenistan CumhurbaĢkanı‟nın 16 Ocak 2001 tarihli, 5049 No.lu kararı doğrultusunda bu plan Ģu anda hazırlama aĢamasındadır. Bu planda öğrencilerin bilgisayar ve elektronik dersliklerle donatılması ile ilgili önlemler öngörülmektedir. Kanımızca, “Türkmenistan‟ın Eğitim Kurumlarında Bilgisayar Kullanımının YaygınlaĢtırılması ve Yeni Eğitim Teknolojileri” devlet planında aĢağıdaki önlemler yer almalıdır. - 2001 yılından baĢlayarak her bir etaptaki en azından bir en iyi okulda bilgisayar odalarının oluĢturulmasına baĢlanılması,

1334

- Elektronik dersliklerin, eğitici programların ve ilkokul ve ortaokul eğitim programlarında öngörülen çeĢitli dersler üzere bilgisayarlı eğitim metodolojilerinin, lise sınıflarındaki mesleki eğitim derslerinde öğretilmesi öngörülen mesleki bilgisayar teknolojileri eğitimi metodolojisinin hazırlanması için Milli Enstitüde bir kaç bilgisayar odasının oluĢturulması, - Multimedya derslikler de dahil olmak üzere eğitim bakanlığının Türkmence gereken dersliklerin ve diğer eğitim ve metodolojik kılavuzların baskısı ile ilgili taleplerini karĢılayan elektronik dersliklerin hazırlanması için yayınevinin oluĢturulması. Bu yayınevi olabildiğince kısa sürede faaliyete baĢlamalıdır. BaĢlangıçta Milli Eğitim Enstitüsü‟nün bir Ģubesi olarak faaliyete baĢlayabilir. - Geleceğin öğretmenlerine bilgisayarı eğitim ve iĢ aracı olarak kullanılmasına dayanan eğitim metodolojilerinin öğretilmesi için öğretmenlik yüksek okullarının ve üniversitelerin eğitim fakültelerinin gereken teçhizatla donatılması. - Gelecekte Türkmencenin her türlü eğitim sözlüklerinin hızlı bir Ģekilde oluĢturulmasını ve yayınını sağlayacak bir birimin oluĢturulması. Böyle bir birim Dil ve Edebiyat Enstitüsü‟nde faaliyet gösterebilir, Türkmencenin kullanım alanının geniĢletilmesine yardımcı olabilir. - Türkmence elektronik dersliklerin ve eğitim programlarının hazırlanması için merkezin kurulması. Böyle bir merkez yabancı program ürünlerinin Türkmenceye çevrisini de yapabilir. Bu ve diğer önlemler, Türkmenistan‟ın tüm eğitim sisteminde eğitim sürecinin verimliliğinin önemli ölçüde yükseltilmesini sağlayacak, ayrıca Türkmenistan‟ın tüm ekonomik ve kültürel alanlarında bilgisayar teknolojilerinin daha etkin bir Ģekilde kullanılmasına yardımcı olacaktır. Biz inanıyoruz ki, Türkmence elektronik derslikler sorununun hızlı bir Ģekilde çözüme kavuĢturulması kuĢkusuz Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın, Türkmenistan‟ın “altın çağı”nı baĢlatan “2010 Yılına Kadar Olan Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” adlı milli programının baĢarıyla gerçekleĢtirilmesini kolaylaĢtıracak ve hızlandıracaktır.

1 Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın “2010 Yılına Kadar Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” (Türkmenistan Ekonomi ve Maliye Bakanlığı, Milli Ġstatistik ve Tahmin Enstitüsü), Türkmence ve Rusça, AĢgabat, 1999. 2 Saparmurat TürkmenbaĢı, Ruhname, AĢgabat, 2001. 3 Türkmenistan Prezidenti S. TürkmenbaĢını “Türkmenistanda durmuĢ-ikdisadi özgertmeleri 2010. yıla çenli dövür üçin baĢ yörelesi” Maksatnaması, Milli bilim ulgamı; (Türkmenistanı Bilim Ministrligi) AĢgabat-1999. 4 Ġbid. 5 Vsemirnaya deklaratsiya ob obrozavanii dlya vseh, statya I.

1335

6 Coombs Philip H. The Word Education Crisis, Oxford University Press, 1968; Kombs F. G, Krizis Obrazovaniya, Sistemnıy Analiz, M., “Progress”, 1970. 7 Hanberdiyev A. Novıy Universalnıy Superinstrument Obrazovaniya (Kompyuter i Voprosı Prepodavaniya Informatiki, Fiziki i Matematiki. V knige: Matematika we Fizika ıkıĢları Tezisleri). Türkmenistanı Milli Bilim Institutu, AĢgabat-2000. 8 Coombs Philip H. The Word Education Crisis, Oxford University Press, 1968; Kombs F. G, Krizis Obrazovaniya, Sistemnıy Analiz, M., “Progress”, 1970. 9 Obrazovaniya: Sokrıtoe SokroviĢe. Doklad Mejdunarodnoy Komissii po Obrazovaniyu dlya XXI veka (Pred. Jak Delor), Ġzdatelstvo UNESCO Press, 1997. 10

Ruhname, s. 17.

Türkmenistan CumhurbaĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın “2010 Yılına Kadar Dönemde Türkmenistan‟da Sosyal Ekonomik DönüĢüm Stratejisi” (Türkmenistan Ekonomi ve Maliye Bakanlığı, Milli Ġstatistik ve Tahmin Enstitüsü), Türkmence ve Rusça, AĢgabat, 1999. Saparmurat TürkmenbaĢı, Ruhname, AĢgabat, 2001. Türkmenistan Prezidenti S. TürkmenbaĢynyn “Türkmenistanda durmuĢ-ıkdısadı özgertmelerin 2010. nuncu yılla çenli dövür üçin baĢ yörelesi” Maksatnaması, Milli bilim ulgamı; (Türkmenistanın Bilim Ministrligi) AĢgabat-1999. Vsemirnaya Deklaratsiya ob Obrozavanii Dlya Vseh, statya I. Hanberdiyev A., Novıy universalnıy superinstrument obrazovaniya (kompyuter i voprosı prepodavaniya informatiki, fiziki i matematiki. V knige: Matematika we fizika derslerini dövrebap okatmagı meseleleri (Ilmı-usulı maslahatdakı/3 noåabr, 2000 çıkıĢları tezisleri) Türkmenistanın Milli bilim institutu, AĢgabat-2000. Coombs Philip H., The Word Education Crisis, Oxford University Press, 1968; Kombs F. G, Krizis Obrazovaniya, Sistemnıy Analiz, M., “Progress”, 1970.

1336

Türkmenlerde SavaĢ Sanatı ve Silahlar (Vı-XVI. Yüzyıllar) / Prof. Dr. Ovez A. Gündogdiyev [s.828-834] Türkmenistan Tarih Enstitüsü / Türkmenistan Türkmenler binlerce yıl vatanlarını onurla savunmuĢlardı. Onlar, çok üstün silahları ve savaĢ sanatı sayesinde geçmiĢ yüzyılların büyük savaĢlarından zaferle çıkmıĢlardı. SavaĢ sanatına, muhtemelen öncelikle aĢağıdakiler aittir: taktik tatbikat, hücum, stratejik geri çekilme, savunma, keĢif vs. Türkmenler

barıĢ döneminde her zaman savaĢ hazırlıkları

yapmaktadırlar. Burada savaĢ eğitimi, spor yarıĢmaları ve av aracılığıyla geliĢtiriliyordu. Av zamanı gençler ok ve mızrak atmada kendi becerilerini sergileyerek, güçlü hayvanlarla güreĢte cesurluklarını sergileyerek öne çıkma imkanına sahiptiler. Toplu Ģekilde yapılan avlar yaklaĢık 15 gün sürmekte ve taktik tatbikat niteliği taĢımaktaydı. Burada kuĢatma, saldırı ve geri çekilme yöntemleri öğretiliyordu. Sefere hazırlanırken avlanmıĢ kuĢları tuzlayarak kurutuyorlardı.1 Sefer öncesi bir ziyafet düzenleniyor, burada ok atma, mızrak atma, güreĢ ve yiğitlik yarıĢmaları yapılıyordu. Ordu bayrak açarak harekete baĢlıyor, ileriye keĢif birlikleri gönderiliyordu. Bu birlikler Türkmenlerin askeri hareketlerinde önemli bir yere sahiptirler. Örneğin, “Oğuz-name”de destan kahramanı Oğuz Han‟ın keĢif için gönderdiği süvari birliklerinden bahsedilmektedir. O, nizamlı ordu birliklerinden çekinerek, Irak‟a saldırmadan önce 200 süvari toplayarak, onlara özellikle kaleler ve istihkamlara dikkat edip, bilgi toplamalarını emretmiĢ ve eklemiĢti: “Mümkün olursa, bunların içinde küçük olanlarını ele geçirin, fakat büyük ve iyi savunulan kalelere saldırmayın.”2 Oğuzların keĢif birlikleri, yerli halkta korku uyandırmak için kendi ordularında sayısız asker bulunduğuna ve yenilmezliklerine iliĢkin haberler yayıyorlardı. Ordu komutanları kendi casuslarından bilgi alarak esirleri titizlikle sorguya çekiyorlardı. Örneğin, Oğuz Han kendi vassalı olan hükümdarlardan birine: “…Rumların ve Frenklerin ülkelerinin konumu, onların orduları ve bu orduların bulundukları yerleri (öğrendiğinde) bu topraklara ordu gönderip oraları ele geçirebileceğini” söylüyordu.3 Türkmen ordusu, olağanüstü manevra kabiliyeti sayesinde büyük mesafeleri kısa sürede hızlı bir Ģekilde kat edebiliyordu. Büyük nehirler bile bu orduyu durduramıyordu. Oğuzlar büyük nehirleri hava doldurulmuĢ tulumların üzerinde geçiyorlardı. Oğuzların atlarına tutunarak nehri geçtikleri de söylenmektedir. DüĢman topraklarına gönderilen öncü birlikleri burada kargaĢa yaratıyorlardı. Hızlı ve ansızın yapılan saldırılar sayesinde küçük birlikler bile büyük Ģehirleri ele geçirebiliyordu. SavaĢ öncesi keĢif yapan öncü birlikleri gönüllü olarak teslim olan yerleri yağmalamazdı. Bu kurala ciddi bir Ģekilde uyuluyordu ve bu da fetihlerdeki baĢarının bir nedeniydi. Kalenin veya Ģehrin gönüllü teslim

1337

olmasından sonra ordu, kale duvarları dıĢına çıkarılıyor ve yalnız isyan çıktığı durumlarda tekrar içeri sokuluyordu.4 DüĢman ordusuna, buradaki etkili kiĢileri ele geçirmek veya terör eylemleri düzenlemek amacıyla gizli ajanlar gönderiliyordu. Önemli savaĢlardan önce ordudakilerin maaĢları ödeniyor ve iki defa fazla yiyecek veriliyordu. Hükümdar bizzat kendisi askerleri önünde ateĢleyici bir nutuk söylüyor ve gençlerin yeminini kabul ediyordu. Genelde, keĢif bilgilerini alan ordu hemen savaĢa baĢlıyordu. Her bir birliğin kendi soy niĢanı vardı. Daha büyük askeri birlikler ise büyük bayrak taĢıyorlardı. Tanımlayıcı niĢanlar olarak bazen sargılar ve dikmeler kullanılıyordu. Bunun dıĢında her birliğin savaĢta kullanılan takma bir adı (uran) vardı. Bunun için atalardan veya akrabalardan en saygın birisinin ismi seçiliyordu. Uranlar ayrıca kuĢ ve hayvan adlarından da seçiliyordu. Tüm kabileler için genel bir uran da mevcuttu.5 SavaĢa hazırlığa büyük önem veriliyordu. Mehter takımı davullara vurmaya ve borulara üflemeye baĢlıyor, ordu ise yüksek sesle takma adları bağırıyordu. Tüm bunlar düĢmanda aĢırı bir korku yaratıyordu. SavaĢa çevik süvari birlikleri baĢlıyordu. Onlar düĢmanı yarı halka Ģeklinde kuĢatmaya çalıĢıyor ve yayılarak uzaktan ok yağmuruna tutuyorlardı. DüĢman üzerine yağdırılan oklar onların sıralarında bozukluk yaratıyordu. Arkadan gelen süvariler mızrak ve kement atıyorlardı. Bundan sonra kendi sıralarına geri dönüyorlardı. evik süvari birlikleri birkaç takıma ayrılıyorlardı. Birinci takım oklarını düĢman üzerine yağdırarak ikinciye yer açıyordu. Bu, akĢam olana dek böyle devam ediyordu. Böylece, sonu olmayan bir akım görünümü oluĢturuluyordu. Sanki, Türkmenler ordu nizamını ve disiplinini bilmiyormuĢ gibi bir görüntü ortaya çıkıyordu. Fakat gerçekte çevik süvari birliğindeki askerler dağınık düzeni çok iyi biliyorlardı. Herkes kendi yerini biliyor ve komutanın emirlerini itirazsız yerine getiriyordu. Bu Ģekilde dağılarak kendi kayıplarını en aza indiriyorlardı. Bu ünlü saldırı taktiği tüm Türk halklarında görülmektedir. Hafif silahlanmıĢ süvariler, aralıksız saldırılarla düĢmanı yorgun düĢürerek aniden geri çekiliyor ve ağır silahlarla silahlanmıĢ süvariler için yer açıyorlardı. Bunlar birbirine çok yakın Ģekilde dizilerek düĢman sıralarını güçlü bir kama Ģeklinde yarıyor ve savaĢın kaderini belirliyorlardı. evik süvari birlikleri tekrar dizilerek yanlardan düĢmana saldırıyor ve kaçmasını engelliyordu. SavaĢlarda düĢmanı tuzağa düĢürmek için aldatıcı geri çekilme taktiği kullanıyorlardı. Bu taktik Parfiyalılarda, Skitlerde, Sarmatlarda, Hunlarda, Oğuzlarda, yani Türkmenlerin tüm seleflerinde mevcut olmuĢtur. Bazen düĢmanın sıraları önünde hendek kazarak geri çekilmek suretiyle düĢmanı buraya çekiyorlardı. N. Ġ. Grodekov 1883 yılında Ģöyle yazıyordu: “Türkmenler düĢmanın taktiğine veya savunma özelliklerine uygun olarak kendi saldırı taktiklerini değiĢtiriyorlardı. Hive veya Buhara‟ya saldırı zamanı süvari Tekinler muhafızlarla (nükerler) önce ok savaĢına baĢlıyor, sayısal üstünlüğe sahip olduklarında ise kılıç dövüĢüne giriyorlardı. Özbeklerin sayısının çok olması durumunda ise onlar önce biraz geri çekiliyor, daha sonra ise düĢmanı çalılıklara ve kum tepelerinin arkasına saklanmıĢ piyadelere doğru çekerek kaçmaya baĢlıyorlardı. Piyadeler ani ok yağmuruyla muhafızları büyük

1338

kayba uğratıyorlardı. Türkmen süvarileri tekrar kılıç dövüĢüne giriyor ve kaçanları takip ederek öldürüyor veya esir alıyorlardı”6 Kanımızca, bu taktik “Goroğlu” (Köroğlu-A.A.) destanında da “it dalaĢı” adıyla geçmektedir. Burada kahraman, düĢmanı dar bir dağ çığırına çekerek aniden geri dönüp arkasından gelen düĢmanı eziyor. Sonra ise tekrar geri dönerek kaçıyor. Onun yiğitleri ise bu sırada düĢmana arkadan saldırıyor. Muhtemelen Goroğlu‟nun “vellem-şah” ve “aylan-tabak” adlı askeri oyunları da taktik içerikliydi. Kahraman burada karĢı tarafın ordusunu ikiye ayırarak kuĢatmaya almıĢtı.7 SavaĢta Türkmenler öncelikle düĢman ordusunun komutanını öldürmeye ve bayrağını indirmeye çalıĢıyorlardı. Zira, bayrağın indirilmesi yenilgi anlamına geliyordu: “O, (Goroğlu-O.G.) yiğitlerini topladı. Sabah namazı vakti onlar naralar ve „Allah‟ nidalarıyla atlarını (düĢman üzerine) sektirdiler. Goroğlu direk sancak üzerine saldırdı. Kılıç darbesiyle sancağı düĢürdü. Sancak düĢtü ve (savaĢın kaderi) belirlenmiĢ oldu.”8 ġehirlerin alınması sırasında Türkmenler kuĢatma makineleri, saldırı merdivenleri, alevli oklar kullanıyor, sıcak sıvı atıyor, duvarları ve kale kapılarını yakıyor ve hendek açıyorlardı. Kalenin güçlü istihkamlarının ve büyük askeri birliğinin bulunması durumunda onu dört taraftan kuĢatmaya alıyor ve yerli halkın direncini kırarak kaleyi ele geçiriyorlardı. Bazen açık savaĢtaki taktikle düĢmanı aldatarak kalenin dıĢına çekiyorlardı. Bu durumda ordunun büyük bölümünü saklayarak küçük bir birlikle kaleye saldırıyorlardı. DüĢman onların sayıca az olduğunu görüp kapıları açarak kendi birliklerini onların üzerine gönderiyordu. Türkmenler kaçarak düĢmanı tuzağa düĢürüyorlardı.9 Türkmenlerde iki tür savunma bilinmektedir. Kamp savunması ve kalede savunma. Kamp savunmasında arabalar daire Ģeklinde diziliyor, bunların önüne ise hendekler kazılıyordu. emberin içinde ise savaĢçılar, kadınlar ve çocuklar saklanıyordu. Genelde bu savunma türü tüm kabilenin göç ettiği veya çölde kamp kurduğu zamanlarda ani saldırılara karĢı kullanılıyordu. Kaynaklarda Oğuz kabilelerin kamp savunmasına iliĢkin çok sayıda bilgi bulunmaktadır. Örneğin, “Oğuzname”de bu konuda Ģöyle denilmektedir: “…develeri ve katırları bir sıra halinde birbirine bağlayarak savaĢçıların önüne dizdiler. adırlardan, yurtlardan ve diğer eĢyalardan barikatlar kurarak onun arkasından onlara (düĢmana-O.G.) ok atıyorlardı.”10 Bizans Prensesi Anna Komnena (XI-XII. yy.) da bu konuda Ģöyle yazıyordu: “Skitler (Peçenekler kastedilmektedir-O.G.) de savaĢ nizamı aldılar (zira onlar savaĢ ve sıra nizamı sanatına doğuĢtan vakıftırlar), çember oluĢturdular, tüm taktik kurallarına uyarak kendi sıralarını „bağladılar‟, kendi ordularını kuleler gibi kapalı arabalarla çevrelediler, daha sonra ise bölük bölük hükümdarın üzerine yürüdüler ve uzaktan askerlerimizin üzerine ok yağdırmaya baĢladılar.”11 Bu tür istihkamları ele geçirmek için düĢmanın büyük kayıplar vermesi gerekiyordu. Zaman zaman arabaların arkasından düĢman üzerine ok yağdıran hızlı süvari birlikleri çıkıyordu. Bu birlikler çıktıkları gibi hızlı bir Ģekilde de tekrar barikatın arkasına saklanıyorlardı. Bu savunma taktiğinden

1339

Orta ağ tarihçisi Sibd ibni el-Cauzi de bahsetmektedir. O, Oğuzların kamp savunmasından hızlı saldırıya geçerek düĢmanı yendiklerini yazmaktadır.12 XVI-XVII. yüzyıllarda Türkmenler kendi topraklarında küçük gözetim kuleleri (ding) ve küçük kaleler (gala) inĢa etmiĢlerdi. XIX. yüzyılın baĢlarından itibaren Türkmenler faal savunma yöntemleri benimsemeye baĢlamıĢ ve tüm Türkmenistan‟da saklanabilecek on binlerce büyük kale yapmıĢlardı. Bu savunma yöntemini, ilk kez 1827 yılında Sarıkların, Hive Hükümdarı Allahkulu Han‟a karĢı isyanda kullandığı düĢünülmektedir. Han‟ın Abdullahan (Merv) Kalesi‟ni ele geçirme çabaları baĢarısızlıkla sonuçlanmıĢ ve Sarıklar baĢarılı bir karĢı saldırı düzenlemiĢlerdi. Ġolotani Kalesi‟nin savunmasında (1844) Salırlar ve Serahsa Kalesi‟nin savunmasında (1850) Tekinler aynı taktiği uygulamıĢlardır. Tekinler, 1879 yılında Ahal‟de 45 bin kiĢi alabilen Gökdepe Kalesi‟ni inĢa ederek faal savunma taktiğini uygulamıĢ ve 1879 yılında General Lomakin‟in birliğini yenilgiye uğratmıĢlardır. Kale, yalnız 1881 yılında güçlü ağır top ateĢleriyle alınabilmiĢtir.13 Türkmenler ve ataları kendi vatanlarını cesurca savunmuĢlardır. Onlar döneminin en geliĢmiĢ silahlarına sahip olmaları sayesinde geçen yüzyıllarda birçok büyük savaĢlardan zaferle çıkmıĢlardır. Orta ağda Türkmenlerin en önemli silahı yay ve ok olmuĢtur. Ok atmanın öğrenilmesi için çocuk yaĢlardan itibaren uzun süreli bir eğitim gerekiyordu. Skitlerin kullandıkları yaylar konusunda Antik ağ tarihçisi Ammian Martsellin Ģöyle yazıyor: “O dönemde tüm hakların kullandıkları yaylar kavisli dallardan eğilerek yapıldığı gibi, Skitlerin her iki uçtan büyük boynuzlarla içeriye doğru eğilmiĢ yayları hilal Ģeklindedir. Ortadan ise düz ve silindir Ģekilli çubukla ikiye ayrılıyorlardı.” 14 Skit yayları karmaĢık bir mekanizmaya sahiptirler. Onların uzunluğu 60-100 cm arasında değiĢmektedir. Bu, Eski ağ halklarının da hemen kullanmaya baĢladıkları güçlü ve uzun menzilli bir silahtı. M.Ö. 600 yılı civarında Yunanistan‟da Skit yaylarına rastlanılmaktadır. Sanatta bunlar genelde Yunan tanrılarının sembolleri olarak tasvir edilmektedir. Midyalılar, Yunanlar ve Persler Skit yayına ve onun delme özelliğine büyük önem vererek gençlerin eğitim için Skit yay ustalarını özel olarak davet ediyorlardı. Süvari savaĢçılar devamlı olarak kendi silahlarını geliĢtirmenin yöntem ve usullerini arıyorlardı. YaklaĢık M.Ö. III. yüzyılda Skit-Hunların halefleri yayın uzunluğunu artırdılar (1, 5-2 metreye dek). Bu da onun menzilini artırmıĢ oldu. Bu yay Hunlar sayesinde milattan sonraki ilk yüzyıllarda Doğu ve Merkezi Avrupa‟da yaygınlaĢmıĢtır. Bu yay tipi artık “Hun” veya “Türk” tipi olarak adlandırılıyordu. Bu tip yay Oğuzlarda X. yüzyıla dek mevcut olmuĢtur. Fakat sık sık baĢ gösteren uzun süreli savaĢlar, ayrıca süvari savaĢının öneminin artması yayın mekanizmasında bazı değiĢiklikler yapılmasını gerektirmiĢti. Onun ebatları biraz küçültülmüĢ, yakın mesafelere hızlı atıĢlara daha uygun hale getirilmiĢ, daha dayanıklı yapılmıĢ ve ender hallerde kırılmıĢtır. Yaylar birkaç türe ayrılmaktadır: savaĢ, antrenman, keskin niĢancı, spor yayı vs. Yayların yapımı sırasında iklim koĢulları dikkate alınıyordu. Ok atma tekniğinin anlatıldığı Orta ağ Arap

1340

risalelerinden birinde yay kiriĢinin ipekten veya veterden yapılmaması tavsiye edilmektedir. ünkü bu tür kiriĢler nemli ortamlarda esnemekte ve uzamaktadır. Oğuzlar kiriĢ için deve derisini kullanıyorlardı. KiriĢi Ģu Ģekilde hazırlıyorlardı: KesilmiĢ deri Ģeritlerini dikey Ģekilde asıyor, uçlarda açılmıĢ deliklere çubuklar takıyor ve bu çubuklarla deri Ģeridini devamlı geriyorlardı. Bunu yaparken deriyi su ile ıslatıyorlardı. KurumuĢ kiriĢi dikkatli bir Ģekilde cilalı bir taĢla perdahlıyorlardı. Daha sonra kiriĢi, su geçirmemesi için yağda ıslatıyorlardı. Bu kiriĢler soğuğa, sıcağa ve neme karĢı çok dayanıklı oluyorlardı. Türkmen okçuları atıĢ zamanı hedefe kadar olan mesafeyi azami uçuĢ uzaklığını, yörüngeyi ve balistik özellikleri dikkate alıyorlardı. Hareket zamanı yaylar, kiriĢleri çıkarılarak sağ omuza asılan özel kılıflarda taĢınıyordu. Türkmen yayları, günümüzdeki spor yaylarının gücünü (20 kg) dört defa aĢan büyük bir öldürücü güce (80 kg) sahiptiler. Bu yaylardan atılan oklar düĢmanın zırhını ve kafatasını rahatça delip geçiyordu. Nitekim destanda Goroğlu‟nun oklarının yedi küreyi veya yedi fili deldiği söylenmektedir. Bununla bir anlamda yayın delme özelliğine dikkat çekilmektedir.15 Oklar kamıĢtan, beyaz kavaktan vs. yapılıyordu. ubuğa çeĢitli sayıda yüzleri bulunan (dört yüzlü, iki yüzlü, üç yüzlü) uçluklar (demir, bronz, kemik) takılıyordu. Bazen uçluklarda düdük bulunuyordu. Okun uçuĢu zamanı bu düdükten düĢmanda panik yaratan korkunç bir ses çıkıyordu. in kaynaklarının birinde Hun hükümdarı Mete‟nin “…düdük yaparak kendi adamlarına… „düdüğün uçtuğu yere oku atamayanların kafası kesilecek‟ emriyle at üstünde ok atma eğitimi vermeğe baĢladı.” ifadesi geçmektedir. inliler bu okları “kornalı” olarak adlandırıyorlardı. Muhtemelen bu oklar komutanın seçtiği hedefi askerlere bildirmek için kullanılıyordu.16 Oklara, uçuĢ sırasında yön değiĢtirmemesi için kuĢ teleği takılıyordu. Kuyruk kısmına yakın, savaĢ sırasında farklı ok türlerini ayırt edebilmek için boya sürülüyordu. Okların çoğu zehirli oluyordu. Genelde yılan zehri kullanılıyordu. Ayrıca çıkarıldığı zaman derin yaralar açan diĢli oklar da kullanılıyordu. XIII. yüzyılın baĢlarında Türkmenlerin okluklarında altmıĢ ok bulunuyordu (30 adet küçük ve düĢmanın atlarını vurmak için 30 adet büyük levha uçluklu). Orta ağ döneminde kavisli kılıç (bir tarafı keskin) yaygın bir Ģekilde kullanılıyordu. Antik ağ‟da Türkmenistan topraklarında 45-50 cm uzunluğunda her iki tarafı keskin kılıçların ve 30 cm uzunluğunda her iki tarafı keskin Skit tipi hançerlerin kullanıldığı bilinmektedir. Daha sonraları bunların yerini çok uzun ve ağır Sarmat kılıçları almıĢtır. Kavisli kılıçların ne zaman onların yerini aldığı belli değildir. Kavisli kılıçların ilk örneklerinin yaklaĢık M.Ö. III. yüzyılda Skit-Trakyalı süvari savaĢçılarda görüldüğü düĢünülmektedir. Kavisli kılıçların ortaya çıkmasının süvariye at üzerinde dayanıklılık ve geniĢ hareket alanı sağlayan üzenginin ve sert eyerin meydana gelmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu görüĢü mevcuttur. Süvari, üzengiler üzerine kalkarak tüm gücüyle kesebiliyor, eyer kavisine tutunarak geriye hamle yapabiliyor, ellerini bırakarak ayaklarıyla yönlendirebiliyordu.

1341

Ġlk kavisli kılıçların boyu uzundur. Oğuzların ve Peçeneklerin kullandıkları kavisli kılıçların uzunluğu bir metreyi buluyordu, Kıpçaklarınki ise daha uzundu. Kavisli kılıcın her iki tarafı keskin kılıçtan çok daha hafif olmasına rağmen, onun doğru hesaplanmıĢ darbesi her iki tarafı keskin kılıcın darbesinden daha güçlüydü. Kavisli kılıç çevik süvarilerin yakın dövüĢünde etkili bir silahtı. Kamasının kavisli olması ve kabzasının kesen tarafa eğimli olması sayesinde kavisli kılıçlar daire çizerek darbe zamanı vücudun daha büyük bir bölümünü yaralıyordu. Kavisli kılıcı, keskin tarafı toprağa doğru ve kamasını kında olmak kaydıyla kemerde taĢıyan Perslerden farklı olarak Türkmenler kavisli kılıcı sağa sola hareket edebilen ipek kayıĢta taĢıyorlardı. Bu durumda kavisli kılıcın kaması sol tarafta ucu yukarıya doğru asılmıĢ olarak bulunuyordu. Bu konumda kavisli kılıç rahatça kınından çıkarılabiliyordu. Ayrıca, kamasının dörtte birlik bir bölümü kınından çıkarılmıĢ vaziyette de saklanabiliyordu. Bu durumda içeriye nem geçmiyordu.17 Orta ağ döneminde ağır silahlı Türkmen süvarilerinin esas silahı mızrak (suni, cıza, nayza) olmuĢtur. Kaynaklardaki bilgilere göre bunların uzunluğu 6-8 metreyi buluyordu.18 Ağır silahlı bir savaĢçı için çevik süvari veya piyadelerle savaĢta bu tür bir silah az etkiliydi. Fakat sıkı bir sıra oluĢturan zırhlı süvariler büyük güce sahipti ve saldırı sırasında düĢmanı geri püskürtebiliyordu. Bu tür mızrakları kullanabilmek için büyük beceri ve kas gücü gerekiyordu. Mızraklı savaĢçılar ayrıcalıklı bir bölük oluĢturuyorlardı.19 Son Orta ağ döneminde tarih sahnesinden çıkmıĢ bu uzun mızraklardan destanda da bahsedilmektedir. Goroğlu‟nun “dört yüzlü uçluklu çelik mızrağı” (çar perreli polat nayza) vardı. Mızrağı kahramana veren yaĢlı adam “bu mızrağı taĢıyanın pirinin (himayecisi-O.G.) çok güçlü olması gerekir” diye uyarıda bulunuyor.20 Yakın dövüĢte kullanılan etkili silahlardan biri de savaĢ baltası veya ağzı kavisli uzun saplı baltalardır, (aypalta). Bunlarla zırhı kırmak ve derin yaralar açmak mümkündü. Hafif olmasına rağmen, baltanın darbesinin gücü, darbenin indirildiği alanın daha küçük olması nedeniyle, kavisli kılıçtan daha büyüktü. Göğüs göğüse çarpıĢmalarda süvariler ve piyadeler ağaç, sopa ve çomaklar (gürzi, şeşmer) kullanıyorlardı. SavaĢçılar sıradan sopalar kullandıkları halde daha zengin süvariler 200-300 gram ağırlığında, dikenli ve dıĢbükeyli demir baĢlığı bulunan gürzler taĢıyorlardı. Bu gürzle zırhları delmek ve istenilen yönde hızlı darbeler indirmek mümkündü. Sopa oyunu kendi ustalıklarını gösteren pehlivanların en çok sevdikleri eğlencelerden biriydi. Oğuzların “Gorkut-ata” (Dedem Korkut) destanında Kan Turalı sopayı havaya fırlatıp hızlı bir Ģekilde tutarak bir oyun sergilemektedir. Türkmenlerin ulu ecdadı Gorkut-ata Ģöyle nasihat ediyor: “Burabilen yiğit için sopa kılıçtan ve oktan yeğdir.”21 “Dede

Korkut”

destanında

Oğuzların

savaĢta

sapan

(sapanca)

kullandıklarından

bahsedilmektedir: “Karaca obanın sapanı… üç yaĢlı buzağının derisinden dikilmiĢtir. DikiĢ için üç keçinin yünü kullanılmıĢtır. O, her defasında on iki batman ağırlığında taĢ fırlatıyordu.” 22

1342

Türkmenlerde çeĢitli bıçak ve hançer türleri (gezlik, covher pıçagı) bulunmaktaydı. Bunun dıĢında, kama adı verilen kılıç Ģekilli ve her iki tarafı keskin hançer de mevcuttu. Covher pıçak en iyi çelikten hazırlanan, bir tarafı keskin bir tür hançerdir. Bu tür bıçakların kabzası (genelde fildiĢinden), kaması ve kını oymalarla süsleniyordu. Asıl hançerin kamasında Allah‟ın adı veya Kur‟an ayetleri yazılıyordu. Bunlar savaĢta çok ender kullanılıyordu. Bunların büyük sihirli güce sahip oldukları düĢünülüyor ve hakimiyet sembolü olarak görülüyorlardı. Hançerleri genelde hanlar ve serdarlar taĢıyorlardı. “Goroglu” destanında “iki yüzlü hancar”dan (her iki tarafı keskin hançer) bahsedilmektedir. Bunun yanı sıra, dört yüzlü süngü benzeri hançerler de kullanılmıĢtır. P. von Vinkler 1894 yılında Doğu halklarının silahlarından bahsederken, konçarın (hançer) düĢmanın halkalardan örülmüĢ zırhını delmek için kullanılan ensiz kamalı uzun ve düz dörtyüzlü kılıç olduğunu belirtmiĢtir. 23 XIX. yüzyılda kementler (yüp kement) henüz önemlerini kaybetmemiĢlerdir. Bu süvari savaĢçıların eski bir silahıdır. Yünden veya at tüyünden örülen kement, becerikli ellerde çok etkili bir silahtır. Hızla atılan kement düĢmanı eyerden indiriyor ve kemendi atan onu sürükleyerek götürebiliyordu.24 Türkmenlerin bir diğer silahı da kamçı olmuĢtur. Kamçı sadece atı yönetmek için kullanılmamıĢtır. Kamçının ipinin ucuna demir küre bağlanıldığında o, çevik süvarilerin etkili bir silahına dönüĢebiliyordu.25 XVIII-XIX. yüzyıllarda Türkmenler fitilli tüfek (multuk) kullanmıĢlardır. Bu ateĢli silahın iki türü vardır: Namlusu yivli (hırlı tupen) ve yivsiz (gara tupen) olanlar. Tüfek demir namludan (nil), tetikten (meşa), sürgüden (mis yaran), kundaktan, üç ayaklı sehpadan vs. oluĢuyordu. Ayrıca, Türkmenlerin kemerlerinde taĢıdıkları kısa namlulu tüfekten de bahsedilmektedir. XIX. yüzyılın baĢlarında Türkmenlerde mekanizması silisten yapılan tabancalar ortaya çıkmıĢtır.26 Türkmenlerde bulunan zırhlar içinde halkalardan örülmüĢ zırhlı yelek (“demir don”-“demir halat”, sovut), zırh levhalar (çar ayna), miğfer (“demir telpek”-“demir papaha”, tuvulga), yen (golçak), siper (galkan belirtilmektedir.27 Türkmenlerin kullandığı miğfer sferik koni Ģeklinde olmuĢtur. Kılıç darbeleri bu miğferin sathı üzerinden kayıyordu. Bu yüzden de bu miğfer türü süvari kılıç dövüĢlerinin olduğu bölgelerde uzun süre kullanılmıĢtır.28 Zırhlı yelek büyük metal halkalardan yapılıyordu. Türkmenlerde cebeler de (pullardan ve levhalardan yapılmıĢ) bulunmuĢtur. Siperler daire Ģekilliydi. SavaĢçılar genelde üzerine birkaç kat deri çekilmiĢ ağaçtan yapılmıĢ siperler taĢıyorlardı. Batırlarların kullandıkları siperlerin ortasına ilave olarak kabarık metal kase, diğer kısımlarında ise metal levhalar bulunuyordu. Sadece süvariler için öngörülmüĢ bu daire Ģekilli siperler at üstündeyken vücudun sadece üst kısmını koruyorlar ve kılıç, ok, mızrak ve gürz darbelerini önleyen bir araç görevini yerine yetiriyordu. Goroğlu Ģöyle sesleniyordu: “Yiğidin kalesi (sağlam) siperidir. Siperi kullanmayı bilmiyorsan baĢın derttedir.” 29 Yukarıda sıralanan

1343

savunma araçları dıĢında Türkmenler metal diz levhası (dizlik) ve kalça levhası (butluk) kullanmıĢlardır.30 Orta ağ Türkmen savaĢçılarının silah takımlarından bahsetmek gerekirse, bunlarda Türk-Fars isimlerinin korunup saklandığını söylemek gerekir. Örneğin Selçuklar döneminde savaĢ baltalarından (tarbazin), hilal Ģekilli baltalardan (nacah, Türkmenlerdeki aypaltanın benzeri), gürzden (gorz, durbaş), siperlerden (separ), mızraklardan (nayza), zırhlı gömleklerden ve cebelerden (couşan, zereh), kılıç türlerinden (karaçur) vs. bahsedilmektedir. Belirtmek gerekir ki, fakir Türkmen savaĢçılarında bu silah takımlarının tamamı bulunmamaktaydı. Bunlar, cebe yerine öküz derisinden yapılmıĢ kalın yelek, miğfer yerine ise kılıç darbesinin gücünü hafifleten koyun derisinden yapılmıĢ yüksek papaha (telpek) giyiyorlardı. Cebe giyinmiĢ süvariler harika bir görüntü oluĢturuyordu. XVII. yüzyılda Ebulgazi Han “Türkmen ġeceresi” adlı eserinde zırh giyimli Türkmen ordusunu Ģöyle tasvir ediyor: “GörünüĢte onlar bin kiĢi kadardılar. Yedi yüzünün veya sekiz yüzünün üzerinde zırh levhaları bulunuyordu. Cebeler, miğferler, ayak zırhları, diz levhaları, savaĢçıları gözleri dıĢında hiçbir açık yer bırakmayacak Ģekilde örtüyordu.”31 Ordu düzeni de büyük önem taĢımaktaydı. “Oğuzname”de ordu düzenine iliĢkin ayrı bir bölüm bulunmaktadır. Bu bölüm ReĢideddin (XIV. yy.) tarafından kaleme alınmamıĢtır. Fakat Timurlular dönemindeki Oğuz destanlarına dayanarak metni ortaya çıkarmak mümkündür. Kaynaklarda Orta ağ‟da

Türkmen

ordusunun

yedi

kısma

ayrıldığından

bahsedilmektedir.

AraĢtırmalar

bu

sınıflandırmanın Ģu Ģekilde olduğunu göstermektedir: Dümdar kolu (karavul), çevik kuvvet birliği-genç savaĢçılar (yerivul), sol kanat (sol kol), sağ kanat (on kol), merkez (kol), ihtiyat (okçe, cigdavul), konvoy ve muhafızları (buhtarma). Kabilelerin isminin geçmemesi çok ilginçtir. Muhtemelen onlar ayrı ayrı ordu birliklerine bölünmüĢlerdi. Kabilelerin bu Ģekilde ayrılması ordunun savaĢ kabiliyetini yükseltiyor ve kabile ayrımcılığını önlüyordu. Birlikler onluklara, yüzlüklere ve on binliklere ayrılıyordu. Bir yüzlükte bulunan ve ortak bir düĢmana karĢı savaĢan ayrı ayrı kabile ve soy mensupları arasında savaĢ kardeĢliği oluĢuyordu. Bu, kabileler arası karĢıtlığı zayıflatmakla kalmıyor, ayrıca kabilelerin kaynaĢmasına da olanak sağlıyordu. Ancak kabileler de bölgesel-askeri ağırlıklarını koruyorlardı. Her kabileye belli bir bölge tahsis ediliyordu. adırlar özel komutanların yönetiminde onluklarda, yüzlüklerde ve binliklerde birleĢiyorlardı. Her bir çadır onluğu kendi savaĢçılarını silah ve yiyecekle teçhiz etmekle yükümlüydü.32 XVIII-XIX. yüzyıllarda Hive Hanlığı‟nda yaĢayan Türkmenler her aileden iki süvari veriyorlardı.33 Türkmenlerde kabile kurumunun XX. yüzyıla kadar devam etmesi muhtemelen askeri yaĢam tarzından kaynaklanmıĢtır. Sık sık baĢ gösteren savaĢlar bu mini-devletlerde yaĢamayı zorunlu kılıyordu. Kabilede “… gerektiğinde onların hepsi iyi Ģekilde silah kullanabilen ve cesurca ölüme giden savaĢçı oluyorlardı.”34 AĢiret reisleri beyler güçlü hakimiyete sahiptiler. Hükümdara asker temin etmenin yanı sıra beyin kendi silahlı birliği (nükerler) de bulunuyordu. “Korkut Ata” destanında Ģöyle deniliyor: “O gün

1344

korkunç bir savaĢ günü idi; savaĢ alanı kellelerle örtülmüĢtü, kafalar kesilmiĢti… o gün korkunç bir kıyamet gününe benziyordu. Bey kendi nükerinden, nüker de kendi beyinden ayrı düĢmüĢtü.”35 Muzaffer savaĢçılar ve beyler hükümdardan aldıkları topraklar karĢılığında belli sayıda süvari temin etmek, onları tam teçhiz ederek devleti bu külfetten kurtarmakla yükümlüydüler. Selçuklu sultanları Alparslan (1063-1072) ve MelikĢah‟ın (1072-1092) hakimiyetleri döneminde Türkmen ordusu yeniden yapılandırıldı. AĢağıdaki kollardan oluĢan karmaĢık yapıya sahip bir ordu kuruldu: askar-sultanın kendi muhafız birliğinin (havass) de içinde bulunduğu esas süvari birlikler; vasalların ve yönetimdeki hanedan mensuplarının birliklerinin de dahil olduğu yardımcı süvari birlikler (cund); piyaĢdeler (muşat). Ağır silahlarla silahlanmıĢ Türkmen-Selçuk süvarileri (oğlan) esas gücü oluĢturuyorlardı. Ġlginçtir ki, askeri zadegan birlikleri kurumu (ağır silahlı süvariler) ta eski zamanlardan beri Türkmenlerin oluĢumunda önemli rol oynamıĢ ve ağır silahlı süvariyi taĢıyabilecek iri yarı atlara (Ahalteke atlarının ecdadı) sahip olan halklarda (Massagetler, eski Türkler) mevcut olmuĢtur. Hükümdarın özel muhafız birliği birkaç yüz askerden oluĢuyordu. Onlar, özel askeri okullarda piyadeden tam ekipmanlı süvariye kadar birkaç yıl eğitim görüyorlardı. Bunlar savaĢlarda olgunlaĢmıĢ savaĢçılardı. Muhafız birliği kabile-aĢiret düzenine karĢı oluĢturulmuĢ iktidar organıydı. Bu birlik, seçkin savaĢçı birliği olarak özgür Türkmen kabile yöneticileri veya zadeganlar arasından seçiliyordu. Bunun dıĢında bu birliğe dahil olanlar (nükerler) hükümdarın özel muhafızı olup önemli diplomatik görevleri yerine getiriyorlardı. ġöyle ki, 40 nükerin önderi olan Goroğlu birkaç muhafızını (bunlar içinde onun silah taĢıyanı da bulunuyordu) elçi sıfatıyla Gürcü çarına göndermiĢtir. Taymaz Bey‟in önderliğindeki bu heyet çarın kızını Goroğlu‟ya istemiĢ ve görüĢmeler yapmıĢtır.36 Muhafızların en doğru tanımını B. Y. Vladimirtsov vermiĢtir: “Nükerler kendi reisleriyle birlikte yaĢayan devamlı askeri oluĢumdur. Onlar çekirdek ordu niteliği taĢıyorlardı. Her bir nüker geleceğin subayı ve ordu komutanıydı.”37 Gerçekten, nükerin konumu birçok büyük askeri birlik komutanlarının konumundan daha yüksekti. Gerektiğinde nükerler üst düzey askeri görevlere atanıyorlardı. ġöyle ki, “Goroğlu”da Myati Kosel isimli kahramanın nükerlerinden biri 10 bin kiĢilik orduya (lek) komutanlık yapıyordu.38 Orduda ayrıca, cengaverler (batırlar, alpler) de öne çıkıyordu. Onlar tüm birliklerde bulunuyor ve en kritik anlarda savaĢa katılıyordu. Göğüs göğüse savaĢta her batır on düĢmana bedeldi. V. Gordlevskiy‟in yazdığı gibi, “hatta sultanlar bile, unvanlarını unutarak hevesle göğüs göğüse savaĢa giriyorlardı. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev Bizans‟ta muhacerette olduğu sırada Ġmparatoru aĢağılayan dik kafalı Trakyalıyı göğüs göğüse savaĢa davet etmiĢti.”39 Böylece, Türkmenler özgün bir ordu kurumu oluĢturmuĢ, yüksek savaĢ becerilerine sahip olmuĢ ve bunları savaĢlarda uygulamıĢlardı. SavaĢ sanatında ve silahlarda onlar Orta ağ‟ın en güçlü ordularından geri kalmamıĢ, hatta bazı durumlarda savaĢ taktiklerine göre onları geride bırakmıĢlardı.

1345

1 Gundogdıev, O. Sokolinaya ohota v turkmenskih stepyah, Turizm i pazvitie, AĢhabad, 1996, No 1; s. 35, Aynı yazar; Gahrımancılıklı eposlar ve turkmenlerin harbı tarıxı, Harbı sungat ve seveĢ taktikası, Esger, 23 iyul 1998, No 30. 2 RaĢid ad Din Fazlallah, Oguz-name, Per. Ġ prim. R. M. ġukyurovoy, M. Dom Biruni, 1991, s. 57. 3 Ibid, s. 46. 4 Gundogdıyev O. A. Geroiçeskie eposı o voennoy istorii turkmen. Turkmen Arhiwi, AĢgabad, 1996, N0 1-2, s. 62-73; aynı yazar, Nekotorıe aspektı voennoy istorii po dannım geroiçeskih eposov, “Goroglı”: traditsii i sovremennost (tezisı dokladov), AĢgabad, 1994, s. 21. 5 Grodekov O. A. Voennaya organizatsiya Selcukidov, PosvyaĢaetsya pamyati Togrulbeka (tezisı dokladov), AĢgabad, 1994, s. 21. 6 Grodekov N. Ġ. Voyna v Turkmenii, Pohod Skobeleva v 1880-1881 gg. SPb, 1883, T. 1., s. 56. 7 Gör-oglı, Turkmenskiy geroiçeskiy epos, Per. B. A. Karrıeva, M., Nauka, 1983, s. 591. 8 Ibid, s. 774. 9 RaĢid ad Din Fazlallah, Oguz-name. s. 56. 10

Ibid, s. 30.

11

Gundogdıev, O. A. Voennıe iskusstvo turkmen, Neytralnıy Turkmenistan, 21

Sentyabrya 1998, No 230. 12

Agadjanov S. G. Gosudarstvo Seldjukidov i Srednyaya Aziya v XI-XII vv., M. Nauka,

1991, s. 204-205. 13

Roslyakov A. A. Merv i razvitie voennoy strategii sredneaziatskih turkmen v XIX veke,

Merv v dreney i sredneaziatskih istorii Vostoka, AĢhabad, Ilım, 1990, s. 73-74. 14

Gundogdıev O. A. Orujie Turkmen//Neytralnıy Turkmenistan. 3 Avgust 1998. No.

15

Medvedev A. F. Ruçnoe metatelnoe orujie/luk, strelı, samostrel VIII-XIV vv., M.:

189.

Nauka, 1966. -c. 30-35. 16

Gordlevskiy V. Gosudarstvo Seldjukidovv Maloy Azii. M., L.: AH SSSR, 1941. s. 151;

Hudyakov Y. S. Voorujenie eniseyskih kırgızov VI-XII vv. Novosibirsk: Nauka, 1980. s. 39-40. 17

Hudyakov Y. S. ibid; Gundogdıev, O. A. Voorujenie crednevekovıh turkmen//Voennoe

iskusstvo i orujie turkmen IX-XIX vv. /tezisı I-y nauçno-praktiç. konf. tsii/AĢgabat, 1998, s. 20. 18

Guseynov R. A. Seldjukskaya voennaya organizatsiya//Palestinskiy sbornik. M.,

1967. Vıp. 17. s. 146.

1346

19

Rıbakaov B. A. Voennoe delo//Ġstoriya i kultura drevney Rusi. M., L.: Ġzd-vo AH

SSSR, 1948. T. I. s. 404. 20

Gör-oglı. s. 421.

21

Tsit. po: Lipets R. S. Obrazı batıra i ego konya v tyurko-mongolskom epose. M.:

Nauka, 1984. s. 79. 22

Anar, Dede Korkut. Baku, 1988. s. 30.

23

Von Vinkler P. Orujie. Rukovodstvo k istorii, opisaniyu i izobrajeniyu russkogo

orujiya s drevneyĢih vremen do naçala XIX veka. SPb, 1894. M., 1992. s. 286. 24

Gör-oglı. s. 159.

25

Lipets R. S. Ukaz. rab. s. 81.

26

Karadjaev

.

Nekotorıe

nazvaniya

orujiya

i

oboronitelnıh

dospehov

turkmen//Pamyatniki Turkmenistana. 1976. No. 8. s. 15; Ovezov D. M. Naselenie dolinı Çandıra i srednego teçeniya Sumbara. AĢhabad: Ilım, 1976. s. 106. 27

Gör-oglı. s. 53, 422, 510, 585.

28

Kirpiçnikov A. H. Drevnerusskoe orujie. M., L.: Ġzd-vo AH SSSR 1971. Vıp. 3. s. 25.

29

Gör-oglı. s. 650.

30

Karadjaev . Ukaz. rab. s. 15.

31

Abul-Gazi-han. Rodoslovnoe drevo tyurkov/Per. G. Sablukova//Eksperimentalnıy

nomer jurnala “AĢgabat”. 1994. No. 7. s. 201-202. 32

Gundogdıev O. A. Geroiçeskie eposı. s. 62-64.

33

Ġstoriya Turkmenskoy SSR/Pod red. A. Karrıeva i dr. AĢhabad: Ġzd-vo AH TSSR, 1957.

T. I. Kn. 2. s. 66. 34

Tugan-Mirza-Baranovskiy V. A. Russkie v Ahal-Teke. 1879. SPb, 1881. s. 67.

35

Yakubovskiy A. Y. “Kitab-i Korkud” i ego znaçenie dlya izuçeniya turkmenskogo

obĢestva v epohu rannego srednevekovya//Kniga moego deda Korkuta. Oguzskiy geroiçeskiy epos. M., L.: Ġzd-vo AH SSSR, 1962. s. 127. 36

Gör-oglı., s. 553-554.

37

Vladim0y feodaliz/, L., 1934, s. 91.

38

Gör-oglı., s. 620.

39

Gordlevskiy V., Ukaz. rab., s. 152.

1347

Türkmen Atı / Yrd. Doç. Dr. Ali Abbas Çınar [s.835-839] Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye Dünya atları içerisinde en eski atlardan birini Ahal-Teke atı teĢkil eder. Arkeolog ve tarihçilerin bir bölümü Ahal-Teke atlarının atalarının Nusay atları olduğunu ileri sürerler. Günümüz Teke Türkmenlerinin yoğun olarak yaĢamıĢ olduğu bölgelerden biri olan ve Ahal olarak bilinen Kopet Dağı bölgesi ve etekleri, bu atların ana vatanıdır. “Bilginlere göre atın ilk evcilleĢtirildiği yer Asya‟dır. Avrupa‟da tali olarak atın evcilleĢtirilmesi vaki olmuĢsa da, bu daha sonraki devirlerde meydana gelmiĢtir. Hayvanların evcilleĢtirilmesi insanlık tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Bunlar arasında atın fonksiyonu çok daha belirgindir ve medeniyetin geliĢmesinde tayin edici rolü vardır. Atın evcilleĢtirilmesi tarıma bağlı hayvancılığın kökleĢmesini ve geliĢmesini de sağlamıĢtır. Binek hayvanı olarak kullanılması ise insanlık tarihinin önemli bir kültür aĢaması kazanmasına yol açmıĢtır. 1903-1905 yıllarında Amerikalı bilgin Pumpelli tarafından Türkmenistan‟da, Anav‟da yapılan kazılar, insanların hayvanlarla olan ilk münasebetini, yani ilk evcilleĢtirmeyi bundan tahmini 10.000 (Milattan 8000-9000) yıl öncesine kadar çıkarmıĢtır. Ġlk evcil ata ait kemiklere de milattan 6.000-8.000 yıl önceki devirlerde rastlanır. Bu at taĢ devrinde evcilleĢtirilmiĢtir. EvcilleĢtirme neticesinde kemik yapısı incelmiĢ, tip itibariyle değiĢme meydana gelmiĢtir. Türkistan‟ın güney kısmı, Arap atı daha meydanda yokken güzel yapılı, cüsseli ve asil atlarıyla tanınmıĢtır. Birçok bilginin araĢtırmasına göre asil Doğu atı tipinin meydana geldiği yerlerin Türkistan‟ın güney kısımları olduğu ileri sürülmektedir. Türkistan‟ın orta ve güney kısımlarında bir kaç asil Doğu atı ırkları yetiĢtirilmiĢtir. Bunlar içerisinde en tanınmıĢları Türkmen atlarıdır. Türkmen atları içinde de iki ırk ayırt edilmektedir. Bunlardan biri Teke, diğeri Yomut atıdır. Son araĢtırmalara göre Teke atının, çoktan beri Türkmenler tarafından saf olarak yetiĢtirilen, çok eski Doğu atı numunesi olduğu Türkmen atlarının geçen yüzyılda Alman yarımkan atçılığına da tesiri olduğu malumdur. Yem ve bakım hususunda kanaatkardırlar. Teke atlarında vucut yapısı güzellik ve hız ifade eder”.1 At, binek hayvanı olarak ehlileĢtirildikten sonra, insanlara hareket serbestisi sağlamıĢ, birbirinden habersiz yaĢayan insan topluluklarının iliĢki kurmalarına vesile olmuĢ, bu suretle de kültür alıĢ-veriĢlerinin yaygınlaĢmasına, medeniyetlerin geliĢmesine etki eden bir varlık olarak tarihteki yerini almıĢtır. Türkmenlerce en eski çağlardan beri yetiĢtirilen at, Türkmen hayatı ve kültürünü ĢekillendirmiĢtir. “Atın ehlileĢtirilmesi olmadan Eskiçağ ve Erken Ortaçağın büyük ölçüdeki kavimler göçleri tasavvur dahi edilemezler” 2 Atın önce Türkmenler tarafından ehlileĢtirildiği ve onu binek hayvanı olarak kullanan ilk insanların Türkmenler olduğu, antropolojik ve arkeolojik verilerden çıkarılan sonuçlardır. Bu husus, Batılı araĢtırmacılar tarafında da kabul edilmekle beraber karĢı görüĢte olanlar, “at”ın, dolayısıyla da “atlı göçebe” kültürün kökenini farklı coğrafya veya milletlere bağlamaktadırlar. Ġ. Zichy, merkezine “at yetiĢtiricilik ve çobanlık” bulunan ve “atlı göçebe kültürü” olarak nitelendirilen bu kültürün, M.Ö. 5000-4000 yıllarında teĢekkül etmeye baĢladığını ve Yunan sanatının

1348

etkisiyle göçebe sanatının türü olan “hayvan” üslubunun ortaya çıktığını ve buradan Asya ve Avrupa‟ya yayıldığını ileri sürmüĢtür. Ġndo-German teorisini savunanlar, atın tarihin erken devirlerinde in‟in Kansu bölgesine kadar, bütün Orta Asya‟da yayılan ve aslında “göçebe” olan Hint-Avrupalılarca ehlileĢtirildiğini, at binme sanatının at kültürünün bu kurucularından öğrenildiğini ileri sürmektedirler.3 AraĢtırmacıların atın evcilleĢtirilmesi meselesine önem vermelerinin sebebi, bu hayvanın medeniyet ve kültür tarihinde oynadığı rolle yakından ilgilidir. Atın evcilleĢtirilmesi; insanlık tarihinde, özellikle de Türkmen tarihinde önemli bir aĢamadır. Bu sebeple Türkmenlerin siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri hayatında oynadığı rol itibariyle Türkmen kültürünün ilk dönemlerinde meydana getirilen kültürel birikimi atlı-göçebe kültür ve medeniyeti olarak nitelendirmek gerekir. Bu kültürün merkezini at oluĢturmaktadır. At sadece binit olarak değil, beslenme, giyinme, süslenme, ticari meta vb. olarak Türkmen hayatının hemen her alanında var olmuĢtur. Bu kültüre “göçebe” kültürü demek teorik olarak bazı eksiklikler ve yanlıĢlıklara yol açar. Türkmen kültürünün ilk dönemi sadece göçebe kültürü değildir. Bu kültürde at, sosyal ve ekonomik hayatta etkili rollere sahipken, göçebe kültüründe at, kültüre sonradan geçmiĢ maddi bir unsurdur4, atlı-göçebe kültürü, bozkır kültürü olarak nitelendirmekte ve bu kültürde atın yanında demirin de temel unsur olduğunu ileri sürmektedir. At, yetiĢmiĢ olduğu coğrafya ve hayatında en çok oynadığı rol itibarıyla Türkmen insanına daha yakındır. Atlı göçebe kültür dairesinde at, yük, araba hayvanı olmaktan çok, binek hayvanıdır. Bu kültürde egemen olan unsur da biniciliktir. BaĢlangıçta geniĢ otlakları, yaylaları, su yollarını ve sürüleri bulmak, kollamak gibi çeĢitli rollerle yüklenen at, askeri nitelik de kazanarak savaĢ atı tipine doğru geliĢmiĢtir. Bu husus atlı-göçebe kültür döneminin alp tipine uygun düĢmektedir. Atın ilk ehlileĢtirildiği yerin Türkistan cağrafyası olduğunu Oraz Gündoğduyev (1994) ve Nimet Resulov (1985) da belirtmektedir. Buna göre önce Türkistan‟da, daha sonra Ġran yaylalarına, oradan Anadolu‟ya ve diğer yerlere yayılmıĢlardır.5 Nimet Resulov‟un V.P. Dobrinim‟den naklen verdiği bilgiye göre Anadolu‟nun eski halklarından Sümerler ve Hititler atı “Doğu‟dan gelen hayvan” veya “Doğu eĢeği” biçiminde adlandırmıĢ veya tarif etmiĢlerdir. Atın evcilleĢtirildiği yer Türkistan coğrafyası olduğu gibi ilk evcilleĢtirenler de Türkmenlerdir. Pazırık kurganında çıkan at iskeletleri de bu gerçeği teyit etmektedir. Eski tarihlerde inliler ve diğer devletlerle yapılan alıĢ-veriĢlerde atın takas edilmesi,6 bu hayvanı ilk evcilleĢtiren veya ehilleĢtirenlerin Türkmenler olduğunu gösteren baĢka bir delildir. Takas edilen nesne, o malın çokluğu ile ilgilidir. W. Koppers7 atın ehlileĢtirilmesi ve atlı çoban kültürünün ortaya konmasının Oğuzlara bağlanabileceğini, insanlık tarihinde ulaĢılan bu baĢarının kavimlerin ve diğer kültürlerin geliĢmesinde fevkalede sonuçlar doğurduğunu, tarihi gerçeklerin ve büyük devlet esası için gerekli Ģartların ancak bu sayede belirlenebileceğini gösterdiğini ifade etmekte, Türkmenlerin atalarının insanlık tarihine yaptıkları önemli katkıyı dile getirmektedir. Orhun yazıtlarından anlaĢılabileceği gibi inliler ordularını Göktürklerden aldıkları atlarla oluĢtururken mübadele aracı olarak ipeği kullanırlar. Hun döneminde

1349

baĢlayan at ihracı Göktürk döneminde de en önemli ihraç malıdır. Öte yandan Ġran, Suriye ve Hindistan‟a at ihracının yapıldığı tarihi kayıtlardan anlaĢılmaktadır.8 Ahal-Teke atlarının ortaya çıkıĢ tarihi hakkında çeĢitli görüĢler vardır. Bunların bir bölümü varsayım olsa da genel olarak tarihi verilere dayanmaktadır. Gorelov,9 Kolosovskozo‟nun “Türkistan Atları” adlı eserinden naklen Heredot‟un M.Ö. V. yüzyıl bölge atçılığından söz ederken Nissaya da (Merv bölgesinde) 20.000 at yetiĢtirildiğini ifade etmektedir. Bölgedeki güçlü ve güzel atlara hayran kalan Heredot, yetiĢtirilen atların soylara ve sahip oldukları değerlere göre farklılaĢtıklarını belirtmektedir. Buna göre yöre ahalisi at yetiĢtiriciliği ve yetiĢtiricileriyle ünlüdür. Heredot‟un verdiği bilgileri esas alan bazı araĢtırmacılar Gorelov10 tarihi kaynaklarda Niss veya Nisseya olarak bilinen eski Merv topraklarında Ġran ġahı için yetiĢtirilen atların Fars kaynaklı olduğunu ileri sürmekteyse de bu doğru değildir. Bunu, ġah‟a verilen vergi veya ona satmak üzere hazırlanan mal olarak düĢünmek gerekir. Merv, Göktepe, AĢkabat arasındaki bölge geçmiĢte olduğu gibi günümüz de de en güzel “cennet atları‟nın yetiĢtirildiği bölgedir ve bu bölgenin devamlı mukimleri, Türkmenlerdir. Doğu‟dan veya Batı‟dan gelen saldırılar sonucu bazı Türkmen boyları kısa süreli aralıklarla bölgeyi terk etmiĢlerse de tarih boyunca bu bölgede hakimiyet kurmuĢ, burada dünyanın en güzel atlarını yetiĢtirmiĢlerdir. Türkmen soylu Büyük Selçuklu Devleti‟nin daha XI. yüzyılda bu topraklarda ortaya çıkması ve geniĢ topraklarda hakimiyet kurması geçmiĢten gelen dokuyla bağlantılıdır. Öte yandan insanların bu bölgeye egemen olmaları Türkmen atlarının Ġran kökenli olduğunu doğurmaz. Tarihi gerçekler bunun böyle olmadığını göstermektedir. Firdevsi‟nin ġehnamesinde uzun uzun Ġran-Turan savaĢlarından söz edilmektedir. Turan hükümdarı Efrasyab (Alper Tunga) komutasındaki ordunun atlıları Ġran hükümdarının korkulu rüyası olmuĢtur. Farslar ile Oğuz Ata‟nın, Selçuklu Sultan Sancar‟ın ve diğer Türkmenlerin düĢmanlarıyla büyük mücadelesi olmuĢtur. Bu mücadeleler Türkmen atının yok olmasını değil, tersine savaĢın kazanılmasının ancak atlar ile sağlanabileceği gerçeğini ortaya çıkarmıĢ, güçlü at neslinin çoğaltılması fikrini pekiĢtirmiĢtir. V. O. Witt, atın ilk evcilleĢtirildiği yerin Orta Asya olduğunu ifade etmektedir. Vitt11 bu yerin Ġran ve Afganistan‟ın kuzeyi ile Türkmenistan ve Özbekistan‟ın güneyinde olduğunu ifade etmekte ve insanoğlunun daha hiçbir hayvanı evcilleĢtirmeden önce bölgede yabani atların dolaĢmakta olduğunu ve bunları ehlileĢtirildiğini belirtmektedir. AraĢtırmacıya göre atın ilk ehilleĢtirildiği yer Anav olarak bilinen ve Türkmenistan‟ın AĢkabat Ģehrine yakın Kopet dağı etekleridir. Bu bölgede bulunan arkeolojik kalıntılarda ata yönelik pek çok unsura rastlanmıĢtır. Buradan hareketle binlerce yıldan beri bu bölgede yaĢamakta olan Türkmenlerin atalarının, atı ilk ehilleĢtirenler olduğu var sayılabilir. AraĢtırmacı Ertuğrul Güleç‟e12 göre “Büyük Ġskender, Asya Seferi‟nde, bu atların süratine ve güzelliğine hayran kalmıĢtır. 15. ve 16. yüzyılda bu at Rusya‟da tanındı ve Rus zenginleri tarafından satın alındı. Bu arada Almanya‟ya götürüldü. Almanların ünlü atı Trakhener atının kökeni Ahal-teke atıdır. Michael Schafer‟e göre Türkmen atları Arabistan‟a geldi Arap atı oldu. Kuzey Afrika‟ya geldi Berberi atı oldu, Ġspanya‟ya geldi Endülüs atı oldu.

1350

Ahal-Teke cinsi atlar bilinen en eski cins atlardandır. Bu atlar literatürde gök (asman) atları, Nusay atları, Türkmen atları ve Ahal-Teke atları olarak isimlendirilmiĢlerdir. Türkmenlerin sürdükleri hayat tarzı, Ahal-Teke atlarının saf bir ırk olarak günümüze kadar gelmelerine el vermiĢtir. Asırlar boyunca Ahal-Teke atlarının gücü, boyu, canlılığı ve güzelliği dillerde dolaĢmıĢtır. Tarihi ve arkeleojik araĢtırmaların sunduğu bilgilere göre, Ahal-Teke cins atlar, en eski koĢu atlarından inkiĢaf etmiĢtir. Arap atı, saf kan Ġngiliz atı, Trakener atı, Karabayır atı, Karabağ atı gibi at nesillerinin oluĢmasında Ahal-Teke cinsinin büyük tesiri olmuĢtur”. Bugün Ahal-Teke atları Türkmen halkının gururu, Türkmen Devleti‟nin bir servetidir. Ahal-Teke atları, gerek Türkmenistan‟da, gerekse yurt dıĢında spor atı olarak revaçtadır. Ahal-Teke atları koĢularda, klasik at sporlarında, binicilikte ve sirkte kullanılmak üzere ihraç edilmektedir. Zarif ve ince bir yapıya sahip olan Ahal-Teke atının kulakları dik ve ince, gözleri canlı ve parlak, boynu ince ve uzun, cidagosu yüksek, sırt ve bel kasları kuvvetli, sağrısı geniĢ ve hafif eğimli, incikleri kısa, kolları uzun, tırnakları küçük ve sağlam, burun delikleri geniĢ, burun uçları hareketli, tüyleri parlak, ince ve kısa, alnı yumru ve sert, kafası kuru ve etsiz, çene kemikleri iri, çene kemiklerinin arasına bir yumruk sığacak kadar geniĢ, göğsü geniĢ ve serttir. Halk arasında kamıĢ kulaklı, ince belli, kalkan göğüslü olanlar tercih edilir. Kuyruğu ve yelesi genellikle kısa, kuyruk kılları incedir. Ahal-Teke atı boynunu, saldırıya hazırlanan bir kobra gibi dik tutar. Bu haliyle saltanat sahibi padiĢahı andırır. Gözleri keskin olduğundan uzağı görür ve tehlikeyi önceden tespit eder. Tırnaklarının sağlam olması uzun mesafeleri kat etmesinde ona önemli bir özellik sağlar. Ġnce yapısı nedeniyle az yem yer, az su içer. Açlığa ve susuzluğa dayanıklı, dağlık araziye ve çöl Ģartlarına elveriĢli bir varlıktır. Yeryüzünde çöle en dayanıklı atların baĢında Türkmen atları gelir. Bunda içinde Türkmenistan topraklarının da bulunduğu Karakum çölünün etkisi vardır. öl ve çöle yakın yaylalarda, Kopet dağları eteklerinde geliĢimini sürdürmekte olan bu atlar, geçmiĢte olduğu gibi günümüzde de bu özellik ve niteliklere sahiptirler. Her türlü yürüyüĢü (adi, tırıs, dörtnal) iyi Ģekilde gerçekleĢtirirler. Enerjisini birden bire harcamaz. Dörtnala, binicisini incitmeden uzun mesafeler kat edebilir. Binicisine sadık olan bu at Türkmenin can dostu, arkadaĢıdır. Türkmenlere göre cins atın belirli nitelikleri vardır. Cins at devamlı uzağı gözetler. Sürekli güneĢe doğru otlar, gölgesini kendisine düĢürmez. Sabah doğuya, akĢam batıya doğru yayılır. GüneĢ batmadan önce onunla vedalaĢırcasına silkinir, hafifçe kiĢner, baĢını aĢağı yukarı oynatır, çeĢitli hareketler yapar, kulağına yelesine düĢürmez, dik tutar. Kahkülü yumuĢak olup gözünü kapatmaz, kendisine yaklaĢıldığını hemen hisseder. Atın Türkmen sosyal hayatında oynadığı rol, onun büyük bir kültür mirası olmasına sebep olmuĢtur. Sözlü gelenek kültüründe bu varlığa karĢı hayranlık, sevgi ve sempati duyulmuĢtur. Ünlü Türkmen Ģairi Mahdum Kulu, Ģiirinde, atın kulağının kamıĢ, ağzının yırtmaçlı, sağrılarının geniĢ, göğsünün sert, gözlerinin iri olmasını istemekte, tercihlerini belirtmektedir. Köroğlu Destanı‟nda, Köroğlu‟nun Kır At‟ı kamıĢ kulaklı, kuĢ kanatlı, Ģafak yıldızı gözlü, selvi boylu, elma yanaklı, ceylan sekiĢli, gelin gülüĢlü, kız duruĢlu, kartal avazlı, savaĢta ejderha ağızlıdır.

1351

Bir sıçrayıĢta kırk arĢın yol alır. DüĢmana karĢı amansızdır. Gözleri fıldır fıldır döner. DüĢmana saldıracağı zaman dört ayağını diker, boynunu uzatır, gözleriyle etrafını yoklar ve kiĢnemeye baĢlar. SavaĢ meydanının cengaveridir. YürüyüĢü ve haykırıĢıyla yer sarsılır, kaplan gibi ortaya atılır, düĢmana zayiat verir. DüĢmanın gözlerinde ateĢler yakar. DüĢmanı koyun gibi kovalar, onlara saldırır, ısırır. Köroğlu yaralandığında onu düĢmandan kaçırır. Köroğlunun dostu, yoldaĢı, kardeĢi, ortağıdır. Türkmen Ģairi Meteci, bedevi tarif ettiği Ģiirinde (erkezov-Ağageldi13 atın “Ģahmaran dilli, sıkı belli, uzun boylu, geniĢ sağrılı, kız duruĢlu, tavĢan yürüyüĢlü, yüksek kalçalı, görkemli, güçlü, alnı niĢanlı, kamıĢ kuyruklu, kargı kulaklı, güçlü toynaklı, parlak tüylü, görkemli, elma gözlü ve badem göz kapaklı” olmasını tercih ettiğini ifade etmektedir. Bu tercih Türkmenlerin genel tercihini de yansıtmaktadır. Bu istek Köroğlu‟nda da vardır. Meteci‟ye göre, güçlü ve güzel bedev rüzgar gibi hızlıdır. Üstündeki eyer altın kaplama, köynekçesi atlastandır. Yuları altın iĢlemeli ibriĢimdendir. Üzerine binildiğinde tatlı bir esintilik sağlar, “bad-ı, saba”yı andırır, yürür, bazen gökyüzüne uçar. Atın güçlülüğünü sağlayan temel unsurlar vardır. Bunlardan biri de ayaklarının sağlamlığıdır. Yürüdükçe ayaklarının ve bedeninin gücünü artırır. “At ayağından semrer”; “atta ayak bolsa (olursa)/özge sın (başka sınama) gerekmez”; “atla ayak bolsun/erde gayrat.” atasözlerinde sağlamlığının ayaklarından belli olduğu vurgulanır. Ayakların sağlıklı ve sağlamlığı atın güçlülüğünün ifadesi olarak düĢünülür: Gavunu kabağından (dışından) tanarlar/bedevi söbüginden (tabanından). Atın keskin gözleri olmalıdır. “Avcı görmese it görür/it görmesse at görür”, “iyi at önünü gözler” atasözleri bunun ifadesidir.14 Ahal-Teke atları cennet atları olarak bilinir. Bu konuda pekçok efsane veya inanıĢ vardır. 1935 ve 1988 yıllarında Türkmen atçılarının AĢkabat-Moskova yürüyüĢünde, Ahal-Teke atları, uzun mesafeli koĢulara ve her türlü zorluklara dayanıklılıklarını bir kere daha ispatlamıĢlardır. Tarihi devir içerisinde, çölde veya dağlık alanlarda göçebe veya yarı göçebe olarak yaĢamıĢ Türkmen için at, su ve hava kadar gerekli olmuĢtur. Ahal-Teke cinsi atlar binlerce yıllık zaman dilimi içerisinde oluĢmuĢtur ve bunları dört grupta değerlendirmek mümkündür. Ahal-Teke atlarında baĢ normal büyüklükte olup kurudur. Yüz kısmında, yüzün dıĢına doğru bir daralma vardır, alın yassı olup geniĢtir. Kulaklar dik ve hareketlidir. Gözler iri, saydam ve anlamlıdır. MelekuĢ, Beknazar ve Toparbay adlı atlar gözlerinin güzelliği ile anılırlar. Burun delikleri geniĢ, ağız ve dudaklar normal büyüklüktedir. Dudaklar ince olup alt çene hareketlidir. Ġnce bir deriye sahip olduğundan kan dolaĢımını dıĢardan görebilmek mümkün olabilmektedir. Boyun uzun, hafif ve incedir. Bu incelik boynun baĢ ile birleĢtiği yerde daha da belirginleĢir. Cıdago yüksek, kürek kemiği geniĢ ve uzundur. Bel uzun ve yumuĢaktır. Sağrı uzun, geniĢ, kuru ve genelde basıktır. Ayaklar kuru ve kalındır. Diz kuru, fakat hacimli değildir. Tırnak küçük, fakat oldukça sağlamdır. Hareketsiz duruĢta damarlar görülebilmektedir.

1352

Günümüzde en güzel Ahal-Teke atları AĢkabat yakınlarındaki AĢkabat etrafı Saparmurat TürkmenbaĢı Harası‟nda yetiĢtirilmektedir. Bu hara, 1923 yılında AĢkabat dıĢında bulunan Birkov‟da kurulmuĢ ve Ahal-Teke atlarının en güzelleri buraya toplanmıĢtır. AĢkabat Aylavı (Hipodromu) Merv ve çeĢitli devlet üretme çiftliklerinde Ahal-Teke Atı yetiĢtirilmektedir. Son yıllarda devletin teĢviki ile özel giriĢimcilik de desteklenmektedir. Özel kiĢiler bu konuya ağırlık vermekte, AĢkabat Hipodromu içerisinde veya baĢka alanlarda koĢu atı yetiĢtirmektedirler.

“Ahal-Teke Atı”, Türkmen Sovyet Ansiklopedisi, AĢkabat 1974, C. 1, s. 238-240. Ahal-Teke Atları, Türkmenistan NeĢriyatı, AĢkabat 1966. Gorepov,

K.,

Ahal-Tekinsol

Konevodstvo Türkmenskoy SSR.,

Ġzdanie Narodnogo

Komissariata Zemledeliya Türkmensskoy SSR, AĢkabad, 1928. Batu, Selahattin, Türk Atları ve At YetiĢtirme Bilgisi, Yüksek Ziraat Enstitüsü Yayınları, Recep Ulusoğlu Basımevi, Ankara 1938. Bazarbay, Meredov, “Ahalteke Atları”, Türk Kültüründe At ve ÇağdaĢ Atçılık, TJK Yay., Resim Matbaacılık, Ġstanbul 1995. Belenogov, Mili, Türkmenistan Atlarının Ahal-Teke Tohumı ve Onı Govıllandırmağın Yolları, Türkmenistan NeĢriyatı, AĢkabat 1953. erkezov, Bayramgeldi-Yazcuma Ağadeldiyev, Gıratın Ovası, Maarrif NeĢriyatı, AĢkabat 1995. ınar, Ali Abbas, Türklerde At ve Ondokuzuncu Yüzyıla Ait Bir Baytarnamede At Kültürü, Ankara: Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Feryal Matbaası, 1993. Gorelov, K., Ahal-Teke Atçılığı, AĢkabat. Güleç, Ertuğrul, Ahal-Teke Atı, Anadolu At Irklarını YaĢatma ve GeliĢtirme Derneği Yayınları, Ankara 1995. Gündogdıev, Ovez Ataeviç, Roli Konya I Cizni Türkmen, AĢkabat 1994. Karaev, P., Turkmensiye Koni, Ġzdatelstvo Türkmenistan, AĢkabad 1979. Kavshudov, A., Türkmenokie Koni, AĢkabat 1982. Kovalevskaya, V. B., Koni i Vsadnik, Ġzdatelstvo Navka, Moscow 1977. Salihov, B., Ahal-Teke Atları, Türkmenistan NeĢriyatı, AĢkabat, 1966. Saparov, B., “Ahal-Teke Atlarının Tohum Hillerini Govullandırmak Meseleleri”, Türkmenistan Oba Hocalığı, No: 3, 1961, s. 53-56.

1353

Sınor, Dents, “Notes on the Equine Terminology of the Altaic Peoples”, Central Asiatic Journal, 10: 1965, 307-315. Vitta, V. O., LoĢad Drebnego Vostoka/Konsıye Porodı Srednet Azii. Akademiya Selbskahoz Navuk Uh. V. I. Lenina, Moscow 1937. Yarkın, Ġbrahim, Atçılık, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Ankara 1952.

1354

D. Dil ve Edebiyat Türkmen Dili / Doç. Dr. Mämmetdurdı Sarıhanov [s.840-848] Türkmenistan Millî Bilim Enstitüsü Direktörü / Türkmenistan Türkmen dili-Türkmenlerin dili. Bağımsız, tarafsız Türkmenistan devletinin devlet dili. GeniĢ anlamda tarihte dünya üzerine yayılan, kendini Türkmen olarak adlandıranların dili; dar anlamda Türkmenistan‟da ve onunla sınırı olan yurtlarda yaĢayan Türkmenlerin dili. Türkmen dili terimi bilim alanında, okul öncesi çocuk yuvalarında, orta ve yüksek okullarda ders olarak okutulan Türkmen edebî dilini de anlatır. Türkmen dilbilimin de Türkmen dili ve Türkmen edebî dili terimlerinin manaları farklıdır. Bunlardan birincisi Türkmen halkının konuĢtuğu konuĢma dilini ifade etmekte, Türkmen edebî dili terimi ise ilmî bakımdan iĢlenen, söz üstadları tarafından süslenen, kadimden gelen edebî dilimizin esasında geliĢtirilen konuĢma ve yazı dilini ifade eder. Türkmen dili bütün yerli özellikleri bünyesinde barındıran, günümüzde çoğunlukla halk çoğunluğunun belli derecede edebî dilin kaidelerine uymayan iletiĢim vasıtasıdır. Türkmen edebî ülke halkının dilinde kullanılan sözlerden, dil Ģekillerinden, birkaç asırlık tarihi olan edebî dilimizden ve Türkmenistan‟ın siyasî, iktisadî, medenî merkezinin ve de onun civarındaki halkın konuĢma dilinden meydana gelir.1 Bu iki terimin birbirinin yerine kullanıldıkları yerlere rastlanır. Türkmen edebî dili anlamında Türkmen dili terimi kullanılır. Böylece Türkmen dili geniĢ manada 22 milyon dünya Türkmeninin, bu bağlamda Türkmenistan‟da yaĢayan 5 milyon Türkmenin dilidir. Dilbilimi ile ilgili çalıĢmalarda Stavropol Türkmenlerinin dili için truhmenskiy yazık, Iraklı Türkmenlerin dili için Türkmen dili terimleri kullanılır. Dilbilim gruplandırmalarına göre bakıldığında, Türkmen dili Altay dil ailesinin Türk dili grubunun Oğuz koluna girer.2 Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Gagavuz Türkçesi ve bazı Türk lehçeleri ile bir gruba giren Türkmen dili kendine has özelliklere sahiptir. Bu farklılıkların meydana gelmesinde Türkmenlerin komĢu akraba ve diğer büyük diller ile olan tarihî iliĢkileri, Türkmen halkının medenî geliĢiminde kullanılan edebî dil, halk arasında çok kullanılan edebiyatın dili, Türkmenlerin millî özellikleri vb. Ģeyler etkili olmuĢtur. Türkmen dilinde uzun ünlülerin bulunması ses bilgisinin en göze batan özelliklerinden biridir. Türkmen dilindeki uzunluklara Türkçe kökenli kelimelerde rastlanır ve bunlarda uzunluk anlam ayırıcıdır. Altay dillerinin genelliği hakkındaki tahminleri ispatlayan özelliklerin arasında Türkmen dilindeki uzun ünlüler de gösterilmektedir.3 Uzunluklara kök kelimelerde ve kök ile ek arasında rastlanır. Sadece kelime kökünde değil, ek eklenmesiyle meydana gelen uzunlukların da anlam değiĢtirici özellikleri vardır. Türkmen dilindeki ses benzeĢmeleri, onu diğer Oğuz dillerinden ayıran bir özelliktir. Bu dil hadisesi sadece bir kelimenin içinde değil de, konuĢma esnasında kelimelerin bir araya geldikleri yerlerde maharetle kullanılır.

1355

Türkmen dilini içinde bulunduğu gruptaki dillerden ayıran ses özelliklerinden biri de geniĢ dudak ünlülerinin (o,ö) kelime diziliĢinde dudak uyumunu meydana getirmesidir. Türkmen dilinin yazısında dar dudak ünlüleri de bu özelliğe sahiptirler, ancak onlar yazıda sadece kelimenin ikinci hecesine kadar yazılabilirler. GeniĢ dudak ünlüleri ise birinci heceden sonraki hecelerde bulunmazlar. Mesela obalarımızdan Ģeklinde yazılan bir kelime Türkmen dilinde ovolorumuzzon gibi telaffuz edilir. Böylece doğru yazıma göre Türkmen dili kendi grubundaki diğer dillere yakın olmakla birlikte doğru telaffuz bakımından da belli ölçüde Kıpçak dillerine yakınlaĢır. Türkmen dili sadece Oğuz değil, diğer Türk yazı dillerinin çoğundan peltek s, z sesleri ile de ayrılır. Ġlk önce atalarımızın millî alfabesini, sonra uzun yıllar Arap alfabesini kullanan halkımız, 1928 yılında Latin alfabesine geçti. Bu alfabede 34 iĢaret -33 harf ve bir apostrof iĢareti- vardı.4 1936 yılına kadar geliĢtirilen bu alfabede 30 tane harf bırakıldı. Ama 1940 yılında Rus yazısına dayanan alfabeyi kabul etme kararı alındı. Gerçekte bu, Rus alfabesinin tamamını kabul edip, üstüne Türkmen diline mahsus olan ö, ü, ð, ä, j harflerinin Rus harflerine bir takım iĢaretlerin eklenmesiyle meydana getirilen bir alfabeydi. Diğer akraba halklar da bu alfabede kendi dillerine has olan harfleri 50‟li yıllara kadar muhafaza etmiĢlerdir. Ancak Türkmen dilinde e, [, Q, \, W, C, +, + gibi harfler Bağımsızlık yıllarına kadar korunmuĢtur. Sonra Büyük Bağımsızlığın ilk zamanlarında Türkmen âlimleri alfabedeki (yukarıda gösterilen) fazla harfleri ayırmak hususundaki teklifleri ortaya attılar. Bu görüĢlerin tartıĢıldığı sırada ise önceki Latin alfabesine geçme teklifi ortaya atıldı. Sonuçta, Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın maharetli baĢkanlığı sayesinde 30 harften oluĢan yeni millî alfabemiz 12 Nisan 1993 tarihinde kabul edildi. Bu alfabe Türkmen dilinin 16 ünlü ve 21 ünsüz sesini anlatma özelliğine tam olarak sahiptir. Bazı para birimlerinin iĢaretlerine de harf anlamı verildi. Türkmen dilindeki yazıların halk arasında kullanılmaya baĢlanması ile alfabeyi geliĢtirme mecburiyeti ortaya çıktı. Türkmenistan‟ın BaĢkanı Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı 10 Ocak 2000 tarihinde dil üzerine devlet çalıĢma grubunu oluĢturma toplantısında, harflerin Ģekillerini geliĢtirme konusundaki fikirlerini çalıĢma grubuna sundu ve bu fikirlerin hepsi kabul edildi. Türkmence yazıda kelimenin ve ekin esas Ģekli, kelimenin kuruluĢu dikkate alınıp, konuĢma sırasında meydana çıkan değiĢiklikler tam olarak hesaba katılmaz. Türkmence kelimelerin yazılıĢında telaffuzun etkisine, sonu l, n, r, s, Ģ, z sesleri ile biten iki heceli kelimelere ünlü ile baĢlayan ek eklendiğinde, ikinci hecedeki dar ünlünün düĢüp, p, ç, t, k seslerinin yumuĢak b, c, d, g seslerine dönüĢmesini örnek verebiliriz. Türkmen dilinin oluĢumunda Oğuz ve Kıpçak dillerine has özelliklere rastlanmaktadır. Ayrı ayrı küçük yerli ağızlarda Kıpçak dil elementleri çok fazla olduğu için Türkmen dilcileri arasında Ģiveleri Oğuz ve Kıpçak grubu Ģiveleri olarak ayıranlar da vardır.

1356

Türkmen dilinin Ģivelerinin büyük bir kısmının ses ögeleri, kuruluĢu ve sözlük temeli birbirinden az-çok farklılık gösterir. Onlardan biraz daha farklanan yerli konuĢmalar da kendi aralarında anlaĢılabilirlik açısından bir zorluk çıkarmazlar. Türkmen yazı dilinin XX. yüzyıldaki geliĢimi, onun dahili imkânlarını geliĢtirmeyi, onu halk çoğunluğunun diline yakınlaĢtırmayı zaruri kılmıĢtır. Bu ise eski Türkmen edebî dilinin cümle kuruluĢ özellikleri ile birlikte, yeni, halk diline çok yakın cümle kuruluĢlarının da geliĢmesine yardım etmiĢtir. Rus dilinden yapılan tercümelerin de Türkmen dilinin geliĢimine büyük katkı sağladığı Ģüphesizdir. Türkmen dilinin sözlük temeli atalarımızın eksilmeyen zengin mirasından ibarettir. Halkın yarattığı eserlerde, yazılı edebiyatın dilinde Türkmen halkının saklayıp koruduğu sözler Türkmenlerin derin ve eski medeniyetinin Ģahididir. XIX.-XX. yüzyıllarda Türkmen halkının ilk önce Rus devletinin, sonra ise Sovyetler Birliği‟nin hakimiyeti altına girip, Türkmen toplumunun kendi tabii geliĢiminden kaynaklanmayan yeniliklerin çok çabuk yerleĢtirilmesi, millî medeniyetin baskı altına alınması kötü sonuçlar doğurmuĢtur. Türkmen dili kendi saflığından mahrum edilmiĢtir. Daha da kötüsü Türkmen halkının ana dilini iyi değerlendirememiĢtir. Bağımsızlık devrinde Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın Ģahsî çabaları ve devamlı talepleri sonucunda Türkmen dili millîlik yoluna ulaĢtı. Bir taraftan eski toplum, siyaset, ekonomi ile ilgili terimlerin kendi kendilerine dil sahnesinden çekilmesi hadisesi yaĢansa da, diğer taraftan kalkınan halkın bağımsız, tarafsız devlet kurmadaki tecrübesi yeni kelimelerin türemesine, var olan kelimelerin anlamlarının geliĢmesine destek oldu. Mesela günümüz genç nesil için kolhoz, sovhoz, sosyalistik yarış, pioner, komsomol, kommunist gibi kelimeler yabancıdır. Bağımsızlık, tarafsızlık, Ruhname, Halk Maslahatı, Yaşlılar Maslahatı gibi yeni türeyen onlarca kelime ise büyük küçük bütün Türkmenlerin diline yerleĢti. Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı, Türkmen dilinin sadeliği ve millîliği uğruna ardarda çalıĢmalar yapıp, büyük neticeler almayı baĢardı. Türkmen edebî dilinde sade, anlamlı, anlaĢılır konuĢmanın örneklerini gösteren Büyük Serdarımız gerçekten de Türkmen diline yeniden can verdi. Dilin kelime türetme imkânları duyulmaya baĢlandı. Örneğin dalaşgär, salgı, uçar, paynama, delilname, binagär, hünär sınağı, kakucı, tezkire, işevut, şadessan, taglım, nusgavı, işsapar, vesmeçilik, gurnak, şayol, ağaçgoş, usuliyet, gurnav, umman, buggämi, bugotlı, şäherçe, maksatnama, meyilnama, yolbelet gibi yüzlerce kelime yeni türetildi ya da kullanıma girdi. Türkmen dili asırlar süren tarihinde Ģimdiye kadar böyle devamlı ve yürekten bir ilgiye sahip olmamıĢtı. Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı mukaddes Ruhname‟sinde Ģöyle yazıyor: “Üzülerek belirtmeliyim ki, geçmiĢte kurulan pek çok Türkmen devleti Türkmen millî diline gerektiğince önem vermemiĢtir. Bizim için ise millî dil devletimizin ve toplumumuzun özelliklerinin baĢında gelir. Biz Türkmen dilini devlet dili olarak yerleĢtiriyoruz. ünkü böyle yapılmasa, o zaman değerlerimizin baĢında gelen millîlik, devletin sıfatlarına sinemez” (s.401).

1357

Türkmen diline ilk kez dikkat eden Karaman Beyi Mehmet olmuĢtur. O, beyliğinde Türkmen dilini, günümüzde kullanılan terime göre, devlet dili seviyesine getirmiĢtir. 13 Mayıs 1277‟de beyliğinde Türkmen dilinin en yüksek mertebeye sahip olması için ferman buyurmuĢtur. Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı Türkmen ruhunun devirlerini sayarken, üçüncü devri Köroğlu‟nun devri olarak adlandırmıĢtır. “Köroğlu” destanında Kırat‟ın alınıp kaçırılması kısmında NiĢaburlu hükümdarın “Türkmence konuĢan Ģahsa rastlansa, onu korumalı” diyen fermanı Türkmenlerin dilini halkımızın kendinin de diğer halkların da farklı dil olarak kabul ettiğini gösterir. Türkmen ruhunun dördüncü devrinde gösterici Mahtumkulu Pıragı, Türkmen halkının dilini zamanının edebî dili derecesine taĢır. Eskiden devam edip gelen edebî dil ile birlikte, Mahtumkulu‟nun geliĢtirdiği edebî dil gittikçe güzelleĢir. Örnek alınan edebiyatımızın parlayan mumu Mahtumkulu Pıragı‟nın eserlerinin halkın gönlünde sağlam bir yere sahip olması, onun aynı devirde yaĢadığı insanların ruhsal durumlarını çok doğru anlatması ve halk diline çok yakın bir dil kullanması ile anlaĢılır. Mahtumkulu‟nun eserlerinde, Ģimdiki Türkmen dilinde fazla kullanılmayan, eski Türkmen edebî dilinde yaygın olarak kullanılan kelimeler, ekler, anlatımlar az değildir. Mahtumkulu‟nun dili eski Türkmen edebî dilinin XVIII. yüzyıl Türkmen dilinin Ģartlarına uygun Ģeklidir. Bu durum Türkmen aydınlarının eski gelenekleri devam ettirmeye, onu koruyup saklamaya verdikleri önemi gösterir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, Türkmenlerin birleĢen güçleri üç kez yabancı iĢgalcileri geri püskürtür. Halkın temsilcisi Abdusettar Kazı “Cengname” adlı eserini yazmak için eski Türkmen edebî dilini kullanır. Dil Ģuuru XVIII-XIX. yüzyıllarda Türkmenlerin arasında çok güçlenmiĢtir. Nurmuhammet Andalıp “Oğuzname” adlı eserinde Oğuz-Türkmen alfabesinin ve yazının ortaya çıkıĢı, harflerin damga yerini alıĢı hakkında ilmî özelliğe sahip fikirler ileri sürmüĢtür. ġakandı, ġeydadi gibi Ģairler ise sadece millî alfabenin değil, onun sadeliği hakkında da en içten duygularını Ģiirlerine sindirmiĢlerdir. Türkmen edebî dili, geliĢiminde pek çok yüzyıl geçirdi. 6. asırdan itibaren taĢa yazılan yazılardan da çok eski olduğu kabul edilen Oğuz-Türkmen edebî dili, tarihte bilinen Türk edebî yazı dillerinin hepsinin temelinde yatar. Buna göre de Türk dilinde yazılan taĢ yazıtlar, -dinî, ilmî ve edebî yazılar- Türkmen edebî dilinin tarihini öğrenmenin kaynağıdır. Bu yazılı yadigârların sayısı yüzlercedir. Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı zamanında o dil yadigârlarının en büyükleri çalıĢılıp, halk arasında kutlanan ilmî günleri yapılmıĢtır. Bağımsızlık yılları içinde “Korkut Ata” destanının 1500. yılı kutlandı. Mahmut KaĢgarlı‟nın “Divan”ı, Balasagunlu Yusuf‟un “Kutadgu Bilig”i hakkındaki bilimsel çalıĢmalar yaygınlaĢtırıldı. Salar Baba‟nın tarihi yayınlanmaya baĢlandı. Eski Oğuznamelerin ve “Köroğlu” destanının nüshaları dil ve edebiyat açısından incelendi. Ġlk önce Rusya‟nın, sonra SSCB‟nin idaresi altına gelen Türkmenistan‟ı yönetmek için, buraya Rus dili yerleĢtirilmeye çalıĢılmıĢtır. Bununla birlikte bu iĢ gerçekleĢtirilince, Türkmenleri kendi dillerinde yönetmek amacı ile Türkmen dili araĢtırılmaya baĢlanmıĢtır. Sovyetler devrinde, 1927 yılında Türkmen dili TSSC‟in devlet dili ilân edilir, kanunlar Türkmen dilinde yapılmaya baĢlanır. Avrupalıların Türkmen dilini öğrenmeleri için çalıĢmalar hazırlanır. Lakin 1930‟lu yıllarda bu iĢ durdurulup, Türkmence Kiril harfleri ile yazılmaya baĢlanır. Daha sonra ise yüksek okullarda Rus

1358

dilinde eğitim verilir. Orta okullarda, çocuk bahçelerinde, özellikle de Ģehirlerde Rus dilinin okutulması moda olur. Bu ise Türkmen halkının Türkmen diline değer vermemesine sebep olur. Dilbilimine mahsus olmayan “dillerin zenginleĢmesi” sloganı altında Türkmen dilinin sözlük temeline darbe vurulur. O, kendine ait malzemelerinin geliĢmesi imkânından mahrum edilmek istenir. Bununla birlikte Sovyet siyaseti kendine bunu amaç edinmese de, Türkmen dilinin bilim alanında, çoğunlukla da haberleĢme araçlarında, edebiyatta, millî geleneklerde kullanılması ile ilgili olarak, Türkmen edebî dili ve onun söyleyiĢ yöntemleri belli derecede geliĢmiĢtir. Orta okullar için okul kitaplarının çoğu Türkmen diline tercüme edildi. Bu kitaplarda tercüme edilmeden kalan kimi Rusça terimler günümüzde yavaĢ yavaĢ millîleĢtiriliyor. XX. yüzyılın 50‟li yıllarından itibaren, Rus diline verilen önem neticesinde, baĢkentte ve de Ģehirlerde Rus dilinde okutulan okullar çoğaldı. Kendileri ve nesillerinin geleceğinden kaygılananlar Türkmen dilinde eğitim almaktan kendilerini mahrum ettiler. Türkmen konuĢma dili Rusça kelimelerle doldu. Bu ise Türkmen dilinin mertebesini düĢürüp, yerini daralttı. Türkmen diline önem vermeyi, yüksek okullarda Türkmen dilinde eğitim vermeyi teklif edenler sert bir Ģekilde cezalandırıldı. Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın ülkenin baĢına geçmesi ile eski durum tamamiyle değiĢti. Daha Sovyet düzeninin güçlü olduğu zamanda, 80‟li yılların ilk yarısında TürkmenbaĢı‟nın Öğretmenler Kurultayı‟nda yurtta herkesin Türkmen dilini bilmesi gerektiği hakkında söyledikleri Türkmen dilinin geleceğinde devrim ruhu oldu. 24 Mayıs 1990‟da Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı Türkmen dilini Türkmenistan‟ın tek devlet dili olarak ilân etti. Yurtta Türkmen dilinde askerlik borçlarını yerine getiremeyen halkın durumu göz önünde tutulup, “Dil hakkındaki” kanun, 1 Temmuz 1999‟da tam olarak yürürlüğe kondu. Bağımsız Türkmenistan‟ın 18 Mayıs 1992 tarihinde kabul edilen Anayasası Türkmen dilinin bu hukukunu bir kez daha tasdikledi. 12 Nisan 1993‟te Latin alfabesi esaslı millî alfabe kabul edildi. Türkmen dilinin gerçek yerine sahip olması için, Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı durmaksızın çalıĢmaktadır. 10 Ocak 2000 tarihinde TürkmenbaĢı köĢkünde yapılan toplantıda Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı baĢkanlığında dil hakkındaki devlet çalıĢma kolu kurulmuĢtur. Bu toplantıda “Türkmen dili” gazetesini çıkarma kararına varıldı. 19 ġubat 2000 tarihinden beri de haftada bir kez “Türkmen dili” gazetesi okuyucularına kavuĢuyor. “Dil olmasa millet yok, millet olmasa da devlet” ana fikirinden yola çıkan akademisyen Büyük Saparmurat TürkmenbaĢı Türkmen devletini sağlamlaĢtırmada asırları aĢan Türkmen dilinin yerini kesin olarak belirledi. Büyük devlet kurma fikrini taĢıyan baĢkanımız karıĢık siyasî Ģartlarda yurdu bunaltmadan dil meselesini halkın yararına çözdü. Millî dilimizin, toplum hayatı ile bağlantısını kurdu. TürkmenbaĢı zamanında dilbilimin geliĢmesini engelleyen unsurların ortadan kaldırılması 1989 yılının Mart ayının sonlarında gerçekleĢmiĢtir, diyebiliriz. Yurdumuzda Türkmen dilinin öğrenilmesini iyileĢtirme meselesi resmî derecede gün olarak belirlendi. Bunun özünde devlet Ģartlarında dilin geliĢmesi için devlet ilgisinin önemi hakkındaki beklenti yatar. Bu meseleler o yılın Ağustosu‟nda

1359

Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın âlimler, yazarlar, Ģairler ile yaptığı buluĢmada da ele alındı. Neticede, 24 Mayıs 1990‟da Türkmen dili Türkmenistan‟ın devlet dili olarak ilân edildi. Ġlgili kanun ve onun hayata geçirilmesi devletin görevleri arasına kondu. Bu tür korumacı tedbirler Türkmen dilinin bilimsel açıdan öğrenilmesinin gelenek haline gelen kalıplarını değiĢtirmenin baĢını çekti. ünkü XX. yüzyılda Türkmen dili bilimsel açıdan derinlemesine araĢtırılıp, çok sayıda bilimsel çalıĢma yapılmasına rağmen, Büyük TürkmenbaĢı zamanına kadar Türkmen dilbilimi ile Türkmen dilinin kullanılıĢı arasında iliĢki yoktu. Bilim ile hayatın birleĢtiği yer Türkmen dilinin sözlüklerinin, okul kitaplarının hazırlanmasıydı. Türkmenistan‟ın “dil hakkındaki kanunu” hayata geçirmek üzere devletin amaçları arasında gösterilen çalıĢmalar, dilbiliminin yurdumuzun hayatına olan sıkı bağının göstergesidir. Buna yurdumuzda yer adlarının yazılıĢlarını doğru yazım kurallarına göre düzeltmek, Türkmenistan‟da üretilen ürünlerin adlarını Türkmen dilinde hazırlamak gibi iĢlerle birlikte, Türkmen dilini okutmanın yöntemlerini belirlemek, dilimizin yazısını geliĢtirmek üzerine teklifler hazırlamak, Türkmen dilini öğrenenler için kitaplar hazırlamak dahildir. Bununla birlikte Türkmen dilini öğretecek hocaların sayısını tespit etmek, tercüman yetiĢtirmek gibi iĢlerin yerine getirilmesi de dilbiliminin yeni konularıdır. 1993 yılının Mayıs ayında, bundan bir ay önce 12 Nisan‟da kabul edilen Türkmen alfabesini hayata geçirme amacı, Türkmen diliyle ilgili yapılması amaçlananları ikiye çıkarmıĢtır. Alfabe amacı da dilbiliminin önüne belli iĢler koydu. Yeni alfabeyi kendi baĢına öğrenenler için kitaplar, yeni alfabede okuma ve doğru yazma sözlüklerini hazırlamak gerekti. Yeni alfabede Türkmen dilbiliminin önüne terim hazırlama, kelime öğrenme, doğru yazım, doğru telaffuz, Türkmen dilinin tarihî grameri, diyalektoloji konularında ilmî çalıĢmalar ve yüksek okullar için kitaplar hazırlama görevi kondu. Bağımsızlık yılları içinde dilbilim alanında birkaç bilimsel çalıĢma yapıldı. 90‟lı yılların ortalarına kadar bilimsel çalıĢmalar eski usullerle yapılsa da, bu yılların ikinci yarısından itibaren bilimsel çalıĢmalar devletin amaçladığı ve talep ettiği Ģekilde yapıldı. Türkmenistan‟da önceki devirdeki dilbilimin kuruluĢu Ģimdikinden çok farklıydı. Her dört yılda Sovyetler Birliği dahilinde Türkoloji Konferansı yapılıp, elde edilen sonuçlar bir araya getirilirdi. Dikkat edilecek hususlar belirlenirdi. Bilimler adayı ya da doktora tezi olarak çalıĢılacak konuların sınavı hazırlanırdı. Enstitüler yıllık planlarını merkezdeki idarenin onayını aldıktan sonra tasdiklerdi. Gerekirse merkez bütün Birlik tarafından çalıĢılan konunun ilgili kısmını Türkmenistan Enstitüsüne görev olarak verebilirdi. Üzerinde çalıĢılan 4-5 yıllık konu, bir konunun bir parçasıydı. Böylece dilbilimi boyunca 20-30 yıl çalıĢan âlimlerin çoğunda Türkmen dili hakkında kesin, bütün bir düĢünce yoktu. Kim kendi konusunu biliyorsa, o “kendi” konusunun uzmanıydı. Bu gibi Ģartlarda dünyaca ünlü Türkologlar yetiĢtirmenin kolay olmadığı anlaĢılmaktadır. Büyük TürkmenbaĢı zamanında dilbilimi bu çalıĢma usulünü kabul etmedi. Sonuçta, 90‟lı yılların ikinci yarısında dilbilim üzerine yapılan çalıĢmaların hepsini, hayatın gerekleri üzerine yapılan

1360

çalıĢmalar olarak nitelendirmek mümkündür. Onlar arasında “Türkmen Dilinin Sözlüğü”, “Türkmen Dilinin Deyimler Sözlüğü”, “Türkmen Dilinin Coğrafî Adlarının Sözlüğü”, “Türkmen Dilinin BirleĢik Sözlüğü”, “Türkmen Dilinin Tarihî Sözlüğü”, “Türkmen Halk Ağızlarının Sözlüğü” gibi bazı çalıĢmalar vardır. 90‟lı yılların sonunda Saparmurat TürkmenbaĢı XXI. yüzyılın -Türkmenin altın yüzyılının“Maksatname”sini (programını) hazırladı. Onda Türkmen dilbiliminin önünde duran meselelerin bir kısmı gösterilmiĢtir. Türkmen halkının tarihî ve medenî geliĢimi ile ilgili, Türkmen dilinin meydana geliĢini dikkate alan “Türkmen dilinin eskiden günümüze kadar tarihi, diyalektolojisi” ve telaffuzunun geliĢtirilmesi, edebî dilin eski devirlerden günümüze kadar tarihî geliĢiminin öğrenilmesi, millî terim bilgisini geliĢtirmeyi amaç edinen “edebî dilin geliĢiminin, telaffuzun, üslubunun, terim yapılıĢının, millîleĢtiriliĢinin kanuna uygunluğu” gibi büyük konular göz önünde tutuldu. Sonuçta, edebî dilimizin tarihi ve terim bilgisini geliĢtirmek üzere çalıĢmalar ortaya çıktı. Türkmen dilcilerinin, Altın Asrın ilk 11 yılını kaplayan çalıĢmalarının çoğu da bu tür konulardadır. Türkmen halkı XX. yüzyılı büyük üstünlüklerle tamamladı. Biz 1999 yılının 27-29 Aralık ayında yapılan yaĢlıların IX. toplantısının, Halk Toplantısının ve de Genel-Millî “Kalkınma” hareketinin ortak meclisini dikkate alıyoruz. Gönlü “halkım” diye çarpan, halkına büyük değer veren serdarın CumhurbaĢkanlığının süresini sınırlandırmama hakkında alınan karar Türkmenin Ģerefini yüceltti. Bu büyük toplantının yaptığı büyük iĢlerden biri de Türkmen dili ile ilgilidir. “Bağımsız Türkmenistan‟ın devlet idaresinin çalıĢmasına, hayatın bütün yönlerine Türkmen dilini ve Türkmen alfabesini yerleĢtirmek hakkında” Türkmenistan‟ın Halk Toplantısının kararında Ģöyle deniliyor: “Türkmen halkının Altın Asrında, XXI. yüzyılda millî dilimizin bundan böyle de geliĢmesini sağlamak, mukaddes bağımsızlığımızın millî kalkınmayı, altın nesillerimizin kalbinde değerlerimize sınırsız sevgiyi geliĢtirmek, böylelikle Türkmen dilini, Türkmen millî alfabesini tarafsız Türkmenistan‟ın devlet idaresinde, hayatın her alanında yerleĢtirmek amacıyla karar veririz: 2000 yılının 1 Ocak‟ından baĢlayarak, Türkmenistan‟ın devlet idaresinde, hayatın her alanında Türkmen dili, Türkmen alfabesi yerleĢtirilmelidir.” Bu karar Türkmen dilinin devlet dili hukukunu tasdik etmektedir. Geçtiğimiz devirde Türkmen dilinin tarihi hakkında yazılan çalıĢmalarda onun, esasen XX. yüzyıldaki tarihi beyan ediliyordu. Büyük âlim N. A. Baskakov, Türkmen dilinin araĢtırılmasının tarihini XIX. yüzyılın sonu olarak belirtir.5 Gerçekte Türkmen dili bilim hayatına XI. yüzyılda girer. Türkmen dili ile ilgili kesin bilgileri Mahmut KaĢgarlı‟nın “Divanû Lugat-it Türk” (XI.yy), ZemahĢehri‟nin “Mukaddimet‟ül-Edeb” (XII.yy.), Ġbn Mühenna‟nın “Arapça-Türkçe Sözlüğü”, “Bulgat El-MüĢtak Fi-Lûgat Et-Türk Val-Kıpçak”, “Kitab El-Ġdrak Li-Lisan El-Etrak” (XIII.yy.), “Nehcül Ferâdis”, “Kıssas-ül Enbiya”, “Ettuhfet Uz-Zekiye Fil-Lugat Et-Türkiye”, “El-Kavann El-Külliye Lizabt El-Lugat EtTürki”, “Dürrat El-Mudiye Fil-Lugat Et-Türkiye” (XV.yy.) gibi eserlerden elde etmek mümkündür.6

1361

XI. yüzyılda, “Divanû Lugat-it Türk‟ün”7 yazıldığı devirde Türkmenler batıda MangıĢlak‟tan baĢlayıp, Aral‟ın arasında, Taraz‟a kadar olan bölgeyi yurt edinerek, otururlarmıĢ. Halaçlar, Yağmalar, Karluklar onların doğusunda yerleĢmiĢlerdi. Mahmut KaĢgarlı Türkmen Ģehirleri olarak 6 Ģehrin adını sayar: Sepren, Sitgün, Sognak, Karnak, Karacık, Farap. Bahsedilen bölgenin kuzey batısında Peçenekler ile, kuzeyde Aral kıyılarında Kıpçaklar, Taraz etraflarında Yağma, Tohsı, Karluk boyları ile güneyde Ġran ve Türk diline mensup halklarla iliĢkilerini korurlar. KaĢgarlı, Peçenekleri Türkmenlerin 24 boyundan biri olarak gösterir. Güney doğudaki Halaçlar da onların 24 boyundan birini oluĢturur. Ġran halkları ile iliĢkide olup, asıl Türk sözleri yerine Fars sözlerini kullananlar da Türkmenlerdir (I, 432). Mahmut KaĢgarlı Oğuzların-Türkmenlerin dilleri hakkında bilgiler verir. Onların dillerinin ses bilgisi Kıpçak, Yağma ve Suvar boylarının ağızları ile paralellik gösterir. “Divan”ın Türkmen dili hakkında verdiği bilgiler aĢağıdakilerdir. Türkmen Dilinin Ses Bilgisi Hakkında: a) /g/ yerine/k / kullanılması: bükte-bügde “kancar”; yikte-yigde “iğde” (I, 31); b) /v/ yerine/ w/ kullanılması: ev-ew “ev”; av-aw “av” (I, 32); c) /t/ yerine /d/ kullanılması: dewey-tewey “düve”; öd-öt “öd” (I, 31); d) Bazı yazılarda /r/ yerine /z/ kullanılması: aldızdı-aldırdı (II, 87). Türkmen Dilinin ġekil Bilgisi Hakkında: a) -gu eki yerine -ası ekinin kullanılması: yıgaç bıçası neñ-bıçgı “bıçkı”; otuñ kesesi neñ-kesgü neñ (I, 13-14); b) Sıfat derecelerinin yapılıĢındaki fonetik fark: tes-tesgirme - tep-tegirme “yuvarlak”, köm-kök köp-kök “masmavi” (I, 328-329); c) Ġsimlerde olumsuzluğun “değil” sözü ile yapılması: Bu at tas tegül “Bu at kötü değil” (I, 329); d) Kök kelimede /p/ sesinin bulunduğu durumlarda gelecek zamanın -ır/-ir ekinin /p/ sesinin düĢmesi ile ilgili ses-Ģekil farkı: men baran, men turan “ben giderim”, “ben dururum” (II, 64-65); baragan gibi Ģekiller yerine baran Ģeklinin kullanılması (I, 33); e) GeçmiĢ zamanın bardım Ģeklinin yerine bardam Ģeklinin kullanılması (III, 140). Türkmen Dilinin Söz Varlığı Hakkında: “Divan”da kelimelerin çok büyük bir kısmı cümle içinde geçmektedir. urra “erkeklerde olan kasık yarıklığı” (I, 39), añ-añ “yok yok”, (I, 40), emet “hava” (I, 51), ikit söz “yalan söz” (I, 51), atka ogur aldım “atın terkisine birini aldım” (I, 53), yol ogur bolsun “yolunuz açık olsun” (I, 53), yag üdüri “susam” (I, 54), emir “kırağı” (I, 54); Türkmen boylarının adları: Kınık, Kayık, Bayundur, Iva/yıva, Salgur, Afşar, Begtili, Bugduz, Bayat, Azgır, Eymir, Karabölük, İgdir, Üregir/Yüregir, Tutırga, Ulayundluk, Tüger, Beçenmek, Çuvaldar, Çepni, Çarukluk (I, 55-58), Halaç (III, 451); öküz (büyük denizlere verilen ad) (I, 59), aşak “aĢağı, dağın eteği” (I, 66), alık “gaga” (I, 68), ilik “ilik” (I, 72), ekin (I, 78), ak (I, 66); ak sakal

1362

er “ak sakallı adam”, aba “anne” (Karluk Türkmenlerinde ana) (I, 86), oba “köy” (I, 86), eze “abla” (I, 90), imir “alacakaranlık” (diğer Türkler iðir) (I, 94), azruk “baĢka” (I, 98), etrek “sarıyagız adam” (I, 101), örçük “örülü saç” (I, 103), andan, andan aydım “ondan sonra söyledim” (I, 109), eşger (KaĢgarlı bu kelimenin Türkçe olup olmadığını belirtmemiĢtir, lakin “g” sesi düĢmediği için onun Oğuzca olduğunu düĢünmek zor) (I, 111), ingek “diĢi kaplumbağa” (I, 111), hemir “emir” (I, 112), ayruk “baĢka” (eĢittir: azruk I, 113), ayrık “kesilmiĢ ot” (I, 113), ayluk-ayluk “Ģöyle böyle” (I, 113), eyle, eyle kılgıl “yap” (I, 113), öyle “öyle” (I, 114), aşlık “buğday” (I, 114), öñ “ön” (I, 115), uzlañ “ahmak” (I, 116), ordu tal “hamam ateĢi” (I, 124), imdi “Ģimdi” (I, 125), arsu “kötü adam” (I, 127), alma (I, 130), armağanyarmakan “hediye” (I, 140), alaðır “küçük kemirgen bir hayvan” (I, 161), men eyle osdum (I, 166), Teñri meniñ ışım etti “Tanrı benim iĢimi yoluna koydu” (I, 177), ol yükünç etti “o namaz kıldı” (I, 171). Etti sözü ile ilgili olarak KaĢgarlı Ģunları söyler: “Oğuzlar bir iĢi yerine getirdiklerinde etti sözünü kullanırlar, diğer Türkler bunun yerine kıldı derler. Lakin bu söz kadınla yakınlık kurmak anlamına da geldiği için, Oğuzlar kadınları utandırmamak için bu sözü kullanmaktan vazgeçmiĢlerdir”. Ol mendin utandı “o benden utandı” (I, 199), aşattı “yedirdi” (I, 210), men aðar söz ayıttım “ben ona sözümü söyledim” (bu cümle diğer Türk dillerinde söylettirdim anlamındadır) (I, 216), ol osladı neññi “o Ģeyi anladı, iyiyi-kötüyü anladı” (I, 286), ol sözüg añladı “o sözü anladı” (I, 290), uğurlandı değil de ogurlandı diye yazmak KaĢgarlı‟nın ogurladı sözünde verdiği açıklamaya bağlıdır: “hırsızın birĢeyi çaldığı zamanı gösterir, bunun için de ogurladı denilir” der (I, 300). Demek ki O, zamanı geldi anlamında onunla kullanılan sözü göz önünde tutmuĢtur (I, 292). At ogurlandı “at çalındı” (I, 292), beg katında “beyin huzurunda” (I, 320), koç “koç” (I, 321), bu çerlikde gel “Ģu zamanda gel” (I, 323), anıñ evi bu çerlikde “onun evi Ģurada” (I, 323), boy kim? “kimlerdensin?” (I, 338), sen “sen” Türkmenler saygı duyulan kiĢiye sen derler, küçüklere siz derler; diğer Türkler tersini yaparlar (I, 339), bart “bardak” (I, 341), kurt “böcek” (I, 342), kent “köy” (I, 344) KaĢgarlı bu sözü diğer Türk halklarının şehir anlamında kullandıklarını bildirir; tamar “damar” (I, 364), tavar “davar” (I, 364), sögüş “oğlak ya da kuzu eti” (I, 369), balk “balçık” (I, 379), pamuk “pamuk” (I, 380), çanak “çanak” (I, 381), bitik “dua” (I, 384), çerik “nöbet” (I, 388) (bundan önce geçen çerlik sözü ile aynıdır), sökel “hasta” (I, 394), büküm etük “kadın ayakkabısı” (I, 395), tulun “yanak” (I, 401), küben “devenin üstüne serilen keçe” (I, 404), çaşır “çadır” (I, 406), çömçe “kaĢık” (I, 417), sındı “büyük makas” (I, 418), sıgra “vadi” (I, 422), kardı “kardı” (I, 432). Kardı sözü hakkında Mahmut KaĢgarlı diğer Türklerin bu anlamda “katdı-kardı” dediklerini bildirip, bu iki sözün ikincisinin yardımcı söz olup, esas anlamı anlattığını, böylece Oğuzların esas anlam için yardımcı kelimeyi kullandıklarını yazar. Örnek olarak ezgu-yavlak kelimelerini göstererek, her iki kelimenin de ayrı ayrı kullanıldığını söyler (I, 432). Konşu “komĢu” (I, 435) kelimesi diğer Türk dillerinde koşnı” Ģeklinde söylenir. Keleçü “söz” (I, 445), keregü “çadır” (I, 447), kısgaç “insanı ısıran küçük bir hayvan” (I, 455), mandar “sarmaĢık” (I, 457), bekmes “hoĢaf” (I, 459), tugrag “tuğra” (I, 462), çomuk “bir tür kuĢ” diğer Türkler buna çomguk derler (I, 470), kısrak “kısrak” (I, 474), kuşluk (I, 474), tumruk “bir saz aleti” (I, 478), künçek “kıyafetin yakası” (I, 480), perçem “iĢaret, alamet” (I, 483), beyrem “bayram” (I, 484) (diğerleri bezrem derler diye bildirmiĢtir), sıdrım ışlıg er “iĢini bitiren adam” (I, 485), çekürge “çekirge” (I, 490), karınçak “karınca” (I, 501),

1363

ügürmek “devenin sırtına konan sepet, küfe” (I, 507), terinçek “iki parçadan yapılan kadın elbisesi” (I, 510), kuşun “kurĢun” (I, 513), temürgen “okun ucundaki demir” (I, 522), kümürgen “dağ soğanı” (I, 522), ol andın küsdi “o, ona kızdı” (II, 12), ol sözüg anıñ kulakka çakdı “o sözü onun kulağına fısıldadı” (II, 17), anı yılan sokdu “onu yılan soktu” (II, 18), tınma “koyma” KaĢgarlı bu sözün Türkmenler tarafından çok konuĢan insana söylendiğini, goy‟un tın yerine kullanıldığını yazar (II, 28), kişi meniñ birle tılıkdı “adam benimle konuĢtu” KaĢgarlı buradaki tılıkdı kelimesini diğer Türklerin bilmediklerini söyler (II, 116-117), er tokuldı “adam vuruldu” (II, 147), söz beg kulagıña çalındı “söz beyin kulağına gitti” (II, 150), ol onı suvka karturdı “o, onu suya batırdı” (II, 190), ol maña at keltürdi “o bana at getirdi” (II, 194) diğerlerinde keldürdi, ol maña ış bilduzdi “o, bana iĢ buyurdu” (II, 202), boy bir-birge çakrışdı “boy birbirini toplantıya çağırdı” (II, 209), ol maña yolda satgaşdı “o, bana yolda rastladı”, beklendi neñ “zat beklendi” (II, 239), takuk “tavuk” (II, 286), çeküç “çekiç” (II, 287), sukak “Oğuzların Farslara verdikleri etnonim”, bu sukak ne ter? “bu Fars ne diyor?” (II, 287), er oglak kuzuka çattı “adam oğlağı kuzuyla eĢleĢtirdi” bu cümleyle birlikte verilen beyit de Türkmen kelimeleri içerir. ünkü KaĢgarlı Mahmut bütün cümleyi kendi dilinde yazar: Orzulanıp yüksek tagıg oglak çatar Uygur tatın yufka alıp yumgın satar “büyük dağı yurt edinip, oğlak eĢleĢtirir; Uygurlardan ucuz alıp, pahalıya satar” (II, 294), turutti “iyileĢtirdi” diğerlerinin dilinde “yaptı” anlamında (II, 303), ol koy tületti “o koyun yavrulattı”. Yazar burada kelimenin asıl anlamını yeni doğan hayvanın yavru tüyünü dökmesi ile açıklar (II, 315). Ol anı yobıladı “o, onu aldattı” (II, 315), ol tonug yarattı “o elbiseyi dikti”, bu etükni maña yarat “bu ayakkabıyı bana yap” (II, 135), beg ogrını bekletti “bey hırsızı tutsak etti”, men at beklettim “ben ata göz kulak oldum” (II, 341), budun yuş boldı “halk horlandı” (III, 4), yüzerlik “yüzerlik” (III, 12), afa yer “sıcak yer” (III, 27), yerdeş kişi “aynı köyden olan adam” (III, 40), yol yarasın! “yolun açık olsun” (III, 87), bu er anıñ kipi “bu adam onun gibi” (III, 119), çor ot “sarmaĢık ot” (III, 122), kur “kuru”; örnek verilen atasözü: Kulan gudugka tüşse, kurbaka aygır bolur “Gulan kuyuya düĢse, kurbağa aygır olur” (III, 122), çetük “kedi” (III, 127), olarda koy sık “onlarda koyun az” (III, 13), çok er “kötü adam” (III, 130), çat “kuyu” (III, 146), sag “akıl” (III, 153), sende sag yok “sende akıl yok” (III, 154), yiniñ sagmı “canın sağ mı? ”; sag suv “temiz su”, sag el “sağ el”, anıñ oglı yas boldı “onun oğlu öldü” (III159), kuvuk “saman” (III, 165), er eviñe töndi “adam evine döndü” (III, 184), er aşık erdi “adam yemekten usandı” (III, 185), ol erig erdi “o, adamı kötüledi” (III, 185), ol añar eyle buyurdu (III, 186), tevey bakırdı “deve bağırdı” (III, 186), ol atıg kaytardı “o atı geri getirdi” (III, 193), seçe “serçe” (III, 219), keçi (III, 219), dede “baba” (III, 220), deve (III, 225), tügi “pirinç” (III, 223), telü “deli” (III, 232), kova (III, 237), emçi añar ot otadı “lokman ona otla ilaç yaptı” (III, 252), koy töledi “koyun kuzuladı” (III271), beg meni konukladı “bey beni misafir etti, ağarladı” konukladı kelimesi diğerlerinin dilinde ev sahibinin izni olmadan bir evde geceyi geçirmek anlamında kullanılır (III, 339), sınık neñ “kırık, bozuk Ģey” (III, 365). Sınık kelimesine diğerleri sunık derler, KaĢgarlı Mahmut bunu yanlıĢ sayar. Teriñ teñiz “derin deniz”, teriñ urı “dere, çay” (II, 370), karınça “karınca” (=karınçak) (III, 375), yorunça “yonca” (III, 375), yeñeç

1364

“yengeç” (III, 384), tenelgüç “kuĢ adı” (III, 388), porsuk “ĢiĢmanlıkla ilgili olarak kullanılan söz” (III, 147), yıpını sırtladı “o, atın kuyruğunu ip ile ördü” (III, 444), men añar yarmak ötünç berdim “ben ona borç para verdim” (III448), utanç (III, 448). Türkmenlerin ve de Kıpçakların Dillerinin Ses Bilgisi Hakkında a) Kelime baĢındaki /y/ sesinin düĢmesi: elkin-yelkin “yolcu, gezgin”, ılıg-yılıg “ılık” (I, 31); b) /c/ sesinin /ç/ sesine dönüĢmesi: cincü/ñincü “inci”, cogdu-çogda “devenin boynunun altındaki tüy” (I, 31); c) Kelime sonundaki /n/ sesinin /k/ sesine dönüĢmesi: buşak-buşgan “kaygılı” (I, 154); d) Kelime ortasındaki /g/ sesinin düĢmesi: çümük-çümgük “ala karga”, tamak-tamgak “damak” (I, 33); e) Kelime ortasında /m/ sesinin türemesi: başmak-başak “potin” (I, 378). Türkmenlerin ve Kıpçakların Dillerinin Grameri Hakkında a) baragan gibi Ģekiller yerine baran “varan” gibi Ģekillerin kullanılması (I, 33); b) Gelecek zamanda tunup Ģekli yerine tunap Ģeklinin kullanılması (II, 27); c) Tekil Ģahsa emir için bar, çoğul Ģahsa emir için barıñ denilmesi, -lar ekini kaldırılması ve de onun yerine /z/ sesinin eklenmesi: Avlap meni koymañız Avlap meni goymañ, Ayık ayıp kaymañız

Söz berip dönmäñ

Akar közüm uş teñiz

Akar gözüm yaşı hut deñiz

Tegre yöre kuş uçar

Degresinde guş uçar

d) Öznenin adının -guçı/-güçi eki yerine -daçı/-deçi ile yapılması (II, 318); e) Ġsimlerin ve fiillerin ortasında /g/ sesinin düĢmesi ile ilgili ses ve Ģekil farklılıkları: tançadıtançgadı (III, 303-304); f) Tograglık gibi Ģekillerin yerine togragsık Ģeklinin kullanılması (III, 315). Türkmen ve Kıpçak Dillerinin Söz Varlığı Hakkında alıg “istenilen Ģeyin kötüsü” (I, 31), arıg “zayıf” (I, 66), çalındı “yitirildi” (II, 149), kemi “gemi” (III, 235), yuttı “yuttu” (II, 313). Türkmen ve Bazı Diğer Türk Lehçelerinde Rastlanan Ses Bilgisi Farklılıkları Hakkında Suvarların, Kıpçakların ve Türkmenlerin dillerinde /m/ sesinin yerine /b/ sesinin gelmesi: benmen, büt-mün “çorba” (I, 31). Türkmen ve Bazı Diğer Türk Lehçelerinde Rastlanan ġekil Bilgisi Farklılıkları Hakkında

1365

Suvarların, Kıpçakların ve Oğuzların dillerinde geçmiĢ zamanın -dı/-di eki yerine bütün Ģahıslarda, Ģahıs ekini almayan -dık/-dük eklerinin kullanılması: ya kurduk -o, yay kurdu; men ya kurduk -ben yay kurdum; olar tagta agdık -onlar dağı aĢtılar; biz agdık -biz aĢtık; ol anı urduk -o, onu vurdu; men munda turduk -ben burada durdum; biz keldük -biz geldik; olar evre kirdük -onlar eve girdiler (II, 60). Türkmen ve Bazı Diğer Türk Lehçelerinin Söz Varlığındaki Genellikler Azıg-ayı: Oğuzların, Kıpçakların ve Yağmaların dilinde (I, 84); balık-palçık: Türkmenlerin ve Arguların bir kısmının dilinde (I, 379), urga-ulu ağaç: Türkmenlerin ve de Arguların dilinde (I, 128), yalñuk-gırnak: Türkmenlerin, Kıpçakların ve Suvarların dilinde (III, 385). Türkmenlerin ve Bazı Türk Kavimlerinin Lehçelerine Has Ses Farklılıkları Hakkında igillerin dilindeki /z/ sesi Yağma, Tohsı, Kıpçak, Yabakı, Tatar, Kay, omul ve Oğuz dillerinde /y/ sesine dönüĢür: kayıñ/kazıñ “kayın ağacı” (I, 32). Türkmenlerin ve Bazı Türk kavimlerinin lehçelerine Has ġekil Farklılıkları Hakkında igil, Yağma, Tohsı, Argu, Uygur dillerinde zaman yer ve alet ismi yapan -gu/-gü eki yerine, Oğuz, Kıpçak, Peçenek, Bulgar dillerinde -ası/-esi eklerinin kullanılması: Zaman adı: Bu ya kurgu ogur ermes -bu ya kurassı ogur tegül -bu, yayın kurulacağı zaman değil Yer adı: Bu turgu yer emes -bu turası yer tegül-bura durulacak yer değil. Alet adı: yıgaç bıçası neñ-ağaç kesen bıçkı gibi (II, 68). Türkmen ve Bazı Türk Kavimlerinin Lehçelerine Has Söz Varlığı Hakkında Idiş-kap: Yağma, Tohsı, Yimek, Oğuz, Argu dillerinde (I, 64); taşıktı-taş çıktı: Yağma, Tohsı, Kıpçak, Yabakı, Türkmenlerin bir kısmının dilinde (II, 116). Türkmen Dilindeki Alıntı Kelimeler Hakkında KaĢgarlı Mahmut çalıĢmasının baĢında, giriĢ kısmında alıntı kelimeleri göstermediğini yazsa da (I, 27), bazı durumlarda bu tür sözler de çalıĢmada yer almıĢtır. onların bir kısmı Oğuz dillerinin elementleri olarak kabul edilmiĢtir. KaĢgarlı ören “istenilen Ģeyin kötülüğü” sözünü Farsların viran sözüne benzetir ve de burada “Oğuzlar Farslar ile çok yakın iliĢkide bulunduklarından dolayı bazı Türkçe sözleri unutup, onların yerlerine Fars sözlerini kullanırlar” diye yazar (I, 76). O, bu fikrini baĢka bir yerde de Ģöyle devam ettirir: “Oğuzlar Farslar ile yaĢamaya baĢladıktan sonra bazı Türkçe sözleri unutup, bunların Farsçasından faydalanırlar. Örneğin Oğuzlar kovaya aftabı, geniĢ omuza kilide derler. Diğer Türkler bunların yerine kumgan, bakan sözlerini kullanırlar”. Bunun yanında o Oğuzların keşür sözünü Farsça gezer sözü ile açıklar. (I, 431-432).

1366

Türkmenlerin dilinde olumsuzluk ifade eden “değil” sözünü “Divan”ın yazarı Türkler arasında alınma söz olarak sayıp, Ģöyle der: “Bu sözü Oğuzlar Argulardan alıp, onların zag ol sözünü bozup, tegül demiĢlerdir. ünkü Oğuzlar Argulara komĢudurlar, dilleri de birbiriyle kardeĢtir” (III, 153). XII. yüzyıla ait “Mukaddimet-ül Edeb” sözlüğündeki Türkçe sözlerin Türkmen diline yakınlığı çalıĢmada kabul edildi. Arapça, Farsça sözlüğün üstüne onlardaki kelimelerin Türkmence karĢılıkları tercüme edilmiĢtir. Lakin kelime kelime tercüme edildiği için bazı kelimeler sûni türeme olmuĢtur. Onun dilindeki kele yer ot-mal yer gibi ot, keleni bakgıcu-mal bakıcı (lukman), keleniñ ucası yagır boldı, ala koñ, öltürdi kurban tevesini, ahtaladı, ahır kazıgı, baklan guzı, botaladı dişi teve, ak boz at, ak kurut, ak başlıg koy, çomalıp oturdı it, keleniñ sagrısını kamçı birle gibi kelimelerde ve cümlelerde XI. yüzyıldaki sözlük ile de, Ģimdiki Türkmen dili ile de mevcut olan genellikler ortaya çıkar. XIII. yüzyılda yazılan “Arapça-Türkçe Sözlük”ün Türkmen diline yakınlığını ortaya çıkaran dil hadiseleri çoktur. Armıt, biz, büre, telim, zian, covanmerd, dodak, eğin, yalan söyle-, yıldırım, yük, yorgan, iğne, ilik, keçe, keçut, göbek, kölege, karınça, koç, kurt, öyken, serçe, söğüt, siñek, sındı, tiken, çıban sözleri eskiden gelen Oğuz-Türkmen sözleridir. Bu sözlükte Türkmen ve diğer Türk lehçeleri için genel olan sözlerin Türkmence olarak gösterilmesi tabîdir. Bunun için de ondaki meñiz, köp, erin, çız, et-, yumurtga, çäkmen, açkıç, ba: ş, ap-ak, atlı, bağır, ağır, ağrı,akşam gibi kelimeler dilimizin geçmiĢine ve bugününe aittir. XIV-XV. yüzyıllarda kaleme alınan “Ettühfe”de sözlükle birlikte gramer bilgileri de verilir. Onda sadece Türkmen sözleri olarak 167 kelime vardır. Lakin hazırlayan Türkmen dilini ve onun ses özelliklerini iyi bilmediğinden, içeri kelimesini işeri, giceleyin (geceleyin) kelimesini gişeleyin Ģeklinde yazmıĢtır. Sözlükteki 3000‟den fazla kelimenin 1356‟sı Ģimdiki Türkmen dili ile paraleldir. Sözlüğü hazırlayan Ģahıs Türkmen dilindeki uzun ünlüleri anlatmanın yolunu bulmuĢtur, ancak XX. yüzyılda onun bu yöntemini anlamayan âlimler a: zgın kelimesini avızgın, sö: ndürdi (bugün uzunluk yok) kelimesini sövündirdi, ı: sgadı kelimesini iyiskedi Ģeklinde yazmıĢlardır. Aş bolsun, boş gaytmak, boydaş, gırçıldatdı, ortancı, süyr düş, yel semdi gibi durumlar Türkmen dilinin millî farklılıklarını meydana getiren özelliklere aittir. XVI. yüzyıldan beri yazılan edebî ve ilmî eserlerimizin dili, eskiden gelen Ģanlı edebî dilin geleneklerini devam ettirmekle birlikte, Mahtumkulu Pıragı‟nın zamanındaki (XVIII. yüzyıl) halk çoğunluğunun diline yakınlaĢmaya baĢlar. XVIII. yüzyıldan baĢlayarak, Rus yazarların çalıĢmalarında Türkmen kelimeleri aralıksız yer alır.8 XIX. yüzyılda ise Türkmen dilinin sözlükleri, ders kitapları yayınlanır.9 XX. yüzyılda Türkmen dili Türkmen âlimleri tarafından ilmî açıdan araĢtırılmaya baĢlanır. XX. yüzyılın 20‟li 30‟lu yıllarında büyük Türkmen dilcileri M. Geldiyev, K. Börüyev, A. Garahanov; 30‟lu40‟lı yıllarında H. Baylıyev, P. Azımov; 40‟lı-50‟li yıllarında M. Y. Hamzayev, Z. B. Muhammedova, M. N. Hıdırov; 50‟li-60‟lı yıllarında B. arıyarov, G. Sarıyev, A. Annanurov; 70‟li-80‟li yıllarda T.

1367

Täçmıradov, M. Penciyev, M. Söyegov, S. Atanıyazov gibi âlimler Türkmen dilbiliminin geliĢmesine katkıda bulundular.

1

Täçmıradov, T., Türkmen Edebî Dilinið ÖsüĢi ve NormalanıĢı, AĢgabat, 1984, s. 76.

2

Baskakov, N. A., Oçerki istorii funksionalnogo razvitiŒa tŒurkskih Œazıkov i ih

klassifikatsiyaazıkov i ih klassifikatsiya, AĢgabat, 1988, s. 114. 3

Bkz. Yazıki Mira, Tyurkskiye yazıki, Moskova, “Indrik”, 1998.

4

Durdıyev, H., Dil ve Dövür, AĢgabat, 1997, s. 98.

5 Baskakov, N. A., K Ġstorii Ġzuçeniya Turkmenskogo Yazıka, AĢgabat, 1965. 6 Muhamedova, Z. B., Ġssledovaniya Po Ġstorii Turkmenskogo Yazıka XI-XIV WW., AĢgabat, 1973, s. 7. 7 Divanû Lûgat-it Türk Tercümesi, ev: Besim Atalay, 3 C., Ankara, 1992. 8

Sravnitelniye slovari vseh yazıkov i nareçiy, sobrannıye desnitseyu vsvysoçayĢey

osobı, . 1, Spb., 1787, . 2, 1789; Borns A. PutuĢestviye v Buharu. . 3. Moskva, 1850. Starçeskiy A. V. Sputnik russkogo çeloveka v Sredney Azii. Spb., 1878. 9 ġimkeviç, P. P., Kratkoye pratiçeskoye rukovodsrvo dlya oznakomleniya s nareçiyem turkmen. Spb., 1892, AĢgabat, 1899; Samoyloviç, A. N. Opyt lingvistiçeskogo isledovaniya tekinskogo govora turkmenskogo yazıka (Rukopis), Spb., 1903; Agabekov, S., Uçebnik tyurkmenskogo nareçiya. AĢgabat, 1904; Belyayev, I. A., Slovar turkmenskogo yazıka, AĢgabat, 1913; Belyayev, I. A., Grammatika turkmenskogo yazıka, AĢgabat, 1915.

Türkmen Dilinið Grammatikası-Morfologiya, Ankara, 2000. Grammatika Turkmenskogo Yazıka, Fonetika i grammatika, AĢgabat, 1970. Türkmen Dilinið Grammatikası, II. T. , Sintaksis, AĢgabat, 1977. Hamzayev, M., Berdiyev, R., Kratkiy oçerk Turkmenskogo Yazıka, AĢgabat, 1971. Türkmen Dilinið Sözlüğü, AĢgabat, 1962.

1368

Yeni Türkmen Edebiyatı / Doç. Dr. Berdi Sarıyev [s.849-859] Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye “Ancak vatanperverlik üzerine vehalk ruhuyla yazılan ve yaratılan eserlerhiçbir zaman ölmezler. Onlar klâsikleşerekhalkın millî hazinesi haline gelirler.” Saparmurat TürkmenbaĢı Yeniden Yapılanma Dönemi veTürkmen Edebiyatı ağımsızlığın ilk yıllarında yeniden yapılanma dönemi denilen kısa bir dönem baĢlamıĢtı. Bu dönem, Türkmen edebiyatında da büyük değiĢikliklerin olacağını haber vermekteydi. Ancak, edebî dalgalanma olmasına rağmen bunun belirgin neticeleri yoktu. Edebiyat dünyasına ise coĢkulu gençler toplanmıĢtı. Önceki sistem gerçekten de hiçbir talebi karĢılayamıyordu. Türkmen Sovyet edebiyatı kendi devrinin sonuna gelmiĢti. Bu dönemin diliyle söylemek gerekirse, birçok Ģeyin “modası geçmiĢ”ti. “Sovyet edebiyatı” olarak adlandırılan dergi de okuyucularının isteğini karĢılamıyordu. Okuyucu, her ne ise bir yenilik beklentisi, Ģair ve yazar da bir yenilik arayıĢı içindeydi. Kısacası, Türkmen edebiyatı bir değiĢim beklemekteydi. Elbette, bir iki Ģair ve yazar arasında, eskiyen sistem hakkında, genellikle bu devrin durumu yönünde, doğrudan doğruya gerçeği dile getirmeyi deneyenler de yok değildi. Halkın ve bir o kadar da okuyucunun, ateĢi ile girip külü ile çıkan Berdinazar Hudaynazarov, Kerim Gurbannepesov, Rahım Esenov gibi bilgeler, Durdımuhammet Gurbanov, Osman Öde, Kakamurat Ballı, Nobatgulı Recep, Annagulı Nurmämmet, ġähribossan Geldimämmedova gibi gençler gerçeği yansıtan eserleri ile Türkmenin millî yönünü belirgin olarak göstermeye yeni yeni baĢlamıĢlardı. Bu durum, edebiyatın yeni bir döneminin daha baĢlayacağının habercisiydi. ĠĢte Kerim Gurbannepesov‟un “modası geçmiĢ” Ģiir, tamdıra,1 tandır, keteni,2 el arabası, cins atlar, selâm ve iliĢkiler hakkında büyük bir ustalıkla söyledikleri bunun canlı Ģahididir. Üstad Ģairin son zamanlarda günlük hayatta dikkatten kaçan, Türkmenin millî özelliklerine ait Ģeyleri seçip alması boĢuna değildir. Aslında onları korumak, kendi millî kimliğini korumaktır. Türkmen tamdırası ile Türkmen tandırı. Sözlerin Ģeklindeki benzerlikten baĢka benzerlik yok gibi. Ama tamdıranın teline vursan tandırdan da ses çıkacak Ģekilde, yazar millî bağların halkalarını kendi okuyucusuna açıkça gösterme eğilimini göz önünde tutmuĢtur: Tamdıra modadan gaçyar diyyärmiñ? Düşünyän, tamdıra diyyäniñ du-tar! Yöne tamdıralar modadan gaçsa, Şol gün tamdırıñam modası gutar! Arkayın çalıber tamdıracıññı, Modalar sovular, mış-mışlar geçer,

1369

Ece, kaka hey modadan gaçarmı? ! Tamdıra kakañdır, tamdıram-eceñ! Yazar, baĢlangıçta Ģaka yollu söz etse de, sonunda diyeceğini doğrudan yüze vurur gibi söylemektedir. ġairin en son dizede, bu mesele üzerine diyeceği Ģeyi baĢarılı bir Ģekilde toparlaması, yüksek bir seviyeye ulaĢan ustalığını gösteren bir iĢarettir. Berdinazar Hudaynazarov, kendisinin yetmiĢli yıllarda yazdığı “Gumlular” romanında, çölde yaĢayan Türkmenlerin hayatından alıntı yaptığı Ģu kısacık paragrafta, çok önemli ve belirgin bir gerçeğe büyük bir incelikle yer vermektedir: “Bir insanın yargılanıĢını ilk kez görüĢümdü. Kendimi bildim bileli bizim obamızda suç iĢleyip iĢi mahkemeye düĢen bir insanı gördüğüm yoktu. Tam otuz yedi yıl sonra obamızdan iki çobanı götürdüler. Onların ne suçu olduğunu, ne kadar ceza kesildiğini de bilemedik.” ĠĢte, size millî yaĢayıĢın çöldeki Türkmen tipi. Dikkatle dinleyin, yeniden okuyun, eser suç denilen Ģeyin kıyısında dahi görünmeyen çöl Türkmeninden söz etmektedir. Okuyucunun gururunun sınırı yok, ancak maalesef, baskı yılları onun da iki suçsuz çobanını elinden almıĢtır. Bu hayatın acı gerçeğidir. Ancak yazar, çöldeki Türkmenin iç dünyasını belirgin bir Ģekilde gösteren bir yazardır. Bunu edebiyat araĢtırmacısı Osman Öde, tam olarak Ģöyle tasvir etmektedir: “Berdinazar Hudaynazarov‟un edebî yönü, XX. asır Türkmen edebiyatında büyük bir hadisedir. O, Türkmen edebiyatına çöl insanının ahlâkî ve psikolojik dünyasını getirmiĢtir.”3 Seksenli yılların Türkmen edebiyatında, güçlü bir geliĢimin, daha doğrusu yeni fikirlerin coĢkulu bir akımının olduğunu anlamak gerekir. Yeniden yapılanma dönemi, aslında Sovyetler Birliği‟nin tarihinde 1985 yılında baĢlamıĢ olsa da, onu siyasî hadiselere dönüĢtüren, edebiyatta toplumla ilgili fikirlerdeki diriliĢin yavaĢ yavaĢ yeĢermeye baĢlamasıydı. Bu tür meselelerde edebiyat her zaman ön saflarda olmuĢtur. Ġdeolojik dönemlerde yükümlülüğün en çok hangi yöndeki insanların omuzlarında olduğunu düĢünecek olursak, ilk olarak kelimelerle uğraĢan insanlar akla gelir. Mesele bu yöne çevrildiği için Türkmen edebiyatının Sovyet döneminin ilk günlerinden itibaren sıkıntılı günler geçirdiğini hatırlayalım. Türkmen edebiyatının ilk köklü romanı sayılan Aygıtlı Ädim ve yazarı Berdi Kerbabayev‟in 20‟li, 30‟lu yıllarda ve sonraki dönemlerde ne kadar zor günler geçirdiği, romanının ideolojik özelliklere sahip olması için değiĢtirilmeye mecbur edildiği,4 “Gorkut Ata” destanlarının yasaklanarak onun üzerinde çalıĢan insanlara suçlu hükmünde bakılması5 meselenin kökünde yatan maksadın ne olduğunun habercisidir. Hatta büyük Mağtımgulı‟nın Ģiirlerinin önemli bir kısmının dinî yön olduğu düĢüncesiyle neĢir edilmemesi, Ata GovĢudov‟un Göktepe savaĢı ile ilgili olarak yazdığı Perman adlı romanının 40 yıl boyunca basılmaması da ideolojik yasaklamaya açık birer örnektir. Yeniden yapılanma rüzgarı öncelikle edebiyatta esmeye baĢlamıĢ, hatta bu durum, yani fikrî diriliĢ, siyasette su yüzüne çıkmaya baĢladığında, onu geliĢtirenler de öncelikle yazarlar olmuĢtur. Eğer meseleye bu anlamda yaklaĢacak olursak, o zaman yeni bir düĢünce seli ile yeni bir neslin ortaya çıktığını görürüz. 80‟li yıllarda edebiyata adım atan gençler, yeni coĢkunun, yeni fikrin

1370

kazanında kaynadılar. Daha doğrusu genç beyinler, henüz “ideolojinin batağına batarak yetiĢmeyenler” için bu durum, devrin cömertçe sunulan büyük fırsatı oldu. Burada büyük tarihî bir gerçek ortaya çıkmaktaydı; Ģimdi her fikir, hatta her satır önceden söylenen bütün çürümüĢlüğün karĢısına hem kalkan hem de ok olarak çıkıyordu. Kelimenin tam anlamıyla edebiyata büyük bir kuvvet ile gelinmiĢti.6 Bu sebeple olsa gerek, 80‟li yıllarda edebiyata gelen nesle herkesin bakıĢı ümit dolu olmuĢ, yeni nesil devrin talebi doğrultusunda gelmiĢtir. Bu yıllarda, edebiyata gelen yeni neslin en meĢhurlarından birisi olan yazar Annagulı Nurmämmet‟in o dönemde Sovyet Edebiyatı olarak çıkan dergide yayımlanan “Tabut” adlı uzun hikâyesini hatırlamak, hem yeni akımın gücünü hem de eserlerinin ülküsünü ortaya koymayı sağlayacaktır. “Tabut” adlı uzun hikâyesi, tam o günlerin hayatını anlatan ve oldukça gerçekçi yazılan bir eser olması ile ayırt edilmektedir. Bu eserde hayat gerçeği ile edebî gerçeği tamamen bağdaĢtırarak gösterebilmesi, genç yazarın ustalığını, becerisini açık bir Ģekilde ortaya koyan faktörlerden birisidir. Eserdeki kahramanlardan Gicen Galkanov ile Cövher Nazarov biribirinden tamamen farklı karakterdeki insanlardır. Fakat eserdeki ana fikir; çürümüĢ, ruhu hastalıklı cemiyetin tabuta konularak defnedilmesidir. Totaliter tecrübeden öğrenilecek Ģey kalmamıĢtır, sadece insanları zincirle bağlamıĢtır. O zincir ise, Cövher gibi gençlerin değerli bir bıçak gibi keskin zekâ ve keskin akılları ile kesilip atılmazsa, daha çok insanı bağlayacaktır. ĠĢte, edebiyata gelen genç yazarın o dönemdeki hayata bakıĢı bu Ģekildedir. Yeniden yapılanma devrinin edebiyatı, yeni bir edebiyatın zamanının yakınlaĢtığını açık bir Ģekilde göstermiĢ, eski edebiyatın artık gücünün kalmadığını ortaya çıkarmıĢtı. Edebiyatın önceki edebî eserleriyle yüklü arabasının gıcırtısı gittikçe artmaktaydı. Gıcırtının edebî mazmunu, açık bir Ģekilde “Sonun ya bugün ya da yarın” demesiydi. Bu, edebiyatta ustalık yönünden de fikir yönünden de yenilenmek demekti. Asıl mesele de edebiyatın Ģimdi kuru bir sözlük halinden çıkıp, devrin değiĢmesine, insanların fikirlerinin geliĢmesine, hakikate yaklaĢmasına doğru yol göstermesiydi. Bağımsızlık Dönemi ve YeniTürkmen Edebiyatı Türkmenistan bağımsızlığını aldıktan sonra bağımsız Türkmen Devleti‟nin ortaya çıkması ile edebiyatın geliĢmesinde bütünüyle yeni devir baĢlamıĢtır.7 Daha önce Öde‟nin de sözünü ettiği bu dönemi “Yeni Türkmen Edebiyatı” Ģeklinde adlandırmak doğru olacaktır. Edebiyatın ufku geniĢlemiĢ ve kendi edebiyatımız olarak yaygınlık kazanmaya baĢlamıĢtı. Millî edebiyatımız halkımızın derin geçmiĢinin, bugününün manevî elçisi olarak dıĢ ülkelerde uluslararasısı saygınlığa lâyık olmuĢtu.8 Gerçekten de, bağımsızlık yıllarının bir elin parmaklarıyla sayılabilecek yaklaĢık on yılı Türkmen edebiyatının yeni döneminin sayfasını kendi okuyucuları için daha da geniĢ açmasını sağlamıĢtır. Kısaca, yeni dönem yanı sıra yeni Türkmen edebiyatını da getirmiĢti. Bu aslında, bağımsızlık döneminin yeni talebiydi.

1371

Bu dönem Ģimdi daha derin ve farklı bir Ģekilde hesap sormaktaydı. Önceki dönemin övgü ve abartılarının, yukarıdan onay alarak gelen sindirici politikalarının, millî medeniyetin, millî mirasın, millî tarihin, dilin, sanat konusunda yol açtığı boĢlukların sebeplerini sormaktaydı. Bunu sayın Saparmurat TürkmenbaĢı zamanının yeni nesli de talep etmekteydi. On yıl! BaĢlangıçta az gibi görünse de, düĢüncelisi ferasetli, dikkatli Türkmenin yeni neslinin olgunluğa ulaĢması için yeterlidir. Bu süre içinde, bir çocuk orta mektebi bitirerek, ilk bilimsel bakıĢ açısıyla tanıĢıp, üniversitenin kapısından geçebilmekte veya üniversiteye giren ergenlik çağındaki bir genç, onu tamamlayarak, iĢ alanında beĢ yıllık bir tecrübe edinebilmektedir. Kısaca; yeni bir nesil vardır. Bu nesil, Ģüphesiz kendisi de bağımsızlıktan payını alan, ona sıkıca yapıĢan, TürkmenbaĢı zamanının neslidir. Yeni Türkmen edebiyatının, “bağımsızlık” meselesinden ders alan okuyucusunun algılayıĢı çok farklıdır. O Ģimdi çekinmeden kendisinin aslının kim olduğunu bilmek istemektedir. Ona Ģimdi “Sen Sovyet insanısın.” denilemeyeceği veya onun “Sovyet insanı tipi” ile kandırılamayacağı açıktır. O kendi yurdunun, vatanının bilgi ve talimatlarını inceden inceye almak istemektedir. Ona Ģimdi önceden olduğu gibi “Moy adres Sovetskiy Soyuz!”9 dedirtilemeyeceği de açıktır. O kendi millî kahramanlarını açıkça öğrenmek istemektedir. Oğuz Han‟ı, Köroğlu‟nu, Dede Korkut‟u, Selçuk Bey‟i, onun torunları ağrı ve Tuğrul‟u ve diğer büyük Ģahsiyetleri tanımak istemektedir. ġimdi kendi millî bayramlarını her dönem özgürce kutlamak, yaĢadığı evin içinde gizlice kurban kesmek için elinde leğen tutmayı artık reddetmekte ve bir gecede çekilen “dikenli tellerin” ötesinde kalan akrabaları ile görüĢmeyi istemektedir. ocukken yitirdiği, o zaman da “halk düĢmanı” ilân edilerek beklenmedik bir Ģekilde kaybolan babasını sessiz, masum bakıĢları ile sormak istemektedir. Türkmenler için âdeta Kâbe gibi görülen Göktepe Kalesi‟nin etrafındaki engebeli, tümsekli yerlerin sıradan kum tepeleri olmadığının artık idrakindedirler. Nabzı, daima “gerçek” diye atan, bu ve buna benzer istek ve arzularla dolu yeni nesil okuyucuların talebini karĢılama gayretinin, yeni Türkmen edebiyatının önüne meseleleri açıkça serdiği anlaĢılmaktadır. Yazar Osman Öde, bağımsızlık döneminin edebiyatının birinci maksadı konusunda Ģu neticeye varmaktadır: “Bağımsızlık döneminin edebiyatının en önemli farkı üzerine söz edildiğinde, onun ilk etapta millî maksatlara hizmet eden edebiyat olduğunu söylemeliyiz.”10 Evet, gerçekten de yeni olgunlaĢan edebiyatın kendine özgü ve dönemle ilgili sorularla yoğrulan talepleri bulunmaktaydı. Taleplerin özellik gösteren yönü de edebiyat eserlerinin bütün türlerinde Türkmen millîliğine, Türkmen ruhuna, diline ve âdetlerine ağırlık verme mecburiyetini ön plâna çıkarmaktaydı. Bu, edebî bir ifadeyle “Yürü Ayvaz‟ım dönelim dağlara” demekti, yani aslına dönmek demekti. Bu eserlerden kısa kısa söz ederek, genel düĢünceyi çıkartabilmek için Ģiir, hikâye, roman veya dramalardan, bağımsızlık döneminde çeĢitli yönlerden, her biri kendi türünün en iyisi sayılarak övgüye lâyık olan köĢe taĢlarından söz etmek gerekmektedir.

1372

Bağımsızlık DönemiEdebiyatında Şiir Sanatı-Nazım Edebiyatın bütün dönemlerinde olduğu gibi, yeni Türkmen edebiyatında da nazım ön plândaydı, dersek yanılmıĢ olmayız. ġiir sanatı Türkmen millîliğinin, bağımsızlığının müjdecisi ve davetçisi görünüĢünde kendisini göstermeye baĢlamıĢtır. Ancak eskilerden farklı oluĢu açık bir Ģekilde hissedilmektedir. Öncelikle anlaĢılması gerekenlerden birisi Ģiirde bağımsızlığın Ģairane vasfının geniĢ çapta yer kaplamasıydı. ünkü bu dönem, baĢta da değindiğimiz gibi, beklenilen dönemdi. Yeni Türkmen edebiyatının nazmının konusunun esas olarak üç Ģairane noktada birleĢtiğini söyleyebiliriz. Bir baĢka deyiĢle, yeni Türkmen edebiyatının nazmı, Türkmenin saç ayağının üstüne kuruludur. Kısacası, bu dönem Ģiirindeki bağımsızlık tasviri, “Halk, Vatan, TürkmenbaĢı” Ģeklindeki Ģairane üçgeni andırmaktadır. AnlaĢılması gereken bir diğer unsur da Ģiir dilinin söz varlığının öncekilerden daha farklı olmasıdır. Yeni Türkmen Ģiirinde de eski, tarihî ve millî söz varlığı ön sıraya çıkmıĢtır. Yeni Türkmen edebiyatının nazmında okuyucular, önceden de kendilerine aĢina olan Türkmen yazarlardan B. Hudaynazarov, B. Cütdiyev, A. Atabayev, A. Ağabayev, S. Öräyev, K. Taðrıgulıyev, Y. Durdıyev, G. ġagulıyeva gibi Ģairlerin yeni devri tasvir eden birçok Ģiiriyle karĢılaĢmıĢlardır. Ancak mazmun kökünden farklıdır. Yeni Türkmen Ģiirlerinin ahengi Türkmen saz sanatının büyük üstadı Mıllı‟nın dutarından çıkan millî bir ses gibidir: Oğuzhanlar, Göroğlular aslıdır, Misilsiz halısı müñ bir tüyslüdir… (B. Hudaynazarov, Türkmeniñ, 77), Halıs bez bolupdıñ keç ıkballardan, Yöremeli bolduñ agır yollardan, İne, indi uzak-uzak illerden, Görüşmäge didar-didara geldi. (B. Hudaynazarov, Garaşsızlık Aydımı, s. 78), Gökdepe diymeklik-gala diymekdir, Piriñ demi düşen doga diymekdir. Gan bilen yazılan nama diymekdir, Özüñ halal bolsañ, Käbe diymekdir. (B. Cütdiyev, Türkmen Käbesi, s. 81) Doguldı ol yaşıl övsüp, parlayıp, Döşüne dakınıp Ay, yıldızları,

1373

Oña kuvvat goşdı, nepislik bilen, Oguzhanlañ, Alp Arslanlañ düşenen-Gadım halılarınıñ gözli-ızları… (A. Ağabayev, Göz-Guvancım, Buysancım!, s. 99) Mukaddesdir suvuñ, duzuñ, Sen gucur keramat-Vatan. Kıbla özüñ, Käbe özüñ, Sen şeyle keramat Vatan (A. Mämmedov, Vatan.) Garaşsız Vatanım, Biribarım bar, Oguzhan, Göroglı, aslı zorum bar, Magtımgulı, Aşık Aydın pirim bar, Gussa batıp, sazlar çalan Türkmen men, Köñüllere nagış salan Türkmen men (K. Taðrıgulıyev. Serdar Bilen Arşa Galan Türkmen Men), vd.11 Sergilenen dizelerden de anlaĢıldığı üzere, yeni Türkmen edebiyatında nazmın gerçek yüzü belirgin bir Ģekilde verilmektedir. Bu yüzde ise müjdeli haberin izleri, mutluluk ve sevinç görülür. Yeni Türkmen edebiyatında bağımsız Türkmenistan‟ı vasf eden geniĢ hacimli birçok Ģiir yazılmıĢtır: “Prezidentið Perzendi” (S. Öräyev), “Ak Atlı” (Y. Durdıyev), “Müð Gün” (A. Ağabayev), “Yüpek Yolı” (A. Atabayev), “Watannama” (Torum Yaylan BataĢı), “Serdar Kasamı” (Annageldi Nurgeldiyev), “Türkmen Tugı” (Tağan Söhbedov), “Tarıhı Dürdänelik” (GovĢut ġamıyev), “Watannama” (Seyitmämmet Hıdırov) vd. Genel olarak ele aldığımızda, yeni Türkmen Ģiiri hakkında Ģu neticeye gelmek mümkündür: Türkmen okuyucuların çoğu tarafından önceden tanınan Ģairlerle, edebiyat dünyasına yeni katılan genç Ģairler, bağımsızlık döneminde Türkmenistan Devleti‟nin bağımsızlığı, vatanın özgürlüğü, Devlet BaĢkanı, Türkmenistan‟ın millî niĢanları, Türkmen dili, millî bayramları, kurulan yeni binalar ve gezi yerleri, eski Türkmen Ģahsiyetleri, Göktepe kalesi, AĢık Aydın Pir‟in eserleri ve daha birçok konuda coĢkulu Ģiirler yazmıĢlardır. Böylece de birtakım lirik Ģiirler ortaya çıkmıĢtır. Bu dönem Ģiirinin esas özelliğinin dönemin coĢkusunu dile getirmesi, dil zenginliği, millî vasfı, Oğuzname geleneğine geri dönmesi, gerçek vatan sevgisine yönelmesi ile ayrıcalık kazandığını söylemek mümkündür. Yeni Türkmen Edebiyatında Hikâye

1374

Nesirde de bağımsızlığın beyanı kendi yerini aldı diyebiliriz. Osman Öde, K. Ballıyev, A. Nurgeldiyev, R. Durdıyev, Ahmet Halmıradov, S. Yazova, G. Orazgulıyev, Ö. Kulıyev, G. Daðatarov gibi birçok yazar, bu yönde kendi beceri ve ustalıklarını okuyucuları ile paylaĢmıĢlardır. Yazar Sona Yazova “Ene Gayratı” adlı hikâyesinde; Gurbansoltan Ana‟nın tipini kendine özgü bir Ģekilde canlandırmıĢtır. Gurbansoltan Ana kocasının cephede vefat ettiği haberini aldığında, kalbindeki derin üzüntü ve hasret artar, fakat bu ağır trajedinin önünde ezilmez, bu durumu, yenmek için büyük bir gayrete giriĢir. Bu durum, tipik bir Türkmen anasına mahsus özelliktir. Yazar kendi eserinde annenin hayatından alınan bu küçücük kısmı ve onun özelliklerini ustalıkla verebilmiĢtir. Gazeteci yazar Kakamurat Ballıyev ve Annageldi Nurgeldiyev‟in birlikte kaleme aldıkları “Peder Tumarı” adlı belgesel nitelikli hikâyede, BaĢkan Saparmurat TürkmenbaĢı‟nın çocukluğu, yetiĢkinlik yılları, gençliği, öğrencilik yılları, göreve baĢlayıĢ yılları hakkında geniĢ olarak bilgi verilmektedir. Yazar Hudayberdi Durdıyev, “Yapık Yollar Açıldı, Mıllı Ağa” adlı belgesel nitelikli hikâyesinde, Türkmenin tanınmıĢ sazendesi Mıllı ile iliĢkili olan bazı vakaları hiçbir Ģeyi atlamadan olduğu gibi anlatmıĢtır. Hikâyenin vakası günümüzden otuz kırk yıl öncesinde cereyan etmiĢtir. DıĢ ülkelerden, Ġran‟dan Mıllı Ağa‟ya mektup gelir. Totaliter düzene göre bu durum, Mıllı Ağa‟nın artık iĢinin bittiği, anlamına gelmektedir. Mektubu öncelikle kendisi açıp okuyan kibirli redaktör hiç olmayacak bir Ģekilde Mıllı Ağa‟nın üstüne gider. Bu durum, bu devir için çok büyük bir suç iĢleyip de yakalanmaktan da beterdir. Bilge sazende bir saz aĢığından sazendeye gelen bir mektup için bütün idareleri dolaĢmak mecburiyetinde kalmıĢtır. “Yapacağını içinde saklayan idare”, “kara saçlıyı bir anda ak saçlı yapabilen idare” gibi adların takıldığı, o dönemdeki Devlet Güvenlik Komitesi‟nin gizli sırlarının halka açılıĢı üzerine Türkmenistan halk yazarı Rahım Esenov “Sırlı Toslamaların Pidaları” (AĢgabat 1995) adlı kitabını yazmıĢtı. Yazar eserinde Türkmen edebiyatının tarihinde ilk kez gerçek arĢiv belgeleri esasında, Türkmenin sevdiği oğullarından kardeĢ Berdiyevlerin, S. Övezbayev‟in, M. Geldiyev‟in, O. Vepayev‟in talihi ters dönen ikbalini açıkça anlatmayı baĢarmıĢtı. Genç yazar Gurbannazar Orazgulıyev‟in “Gazma Gara Dutar” adlı hikâyesinde güçlü AĢık Aydın Pir‟in eserlerinin Sovyet devrinde kötülenmesinin acı yönleri anlatılmıĢtır. “DıĢarısı gürültülüydü. Fokurdayıp duran kazanı, sacın bir ayağından kağıtla tutarak kaldıran adam deve gibi kükrüyordu. - Akmurat Amanoviç, siz bölgenin ideolojiden sorumlu dalının töhmetini omuzunuza alarak, alelade bir kerametli yer diyerek burasını ne yapmıĢsınız? - Getir, sür buldozerini!” Genç yazar bu edebî hikâyesinde eski örf ve âdetlerin düĢmanı olan Akmurat Amanoviç‟in dinî unsurlara iğrenerek baktığını, Hıdır Ağa, Taðrıberdi, Hayıtcan gibi mütevazı insanların göğüs gerip

1375

AĢık Aydın Pir‟in eserlerini Tanrı tanımazlardan koruyuĢunu ustalıkla anlatmıĢtır (A. Garayev, Garaşsızlık Dövrüniñ Türkmen Prozası). Genç yazar Ödegeldi Kulıyev‟in “Türkmene Haram Yokmaz” adlı hikâyesinde BaĢkanın “helâl” kavramı üzerinde duruĢundan ilham alınmıĢtır. Eserde Moskovalı askerlik arkadaĢını AĢgabat‟a misafirliğe davet eden dürüst Tarhan Ağa‟nın baĢından geçen küçük hadise vasıtasıyla haram yemenin kötü tarafları anlatılmıĢtır (A. Garayev Garaşsızlık Dövrüniñ Türkmen Prozası). Yazar Ahmet Halmırad‟ın İman Sırı (1995) adlı kitabındaki “Gövnüm Dönmez”, “Ak Kebelek”, “Gulp”, “Ġman Sırı”, “Diyarbekir, HoĢ Gal Ġndi!”, “Gurruk” gibi hikâyeleri dönemin güncel vakaları ile okuyucuların dikkatini kendisine çekebilmiĢtir. Kısaca söylemek gerekirse, yeni Türkmen hikâyeciliği önceki devir ile yeni devrin farklı taraflarının karĢılaĢtırılmasındaki edebî anlatımla su yüzüne çıkan eserler toplamıdır. Gerçekten Sosyalizm devrinde Türkmenlerin millî gelenek ve göreneklerinin, dinî inancının, millî bayramlarının daralan ufkunun Ģimdiki nesirle kendi lâyık olduğu yeri, yetkin durumunu bulduğu söylenebilir. Genel olarak bağımsızlık döneminde, Türkmen halkının beklentilerinin verilmeye baĢlayıĢının, edebî beyanda ulaĢılan aĢamaların giderek üst seviyeye ulaĢtığını da söylemek mümkündür. Yeni Türkmen EdebiyatındaRoman Bu devrin romanları hakkında henüz yapılacak köklü iĢler önümüzde durmaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu dönemde roman türüne yönelen Türkmen yazarlarının sayısı çok azdır. Bunun sebeplerinden bazıları Ģöyledir; birincisi döneme uygun tema bulmak Ģarttı, ikincisi bu tema önceden yoğurulmuĢ olmalıydı ve ona da hazırlıklı gelinmeliydi, üçüncüsü günümüzde, önceki okuyucuların olmadığına kanaat getirilmeliydi. Bu Ģartların hepsinin bir araya gelmesinin, oldukça kabiliyetli, becerikli, her yönüyle hazırlıklı bir yazar gerektireceği görünen bir Ģeydi. Bunun için roman türüne baĢvuran Türkmen yazarlarının sayısı Ģimdilik az olmakla kalmaktadır. Bunun için daha vakit vardır, gelecekte romancılarımızın sayısı çoğalacaktır. Ancak bu ifadeler, yeni Türkmen edebiyatının bu dalının tamamen boĢ kalmıĢ olduğu anlamına da gelmemektedir. Bağımsızlığın ilk yıllarında kendi gücünü, dönemle bağlantılı olan romanlarda deneyip gören Annagulı Nurmämmet gibi dinamik genç yazarlarımız da vardır. A. Nurmämmet, sözün tam anlamıyla yeni Türkmen edebiyatının duruma göre hazırlıklı romancısı hükmünde kendisini göstermeyi baĢarmıĢ bir yazardır. Bağımsızlık devri ona beklenen fırsatı vermiĢ, o da çok yıllar yüreğinde sağlam bir yer tutmuĢ olan temalar hakkında, yürekten, içtenlikle gerekli eserleri, döneme uygun romanları yaratmayı baĢarmıĢtır. Biz yeni Türkmen edebiyatının ağır ve büyük sorumluluk gerektiren bu türünde, zahmeti bütün yüküyle omuzlarına alabilen, okuyucuların hevesli gönlünün eksikliklerini dolduran yetenekli Türkmen romancısı, uluslararasısı Mağtımgulı ödülünün ve yine uluslararasısı Türk Dünyasına Hizmet ödülünün sahibi, zeki, bilinçli yazar Annagulı Nurmämmet‟in eserleri, daha doğrusu onun romanlar zincirinin ilk kitabı ile yetinmek istiyoruz, çünkü bütün romanlar dizisinden söz etmenin çok büyük

1376

sorumluluğu ve geniĢ bir zamanı gerektireceği anlaĢılmaktadır. Bununla birlikte, yazarın romanlarına hevesli okuyucular için, Dr. Salim onoğlu‟nun bu romanlar hakkında geniĢ araĢtırmaları bünyesinde toplayan, Annagulı Nurmämmediñ Romanları (Ankara 2001)12 adlı hacimli kitabını okumalarını tavsiye ediyoruz. Oğuz Yurdu yazarın romanlar dizisinin ilk noktasıdır. Yazarın romanlar dizisinin, farklı bir anlamı kendisinde toplayan Oğuz Yurdu, Ulı Göç, Önde Deñiz Bar, Öçmeyän Uçgun, Altın Yay adlarındaki romanlar dizisinin düzeninde anlam, sırada gizlenmiĢtir. Bu sıranın baĢı; zamanın baĢlangıcı en eski geçmiĢimiz, tamamlanıĢı da bugünki zamanımızdır. Yazarın Oğuz Yurdu romanı Türkmen Türkçesiyle 1999 yılında ilk kez Ankara‟da neĢredilmiĢtir. Türkmen yayıncılığında bu romanlar dizisi, Türkmen edebiyatını, Türk dünyası edebiyatında ve uluslararası düzeyde, temsil edebilecek13 büyük edebî olay ve tarihi edebîleĢtiren büyük bir destan hükmünde ortaya çıkmıĢtır.14 Bu romanın bir süre tarihimizi yeniden yazan bilim adamlarımız için çok kıymetli bir el kitabı olarak, sadece edebiyatımıza değil, tarihimize de büyük faydalar sağlayacağı anlaĢılmaktadır.15 Bu romanlar dizisi, yeni Türkmen edebiyatının müjdecisi olarak görülmektedir.16 Oğuz Yurdu‟nun Türkmenistan Devlet Roman YarıĢmasında birinci seçilmesi, Milenyum Türkmenin Altın Asır ödülünü alması da bu özelliklerinden dolayıdır. Oğuz Yurdu romanı esas itibariyle üç büyük bölümü kendi içine almaktadır. Bunların birincisi “Altın yayıð buĢluğu” (Altın yayın müjdesi) Ģeklinde adlandırılmaktadır. Bu adın boĢuna konulmadığını da belirtmek gerekir. Bu usta yazarın, okuyucuyu, romanlar dizisinin ilki olan romanıyla en sonundaki eserine kadar kendi okuyucusu saydığının bir iĢaretidir. Bu durum, önceki devirde Aygıtlı Ädim‟in birinci kitabı, ikinci kitabı veya Doğanlar romanının birinci kitabı, üçüncü kitabı gibi adlandırılıĢından tamamen farklıdır. Demekki, romanlar dizisi biribiriyle tam olarak uyumlu, biribirini tamamlar Ģekilde iliĢkilidir. Bu iliĢkide, yazarın baĢarılı anlatımında tarihin öncelikli olması, olup biten hadiselerin geliĢimini, kahramanların farklılığını, değiĢimini yavaĢ yavaĢ incelemeye daha da imkan tanır. Yazarın bu romanlar dizisinin köklü yapısını, eserin iç yapısını eskiden bugüne, bugünden de geleceğe uzanan etnik bağlantıda alması, onun asla diğerlerine benzemeyen kendine özgü niteliklerini göstermektedir. Tarihî deliller ile edebî ustalık bakımından kendi içinde yeterli bu iliĢkinin temeli, Türkmenin nesil ağacını yetiĢtiren Ģecerenin baĢı Oğuz Han‟ın ruhundan gelmektedir. “Altın yayın müjdesi” aslında daha da eskiden yansımaktaysa da, tam bugünün müjdesidir. ünkü, yetenekli yazar bu müjde ile bugünki okuyucunun gönlündeki boĢluğu doldurmaktadır. Bu ise büyük bir yeteneği gerektirir. Okuyucusunu “Hatap Galası”ndan kurtarır, ona hakiki kaleyi, “Tak Gala”yı gösterir. Bu alelâde bir gösterme değildir. Eski Türkmenin yerleĢikliğini, mekânını takip etmek için verilen sağlıklı bakıĢ açısı içeren bir tavsiyedir. Daima ata hevesli olan kendi okuyucusunu ata bindirir, kendisi de Türkmenin baĢ Ģeceresinin geri dönen Ģahsiyeti olan “Oğuzun ak atı”na biner. ĠĢte size edebî gerçeğin en iyi örneği. ĠĢte size sahra Türkmeninin hiçbir zaman uzak olmadığı ve olamayacağı atı. Bugün Türkmen onu bütün dünyaya örnek olarak devlet düzeyinde resmi niĢana

1377

çevirmiĢ, niĢanların en iyisine baĢ köĢede yer vermiĢtir. ĠĢte bu, durgunluk devrinde “Türkmen bedevinin modası geçer mi?”Ģeklindeki soruya bağımsızlık devrinde verilen cevaptır. Yazar kendi okuyucusunu Selçuk Bey‟in iki vasiyeti ile tanıĢtırır. Bunlardan birincisi kendi terbiyesinde yetiĢtirdiği torunları ile iliĢkilidir, yani ağrı ile Tuğrul‟a kendi oğlu gibi bakmasını Aslan Han‟a vasiyet eder. Onun ikinci vasiyeti ise göç ile iliĢkilidir ve Oğuz Han‟ın altın yayının bulunduğu yere, hakiki Oğuz yurduna, Horasan‟a göçülmesi vasiyetidir. Oğuz Han‟ın kendi torunları arasında dağıttığı yedi mirasını, yazar değiĢik bir uslûpla okuyucuları ile edebî Ģekilde paylaĢmaktadır. Elbette, yedi miras da eskiden gelen bir Oğuz-Türkmen âdetidir. ĠĢte, bu yedi miras: 1. Ad, Ģan, Ģöhret, 2. Yer, yurt, eski Türkmen dilinde ocak, 3. Damga, niĢan, mühür, 4. KuĢ, bahtın, kutluluğun niĢanı, 5. Ata rengi, kendine has özellik, 6. Et, yedi kemiğin kendine özgü parçaları, 7. OturuĢ Ģekli. Yazarın yine kendine has anlatım özelliklerinden biri de romanlarının her bir bölümünün baĢında, okuyucusuna tarihî gerçeği kendisinde toplayan faktörleri olduğu gibi ortaya koymasıdır. Bir yandan okuyucuya tarihten örnekler verilirken (çünkü; okuyucunun buna ihtiyacı vardır, önceleri tarihi olduğu gibi öğrenememesini gizlemenin de gereği yoktur), verilen bu bilgiler, diğer yandan, eserin içinde baĢtan sona vurgulanan hadisenin doğru anlaĢılmasına büyük fayda sağlamaktadır. ĠĢte, bu da yetenekli yazarın diğerlerine benzemeyen cömertliği olarak ortaya çıkan vasfının bir iĢaretidir. Yazar kendi eserlerine aldığı her bir edebî detayı, Türkmenin eski millî kimliği ve eski ruhî köküyle yoğurmadan, kendi içindeki lezzeti vermeden geçmemektedir. Torunları ile pazara çıkan Selçuk Bey‟in dikkatini çeken Ģey, bir tacirin sattığı üç ayaklı bir Ģamdandır. Aslında edebî gerçeğe göre Selçuk Bey‟in dikkatini çekmiĢ olan bu Ģamdan vasıtasıyla, usta yazar, Oğuz atamızdan kalan bu mirasa, büyük bir incelikle gerçek hayata uygun olarak okuyucunun dikkatini çekmeyi baĢarır. Böylece yazar, Türkmen saç ayağının sırlı perdesini çok daha öteden, daha derinden açmaktadır. ĠĢte bundan sonra yazarın edebî ustalığı ile okuyucu birbiriyle bağdaĢan iki soru ile karĢı karĢıya kalır. Bu sorulardan birincisi, romanın iç kahramanı Oğuz Han‟ın manevî Ģahsiyeti vasıtasıyla verilen “Bu üç ayak nedir?”; ikincisi de romanın yazarının tam kendi Ģahsî sorusu olarak ortaya çıkan “Kadim Türkmen Devleti‟nin saç ayağı tılsımlı teorisi nasıl olmuĢtur?” sorusudur. Görüldüğü üzere, ilk kez Oğuz Han döneminde cevaplanan sonra da Karahanlı Devleti‟nin siyasetinde dile getirilen bu teoriyi eserin yazarı, eskiden kalan nüshalardan süzüp almayı baĢarmıĢ ve Türkmen edebiyatında ilk kez ve yeni verilen eserin, enfes bir Ģekilde, tarih düzenine yerleĢtirebilmiĢtir. Böylece yazarın eserindeki edebî üçgen ortaya çıkar. ĠĢte, bu edebî üçgenin saç ayağı Ģeklinde yerleĢen köĢeleri: “insan, ülke, fikir”, “insan, vatan, idrak”, “Ģahsiyet, devlet, siyaset”tir. Yazar bu düĢünceyi ele alarak yeterince iĢlemekte ve sonunda Türkmenin bakıĢ açısı esasında devletin sarsılmaz sütunlarını yerli yerine oturtmaktadır. Romandaki “Boz atlını getiren gızlar” (Boz atlıyı getiren kızlar) adlı bölüm eski Oğuz-Türkmen millî geleneklerinin bir destesi gibidir. Oğuz gecesi, boz atlı, gülyaka (broĢ), çeyiz halısı, kızların

1378

“moncukattı” oyunu Türkmenin eski geleneklerinin niĢanlarıdır. Döndi evlenmek için “Oğuz gecesi”ni bekler, burada yazar, o gece “boz atlı” gelirse, iĢin yolunda gideceği inancına iĢaret etmektedir. Yazarın bu bölümü, farazî bir bölüm olsa da, eski Türkmen-Oğuz medeniyetinin gerçek örneklerini tam olarak göstermeye yeterlidir. Eserdeki “Oğuz gecesi” bugünkü Nevruz bayramıdır, “boz atlı” halk arasındaki inanca göre Hızır‟dır, kızların oyunu ise günümüzde Türkmen halk sözlü geleneğinde muhafaza edilen “moncukattı” oyunudur… Türkmen millî kimliğinin bunun gibi örneklerinin devamını biz yazarın “AlemgoĢar guĢanan halı” (GökkuĢağı kuĢanan halı) adlı bölümünde de açıkça görebiliriz. Halı Türkmenin ürünüdür ve Türkmeni bütün dünyaya tanıtmaya gücünün yeteceği düĢünülen bir üründür. Diğer bir deyiĢle, Türkmen halısı özellikle ele alındığında bir sanat romanıdır, onun yazarı da Türkmen kızları, gelinleri ve sevgili Türkmen anneleridir. Bu meseleyi usta yazar kendi eserinde incelikle iĢlemekte romanın içinde, sözü edilen halının birbiri içinden geçen grift çizgileri gibi geçmektedir. Döndü‟nün elinden çıkan halı gerçekten de tam gök kuĢağına benzer. Uzaktan bakıldığında, eserdeki halı romana alınan basit bir detay gibi görünmekteyse de aslında halı kendine özgü bir Oğuznamedir, Türkmen kızlarının ilmek ilmek yazdıkları Oğuznameleridir. Yazarın eserini okuduktan sonra Ģöyle bir sonuca gelmek mümkündür: “Ey Türkmen, halı senin vatanın ile bağlantılı, halı senin aslın ile bağlantılı, halı senin tarihin ile bağlantılı, halı senin Oğuznamelerin ile bağlantılı olarak durmaktadır.” Eserin “O dünyä göçüp gitdi” (Öbür dünyaya göçüp gitti) adlı bölümünde ise yazar, Selçuk Bey‟in ölümüyle iliĢkili çok gerilimli hadiseleri anlatır. Göçe hazırlık görüldüğü zaman Selçuk Bey can emanetini teslim eder. Bu acı haberi iĢiten uzaktan yakından herkes grup grup akın eder. Bütün milletin akın akın gelmesi Selçuk Bey‟i son yolculuğuna uğurlamak içindir. Ancak yazar eserde tecrübelerine dayanarak, meselenin en karmaĢık tarafını kurcalar ve bir milletin önceki inancından yeni bir inanıĢa geçmekteki gergin durumu ortaya atar ve toplanan meclisi eĢit olarak ikiye böler. Bu bölünme Selçuk Bey‟in nasıl toprağa verileceği meselesine dayanan bir bölünmedir. Eski Ģamanist inanıĢa dayanan porhanlık mı yoksa yeni dine göre Müslümanlık mı? ĠĢte eserde açık bir Ģekilde ortaya konulan mesele budur. Ġkisinden biri, fakat hangisi? Bu gergin durumu meydana getiren Ģeyin asıl sebeplerinden biri de Selçuk Bey‟in bütün halkın Selçuk Bey‟i olmasıdır. ünkü o Müslüman olan Oğuzların da, Müslüman olmayan Oğuzların da aziz gördüğü, çok saygı gösterdiği büyüğüdür. Onun Ģahsiyeti, Ģanı Ģöhreti, iki taraf için de aynıdır. Yazarın kendi eserinde bu iki tarafı öne çıkarması boĢuna değildir. ünkü hangisi olursa olsun bir inanıĢtan baĢka bir inanıĢa geçme döneminde halkın yaĢayıĢında olabilecek gerçek hadiseleri olduğu gibi göstermek için yazarın Oğuzlar arasında Adem atadan gelen millî inanç, millî his hakkında özellikle seçip aldığı önemli detaydır. Bu detayı yazar oldukça büyük bir ustalıkla esere yerleĢtirip, çok tartıĢmalı, gerilimli bir Ģekilde süsleyebilmiĢtir. Bir tarafta porhan, diğer tarafta da imam, ikisi de Selçuk Bey için, tek bir amaca yönelik olarak gelmiĢtir. Fakat yolları kuralları, âdetleri farklıdır.

1379

Romandaki “Ġlçinin üç dilegi” (Elçinin üç dileği) adlı bölüm, hacim olarak az gibi görünse de patlak veren mesele yönünden çok büyüktür. Kadim atalardan gelen âdetler, gelenek ve göreneklere göre kendi torunlarını yetiĢtiren Selçuk Bey bir gün onlara Oğuz Han ile iliĢkili rivayeti anlatır. Yazar, bu bölümdeki olay ile iliĢkili edebî gerçeği Mete Han ile bağlantılı eski bir rivayetten seçip almıĢtır. Bu rivayet aracılığıyla okuyucusuna üç gerçeği, üç öğüdü anlatmak istemiĢtir: 1. Mertlik, 2. Namusluluk, 3. Vatanseverlik. Burada romandaki bütün bölümlerin sadece adlarının anılıp geçilmesi dahi çok yer kaplayacağından eserin genel amacı anlaĢılsın diye bir parçası verilmiĢtir. Asıl olan Ģey, edebiyata, çok anlaĢılır bir dille ve halkın ruhuyla yazılan, ayağını yerden kesmeyen, tarihî vakalara normal bir insanın gözüyle bakan bir romanın gelmiĢ olmasıdır. Tarihî romana, Ģairane yorum ve psikolojik tahlil getiren, savaĢ sahnelerini de siyah beyazlıktan çıkaran, Sultanların dertlerine de insan gözü ile bakan yeni bir eser gelmiĢtir. Kısaca söylemek gerekirse, yeni Türkmen edebiyatının roman türü de kendi üst seviyesine ulaĢtı, diyebiliriz. Bu devirde Annagulı Nurmömmet‟in romanlar serisini oluĢturabilmesi de bunun açık delilidir. Bir makalenin sınırları içinde yazarın bütün romanlarını incelemek mümkün değildir. Bunun için bu kadarla yetineceğiz. Önceki devirlerde yazılan romanlardaki boĢluklar da yeni Türkmen edebiyatı devrinde yazılan romanların vasıtasıyla doldurulmaya baĢlanmıĢtır. Annagulı Nurmämmet‟in romanlarının yine bir özelliği edebiyat ile tarihin, edebiyat ile sanatın, edebiyat ile medeniyetin, edebiyat ile siyasetin edebiyat ile dinin, inancın, gelenek ve göreneklerin, edebiyat ile dilin, edebiyat ile hukukun, edebiyat ile uluslararası iliĢkilerin kendi aralarındaki bağlantılarla verilmesidir. Bunu biz yüksek idealleri olan romancının bütün romanlar serisinden de anlayabiliyoruz. Bilinmesi gereken bir baĢka Ģey de Annagulı Nurmämmet‟te dönem veya zaman boĢluğu olmamasıdır. Seri, en eski geçmiĢten bu yana vakalarla doludur. Romanda eskimeyen ve asla da eskimeyecek bir konuya baĢ vurmak da bir özellik iĢaretidir. Romanlardaki kendine özgülüğün bir baĢka tarafı da millîlikle yoğrulmanın kendi uslûbuna uygun bir Ģekilde verilmesidir. Yazar Osman Öde, Berdinazar Hudaynazarov hakkında: “Edebiyata her usta bir yenilik getirir”, der. Biz de bu sözlerden hareketle Annagulı Nurmämmet için yeni Türkmen edebiyatına benzeri görülmemiĢ bir romanlar serisi kazandırdığını söyleyerek romanlar hakkındaki bu kısa sözümüzü toparlamak istiyoruz. Yeni Türkmen EdebiyatındaDrama-Tiyatro Bu dönemi, Allamurat Garayev, “bağımsızlık döneminin draması” olarak adlandırmaktadır.17 Yeni Türkmen edebiyatında drama yazarları bu kısa süre içinde birçok drama eserini kendi seyircilerine sundular. Buna örnek olarak; Türkmenistan‟ın Mağtımgulı uluslararası ödülünün sahipleri; Türkmenistan‟ın halk yazarı Gılıçmurat Kakabayev ve rejisör Türkmenistan‟ın halk sanatçısı Täçmämmet Mämmetveliyev‟in “Gala”, “Türkmennama”, Türkmenistan‟ın halk sanatçısı, rejisör,

1380

Mağtımgulı uluslararası ödülü sahibi Kakacan AĢırov‟un “Oğuz Oyunu”, “Deli Dumrul”, “Oğuz Han”, “Apat”; yazar Hemra ġirov‟un “Celaletdin” adlı dramalarını göstermek mümkündür. “Gala” adından da anlaĢıldığı üzere, Göktepe Kalesi‟ne atfedilen bir dramadır. Eser Kale‟de danıĢma meclisi kurulduğu sırada baĢlar. Meclisin esas maksadı General Skobelyov‟un gönderdiği mektubu tartıĢmaktır. Meclise Dukma Serdar, Gurbanmurat ĠĢan, Orazmämmet Han, Hanmämmet Atalık, Gara Batır, Mağtımgulı Han, Garlı Surcuk, Dağdan Yeððe, Arça Serdar ve görüĢmek için toplanan ahali katılır. Evet Türkmen kendi eski atalarından gelen geleneğine sahip çıkarak, vatanın üstüne çöken düĢmandan korunmak için meclis kurmuĢtur. Eskilerin “danıĢılarak biçilen elbise kısa olmaz” sözünü yine bir kez de hayatta tecrübe etmek istercesine herkes danıĢma meclisine kendi bakıĢ açısıyla katılır. Kahramanların arasında hararetli, fevri olarak tartıĢanlar olduğu gibi, akıllı fikirli bilgeler de vardır: Atalık: Gılcını sırmaga gıssanma, goçum, Gıkuvlap gaytardan gala bu goşun… Rehimi yokdur. Pähim eyle teke, Bi connuk gılıcın kär etmez topa. Gara Batır: Boz bedevne har getirseñ, Uz gılıcına ar getirseñ, Incamazmı pederler? Gurbanmurat ĠĢan: Kim näme diyse-de, bir zadı biliñ: Söveşsiz yurt bermek-ölümdir, ölüm. Aslın öñünde-de gısgadır diliñ, Neslin öñünde-de gısga bar diliñ, Messebiñ, mertebäñ manısın bilmän, İliñe, diniñe ikilik etseñ, Doğanıñ-doğmanıñ bolmazmı des-deñ? ! Yukarıdaki örnekler her bir tarihî Ģahsiyetin, kahramanın nasıl yer edindiğini, Türkmenlerin üstüne çöken tehlikeye nasıl bir bakıĢ açısının olduğunu açık bir Ģekilde göstermektedir.

1381

Yazarlar eserdeki diğer kahramanların da karakter özelliklerini bu Ģekilde açığa çıkarmıĢlar, kahramanca bir savaĢ baĢladığında, savaĢ devam ederken ve savaĢ Türkmenler için kötü sonuçlandığında hadiseleri, kahramanların hareketlerini, duygularını, üzüntülerini, düĢmana olan nefretlerini etkili ve edebî Ģekilde beyan edebilmiĢlerdir. Genellikle, Ģairane özellikli, edebî yönü ustaca verilmiĢ, dinî kaidelere felsefî bakıĢ açıları yönünden zengin, Türkmen hayatının millî yönünü, kahramanlık özelliğini iyi açabilen bu trajedi, yeni Türkmen dramasının baĢarılı baĢlangıcını en üst seviyeye çıkarmayı baĢarmıĢtır. Vatanseverlik, kahramanlık ruhuyla yoğrulan “Gala” oyunu seyircilerin gönlünde, Türkmen tiyatro sanatını özel bir hadiseye dönüĢtürmüĢtür. Türkmenistan‟ın devlet baĢkanı Saparmurat TürkmenbaĢı bu esere büyük değer vermiĢ, oyunda emeği geçenlerin bir kısmına saygıdeğer unvanları ve Türkmenistan Magtımgulı uluslararası ödülünü uygun görmüĢtür.18 Drama yazarları G. Kakabayev ve T. Mämmetveliyev‟in “Türkmennama” adlı ikinci piyesi de önemli bir konuya atfedilmiĢtir. Yazarlar bu eserlerinde de halkın dillere destan tarihine baĢ vurarak, Türkmenlerin asırlar boyu birliği, devletliliği amaç edinerek geldiklerini ifade etmeyi hedeflemiĢler ve bu maksatlarına ulaĢmak için çeĢitli devirlerde yaĢayan Türkmen bilgelerini, hanlarını, serdarlarını, sıradan

insanlarını

belirli

Ģartlarda

buluĢturmak,

“canlandırmak”

ve

onların

hareketlerini,

konuĢmalarını, düĢünce ve hayallerini okuyuculara ulaĢtırmak, okuyucu ve seyirciyi dramada Salır Kazan, Gorkut Ata, Soltan Sancar, Dövletmämmet Azadi, Uğurlu Han, Halnepes Serdar, Dövletali Han ve Türkmenin diğer tanınmıĢ Ģahsiyetleri ile buluĢturmak konusuna önem vermiĢlerdir. Genellikle, ünlü rejisör T. Mämmetveliyev‟in bugüne kadar sahnelenen oyunları Türkmen dramasının yeni geliĢimine, kalkınıĢına büyük faydalar sağlamıĢtır. Onun “Babagammar” oyunu, “AlemgoĢar” tiyatro festivalinin (AĢgabat 1992) saygın ödülüne lâyık görülmüĢtür. Tarihî köklerimize, Türkmen tarihinin Ģanlı olaylarına dayanarak, baĢka piyesler de ortaya konmuĢtur. Bunlar da rejisör, drama yazarı Kakacan AĢırov‟un “Oğuz Oyunu”, “Däli Dumrul”, “Oğuz Han”, “Apat” dramalarından ibarettir. Yeni Türkmen edebiyatında meydana gelen dramanın geçmiĢimizin büyük yazılı abidelerine müracatının yerinde oluĢu konusunda, tanınmıĢ drama yazarı AĢır Mämiliyev Ģöyle yazmaktadır: “Millî tiyatro, sanatın diğer dallarından öne geçerek “Gorkut Ata” gibi incilere baĢ vurmuĢtur. Bir ya da iki kez değil, birçok kez bu olağanüstü hazinemiz, millî tiyatronun bugüne kadar görülmedik yönünü gözler önüne sermiĢtir. “Gorkut Ata”ya müracaat etmek için, seyircinin millî köklerini bulmak gerekir.”19 Dramaturg Kakacan AĢırov‟un “Oğuz Oyunu”, “Däli Dumrul”, “Oğuz Han”, “Apat” adlı eserleri eski Oğuzların Ģan Ģöhreti, onların kahramanlıkları hakkındaki dramalar grubunu oluĢturmuĢtur. Yazar “Oğuz Oyunu” dramasında Oğuzların kendi yurduna, halkına, sözüne vefalılığını okuyucu ve seyirciye ulaĢtırmak için Salır Kazan‟ın oğlu Oraz‟ın Gävürlere esir düĢmesi

1382

hakkındaki olayı esere konu olarak almıĢtır. Bu dramadaki vakaların hepsi sıradan olsa da onlar dramanın kapısından geçtikten sonra çeĢitli geliĢmelere sahip olur, edebî söz Ģekline girer. Oraz ile Gävürlerin arasındaki karıĢıklık, bir bakıldığında oyuna, bir bakıldığında da gerçeğe benzemektedir. Oraz, Gävürlerin önünde kaya gibi sağlam durur, yurduna, il gününe vefalı kahraman hükmünde konuĢur: Oraz: Galın Oguz ilinde Atam bar Gazan atlı. Dayım bar şir haybatlı. Öz aslım bar, öz köküm bar, Öz kökümden dänmenem. Bunun gibi vatanseverliği gösteren örnekleri, Salır Gazan‟ın, Burla Hatun‟un, ozan ve beylerin monologlarından da getirmek mümkündür. Genellikle, bu drama, sevinçli, Ģairane, trajikomik, Oğuzların yiğitlik, vatanperverlik eğilimiyle yoğrulmuĢ, kısacası olgunlaĢmıĢ bir eser olarak ortaya çıkmıĢtır. Bu ise A. Garayev‟in de sözüyle “Kakacan AĢırov‟un rejisörlük ustalığının, dramaturgluk olgunluğunun en üst seviyeye ulaĢtığına Ģahitlik etmektedir.”20 Yeni Türkmen edebiyatının en olgun seviyede sahneye konulan ve baĢarılı çıkan drama eseri K. AĢırov‟un “Däli Dumrul” oyunudur. Bu konuda tiyatro araĢtırmacısı I. Myagkova, çok yerinde olarak Ģöyle belirtir: “K. AĢırov öncelikle piyesteki olayları halk oyunlarının ahenginde ĢekillendirmiĢtir. Dramaturgluk hissi olan yazar daha sonra gizlice seyirciye hissettirmeden, piyesin ahenginde ve vaka geliĢiminde beklenmedik, güçlü bir değiĢmeyi yapar.”21 “Däli Dumrul”da Dumrul‟un kuru bir dere üzerinden köprü kurup, ondan geçenden geçmeyenden haraç alması, Näzli eçek ile ĢakalaĢması oyun gibidir. O hayatı, ölümü oyun gibi algılamaktadır, kendisini onlardan usta sayar. Azraili güreĢe çağırır, Allah tealaya Dumrul‟un bu kibri yaramaz ve Azrail‟i onun canını alması için gönderir. Karakter olarak keyfine düĢkün, eğlenceyle yoğrulan Dumrul‟a can vermek kolay gelmez. O ne yapacağını bilmeden, anne ve babasından, karısından can diler. Kendi canını kolayca vereceğe benzemez. Ancak Dumrul‟da Ģöyle bir büyük değiĢiklik ortaya çıkar; kendi canının yerine ödünç can bulamadığı sırada fani dünyanın idrakine varır, insanoğlunun hayatının anlamına dikkat eder. Bu durum ise onun daima Ģakacı görüntüsünü değiĢikliğe uğratır, kemiklerini sızlatır, titretir. Gelin, Dumrul‟un baĢtan sona kibirliliğini birlikte dinleyelim:

1383

“Velhasıl! Azrail dediğiniz ne kiĢidir ey, o, insan canını alıverir gibi. Ey Allahım, bu Azrail denileni bir gözüme göster. SavaĢayım, nara çekip, çekiĢeyim. Ġyi yiğitlerin canını almaz hale getireyim. Neredesin hey, Azrail?!” ĠĢte dünyayı sel alsa da, topuğuna çıkmayacak Dumrul! Gelin onu töbe ettikten sonra bir dinleyip görelim: Küfür sözler sözledim. Çoh men menlik eyledim. Yaradana yaramadı. Gökden gelen Ezrayıla emr etdi. Ezrayıl yer sermetdi. Hovalanıp, başa zulum salar oldı. Hırrıldadıp, datlı canım alar oldı… Alınan örnekten de anlaĢıldığı üzere vakanın sonunda Dumrul‟da derinden bir değiĢiklik ortaya çıkar. Tiyatro araĢtırmacısı E. Dyupina Deli Dumrul‟un zihninde olan biten değiĢikliklerin neticesini Ģöyle anlatmaktadır: “Bizim gözümüzün önünde Dumrul, fani dünyanın anlamını derinden anlamıĢtır, Allah Teala‟nın alemi yaradıĢ kudretine, hayatın kanunlarına boyun eğer.”22 BaĢarılı Dramaturg Kakacan AĢırov, Deli Dumrul‟un övüngen, kibirli, kendisinden baĢka güçlü tanımadan sahneye gelip, sonunda da Azrail‟e yenildiğini ve Allah‟ın kudretine kanaat getirdikten sonra Müslüman olup, töbe edip misafir durumunda çıkıp gidiĢini psikolojik açıdan ustalıkla gösterebilmiĢtir. Toparlayarak söylediğimizde, derin felsefî özellikleri olan bu drama dünya tiyatro seyircilerinin sevgisini de kazanmıĢtır. Dramaturg Begi Suhanov: “Kakacan AĢırov tarafından “Can” tecrübî genç tiyatrosunda sahnelenen Deli Dumrul oyunu dünyanın bazı ülkelerinde gösterilerek Türkmen tiyatrosuna büyük saygınlık getirdi” diyerek çok yerinde bir tespitte bulunmuĢtur.23 K. AĢırov‟un Deli Dumrul oyunu dünyanın çeĢitli tiyatro ödüllerine lâyık görülmüĢtür. Ona “Türkmenistan‟ın Mağtımgulı adındakı Halkara ödülü” de verilmiĢtir. Yeni Türkmen edebiyatında yazar Hemra ġirov‟un “Celaletdin” trajedisiinin de kendine özgü bir yeri vardır. Eserde Selçuk-Türkmenlerinin hayatındaki trajik, üzücü vakalarla ilgili olarak Cengiz Han‟ın Türkmen toprağında yaptığı kanlı savaĢlar konu edilmiĢtir. TanınmıĢ edebiyatçı Allamurat Garayev‟in “GaraĢsızlık döwrünin dramaturgiyasının galkınıĢı” adlı makalesinde, trajedide Muhammet ġah‟ın, Türkân Hatun‟un, Celalledin‟in, Timur-Melik‟in tiplerinin daha da baĢarılı ve göz doldurucu Ģekilde ortaya çıktığını, yeni Türkmen dramasının, tiyatro sanatının kalkınması ve geliĢim derecesinin yüksekliğinin sebebinin büyük bağımsızlıkta ve TürkmenbaĢı‟nın edebiyat hakkında yürüttüğü bilinçli politikalarda olduğunu söylemektedir.24

1384

Yeni Türkmen EdebiyatıAraĢtırmaları Bağımsızlık devrinde edebiyat araĢtırmaları ile iliĢkili olarak da bazı eserler verilmiĢtir. Bunun baĢlangıcını Allamurat Garayev, Osman Öde gibi yazarların eserlerinde görmek mümkündür. Yazar Allamurat Garayev yeni Türkmen edebiyatının eserlerini neĢre hazırlamakta da büyük hizmetlerde bulunmuĢtur. Onun “GaraĢsızlık döwrünin Türkmen prozası”, “GaraĢsızlık zamanının coĢkunly poeziyası”, “GaraĢsızlık döwrünin dramaturgiyasının galkınıĢı” gibi makaleleri sözü edilen yeni Türkmen edebiyatı araĢtırmalarına önemli katkılar sağlamıĢtır. Yazar Osman Öde‟nin Köñül Kerveniniñ Yüki (AĢgabat 1998) adlı kitabında, üç Ģahsiyetin edebiyat dünyasına hizmetleri incelenmiĢ ve değerlendirilmiĢtir. “Ġnsanlığın mähek daĢı” adlı bölümde usta yazar, tanınmıĢ Ģair Berdinazar Hudaynazarov‟un eserlerini incelenmektedir. Yazar Berdinazar Hudaynazarov‟a “O günümüz Türkmen Ģiirine lirizmi getirdi” diyerek yerinde bir değer vermiĢtir (s. 64). “Köðül kerveninin yüki” adlı bölümde ise edebiyatın vefalı hizmetkarı, halk bilimci Mämmet Sähetdurdu‟nun ve oğlu Guldurdı Sähetdurdu‟nun edebiyat alanındaki hizmetleri anlatılmaktadır. “Edebiyatın

ruhı-halkın

ruhı”

olarak

adlandırılan

bölümde

de

âlim

Muhammetgulı

Amansähedov‟un edebiyata iliĢkin ilmî çalıĢmaları incelenmektedir. Osman Öde‟nin Ruhnama-Türkmençilik Kodeksi (AĢgabat 1998) adlı kitabında da edebiyat araĢtırmaları ile iliĢkili bazı makalelere yer verilmiĢtir. Osman Öde‟nin Durmuş Nobatgulı Däldir, Gövherim (AĢgabat 1998) adlı kitabında ise Ģair Nobatgulı Recebov‟un Ģiir yönü değerlendirilmektedir. Dr. Salim onoğlu‟nun Çağdaş Türkmen Edebiyatının Öncü Yazarlarından Annagulı Nurmämmet‟in Romanları (Ankara 2001) adlı, iki büyük bölümü bünyesinde toplayan geniĢ hacimli bilimsel çalıĢmasında, ünlü Türkmen romancısı Annagulı Nurmämmet‟in “Tabut”, “Alem-jahan”, “Nuh Tupany”, “Oğuz Yurdu” gibi Türkiye Türkçesine de aktarılan romanları bilimsel esaslarla araĢtırılarak yerli yerince değerlendirilmiĢtir. Kısaca söylemek gerekirse, yeni Türkmen edebiyatını araĢtırma, döneme uygun hareketini devam ettirmektedir. Önceki yıllardan farklı olarak edebiyat araĢtırmalarının sınırlarının bütün Türk dünyasına da yayıldığı söylenebilir.

1 Dutar; iki telli Türkmen sazı. 2 Kadın elbisesi için elde dokunan bir tür ipek kumaĢ. 3 Öde, Osman, Köðül Kerveninið Yüki. AĢgabat 1998, 89. 4 Orazgılıcov, Y., O. Kuzmin, “Aygıtlı dim romanınıð hasratlı ıkbalı”, Türkmen Arhivi Dergisi, 1994, 1-2: 36-93.

1385

5 Rahmanov, Ata, “Gorkut Ata eposı ve durgunlık yılları”, Garagum Dergisi, 1998, 2: 147-15 8. 6 Orazov, A., “Halkın Ruhî Hazinesi”, Türkmen Edebiyatı Antolojisi, I. c.: 31, T. C. Kültür Bakanlığı Yay., 1998 Ankara. 7 Öde, Osman, Ruhnama-Türkmençilik Kodeksi, I. kitap, AĢgabat 1998, 5. 8 Geldiyev, G., “Berdinazar Ağa Türkçe Gepleyär”, Edebiyat ve Sungat Gazeti, 1-nci Yanwar (Ocak) 1998. 9 „Benim adresim Sovyetler Birliği‟. 10

Öde, Osman, Ruhnama-Türkmençilik Kodeksi, I. kitap, AĢgabat 1998, 6.

11

Halk, Vatan, TürkmenbaĢy, GoĢgular ve Poemalar-1995-1996, VI. c., AĢgabat 1997.

12

onoğlu, S., ÇağdaĢ Türkmen Edebiyatının Öncü Yazarlarından Annagulı

Nurmämmet‟in Romanları, Devran yayınları, Ankara. 2001, 535s. 13

“Oguz Yurduna Sıyahat”, Edebiyat ve Sungat Gazeti, 2, 4-nji Iyun 1999.

14

“Oguz Yurdu”, Edebiyat ve Sungat Gazeti, 4, 18-nji Iyun 1999.

15

Atagarrıyev, Y., “Oğuz Yurdu”, Nesil Gazeti, 3, 17 Ġyun 1999.

16

Täze Türkmen Edebiyatı, Altın Asra Gadam Basyan Türkmenistan. Altın Asra

Girerken Türkmenistan. Turkmenistan On The Eve of the Golden Century. Ankara 2000, 129. 17

Garayev, A., “GaraĢsızlık Döwrünið Dramaturgiyasınıð GalkınıĢı”, Halk, Vatan,

TürkmenbaĢı, AĢgabat 1998, 7, 9. 18

Garayev, A., a.g.e., s. 17.

19

Mämiliyev, A., “Milletin kämillik niĢanı”, Diyar, 1995, No: 9, 28.

20

Garayev, A., a.g.e., s. 22.

21

Myagkova, I., “Teatr”, Moskova Dergisi, 1992, No. 6.

22

Turkmenskaya Ġskra gazeti, 7 Aprel 1999.

23

Türkmen Medeniyeti Dergisi, 1993, No: 1, s. 33.

24

Garayev, A. a.g.e., 27.

onoğlu,

Salim,

ÇağdaĢ

Türkmen

Edebiyatınıð

Öncü

Yazarlarından

Nurmemmet‟in Romanları, Ankara 2001. Halk, Vatan, TürkmenbaĢı, GoĢgılar ve Poemalar VI, 1995-1996, AĢgabat 1997. Halk, Vatan, TürkmenbaĢı, Hekayalar ve Povestler VII, 1991-1996, AĢgabat 1997. Halk, Vatan, TürkmenbaĢı, Pyesalar IX, 1991-1998, AĢgabat 1998.

1386

Annagulı

Öde, Osman, DurmuĢ Nobatgulı Däldir, Göwherim, AĢgabat 1998. Öde, Osman, Köðül Kerveninið Yüki. AĢgabat 1998. Öde, Osman, Ruhnama-Türkmençilik Kodeksi I, AĢgabat 1998. Recebov, Rahman, Liriki Mazmun ve ġığır Sungatı. AĢgabat 1968. Sarıyev, Berdi, “Tarıhımızıð taraĢlanan tesviri ya-da Türkmen Ruhnamasınıð Gadımı GözbaĢınıð Gözleğinden”, Edebiyat ve Sungat Gazeti 19 Noyabr (Kasım) 1999. Sarıyev, Berdi, “Oğuz Yurdu hakında”, Bilge (Güz), 22, Ankara 1999. Türkmen Edebiyatı Antolojisi I-II, T. C. Kültür Bkanlığı yay. Ank. 1998.

1387

Türkmen Edebiyatından ÇağdaĢ Türk Dünyası Edebiyatına Doğru / Dr. Salim Çonoğlu [s.860-871] Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi /Türkiye ağdaĢ Türk Dünyası Edebiyatı, Türk soylu toplulukların bağımsızlığını kazanmasıyla ortaya çıkan bir kavramdır. Türk Dünyasının Edebiyatı denildiğinde her Ģey apaçık ortadadır. Bu, bizim geçmiĢ edebiyatımızı da bugünkü edebiyatımızı da kendi bünyesine alan büyük bir mirastır. Artık edebiyatta yeni bir dönem baĢlamıĢtır. Ortak kültür zenginliğinin çağdaĢlık yönü doğrultusunda çeĢitli fikirler ortaya konulmaktadır.1 Bu fikirlere dikkat edildiğinde bir gerçeği açık seçik görmek mümkündür. O da ağdaĢ Türk Dünyası Edebiyatı‟nın tanımıdır. Acaba bu edebiyat nasıl bir edebiyattır? Bu konuda büyük yazarların kendileri nasıl düĢünmektedir. Cengiz Aytmatov, Türk dünyasının, müzikten felsefeye, edebiyattan sinemaya kadar ortak bir kültürel düzlem oluĢturması gerektiğini söyleyerek, gençleri çağdaĢ edebiyata yönlendirebilecek ortak bir edebiyat akademisi kurulmasını teklif etmektedir.2 „Ortak gönül ortak yaĢamdan doğar‟ diyen Cengiz BektaĢ ise Türk Dilleri Yazarlar Birliği gibi bir gönüllü kuruluĢun çok daha verimli olacağı3 düĢüncesini savunmaktadır. Azerî romancı Anar da, ortak bir kültürel konseptin oluĢturulmasında nazarî çalıĢmaların önemi üzerinde durmaktadır.4 Türkmen yazar Annaguli Nurmemmet de, her bir Türk soylu edebiyatın, -kendi bünyesinde millî kültürüyle beraber- Anadolu‟nun zengin kültürüyle bütünleĢip, Batı veya Rus edebiyatını da -üstatlık yönünden elde ettiği inceliklerden vazgeçmeden- benimseyebildiği taktirde, ortaya dünya edebiyatının parlak yıldızı olabilecek ağdaĢ Türk Dünyası Edebiyatı‟nın çıkacağından bahsetmektedir.5 Bu meseleye çağdaĢ yazarların ifade ettikleri gibi geniĢ ve zengin açıdan bakmak gerekmektedir. Biz de aynı yolu takip etmek durumundayız, çünkü Türkmen edebiyatının üzerinden çağdaĢ Türk dünyasının edebiyatına geçiĢ yolunu değerlendirmek lazımdır. Bunun için ilk önce Türkmen edebiyatını kökünden irdeleyerek bugüne kadar takip etmek, sonra, Türk-Türkmen edebî münasebetlerine göz gezdirmek, en son olarak da çağdaĢ Türk Dünyası edebiyatına geçiĢ yolları aramak bize bu kat edilen mesafelerde ne tür eserlerin gün ıĢığına çıktığını gösterecektir. Türkmen Edebiyatına Genel Bir BakıĢ Türk dünyası dediğimiz büyük coğrafyanın çok zengin bir halk kültürü ve edebiyat geleneği bulunmaktadır. Ortaya konulan edebî eserlerde zaten bunu ispatlamaktadır. Bunun yanı sıra sözlü edebiyat ürünlerinin fazlalığı hem onun çok eski dönemlere kadar uzandığını hem de edebiyat ve kültür zenginliğine/derinliğine sahip olduğunu göstermektedir. Zaman içerisinde sahip olunan bu zenginlik farklı coğrafyalara taĢınmıĢ ve bu coğrafyalarda da kendi içerisinde geliĢimini sürdürmüĢtür. Her ne kadar bu farklı coğrafyalarda farklı kültürlerle münasebet; sosyal hayat, dil ve edebiyatta birtakım farklılıklara yol açmıĢ olsa da bu farklılık çok da önemli değildir: “Bugün Sovyetler Birliği‟nin çökmesi ile “Bağımsız Türk Devletleri” olarak tarih sahnesine çıkan Azeri, Türkmen, Kazak, Kırgız ve Özbek Türkleri ve diğer Türk soylu topluluklar da aynı kökten doğmuĢ, aynı tarihi paylaĢmıĢ ve aynı kaynaktan beslenmiĢlerdir. Ortaya koydukları eserlere

1388

baktığımızda gerek Anadolu‟da ve gerekse dünyanın bir baĢka yöresinde yaĢayan Türk soylu toplulukların ortaya koyduğu ürünlerde, bugün dahi aynı ortaklığı veya ortaklığın izlerini bulmak mümkündür.”6 Türk boylarının bir kısmı çeĢitli nedenlerle farklı coğrafyalara göç eder ken, bir kısmı da ata topraklarında kalmıĢtır. Bu boylardan en çok dikkati çeken de XI. Asırda Oğuzların batıya giderken geride bıraktıkları Türkmenlerdir. Anadolu‟ya geçen Türklerin yerleĢik hayata geçiĢle birlikte yazılı edebiyatlarını oluĢturmalarına karĢın, ata yurtta kalan Türkmenler, sürekli göç etmekten kaynaklanan Ģartların sonucunda sözlü edebiyat geleneğinin daha fazla tesirinde kalmıĢlardır. Bu sebeple böylesine köklü bir geçmiĢe ve zengin bir kültür birikimine sahip Türkmenlerin zengin sözlü kaynaklara dayanan bir edebiyat geçmiĢinin olması doğaldır: “XI. Asırda Oğuzların batıya doğru giderken geride bıraktıkları boylardan oluĢan Türkmenler, yazılı edebiyatlarının ortaya çıkıĢı (XVIII. yüzyıl) dan önce zengin halk edebiyatı mahsullerine sahiptirler. Bunlar destanlar, masallar, atasözleri, bilmeceler ve türkülerdir. Hepsinde halkın hayat tarzı, iĢleri, örf ve adetleri gibi konular iĢlenmiĢtir.”7 Böylesine köklü bir edebiyat geleneğine/geçmiĢine sahip olan Türkmenlerin dil ve edebiyatına yönelik ilk çalıĢmalar XIX. yüzyıldaki Ģarkiyatçıların çalıĢmalarıyla baĢlamıĢtır. Bunun öncesinde sistemli çalıĢmaların olmayıĢı, bu konuyla ilgili çalıĢmaları olumsuz etkilemektedir. Türkmen Edebiyatı Tarihi ile ilgili yayınlanmıĢ olan tek kaynak 1975-1984 yılları arasında Türkmenistan Ġlimler Akademisi‟nce yayınlanan Türkmen Edebiyatının Tarihi adlı altı ciltlik eserdir. Ancak eserde de, edebî eserler ve Ģahıslar Marksist ideolojinin çizdiği çerçeve içerisinde değerlendirilmiĢtir.8 Türkmen Edebiyatı‟nın tarihî geliĢimi yakın dönemlere kadar birkaç ana baĢlık altında incelenegelmiĢtir. Burada özellikle “birkaç” denilmesinin önemli bir sebebi vardır. GeçmiĢte yani Sovyetler Birliği döneminde diğer halklarda olduğu gibi Türkmenlerin de zengin edebiyat tarihlerinin derinliklerine gidilmemiĢ ya da gidilmek istenmemiĢtir. Bu yüzden Sovyet döneminde Türkmen edebiyatının ana baĢlıklara bölünmesi daha da fazlalaĢmıĢtır. Hatta her on senelik dönem edebiyatın büyük bölümünü oluĢturmuĢtur. Ama ne yazık ki geçmiĢin bin senesi hatıralardan silinmeye çalıĢılmıĢtır. Türkmen edebiyatının bölümlere ayrılıĢı ile ilgili doğru bilgiler ancak yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Geçen yüzyılla vedalaĢırken Türkmenistan‟da yapılan, YaĢlıların Büyük Kurultayı‟nda Türkmen tarihinin dönemleri, birinci dönem, Oğuz Han‟ın zamanından Korkut Ata‟ya kadar; ikinci dönem Korkut Ata‟nın dönemi, yani Ġslâm‟a geçiĢ devri; üçüncü dönem Selçuklular ve Türkmen beyliklerinin dönemi; dördüncü dönem XVIII. yüzyılı da kendi bünyesine kalarak, Sovyetler Birliği‟ndeki yılları da içine alan parçalanma dönemi; beĢinci dönem ise bağımsızlık dönemi olarak belirlenmiĢtir. Edebiyat da bu genel çerçevede değerlendirilmeye baĢlanmıĢtır.9 Böylece sadece Türkmen tarihinin değil, Türkmen edebiyatının da beĢ bölüme bölünmesi doğaldır. O halde biz Türkmen edebiyatının dönemlerini Ģöyle sıralayabiliriz: 1. Oğuz Han‟dan Başlayan En Eski Oğuznameler, Destanlar

1389

Bu dönem, Türkmen Edebiyatı için yeni keĢfedilmiĢ olarak algılansa da, halk arasında eski destancılık geleneklerinin ozanlar tarafından yaĢatılması sözlü edebiyatın zengin kaynağı olarak gösterilebilir. Bu bakımdan Türkmen Edebiyatı oldukça zengindir. Ergenekon, Oğuz Kağan, TüreyiĢ, GılgamıĢ gibi eski destanların -çeĢitli Ģekillerde- Türkmen halkının arasında yapılacak araĢtırmalar sonucu gün ıĢığına çıkabileceği gerçeği kaçınılmazdır. Türkmen bilim adamları da eski dönemlerde yazılı edebiyatın olduğuna dair özellikle Sümerlerin Güney Türkmenistan‟dan Mezopotamya‟ya gitmeden önce Sümer yazısının ilk örneklerinin kullanıldığı, ve yine Abulgazi‟nin, Andalıp ve fieydayı‟nın verdiği bilgilere göre ise, 4700-4800 yıl evvel Oğuz Han zamanında oluĢan 25 harften ibaret alfabeden de, edebiyatta geniĢ ölçüde yararlanıldığı düĢüncesindeler.10 Türkmenlerin yazılı edebiyatının çok eskilere dayanmasına/çok çeĢitli olmasına rağmen maalesef Türk boylarının en eskilerinden biri sayılan, sanat kültürü çok yaygın Oğuzların günümüz Türkmenlerinin ecdatlarının tarihî ve edebî mirası hakkında bilinen sebeplerle, bugüne kadar doğru bir ilmî fikir, görüĢ belirtilmemiĢtir.11 Ancak diğer Türk soylu halklarda olduğu gibi, Türkmenlerde de kuvvetli bir Ģekilde eski edebî mirasına sahip çıkmak onların bağımsızlıklarına kavuĢmasıyla baĢlamıĢtır.

Bu

alanda

bizzat

Türkmenistan

CumhurbaĢkanı

Sayın

TürkmenbaĢı‟nın

millî

politikalarının temeli olarak Ruhnâme kitabını kaleme alması ve halkına ulaĢtırması, Türkmenlerin edebî miraslarına, kültürlerine derinden bağlı kalmalarına yol açmıĢtır. Ruhnâme‟de Oğuz Kağan destanından ve halk dilinin vasıtasıyla günümüze ulaĢan Oğuz Han‟ın deyimleri ve sözlerinden pek çok yerde örnekler verilmektedir.12 2600-2700 yıl önce oluĢtuğu tahmin edilen Avesta yazısı ile 2200 yıl evvel ki Parfiya yazısının ve daha sonra da Orhun yazılarının kullanıldığı yine Gullayev tarafından ifade edilmektedir. Bu alanda Türkmen edebiyatının tarihinde milattan önceki 7-6. yüzyıllara ait 12 sığırın derisine yazılmıĢ toplam 21 kitaptan ibaret olan Avesta kitabının önemi büyüktür. Bu kitabın yurdu MarguĢ ülkesi, yani eski Merv olarak bilinmektedir ve Türkmen edebiyatının tarihi incelenirken bu kitabın 2 nüshasının olduğundan bahsedilmektedir. Birinci bölüm çeĢitli kitaplardan alınmıĢ dua ve dilek parçalarının toplamıdır. Ġkincisi ise beĢ ayrı bölümden oluĢan, ateĢperestliğin kutsal kahramanlarına adanmıĢ marĢ ve dualardan ibaret „küçük‟ Avestadır.13 Bu eseri takiben “Tumar” destanı, “Odatida ve Zeriadr‟ destanı (milattan önce 5. yüzyıl), “Rüstem” destanı (milattan önce 5-4. yüzyıllar), “Zerinay ve Striangey” destanı (milattan önce 4. yüzyıl) gibi eserlerin de Türkmen edebiyatının tarihinde önemli yerinin olduğunu belirtmeliyiz. Hatta eski “Rüstem” destanının Mervli Ģair Mesgudi Mervezi‟nin 963 senesinde tamamladığı “fiahname” adlı eserine zemin hazırladığı ve daha sonra da büyük Fars Ģairi Firdevsi‟nin “fiehname” eserini teĢkil etmesinde etkili olduğu hakkında görüĢler de ortaya koyulmaktadır.14 2. Türkmen Edebiyatının Korkut Ata Dönemi ve İslâma Geçiş

1390

Bu dönem Türkmen edebiyatının eserleri olarak Göroğlu destanını, Korkut Ata destanını göstermek mümkündür. Göroğlu Türkmen Halk destanında geçen olaylar Sovyetler dönemindeki edebiyatçıların çoğu tarafından 16. yüzyıl olarak gösterilse de, oradaki olayların Oğuz Beylerinin Sasanilerle olan savaĢlarından kaynaklandığını, yani 5. yüzyıla doğru gittiğini, 15 destandaki adet ve törelerin de çok eskilere dayandığını görmekteyiz. Göroğlu Türkmen Halk Destanı eskiliği ve bölümlerinin çokluğu ile, zengin halk diliyle, değer biçilmez, abide bir eserdir. Destanın 30 bölümünün her biri ayrı bir eser görünümü sergilemekle birlikte, hepsi bir bütünlük halindedir. 30 destanın hepsi tüm elyazma ayrıntıları ve araĢtırma metinleriyle ilk defa 1996‟da yayınlanmıĢtır.16 Göroğlu Türkmen Halk Destanı aĢağıdaki bölümleri içermektedir: 1. Göroğlu‟nun TüreyiĢi; 2. Göroğlu‟nun EvleniĢi; 3. Arap‟tan Ġntikam; 4. Övez‟in GetiriliĢi; 5. Övez‟in Dara ekiliĢi; 6. HoĢgeldi; 7. Övez Evlenen; 8. Ayçemen; 9. Servican; 10. Övez ve Kırat; 11. Arap Bağlayan; 12. Kırk Binler; 13. Övez Küsen; 14.Moruk Kadın; 15. Göroğlu ve Balı Bey; 16. Telli Hanım; 17. Erhasan; 18. Peri Küsen; 19. Merdivenli; 20. Harmandeli; 21. Sapar Mehrem; 22. Handan Bahatır; 23. Bezirgan; 24. Göroğlu Bey ve Davut Serdar; 25. Tebli Bahadır; 26. Belagerdan; 27. Gencim Bey ve Hıdrali Zengin; 28. Övez‟in Oğlu Nurali; 29. Ahmet Bey‟in EvleniĢi; 30. Göroğlu‟nun Ölümü. Korkut Ata Destanı‟nın Türkmen Halk nüshasının da Türk Dünyası edebiyatında ayrı bir yeri vardır. Bu, önceden var olan yazılı destanı, halk arasındaki tamamen farklı bölümleriyle zenginleĢtirmektedir. Bu destanı 1950‟li yıllarda yayınlamaya kalkıĢan Türkmen alimleri Prof. Dr. Meti Köseyev‟in, Prof. Dr. Baymuhammet Garrıyev‟in ve yayıncı Orazmehmed Abdalov‟un baĢına gelenler artık sadece Sovyetlerin dehĢet ideolojisi olarak hatırlanmaktadır.17 Edebiyatçı Ata Rahmanov‟un 1940‟lı yıllarda topladığı Gorkut Ata destanının Türkmen Halk Nüshası‟nın günümüzde ilk defa kitap halinde yayınlanma imkânını bulması da çok Ģeyi ifade etmektedir.18 Destanın Türkmen halk nüshasında Ģu bölümler bulunmaktadır: 1. GiriĢ; 2. Iza Berlediren Nesilsiz; 3. Töreli Beg; 4. Bamsım Birek; 5. Ġmre Ġgdir; 6. DıĢoğuzların Gaver Hanlıkına KarĢı KöreĢi; 7. Oğuzların Melallamakı; 8. Gorkut‟un Gabrı Kazılgı 1; 9. Gorkut‟un Gabrı Kazılgı 2. 3. Türkmen Edebiyatında Selçuklular ve Türkmen Beylikleri Dönemi Bu dönem Büyük Selçuklu Devleti “saray” Ģairlerinden baĢlayarak Türkmen beylikleri dönemindeki

eserleri,

Mahmut

KaĢgari‟nin

eserlerini,

Ģairler

Mevlana‟yı,

Yunus

Emre‟yi,

Karacaoğlan‟ı, Hindistan‟daki komutan Ģair Bayram Han Türkmen‟i de kapsayarak XVIII. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Aslında Türkmen Edebiyatı‟nın tarihinde Selçuklu döneminin edebiyatına çok geniĢ bir yelpazede dikkat çekildiğini vurgulamamız yerinde olacaktır. Bunun önemli nedenlerinin biri tarihten de belli oluĢuna göre, Selçuklu liderleri Tuğrul Bey‟le ağrı Bey‟in 1040 senesinde Gaznelilere karĢı Dandanakan savaĢında zafer kazanmaları ile ilgilidir. Bu tarihten itibaren büyük devlete eriĢen Selçuklu Türkmenleri geniĢ bir coğrafyaya kültürlerini yaymıĢlardır. Bu dönemde veya ondan biraz

1391

önce yaĢamıĢ ve eser bırakmıĢ Gazneli Ģairlerinin de Türkmen edebiyatının içinde Selçuklularla aynı terazide değerlendirildiğini, onların arasında da Türki KiĢi Ilaki (veya Türki KiĢi Aylaki-10. yüzyıl), zamanının „fiairlerin fiahı‟ unvanını alan Abulkasım Hasan ibn Ahmet Unsurı Belhi (960-70-1039) gibi Ģairlerin olduğunu öğrenmekteyiz. Abulkasım Hasan Ġbn Ahmet Unsurı Belhi‟nin bugüne kadar sadece sekiz satır Ģiirinin Türkmen edebiyatında bilindiği yazılmaktadır.19 XI-XII. yüzyıllarda Türkistan‟da yaĢamıĢ ve eserlerini Türk dilinde yazan Yusuf Has Hacip Balasagunlu ile Hoca Ahmet Yesevi‟nin Türkmen edebiyatındaki önemi çok büyüktür.20 Hoca Ahmet Yesevi Türkmenlerin arasında „Medine‟de Muhammed, Türkistan‟da Hoca Ahmet‟ olarak bilinmekte ve onun hikmetleri de bu ismi taĢıyan kitapta yer almaktadır.21 Selçukluların ilme, edebiyata, sanata çok önem verdiği bilinmektedir. Edebiyatın yazı dili olarak genellikle Farsça kullanılmıĢtır. Selçuklu saray Ģairlerinden Fahrettin Eset Güngeni‟nin 1148-1154 yıllarında eski Farfiya Destanı esnasında yazdığı Vis ve Ramin eseri bütünüyle günümüze kadar gelmiĢtir.22 Ayrıca, Türkmen edebiyatında Selçuklular döneminin büyük Ģairleri ve bilgeleri olarak Ömer Heyyam‟ (1048-1131), Abu Abdulla Muhammet Ġbn Abdulmelik Emir Muezzi Nusayı (10581148), Abulkasım Mahmut Ġbn Ömer Ġbn Ahmet az-ZamahĢarı (1074-1144), Oğuzların kendi hükümdarları Sultan Sancar‟ı esir alıĢlarına üzülerek yazdığı meĢhur “Horasan‟ın Göz YaĢları” adlı eserin sahibi Ovhaneddin Ali Ġbn Muhammet Ġbn Ġshak Enveri Abiverdi (1110-1191) ve baĢka pek çok Ģair bilinmektedir.23 Aslında Büyük Selçukludan sonraki dönem de çok zengin bir edebiyata sahiptir. Bu baĢlı baĢına bir konudur. Fakat Türkmen edebiyatında bu mevzuda hangi Ģairlere dikkat edildiğini bilmek açısından bazı bilgilerin ortaya konulması yararlı olacaktır. N. Gullayev adı geçen makalesinde XIIIXVII. yüzyıllarda çeĢitli coğrafyada yaĢamıĢ Türkmen edebiyatının önemli isimlerini Ģöyle saymaktadır: Sultan Tuğrul Selcuki, Husamaddin elebi, Celaleddin Rumi, onun oğlu Sultan Velet, Yunus Emre, Hoca Dehhani, Emir Emineddin Tuğra, Seheri, Cemili, Ahmet Nezri, Abulhasan Ali Behremi, Muhammet Mümün Gürgeni, Süleyman Ġbn Yadigar Gürgeni, Muhammet Ġbn Hasan Amuli, Ahmet Burhaneddin Sivaslı, Seyit Ġshak Astrabadi, Seyit Nesimi, CahanĢah Karakoyunlu Hakiki, Sultan Yakup Türkmen, Carubi, Sultan Esen PaĢa Türkmenoğlu, Sultan Hüseyin Mürze Mansuroğlu Gürgeni, AliĢir Nevayi, Fesiheddin Sahipdara Astrabadi, Sayılı, fiah Ġsmayıl Hatayi, Ali Akkoyunlu, ArayıĢ Begim Türkmen (Ġskender Türkmen‟in kızı), Abbas Beg Türkmen, Ali Türkmen, ArĢı Türkmen, Itabı (veya Atabı) Tekeli, Muhammet Bayram Han Baharmı, Yolgulu Enisi (veya Insı), Gayratı, DerviĢ Serahsi, Cedidi, Kemaleddin Hüseyin Bağban Zamırı Akkoyunlu, Zovkı Türkmen, Kalbalı (bazı kaynakta Kelbalı) Beg Baharlı, Gambarı Abiverdi, Kılıçhan Beg Mayıl, Meyli Türkmen, Talıp Amulı, Molla Miri Mervezi, Rehayı Mervezi, Hılalı Astrabadi, MeĢrebi Tekeli, Mevalı Türkmen, Mehri Hatun, fianı Tekeli, fieyda Tekeli, Mürtezagulu Beg Mücrüm fiamlı, Mahmut Beg Salım (veya Selim) Türkmeni, Peri Türkmen, Yusup Beg Üstaçlı, Piri Türkmen, Salih Türkmen, Sadık Beg AvĢar (Kitapdar), Salih MunĢi Türkmen, Sovsanı Türkmen, Edhem Beg Türkmen, Abdı Beg Nüvidi fiirazı, Nurcahan Begim Mahfı (Taç Mahal KöĢkünde yatan Türkmen hanımı, Mirhım‟ın kızı), Hakırı Tevrizi,

1392

Gadımı, Muhammet Fizuli Bayatı (Bagdatı), Nizami Karamanlı, Ġsmail Ġbn Ahmet Cürcani, Ali, Karacaoğlan, Barhurdar Türkmen, Durdı AvĢar, Abdurahman Gerami, Seyit Carberdi, Mümün Türkmen, Futfalı Beg Agahanoğlu, Azer Bekdili, Muhammet Cavat, Subhi Türkmen, Han Türkmen (Muhammet Beg Türkmen‟in kızı), Ballı Tekeli, Emiri AvĢar vs.24 4. Türkmen Edebiyatında 18. Yüzyıl ve Parçalanma Dönemi Bu dönem birkaç bölüm halinde incelenirse parçalanmanın nedenleri de kesin olarak ortaya çıkacaktır. A. XVIII. ve XIX. Yüzyıl Türkmen Klasik Edebiyatı XVIII. yüzyıl Türkmen halkının tarihinde büyük değiĢimlerin gözlendiği bir yüzyıl olarak göze çarpar. Bu dönemde Ruslarla iliĢkiler sınırlı da olsa baĢlamıĢtır. Bu, aynı zamanda Rus kültürü/edebiyatı ile de tanıĢma dönemidir. Bu yüzyıl aynı zamanda Türkmenler arasında yazılı edebiyat geleneğinin yerleĢtiği yüzyıl olarak da öne çıkmaktadır. Bu dönemde yazılan eserler klasik edebiyat özelliği gösterir. Özellikle Fars ve Arap edebiyatlarından alınan konularda kahramanların üst tabakadan seçilmesi ön plandadır.25 XVIII. yüzyılın Türkmen edebiyatında Nurmuhammet Andalıp (1660-1740), Dövletmemmet Azadı (1700-1760), fieydayı, fiabende (1720-1800), Magtımgulı (Mahtumkulu, 1733-1783), Gayıbı, Magrupı (1735-1810) gibi edebiyatın direği olan sanatçıların ortaya çıkmasıyla, bu yüzyıl, edebiyatın “altın asrı” sayılmıĢtır.26 Parçalanma döneminde Türkmenlerin birliği, bütünlüğü için ölümsüz eserler yaratan Mahtumkulu‟nun bu güzel geleneğini XIX. yüzyılda Seyitnazar Seydi (1768-1830), Memmetveli Kemine (1770-1840), Gurbandurdı Zelili (1800-1852), Mollanepes (1810-1862), Talıbı (1766-1848), Dosmemmet (1815-1865), Meteci (1824-1884), Zınharı (1791-1880), Baylı fiair (1810-1890), Misgingılıç (1845-1905) gibi Türkmen edebiyatının ana omurgasını meydana getiren Ģairler devam ettirmiĢlerdir.27 Himmet Biray, Mahtumkulu Divanı28 adlı kitabının giriĢ bölümünde, Ahmet Bekmıradov‟un, “Andelip (Andalıp) ve Oğuznamecilik Geleneği” isimli eserinde, XVIII. yüzyıl Türkmen edebiyatının komĢu edebiyatlardan stil, tür ve tema bakımından farklılık gösterdiğini belirterek, bu asırdaki Türkmen edebiyatını üç ana baĢlık altında değerlendirdiğinin altını çizmektedir. Bu baĢlıklar sırasıyla Ģöyledir: 1. Önceden Gelen Kitabî Stil Klasik edebiyat da denilecek bu stile, Azadî örnek verilmektedir. Azadî, Vagzı Azat adlı didaktik eseriyle dikkati çeker. Eserinde hükümdar olacak kiĢinin özellikleri ve devleti idare etmenin yollarını anlatır. 2. Eski Oğuzların fiairane Geleneği

1393

Bu geleneğin temsilcisi olarak da Mahtumkulu gösterilir. Türkmen edebiyatının en büyük Ģairi olan Mahtumkulu aynı zamanda Türkmen edebiyatında realizmin de kurucusu sayılmaktadır. fiiirlerinde halk Ģiiri geleneklerine ve Türkmen halk kültürüne büyük yer ayırmıĢ, Türkmen mertliğini ve yiğitliğini tasvir etmiĢ, sözü veciz bir Ģekilde anlatma, atasözlerine yer verme hususunda büyük baĢarı göstermiĢtir. fiiirlerinde içerik olarak, iyi ile kötü insanın, mertle namerdin, güzelle çirkinin mukayesesi geniĢ yer tutar.29 3. Destancılığın Yazılı Geleneği Bu geleneğin temsilcisi olarak da Andelip sayılmaktadır. Andelip, Leyla ile Mecnun, Yusuf ve Züleyha isimli destanları ve Oğuzname tarihi, Oğuzlar hakkında anlatılan halk rivayetlerini ihtiva eden Oğuzname isimli eseriyle tanınmaktadır. Bu üç Ģahsın yanı sıra bu dönemde, birbirleriyle dost Özbek ve Türkmenlerin ortak düĢmanlarına karĢı verdikleri mücadeleleri anlatan Dövletyar destanıyla Magrubi, lirik ve didaktik Ģiirleriyle tanınan fiabende, Gül-Senuber destanı Divanı ile tanınan fieydayi ve Otuz Ġki Tohum Kıssası adlı eseriyle Gayıbı, öne çıkan isimlerdir. XVIII. yüzyıl Türkmen edebiyatında vatan, kahramanlık, birlik, dostluk, adaletsizlik, sevgi, dinî konular, tarihî vakalar ve Ģahsiyetler, halkın problemleri vb. gibi konular ele alınmıĢtır. Ama en çok öne çıkanlar vatanî kahramanlık, sevgi, sosyal hayatı eleĢtiren Ģiirler ve toplumsallıktır. 30 XIX. yüzyıl ise, Türkmen boylarının birbirine yakınlaĢtığı ve düĢmanlarına karĢı ortak bir tavır aldıkları bir dönem olarak da göze çarpar. Bu dönemde toplum fikri öne çıkmıĢ ve toplumsal konular ele alınmıĢtır. Konuların hayatın içinden alınması, olayların anlatımında realist bir üslûbun da kullanılmasına yol açmıĢtır. Yine XVIII. yüzyıldaki gibi vatan sevgisi, eserlerde iĢlenen en önemli temadır. Bunun yanı sıra barıĢ, kardeĢlik, hümanizm, ahlâk, insanın toplumdaki yeri, vefa ve aĢk gibi konular da iĢlenmeye devam etmiĢtir. XIX. yüzyılın en belirgin özelliği, edebiyatçıların Türkmen halkının tarihini ve onun edebî mirasını kullanma yolundaki çabalarıdır. Bu dönemde satirik Ģiirleri, sosyal olayları, adaletsizlikleri, aĢk ve sevgi gibi konuları iĢlemesiyle Kemine; Mahtumkulu‟nun “Vatancılık” geleneğini devam ettiren ve zenginleĢtiren Seydi; vatan ve halk sevgisi temalarını iĢleyen, bağımsız bir vatanın olabilmesi için önce güçlü bir devletin olması gerektiğinin altını çizen Zelili; destan yaratma geleneğinin tesirinin en fazla göründüğü ve Mahtumkulu‟dan sonra aĢk temasının en usta Ģairi olan Mollanepes öne çıkmaktadır. B. XIX. Yüzyılın Sonu ve Ġkinci Dünya SavaĢına Kadar Türkmen Edebiyatı XX. yüzyıl, Türkmen edebiyatında ve toplumunda büyük değiĢimlerin olduğu bir yüzyıl olarak da kendisini gösterir. 1917 yılındaki rejim değiĢikliği beraberinde Rus edebiyatı ile etkileĢimi de getirmiĢtir. Bu dönemde Rus klasiklerinin Türkmence‟ye tercümesi, bu eserlerin Türkmen halkı tarafından tanınmasına ve Türkmen edebiyatının geniĢlemesine/derinleĢmesine sebep olur. XX. yüzyılda Türkmen edebiyatı iki farklı kaynaktan beslenmektedir:

1394

- Sözlü ve yazılı döneme kadar uzanan ve XVII. ve XIX. yüzyıldaki Türkmen Ģairlerinin oluĢturdukları ve geliĢtirdikleri geleneğe dayalı edebi miras ve birikimi - Tercümeler yoluyla yeni yeni tanınmaya baĢlayan Türk edebiyatı.31 Yirmili yılların edebiyatı büyük ölçüde ozanlarla/Ģiirle baĢlamıĢ bir edebiyattır. Mollamurt, Durdıkılıç gibi. Ayrıca bu dönem; yeni öykülerin, romanların, tiyatro eserlerinin ilk müjdelerini verdiği yıllardır. Berdi Kerbabayev, Garaca Burunov gibi yazarlar bu dönemde ortaya çıkmıĢlardır. Bu dönemde gazete ve dergi sayısındaki artıĢ dikkat çekicidir. Yeni oluĢturulan sistemin, halkı sistemin içine çekmek için seçtiği bu yol, düz yazı ve düz yazıya bağlı türlerin geliĢmesini sağlamıĢtır. Rus istilâsının baĢladığı bu dönemde vatansever Türkmen Ģair ve yazarları kalemleriyle mücadele etmiĢlerdir. Bunların içinde en önemlileri Göktepe‟deki Rus katliamını dile getiren Gayıpberdi, Misginkılıç, Berdi Kerbabayev, Garaca Burunov, Abdülhalim Gulmuhammedov‟dur. Bu büyük mücadele 1930‟lu yıllara kadar sürmüĢ ancak bu tarihten sonra rejimin acımasızlığı yüzünü iyice göstermiĢ ve vatansever Ģair ve yazarlar birer birer yok edilmiĢtir. Yirminci yılların ilk nesir eserleri olarak, B. Kerbabayev‟in “GarĢa Guda”, “Açlık”, “1916. Yıl”, “Obada Bolan Vaka”, Y. Nasırlı‟nın “Yigrimi BeĢ Yıldan Sonra”, A. Gürgenli‟nin “Gul Oğlu Murat”, A. Durdıyev‟in “Annagözel”, “Hayal Deryasında”, “Bagtlı Gız Bagdatda”, “Bürgüt Pencesinde Bir Gözel” gibi hikâyeleriyle, öyküleri, dramlardan ise A. GovĢudov‟un “Zakaspi Frontı”, “Kanlı Orman”, B. Kerbabayev‟in “TiryekkeĢ ve Tebipler”, Ayıtcan Haldurdıyev‟in “Galınsız”, fiemsettin Kerimi‟nin “Aycemal” gibi piyeslerini örnek vermek mümkündür. Ancak burada özellikle bir Ģeyi belirtmek gerekir ki, bu tür eserler ideolojik silah olarak yazılmıĢtır ve sanat değeri düĢüktür. Yirminci yılların sonunda ve otuzuncu yıllarda Stalin rejiminin daha da sertleĢmesi yüzünden “burjuva milliyetçilerini” aramak, hemen hemen herkesi “halk düĢmanı” olarak ilan etmek, onları bulup öldürme iĢi de güçlenmektedir ve bu edebiyata da yansımıĢtır. Yazarlardan A. Gulmuhammedov‟a iftira atılmıĢ, H. Deryayev Sibirya‟ya sürgün edilmiĢtir, B. Kerbabayev göz hapsi altındadır, N. Sarıhanov partiden atılmıĢtır.32 Bu dönemde tiyatro türünde de ilk eserler verilir. Zaten zengin bir geçmiĢe sahip olan Ģiir de geliĢimini devam ettirir. Otuzlu yıllar ise Türkmen hikayesinin çiçek açan zamanlarıdır. Nurmurat Sarıhasanov (Sonuncu Ev ve Arzu adlı hikâyeleriyle) ve Hacı Ġsmayilov, hikâyede gerçek üstatlardır. Yine Berdi Kerbabayev, Ata GovĢudov, Beki Seytekov, Hıdır Deryayev, arı AĢırov gibi büyük roman üstatları da ortaya çıkmıĢtır. Bu devirde Türkmen edebiyatı, A. Durdıyev‟in Meret, Ata GovĢudov‟un Cuma, Vatan Oğlu, Berdi Kerbabayev‟in Kararlı Adım adlı romanının birinci kitabıyla zenginleĢir. PuĢkin, Tolstoy, Mayakovski, Gorki, Shakespeare, Cervantes gibi Rus ve Batılı Ģair ve yazarların eserleri Türkmence‟ye tercüme edilir. XIX. yüzyılda önem kazanan edebî mirasın öğrenilmesi ve korunması bu yüzyılda da önemini korumuĢ ve Mahtumkulu, Kemine, Mollanepes ve Zelili hakkında makaleler neĢredilmiĢtir. C. Ġkinci Dünya SavaĢı Yıllarında Türkmen Edebiyatı

1395

Ġkinci Dünya SavaĢı, Sovyetler Birliği içinde yaĢayan tüm toplumların edebiyatına yansıyacak bir dönemin baĢlangıcıdır. Bu savaĢtan Sovyetler Birliği‟nin galip olarak çıkmıĢ ama bu sürede pek çok sanatçı da cephede hayatını kaybetmiĢtir. Bu durum Türkmen edebiyatı için büyük Ģanssızlıktır. Bu dönemin ağırlıklı temaları vatan ve kahramanlıktır. Bunun yanı sıra cephede savaĢan sanatçılar, cephe hayatını ayrıntılı bir Ģekilde anlatırlar. Yine bu dönemde klasik dönem Türkmen Ģairlerinden Mahtumkulu ve Seydi‟‟in vatan temalı Ģiirleri yeniden basılır.33 Roman türü geliĢimini sürdürür. Ata GovĢudov‟un savaĢ yıllarında kaleme aldığı Mehr-i Vepfa isimli romanı, Türkmen edebiyatında realist romanın ilk örneği olarak edebiyat tarihlerine girmiĢtir. Yine Berdi Kerbabayev, Aylar isimli eserini ortaya koyar. Ayrıca D. Haldurdı, R. Seyidov, fi. Kekilov, . AĢırov gibi Ģair ve yazarlar da ortaya koydukları eserlerde düĢmanın yenilmesi gerektiği tezini iĢlerler. Berdi Kerbabayev‟in Babasının Oğlu, Hacı Ġsmayilov‟un YarıĢçılar hikâyelerinde savaĢın izleri iyice belirgindir. Bunun yanı sıra bazı yazarlar da savaĢta kocalarını, eĢlerini, niĢanlılarını, babalarını yitiren insanları eserlerinde iĢlemeye çalıĢırlar. Tercüme bu devirde de önemini korur. Tolstoy, fiolohov, Ġlya Ehrenburg‟un eserleri Türkmence‟ye tercüme edilir. Tiyatroda da vatan, cephe gerisi, kahramanlık konularını iĢleyen oyunlar sahnelenmiĢtir. Berdi Kerbabayev‟in Vatana Sevgi, Kim Kimi Seviyor, KardeĢler ve Anne piyesleri anılmaya değer. Bu dönem, edebiyatın her sahasında pek çok sanatçının ortaya çıktığı bir dönemdir. Rejimin dikkatinin savaĢa yönelmesi, sanatçılar üzerindeki konu sınırlamasının kalkmasını da sağlamıĢtır. Bu dönem Ģiirinde vatan/kahramanlık temalarına bir de lirizm katılarak yeni eserler ortaya konur. Gara Seyitliev, Halkım; Aman Kekilov, Günbatara; Beki Seytekov, Türkmen Askeri; arı AĢır, Kılıç Al Ele vb. Gibi II. Dünya SavaĢı yıllarında edebî eleĢtiri de güçlenmiĢ, tercüme geliĢmeye devam etmiĢtir. Aman Kekilov, Meti Köseyev, G. Ahundov‟un edebiyat öğretimi ile ilgili makaleleri yayınlanmıĢ, Molla Nepes‟in, Zöhre ile Tahir, Berdi Kerbabayev‟in Kararlı Adım ve Ata GovĢudov‟un Mehr-i Vepfa gibi eserleri Rusça‟ya tercüme edilmiĢtir. D. II. Dünya SavaĢı Sonrası Türkmen Edebiyatı Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın sona ermesiyle birlikte toplumsal hayatta olduğu gibi edebiyatta da yeni bir döneme girilmiĢtir. Bu dönem eserlerinde savaĢın kötülüğü, barıĢ ve huzur gibi temalar ön plana çıkar. Yine edebî mirası öğrenme ve ondan yararlanma eskiden olduğu gibi önemini korumuĢtur. Tiyatro türü savaĢ sonrası geliĢmesini sürdürür. Konular ise daha çok savaĢ ve savaĢ sonrası hayatı, köy hayatı, Türkmen kadın ve kızlarının hayatını anlatan temalardan seçilmiĢtir. Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra çok daha zengin bir edebiyat ortaya çıkmıĢtır. Özellikle Ģiirde, Türkmen Ģiirinin Kara Seyitli, Rahmet Seyit, Aman Kekil gibi devleri ortaya çıkar: “SavaĢ sonrasında fikirlerini öne çıkaran Berdi Kerbabayev, G. Seyitliev‟in yanı sıra, A. Salih, N. Annagılıç, Ata Köpek Mergen, hayatı lirik bir Ģekilde ele alan R. Seyidov, okuyucuların yüreklerine hitap ederler. P. Nurberdiyev, A. Atacanov ise Türkmen toprağını ve onun çilekeĢ insanını; R. Alıyev,

1396

A. Kovusov da diğer ülkelerde yaĢayan insanların geleceği, arzu ve istekleri hakkında Ģiirler kaleme alırlar. B. Seytekov, D. Haldurdı, A. arıguliyev gibi Ģairler ise, insanın ruhunu ve duygularını ele alan Ģiirler yazmaya devam ederler. Türkmen Ģiirine savaĢ sonrasında H. Gurbanov, K. Gurbannepesov, M. Seyidov, A. Hayıdov, fi. Borcakov, C. Ġlmıradov, D. Baymıradov, Berdinazar Hudaynazarov gibi genç ve yetenekli Ģairler de katılırlar.”34 Ata GovĢudov‟un, Köpetdağın Eteği‟nde adlı romanı, Beki Seytekov‟un Oba Hikâyeleri ve Kitabın Dostları; Hacı Ġsmayilov‟un, Muallimim Kızı isimli hikâye kitapları savaĢ sonrası dönemde Türkmen nesrinin gösterdiği geliĢmelere örnektir. ocuk edebiyatında ise Berdi Kerbabayev savaĢ etkisiyle yazdığı hikâyelerle öne çıkar. K. ĠĢanov ve H. Ġsmayilov da hikâyeleriyle bu edebiyatı zenginleĢtirirler. E. 1950-1960‟lı Yıllar Türkmen Edebiyatı Bu dönemde barıĢ propagandası yazarların omzuna yüklendiği için, eserlerde kuruluk ve yapmacıklık görülür. Ancak bu olumsuz duruma rağmen ellili yılların ortalarında Ģair ve yazarlar, olaylara cesaretle yaklaĢır, sanatçıların yok yere suçlanması eleĢtirilir ve siyasî çizgiler netleĢir.35 Bu on yıllık süre Türkmen edebiyatında geliĢme ve yenileĢmenin hız kazandığı bir dönemdir. Komünist partinin 20-23. Kurultayları ile sanatta yeni idealler ve prensipler oluĢturulur. Bunların baĢında da Lenin ideallerinin sanata yerleĢtirilmesi yer alır. Bu dönemde Ģiirin temaları geniĢler. Bunların baĢında da Karakum çölüne su getirme projesine destek vardır. Özellikle 1960‟lı yılların edebiyatında daha doğrusu nesirde, Ģiirsel üslûp belirgin hale gelir, nesre Ģiir üslûbu sinmeye baĢlar. Bu tür edebiyatın baĢını çekenlere Berdinazar Hudaynazarov‟u örnek verebiliriz. Özellikle onun Sıcak öl, Yerbent ve Gençlik Bizimledir manzumeleri buna iyi birer örnektir. fiiir dünyasında ise gerçekçi düĢünceleri ve müthiĢ halk dili ile herkesi kucaklayan bir isim vardır: Kerim Gurbannepesov. O, halkın gönlünü kendisiyle kucaklaĢtırmıĢtır. Nesir de bu dönemde geliĢmesini sürdürmüĢ ve makale, deneme gibi türlerde artıĢ olmuĢtur. Hikâye türünde ise fazla bir geliĢme olmaz. Ancak asıl atılım roman türünde olur. 1957‟ye kadar sadece Kararlı Adım, Mehr-i Vefa, Köpetdağın Eteği‟nde romanları varken, bu tarihten sonra yazılanların sayısı yirmiyi bulur. Bunlara Berdi Kerbabayev‟in Nebitdağı, Beki Seytekov‟un KardeĢler, Berdinazar Hudaynazarov‟un Kumlular (Yörükler) vb… eserleri örnek olarak verilebilir. Bunların içinde özellikle Berdinazar Hudaynazarov‟un Kumlular romanı sosyalist realizm denilen istikametin ürününe benzemez. Hayat neyse, onun derinliğine siyah, beyaz renkle gitmeden, olduğu gibi yaklaĢmıĢtır. Romanlarda sayısal olduğu kadar nitelik yönünden de değiĢim gözlenir ve romandaki kiĢilerle çeĢitli insan tipleri canlandırılır. Bu dönemde yazarlar uzun hikâyeye yöneldikleri için kısa hikâye geliĢmemiĢ ama önceleri Türkmen edebiyatının geliĢmesi için çaba gösteren Beki Seytekov, N. Pomma, N. Cumayev ve G. Gurbansahedov gibi tanınmıĢ hikâyeciler değiĢik konularda hikâye yazmaya devam etmiĢlerdir.36 F. 1960‟lı Yılların Sonu ve 1970‟li Yıllarda Türkmen Edebiyatı

1397

Bu dönemde bilimde ve teknikteki ilerleme, edebiyatı da etkiler. Bu konulara dikkat çeken eserler meydana getirilir. Edebiyat alanında yazarlar, gelenekten yararlanarak günün hayat Ģartlarını eserlerinde iĢlemeye devam etmiĢlerdir. Bu yıllarda parti kurultaylarında alınan kararlar çerçevesinde bir çok eser verilir. Kerim Gurbannepesov‟un Kırk ve Berdinazar, Hudaynazarov‟un Dövrün Tepesi‟ndeki Adam adlı poem türleri, bu türün daha da geliĢmesini sağlar. Bu dönemde lirik Ģiirde bir atılım göze çarpar. Kerim Gurbannepesov‟un Toprak, Berdinazar Hudaynazarov‟un, Anne Sütü, Ata Atacanov‟un, Ben Size Gitmekteyim, M. Seyidov‟un Durun Makamı, Bahar Gündeliği vb. gibi kitapları dikkati çeker. Yine yukarıda bahsettiğimiz Halil Kulu, Seher Selamı, Kurbannazar Eziz, Serpay, Annaberdi Agabay, Günlerin Bir Günü, K. Ġlyasov, GözbaĢ adlı eserlerini bastırırlar. Bu yıllarda nesir de geliĢmesini sürdürür. Beki Seytekov, KardeĢler eserinin devamı sayılan Bedirkent romanını yazar. Ayrıca II. Dünya SavaĢı ile ilgili romanlar yine ön plandadır. N. Cumayev‟in Aydoğdı Tahırov, S. Atayev‟in Gazap, A. Orazmıradov‟un Yerden AteĢ ıkıyor eserleri gibi. Bu romanların bir baĢka özelliği de belgelere dayanmasıdır. Tabiatta bu dönemde ele alınan konuların baĢında gelir. Berdi Kerbabayev‟in Su Damlası Altın Tanesi, Hıdır Deryayev‟in Kasırga, Berdinazar Hudaynazarov‟un Akarsuyun Türküsü, Allaberdi Hayıdov‟un Milyon Adım eserlerinde bu mesele etraflıca iĢlenmiĢtir. Devrin romanında birbirine benzeyen vakalar yerine her romanda farklılık gösteren tahlillere de yer verilmiĢtir. Berdinazar Hudaynazarov‟un Akarsuyun Türküsü ve H. Hocageldiyev‟in Güle Değen Sümbüller romanlarında kahramanların iç dünyası ile ruhî durumları irdelenmiĢ ve psikolojik vakalar ön plana çıkartılmıĢtır.37 Devrin devamında hikâye ve deneme dalları da geliĢme göstermiĢtir. Hikayenin geliĢmesi ve etkili olmasında kardeĢ yazarlar TeĢli ve Arap Gurbanovların; R. Allanazorov‟un ve A. Atdayev‟in rolü büyük olmuĢtur. Beki Seytekov, Sancı, Ġnatçı, Bilmece, Kibirli Kız, Aydınlık Dünya gibi hikâyelerini yazmıĢtır.38 Bu dönemde Ģairler nesir vadisinde de eserler ortaya koyarlar. arı AĢırov, Berdinazar Hudaynazarov, Allaberdi Hayıdov gibi meĢhur Ģairler hem nesir hem de Ģiir vadisinde eser vermiĢlerdir. fiairler ellerinden geldiği kadar kahramanların iç dünyasını vermeye çalıĢırlar. fiiirde duygu yönünden zenginleĢme görülür. Bunda Ģair Kerim Gurbannepesov‟un da ayrı bir yeri vardır. Tiyatro da ise yeni ve orijinal eserler tiyatro repertuarını geniĢletir. Tarihî temaların yanı sıra içinde yaĢanılan dönem de tiyatronun konusu haline gelir. G. Muhtarov, Kim Cani, Son KurĢun, Güzel, T. Esenova, Gelin Geliyor, G. Gurbansahedov, Benli, DökülmemiĢ Kan, Hıdır Deryayev‟in Mehri, Hocanepes gibi eserleri bu dönemde kaleme alınır ve sahnelenir. Edebî tenkit de bu dönemde geliĢme göstermiĢtir. Özellikle Edebiyat ve Sanat gazetesi ve Sovyet Edebiyatı dergisinin etrafında polemik ve tartıĢmalar hızlanır.

1398

Bu yıllarda Türkmen edebiyatı geliĢimine devam eder. Edebiyatın her alanında yeni açılımlar olur. Bu açılımda özellikle yetenekli ve genç bir neslin katkısı olduğu muhakkaktır. Kitap basımına önem verilmesiyle kitap sayısının artıĢı, eserlerin daha geniĢ bir kitleye ulaĢmasına yardımcı olmuĢtur. Yine 1960‟lı yıllarda baĢlayan özgürleĢme ortamı daha da geniĢlemiĢtir. Bu yılların da kendine özgü renkleri ortadadır. Edebiyat, ideolojinin ağır baskısına rağmen yeni ve büyük Ģairlere tanık olmaktadır. Kurbannazar Eziz, Halil Kulu, Ġtalmaz Nuri, Bayram Cütdi, Annaberdi Agabay, Atamurat Atabay, Nobatgulu Recep, Ahmet Gurbannepesov Türkmen Ģiirini gönül zirvesine ulaĢtıranlardandır. Anılan Ģairlerin bu dönem Türkmen Ģiirinin geliĢmesinde büyük rolleri ve katkıları olmuĢtur. Onlar Ģiir derinliğini, duygu ve anlam yüklülüğüyle okurlarına sunarlar. G. 1980‟li Yılların Edebiyatı ve Yeni Nesil Prof. Dr. A.Orazov seksenli yıllarda Türkmen edebiyatına Nurmemmedov (A.Nurmemmet), M. Babanazarov, A. Bayrıyev, K. Kuluyev, O. Ödeyev, A. Allanazarov, C. Hudayguluyev, G. Danatarov, fi. Geldimemmedova gibi birçok genç yeteneğin güçlü bir Ģekilde gelmesinden bahsederken, 39 de Türkmen Edebiyatı Antolojisinde eserleri yer alan bu genç nesle dikkatleri çekmektedir. Antolojide sırasıyla, yaĢ sıralamasına göre ve adı bir dönemde beraber geçenler olarak bu yazarların eserlerinden örnekler görebiliyoruz: GovĢutgeldi Danatarov (1953), Memmetnazar Babanazarov (1954), Osman Öde (1954), Kömek Kuliyev (1955), Annaguli Nurmemmedov (1959) ve fiehribossan Geldimemmedova (1971).40 fiehribossan Geldimemmedova hariç diğer yazarlarımız seksenli yıllarda 20‟li, 30‟lu yaĢları temsil etmiĢlerdir. Bu genç neslin misyonu nedir? EleĢtirmenler/edebiyatçılar onlar için neden „güçlü bir Ģekilde edebiyata gelen‟ifadesini kullanmıĢlardır? Burada biz gerçekten de parçalanmıĢ edebiyatın tamiri, daha doğrusu bütünlüğü için insanı ön plana çıkaran yazarlarla muhatap olabilir miyiz? Bu hususta Türkmenlerin büyük yazarlarından Berdinazar Hudaynazarov‟un söyledikleri önem arz etmektedir: “Annaguli‟nin nesli… Onun birkaç kalem arkadaĢı var, onlar da akla geldiği için söylüyorum ben nesli diye. Onlar yeni nesil ve eğitimli, Dünya edebiyatından haberi olan nesil… Sovyet zamanında edebiyat “ürün edebiyatı”, “sanayi edebiyatı”, “çiftçi edebiyatı”, “iĢçi edebiyatı”, “aydın edebiyatı” gibi parçalara bölünürdü. Annaguli ve arkadaĢları edebiyatı bütün insanlık kaderiyle inceleme yoluna düĢtüler. Hayatı, dünyayı geniĢ bir aynada göstermeye gayret ettiler, bu ise onların bundan sonraki bütün geçeceği yolu belirledi.”41 Bu, prestroyka gibi yeniden bir yapılanmadır, edebiyatın yeniden yapılanmasıdır. Yeni nesil, 1980 ve 1990 arasındaki geçiĢ döneminde yeni fikirlerin ortaya çıkmasıdır. Bu, kendine dönme, kendi düĢüncelerini ifade etme, kiĢinin kendi benliğine dönmesi için bir edebiyat meydana getirmektir. Onun için insanlar ne hissediyorlarsa olduğu gibi yazmak ve anlatmak zorundadırlar. 1980‟li yılların ikinci yarısında ise, yani yeniden yapılanma devrinde, edebî değeri olan sosyopolitik yazılar bütün dönemlerden farklı olarak ön plana çıkar ve bağımsızlık hareketleri hız kazanır. 5. Bağımsızlık Devri Edebiyatı

1399

1990‟lı yılların baĢında ise SSCB.‟nin dağılmasıyla Ģair ve yazarlar üzerindeki baskı sona ermiĢ ve bunun sonucu olarak millî tarih, millî gurur ve istiklâl eserlerde iĢlenmeye baĢlamıĢtır. 42 Bu değiĢim rüzgârı ve yeniden yapılanma/özgürlük ortamı, edebiyata da yansır. Nesirde ele alınan ahlâkî meseleler, ideolojik kuĢatmaya alınmadan iĢlenir. Övezdurdı Nepesov‟un, Ziyaret ve Kıyamete Kadar romanları gibi. Tiyatroda millî tarihe yönelinir. Kakacan AĢırov‟un Deli Dumrul, Oğuz Oyunu ve Oğuz Han oyunları gibi.43 fiiirde bu rüzgârdan nasibini alır. fiairler bu özgürlük ortamını Ģiirlere yansıtırlar. Allaberdi Hayıdov, Atamurat Atabayev, Nuri Bayramov, Annaberdi Agabay, Amanmurat Bugayev, Kakabay Ġlyas, Bayram Cütdi, Atacan Annaberdi gibi Ģairler değiĢik temalarda Ģiirler yazmaya devam ederler. Bu dönemde çocuk edebiyatı da geliĢimini sürdürür. Kasım Nurbadov, Hemra fiirov gibi edebiyatçılar çocuk psikolojisinden yararlanarak yazdıkları eserlerle tanınırlar.44 Yeni nesil yazarlarından Annaguli Nurmemmet, bağımsızlık devri edebiyatı ile ilgili olarak Ģunları söylemektedir: “…Bağımsızlık edebiyatı dönemi bambaĢka bir olaydır. Sonrası tamamen yeni bir dönem ve kendine ait olma, kendi benliğine, kendi ulusuna, kendi milletine dönme ve bağımsızlık edebiyatı. O edebiyat da beraberinde Oğuznameleri, Korkut Ata‟yı, Köroğlu‟nu, Sovyetler Birliği‟nde neyi yasaklamıĢlarsa onların hepsini geri getirdi. Üstelik sadece Türkmenistan‟ın topraklarında yaĢamıĢ olanlardan baĢka geçmiĢte dünyanın çeĢitli yerlerine yayılmıĢ Ģairlerimize, yazarlarımıza sahip çıkma dönemi oldu. Örnek getireyim, Sovyetler Birliği döneminde Karacaoğlan‟ı biliyorduk. Bir ara kitabı yayınlandı ve hemen yasaklanıp, kitapları geri toplandı. Yunus Emre‟yi, Mevlana‟yı da duyuyorduk, ama derinden tanımak veya kitaplarını elde etmek mümkün değildi. Hindistan‟daki Bayram Han Türkmen

hakkında

da

böyleydi.

Bağımsızlık

dönemiyle

bu

yazarların

hepsi

geri

geldi.

Mahtumkulu‟nun yasaklanmıĢ Ģiirleri de yayınlandı. Öylece kültür bütünlüğüne doğru yükseliĢ zamanı geldi. Dün yazar sadece kendi benliğini arıyorken, bugün millet kendi benliğine kavuĢmaya kadar geldi o edebiyatta ve o edebiyatın arayıĢı halen sürüyor ve o edebiyatın arayıĢında halkın ruhu aranıyor. ĠĢte o edebiyatın amacı da odur. Kendi kimliğini, kendi benliğini ve gururunu arayıp onu bulmaktır ve sonsuza kadar da devam ettirmektir.”45 Sonuç olarak bugün Türkmen edebiyatı her yönüyle bir geliĢme içerisindedir. Türkmen Ģair ve yazarlar bu özgürlük ortamı içerisinde pek çok kültürle tanıĢma fırsatı bulmuĢlardır. Bu geliĢim ve değiĢim artarak devam edecek ve edebiyat, geçmiĢ mirası çağdaĢ bir elekten geçirerek zenginliğe ve derinliğe doğru yol alacaktır. ağdaĢ Türk Dünyası Edebiyatı Müjdesi Bu zengin edebiyat mutlaka dünya edebiyatı içerisinde layık olduğu yeri alacaktır, bu coĢkulu nehir mutlaka ve mutlaka denize, üstelik ağdaĢ Türk Dünyası‟nın edebiyat denizine ulaĢarak onun kökünü besleyen bir kaynağa dönüĢecektir, Dünya edebiyatının okyanusunu ise bu denizler besleyecektir. ĠĢte bizim, Türkmen Edebiyatı ve özellikle çağdaĢ temsilcileri diye araĢtırma yoluna koyulmamızın temel gayesi de buradadır. ağdaĢ Türkmen edebiyatı kuĢkusuz çağdaĢ Türk Dünyası edebiyatının temel köklerinden biridir.

1400

Türkmen edebiyatı ile Türk edebiyatı arasındaki münasebetleri gözden geçirmenin, ağdaĢ Türk Dünyası edebiyatının oluĢması yolundaki çabalar açısından arz ettiği önem ortadadır. Aslında diğer Türk Cumhuriyetleriyle edebî iliĢkileri de aynı Ģekilde değerlendirmenin ve belirli sonuçları ortaya koymanın zamanı gelmiĢtir. ünkü artık geçen on sene süresinde temelli araĢtırma eserleriyle beraber edebî eserlerin de ortaya konulduğu açıkça görülmektedir. Bu konuda bazı bilimsel makalelerin kaleme alınması da buna iyi bir örnektir. Ahmet Memmet‟le Yener Kazak‟ın Türkmenistan yazarlarının her ay bir defa yayınlanmakta olan Karakum edebî mecmuasının 1998/3. sayısındaki “Türkmen-Türk Edebî Adımlarına Bir BakıĢ” adlı makalesi bu alanda yapılan bazı iĢleri gözler önüne sermektedir. Türk-Türkmen edebî iliĢkilerinin tarihî kökünün çok eskilere, bizzat Oğuznamelere dayandığı bilinmektedir. Üstelik Sovyetler Birliği zamanında bu değerlerimizin arasına “demir parmaklıkların” girerek aynı kökten olan insanların kendi kültürlerinin kökünün bir olma hevesinden men edilmesine yol açan kötülüklerden de haberdar olmuĢtuk. Tüm bu olumsuz durumlara rağmen, Sovyetler Birliği zamanında da Türk-Türkmen edebî adımları az çok atılmıĢtı. Türkmen edebiyatının büyük yazarı Berdi Kerbabayev 1970‟li yıllarda Türkiye‟yi ziyaret etmiĢ ve bu ziyaretin sonucunda ilk olarak 1971 senesinde “Edebiyat ve Sungat” gazetesinde yol yazıları, hemen ardından ise “Türkiye‟yi Ziyaret” isimli kitabı yayımlanmıĢtır.46 Bu kitap, Türkmen okurlarına kendilerine dili, kültürü yakın olan Türkiye yurdunun ve Karacaoğlan isminde de bir Ģairlerinin olduğunu ulaĢtırarak Türk-Türkmen edebî adımlarının ilkini baĢlatmıĢtır. Artık 1971 yılında Türkmenistan‟da Karacaoğlan‟dan örnekler de yayınlanmaktadır. 1960‟da ise büyük Türkmen klasik Ģairi Mahtumkulu‟nun doğum gününün 225. yıl dönümü AĢgabat törenlerine Moskova‟dan katılan Nazım Hikmet‟in Köroğlu‟nun ömür sürdüğü yerlere gelmesinden ve Mahtumkulu‟nun dilinin kendi diline çok yakın olduğundan bahsetmesi Türkmen okurlarında47 Türk edebiyatı ile ilgilenmek açısından merak uyandırmıĢtır. Ama diğer taraftan Türkmenlerin tarihi ve destanları ile ilgili araĢtırmalar yapan ve büyük eserler ortaya koyan Prof. Dr. Faruk Sümer uluslararası bir sempozyum için 1970‟li yıllarda AĢgabat‟a gelse bile, „yasak olayların ağır taĢının altında bükülerek‟ geri dönmüĢtür. 48 Ve daha sonra, 1988‟de Türkmenler, edebiyat araĢtırmacısı Ahmet Bekmuradov‟un Baku‟daki 1. Türk Kolokyumuna katılmasının sonucunda Ġzmir Ege Üniversitesi‟nden edebiyatçı Prof. Dr. Fikret Türkmen‟in adını duymuĢlardır.49 Bağımsızlık dönemi her açıdan olduğu gibi edebî iliĢkilerin de artmasını sağlamıĢtır. Ahmet Memmet ile Yener Kazak, adı geçen makalelerinde, Ekim 1992‟de Ankara‟da Türk Dünyası Yazarlarının I. Kurultayına Türkmenistan Yazarları adına yazar Annaguli Nurmemmet‟in katıldığını ve bundan

sonra

Türkmen-Türk vurgulamaktadırlar.50

edebiyat

dünyasında

tamamen

yeni

dönemin

baĢladığını

Ġki yurdun basınında kardeĢ edebiyat münasebetlerine dair makaleler devamlı olarak yayınlanmaya baĢlanmıĢtır. A. Memmet ile Y. Kazak yine aynı makalede, Türkmen basınında yayınlanan H. Mavıyev‟in “Ağaç Kökünden Su Ġçer” (Edebiyat ve Sungat Gazetesi, 3 Ağustos 1990),

1401

Y. Memmet‟in “Üstattan Öğrenmek Ayıp Olmaz” (Edebiyat ve Sungat, 27 Kasım 1992), B. Garabayev‟in “Türkiye Türkmenleri” (Edebiyat ve Sungat Gazetesi, 5 Kasım 1993) ve “KardeĢliğin Dostluğun Aydın Yolunda” (Karakum Dergisi, 1996, sayı 7), A. AĢırov‟un “Türk-Türkmen Edebî Köprüsünün Askeri” (Edebiyat ve Sungat Gazetesi) Temmuz 1991), A. Durdıyeva‟nın “Türk-Türkmen ĠliĢkilerinden” (Türkmenistan Gazetesi, 25 Mart 1993), K. Omadov‟un “Türklerin Türkmen Oğlu” (Edebiyat ve Sungat Gazetesi, 27 Haziran 1997) makalelerini edebî alandaki iyi örnekler olarak değerlendirmektedirler.51 Aslında doğru olan gerçek de budur: Sovyetler Birliği zamanında Anadolu‟ya Türkmenistan‟dan B. Kerbabayev, Türkmenistan‟a ise Anadolu‟dan Karacaoğlan gitmiĢ, Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanacağı sıralarda da, Türkmenistan dahil tüm Türk Cumhuriyetlerinde Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı tarafından Yunus Emre günleri düzenlenmiĢtir. Türkiye‟ye ise Türkmenistan‟dan Mahtumkulu gelmiĢ, ilk olarak Türk okuru bu büyük Ģairin Ģiirleriyle tanıĢma imkânını bulmuĢtur. Mahtumkulu Ģiir kitabı Himmet Biray tarafından yayına hazırlanmıĢtır…52 Daha sonra ise, Türkiye‟de Türkçe olarak Türkmen fiiir Antolojisi53 ve ağdaĢ Türkmen fiiirlerinden Örnekler54 yayınlanmıĢtır. 1994‟de II. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı yazar Annaguli Nurmemmet‟in Nuh Tufanı romanını Türk okurlarına tanıtmıĢtır. Bu gelmiĢ geçmiĢ çağdaĢ Türkmen edebiyatından Türkiye Türkçesine aktarılarak Türk okuruna sunulan ilk romandır. Türkiye‟de verimli bir Ģekilde çalıĢarak kendini zirveye taĢıyan yazarın buradaki eserleri büyük bir hizmetin, yeni bir dönemin baĢıdır. 55 Türkiye‟de Nuh Tufanı romanını, 1997‟de Cüzam Vadisi, 1999‟da Oğuz Yurdu, 2001‟de Alem-Cihan, 2002‟de ise Büyük Göç romanları takip etmiĢtir. Önde Deniz Var, Sönmeyen Kıvılcım ve Altın Yay romanları ise yayına hazırlanmaktadır. Yazar, 30 destanı içeren 8 Ciltlik Türkmen Göroğlusu‟nu tarihinde ilk defa bir bütün halinde orijinal nüshasıyla Türkiye Türkçesi‟nde yayına hazırlamıĢ, Dede Korkut Destanı‟nın Türkmen Halk nüshasını Türk dünyasının okurlarına sunmuĢtur. Büyük Mahtumkulu‟nun çeĢitli yönlerinin geniĢ çapta Türk okurlarına tanıtılmasında,56 Cezeri‟nin mekanik Robotlar kitabının Türkmen okurlarına ulaĢtırılmasında,57 ünlü Türkmen Ģairi Berdinazar Hudaynazarov‟un Ģiir kitabının58 Türk okurlarına sunulmasında onun imzası vardır. Yazar Annaguli Nurmemmet‟in romanlarını Türk okurları, bilim adamları ve aydınları yeni bir edebiyat çağının, yani “ağdaĢ Türk dünyası edebiyatı döneminin müjdesi” olarak karĢılamıĢlar, onun eserlerini okuyanlar Cengiz Dağcı gibi, Cengiz Aytmatov gibi yeni bir Türk yazarıyla karĢı karĢıya kaldığını anlamıĢlardır.59 ağdaĢ Türk dünyası edebiyatında çığır açmayı baĢaran yazar,60 Türk okurunun da yakından tanıdığı üç addan (Aytmatov, Anar ve Annaguli) biri61 olarak yeni dönemde tarihî romanın yeni bir örneğini ortaya koymuĢ,62 ayrıca Nuh Tufanı gibi çağdaĢ Türk romanına derinlik ve yenilik kazandıran bu tarz eserleriyle Türk romanının dünya çapında bir seviyeye ulaĢmasını sağlayacağını63 göstermiĢtir. Gerçekten de Türkiye‟nin her yerinde zengin kültürümüzün derinliğini Orta Asya kültürü ile kaynaĢtırma fırsatını oluĢturacak bilgili, çağdaĢ, zengin, çok renkli ve aydın bir edebiyatın müjdesi verilmiĢtir. Kerbabayevlerin yapmaya gayret edip, zamanlarının imkânları dahilinde aciz kaldığı fırsat

1402

artık Nurmemmetler tarafından çok iyi değerlendirilmektedir. Ortaya yeni eserler konulmaya baĢlanmıĢtır. Oğuz Yurdu, Büyük Göç nehir romanları tüm Türk dünyasının romanlarıdır, hepimizin, atalarımızın hayatları hakkındaki romanlardır, ortak tarihimizdir ve geçmiĢte nasıl aynı karaktere sahip olduğumuzu çağdaĢ romancının ifadeleri bir kere daha göstermektedir. Türk soylu kardeĢlerimizin her birinin millî edebiyatı bir nehir gibi Türk dünyasının denizlerine akmaktadır. Bu denizlerin beslendiği nehirlerin çok derin ve zengin olduğunu unutulmamalıdır. Artık Azerî Edebiyatı da, Kazak Edebiyatı da, Kırgız Edebiyatı da, Özbek Edebiyatı da, Türk Edebiyatı da, Türkmen edebiyatı da ne kadar kendi içinde büyürse o kadar coĢkuyla Türk dünyasının Edebiyat denizine akacak ve Türk dünyasının edebiyatı, dünya edebiyatının okyanusuna deniz olarak kavuĢacaktır.

1 Türk Dünyasının Ġngilizcesi Anadolu Türkçesi Olsun. Hürriyet Gazetesi, 25 fiubat 2001, s. 23. 2 Ortak Edebiyata Doğru. Yeni fiafak, 28 fiubat 2001, s. 16. 3 Okullar Kurulmalı. Hürriyet Gazetesi, 25 fiubat 2001, s. 23/ve I. Türk Dünyası ÇağdaĢ Edebiyat Günleri toplantısının ilk oturumundaki konuĢmasından. 4 Ortak Edebiyata Doğru. Yeni fiafak, 28 fiubat 2001, s. 16. 5 Ortak Edebiyata Doğru. Yeni fiafak, 28 fiubat 2001, s. 16/ve I. Türk Dünyası ÇağdaĢ Edebiyat Günleri toplantısının ilk oturumundaki konuĢmasından. 6 TOZ, Hıfzı, Kerim Gurbannepesov, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1999, s. 1. 7 KARA, Mehmet, Türkmen Türkleri Edebiyatı, Türk Dünyası El kitabı, IV. Cilt (Türkiye DıĢı Türk Edebiyatları), Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1998, s. 159. 8 TOZ, Hıfzı, Kerim Gurbannepesov, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1999, s. 2. 9 ÇONOĞLU,

Salim,

ağdaĢ

Türkmen

Edebiyatının

Öncü

Yazarlarından

Annaguli

Nurmemmet‟in Romanları, Ankara 2001, Devran Yayınları, s. 9-10. 10

Gullayev N., Eski ve Orta Asırlar Türkmen Edebiyatı, Karakum Dergisi. 1997. 1

sayı, s. 146. 11

Orazov A., Halkın Ruhi Hazinesi, Türkmen Edebiyatı Antolojisi. 1. Cilt. T. C. Kültür

Bakanlığı. Ankara, 1998, s. 22. 12

TürkmenbaĢı S., Ruhnama. AĢgabat 2001. s. 405 (Türkçe neĢri).

13

Gullayev N., a.g.e.

14

Gullayev N., a.g.e.

1403

15

Nurmemmet A., Dünyada ve Türkmenlerde Göroğlu, Göroğlu Türkmen Halk

Destanı, 1. Cilt, Bilig Yayınları Ahmet Yesevi Üniversitesine Yardım Vakfı, Ankara 1996, s. XLVIII-VLIX. 16

Göroğlu Türkmen Halk Destanı. VIII Cilt. Yayına hazırlayan ve aktaran A.

Nurmemmet, Bilig Yayınları Ahmet Yesevi Üniversitesine Yardım Vakfı, Ankara 1996. 17

Tural, S., Tarihten Destana Akan Duyarlılık, AKM Yayınları, Ankara, 1998. 2. baskı,

s. 17-19 ve 24-26. 18

Gorkut Ata, Türkmen Halk Nüshası, Türkmenistan Kolyazmaları Enstitüsü

Yayınları, Ankara 1999, Yayına hazırlayanlar Prof. Dr. Sadık Tural, Annaguli Nurmemmet. 19

Gullayev N., a.g.e. s. 151.

20

Gullayev N., a.g.e. s. 155.

21

Medinede Muhammet, Türkistanda Hoca Ahmet. Yayına hazırlayan Anna Övezov.,

Moskova 1992. 22

Gullayev N., a.g.e. 156 s.

23

Gullayev N., a.g.e. 157-160 s.

24

Gullayev N., s. 167-168.

25

TOZ,

Hıfzı,

Kerim

Gurbannepesov,

(YayınlanmamıĢ

Doktora

Tezi),

Gazi

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ank. 1999, s. 9. 26

Orazov A., a.g.e. 24 s.

27

Orazov A., a.g.e. 24 s.

28

BĠRAY, Himmet, Mahtumkulu Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992, s. 4.

29

BĠRAY, Himmet, a.g.e., s. 14-15-16.

30

TOZ,

Hıfzı,

Kerim

Gurbannepesov,

YayınlanmamıĢ

Doktora

Tezi,

Gazi

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1999, s. 9. 31

TOZ, Hıfzı, a.g.e., s. 15-16.

32

Orazov A., a.g.e. 26 s.

33

TOZ, Hıfzı, a.g.e., s. 22.

34

TOZ, Hıfzı, a.g.e., s. 25.

35

DURDIYEV, Kakacan-KARA Mehmet, Yirminci Yüzyıl Türkmen Edebiyatı, Türk

Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 3, Bahar 1997, s. 6.

1404

36

KARA, Mehmet, Türkmen Türkleri Edebiyatı, Türk Dünyası El kitabı, IV. Cilt

(Türkiye DıĢı Türk Edebiyatları), Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1998, s. 171. 37

TOZ,

Hıfzı,

Kerim

Gurbannepesov,

YayınlanmamıĢ

Doktora

Tezi,

Gazi

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1999, s. 30. 38

KARA, Mehmet, Türkmen Türkleri Edebiyatı, Türk Dünyası El kitabı, IV. Cilt

(Türkiye DıĢı Türk Edebiyatları), Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1998, s. 176. 39

Orazov A., a.g.e. s. 31-32.

40

Türkmen Edebiyatı Antolojisi. 2. Cilt, T. C. Kültür Bakanlığı. Ankara 1998, s. 519-

41

Hudaynazarov B., Yazar Annaguli Nurmemmet‟in Türkiye‟de Yayınlanan Eserleri

552.

Hakkında Söylenenlerden, Cüzzam Vadisi, MYB., Ankara 1997, s. 110. 42

KARAKAfi, fiuayıp, 20. Yüzyıl Türk Dünyası Üzerine Bir Deneme, Türk Dünyası Dil

ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 2, Güz 1996, s. 300. 43

DURDIYEV, Kakacan, KARA, Mehmet, Yirminci Yüzyıl Türkmen Edebiyatı, Türk

Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 3, Bahar 19997, s. 8. 44

DURDIYEV, Kakacan, KARA, Mehmet, Yirminci Yüzyıl Türkmen Edebiyatı, Türk

Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 3, Bahar 19997, s. 9. 45

Nurmemmet A., “Gönlünden Ne Geçiyorsa Yaz. ”, ÇONOĞLU, S., ağdaĢ Türkmen

Edebiyatının Öncü Yazarı Annaguli Nurmemmet‟in Romanları., Devran Yayınları, Ankara 2001, s. 514-515. 46

Memmet A., Kazak Y., Türkmen Türk Edebî Edimlerine Nazar. 160 s., Karagum

Dergisi. 1998, sayı 3. 47

Hikmet N., Magtımgulı. Beyik Türkmen fiahiri Magtımgulının Doglan Gününün 225

Yıllıgına BagıĢlanan Yubiley Yıgındısı. Türkmenistan Ġlimler Akademisi neĢiri, AĢgabat 1961. 35 s. 48

Nurmemmet A., Faruk Sümer‟i Hatırlayıp., 4 Kasım 1997, Nesil Gazetesi.

49

Memmet A., Kazak Y., Türkmen Türk Edebî Edimlerine Nazar, Karakum Dergisi.

1998, sayı 3, s. 160-164. 50

Memmet A., Kazak Y., Türkmen Türk Edebi Edimlerine Nazar, Karakum Dergisi.

1998, sayı 3, s. 160-169. 51

Memmet A., Kazak Y., Türkmen Türk Edebi Edimlerine Nazar, Karakum Dergisi.

1998, sayı 3, s. 160-169.

1405

52

Biray H., Mahtumkulu Divanı., Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992.

53

Türkmen fiiir Antolojisi., Hazırlayanlar Prof. Dr. F. Türkmen ve Prof. Dr. G. Geldiyev,

TÜRKSOY Yayınları, Ankara 1995. 54

ağdaĢ Türkmen fiiirlerinden Örnekler. Hazırlayanlar A. Gurbannepesov ve A.

Atabayev, (Akt: Himmet Biray-Nergis Biray), Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995. 55

Erdem B., Yazar Annaguli Nurmemmet‟in Türkiye‟de Yayınlanan Eserleri

Hakkında Söylenenlerden, Cüzzam Vadisi. MYB, Ankara 1997, s. 105-125/Edebiyat Ġkliminin Ġkrarnamesi, 12 Ağustos 1997, Türkmenistan Nesil Gazetesi. 56

Ankara Üniversitesi Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi. Mahtumkulu Özel Sayısı.

Sayı 18, Nisan 1998, s. 1-280. 57

Bedi üz-Zaman Ebül-Ġz Ġsmail b. Ar-Razzaz el Jezeri. Adatdan DaĢary Mehanik

Gurallaryn Maglumaty Hakda Kitap. Yayına hazırlayan Annaguli Nurmemmet. Türkmenistan Büyükelçiliği. Ankara 2000. 58

Hudaynazarov B., Harikulade Sözler Dünyasına Davet, fiiirler Demeti. Yayına

hazırlayan ve Türkçeye Aktaran A. Nurmemmet. Ankara 1997. 59

Bakiler, Y. B, Annaguli Nurmemmet ve Tufan. 29 Ekim 1994, Türkiye Gazetesi.

60

Polat M., Ortak Türk Edebiyatında Çığır Açan Yazar. Yeni Avrasya Dergisi. Mayıs

2001. Sayı 5. 61

Hızlan D., Ortak Türk Dili ve Kültürü Ġçin Akademi Kurulmalı. 25 fiubat 2001.

Hürriyet Gazetesi. 62

Tural S, Tarihi Romanın Yeni Örneği, Oğuz Yurdu. Ankara 1999, s. 553.

63

Ercilasun B., ÇağdaĢ Bir Türkmen Romanı: Nuh Tufanı. Türkbilig Dergisi. 2000/1.,

s. 4. Ahmet Bican ERCĠLASUN, Usareyle Yazılan Roman, Oğuz Yurdu, Ġpek Yolu Yayınları, Ankara 1999. Ahmet MEMMET, Yener KAZAK, Türk-Türkmen Edebi Edimlerine Nazar, Karakum Dergisi, Sayı: 3, 1998. Annaguli NURMEMMET, Ortak Edebiyata Doğru, Yeni fiafak, 28 fiubat 2001. Annaguli NURMEMMET, Faruk Sümer‟i Hatırlayıp, Nesil Gazetesi, AĢgabat, 4 Kasım 1997. Annaguli NURMEMMET, Göroğlu Türkmen Halk Destanı, Bilig Yayınları, Ahmet Yesevi Üniversitesine Yardım Vakfı, Ankara 1996. Annaguli NURMEMMET, Cezeri‟nin Robotlar Kitabı, “Adattan DaĢarı Mehanik Guralların Maglumatı Hakda Kitap”, Türkmenistan

1406

Büyükelçiliği Yayınları, Devran Matbaası, Ankara 2000. A.

ORAZOV, Halkın Ruhi Hazinesi, Türkmen Edebiyatı Antolojisi, I. Cilt, Kültür Bakanlığı

Yayınları, Ankara 1998. Anna ÖVEZOV, Medine‟de Muhammet, Türkistan‟da Hoca Ahmet, Moskova, 1992. A. GURBANNEPESOV, A. ATABAYEV, ÇağdaĢ Türkmen fiiirinden Örnekler, (Akt: Himmet Biray-Nergis Biray) Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995. Bekir ERDEM, Annaguli Nurmemmet‟in Türkiye‟de Yayınlanan Eserleri Hakkında Söylenenlerden, Türk Dünyası Gençleri Mahtumkulu Yayın Birliği, Ankara 1997. Berdinazar HUDAYNAZAROV, Yazar Annaguli Nurmemmet‟in Türkiye‟de Yayınlanan Eserleri Hakkında Söylenenlerden, Türk Dünyası Gençleri Mahtumkulu Yayın Birliği, Ankara 1997. Berdinazar HUDAYNAZAROV, Harikulade Sözler Dünyasına Davet, fiiirler Demeti, Yayına Hazırlayan ve Türkiye Türkçesine Aktaran: Annaguli Nurmemmet, AfĢar Matbaası, Ankara 1997. Bilge ERCĠLASUN, ağdaĢ Bir Türkmen Romanı: Nuh Tufanı, Türk Bilig Dergisi, Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yayını, 2000/1, Ankara. Cengiz BEKTAfi, Okullar Kurulmalı, Hürriyet Gazetesi, 28 fiubat 2001/I. Türk Dünyası ağdaĢ Edebiyat Günleri toplantısının ilk oturumundaki konuĢmasından. Doğan HIZLAN, Ortak Türk Dili ve Kültürü Ġçin Akademi Kurulmalı, Hürriyet Gazetesi, 25 fiubat 2001. Fikret TÜRKMEN, Türkmen fiiiri Antolojisi, Türksoy Yayınları, Ankara 1995. Hıfzı TOZ, Kerim Gurbannepesov, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1999. Himmet BĠRAY, Mahtumkulu Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992. Kakacan DURDIYEV, Mehmet KARA, Yirminci Yüzyıl Türkmen Edebiyatı, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 3, Bahar 1997. Mehmet KARA, Türkmen Türkleri Edebiyatı, Türk Dünyası El Kitabı, IV. Cilt, (Türkiye DıĢı Türk Edebiyatları), Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1998. M. POLAT, Ortak Türk Dünyasında ığır Açan Yazar, Yeni Avrasya Dergisi, Sayı: 5, Mayıs 2001. N. GULLAYEV, Eski ve Orta Asırlar Türkmen Edebiyatı, Karakum Dergisi, 1997, I. Sayı. N. HĠKMET, Magtımgulu, Beyik Türkmen fiahiri Magtımgulu‟nun Doglan Gününün 225. Yıllıgına BagıĢlanan Yubiley Yıgındısı, Türkmenistan Ġlimler Akademisi NeĢri, AĢgabat 1961. R. RECEBOV, Gadim Türkmen Edebiyatı, AĢgabat1991.

1407

Sadık Kemal TURAL, Tarihten Destana Akan Duyarlık, A. K. M. Yayınları, Ankara 1998, II. Baskı. Sadık Kemal TURAL-Annaguli NURMEMMET, Gorkut Ata Türkmen Halk Nüshası, Türkmenistan Kolyazmaları Enstitüsü yayınları, Ankara 1999. Sadık Kemal TURAL, Tarihi Romanın Yeni Örneği, Oğuz Yurdu, Ġpek Yolu yayınları, Ankara 1999. Salim

ONOĞLU,

ÇağdaĢ

Türkmen

Edebiyatının

Öncü

Yazarlarından

Annaguli

Nurmemmet‟in Romanları, Devran Yayınları, Ankara 2001. Saparmurat TürkmenbaĢı, Ruhname, AĢgabat 2001. fiuayıp KARAKAfi, 20. Yüzyıl Türk Dünyası Üzerine Bir Deneme, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 2, Güz 1996. Yavuz Bülent BAKĠLER, Annaguli Nurmemmet ve Tufan, Türkiye Gazetesi, 29 Ekim 1994. Türk Dünyasının Ġngilizce‟si Anadolu Türkçe‟si Olsun, Hürriyet Gazetesi, 25 fiubat 2001. Ankara Üniversitesi, Tömer, Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi, Mahtumkulu Özel Sayısı, Ankara Nisan 1998.

1408

Türkmenistan'da Destan Dünyası / Yrd. Doç. Dr. Mustafa Arslan [s.872877] Pamukkale Üniversitesi Fen-EdebiyatFakültesi / Türkiye Türkmenistan doğuyla batıyı birleĢtiren yollar üzerinde bulunması sebebiyle tarihî ve coğrafî yönden olduğu kadar, kültürel yönden de Türk dünyasının merkezî ve önemli bölgelerinden biridir. Nüfusunun büyük çoğunluğunu “yerleşik hayata geçmiş Türkler”, baĢka bir söyleyiĢle “Müslümanlığı kabul etmiş Oğuzlar” anlamına gelen “Türkmenler” oluĢturmaktadır. GeçmiĢte büyük istilalara maruz kalmıĢ olmalarına rağmen Sovyetler Birliği‟nin dağılmasıyla 26 Ekim 1991 yılında yeniden bağımsızlığını kazanan Türkmenistan Türkmenleri, Oğuz grubunun özellikle Teke, Yamud, Göklen, avdur, Sarıg, Salur ve Ersarı boylarından müteĢekkildir.1 Türkmenlerin yazılı kültür ortamına 18. yüzyıla doğru geçtikleri kabul edilmektedir. 15. yüzyılda Vefaî‟nin “Revnak‟ül Ġslâm” adlı kitabı yazılmıĢ olsa da, bu eser daha çok Türk dünyasının klâsik ve dinî mahiyetteki eserleri arasında değerlendirilmektedir.2 Günümüzde bile hâlâ sözlü kültür ortamının hakim olduğu Türkmenler, tabii olarak zengin bir folklor hazinesine sahiptirler. Türkmen halkının yüzyıllar boyunca meydana getirdiği ve onların hayat tarzlarını, örf, âdet ve geleneklerini, dünya görüĢlerini içinde saklayan destan, türkü, masal Ģeklindeki kıymetli eserler, bilhassa “Toy-tomaĢa” denilen düğün, ziyafet merasimlerinde veya sohbet toplantılarında sözlü gelenek yoluyla nesilden nesile aktarılagelmiĢtir. Türkmen anlatı geleneğinde destanların çok daha farklı bir yeri ve önemi vardır. Tarihî kayıtlarda zikredilen ve Türklerin ya da Oğuzların menĢeine iliĢkin Han-nâme, Oğuznâme gibi arkaik destanlarla, Oğuzların hayat tarzlarını konu alan Dede Korkut Kitabı‟ndaki anlatmalar Türkmenler için tarihî ve kültürel yönden büyük önem taĢımaktadır. Öte yandan, günümüzde anlatıcılar tarafından halk diliyle söylenen “Göroglı”, “Yusuf Bey-Ahmet Bey” destanları ve Anadolu‟da “halk hikâyesi” olarak adlandırılan “Huyrlukla Hemra, ġasenem Garip, Zöhre-Tahır” gibi “dâstan”lar da, bütün Türkmenler tarafından bilinmekte ve zevkle dinlenmektedir. Bu anlatmalarda “Oğuznâme”lerin ve özellikle “Dede Korkut Hikayeleri”nin önemli derecede tesiri olduğunu ifade etmek gerekir. Biz bu yazımızda, Türkmenistan‟da “epos”, “kahramançılık eposı” veya “halk dâstanı” adıyla anılan ve hâlâ sözlü kültür ortamında yaĢatılan anlatmaları tanıtarak, onları icra eden anlatıcılar ve icra ortamları hakkında bilgi vermeye çalıĢacağız. Yüzyıllar boyunca Türkmen halkı üzerinde derin tesirler uyandırmıĢ, onların insaniyet, kahramanlık, vatanperverlik ve bağımsızlık hislerini takviye etmiĢ anlatmaların baĢında “Göroğlu Destanı” gelmektedir. Malum olduğu üzere, Köroğlu ve onun etrafında teĢekkül eden anlatmalar, sadece Türkmenler arasında değil, Orta Asya‟dan Balkanlar‟a kadar bütün Türk boyları, hatta Gürcü, Ermeni, Tacik gibi Türklere komĢu olan kavimler arasında da yayılmıĢ ve sevilmiĢtir. Tabiî olarak anlatıldığı coğrafyanın geniĢliği, bazı sosyal, tarihî ve kültürel olayların tesiri, destanda bazen küçük olaylar, yeni Ģahıslar vb. gibi önemsiz, bazen da yeni bir hikâyenin oluĢması veya temel pek çok olayın farklılaĢması Ģeklinde kendini gösteren değiĢikliklerin meydana gelmesine sebep olmuĢtur. Bu

1409

durumu gözönüne alan araĢtırıcılar da, Köroğlu anlatmalarını baĢlıca “Doğu” ve “Batı” olmak üzere iki temel versiyon silsilesi etrafında toplamıĢlar; baĢta Anadolu olmak üzere Azerbaycan ve Balkanlar‟daki Türk yerleĢim sahalarıyla, Gürcü, Ermeni ve diğer Kafkasya kavimleri arasında mevcut olan anlatmaları Batı versiyonları; Türkmen, Özbek, Karakalpak, Tatar, Kazak, Kırgız, Uygur Türkleri ile Tacik ve Buhara Arapları arasındaki anlatmaları da Doğu versiyonları içine dahil etmiĢlerdir.3 Destan, Türkmenler arasında “Gör-oglı” (mezarın oğlu), “Ger-oglı” (sağırın oğlu), “Kör-oglı” (körün oğlu) adlarıyla bilinir.4 Türkmen Köroğlu anlatmaları hakkında 17-18. yüzyıllarda yaĢayan Ģair ve yazarların eserleriyle, o yıllarda Türkmenistan bölgesinde bulunmuĢ seyyahların yazılarında bilgiler bulunmakla birlikte, asıl derleme, metin neĢri ve incelemeler Sovyetler Birliği kurulduktan sonraki yıllarda ağırlık kazanmaya baĢlamıĢtır.5 Bu çalıĢmalarda destanın oluĢumu ve geliĢmesi hakkında genel olarak iki görüĢ ağırlık kazanmaktadır: Ġlki Köroğlu destanının, XVI. yüzyıllarda Anadolu, Azerbaycan ve Kafkasya bölgesinde, Celâlî isyanları zamanında, bir Celâlî reisi etrafında teĢekkül ettiği ve sözlü gelenek temsilcileri vasıtasıyla değiĢerek geniĢ bir sahaya yayıldığıdır. Ġkincisi ise, destanın, XVI. yüzyıldan çok daha önce, Ġran-Turan mücadeleleri zamanında Orta Asya‟da oluĢtuğu, sözlü gelenek temsilcileri ve göçler vasıtasıyla yayılarak yeni epizodlar, yeni kahramanlarla değiĢip zenginleĢtiğidir. Esasen bu görüĢler kanaatimizce birbirinden farklı değil, bir bütünün parçalarından ibarettir. ünkü, Köroğlu anlatmalarının çok eski zamanlarda Orta Asya‟da meydana geldiği ve daha sonraki devirlerde farklı coğrafyalarda, farklı sosyo-kültürel Ģartlarla değiĢip zenginleĢtiği fikri, hem kültürel yapıların tarihî geliĢimine uygun düĢmekte hem de son yıllarda elde edilen verilerle doğrulanmaktadır. Öte yandan, hangi bakıĢ açısıyla ele alınırsa alınsın, değiĢmeyen bir Ģey vardır ki, o da, Türkmenlerin diğer kültürel unsurlarda olduğu gibi Köroğlu Destanı‟nın geliĢmesinde ve yayılmasında önemli, aynı zamanda merkezî bir rol oynadığıdır. Destanın bütün versiyonlarında, Türkmen boylarının hayatıyla ilgili olayların büyük tesiri vardır ve anlatmalarda baĢ kahramanın Teke (Yomud) boylarından olduğu dile getirilir. Destanın Türkmen versiyonundaki olaylar, yiğit, akıllı ve usta bir bahĢı (âĢık) olan Türkmen serdarı “Göroglı”nın, özellikle Ġran Ģahlarına karĢı verdiği mücadeleleri konu edinir. Fakat, destanın Sovyetler Birliği zamanında yayınlanan nüshalarında, zaman zaman hakim ideolojiye uygun ifadelerin yer aldığı ve kahramanın Türk (Osmanlı) sultanlarına ya da üst sınıf temsilcilerine karĢı mücadele ettiği fikrinin iĢlendiği de görülür. Bu durum, bilimsel tavra uymayan müdahelelerden kaynaklanmanın yanında, destan kahramanın, destana yeni ilaveler yapılmasına müsait bir yapısının olmasından, yeri geldiğinde bir lider ya da hilekar, düzenbaz bir tip özelliği göstermesinden de kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte destan, Türkmenler arasında yüce ideallerin dile getirildiği ve her devirde örnek oluĢturacak modellerin sergilendiği abidevî bir eser olarak kabul edilmektedir. Destanın Türkmenler üzerinde önemli derecede sosyo-psikolojik izlerinin olduğu, kahramanlık ve mücadele hislerini kuvvetlendirdiği, çağdaĢ Türkmen edebiyatındaki tesirlerinden de anlaĢılmaktadır. Mahmutkulu‟nun Ģiirlerinde veya bahĢıların tasnif ettikleri halk destanlarında (hikayelerinde) bu tesir açık bir Ģekilde görülür.

1410

“Göroglı” destanı Türkmenler arasında “Ģah” (kol-dal) adı verilen bölümlerden müteĢekkildir. Yapılan çalıĢmalarda ellinin üzerinde “Ģah” tespit edilmiĢ olmakla birlikte, bunların çoğu aynı anlatmaların farklı ya da bölünmüĢ Ģekillerinden ibarettir. Kaynaklarda, ilk ciddi derlemenin 1937 yılında Ata epov tarafından meĢhur Pelvan BahĢı‟dan 12 kol/Ģah halinde yapıldığını belirtilmektedir. Bu kol/Ģahlar, “Göroğlu‟nun TüreyiĢi, Göroğlu‟nun EvleniĢi, Ar AlıĢ, Ayvaz (Övez), Ayvaz‟ın Kurtarılması, Ayvaz‟ın EvleniĢi, Arapreyhan, Kırk Binler, Ayvaz‟ın Öfkelenmesi, Kempir (Kocakarı), Harmandeli, Göroğlu Ġle Bezirgan” Ģeklinde adlandırılmaktadır.6 Daha sonraki yıllarda da Türkmen bahĢılarından derlenen diğer anlatmalar da “Türkmen Medeniyet Enstitüsü”ne bağlı olan “Dil ve Edebiyat Enstitüsü”nde saklanmaktadır.7 Türkmenistan sahasında derlenen ve olay örgüsü bakımından bir bütünlük arzeden kol/Ģahları yapısal olarak Ģöyle tasnif etmek mümkündür: I. Hazırlık Bölümü: Olayların zaman ve mekanın belirtildiği, kahramanın ailesinin tanıtıldığı, kahramanın doğumu ve gençliğine ait olayların anlatıldığı epizotları ihtiva eden bölümdür. “Göroglu‟nun Ortaya ıkıĢı” kol/Ģahından ibarettir. II. Kahramanın Maceraları: Bütün tahkiyeli eserlerde olduğu gibi, kahramanın herhangi bir hedef uğruna karĢılaĢtığı problemlerin veya baĢından geçen olayların anlatıldığı epizotlardan müteĢekkil bölümdür. Türkmen Göroglu destanında bu bölüm, gerek merkezî kahraman gerekse onun etrafında yer alan yiğitlerin baĢlarından geçen maceraları içermektedir. Bunlar; Göroglu‟nun Evlenmesi, Göroglu‟nun Reyhanarap‟tan Öç Alması, Göroglu‟nun Ayvaz‟ı andıbil‟e Getirmesi, Göroglu‟nun Ayvaz‟ı Kurtarması, Ayvaz‟ın Evlenmesi, Göroglu‟nun Reyhanarap ile Mücadelesi, Göroglu‟nun Kırk Binler ile Mücadelesi, Ayvaz‟ın Öfkelenmesi, Servican ile Göroglu‟nun Ayvaz‟ı Kurtarması, Ayvaz ile Kırat, Kırat‟ın alınması, Göroglu ile Harmandeli, Gülayım ile Erhasan, Göroglu‟nun Bezirgan‟ı Öldürmesi, Göroglu ile Davut Serdar, Tebli Batır‟ın Ġhanet Etmesi, Ayvaz‟ın oğlu Nurali kol/Ģahlarıdır. III. Sonuç Bölümü: Kahramanın hayatının son zamanlarında yaĢadığı olayların ve ölümünün anlatıldığı “Göroglu‟nun Ölümü” kol/Ģahından ibarettir. Bütün bu bölümlerde nazım-nesir karıĢık bir anlatım tarzı hakimdir. Duygu ve heyecanın yoğun olduğu kollarda manzum kısımların artması, sosyal çevrenin hassasiyet duyduğu olayların belirlenmesi bakımından önem taĢımaktadır. Türkmenistan‟la birlikte Orta Asya sahasında anlatılan ve Oğuz dairesine dahil edilen müĢterek Türk destanlarından biri de Yusuf Bey-Ahmet Bey (Bozoğlan) Destanı‟dır. Destanın oluĢmasında Oğuznâmelerin ve Köroğlu Destanı‟nın önemli derecede tesiri vardır. Özellikle Dede Korkut Hikayeleri ile Köroğlu anlatmalarının bazı epizotlarındaki olaylar destanın bünyesinde yer almıĢtır. AraĢtırıcılar, Yusuf-Ahmet Bey destanını, Dede Korkut ve Köroğlu‟nun buluĢma noktasında gösterirler ve destandaki benzerlikleri yüzyıllar boyunca süregelen anlatı geleneğinin bir sonucu olarak ifade ederler.8

1411

Destanda, Yemreli boyundan iki amca çocuğu Yusuf Bey ve Ahmet Bey‟in dayıları Isfahan padiĢahı Bozoğlan Han ile aralarının açılması, on bin çadırlık boylarıyla birlikte Harezm diyarına gelmeleri, burada Hive Han‟ı Eralı Han ve kardeĢi Nedir Soltan‟ın kızlarıyla evlenmeleri, Müsür Ģehrinin putperest hükümdarı tarafından hile ile esir edilmeleri, yedi yıl zindanda yattıktan sonra kendi gayretleriyle esaretten kurtulmaları ve Gözel ġah‟la savaĢıp intikam almaları anlatılmaktadır.9 Yusuf Bey-Ahmet Bey Destanı, edebî ve estetik yönden de seviye kazanmıĢ ve Türkmen bahĢıları baĢta olmak üzere

diğer

Orta Asya

Türk kavimlerindeki anlatıcılar

tarafından

söylenegelmiĢtir. Manzum ve mensur karıĢık bir yapı arz eden destan, asırlarca Orta Asya Türklüğünün millî Ģuurunun güçlenmesinde ve millî birliğin ihyasında önemli bir rol oynamıĢtır. 10 Türkmenistan‟da Göroğlu ve Yusuf Bey-Ahmet Bey destanları dıĢında, herkes tarafından sevilen halk destanları (hikayeleri) da mevcuttur. Bunlar Türkmenler arasında olduğu kadar, genellikle bütün Türk dünyasında ve komĢu kavimler içinde de anlatılmaktadırlar. Kahramanlık unsurlarından daha çok aĢk unsurlarıyla ön plana çıkan bu anlatmaların Türkmenistan‟da en yaygın olanlarından biri “ġasenem Garip”tir. ÂĢık Garip adıyla bilinen halk hikayesinin Türkmen versiyonu olarak tanımlanan “ġasenem Garip”, aĢk konusu üzerine kurulmuĢ, realist çizgileri diğer hikayelere nazaran daha da artmıĢ bir halk hikayesidir. Hikayede bazı destan ve masal unsurlarının olduğu, fakat bunların anlatı geleneğinden kaynaklandığı ifade edilir.11 Bugün “Türkmenistan Ġlimler Akademisi Edebiyat ve Dil Enstitüsü El Yazmaları Bölümü”nde 14 yazma ve 6 litoğraf usulü ile basılmıĢ ÂĢık Garip nüshası ile sözlü gelenekten derlenen pek çok metnin bulunduğunu biliyoruz.12 Kanaatimizce bahĢıların anlattığı “Helalay Garıp” hikayesi de ÂĢık Garip‟in sosyal çevre bağlamında yeniden üretilen eĢ-metinlerinden biridir. Türkmenistan anlatılan halk destanlarından biri de “Neceb Oğlan”dır. BahĢıların hayatıyla ilgili olayları konu alan anlatma, ustanın yanında eğitim gören bahĢı adayı gençlerin âdab-erkanı yanında müĢterek Türk kültürünün sıkı bağlarını göstermesi bakımından da önemlidir. Anlatmanın olay örgüsü kısaca Ģöyledir: “Harezm‟de Elbend adında bir bahĢı yaĢar. Birgün bir kervanla birlikte Ganj‟a gider. Orada Elbend‟in sevdiği Sona adlı bir kız yaĢamaktadır. Harezmli bahĢının türküleri ve müziği Sona‟yı büyüler ve evlenirler. Sonan‟ın ilk evliliğinden olan Neceb ile birlikte Harezm‟e dönerler. Üvey babasıyla aralarında ihtilaf çıkan Neceb, bahĢı olmaya karar verir, ÂĢık Aydın‟a gider. Denemeleri baĢarıp ve geriye usta bir bahĢı olarak dönen Neceb, karĢılaĢtığı herkesi alteder. Fakat düĢmanlarının onu karalaması sebebiyle idama mahkum edilir. Harezm halkının ve sevgilisi Milayım‟ın yardımıyla idamdan kurtulur. Fakat Harezm‟i terketmek zorunda kalırlar.” AraĢtırıcılar bu anlatmanın genellikle Türkmenistan‟da bulunan bahĢı okullarıyla ilgili olduğunu, Türk anlatı geleneğinin ustalıklarına dair pek çok unsuru ihtiva ettiğini ifade etmektedirler. 13 BahĢı tipine iliĢkin bir baĢka anlatma da “Sayat ve Hemra”dır. XVIII. yüzyılda tasnif edildiği ifade edilen hikayenin kahramanı Hemra ve babası bahĢıdır. Hemra, yiğit Sayat‟ı deyiĢleriyle büyüler.

1412

Babası Ahmet bahĢılığı sayesinde idam sehpasından kurtulur, deyiĢleriyle turna sürülerini bile etkilemektedir.14 “Zöhre-Tahir”

hikayesi

de Türkmenler

arasında

yaygın

olan

aĢk ve bahĢı konulu anlatmalardandır. Olay örgüsü bakımından diğer sahalardaki anlatmalardan15 pek farklı olmamakla birlikte Karrıev, Türkmen anlatmalarında hikayenin musannifi Molla Nepes‟in de âĢık çiftin eğitmeni ve onlara çeĢitli problemlerinde yardımcı olan bir kahraman olarak olaylara dahil edildiğini belirtir.16 Oysa son yıllarda yapılan araĢtırmalar hikayenin ilk defa Molla Nepes değil, Seyyidmuhammet Sayyadı tarafından tasnif edildiğini, Sayyadı‟nın da hikayeyi babası “Baba (Hudayberdi) BahĢı” ve dedesi “Annamırat BahĢı”dan dinlediğini ortaya koymaktadır.17 Mesnevî tarzında neĢredilen anlatmada güzel türküler söylemenin fazileti ön plana çıkarılmaktadır. “Dövletyar” ve “ġukur BahĢı”18 adlı hikayeler tamamen biyografik özelliktedirler. Birincisinde, özgürlüğünü kazanmak için Ġran Ģahının bahĢısıyla karĢılaĢan Türkmen bahĢısı Dövletyar‟ın; ikicisinde ise kardeĢini esaretten kurtarmak için Ġran‟a giden ve saray bahĢısı Gulam ile karĢılaĢan ġukur BahĢı‟nın maceralarını ihtiva etmektedir. Her ikisinde de Türkmen bahĢılar kazanır. Bu anlatmaların temelinde, Türkmenlerin uzun yıllar Ġranlılarla yaptıkları mücadelelerin psikolojik izlerinin olduğu açıkça belli olmaktadır. Bu anlatmaların dıĢında “Naztepe, Melike Dilaram, Ray ini, Helalay Garıp, Kasım Oğlan, Seyfülmelek-Medhalcemal,

Gül-Senuber,

Gül-Bilbil,

Ibrayım

Halıl,

Gülpam,

Hatamtay,

Muhammethanapı” gibi bahĢılardan derlenen pek çok anlatma da günümüzde “Dessanlar” veya “Türkmen Halk Dassanları” serisi halinde neĢredilmiĢtir.19 Türkmenistan‟da anlatılan bu eserlerde dikkati çeken önemli noktalardan biri, özellikle baĢ kahramanın sadece yiğit, cesur ve fizik gücüyle ön plana çıkan bir tip değil, aynı zamanda aklını ve zekasını en iyi Ģekilde kullanan âĢık, müzisyen ve doğaçlama deyiĢler söyleyebilen bir sanatçı, bir fikir adamı hüviyetindedir. SavaĢ meydanlarında bile onlar sadece silahla değil, keskin söz ve müzikle savaĢmaktadırlar. Anlatmaların tamamı nesir-nazım karıĢık bir yapıdadır. Anlatıcılar, kahramanların iç dünyalarına, psikolojik durumlarına da yer vererek hedefledikleri idealleri halka aktarma gayreti içinde olmuĢlardır. Türk kültürünün pek çok tarihî, sosyo-kültürel unsurlarını ihtiva eden bu anlatmaların Türkmenler arasında yayılmasında, sevilmesinde ve aynı zamanda günümüze taĢınmasında, Ģüphesiz “bahĢı” olarak adlandırılan anlatıcıların çok önemli bir yeri ve fonksiyonu bulunmaktadır. Türkmen halkı arasında yaygın olan, “Her iĢin vagtı yagĢıdır, toyun geliĢigi bagĢıdır” (Her iĢin zamanında yapılması iyidir, bahĢılar toyun süsüdürler) veya “Yurda bela geler bolsa, töre bilen tozan geler; Yurda dövlet gonar bolsa, bagĢı bilen ozan geler” (Toz toprak göründüğünde ülke için felâket bekle, bahĢı, ozan göründüğünde ülke için mutluluk bekle) Ģeklindeki atasözleri, “Toy-tomaĢa”larda en büyük saygının bahĢılara gösterildiğini, onların iyilik habercisi, sevinç ve mutluluk timsali olduklarını açık bir Ģekilde ortaya koymaktadır. BahĢılar, sadece Köroğlu Destanı‟nı değil, aynı zamanda “YaĢlı Kemine,

1413

Yurtsever Zelilî, ÂĢık Molla Nefes, Mihtacî” gibi 18-19. yüzyılın seçkin Ģairlerinin eserlerini de günümüze taĢımıĢlardır.20 BahĢı, eski Türk kültür hayatında “sihirbazlık, rakkaslık, mûsikîĢinâslık, hekimlik, Ģairlik gibi birçok vasfı kendisinde toplayan”21 ve Ġslâmiyet‟in tesiriyle birlikte Anadolu‟da “ÂĢık”22 adıyla anılmaya baĢlayan sözlü edebiyattaki yaratıcı-anlatıcı tipin, Türkmenistan‟daki temsilcisidir.23 M. Fuad Köprülü, Türk edebiyatının menĢei ve geliĢme devreleri üzerinde dururken bu yaratıcıanlatıcı tipin, “Tonguzlarda ġaman, Moğol ve Buryatlarda Bo veya Bugué, Yakutlarda Oyun, Altay Türklerinde Kam, Samoyetlerde Tadibei, Finovalılarda Tietoejoe (bakıcı), Kırgızlarda Baksı-BakĢı, Oğuzlarda Ozan” adıyla anıldıklarını ve bunların en eski Türk Ģairleri olduklarını belirtir. 24 AraĢtırıcı ayrıca, eski ve yeni Türk lehçelerinde “bakĢı, bahĢi, bahĢı, bagĢı, baksı, baksa” Ģekillerinde karĢılaĢtığımız bu kelimenin, Moğolca ve Mançuca gibi baĢka Altay dillerinde de görüldüğünü ifade ederek, kelimenin çeĢitli Türk boylarında ve değiĢik devirlerde aldığı Ģekil ve mânâ üzerinde durur; Hazar ötesi Türkmenler arasında “iki telli tanburalarıyla koĢuklar okuyan halk Ģairi” mânâsındaki “bagĢı” Ģeklinin daha yaygın olduğunu söyler.25 Fakat, Türkmen bahĢıları hakkında çok eski devirlere ait bilgiler olmadığı gibi, sonraki devirlerde yapılan çalıĢmalar da onların değerini ve sanatını ortaya koyacak nitelikte değildir. Türkmen bahĢıları hakkındaki en eski bilgileri, çeĢitli vesilelerle 19. yüzyılda Türkmenistan‟da bulunmuĢ olan yazarlardan öğreniyoruz. 1860-1861 yıllarında Ġran ordusu içinde fotoğrafçılık yapmak üzere bulunan Fransız soylularından subay Henri de Couliboeuf de Blocqueville, Türkmenlere esir düĢüp, on dört ay boyunca onlarla birlikte yaĢadıktan sonra serbest bırakılmıĢ ve anılarını bir kitapta toplamıĢtır.26 Yazar, bu eserinde hemen hemen bütün Türkmenlerin dutar çaldığını ve Ģarkı söylediğini belirterek, dutar ve bahĢıların icrasıyla ilgili bilgiler verir. Yazara göre, “kıĢın bir çadırda saz çalındığında, çadırın içinde yer bulamayanlar dıĢarda kürklerine bürünür, çömelir ve çalgı bitinceye kadar öylece dinlerler. Dutar, mandoline benzeyen bir enstrüman olup, sadece boyun kısmı daha uzundur. Dutarın oval Ģeklindeki gövdesi umumiyetle dut ağacından oyulur. Üzerinde delikler bulunan teknenin üstüne bükülmüĢ ipekten telleri taĢıyan bir köprü konulmuĢtur. Ġranlıların aksine Türkmenler, göğüs sesi ile Ģarkı söylerler. Baksı adı verilen müzisyenin ölçülü bir davranıĢ tarzı ve çeĢitli özellikleri vardır. Giydiği elbiseler temiz, hatta bir parça orijinaldir. Baksı, her gittiği yerde dostça karĢılanır, baĢkalarına nispetle daha çok itibar görür. Ġlk çay, ilk çilim kendisine uzatılır, sohbet esnasında yine ilk söz baksıya aittir.”27 De Blocqueville, Türkmenler arasında bulunduğu yıllarda “Car oğlan ve Abdurrahman” adlı bahĢıların çok meĢhur olduğunu belirterek, bahĢılar kadar olmamakla birlikte masal ve hikâye anlatanların da takdir edildiğini ifade eder.28 Armin Herman Vambery, 1863 yılında Türkmenistan‟a yaptığı seyahatten bahseden eserinde, Türkmen bahĢıları hakkında, “Türkmenler için en büyük zevk, bahĢının geliĢi ve dutar eĢliğinde Köroğlu veya Mahdum Kulu türkülerini icra etmesidir” diyerek, onların Türkmenler arasında ne derece rağbet gördüğünü ifade etmektedir.29

1414

Baba Veliyev, A. P. Arhinov‟un da aynı yıllarda Türkmenistan‟ı ziyaret ettiğini ve daha sonra ziyaret notlarını yayınlarken bahĢılar hakkında da bilgi verdiğini zikretmektedir. Yazara göre, Arhinov, 1864 yılında MangıĢlak Türkmenleri arasında bulunduğu zaman “Kör Süleyman BahĢı, Allagulı BahĢı ve Acımırat BahĢı”nın yer aldığı bir meclise gitmiĢ, onları dinlemek fırsatını elde etmiĢtir. Aynı zamanda adı geçen bahĢılardan destanlar derlemiĢ, Köroğlu Destanı‟ndan aldığı bir Ģiiri de yayınlamıĢtır.30 Veliyev, ayrıca, Oğuz Türkçesinin Batı‟da konuĢulan Ģive ve ağızlarında olduğu gibi, Türkmenler arasında da, eskiden destan anlatıcısı mânâsında kullanılan “ozan” kelimesinin “archaic” bir Ģekil aldığını, onun yerine “bagĢı” kelimesinin kullanıldığını ifade eder.31 Türkmen bahĢıları genellikle “termeci bagĢılar” ve “dessançı bagĢılar” olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.32 “Termeci” bahĢılar, az çok eğitim görmüĢ olan ve “dessançı” bahĢıların bulunmadığı yerlerde Köroğlu veya diğer Türkmen destanlarını “Rus destan icracılarının ölçü sistemini andıran tumturaklı bir tarzda” okuyan ve halk tarafından daha çok “Kıssacı” adıyla anılan anlatıcılardır. “Kıssacı”ların adlarının baĢına genellikle “Molla” sıfatı eklenmiĢtir. “Molla Nepes”, “Molla Puri” en usta “kıssacı”lardan olup, yetenekli bir hikâyeci, derlemeci ve Ģairdirler.33 “Kıssacı”lar, hikâyeleri daha çok kendi köylerinde veya yakın köylerde okumaktadırlar. Onların icrası “toy-tomaĢa”larla aynı zamanda değildir ve çok büyük bir dinleyici kitlesi toplanmaz. Fakat, “kıssacı”ları dinlemeye okur-yazar olmayan “dessançı bagĢı”lar da gelir. Onlar, okunanları ezberlemeye ve kendi tarzlarında iĢleyip daha geniĢ dinleyici kitlesine yaymaya çalıĢırlar. Böylece, bahĢıların repertuvarlarında ünlü halk hikâyelerinden ve baĢka Ģairlerin özel eserlerinden örnekler de bulunur.34 Köroğlu veya diğer destanları anlatan “dessançı” bahĢılar ise, yüksek kabiliyetleri ve profesyonellikleriyle ayırt edilen, aynı zamanda küçük yaĢlardan itibaren usta bahĢıların yanında yetiĢip, ustalaĢınca da ustalarının yönetiminde icraya devam eden, gelenekten yetiĢmiĢ anlatıcılardır ve asıl “bagĢı” onlardır.35 BahĢılar, manzum ve mensur karıĢık olan destanları, özellikle Köroğlu Destanı‟nı gösteriĢli bir Ģekilde dile getirirler. Bazen akĢamdan gün ağarıncaya kadar, bazen birkaç gün boyunca dinleyiciler tarafından sevilen Köroğlu türkülerini ve diğer eserleri söylerler. Hemen hemen her zaman yanlarında bir veya iki müzisyenin çaldığı “dutar”, “gıdyak” (dutardan daha küçük telli bir çalgı) veya “tuyduk” (nefesli bir çalgı, düdük) eĢliğinde bu icra yerine getirilir. Dinleyiciler bahĢıyı “sağ bol”, “yaĢa”, “berekella” (aferin) nidalarıyla ödüllendirirler. Halk geleneğinde, türkü sipariĢinde bahĢılara değerli hediyeler verilir.36 Asrımızda, Türkmenistan sahasında “Pelvan BagĢı, Nazar Baga BagĢı, Cumamırat Ovaz, Annaımrat BagĢı, Baba BagĢı, Pürlü Sarı, Saparov BagĢı, Gurbancuma oğlu, Boldumsazlı Palta BagĢı, Övlüyagulı BagĢı Goçoğlu, Gurbandurdı BagĢı, Nedir BagĢı, Begenç BagĢı, erkez Babayev” gibi pek çok bahĢı yaĢamıĢ olmakla birlikte, onlar hakkında yeterli bilgiye sahip olamadığımız araĢtırıcılarca ifade edilmektedir.37 Biz, baĢvurduğumuz kaynaklarda eski bahĢılardan sadece Pelvan BahĢı hakkında az da olsa bilgi bulabildik. Buna göre, Türkmen halkı arasında “Pelvan Hoca” adıyla

1415

bilinen Pelvan BahĢı Ata Hoca oğlu, 1890 yılında “Tagta” ilçesinde doğmuĢtur. Pelvan BahĢı, bahĢılar neslinden gelmektedir. Babası yaĢadığı devrin ünlü bahĢılarından “Ata Hoca”dır ve 1920 yılında vefat etmiĢtir. Ata Hoca‟nın babası “Atanazar Hoca”, onun babası “Goç Hoca” adıyla bilinir. Ata Hoca‟nın kardeĢi “Durdu Hoca” sazendelik yaparmıĢ. Pelvan BahĢı, Köroğlu Destanı‟nın kırk dört kolunu anlattığı söylenen babası Ata Hoca‟dan sadece yirmi kol öğrenebilmiĢtir. O, Köroğlu Destanı‟ndan baĢka, “Hüyrlukga Hemra”, “Sayatlı Hemra”, “Baba RövĢen” destanlarını da anlatmıĢtır. Pelvan BahĢı‟nın ataları destanları dutar eĢliğinde söylemiĢlerdir, fakat o, yanında bir de “gıdyakçı” bulundurmuĢtur. 1943 yılında vefat eden “Pircan gıdyakçı” hayatının sonuna kadar her zaman Pelvan BahĢı ile beraber olmuĢtur. 1924 yılında V. Uspenski, Pelvan BahĢı ve Pircan ile görüĢmüĢ, daha sonra yayınladığı “Türkmen Müziği” adlı eserinde onlar hakkında bilgi vermiĢtir. Uspenki, Pelvan BahĢı‟nın söylediği “Kırat gel, Kara nergiz, Medresenâme, Vefasız yarim gel, Sanem can, Sana ne oldu, Ninniler yavrum” adlı yedi türküyü notaya geçirmiĢtir. Pelvan BahĢı, 1939 yılında 49 yaĢında iken vefat etmiĢtir. 38 Yüzyıllardan beri gerek yaratıcılıkları gerekse kendilerinden önceki nesillerden aldıklarıyla sadece Türk ya da Türkmen kültürü değil, aynı zamanda Doğu ve Batı kültürleri arasında da önemli bir iĢlev üstlenmiĢ olan bahĢılar, günümüzde eskisi kadar olmasa da hâlâ varlıklarını sürdürmekte ve toplum içinde önemli bir mevki iĢgal etmektedirler. Onların tarih boyunca üstlenmiĢ oldukları iĢlev ve misyonun, değiĢen ve küreselleĢen dünya Ģartları içinde devamının sağlanması, kanaatimizce kültür gerçeğini tanımak ve kültür ürünleri üreten bu tabii fabrikalara gereken değeri ve ilgiyi göstermekle mümkündür. Bu bağlamda, Türkmenistan‟ın baĢta da belirtmiĢ olduğumuz “merkezî” ve “birleĢtirici” olma özelliğinden dolayı araĢtırıcılara ve idarecilere daha da büyük sorumluluklar düĢmektedir. 1 Türkmen ve Türkmenistan tarihi hakkında daha geniĢ bilgi için bkz.: Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy TeĢkilatı-Destanları, Ankara, 1972; Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, Ankara, 1993; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971; Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine GiriĢ, Ġstanbul, 1981; Ġbrahim Kafesoğlu, “Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti”, Jean Deny Armağanı, Ankara, 1958. 2 Bkz. M. N. Hıdırov, Türkmen Dilinin Tarihinden Materyaller, AĢgabat, 1962; Halık Köroglı, Turkmenskaya Literatura, Moskova, 1972. 3 Köroğlu anlatmalarının bu Ģekilde tasnif edilmesiyle ilgili bkz.: Fikret Türkmen, “Köroğlu‟nun Özbek ve Ermeni Varyantları”, Köroğlu Semineri Bildirileri, BaĢbakanlık Basımevi, Ankara, 1983, s. 83-90; ”Köroğlu Hikâyelerinin Yayılma Sahaları ve MenĢe Meselesi”, E. Ü., TDEAD, S. IV, Ġzmir, 1985, s. 9-19; “Köroğlu Hikâyelerinin Anadolu ve Türkmen Varyantları”, E. Ü., TDEAD., S. V, Ġzmir, 1989, s. 7-8; Dursun Yıldırım, “Köroğlu Destanı‟nın Ortaasya Rivayetleri”, Köroğlu Semineri Bildirleri, s. 103-174.

1416

4 Karrıev, B. A.; Epiçeskie Skazaniya o Ker-oglı u Tyurko Yazıçnı Narodov, Moskova, 1968, s. 101. 5 Köroğlu Destanı‟nın Türkmen anlatmaları üzerine yapılan çalıĢmalarla ilgili geniĢ bilgi için bkz.: Aleksandre Chodzko, Specimens of the Populer Poetry of Persian Kuroglou, London-1842 (Yeniden baskı, 1971, Burt Franklin, New York); Pertev Naili Boratav, Köroğlu Destanı, Ġstanbul, 1931, (Yeniden baskı, Adam Yay., Ġstanbul, 1984); Fikret Türkmen, “Köroğlu” Maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ans., C. V, s. 416-420; V. M. Jirmunsky- H. T. Zarifov, Uzbeksky Narodnıy Geroiçeskiy Epos, Moskova, 1947; B. A. Karrıev, Epiçeskie Skazaniya o Ker-oglı u Tyurko Yazıçnı narodov, Moskova, 1968; Mustafa Arslan, Köroğlu Destanı‟nın Türkmen Versiyonu Üzerine Mukayeseli Bir Ġnceleme, E.Ü. SBE., Ġzmir, 1997 (BasılmamıĢ Doktora Tezi). 6 Köseyev, Meti; Göroglı Türkmen Halk Eposı, AĢgabat, 1980, s. 8-9; B. A. Karrıev, a.g.e., s. 104. 7 Bu Ģah/kollardan yirmisi tarafımızdan doktora çalıĢmasında esas alınmıĢtır. Bkz.: Mustafa Arslan, Köroğlu Destanı‟nın Türkmen Versiyonu Üzerine Mukayeseli Bir Ġnceleme, E.Ü. SBE., Ġzmir, 1997 (BasılmamıĢ Doktora Tezi). Ayrıca toplanan malzemelerin önemli bir bölümü Annagulı Murmemmet tarafından ülkemizde yayınlanmıĢtır. Bkz.: Annagulı Murmemmet, Göroğlu-Türkmen Halk Destanı, Ankara, 1996. 8 Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 105-106; Ġsa Özkan, Yusuf Bey-Ahmet Bey (Bozoğlan) Destanı, Ankara, 1989, s. 16 vd. 9 Özkan, Ġsa; a.g.e., s. 63. 10

Destanla ilgili daha geniĢ bilgi için bkz.: Ġsa Özkan, a.g.e.

11

Türkmen, Fikret; ÂĢık Garip Hikayesi Ġnceleme-Metin, Ankara, 1995, s. 2.

12

Konuyla ilgili geniĢ bilgi için bkz.: Fikret Türkmen, a.g.e.

13

Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 135.; Nepes Hocayev, Necep Oglan, AĢgabat, 1943.

14

Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 136.

15

Tahir ile Zühre hikayesinin bütün varyantları hakkında geniĢ bilgi için bkz.: Fikret

Türkmen, Tahir ile Zühre, Ankara 1983. 16

Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 136.

17

Sayyadı,

Seyyidmuhammet;

Zöhre-Tahır,

Yayına

Memmetcumayev, AĢgabat, 1998. 18

Hocayev, Nepes; Türkmen Halk Dastanları, AĢgabat, 1941.

1417

hazırlayan:

Araznepes

19

Dessanlar, AĢgabat, 1982; Türkmen Halk Dessanları, Yayına hazırlayan: Amangul

Garrıeva, AĢgabat, 1993; Türkmen Halk Dessanları, Yayına hazırlayan: Akmuhammet AĢırov, AĢgabat, 1993. 20

Karrıev, B. A; a.g.e., s. 126-127.

21

Köprülü, M. Fuad; Türk Edebiyatı Tarihi, s. 67.

22

Günay, Umay; ÂĢık Tarzı ġiir Geleneği ve Rüya Motifi, AKM. Yay., Ankara, 1986, s.

23

“BahĢı” kelimesinin mânâsı, etimolojisi ve çeĢitli Türk boylarının sözlü ve yazılı

1-22.

edebiyatlarında geçirdiği fonetik ve semantik değiĢiklikler için bkz.: M. Fuad Körpülü, “BahĢı”, Ġslâm Ans., Cüz. XIII, Ġstanbul, 1942, s. 233-238; Edebiyat AraĢtırmaları, Ötüken Yay., Ġstanbul, 1989, (3. basım) s. 145-156; Osman Fikri Serkaya, “Eski Türk ġiirlerinin Kaynaklarına Toplu BakıĢ”, Türk Dili Türk ġiiri Özel Sayısı, Ocak 1986, S. 409, s. 65. 24

Köprülü, M. Fuad; Edebiyat AraĢtırmaları-I, Ötüken Yay., Ġstanbul, 1989, (3. basım),

s. 56-72. 25

Körprülü, a.g.e., s. 145-156.

26

De Blocqueville, Henri de Coluliboeuf; Türkmenler Arasında, ev.: Rıza Akdemir,

Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1986. 27

De Blocqueville, Henri de Couliboeuf; a.g.e., s. 70-71.

28

De Blocqueville; a.g.e., s. 73.

29

Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 126.

30

Veliyev, Baba; Türkmen Halk Poeziyası, AĢgabat, 1983, s. 5.

31

Veliyev, Baba; a.g.e., s. 16-17.

32

Cumaliyev, S.; “BagĢı” Maddesi, Türkmen Sovet Ansiklopediyası, 1. tom (cilt),

AĢgabat, 1974, s. 276. 33

Karrıev, B. A.; Epiçeskie Skazaniya o Ker-oglı, s. 128.

34

“Dessançı” Maddesi, Türkmen Sovet Ansiklopediyası, 3. tom (cilt), AĢgabat, 1981, s.

131; B. A. Karrıev, a.g.e., s. 128. 35

Karrıev; a.g.e., s. 127.

36

Karrıev; a.g.e., s. 127; Cumaliyev, S., “BagĢı” Maddesi, s. 276.

37

Karrıev; a.g.e., s. 126-139; Baba Veliyev, Türkmen Halk Poeziyası, s. 4-20; S.

Cumaliyev, “BagĢı” Maddesi, Türkmen Sovet Ansiklopediyası 1. tom, AĢgabat, 1974, s. 276;

1418

Annagulı Murmemmet, Göroğlu Türkmen Halk Destanı, Bilig Yay. Ankara, 1996, C. 1-5 (Golyazmaları bölümlerinde). 38

Göroğlu, Türkmen Halk Destanı, Yayına Hazırlayan: Annagulı Nurmemmet, C. 1, s.

319-321.

1419

Türkmen Halk Edebiyatında Destan Geleneği / Yrd. Doç. Dr. Melek Erdem [s.878-884] Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi /Türkiye 1. GiriĢ ürk kültürünün en önemli unsurlarından biri olan, kazanılan bir zafer sonrasında, verimli, iyi geçen bir av sonrasında, evlilik, çocuğa ad verme gibi çeĢitli sebeplerle düzenlenen toylarda icra edilen destan söyleme geleneği, eski Türklerden bu yana, yöneten ve yönetilen kesimin ortak eğlence anlayıĢı olarak günümüze kadar gelmiĢtir. Dünya üzerinde hemen hemen her milletin, dünyanın ve insanın yaratılıĢına dair destanları vardır. YaratılıĢ destanlarında “tanrı”, “savaĢ”, “güneĢ” ve “ay” gibi kavramların farklılığı dikkat çekicidir. Bu destanları millî yapan özellikler de bu farklılıklardır. Birçok milletin yaratılıĢ destanlarında görülen birden fazla tanrı anlayıĢına karĢın Türk destanlarında “tek tanrı” inanıĢı görülmekte, savaĢın her zaman yüce bir ideal için yapılması söz konusu olmakta, evren içerisinde “güneĢ” ve “ay” kavramları gerçek yerlerine oturtulmakta ve bu kontekst içerisinde “ıĢık” önemli bir yer tutmaktadır. 1 Türk destanlarında diğer milletlerin destanlarına göre daha gerçekçi ve kendi içinde mantığı olan bir destan yapısı karĢımıza çıkmaktadır. Her milletin destanında sembolleĢtirdiği, kutsal gördüğü hayvanlar vardır. Türklerde de bu sembol “kurt” olarak mevcuttur.2 Türklerde oldukça köklü bir destan geleneği olduğu tarihî bir gerçektir. YaratılıĢ ve TüreyiĢ destanlarının yanı sıra Göç, Bozkurt, Ergenekon, Oğuz Kağan ve Dede Korkut destanları bu geleneğin önemli yapı taĢlarından sadece bir kaçıdır. Ögel, ince kaynaklara istinaden, M.Ö. II. yüzyılda Motun Yabgu zamanında da Oğuz Kağan destanının saz eĢliğinde halk arasında çalınıp söylendiğini belirterek Türklerde oldukça köklü bir destan geleneği olduğuna iĢaret etmiĢtir.3 Bu büyük Türk kültür hazinesinin bir parçasını teĢkil eden Türkmen halk edebiyatı da çok zengin sözlü gelenek ürünlerine sahip olmanın yanı sıra Türk dünyasının kuzeydoğu sahasından Anadolu‟ya uzanan bir zemin üzerinde, eski Türk destan geleneğinin izlerini sürdürmektedir. Rus Komünist BolĢevik Partisi‟nin Merkez Komitesi‟nin (RKBP-MK) 18 Haziran 1925‟te edebiyat hakkında aldığı kararlar4 üzerine Türkmenistan‟da da, Gorki‟nin demeçleri ile baĢlayan rejime uygun çalıĢmalar, bu geleneğin izlerini silmeye çalıĢtıysa da köklü bir geçmiĢe sahip bu sözlü gelenek, halk arasında istikrarla devam etmiĢtir. Türkmen Türkçesi özelliklerinin XVIII. yüzyılda Mağtımgulı‟nın eserlerinde su yüzüne çıkmaya baĢlaması ile Türkmen halk edebiyatı da aslında yavaĢ yavaĢ ĢekillenmiĢtir. Mağtımgulı‟nın5 baĢlattığı edebî mektebi devam ettiren Seydi, Zelili, Kemine, Mollanepes gibi Ģairler ve eserleri, aynı zamanda Türk halk sözlü geleneğinin Türkmenistan sahasındaki temsilcileri ve Türkmen bağĢılık mekteplerinin önemli temsilcileridir. Azadi, Mağtımgulı, Andalip, Mağrupi, ġabende ve ġeydayi‟nin eserleri XVIII. yüzyıl sonlarındaki ve XIX. yüzyıl Ģairleri için önemli bir mektep olmuĢtur. Mağtımgulı‟nın eserlerinde görüldüğü üzere,

1420

Seydi ve Zelili‟nin de bu dönemdeki hadiselere, çağdaĢlarına göre daha çok ağırlık vermeleri, Ģiirlerinde vatan ve millet fikirlerinin daha derin olması dikkati çeker. Bu dönem eserlerinin çoğu da Sarı BağĢı, Durdı BağĢı, Hallı BağĢı gibi son dönemlerin üstad bağĢılarınca halk aydımları (türküleri) Ģeklinde saz eĢliğinde söylenegelmiĢtir. Atayev, bu dönem Türkmen Ģairlerini eserlerindeki farklılıklara göre üç gruba ayırmıĢtır: 6 1. Doğu edebiyatının geleneklerini devam ettirenler veya “kitabî stil”de eser verenler: Bunlar daha çok ağatay Türkçesi ile yazmıĢlardır. Ġmameddin Nesimi, Ali ġir Nevai, Muhammed Fuzuli‟nin yanı sıra Dövletmämmed Azadi, Mahmut Gayıbi ve ġeydayi gazelleriyle, Andalip de tahmisleriyle dikkati çekmiĢlerdir. 2. Destan söyleyen ve yazan Ģairler: Nurmuhammet Andalip, ġeydayi, Gurbanalı Mağrupi ve Abdılla ġabende aynı zamanda destancı Ģairlerdir. Destanların önemli nüshaları Türkmen edebiyatının bu döneminde ortaya konmuĢtur. Bunların her biri bu döneme kadar halk arasında söylenen destanların ilk derleyicileridir. Andalip‟in Leyli Mecnun, Yusup Züleyha, ġabende‟nin Şabehram, Gül-Bilbil, ġeydayi‟nin Gül-Senuber, Mağrupi‟nin Seypelmelek-Medhalcemal, Dövletyar destanları bunlara örnek gösterilebilir. XIX. yüzyılın devamında da Mollanepes‟in Zöhre-Tahır destanını görmekteyiz. 3. Mağtımgulı tarafından esasları konulan gerçekçi edebî tarz: Bu dönemde Mağtımgulı‟nın edebiyata getirdiği yeniliğin kaynağı, konuların halkın günlük hayatından alınması meselesidir. Dolayısıyla verilen eserler de halkı birliğe çağırıcı, vatan sevgisi ve kahramanlık duyguları ile ilgili olmaktadır. Mağtımgulı‟nın güçlü tesiri Mağrupi‟nin Ģiirlerinde de hissedilmektedir. Daha sonra Seydi, Zelili, Kemine, Mollanepes, Mätäci gibi Ģairler de Mağtımgulı‟nın açtığı yolu devam ettirmiĢlerdir. Bunlardan Seydi ve Mollanepes‟in de kendi yaptıkları, ilk derleyenlerinin kendilerinin olduğu destanları icra ettikleri görülür. Bekmıradov da benzer Ģekilde XVIII. yüzyılda Türkmenistan sahasındaki edebî çevreyi üç gruba ayırmıĢtır:7 1. Önceden gelen kitabî stil; Azadi‟nin Doğu edebiyatı tesiri ile Vagzı Azat gibi eserlerini verdiği dönem. 2. Eski Oğuzların nazım geleneği; Mağtımgulı ve onu izleyenlerce Oğuz-Türkmen sözlü geleneğini canlandıranların eserlerini verdikleri dönem. 3. Destancılığın yazılı devri; Mağtımgulı ile Andalip ve diğer yazılı destan geleneğinin temsilcileri, halk arasında yüzyıllardan beri süregelen millî örf ve âdetlerine, halkın kendi edebî türlerine yöneldikleri dönem. Millî köklere dayanan Dövletyar, Yusup Ahmet, Alıbeğ Balıbeğ gibi destan kahramanlarını da bu dönem eserlerinde görmekteyiz. Bu tasniflerden XVIII. yüzyıl Türkmen edebiyatında destanların ve destancılığın önemli bir yer tuttuğu anlaĢılmaktadır.

1421

2. Türkmen Sözlü Geleneğinde Destan AnlayıĢı Batı literatüründe destan için legend,8 myth,9 epic10 terimlerinin kullanıldığı görülmektedir. Ögel, eserinde myth teriminin karĢılığı olarak “efsane”, legend teriminin karĢılığı olarak da “destan” kelimelerini kullanmıĢtır.11 Efsane ve mit kavramları aslında birbirleriyle bağlantılıdır. Bu kavramlarda olayları, tarihte belirli bir zaman ve mekâna oturtabilme, gerçekçilik ve inandırıcı olma özellikleri de vardır.12 Epic terimi ise kavramın daha çok edebiyat bilimindeki karĢılığı olmaktadır. Eski Türklerde boy, ır, yır terimleri ile ifade edilebilen bu kavram için kullanılan Farsça kökenli “destan” sözü, Türkmenlerde dessa: n Ģeklinde karĢımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra Türkmen sözlü geleneğinde “boy boylamak” kavramı da vardır. Bu kavramla kast edilen Ģey, özellikle ovdur bagĢılarca icra edilen, Türkmen boylarının, yeni geliĢen “taypa” ve “tire”lerinin de ortaya çıkıĢlarının beyan edildiği destanî anlatımlardır.13 Türkmenlerdeki bu sözlü gelenek ve sosyal antropolojik açıdan apikal ataya (Oğuz Kağan) bağlanabilme anlayıĢı14 dikkate alındığında ise, „vücut‟ anlamındaki boy kelimesi ile „destan‟ anlamındaki boy kelimesi arasında anlam geniĢliğine uğrama Ģeklinde bir anlam iliĢkisi olabileceği düĢüncesinin, Gökyay ve Ergin‟in görüĢleri doğrultusunda tekrar göz önüne alınması gerekmektedir. Türkmen Türkçesinin izahlı sözlüğünde (TDS), dar bir kapsamla tanımlanan dessan kelimesi için, Türkmen folklor araĢtırmacısı Garrıyev, Türkmenlerde dessan sözünün, halk ağzında sözlükte yer aldığı gibi dar bir çerçevede „meydana gelen bir olay‟, „tarihî vaka‟, „hikâye‟, „Ģiir‟ vs. karĢılığında kullanımının yanı sıra daha geniĢ olarak bir edebî tür ifade etmek üzere iki farklı anlamda kullanıldığını belirtmektedir.15 Bu nedenledir ki, Türkiye literatüründe “halk hikâyesi” olarak nitelendirilen türler de Türkmenistan literatüründe “destan” olarak nitelendirilmektedir. obanoğlu, halk edebiyatında destan olarak adlandırılan edebî türleri; a. Mensur biyografik eserler, b. Manzum eserler, c. Manzum-mensur eserler, d. ÂĢık tarzı Ģiir geleneğinde destanlar olmak üzere dört grupta toplamıĢtır.16 Türkmen klâsik edebiyatında iĢlenen “destan” türü de kendi içinde mazmunu, ana fikri, anlatım özelliği bakımından çeĢitlilik göstermektedir. Garrıyev, destanları sınıflandırırken tema özellikleri, mazmunu, ifade tarzı, gerçek hayatla ilgili veya hayalî oluĢu, orijinal veya tercüme oluĢu gibi hususların göz önüne alınması gerektiğini belirterek Ģöyle bir tasnif yapmıĢtır:17 1. AĢkî-günlük hayata ait destanlar: Leyla-Mecnun, Zöhre-Tahır destanları bu gruba örnek teĢkil eder. 2. AĢkî-fantastik destanlar: Seypelmelek-Methalcemal, Gül-Senüber gibi destanlar. 3. Kahramanlık destanları: a.AĢkî-kahramanlık destanları: Gül-Bilbil destanı. b. Harbî destanlar: Yusup Ahmed, Alıbeğ-Balıbeğ, Hocamberdi Han. 4. Realistik destanlar:

1422

a.

Tarihî

kahramanlık

destanları:

Mağrupi‟nin

Dövletyar,

Misgingılıç‟ın

Batır

Nepes,

Muhammedrahim‟in destanları ve Dovan‟ın destanları. b. Biyografik destanlar: ġairlerin kendi baĢlarından geçen vakalara iliĢkin destanlardır. Seydi‟nin Goşa Pudağım, Basrı‟nın Dervüş Bahrı, Talibi‟nin Talıbı ve Sahıpcemal destanları. c. AĢkî-sosyal mazmunlu destanlar: Mollamurt‟un Emir Zerli destanı. 5. Dinî destanlar: a. Dinî konulu aĢkî destanlar: Andalıp‟in Yusup Züleyha‟sı b. Dinî-klerikal destanlar: Babarövşen, Zeynelarap, İbrahım Edhem destanları. 6. Tercüme destanlar. Her ne kadar bu tasnifte dönemin siyasî Ģartları gereği, adları geçmiyorsa da, Oğuz Kağan, Korkut Ata ve Göroğlı destanlarının da realistik destanlar içerisindeki “tarihî kahramanlık destanları”na dahil edilmesi gerekmektedir. Eski Türk destanlarının tamamiyle manzum olduğu, fakat destanların günümüze doğru manzum ve mensur karıĢık bir yapı sergilediği görülür. Türkmenlerde “destan”, öncelikle okunan değil, dinlenen ve halk önünde, bir sahne düzeni içerisinde icra edilen bir türdür. Türkmen sözlü geleneğinin önemli bir parçası olan destanlar da nazmın ve nesrin bir arada yer aldığı destanlardır. Bu destanlar Türkmen sazları eĢliğinde halk önünde bagĢılarca icra edilir. Manzum ve mensur karıĢık bir yapı sergileyen destanların bazılarının halk arasında sadece mensur kısımdan müteĢekkil rivayet görünüĢlerinin de varlığı bilinmektedir. Oğuzname, Korkut Ata ve Göroğlı gibi destanların Türkmen sözlü geleneğinde bir de rivayetleri vardır. 18 Bunları anlatan râviler de rivayetleri anlattıklarında, malzemenin asıl nüshasını korumaya çalıĢarak, rivayetin özelliklerine göre, genellikle kimden iĢittiklerini belirtmektedirler. Meselâ; Ballı Bayramgulıoğlı, Uzhan‟ın oğulları Günhan, Ayhan, Yıldızhan, Gökhan, Dağhan, Deðizhan ve Dağhan‟ın oğlu Salırhan, Salırhan‟ın oğlu Albigurçuk hakkındaki rivayetlerin sonunda “Ben bu sözleri, Gulcan Molla Ģeceresini üç kez okuduğunda iĢitip ezberledim. Gulcan Molla, Bekce ĠĢa‟nın oğludur. Yomutların Atabay tiresinden, Kesearka uruğundandır. O da kendisinin Ģeceresini Mäter Ahundan aktardı.” Ģeklinde bilgi verir. 19 3. Türkmenlerde Destan Ġcracıları: BagĢılar Türkmen Dilinin Sözlüğinde ve Türkmen Sovet Entsiklopediyasında “bagĢı” kelimesi, aĢağı yukarı benzer Ģekillerde; “Türkmen millî aydımlarını (türkülerini), destanlarını dutar, gıcak, gargı tüydük, dilli tüydük, gopız gibi sazlar eĢliğinde icra eden ve halk arasında bu özellikleriyle tanınan aydımçı” olarak tanımlanmıĢtır.20 Türkmenlerde üstad bağĢılar adı geçen bu sazları, büyük bir ustalıkla çalma kabiliyetine sahiptirler. Bu bagĢıların bir kısmı, sadece Türkmenlerin değil, komĢu Türk boylarının ezgilerini ve sazlarını da bilmektedir.

1423

BagĢılar, repertuarlarına ve bunları icra ediĢ tarzlarına göre, “dessançı bagĢılar” ve “tirmeçi bagĢılar” olmak üzere iki gruba ayrılmaktadırlar. Tirmeçi bagĢılar, daha çok halk aydımlarını (türkülerini) ve destanların içerisinde geçen aydımları, saz eĢliğinde icra eden bagĢılardır. Türkmenlerde “halıpa bağĢı” denilen usta bagĢıların bir kısmının öğrencileri vardır. Onlar da bu sanatı ustalarının yanında bütün incelikleriyle kavradıktan sonra, ustalarından izin alıp, onların imtihanından geçerek kendi baĢlarına icra etmeye hak kazanırlar. Öğrenciliğin süresi bagĢının ezber kabiliyeti, becerikliliği, ustalığa olan temayülü ve aydımı icra ediĢ Ģekli ile ölçülür. Destancı bağĢılardan 10-15 yıl ustanın (halıpa) dersini alan bagĢılar olabildiği gibi 3-4 yıl içinde ustanın imtihanından geçen bagĢılar da vardır. Dua, bagĢıların kendi baĢlarına icracı sayıldığını gösteren tek diploma olarak görülür. Göroğlı destanını icra etmek ise büyük bir ustalık gerektirmektedir. Bu durumda, bagĢılar, kendi kendilerini olgunlaĢtırıp repertuarlarını daha da zenginleĢtirerek aydım-saz ustalıklarını daha da artırırlar. Ustanın öğrencisine kanaati tam olana kadar dua etmez. Onu, destan söyleme, halk aydımlarının, sazlarının makamlarını (heðlerini) ustalıkla icra etme konusunda devamlı eğitir. Öğrencisinin tamamen olgunlaĢtığını düĢündüğü zaman halk önünde ona nasihat mahiyetinde dua (pata) eder. Ġlaman bagĢıya ustası Ģöyle dua etmiĢtir: “Benim iĢim verilsin, iĢinden bereket bul, kum dediğin altın olsun, ağzından kötü söz çıkmasın. Nefsine ve diline sahip ol. Dilin güçlü, aklın keskin olsun.” Ġlaman bagĢı bu duayı almak için Mağtımgulı Garlıyev‟in yanında dört yıl gezmiĢtir.21 Destancı bagĢılar, en az bir destanı baĢtan sona ezbere bilmekte ve saz eĢliğinde icra etmektedirler. Genellikle manzum kısımlar saz eĢliğinde name ile icra edilir. Türkmenlerde bir destan icrasında, destancı bagĢının manzum kısımlarda değiĢiklik yapamayacağı, fakat mensur kısımlarda irtical kabiliyeti ölçüsünde değiĢiklik yapabileceği bilinmektedir.22 Radloff, bu durumda kompozisyonun ihtiyarî olduğunu belirtmiĢtir.23 Her destancı bagĢının bir icra sırası, geleneğe bağlı kalarak icra ettiği bir kontekst vardır. Destana geçilmeden önce tirme aydımlar söylenerek seyirci/dinleyici destana hazırlanır. Bazen ondan önce dua mahiyetinde bir giriĢ de yapılabilmektedir. Tirme (derme) aydımlardan sonra destana geçilir. Bu tirme aydımlar klâsik Türkmen Ģairlerinin Ģiirlerinden bestelenmiĢ olanlardır. Umay Günay da Türk dünyasındaki âĢıklık geleneğinin müĢterekliğini sağlayan unsurları sıralarken; manzum kısmın saz eĢliğinde daima ezgiyle söylendiğini belirtmiĢtir. 24 Kabiliyetli bagĢıların her biri, kendi tarzlarını diğerlerinden ayıran makamlar (heð) yaratmıĢlardır. AĢırov, Türkmen bagĢılık geleneğinde Türkmen boylarına mahsus “yol” denilen; Sarık yolı, Salır yolı, Yomut yolı, Teke yolı, Ahal yolı, Damana yolı, Ersarı yolı, Çovdur yolı, Gökleñ yolı gibi tarzların olduğunu belirtmiĢtir.25 V. Belyayev‟in 1927‟de Türkmen bagĢılık geleneği üzerine çalıĢmalarından sonra, V. Uspenskiy ile birlikte yayımladıkları Türkmen Sazı adlı 2 ciltlik eser de bu konuda yapılmıĢ önemli çalıĢmalardandır.26 Bu eserde, ġükür bagĢının Uspenski‟ye “çuval serpen”, “mukamlar baĢı”, “ayralık”, “goðurbaĢ” makamlarının çok eskiliğinden söz ettiği, anlatılmaktadır. Yine aynı eserde; Fars tarihçi Hamdullah Kazvi‟nin 1339‟da yazdığı eserinde, ünlü Mervlilerin arasında Hosrav Pervizi‟nin

1424

(590-628) köĢk sazendesi Barbut‟un (veya Barbad) da olduğu ve onun Mervlilerce çok iyi tanındığından söz edildiği, belirtilmektedir.27 Nazar Bağa, Pälvan Hoca, Mağtımgulı Garlı, Cumamurat Oraz, Palta bagĢılar Türkmenler arasında günümüzde de en tanınmıĢ destancı bagĢılardandır.28 Pälvan BağĢı, Ata Hocaoğlu, babası ve onlar gibi birçok bağĢı Göroğlı destanını tamamiyle bilmektedirler. Yomut destancı bağĢılardan Nazar Bağa, Öre ġıh, Mağtımgulı Garlı, Ġlaman Anna, Akcagül, Mıradova ve diğerleri ise Göroğlı destanının bazı bölümlerini ve diğer bir grup destanı saz eĢliğinde söylemektedirler. Yolötenli bağĢı Gurt Yakup ise dinî destanları ezberden icra edebilmektedir.29 Nazar bağa ve oğlu Cuma bagĢının repertuarlarında Şasenem-Garıp ve Hüyrlukga-Hemra destanları da vardır. Hüyrlukga-Hemra destanı aynı zamanda Köneürgençli Bayar Bayramov, Gurban Övezov, SapaĢ Ataberdiyev, Hudayberdi MaĢrıkov, Öre Maksudov, Täçnazar Mätcanov, Tağtalı Gılıç Ödäyev ve daha birçok bagĢının repertuarlarında yer almakla beraber, bu bagĢıların hiçbiri destanı baĢtan sona tam olarak söylememekte, çoğu da destanın ikinci bölümünü icra etmektedirler. Destanın Nazar bağa tarafından söylenen varyantı ise 1939‟da yazıya geçirilmiĢtir.30 Destanın 1978‟deki neĢri de Türkmenistan Ġlimler Akademisi‟nin el yazmaları kısmında bulunan, DaĢhovuzlu Nazar bağa, Hocambazlı Övliyägulı bagĢı, Köneürgençli Nurı Halıkov, Tağtalı Öre Seyitmädov, Hekim Gurbanov, Gılıç Ödäyev ve Muhat Gandımov gibi bagĢılardan derlenen varyantlar esasında hazırlanmıĢtır.31 Nazar bağanın oğlu Cuma bagĢının repertuarında bulunan Şasenem Garıp destanı daha kıssadır. Ata Rahmanov bu destanın, Gurbangılıç akanoğlı adlı ovdurlu yaĢlı bir bagĢıdan derlediği 7 bölümünü 1992‟de neĢretmiĢtir. Türkmenistan‟ın kuzey bölgelerinde özellikle DaĢhovuz, Yolöten, Tağtabazar ve ärcev‟de destancı bagĢıların daha çok olduğu dikkati çekmektedir. DaĢhovuz‟a bağlı Tağta Ģehri civarında yaĢayan Pälvan bağĢı (1980-1939), babası Ata Hoca‟nın yanında yetiĢen pek çok bağĢıdan birisidir. Ata Hoca, Göroğlı destanının 44 bölümünü (Ģaha), halk destanlarının da çoğunu ezbere bilmekte ve icra etmektedir. Oğlu Pälvan bağĢıya destanın 12 bölümünü öğretmiĢtir. Ata bagĢının babası Atanazar bağĢı, Atanazar bagĢının babası Goç bagĢıdır. Bu bagĢılık geleneği ile Mağtımgulı Garlıyev tanıĢır ve Pälvan bagĢının icra ettiği 12 bölümü düzenler.32 1891 yılı, AĢgabat doğumlu olan Mağtımgulı Garlıyev Alili tayfasının uval tiresinden olması sebebiyle kendisine Mağtımgulı uval ve daha sonra da uval BağĢı denmiĢtir. O da Gılıç bagĢının öğrencisidir. Ayrıca arı bagĢıdan aydım-saz sanatının inceliklerini öğrenir. Kendisi de birçok öğrenci yetiĢtirir.33 Irzagulı Atayev, Gurban Seyitmämmedov, Minevver Kerimov, AĢır Yazmämmedov, Durdı Babayev gibi birçok öğrenci yetiĢtirmiĢtir.34 DaĢhovuzlu destancı bagĢıların önemli ustalarından birisi de, XX. yüzyılın baĢlarında Harezm taraflarında saz ustalığı ve destan repertuarının zenginliği ile tanınan Söyeg bagĢıdır. Allanur bagĢı, Atacan, met, Altıbay ve Palta bagĢılar da onun öğrencileridir. Söyeg bagĢının destan ve

1425

aydımlarının Türkmenler, Özbekler ve Karakalpaklarca da anlaĢıldığı ve tanındığı bilinmektedir. Hakkında birçok tarihî bilgi ve halk rivayeti de bulunmaktadır.35 Türkmenistan‟da destan geleneğinin vazgeçilmez unsurları olan bagĢılar toylarda aranılan, önem verilen saygı gösterilen kiĢilerdir. Eski dönemlerden beri Türkmenistan‟da bir toyda bagĢı ne kadar usta olursa toy o kadar eğlenceli ve yerli yerinde geçer.

Son dönemlerin tanınmıĢ destancı bagĢılarından, Hatamtay destanını icra eden Gurt Yakup, Ġlaman bagĢı, Hocamırat Örän gibi bagĢılar radyo ve televizyon aracılığıyla da halka ulaĢarak destanları icra etmiĢlerdir.36 Günümüzde Türkmenistan‟da Mağtımgulı Garlıyev gibi bağĢıların kasetleri de mevcuttur. Söyeg bagĢının öğrencilerinden Altıbay ve Palta bagĢının söylediği destanların bazıları da kasete alınmıĢtır. 4. Türkmen Destan Geleneği Ġçinde Eski Türk Destanlarının Yeri Bugün Türkmenler arasında Türkmen tayfalarının (taypa) ortaya çıkıĢının anlatıldığı ve boy boylama olarak ifade edilen destanî anlatımlar vardır. Bu anlatımlarda güçlü bir nesil takibi görülür. Bu nesil takibinde Türkmen boylarının Oğuz Kağan‟a kadar dayandırılması geleneği vardır. Rahmanov‟un Gurbangılıç akanoğlu‟ndan derlediği bu destanî anlatımlarda Türkmenlerin Ģeceresi Nuh Peygamber‟in oğlu Yafes‟e kadar götürülmektedir.37 Bu destanî anlatımlar bir Oğuzname sayılabileceği gibi Andalip‟in halk arasında söylenegelen kendi derleyip icra ettiği Oğuznamesi de vardır. Andalip‟in Oğuzname geleneğini iyi bildiği anlaĢılmaktadır. Andalıp‟in Oğuznamesi‟nin yanı sıra ġeydayi‟nin bazı eserlerinde de Oğuzname geleneği ile ilgili izler bulmak mümkündür.38 1943-44‟lerde DaĢhovuzlu yaĢlı bagĢılar, Dede Korkut destanlarını sazları eĢliğinde halk arasında icra etmektedirler. Nitekim Türkmen halk bilimci Ata Rahmanov, Korkut Ata destanlarını ovdur Türkmeni bagĢı Gurbangılıç akanoğlu‟ndan derlemiĢtir.39 Rahmanov Korkut Ata‟nın Ģahsı ve destanları ile ilgili rivayetleri diğer bagĢılardan da duyduğunu belirtmektedir.40 Ancak, Sovyet döneminde, devrin siyasî Ģartlarına uygun olarak, halk sözlü geleneğinde canlılığını koruyan, geçmiĢin edebî mirası olan bu eserlere ve manevî değerlere eleĢtirel bir gözle bakılması yolunda RKBP-MK‟nın aldığı kararlar, bu eserler üzerine yapılan çalıĢmalara gölge düĢürmüĢtür. 41 Özellikle 1930‟da gerçekleĢtirilen XVI. kurultayda Orta Asya bürosunun aldığı kararlardan sonra M. Gorki‟nin inisiyatifi ile Türkmenistan‟a gelen Rus heyetin çalıĢmaları doğrultusunda edebiyat yönlendirilmeye baĢlanmıĢtır.42 Bu durum ise Göroğlı destanından baĢlayarak Yusup Ahmet, Şasenem Garıp, Hüyrlukga Hemra, Necepoğlan, Babarövşen gibi destanların yaygınlaĢmasına sebebiyet vermiĢtir. Göroğlı destanı, aslında Oğuz Türklerinin en yaygın destanları arasında yer almaktadır. 1990‟da B. A. Garrıyev‟in redaktörlüğünde neĢredilen Göroğlı destanı halk bagĢılarından derlenen nüshalar esasında hazırlanmıĢtır. Bu eserin hazırlanmasında Mağtımgulı Dil ve Edebiyat Enstitüsü‟nün el yazmaları kısmındaki Arap, Latin, Kiril harfli derlemeler de dikkate alınmıĢtır. Bunların arasında

1426

DaĢhovuz‟un Tağta Ģehrinde yaĢayan Yomut Türkmeni Pälvan bagĢıdan 1937‟de derlenen nüsha ayrıca önem taĢımaktadır. Bu neĢirde DaĢhovuz, ärcev, Tağtabazar‟daki diğer bagĢılardan yapılan derlemeler de dikkate alınmıĢtır.43 5. Sonuç Destan söyleme geleneği kaynağını aslında Oğuznamelerden almaktadır. Türkmenler arasında Türkmen boylarının gelip çıkıĢı ile ilgili ve boy boylama Ģeklinde tabir edilen destanî anlatımlar, Sovyet döneminde birtakım yasaklamalara rağmen yine de varlığını sürdürmüĢtür. Türkmenlerde destan geleneği içinde dikkati çeken Oğuzname geleneği, bir baĢka deyiĢle Türkmen Ģecere geleneği, temelinde, yeni nesillere, kuĢaktan kuĢağa aktarılacak, kökleri Oğuz Kağan‟a dayanan bir nesil mirası bırakma maksadını taĢımaktadır. Türkmen destan geleneğinin temelinde bulunan bu tarihî kahramanlık destanları, Türkmen sahasında Göroğlı, Yusup Ahmet, Gül-Bilbil, Dövletyar gibi destanlara da kaynak teĢkil etmiĢtir. Türkmen destan geleneği, Türk dünyasının ortak eğlence anlayıĢını, ortak zevkini, ortak âĢıklık geleneğini bünyesinde bulunduran, ritüel özellikler de taĢıyan zengin bir kültür mirası içermektedir. Türkmen destan geleneği, aslında bagĢılık geleneği ile bir bütün olarak algılanmalıdır. Destanların Türkmenistan sahasında XVIII. yüzyılda kısmen yazıya geçirilmesinin yanı sıra sözlü gelenekte de güçlü bir Ģekilde yaĢaması, onların saz eĢliğinde name ile usta yorumcular tarafından icrası, destanları bagĢılık geleneğinin ayrılmaz bir parçası haline getirmiĢtir.

1 Sepetçioğlu, M. Necati, 1990, KarĢılaĢtırmalı Türk Destanları. Ġstanbul, s. 63-64. 2 Barutcu Özönder, F. Sema, 1999, Türkler Ne Zaman Bir „Millet‟ Ġdi? I. Ortak Bir Köken Mitleri Vardı: Bir “DiĢi-Kurt”tan TüremiĢlerdi”. Kök AraĢtırmalar. I (2) (Güz 1999): 65-92. Ankara. 3 Ögel, B., 1989, Türk Mitolojisi I., Ankara, s. 10. 4 AĢırov, N. A. vd., 1958, Türkmen Sovet Edebiyatınıð Tarıhı Boyunça Oçerk I., AĢgabat, s. 35. 5 Kaynaklar Kiril harfli metinler olduğundan dolayı Ģahıs ve eser adlarında Türkmen Türkçesinin ses özelliklerine bağlı kalınarak transkripsiyon yapılmamıĢtır. 6 Atayev, Kakacan, 1988, XVIII. Asır Türkmen Edebiyatı. AĢgabat, s. 25. 7 Bekmıradov, A., 1987, Andalıp Hem Oğuznamaçılık Däbi. AĢgabat, s. 11-13. 8 Leach, Maria, Jerome Fried, 1972, Standard Dictionary of Folklore Mythology and Legend. USA, s. 612. 9 A.g.e., s. 409. 10

A.g.e., s. 778.

1427

11

Ögel, B., 1989, Türk Mitolojisi I. Ankara, s. V-VI.

12

Barutcu, Ö., a.g.e., s. 79.

13

Rahmanov, 1989, “Oğuzlarıð-Türkmenlerið gadımı taypaları”. YaĢlık. 11: AĢgabat, s.

14

Mair, Lucy, 1972, An Introduction to Social Anthropology. Sec. Ed. New York, s. 78.

15

Garrıyev, Seyit, 1982, Türkmen Eposı, Dessanları ve Gündoğar Halklarıð Epiki

51.

Dörediciliği. AĢgabat, s. 26. 16

obanoğlu, Özkul, 1999, Halkbilimi Kuramları ve AraĢtırma Yöntemleri Tarihine

GiriĢ. Ankara, s. 2-3. 17

Garrıyev, a.g.e., s. 38.

18

Kösäyev, Mäti, B. A. Garrıyev, 1990, Gorkut Ata Gadımı Türkmen Eposı. AĢgabat;

Rahmanov, 1989 “Oğuzlarıð-Türkmenlerið gadımı taypaları”. YaĢlık. 11: 51-57. AĢgabat. 19

Baymıradov, A., 1982 Türkmen Folklor Prozasınıð Tarıhı Evolutsiyası. AĢgabat, s.

153-154. 20

Erdem, Melek, 1997, “Türkmen bağĢılık mektepleri”. Türkoloji Dergisi. 12 (1): 275-

285. Ankara, s. 275-279. 21

Mıradov, Amanbay, 1992, Ġlaman BağĢı Hem de Onuð Edebi, Folklor Mirası.

AĢgabat, s. 16. 22

Veliyev, 1983, Türkmen Halk Poeziyası. AĢgabat, s. 15.

23

Reichl, Karl, 1992, Turkic Oral Epic Poetry Traditions, Forms, Poetic Structure.

New York. London, s. 221-222. 24

Günay, Umay, 1986, ÂĢık Tarzı ġiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara, s. 6-7.

25

AĢırov, A., 1997, “Türkmen bağĢılık sungatınıð güzellikleri”. V. Milletlerarası Türk Halk

Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, Ankara, s. 54. 26

Mıradov, a.g.e., s. 6.

27

Mıradov, a.g.e., s. 13.

28

Veliyev, a.g.e., s. 22.

29

AĢırov a.g.e., s. 57.

30

Seyitmıradov, K., 1974, “Lenin rayonınıð häzirki zaman folklorı barada”. K.

Seyitmıradov, ġ. Halmuhammedov (red.), Türkmen Folklorınıð Häzirki Zaman Yağdayı, AĢgabat, s. 12-13. 31

Durdıyeva, A., B. Mämmetyazov, 1978, Hüyrlukga-Hemra. AĢgabat, s. 6-7.

1428

32

Mıradov, a.g.e., s. 15.

33

Mıradov, a.g.e., s. 17-18.

34

Mämmetyazov, B., 1974, “Yılanlı rayonında Türkmen folklorınıð häzirki zaman

yağdayı”. K. Seyitmıradov, ġ. Halmuhammedov (red.), Türkmen Folklorınıð Häzirki Zaman Yağdayı, AĢgabat, s. 51-56. 35

Mıradov, a.g.e., s. 15.

36

AĢırov, A., 1997, “Türkmen bağĢılık sungatınıð güzellikleri”. V. Milletlerarası Türk Halk

Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, Ankara, s. 58. 37

Rahmanov, A, 1989, “Oğuzlarıð-Türkmenlerið gadımı taypaları”. YaĢlık. 11: AĢgabat,

38

Bekmıradov, A., 1987, Andalıp Hem Oğuznamaçılık Däbi. AĢgabat, s. 16.

39

Erdem, 1998, Dede Korkut Türkmenistan Varyantları. Ankara Üniversitesi Sosyal

s. 51.

Bilimler Enstitüsü ağdaĢ Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı BasılmamıĢ Doktora Tezi. Ankara. 40

Rahmanov, Ata, 1992, ġasenem-Garıp. AĢgabat, s. 327.

41

AĢıro‟v a.g.e., s. 36-37.

42

Cumayev, K., E. ĠĢangulıyev, 1979, Türkmen Edebiyatınıð Tarıhı IV. AĢgabat, s. 176-

43

Garrıyev, B. A., 1990, Göroğlı Türkmen Gahrımançılık Eposı. AĢgabat, s. 12.

184.

AĢırov, A., 1997, “Türkmen bağĢılık sungatınıð güzellikleri”. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, 53-60. Ankara. AĢırov, Akmuhammet, 1993, Türkmen Halk Dessanları II. AĢgabat. AĢırov, N. A. vd., 1958, Türkmen Sovet Edebiyatınıð Tarıhı Boyunça Oçerk I. AĢgabat. Atayev, Kakacan, 1988, XVIII. Asır Türkmen Edebiyatı. AĢgabat. Atdayev, N., 1975, Türkmen Sovet Halk ġahırlarınıð Döredicilik Ayratınlığı. AĢgabat. Azimov, Pigam., 1981, “Dessan” maddesi. Türkmen Sovet Entsiklopediyası III: 131. AĢgabat. Azmun, Yusuf, 1996, “Türkmen Halk Edebiyatı Hakkında”. ReĢit Rahmeti Arat Ġçin: 32-83. Ankara. Barutcu Özönder, F. Sema, 1999, “Türkler ne zaman bir „millet‟ idi? I. Ortak bir köken mitleri vardı: bir „diĢi-kurt‟tan türemiĢlerdi”. Kök AraĢtırmalar. I (2) (Güz 1999): 65-92. Ankara. Baymıradov, A., 1982, Türkmen Folklor Prozasınıð Tarıhı Evolutsiyası. AĢgabat.

1429

Bekmıradov, A., 1987, Andalıp Hem Oğuznamaçılık Däbi. AĢgabat. Chadwick, Nora K., Victor Zhirmunsky, 1969, Oral Epics of Central Asia. Cambridge University Press. Cumayev, K., E. ĠĢangulıyev, 1979, Türkmen Edebiyatınıð Tarıhı IV. AĢgabat. obanoğlu, Özkul, 1999, Halkbilimi Kuramları ve AraĢtırma Yöntemleri Tarihine GiriĢ. Ankara. Durdıyeva, A., B. Mämmetyazov, 1978, Hüyrlukga-Hemra. AĢgabat. Erdem, Melek, 1997, “Türkmen bağĢılık mektepleri”. Türkoloji Dergisi. 12 (1): 275-285. Ankara. 1998, Dede Korkut Türkmenistan Varyantları. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ağdaĢ Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı BasılmamıĢ Doktora Tezi. Ankara. 1998, “Seyitnazar Seydi”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi. 38 (1-2): 501-525. Ankara. 1999, “Türkmenistan‟daki Dede Korkut Destanlarının Türkmen ġuurunun Yaratılmasındaki Rolü”. Kök AraĢtırmalar. I (2) (Güz 1999): 149-159. Ankara. 2000, “Türkmen ġairi Kemine”. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi. 9: 71-94. Ankara. Ergin, Muharrem. 1989, Dede Korkut Kitabı I GiriĢ-Metin-Faksimile. Ankara. 1991, Dede Korkut Kitabı II Ġndeks-Gramer. Ankara. Finnegan, Ruth, 1992, Oral Tradition and The Verbal Arts: A guide to Research Practices. London and New York. Garrıyev, B. A., 1990, Göroğlı Türkmen Gahrımançılık Eposı. AĢgabat. Garrıyev, Seyit, 1982, Türkmen Eposı, Dessanları ve Gündoğar Halklarıð Epiki Dörediciliği. AĢgabat. Garrıyeva, A., K. Berkeliyev, K. Seyitmıradov, 1993, Türkmen Halk Dessanları I. AĢgabat. Gökyay, Orhan ġaik, 2000, Dedem Korkudun Kitabı. Ġstanbul. Göroğlı, Halık, 1999, Mämmetdurdı Sarıhanov (Rusçadan çev.). Oğuz Gahrımançılık Eposı. AĢgabat. Gullıyev, ġ., 1997, “Türkmen bağĢılık sungatınıð güzellikleri”. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, 259-263. Ankara. Günay, Umay, 1986, ÂĢık Tarzı ġiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara.

1430

Jirmunskiy, V. M., 1974, Tyurkskiy Geroiçeskiy Epos. Leningrad. Köprülü, M. Fuad, 1980, Türk Edebiyatı Tarihi. Ġstanbul. Kösäyev, Mäti, B. A. Garrıyev, 1990, Gorkut Ata Gadımı Türkmen Eposı. AĢgabat. Leach, Maria, Jerome Fried, 1972, Standard Dictionary of Folklore Mythology and Legend. USA. Mair, Lucy, 1972, An Introduction to Social Anthropology. Sec. Ed. New York. Mämmetyazov, B., 1974, “Yılanlı rayonında Türkmen folklorınıð häzirki zaman yağdayı”. K. Seyitmıradov, ġ. Halmuhammedov (red.), Türkmen Folklorınıð Häzirki Zaman Yağdayı, 50-92. AĢgabat. ,1979, “Göroğlı”, Eposı ve Onuð Häzirki Zaman Yağdayı. AĢgabat. Meredov, A., K. Cumayev, T. Durdıyev, N. AĢırov, 1967, XVIII-XIX Asır Türkmen Edebiyatınıð Tarıhı Boyunça Oçerkler. AĢgabat. Mıradov, Amanbay, 1992, Ġlaman BağĢı Hem de Onuð Edebi, Folklor Mirası. AĢgabat. Ögel, Bahaeddin, 1985-1987, Türk Kültür Tarihine GiriĢ 1-9. 1989, Türk Mitolojisi I. Ankara. 1995, Türk Mitolojisi II. Ankara. Öztürk, Ali, 2000, Çağları Ġçinde Türk Destanları. Ġstanbul. Petrosyan, A. A., 1971, Hurlukga i Hemra Sayat i Hemra Turkmenskiy Romaniçeskiy Epos. Moskva. Rahmanov, Ata, 1992, ġasenem-Garıp. AĢgabat. 1989, “Oğuzlarıð-Türkmenlerið gadımı taypaları”. YaĢlık. 11: 51-57. AĢgabat. Reichl, Karl, 1992, Turkic Oral Epic Poetry Traditions, Forms, Poetic Structure. New York. London. Rosenberg, Donna, 1977, Folklore, Myths, and Legends: A World Perspective. Ġllinois USA. Roux, Jean Paul, Aykut Kazancıgil (çev.), Türklerin ve Moğolların Eski Dini. Ġstanbul. Sepetçioğlu, M. Necati, 1990, KarĢılaĢtırmalı Türk Destanları. Ġstanbul. Seyitmıradov, K., 1974, “Lenin rayonınıð häzirki zaman folklorı barada”. K. Seyitmıradov, ġ. Halmuhammedov (red.), Türkmen Folklorınıð Häzirki Zaman Yağdayı, 5-49. AĢgabat. Söyegov, Mıratgeldi, 1988, “Türkmen edebiyatında ceditçilik dönemi hakkında bazı tespitler ve yeni malûmatlar”. Bilig. 7 (Güz 1988): 112-121. Sümer, Faruk, 1992, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy TeĢkilatı-Destanları. Ġstanbul.

1431

ġükürov, Ağayar, 1995 Mifologiya I-II. Bakı. ġükürov, N., 1979, Türkmen Folklorında Halkıð DünyägarayıĢınıð ġöhleleniĢi. AĢgabat. Tezcan, Semih, Hendrik Boeschoten, 2000, Dede Korkut Oğuznameleri. Ġstanbul. Togan, A. Zeki Velidi, 1972 Oğuz Destanı ReĢideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili. Ġstanbul. Veliyev, Baba, 1980, Stavropol Türkmenlerinið Dessanları. AĢgabat. 1983, Türkmen Halk Poeziyası. AĢgabat.

1432

YÜZBĠRĠNCĠ BÖLÜM Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Kıbrıs Meselesi Halledilmeli / Rauf DenktaĢ [s.887-888] Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti CumhurbaĢkanı / KKTC Kıbrıs meselesi halledilmelidir” kanısında olanlar ve bunu samimi bir Ģekilde arzuladıklarını söyleyenler bu meselenin 40 yıldır halledilmemesinin sorumlusunu aradıklarında genellikle Rauf DenktaĢ‟ın adına takılırlar. Bana “güvenilir dava avukatımızsın” diyen dostlarının karĢısında muhaliflerim “bu ne biçim bir dava avukatıdır ki kırk yıldır bu davayı kazanamadı” çıkıĢını yaparlar. DıĢ dünyada bu meselenin hallini imkansız hale getiren karar ve tutumları ile ün yapmıĢ ülkeler ve diplomatlar da “yola gelmeyen ve yola getirilmesi gereken” bir “uzlaĢmaz DenktaĢ”tan bahsederler. “Meselenin tarifini yapınız; meseleye teĢhis koyunuz, çareyi birlikte düĢünelim, birlikte arayalım” çağrıma kimse olumlu yanıt vermez. TeĢhis koymadan çare üretenler “iki eĢit taraflı” olduğunu kabul ettikleri Kıbrıs meselesinde Türk tarafını dinlemeden, hukuka bakmadan ürettikleri kararlarla meselenin halledilmesini bekleyip dururlar. Bu kararlarının “eĢit” dedikleri taraflardan Rum tarafını diğerinin meĢru hükümeti mertebesine çıkarttığı ve mes‟elenin hallinde en büyük engelin bu bulguları olduğunu görmezden gelirler. Ben “meseleye teĢhis koyunuz, konuĢalım” demeye devam ederim. Rumlara göre Kıbrıs meselesi 1974‟te Türkiye‟nin adaya gelmesi ile baĢlamıĢ bir meseledir. Türkiye‟nin adadan çekilmesi ve Rum göçmenlerin yerlerine dönmesi meseleyi halledecektir. Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti ve anayasası ile görev baĢındadır. Hükümetten çekilmiĢ olan Türk azınlık isyandan vazgeçmelidir. BirleĢmiĢ Milletler Güvenlik Konseyi‟nin Rum idaresini meĢru hükümet olarak kabul etmiĢ olması Rumların bu tezini desteklemekte ve meselenin suhuletle halledilmesini engellemektedir. Bu kararlar, Rumlar açısından Kıbrıs mes‟elesini kendi lehlerine halletmiĢtir. Bu sağlıksız siperlerin arkasına saklanarak, bunlardan güç alarak bir 30 yıl daha yollarına devam edebilecekleri inancındadırlar. Türk tarafına göre mesele Enosis için 1960‟da Enosis‟i engellemek maksadıyla uluslararası anlaĢmalarla kurulmuĢ olan Ortaklık Cumhuriyeti‟nin Enosis için silahlı saldırı ve katliamlar ile 11 yıllık azap ve BarıĢ Harekatı ile kurtuluĢtan sonra belirli kriterler içinde iki eski ortağın yeni bir ortaklık kurmasıdır. Bunun mümkün olabilmesi için tarafların sadece sözde değil, özde de eĢit muamele görmesi, 1960 AntlaĢmalarından kurtularak Kıbrıs‟a sahip çıkmak için her Ģeyi yapmakta olan Rum tarafına “dur” denmesi gerekmektedir. 1960 AntlaĢmaları Enosis için vuruĢan Rum teröristleri karĢısında “taksim”i öngören Türk mukavemetçiler arasında varılan uzlaĢmanın ürünü olan bir Ortaklık Cumhuriyeti oluĢmuĢtu. ĠĢte iki halkın eĢitliğine dayanan bu oluĢumun esas temeli Türk-Yunan eĢitliğiydi. 1960 AntlaĢmaları Türkiye

1433

ile Yunanistan arasındaki Lozan dengesini Kıbrıs üzerine de yaymıĢ oluyordu. Lozan‟da millî hudutlar dıĢında bırakılan Kıbrıs Adası‟na Yunanistan‟ın ilhak hakkı tanınmamıĢtı, tanınmayacaktı. 1960 AntlaĢmaları ile oluĢan Ortaklık Cumhuriyeti 3 yıl yaĢayabildi, çünkü Cumhuriyeti Enosis‟e sıçrama tahtası olarak kullanma kararı Cumhuriyetin doğduğu gün alınmıĢtı. Akritas Planı bu gerçeğin tarihi belgesidir ancak “meseleyi halletmeli” diyenlerden kimse bu belgeye bakarak meseleye bir teĢhis koymak istememekte, biz buna ve bu gerçeklere temas edince de “geçmiĢte yaĢamayınız, geleceğe bakınız” önerisi ile susturulmak istenmekteyiz. Biz geçmiĢte yaĢamıyoruz. Bugün “meĢru hükümet” olarak kabul edilen Rum idaresinin 1960‟da kurulan Ortaklık Cumhuriyeti olmadığını, bu unvanın gasbedilmiĢ olduğunu ve sahtekârlıkla Kıbrıs‟ın tapusuna sahip çıkma eylemi ile karĢı karĢıya bulunduğumuzu anlatmaya çalıĢıyoruz. Dinleyen yok. Aksine, 1960 AntlaĢmalarına rağmen Türk Yunan dengesini kökünden yok etmeye yönelik bir hesapla Avrupa Birliği kapıları zorlanmakta ve Yunanistan‟ın dürtüsü ile de AB‟nin kapıları “meĢru Kıbrıs hükümetine” ardına kadar açılmıĢ bulunmaktadır. “UzlaĢma olsa da olmasa da Kıbrıs üye olacaktır” beyanları Rumlarda bizimle yeni bir ortaklık kurma yönünde bir istek veya buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Rumların lehine ağırlaĢan bu terazinin “hak, adalet ve eĢitlik” terazisi haline getirilmesi mümkün olmamıĢtır. Rumun bizimle yeni bir ortaklık kurması için hiçbir neden bırakılmamıĢtır. Rum liderliği “malı alıp götürdüğü” inancı içindedir. “Dünyanın tanıdığı devlet ve hükümet biziz” diyebilmekte ve meselenin hallini bu çerçevede görmektedir. 1963 saldırıları ve 11 yıl devam eden vahĢetle, bugüne kadar devam eden ambargolarla yok edilmek istenilen “kurucu ortaklık” statümüzü, “eĢit egemenliğimizi” can pahasına koruyan ve Rumların “azınlık statüsü” önerilerini koĢulsuz reddeden halkımız 1975‟te Federe Devleti‟ni, 1983‟te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟ne dönüĢtürerek bu hak ve statüsünü korumuĢtur. Ne olacaksa iki devlet arasında olacaktır. UzlaĢmanın yolu budur. Kıbrıs‟ta iki de facto devlet vardır. BirleĢme bunların hür kararı ile olacaktır. Ġyi komĢuluk esastır. Bu komĢuluğun parametreleri geçmiĢte kabul edilmiĢti. Ġki kesimlilik, mal-mülk değiĢimi ve tazminatlar, garanti sisteminin devamı vs. Rum tarafı “AB normları” diyerek bu temel ilkelerden kaçmaya çalıĢmaktadır. Dolayısı ile bizim Ģimdiki durumumuz davayı kaybetmemektir. Ġki eĢit devlet arasında uyumlu, dengeli yeni bir ortaklık kurmaktır. Bizim arzumuz ise bu

gerçekler

çerçevesinde

AB‟ye

statümüz belirlendikten

sonra ve

Türk-Yunan

dengesi

bozulmaksızın girmektir. Kıbrıs meselesi yeni bir ortaklık statüsü ile halledilebilir. AB‟ye müracaat 1960 dengesini ortadan kaldırarak Kıbrıs‟a sahip çıkmak için yapılmıĢtı. 1960 AntlaĢmaları Kıbrıs‟ın Türkiye ve Yunanistan‟ın üye olmadığı kuruluĢlara giremeyeceğine amirdir. Rum-Yunan ikilisi bunu ortadan kaldırmak için AB‟yi zorlamaktadır. Sorun Lozan dengesini kökünden bozmak sorunudur. Akritas Planı‟nda öngörülen hedefe AB yolu ile varmak istiyorlar. Megali Ġdea ölmemiĢtir. Ġstanbul‟a hâlâ Konstantinopolis diyenler,

1434

nereden bulmuĢlarsa bulmuĢlar “Pontus Rumlarını” Kıbrıs‟a getirip yerleĢtirmiĢlerdir. Ermeni katliamı kararları ile Avrupa Parlamentoları Türkiye‟nin AB yolunu tıkamak hazırlığı içindedirler. Kıbrıs meselesini yaratmıĢ olan Rum-Yunan ikilisine “meseleyi hallediniz” diyen yok. Akdeniz‟de en büyük cenosid harekâtını evlatlarını feda ederek önlemiĢ olan Türkiye‟ye “AB üyeliği için Kıbrıs meselesini hallet” engeli de çıkarılıyor. Bütün bunlara rağmen uzlaĢı yollarını aramaya devam ediyoruz. Ancak, yeniden haykırıyorum: Kıbrıs meselesine teĢhis koyalım diye!

1435

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti / Ülker Güzel [s.889-904] DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Uzmanı / Türkiye Tarihçe Kıbrıs adının, kına çiçeği diye bilinen bir çiçekten veya aĢk ilâhesi olarak bilinen Kipris‟ten alındığı ileri sürülmektedir. Kıbrıs, Akdeniz‟de Sicilya ve Sardunya adalarından sonra üçüncü büyük adadır ve çok büyük olmamasına rağmen, tarih boyunca ilkçağlardan itibaren Akdeniz‟de askerî ve ticarî üstünlüğe hakim olan devletin idaresine geçerek çok sık istilâlara uğramıĢtır. Jeolojik devirlerde Anadolu‟nun bir parçası olarak bulunan Kıbrıs adası, Ġskenderun Körfezi‟ne doğru uzanmakta ve Anamur‟a 70 km, Yunanistan‟a 800 km uzaklıkta bir konuma sahiptir. Ġklim Ģartları itibarı ile olduğu kadar, bitki örtüsü ve hayvan topluluğu olarak da Anadolu‟ya benzemektedir. Konumu itibarı ile doğu ile batı arasında bir köprü vazifesini görmüĢ ve sırası ile Hititliler, Mısırlılar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Büyük Ġskender, Romalılar ve Bizanslıların hakimiyeti altında kalmıĢlardır. Bizanslılar zamanında Hıristiyanlık yayılmıĢ ve Ortodoks kilisesi kurulmuĢtur. Aynı tarihlerde Arabistan yarımadasında kurulan Ġslâm devleti zaman içinde kuvvetlenerek Akdeniz‟de üstünlük sağlamıĢ ve adaya seferler düzenlenmiĢtir. ġam valisi Muaviye zamanında (M.S. 647) düzenlenen bir donanma ile adaya seferler düzenlenmiĢ ve adanın bir bölgesi ele geçirilmiĢtir. Daha sonra yapılan Haçlı seferleri sonucu bazı Ģövalyelerin ve derebeylerin istilâlarına uğrayarak, Memlûklüler, Cenevizliler ve Venediklilerin yönetimleri altına girmiĢtir. Yavuz Sultan Selim‟in Mısır ve Ġran seferleri, Kanuni Sultan Süleyman‟ın Akdeniz‟i Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun bir gölü haline getirmesi sonucu, Donanma komutanı Lala Mustafa PaĢa ve askerleri, 1570 Temmuzu‟ndan 1571 Ağustosu‟na kadar devam eden ve 50.000 Türk askerinin Ģehit verildiği bir savaĢla Kıbrıs adasını Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun hakimiyeti altına almıĢtır. 1571 yılından 1877 yılına kadar 300 sene, üç asır gibi uzun bir dönem Türklerin idaresi altında yaĢamıĢlardır. Yukarıdaki açıklamaların ve tarihî kronolojinin ıĢığı altında yıllar boyu çeĢitli kültürlerin istilâlarına uğrayan Kıbrıs adası ve Kıbrıs halkı; hiçbir ülkenin idaresinde bu kadar uzun süre kalmamıĢtır. Ġlk fetih yıllarından itibaren, padiĢahın emri üzerine adada yerleĢmiĢ bulunan halka hiçbir zarar verilmeden, insan hak ve hürriyetlerine saygı gösterilerek hak ve hukuk ilkeleri çerçevesinde, eĢit bir Ģekilde bir arada yaĢamıĢlardır. Türklerin hakimiyeti altına giren Kıbrıs‟ta LefkoĢa merkez kabul edilerek Kıbrıs Beylerbeyliği adı altında Ġstanbul‟a bağlanmıĢ ve Beylerbeyliği‟ne Muzaffer PaĢa tayin edilmiĢtir. Kıbrıs Beylerbeyliği‟nin sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan geliĢmesi ve savunmasını sağlamak için Alaiye, Tarsus, Ġçel, Zülkadriye, Sis ve Trablus ġam Sancakları Kıbrıs Beylerbeyliği‟ne bağlanmıĢtır. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun idarî teĢkilâtı, siyasî, askerî, adlî yapısı, arazi, tapu ve vergi sistemi aynen Kıbrıs Beylerbeyliği‟nde de uygulamaya konulmuĢtur.

1436

Ġklim Ģartları ve verimli toprakları ile tarım ve hayvancılık teĢvik edilerek, Kıbrıs adası Magosa, Limasol gibi liman Ģehirleri ile Akdeniz‟in önemli bir ticaret merkezi haline gelmiĢ, ekonomik ve sosyal hayat canlanmıĢtır. 300 sene gibi çok uzun bir süre Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun idaresi altında kalınması sonucu; Osmanlı tarihi, kültürü ve eserleri ile yoğrulan adada, ırk, dil ve mezhep ayrımı gözetilmeden çeĢitli kültürlerin merkezi olarak pek çok ilim ve sanat adamı yetiĢtirilmiĢtir. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun zayıflama dönemine gelindiği yıllarda, asırlardır huzur ve sükun içinde yaĢayan Kıbrıs halkı, hayatlarında bir daha yakalayamayacakları bu düzenlerini baĢta Yunanistan ve Ġngiltere olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinin, milletlerarası alanda sergiledikleri çeĢitli siyasî oyunlarının ve çıkarlarının kurbanı olarak kaybetmiĢlerdir. 19. yüzyılda Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun yıkılması ve dağılması için içeriden ve dıĢarıdan yapılan yıkıcı faaliyetler sırasında, Rusya‟nın 1877 yılında Osmanlı Devleti ile yapmıĢ olduğu Ayastefanos AntlaĢması sonucu Rus askerlerinin Ġstanbul-YeĢilköy‟e kadar gelmeleri, Osmanlı topraklarında, özellikle Ġstanbul üzerinde gözü olan Ġngiltere‟yi harekete geçirmiĢtir. Bu arada, Fransa ve Ġtalya‟nın sömürgecilik politikalarının yeniden canlandığı 19. yüzyıl sonlarında, bu iki devletin Akdeniz üzerinde baĢlayan yayılmacılık politikaları Ġngiltere‟yi rahatsız etmiĢtir. Aynı zamanda Akdeniz‟in dünya ekonomisi ve ticareti açısından önemini gören Ġngiltere, 1713 yıllarında baĢlayan koloni kurma yarıĢı içinde, Akdeniz‟de ticarî ve ekonomik üstünlüğü elde etmek ve önemli pazarlara hakim olabilmek için gözünü Kıbrıs adasına dikmiĢ ve Osmanlı Devleti ile yakınlaĢma siyaseti içine girerek görüĢmelere baĢlamıĢtır. YeĢilköy‟e kadar gelmiĢ bulunan Rusya‟nın, Anadolu topraklarına doğudan da saldırması ihtimalini düĢünen Ġngiltere, Rusya‟ya karĢı Osmanlı Devleti‟ne destek vererek, askerî yardımda bulunmak ve Kıbrıs adasında askerî bir üst kurma teklifinde bulunmuĢtur. Bu teklif zaten zor durumda bulunan padiĢah tarafından kabul edilmiĢtir. Bunun üzerine, Ġngiltere ile 5 Haziran 1878 tarihinde yapılan ikili antlaĢma gereğince aĢağıdaki hükümler çerçevesinde mutabık kalınmıĢtır. 1.ġer‟i mahkemeler kurulacak, 2.Kıbrıs‟ta Türkler tarafından kurulmuĢ bulunan vakıfların yönetimi, Osmanlı Devleti ve Ġngiliz hükûmeti tarafından ortak karar ile atanacak bir temsilci tarafından yürütülecek, 3. Kıbrıs‟ta elde edilen son beĢ yıllık gelir ortalaması esas alınarak adanın geliri Ġngiltere tarafından Osmanlı Devleti‟ne verilecek, 4. Kıbrıs‟ta bulunan Osmanlı Devleti‟ne ve padiĢaha ait mallar Osmanlı Devleti‟nin tasarrufu altında korunacak, 5.Rusya‟nın Doğu Anadolu‟da ele geçirdiği Kars, Ardahan ve diğer topraklardan tahliye edilmesi halinde Ġngiltere ile yapılan bu antlaĢmanın hükümleri sona erecekti.

1437

Osmanlı padiĢahı bu antlaĢma metnini, “Hukuk-ı ġahaneme asla halel gelmemek Ģartıyla” ibaresini kendi eli ile yazmıĢ ve antlaĢma metnini ondan sonra imzalamıĢtır.1 Ġngiliz Ġdaresinde Kıbrıs Altı bin yıl önce yerleĢime baĢlanıldığı tahmin edilen ve son 300 yılını Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun idaresinde geçiren Kıbrıs adası, tarihi boyunca bağımsız yaĢamıĢ, hakları ve özgürlükleri için mücadele vermiĢ ve vermekte olan büyük Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Ancak milletler arası menfaatler ve çekiĢmeler sonucu Kıbrıs, Osmanlı Devleti ile Ġngiltere arasında yapılan bu antlaĢma ile Ġngiltere‟nin himayesine belli bir süre için tahsis edilmiĢtir. Ġngilizler verdikleri söz üzerine ve antlaĢma metninin özüne sadık kalarak adayı merkezden ve DıĢ ĠĢleri Bakanlığı‟na bağlı bir birim olan “Kıbrıs Bölümü” ile yönetmiĢ fakat kısa bir süre sonra kurmuĢ olduğu bu bölümü kaldırarak, diğer sömürgelerinde uyguladıkları politikalar da olduğu gibi, Sömürgeler Bakanlığı‟na bağlamıĢlardır. Türkiye‟nin vermiĢ olduğu istiklal mücadelesinden sonra imzalanan Lozan AntlaĢması‟nda Ege adaları ve Kıbrıs milletler arası platformda gündeme getirilmiĢtir. Lozan AntlaĢması‟nın 16. maddesi ile Türkiye‟nin Ege Denizi‟ndeki diğer adalar ile beraber Kıbrıs‟ın geleceği üzerinde söz hakkına sahip olduğu ve Ġngiltere, Kıbrıs adası üzerindeki egemenlik haklarından herhangi bir Ģekilde vazgeçerse, “Ada‟nın kaderi Türkiye‟nin de içinde bulunduğu taraflarca belirlenecektir” Ģeklinde hükme bağlanmıĢ ise de, Lozan AntlaĢması‟nın 20. maddesi ile adanın bir Ġngiliz adası olduğu hükme bağlanmıĢtır.2 Bu Ģekilde bir politik oyunla adayı himayesine almıĢ olan Ġngilizler, adaya tayin ettikleri Ġngiliz valiler kanalı ile, ilk iĢ olarak adanın gerçek sahibi olan Türkleri hem ekonomik hem de sosyal yönden çökertmek için Rumlar ile iĢ birliği yapmaya baĢlamıĢlardır. GeniĢ arazileri bulunan ve gayrimenkul sahipliği sebebi ile adanın mülkiyetinin çoğunluğunu elinde bulunduran aynı zamanda, devlet idaresi ve bürokrasi üzerinde yerleĢmiĢ bir ağırlığı olan Türklerin, bu hakimiyetlerini kırmak için Rumlar ile anlaĢarak özel bir plân ve politika uygulamıĢlardır. Önce devlet idaresinde görev yapan Türkleri idareden uzaklaĢtırmıĢ, sonrada eğitim seviyeleri yüksek olmayan bir kısım Türk halkının HıristiyanlaĢtırılması çalıĢmalarına hız verilmiĢ, sonra da baskı ile satılan Türk arazilerinin Rumlar tarafından alınmasını sağlamıĢlardır. Bunun sonucu olarak, sadece küçük ticaret erbabı durumunda bulunan ve ticaret ile meĢgul olan adadaki Rumların devlet idaresinde yer almalarını temin ederek, ekonomik ve sosyal yönden güçlenmelerini sağlamıĢlardır. Zamanla, hem toprak sahibi hem de nüfuz ve nüfus olarak etkin durumda olan Türklerin morallerini bozup bir kısmının adadan uzaklaĢmalarına sebep olmuĢlardır. Ġngiltere‟nin sağlamıĢ olduğu bu haksız tavizler sonucu adaya Yunanistan‟dan Rum nüfus aktarılmıĢ, bir müddet sonra adada nüfusu artırılmıĢ olan idarî, ekonomik ve ticarî açıdan güçlü ve tatmin edilemeyen Ģımarık bir Rum topluluğu oluĢturulmuĢtur.

1438

Rumlar, adanın Ġngilizler tarafından alınmasını, gelecekte bir gün Yunanistan‟a ilhak olmasının baĢlangıcı olarak görmüĢlerdir. Bir tarihte Kıbrıs‟a gelen Rum Ortodoks Kilisesi BaĢpiskoposu, yapmıĢ olduğu bir konuĢmada “biz bu yönetim değiĢikliğini hoĢ karĢılıyoruz, çünkü, Ġngiltere‟nin daha önce Yunan adalarında olduğu gibi Kıbrıs‟ı da ana vatanımıza yani Yunanistan‟a vereceğinden eminiz” diyordu. Bir müddet sonra, Kiliseler, Rum okullarında görevli bulunan öğretmenler ve ticaret erbabı üzerinde baskı kurmuĢlar ve yeni yetiĢen neslin beynini yıkayarak “Enosis”=ilhak fikri ile beslemiĢlerdir. Ġngiltere idaresinde yaĢayan Türkler, haksızlıklara karĢı gelmekle birlikte insan hak ve hürriyetlerine tecavüz edilmesine rağmen sakin, yumuĢak ve uzlaĢmacı tutumlarını sürdürmüĢlerdir. Ancak, özel günlerde yapılan konuĢmaları Türk toplumunun liderleri vasıtası ile Ġngiliz Sömürge Bakanlığı‟na ve Osmanlı idaresine bildirmekle yetinmiĢlerdir. Tarihî süreç içinde; Yunanistan ve Rumlar daima, Osmanlı Devleti‟nin ve Türkiye Cumhuriyeti‟nin iç ve dıĢ karıĢıklıklarının ve problemlerinin yoğun olduğu dönemlerde Ģiddet ve tecavüzlerini artırmıĢ ve bu yol ile Türkleri sindirme ve adayı ilhak etme hayalleri içinde uğraĢmıĢlardır. Nitekim, 1903 ve 1904 yılları ile 1911-1912 yıllarında, Rumların adadaki Ģiddet hareketlerinde artıĢlar gözlenmiĢtir. Rumlar, kendilerine her zaman dünya siyaseti içinde haksız emellerine destekçi ülkeler bulmuĢlar, bu ülkeler tarafından kendilerine gösterilen taviz ve desteklere hiçbir zaman doymamıĢlar-yeterli bulmamıĢlardır. Zaman içinde tedhiĢ hareketleri ile Türkleri sindirecekleri, sonra da imha ederek adayı Yunanistan‟a ilhak edecekleri hayali ile gizli faaliyetlerinin hazırlıklarına baĢlamıĢlardır. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun I. Dünya SavaĢı‟na Almanlar ile birlikte katılması Almanya‟ya karĢı savaĢan Ġngiltere‟nin 5 Kasım 1914‟te Kıbrıs adasını tek taraflı olarak ilhak etmesine sebep olmuĢtur. Ġngiltere bununla da kalmayıp, 1915 yılında, Yunanlıların savaĢa Ġngiltere‟nin yanında girmesi halinde ileride ki bir tarihte Kıbrıs‟ın kendilerine verilebileceğini bildirmiĢtir. 3 Bu vaatlere inanmayan ve bir gün Kıbrıs‟ı elinden çıkaracağına inandıkları Ġngiltere‟ye karĢı Rumlar, Yunanistan ile ikili iĢ birliğini geliĢtirerek ve Ortodoks Kilisesi‟ni de yanlarına alarak, 1931 yılında adada isyan çıkarmıĢlardır. ıkarılan isyan Ġngiliz vali tarafından bastırılmıĢ ve Rum tedhiĢçi ve kilise papazlarından oluĢan isyancılar adadan ihraç edilmiĢlerdir. Sonra adaya yönetim bakımından değiĢik statüler verilmeye çalıĢılmıĢ ise de Rumları memnun etmek ve alınan kararlara uymalarını sağlamak mümkün olamamıĢtır. Rumların bu uzlaĢmaz tutumu ve gelen Ġngiliz valiler üzerindeki baskıları sonucu, 1947 yılında, 1931 isyanı sonunda adadan ihraç edilen Rum isyancıların ve papazların geri dönüĢlerine müsaade edilmiĢtir. Bu gösterilen taviz, Rumların Ortodoks Kilisesi ile birlikte yeni imha plânları hazırlıklarını güçlendirmiĢtir. Ortaya çıkan yeni karıĢıklıklar idaresinde güçlüklere sebep olması nedeni ile, adanın idaresi için valiler tarafından getirilen “Otonom Ġdare” veya “ĠstiĢare Meclisi” yolu ile getirilmek istenen yeni

1439

yönetim Ģekilleri, yine Rumlar tarafından reddedilerek Yunanistan‟a ilhak tezi savunulmuĢtur. Ada idaresindeki bu zorluklar karĢısında Ġngilizler; Türkler ile Rumlardan teĢekkül eden bir ĠstiĢare Meclisini kendi seçtikleri kiĢiler arasından oluĢturarak ada halkını yönetmeye çalıĢmıĢlardır.4

Ada Rumlarının Ortodoks lideri BaĢpiskopos Makarios III ve kurulan Rum Millî Partisi, tek emellerinin Enosis olduğunu beyan ederek istiĢare meclisinin kuruluĢunu protesto etmiĢler ve “ĠstiĢare Meclisi” Ģeklindeki yönetime karĢı gelerek, adayı ilhak emellerini gerçekleĢtirmek için yürüttükleri çabalara hız vererek 15 Ocak 1950 tarihinde bir plebisit yapmıĢlardır. Ortodoks kiliseleri tarafından organize edilen ve papazların önünde yapılan plebisit sonucu; “Yunanistan‟a ilhakı kabul ediyorum veya etmiyorum” Ģeklinde iki tercihten ibaret olarak hazırlanmıĢ bulunan oy pusulalarını kullanarak, %90 Rum oyları ile sonuçlanmıĢ ve Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakı kabul edilmiĢtir. Türkiye ve Ġngiltere yapılan bu plebisiti tanımamıĢ ve Ġngiltere Kıbrıs‟a muhtariyet verilmesi fikrini ileri sürerek, bu fikrin adanın el değiĢtirmesi manasına gelemeyeceğini ısrarla belirtmiĢtir. Bu açıklama üzerine muhtariyet fikrini reddeden Rumlar, Yunanistan‟ın BM delegesinin yardımı ile BM Genel Sekreterliği‟nden Kıbrıs halkına yani Rumlara self-determinasyon hakkının verilmesinin gündeme alınmasını sağlamıĢlardır.

Konu gündeme alınmıĢ ise de; çözümlenmesine karar vermiĢtir.5

BM konunun barıĢçı yollarla

1951 yılına kadar olayları perde arkasından idare eden Yunanistan, Kıbrıs‟taki karıĢıklıkların sorumlusu olarak Rumları, Ortodoks Kilisesi‟ni ve Komünist ülkeleri gösteriyordu. Yunanistan‟ın, Kıbrıs‟ta ortaya çıkan olaylar ile yakın iliĢkisi olduğu Yunan BaĢbakanı Sofokles Venizelolos‟un 1951 yılının ġubat ayında vermiĢ olduğu demeci ile açığa çıkarılmıĢtır.6 30 Haziran 1955 tarihinde, Türkiye ve Yunanistan “Doğu Akdeniz Savunması ve Kıbrıs Meselesi”ni görüĢmek üzere Ġngiltere tarafından Londra‟da toplantıya çağrılmıĢtır. Bu çağrı karĢısında Makarios III Rumların, self-determinasyona gitmeyen bir kararı kabul edemeyeceklerini belirterek, 28 Ağustos 1955 tarihinde adada ki bütün Türklerin katledileceğini ilân etmiĢtir. Bu talihsiz beyan üzerine Türk hükûmeti; Ġngiltere‟nin adadaki vazifesini yerine getireceğine inandığını beyan etmiĢ, eğer bu konuda bir garanti verilmezse Türkiye‟nin adadaki Türkleri müdafaasız bırakmayacağını açıklamıĢtır. Londra Konferansı 29 Ağustos 1955 tarihinde toplânmıĢ ise de iki tarafın görüĢleri arasında uzlaĢma sağlanamamıĢtır. Bu konferansın önemi, dünya kamuoyuna Türkiye‟nin Kıbrıs konusunda söz sahibi, kuvvetli bir güç ve taraf olarak bulunduğunun açıklanmıĢ olmasındadır. Artık Kıbrıs adası üzerinde yaĢayan iki toplumun kaderleri ve hayatları, Ġngiltere‟nin adayı idaresi sırasında aldığı yanlıĢ kararlar ve değerlendirmeler sonucunda, Rumların uzlaĢmaz tutumları ve tatmin edilmez arzuları ile birlikte, çözülmesi oldukça zor milletlerarası bir mesele haline dönüĢtürülmüĢtür. Olaya karıĢan diğer ülkeler de durumu kendi menfaatleri ve çıkarları açısından değerlendirmiĢlerdir.

1440

Kıbrıs Rumları sadece Yunanistan ve Ġngiltere‟nin desteği ile değil, olaya kendi menfaati açısından bakan Rusya tarafından da desteklenmiĢtir. Rusya, Akdeniz‟de gerçekleĢecek Helen hegamonyasını hiçbir zaman istememiĢ, fakat Balkanlar ve Türkiye üzerindeki emelleri için Kıbrıs Rum Komünist Partisi‟nin (AKEL) kuruluĢunu desteklemiĢtir. AKEL taraftarları, Enosis taraftarları ile birleĢerek adadaki isyanlarda ve karıĢıklıklarda rol almıĢlardır. Rumların terör hareketleri; EOKA adlı yer altı teĢkilâtları ile sürdürülmekte ve Türk toplumunu yok etmek için küçük küçük baĢlayan katliamların ileride ki boyutlarının büyük olacağı sinyallerini veriyordu. Nitekim 1957 yılında, Kıbrıs‟ın çeĢitli bölgelerinde bombalama, ateĢe verme, pankart asma, sabotaj, öldürme ve gasp gibi kanun dıĢı hareketler ile Türklere karĢı sindirme hareketleri yoğunlaĢtırılmıĢtır. Savunma imkânlarından yoksun ve dağınık bir yerleĢimde olan Türk köylerine vahĢice saldırılar düzenleniyor ve günahsız Türk çocukları ve kadınları öldürülüyordu. Yunanistan ve Rumların Ortodoks Kilisesi‟ni arkalarına alarak yaptıkları çeĢitli politik oyunlara rağmen, Türkiye‟nin kararlı ve kesin tutumu karĢısında Yunanistan taksimden baĢka bir yolun olamayacağını anlamıĢtır. Zamanın Türk Başbakanı Adnan Menderes ve Yunan Başbakanı Karamanlis 11 Şubat 1959‟da Zürich ve 19 Şubat 1959‟da Londra‟da imzaladıkları antlaşmalar ile Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni kurmuşlardır. Türkiye, Garanti ve İttifak Antlaşmalarını imzalayarak, Kıbrıs‟ın herhangi bir dönemde bir düşman toprağı haline dönüşmesine engel olabilecek ve Doğu Akdeniz‟de Türk-Yunan dengesini koruyacak koşulları sağlayarak, fiili garantörlük hakkını kazanmıştır. Zürich ve Londra AntlaĢmalarında yer alan esaslara göre; Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ve Anayasanın ayrılmaz bir parçası olan Garanti ve Ġttifak AntlaĢmaları sonucu Türkiye‟nin elde etmiĢ olduğu fiili garantörlük hakkı, 15-16 Ağustos 1960 tarihinde resmen kurulmuĢ bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni yıkma gayreti içine düĢen Rumların Türkleri imha plânları ve hareketleri karĢısında dayandığı en önemli kanunî hakkı olmuĢtur. Ġki Toplumlu Bir Cumhuriyet:“KıbrısCumhuriyeti” Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının eĢit statü ile kurucu ortak olarak kurmuĢ oldukları bir Cumhuriyettir.7 Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin CumhurbaĢkanı Rum, yardımcısı Türk olmuĢ, kabinede yer alan bakanların ise 7‟si Rum, 3‟ü Türk olarak tespit edilmiĢtir. Temsilciler Meclisi 50 kiĢiden oluĢmuĢ, bunun teĢkilinde de %70 Rum, %30 Türk oranı muhafaza edilmiĢtir. Kamu görevlilerinin oranı da aynı ölçüler içinde muhafaza edilmiĢtir. Bu uygulamada önemli olan, Türklerin azınlık olarak kabul edilmemeleri ve “Fonksiyonel olarak Federatif Sistem”in kabul edilmiĢ olmasıdır.8 Her ne kadar milletlerarası alanda bir Cumhuriyet kurulmuĢ ve iki toplum arasındaki problemler çözülmüĢ gibi görünmekte ise de; antlaĢmaların imzalanmasından hemen sonra; Rum tarafında

1441

Kıbrıs Ġlhak Cephesi=KEM adlı bir gizli örgüt kurulmuĢ ve bu örgütün, BaĢpiskopos Makarios tarafından açıklanmıĢ olduğu gibi Enosis emellerinin takipçisi olduğu ilân edilmiĢtir. Örgüt elemanları; Kıbrıs‟ın ilhakını ve Kıbrıs Türkünü yok etmeyi gaye edinmiĢ olan EOKA tedhiĢçileri ile iĢ birliği yapmaya baĢlamıĢlardır. Bunun sonucu olarak adadaki sindirme ve katliam olayları zaman içinde artırılarak Kıbrıs adası bir iç savaĢa sürüklenmiĢtir. Kıbrıs Rum toplumunun lideri olarak CumhurbaĢkanlığına atanan BaĢpiskopos Makarios III, 1963 yılında Türklere tanınan ve Anayasa ile teminat altına alınan egemenlik ve siyasî eĢitlik hakları ile ilgili 13 maddelik Anayasa değiĢikliği önerilerini gündeme getirmiĢtir. Bu maddeler, CumhurbaĢkanı yardımcısının veto yetkisinin ve Türklerin beĢ büyük yerleĢim bölgesinde belediye kurma hakkının kaldırılması ile ilgili maddeler olarak tespit edilmiĢtir. Bu hareketin gayesi, Kıbrıs‟ta yeniden bir huzursuzluğun baĢlatılması ve çıkarılan karıĢıklık sonucu YunanistanKıbrıs bütünleĢmesini sağlayacak olan Enosis emellerinin uygulamaya konularak gerçekleĢtirilmesinin baĢlatılması idi. Rum tarafı kendi taleplerinin reddedilmesi üzerine, Ģiddet yolu ile sindirme hareketlerine baĢlamıĢ, Enosis hedefini gerçekleĢtirmek üzere hazırladıkları ve Türkleri imha için hazırlanan Akritas Plânı‟nı uygulamaya baĢlamıĢlardır. Bu plân gereğince; 21 Aralık 1963‟te Türk toplumuna karĢı katliam baĢlatılmıĢ ve Kıbrıs Türklerinin

tarihlerinden,

Uluslararası

AntlaĢmalarından,

Ġnsan

Hakları

Beyanname

ve

SözleĢmelerinden doğan bütün hakları ellerinden alınmak istenerek, Kıbrıs‟taki Türk varlığı tamamen yok edilmek istenmiĢtir. Tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen ve hunharca yapılan katliamlarda binlerce günahsız Türk çocukları, kadınlar ve mücahitler katledilmiĢtir. 21 Aralık 1963 tarihinden sonra Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin bütün organları, yasa dıĢı yollar ile Kıbrıs Rumlarının tekeline girmiĢtir. OluĢturulmak istenen toplum biçimi ile sadece Kıbrıs Rumlarının devleti haline getirilen, Pan-Helenist yayılmacılığa hizmet eden, ırkçı ve ayrımcı düĢünce ve eylemlere yer veren, mevcut Anayasa ve Milletlerarası AntlaĢma esaslarından tamamen uzaklaĢmıĢ ve meĢruluğunu yitirmiĢ bir Kıbrıs Cumhuriyeti ile karĢı karĢıya kalınmıĢtır.9 Türkiye Cumhuriyeti, bu insanlık dıĢı katliamlar karĢısında antlaĢmalardan doğan hakkını kullanacağını ve adaya askerî müdahalede bulunacağını Ġngiltere ve Amerika‟ya bildirmiĢtir. Bunun üzerine 13 Mart 1964 tarihinde toplanan Güvenlik Konseyi, Kıbrıs‟a BirleĢmiĢ Milletler BarıĢ Gücü‟nün gönderilmesine karar vermiĢtir. Güvenlik Konseyi kararından sonra adaya BarıĢ Gücü askerleri yerleĢmiĢ, fakat anlaĢmazlık ve katliamlara bir çözüm getirilememiĢtir. Ġngiltere, Yunanistan Türkiye ve Amerika‟nın katılımı ile Acheson Plânı hazırlanmıĢ fakat hazırlanan plân Yunan ve Rum emellerinin gerçekleĢtirilmesi doğrultusunda olmuĢtur.

1442

6 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy mevkiinde savunmak maksadı ile bir araya gelen Türk gençlerini, BarıĢ gücünü “tatbikat yapıyoruz” diye kandırarak katletmiĢlerdir. Dünya tarihine ve basınına Erenköy Katliamı olarak geçen olay, Türk hükûmetinin havadan yaptığı müdahale ile durdurulabilmiĢtir. Türk ve Yunan baĢbakanları arasında yapılan çeĢitli uzlaĢma görüĢmelerinden Yunanlıların Enosis‟te ısrarlı olmaları sebebi ile bir sonuç alınamamıĢtır. Aslında bu barıĢ görüĢmeleri, Rumların yeni saldırılara hazırlanmaları için bir oyalama taktiği oluyordu. Nitekim 15 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi katliamları yapılmıĢtır. Türk hükûmetinin müdahale kararı ABD tarafından önlenmiĢtir. Kanlı Noel baskını ile baĢlayıp 11 yıldır devam eden Türk tarihini, kültürünü ve halkını yok etmeyi hedefleyen insanlık dıĢı katliamlar karĢısında dünya basınında belge ve fotoğraflar ile yer verilmesine rağmen, hiçbir dünya ülkesi yardım etmemiĢ ve destek vermemiĢtir. Bu da Ģunu göstermektedir ki bütün dünya ülkeleri, Yunan emellerine hizmet etmekte ve Türk varlığının yok edilmesi pahasına Türk hükûmetinin müdahale hakkını kullanmasını engellemektedirler. Bu arada Kıbrıs‟taki Rum yönetimi arasında siyasî anlaĢmazlıklar çıkmıĢ ve Papaz Makarios‟a karĢı yapılan bir darbe sonucu Makarios adayı terk etmiĢtir. CumhurbaĢkanlığına getirilen Nikos Sampson “Kıbrıs Elen Cumhuriyetini” ilân etmiĢ ve Türklerin yeni imha plânını hazırlamıĢlardır. Bu durum karĢısında Kıbrıs Türk halkı, Rum yönetiminin her türlü sindirme, baskı, iĢkence ve silâhlı saldırılarına karĢı çok zor Ģartlarda direnmiĢ, hiç bir zaman azınlık statüsünü kabul etmemiĢtir. Türklerin boyutu gittikçe artan ve her türlü insan haklarından yoksun cinayetler karĢısında kendilerini korumak, varlıklarını devam ettirebilmek ve atalarından kalan yurtlarını topraklarını korumak ve müdafaa edebilmek için teĢkilâtlanmaları zorunlu hale gelmiĢtir. Önce küçük gruplar Ģeklinde baĢlayan örgütleĢme hareketleri, zaman içinde Türkler arasında tek bir çatı altında birleĢme fikrini oluĢturarak, Kasım 1957 senesinde Türk Mukavemet TeĢkilâtı (TMT) adı altında tek bir örgüt altında toplânma ve kurma çalıĢmalarını baĢlatmıĢtır. Bu örgütün kurulmasında o dönemde tanınmıĢ bir avukat olan ve hayatını Kıbrıs Türkünün bağımsızlık mücadelesine adamıĢ olan Rauf DenktaĢ ile Dr. Burhan Nalbantoğlu görev almıĢlardır. Kıbrıs Türkünün bağrından çıkan bu teĢkilâta zamanın Türk hükûmeti de sahip çıkmıĢtır. 1 Ağustos 1958 tarihinden itibaren, T.C. BaĢbakanı Adnan Menderes ve DıĢ ĠĢleri Bakanı Fatin RüĢtü Zorlu tarafından önce küçük fakat sonra, Türkiye‟nin desteği ile tek bir örgüt haline getirilen TMT‟nin direniĢi ve savunması tarihe büyük bir destan yazdırmıĢtır. Gayesi: “Her gün biraz daha güçlenmekte olan EOKA‟ya karĢı Türklerin savunma sahasındaki boĢluklarının giderilmesini sağlamak”,

1443

“Kıbrıs‟taki yer altı Türk direniĢ güçlerini bir çatı altında birleĢtirmek” “Türkiye‟deki mukavemetçiler arasındaki bağları kurmak ve güçlendirmek”, “Kıbrıslı Türkler arasında güven duygusunu geliĢtirmek” olarak tespit edilmiĢtir.10 Kıbrıs Türk halkı; Türkiye‟den gördükleri maddî manevî desteğin yanında EOKA‟ya karĢı canını koruma pahasına, kurmuĢ olduğu Mukavemet teĢkilâtı ile direnmiĢ, pek çok Ģehit vermiĢ, atalarının oturduğu köyleri ve yerleĢim birimlerini terk etmiĢ olmasına rağmen; eĢit egemenlik, eĢit ortaklık haklarından taviz vermemiĢ, varoluĢ, kurtuluĢ ve Türkiye‟nin ada üzerindeki haklarını koruma mücadelesini büyük özveriler ile 20 Temmuz 1974 tarihine kadar sürdürmüĢtür. Türkiye Cumhuriyeti, bir toplumun toplumsal hak ve hürriyetine sahip olmadan, ferdî hak ve özgürlüklerinin söz konusu olamayacağını bütün dünya ülkelerine bir defa daha tarih önünde göstermek, Türkiye‟nin tarihi ve milletlerarası antlaĢmalarından doğan yasal garantörlük hakkını kullanmak sureti ile kahraman Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Kıbrıslı Türk mücahitleri ile birlikte sonuçlandırdığı ve Kıbrıs Türklerine huzur, barıĢ, güvenlik ve özgürlük ortamı içinde yaĢama imkânı sağlayan BarıĢ Harekatı‟nı 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleĢtirmiĢtir. Bu harekat sonucunda Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliğini sağlamak ve Kıbrıs adası üzerindeki antlaĢmalardan doğan yasal haklarını kullanarak, Türk ordusu Kıbrıs adasına yerleĢmiĢtir. BarıĢ Harekatı ile Kıbrıs‟ta yeni bir coğrafya ve yeni bir siyasî zemin oluĢturulmuĢtur. 20 Temmuz 1974 Türk BarıĢ Harekatı ile oluĢturulan yeni zemin üzerinde; adanın kuzey kısmında, 15 Kasım 1983‟te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, adanın güney kısmında da Güney Kıbrıs Rum Devleti kurulmuĢtur. Ġngiltere ise, bir politik manevra ile Kıbrıs adasına yerleĢmiĢ, adanın idaresindeki basiretsizliği ile adada yaĢayan iki toplumu birbirine düĢürmüĢ buna rağmen, adadaki askerî üstlerini koruyarak Kıbrıs adasında kalmayı baĢarmıĢtır. Onun için önemli olan; her zaman için Akdeniz‟de bir güç olarak kalmayı sağlamaktır ve sonunda onu da baĢarmıĢtır. 20 Temmuz 1974 tarihinden sonra Türk yönetimi yeni sınırlar içinde düzenini kurmaya baĢlamıĢ ve 13 ġubat 1975 tarihinde “Kıbrıs Federe Devleti‟ni kurmuĢtur. Uluslararası hukuka göre, devlet olma vasfına haiz olan bir durumda bulunulmasına rağmen milletlerarası alanda tanınma talebinde bulunmamıĢtır. ünkü, her türlü haksızlığa rağmen “Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin kurulmasına zemin hazırlamak gibi bir iyi niyet gösterme çabasında idi. Oysa Rumlar her türlü görüĢmelerinde Türkleri azınlık statüsünde görmek istediklerini beyan ederek, BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu‟ndan 13 Mayıs 1983 tarihinde tek taraflı olarak kendi lehlerinde karar çıkartmıĢlardır. Bulunduğu hukukî konum sebebi ile self-determinasyon hakkını kullanma yetkisine sahip olan Kıbrıs Federe Devleti bağımsızlığını 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟ni kurarak ilân etmiĢtir. Stratejik açıdan büyük önemi olan Kıbrıs adasının son yıllarda jeo-politik ve jeo-ekonomik öneminin giderek daha belirgin bir hal aldığı gözlenmektedir. Atatürk, 1938 yılında Akdeniz‟de yapılan askerî manevraların birinde genç subaylara: Türkiye‟nin yeniden iĢgal edilmesi halinde ikmal

1444

yollarından birinin ne olduğu konusunda, Kıbrıs‟ı göstererek “Kıbrıs‟a dikkat ediniz, eğer Kıbrıs düşman ellerinde ise bütün ikmal yollarımız tıkanmış demektir” diyerek Kıbrıs‟ın önemini ortaya koymuĢtur. SüveyĢ Kanalı‟nın açılmasından sonra Kıbrıs adasının önemi oldukça çok artmıĢtır. Doğu Akdeniz‟de ticaret ve Balkanlar-Kafkasya-Orta Doğu petrol ulaĢım yollarını kontrol altında tutmak ve Orta Doğu ülkelerinin siyasî, ekonomik ve askerî açılardan etkin bir Ģekilde kontrolünü sağlayabilmek için stratejik önemi çok fazla olan bir operasyon yeri olarak kabul edilmektedir. Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz‟deki jeo-politik ve jeo-ekonomik konumu itibarıyla; özellikle son yıllarda uluslararası alanda ve bölgede meydana gelen hızlı siyasî ve ekonomik geliĢmeler sonucu, baĢta Ġskenderun Körfezi olmak üzere giderek artan güney sahil ve limanlarımızın önemi nedeni ile Türkiye açısından da stratejik değerini gittikçe artırmaktadır. DüĢman elinde bulunmayan bir Kıbrıs, Türkiye‟nin güneyden kuĢatılmasının önlenmesinin yanında, Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan, Londra ve Zürich AntlaĢmaları ile Ege ve Akdeniz‟de kurulan siyasî dengenin korunması açısından, Azerbaycan, Hazar, Kazakistan, Türkmenistan, Irak ve Ġran petrollerinin ve doğalgazın Ġskenderun Körfezi çıkıĢını kapatarak bir tehdit yaratmaması açısından, Güneydoğu Anadolu Projesi‟nin (GAP) Akdeniz‟e açılım merkezi olması ve Yunanistan‟ın Megalo Ġdea‟sına geçit vermemesi açısından da önem arz etmektedir. Ayrıca, adada yaĢayan 200 bini aĢkın Türk nüfus ile tarihî ve kültürel bağların bulunması, bir Akdeniz ve Orta Doğu ülkesi olan Türkiye‟nin bu bölgede ekonomik ve siyasî varlığını devam ettirebilmesi için önemlidir. Ege Denizi mevcut adaları ile birlikte bir Yunan gölü haline getirilmiĢtir. Türkiye‟nin ise uluslararası sulara çıkıĢ yolu ancak Kıbrıs üzerinden olabilecektir. Son on yıl içerisinde Türkiye‟nin güneyi, Orta Asya petrollerinin ve enerji hatlarının denize ulaĢtığı bölge olması sebebi ile ekonomik ve ticarî yönden korunması ve güvenlik altına alınması gereğini ortaya çıkarmıĢtır. Güneydoğu Anadolu (GAP) Projesi‟nin tamamlanması sonucu o bölgenin dünyaya açılma yolu Mersin-Ġskenderun bölgesidir. Bu limanların Kıbrıs‟a uzaklığı 40 mil kadardır. Önemli bir pazar olan Asya ülkelerinin dünyaya açılmasında Türkiye‟nin güney sahilleri önemli bir çıkıĢ kapısı olmakta ve bu kapı üzerinde Kıbrıs adası bulunmaktadır. Batıdan Yunan adaları ile çevrilmiĢ bulunan Türkiye güneyden de çevrilirse savunma ve güvenlik açısından Türkiye‟nin durumu sıkıntıya düĢebilir. Türkiye bugün dünyanın ekonomik, siyasî ve sosyal yönlerden en problemli bölgesi olan Orta Doğu-Kafkasya ve Balkanlar arasında bulunmaktadır. Bu sebeple Kıbrıs, Türkiye‟nin uluslararası güvenliği siyasî ve millî çıkarları açısından önemlidir. Bu sebepler ile oradaki Türk varlığının devamını sağlamak, refah seviyelerini artırmak ve mevcut ekonomik, sosyal, siyasî, kültürel ve güvenlik sorunlarının bir an önce çözülmesi gerekmektedir.11 Devlet TeĢkilâtı İdarî ve Toplum Yapısı12

1445

Yönetim biçimi Cumhuriyet olan Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti idarî yapı itibarıyla beĢ ilçeye bölünmüĢ ve 3355 km2 büyüklüğünde bulunan bir bölgede kurulmuĢtur. Nüfusu 210.000 ve resmî dili Türkçe olan Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin, baĢĢehri LefkoĢa, diğer önemli Ģehirleri ise Gazimagosa, Girne, Güzelyurt, Yeni Ġskele ve Lefke‟dir. KKTC nüfusunun %52.8‟i erkek, %47.2‟si kadındır. Nüfusun %52.6‟sı Ģehirlerde, %47.4‟ü ise kırsal alanda oturmaktadır. Nüfusun %22‟si 0-14, %54.6‟sı 15-44, %16.4‟ü 45-64 ve %7‟si 65 ve üstü yaĢ grubunda bulunmaktadır. Ortalama hane halkı büyüklüğü 3.56 kiĢi olan KKTC‟nin iktisaden faal nüfusu %47‟dir. Ġktisaden faal olmayan nüfusun %42‟si ev kadınlarından, %35.9‟u öğrencilerden, %15.8‟i emeklilerden oluĢmakta ve %1.73‟ü ücretsiz aile iĢçisi durumundadır. Nüfus sayımı verileri kullanılarak yapılan projeksiyonlarda nüfus artıĢ oranının %1.1 olduğu tespit edilmiĢtir. Adlî Yapı13 15 Kasım 1983 tarihinde kabul edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası‟nın Birinci Kısım Genel Ġlkeler 1. ve 2. maddelerinde Devletin ġekli, Bütünlüğü, Dili, Bayrağı, Millî MarĢı ve BaĢkenti hükme bağlanarak Ģöyle açıklanmıĢtır: “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, demokrasi, sosyal, adalet ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan laik bir Cumhuriyettir.” “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, ülkesi ve halkı ile bölünmez bir bütündür.” “Resmî dil Türkçedir.” “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟nin bayrağı ve Ulusal MarĢı yasa ile belirlenir.” “Cumhuriyetin baĢkenti LefkoĢa‟dır.” 3. Madde ile ise egemenlik hakkı, hükme bağlanmıĢ ve; “Egemenlik, kayıtsız Ģartsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yurttaĢlarından oluĢan halkındır.” “Halk egemenliğini, Anayasanın koyduğu ilkeler çerçevesinde, yetkili organları eliyle kullanır.” “Halkın hiçbir zümresi, kesimi ve mercii, kaynağını bu Anayasadan almayan bir yetki kullanamaz.” denilmiĢtir. Yukarıda açıklanan ve Anayasa‟da hükme bağlanan maddeler çerçevesinde; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, demokrasi, sosyal adalet ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan laik bir Cumhuriyet olarak kurulmuĢtur. Egemenlik kayıtsız Ģartsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaĢlarına ait olup, ülkesi ve halkı ile bölünmez bir bütündür. Yasama yetkisi, Kuzey Kıbrıs Türk

1446

halkı adına Cumhuriyet Meclisi‟nindir. Yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasaya ve yasalara uygun olarak kullanılmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Parlamenter sisteme dayalı, kuvvetler ayrılığını esas alan demokratik ve laik bir sosyal hukuk devleti olarak kurulmuĢtur. Parlamentoyu teĢkil eden Cumhuriyet Meclisi, elli üyeden oluĢmakta ve beĢ yılda bir seçimle yenilenmektedir. CumhurbaĢkanı doğrudan halk tarafından seçilmekte ve beĢ yıl süre ile görev yapmaktadır. Bakanlar Kurulu ise, BaĢbakan ve 10 Bakandan meydana gelmiĢtir. Anayasa‟nın Ġkinci Kısım Birinci Bölümü‟nde ise Temel Haklar, Özgürlükler ve Ödevler hükme bağlanmıĢ ve Yargı hakkı, Madde 17/1‟de; “Kimse, bu Anayasa ile veya bu Anayasa gereğince kendisine gösterilen mahkemeye baĢvurmak hakkından yoksun bırakılamaz….” hükmü ile garanti altına alınmıĢtır. Yargı bağımsızlığı, Anayasa ile güvence altına alınmıĢ ve yargı yetkisi, bağımsız mahkemelerce kullanılır denilerek Anayasanın BeĢinci Kısım Birinci Bölüm 136. maddesi ile; “Yargıçlar, görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, yasaya ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler”. “Hiçbir organ, makam, merci veya kiĢi yargı yetkisinin kullanılmasında, mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” “Görülmekte olan bir dava hakkında; Cumhuriyet Meclisi‟nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz; görüĢme yapılamaz veya herhangi bir demeçte bulunamaz”. “Yasama ve yürütme organları ile Devlet Yönetimi makamları, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organ ve makamlar, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiĢtiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”Ģeklinde hükme bağlanmıĢtır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yüksek Mahkemesi; en üst yargı organı olarak kurulmuĢtur. Yüksek Mahkeme; bir baĢkan ve yedi yargıçtan oluĢturularak, Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan, Yargıtay ve Yüksek Ġdare Mahkemesi görevlerini yapmaktadır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan, Yargıtay ve Yüksek Ġdare Mahkemesi gibi yargı kuruluĢları yargının diğer organlarını teĢkil etmektedir. Bu kuruluĢların dıĢında teĢkil edilen Yüksek Adlîye Kurulu ise yargının genel iĢleyiĢi, düzenli çalıĢması, yargıçların ve mahkemelere bağlı kamu görevlilerinin görevlerine devamları, iĢlerin verimli bir Ģekilde yürütülmesi, yargıçların yetiĢtirilmesi ve mesleğin vakar ve onurunun korunması açısından gerekli önlemlerin alınması ile görevli bulunmaktadır. Büyük mücadeleler verilen Ģehitler ve kayıplar sonucu kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟nin varlığı, milletlerarası alanda siyasî ve ekonomik yönden tanınmamıĢtır. Milletlerarası alanda ekonomik iliĢkilerine de ambargo uygulanan ülke, ticaret, ekonomik iliĢkiler, ulaĢım ve haberleĢme konularında dünya ile irtibatını kurmada oldukça zor bir duruma sokulmuĢtur.

1447

Sosyal ve Kültürel Yapı Eğitim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟nde eğitim, toplum hayatında daima çok özel bir yere sahip olmuĢtur. Devlet gözetiminde sürdürülen eğitime Kıbrıs Türk halkı, kurtuluĢ mücadelesinin her aĢamasında çok büyük önem vermiĢtir. KKTC‟de ilk ve ortaokul zorunludur. Sosyal, kültürel ve ekonomik geliĢmenin temel unsurlarından biri olarak kabul edilen eğitim, yapılan plân ve programlar ile KKTC‟nin ekonomik geliĢmesinde,

refah

düzeyinin

yükseltilmesinde,

ekonomik

kaynakların

yaratılmasında geliĢtirilmesinde dinamik ve potansiyel geliĢme gücü yüksek bir sektör haline getirilmiĢtir. 14

ve

KKTC‟nin Doğu Akdeniz‟de bir eğitim ve kültür merkezi haline getirilmesi hedef olarak kabul edilmiĢ ve bu hedefin gerçekleĢtirilmesi amacı ile uygulamaya konulan plân, program ve teĢvikler sonucu beĢ tane üniversite açılmıĢtır. Bugün bir üniversite cenneti olarak kabul edebileceğimiz KKTC‟de toplam 25.000 öğrenci eğitim görmektedir. Bu öğrencilerin %15‟i üçüncü dünya ülkelerinden, geri kalanı ise Türkiye ve Kıbrıs‟tan gelen öğrencilerden oluĢmaktadır. Doğu Akdeniz Üniversitesi; Magosa‟da Yükseköğretim Kurumu tarafından kurularak, 8 fakülte ve 3 Yüksekokul olarak toplam 14.000 öğrencisine Ġngilizce eğitim vermektedir. Yakın Doğu Üniversitesi; LefkoĢa‟da 1988 yılında kurulmuĢtur. 8 fakülte ve 22 bölümünde 7.500 öğrenci eğitim görmekte ve bu öğrencilerin yarısı burslu olarak okumaktadır. Lefke Avrupa Üniversitesi; Lefke‟de Mühendislik ve Mimarlık, Fen ve Edebiyat, Tarım Ürünleri ve Teknolojisi, Ġktisat ve ĠĢletme olmak üzere 5 fakülte ve bir meslek Yüksekokulundan oluĢturularak eğitimini yürütmektedir. Uluslararası Amerikan Üniversitesi; 1993-1994 yıllarında öğretime baĢlayarak, iki Amerikan Üniversitesi ile yakın akademik iliĢki içinde, öğrencilerine bu üniversitelerin diploma hakkını tanımaktadır. Girne Amerikan Üniversitesi; Girne‟de Ġktisat, ĠĢletme ve Eğitim Fakülteleri olmak üzere 3 fakülte ile eğitim vermektedir. KKTC‟de üniversite eğitiminin baĢlaması ile eğitim sektörü klâsik niteliğini değiĢtirerek ekonomiye doğrudan kaynak ve ekonomik büyümeye katkıda bulunan bir sektör haline gelmiĢ ve ülkede akademik çalıĢmalar yoğunlaĢmıĢtır. 2000 yılı içinde eğitim yolu ile ekonomiye 220 milyon dolar girdi sağlanmıĢ ve üniversitelerden mezun olan öğrenciler yolu ile sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda Kıbrıs Türkünün milletlerarası alanda tanıtımı sağlanmaktadır. GeçmiĢten günümüze kadar olan dönemde eğitime verilen önem ve ağırlık sonucunda okur yazar oranı %93.46 gibi yüksek bir düzeydedir. Bu oran erkeklerde %96.79, kadınlarda ise %89.71‟dir. Nüfusun öğrenim kurumlarına göre dağılımı ise; ilkokul mezunlarının %37.6, ortaokul ve dengi okul mezunlarının %12.6, lise ve dengi okul mezunlarının %29.5, yüksekokul ve fakülte

1448

mezunlarının ise %9.1‟dir. KKTC‟de okullaĢma oranı yüksektir. Ġlkokul öncesinde %75, ilkokul ve ortaokulda %100, genel liselerde %56, meslekî teknik liselerde %25 ve yüksek öğrenimde %70.4‟tür. Ekonomik, sosyal, kültürel ve çalıĢma hayatının geliĢmesinde önemli bir faktör olarak, demokratik ve katılımcı bir toplum yapısının oluĢmasında etkin bir rolü olan örgütlenme fikri teĢvik edilerek toplumsal bir Ģuur yaratılmak istenmiĢtir. Yerel yönetimlerde ve sivil toplum kuruluĢlarında kültür ve sanat faaliyetleri yaygın ve yoğun bir Ģekilde sürdürülmektedir. ĠĢ adamları, yasalar ile kurulmuĢ olan Ticaret Odası, Sanayi Odası, Esnaf ve Sanatkârlar Odası, Mimar-Mühendis ve Doktorlar kendi kuruluĢlarının çatısı altında örgütlenmiĢlerdir. SendikalaĢmanın serbest olduğu KKTC‟de memur ve öğretmenlerin toplu sözleĢme ve grev hakları vardır. Bunların yanında ayrıca halkın hemen hemen her konuda örgütlendiği çok sayıda birlik, dernek, cemiyet ve vakıf kuruluĢları bulunmaktadır. Kültür ve Sanat Eserleri15 Milletler ve tarihleri anlatılırken, o milletin yaĢamıĢ olduğu topraklar üzerindeki kültür varlıkları, sanat eserleri ve ata yadigârları ile değerlendirilir. Sanat eserlerinin kimliği de sadece mimarî eser oluĢları ile değil beslendikleri kültür mirası ile anılır ve zenginleĢtirilir. Kıbrıs‟ın tarihi bu yönleri ile değerlendirildiğinde Türk kültürü ve sanat eserleri ile zenginleĢtirildiği görülmektedir. 1571‟de Kıbrıs‟ın Türkler tarafından fethedilmesi sonunda, Anadolu‟dan bir grup, mecburî iskâna tabi tutulmuĢtur. Türk iskânı sırasında adaya genellikle Konya civarından gelenler çoğunlukta olmuĢ ve Konya‟nın bir Mevlevîlik merkezi olması Kıbrıs‟ta da Mevlevîlik tekkelerinin kurulmasına sebep olmuĢtur. Kıbrıs Türkleri ana vatanları olan Anadolu‟nun örf ve adetlerini aynen yaĢatarak üçler, yediler ve kırklar adı verilen manevî güçlere inanmıĢ ve bu yapılanma sonucu pek çok tekke ve zaviyeler kurmuĢlardır. Toplam olarak bugün 17 tane tekke ve zaviye mevcut olduğu tespit edilmiĢtir. Bu kültür ve sanat eserleri hakkında ele geçirilen belgelerden edinilen bilgilerin ıĢığında durumu kısaca özetleyecek olursak: Ümmü Haram/Hala Sultan Tekkesi: Kıbrıs kültür tarihine bakıldığı zaman, Ġslâm tarihinde çok mümtaz bir yeri olan Ümmü Haram Binti Miltan, halk arasındaki meĢhur namı ile Hala Sultan çok önemli bir yer iĢgal etmektedir. Ġslâm tarihinde Hz. Peygamberin süt teyzesi olarak anılan Ümmü Haram Binti Miltan, Muaviye zamanında yapılan Kıbrıs seferine katılmıĢ ve Larnaka yakınlarında Tuzla‟da Ģehit düĢmüĢtür. Ümmü Haram hakkında bazı kerametlerden bahsedilmektedir. ġöyle ki; Bir gün Ümmü Haram Kudüs‟ten Remle‟ye gitmekte iken bir rahibin evinde konaklar, evde bulunan üç büyük taĢ dikkatini çeker ve onları satın almak ister, ancak rahip taĢları yerlerinden çıkarmanın mümkün olmadığını bildiği için ona hediye ettiğini söyler, buna karĢılık olarak Ümmü Haram “TaĢlar Ģimdilik yerinde kalsın, zamanı geldiğinde alınır.” buyurur. Vefat edip defnedildiği gece, taĢların Ümmü Haram‟ın mezarının baĢına, ayağına ve üzerine konulduğu görülmüĢtür. TaĢların evinin önünden alındığını gören rahip, Hala Sultan‟ın mezarına gelip

1449

taĢların orada bulunduğunu görünce Müslümanlığı kabul edip Kıbrıs‟ta yaĢayıp ölmüĢtür. Bu konularda daha pek çok efsaneler anlatılmaktadır. Tarihe mührünü vuran lider insanlardan ve Hz. Peygamberin lütfuna mazhar olmuĢ ilk hanım sahabi olarak Ümmü Haram (Hala Sultan) Kıbrıs tarihine damgasını vurmuĢtur. Kıbrıs coğrafyası Ġslâm âleminde onun adı ile kutsallaĢmıĢtır. 1817 yılında Larnaka‟da Tuz gölü civarında Ümmü Haram adına bir türbe, tekke ve cami yapılmıĢtır. Kıbrıs Valisi Seyid Emin Efendi tarafından yaptırılan ve GülĢen-i Feyz adı verilen kubbeli cami ve külliyesi halk tarafından ziyaretgâh olarak kullanılmaktadır. Kıbrıs Türklerinin Mühr-i Süleyman adını verdikleri bir diğer yatır ise; Ahmet Seydü‟l Bedevi‟dir. Rivayete göre, Seydü-l Bedevi, Ġslâm fütuhatı esnasında sahile çıkmıĢ ve susayan müminlere su temin etmek için elindeki asayı yere vurmuĢ ve denizin dibi olmasına rağmen yerden tatlı su fıĢkırmıĢtır, su halen akmaktadır. Kıbrıs‟ın zafer burnu diye bilinen en uç kısmında bulunan manastırın önünde bulunan bu suya Rumlar “kutsal su” anlamına gelen “ayazma” adını vermiĢlerdir. Kıbrıslı Türkler, buradaki manastıra gelerek Ġslâm yatırını ziyaret edip mevlit okutmaktadırlar. Hz. Ömer Tekkesi: Hz. Osman zamanında Kıbrıs kuĢatması sırasında bir bölüğün komutanı olan Ömer, Kıbrıs‟a ulaĢmıĢ ve yapılan savaĢta altı askerle birlikte Ģehit olmuĢtur. Bir mağarada altı askerle birlikte gömülmüĢlerdir. Osmanlılar tarafından 1571‟de Kıbrıs fethedilince, yedi mezarın bulunduğu mağaradan alınarak Girne yakınlarında, atalköy‟ün kıyı Ģeridinde bir külliye yapılmıĢtır. Külliye‟de, türbeler ve onları içine alan bir mescit yapılmıĢ, halkın orada kalabilmeleri için odalar yapılarak ziyaretlerine açılmıĢtır. Rumlar tarafından tahrip edilen tekke 1978‟de onarım geçirmiĢtir. Hala Sultan Tekkesi‟nden sonra Kıbrıs Türk halkının en değer verdiği tekkedir. LefkoĢe Mevlevîhanesi: Ahmet PaĢa tarafından 1593‟te LefkoĢa‟da Girne kapısı içinde yaptırılan ilk tarikat yapılarından birisidir. Türbe, mescit, semahane, derviĢ odaları, mutfak ve misafirhaneden ibarettir. Geçen zaman içinde pekçok defa tamirat görmüĢ, yapılan restorasyonlarda aslına sadık kalınmaya çalıĢılmıĢtır. 1962 yılından sonraki bakımından itibaren LefkoĢa Türk Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Magosa Mevlevî Tekkesi: LefkoĢa Mevlevîhanesi‟ne bağlı olarak Magosa‟da kurulmuĢtur. Vakfının mütevellilik ve nazırlığına LefkoĢa‟da görevli Mevlevî ġeyhi atanmıĢtı. ĠnĢaa tarihi hakkında pek kesin bilgiler yoksa da 17. yüzyılda yapıldığı ve 18. yüzyılda hizmet verdiği tahmin edilmektedir. Bayraktar Zaviyesi: 1970 tarihinde Türklerin LefkoĢa Kalesi‟ni kuĢattıkları sırada, Türk Bayrağını Constanza burcuna dikerken Ģehit olan Bayraktar Alemdar Kara Mustafa PaĢa adına yaptırılmıĢ olan türbe, hemen kalenin çevresinde kurulmuĢ kubbeli bir Osmanlı eseridir. Bayraktar Zaviyesi ise 1571‟de Kıbrıs‟ın fethinden hemen sonra türbenin yanında kurulmuĢtur. Aziz Efendi Zaviyesi: 1571‟de LefkoĢa‟nın fethi sırasında Ģehit olmuĢ ve bir Osmanlı uleması olan Aziz Efendi‟nin adına II. Selim tarafından hemen bir türbe yaptırılmıĢtır. Türbenin çevresi daha sonra tekke haline getirilmiĢtir. 1931 ve 1932‟de onarım geçirmiĢtir.

1450

Turabî Efendi Zaviyesi: Kıbrıs‟ın fethinden hemen sonra Osmanlı devrinin önemli tarikat yapılarından olan Turabî Efendi Zaviyesi Larnaka bölgesinde Tuzla kasabasındadır. Mustafa, Mehmet, Ġsmail adlı âlimlerin babaları olan ġeyh Turabî Dede‟nin 16-17. yüzyıllarda yaĢadığı tahmin edilmektedir. Son yıllarda yıkılarak üzerinde benzin istasyonu kurulmuĢtur. Lala Mustafa PaĢa Zaviyesi: Lala Mustafa PaĢa, Kıbrıs‟ı tamamen fethettikten sonra LefkoĢa‟da bulunan Augustinion kilisesini, Ömeriye adı ile cami haline getirmiĢ ve ona bağlı olarak birçok vakıflar kurmuĢtur. Bu camiye ve vakıflarına bağlı olarak Magosa‟da bulunan Lala Mustafa PaĢa camii ve vakıfları uzun yıllar Ģehre gelen misafirleri parasız olarak ağırlamak için kullanılmıĢtır. Kutub Osman Efendi Tekkesi: Ölümünden sonra Kutup Osman olarak adına zaviye kurulan ġeyh Seyyid Osman Fazlı Efendi PadiĢah IV. Mehmed zamanındaki mutasavvuf ve âlimlerdendi. 1691‟de Magosa‟ya sürgün olarak gelmiĢ ve burada vefat etmiĢtir. Ölümünden bir müddet sonra kabri üzerine türbe, mescit ve tekke kurulmuĢtur. Magosa surunun dıĢında Namık Kemal Lisesi bahçesinde bulunmaktadır. Zaman içerisinde geçirdiği bakımlardan sonra aslına sadık kalınamamıĢ ve oldukça büyük değiĢikliklere uğramıĢtır. Zuhurî Tekkesi: Larnaka‟da türbe, mescit ve medrese bölümlerinden ibaret görkemli bir görünüĢü bulunan bir tarikat yapısıdır. Bugün minaresinin yarısı yıkılmıĢ durumdadır. Hasan Ağa Tekkesi: AĢağı Baf‟ta kurulmuĢ Osmanlı dönemi yapılarındandır. Türbe mescit ve tekke bölümlerinden ibarettir. Tekke birimlerinin inĢaa tarihi bilinmemektedir. Türbe bölümünde Hacı Mehmet Baba yatmaktadır. Mescit bölümü 1865‟te tamir görmüĢ olduğuna göre, 19. yüzyıldan önce yapıldığı tahmin edilmektedir. ġeyh Berabetî Türbesi: NakĢibendî Ģeyhlerinden olduğu bilinen Berabetî lâkaplı birisine ait olan türbe Tuzla kasabası yakınında 18. yüzyılda yapılmıĢ, 19. yüzyılda yıkılmıĢtır. Kara Baba Zaviyesi: Kıbrıs‟ın fethi sırasında Ģehit olan Kadri Ruafî tarikatı Ģeyhi Kara Baba adına, LefkoĢa‟nın HaydarpaĢa Mahallesi‟nde yaĢadığı evin bahçesini içine alan bir türbe kurulmuĢtur. Bu zaviye, 1930 yıllarına kadar Kadri Rufaî ve NakĢibendîler tarafından kullanılmıĢtır. Bakımsızlıktan 1947‟de yıkılmıĢ, 1996‟da KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından onarılmıĢ ve ziyarete açılmıĢtır. Ağlayan Dede Tekkesi: Mevcut olan belgelere dayanarak Magosa olduğu tahmin edilen tekkenin yapı tarzı hakkında fazla bilgi edinilmemiĢtir. Tekke ve zaviyelerin sayısının arttığı 18. yüzyılda yapıldığı ve sonra 19. yüzyılda yıkıldığı tahmin edilmektedir. Piri Dede Zaviyesi: Limasol yakınlarında bulunduğu tahmin edilen ve hakkında fazla belge bulunamayan Piri Dede Zaviyesi‟nde bir türbe bulunmaktadır. 19. yüzyıl baĢlarında onarıldığına göre 18. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Tekke binası yıkılmıĢ fakat türbe halen bulunmaktadır. Hızır Makamı: LefkoĢa‟da Ömeriye Camii bitiĢiğinde inĢa edildiği bilinen Hızır makamının ne zaman inĢa edildiği bilinmemekle beraber, 1817 tarihinde Kıbrıs Muhassılı Es-Seyid Mehmed Efendi

1451

tarafından tamir ettirildiği bilinmektedir. Devam ettirilmesi Ömeriye Camii için kurulan vakıf iĢletmelerinden ayrılan paylar ile olmuĢtur. Kırklar Tekkesi: LefkoĢa‟ya bağlı olan/“Değirmenlik-Kırklar/Timbu” köyü yakınlarındadır. Türbe bölümünde kitabesiz kırk adet kabir bulunduğu için bu ad verilmiĢtir. Tekke olarak bilinen kırklar makamı türbe, mescit ve bunların bitiĢiğinde bulunan tekke binalarından teĢekkül etmektedir. 1571 yılından sonra Kıbrıs adasına gelip yerleĢen Türkler, yaĢadıkları yerlere tarihî eserler bırakmıĢlardır. Bu eserlerin bir kısmı zaman içinde yok olmuĢ, bir kısmı da tamir görerek günümüze taĢınmıĢlardır. Ancak harpler ve bakımsızlık onların aslına uygun tarzda bugünlere taĢınmalarını engellemiĢtir. Edebiyat ve Dil YaĢadıkları bölgelerden, geldikleri yeni ülkelere taĢıdıkları kültürleri içinde Türkler; destan, efsane, masal, mani, roman, hikâye ve klâsik Ģiirler ile Kıbrıs Türklerinin edebiyatını dile getirmiĢlerdir. Kıbrıslı ilk divan Ģairi Hasan Hilmi Efendi‟dir. ġairler Sultanı lâkabını II. Mahmut‟tan almıĢtır.16 Kıbrıs Türk edebiyatının ilk romanı, ilk Ģiiri ve ilk tiyatro eserini yazan ise Kaytanzade Nazım Efendi‟dir. 19. asrın ilk yarısı ile 20. asrın ilk yarısında yaĢayan Kaytanzade Hilmi Efendi, hayatının ilk dönemlerini Kıbrıs‟ta geçirip sonra Ġstanbul‟a gelerek, II. MeĢrutiyet Dönemi‟ni yaĢamıĢ ve dönemin en büyük Ģairlerinden olan Namık Kemal‟in tesirinde kalmıĢtır. ġiirlerini topladığı en önemli eseri Ruh-ı Mecruh‟tur. Hocası Recaizade Ekrem‟i kaybettikten sonra Kıbrıs‟a dönmüĢtür. I. Dünya SavaĢı‟nı Kıbrıs‟tan takip ederek duygularını 1921‟de yazdığı Neva-yı Zafer Ģiiri ile; “Füsun-karane darularla hadibe olur sanma, “Uyandı Ümmet-i merhume artık hab-ı gafletten” dizeleri ile dile getirmiĢtir.17 Kıbrıslı halk Ģairi olarak bilinen Aynalı, “Aç gözlü Destanı” ile halka mal olmuĢ bir Ģairdir.18 Kıbrıs Baf doğumlu olan (1938) Mehmet Kansu ise; Kıbrıs Türk Ģiirinde “Ġkinci Yeni ġiir Hareketi”nin öncüsüdür. 1960‟lardan sonra Ģiir, öykü, deneme ve çeviri çalıĢmalarını yürütmüĢ, 1970‟lerden sonra “toplumcu Gerçekçi” Ģiire yönelmiĢtir. En önemli eserleri “Kendin Kadar Sev Onu” ve “Ansızın GüneĢ”, “Garip ġiir”dir.19 Kıbrıs Girne doğumlu olan Neriman Cahit, kadın haklarının büyük bir savunucusu olarak isim yapmıĢ bir gazeteci yazardır. En önemli eserleri arasında “Konu Kadın” ve “Ay Seferi” sayılabilir.20 Fikret Demirağ Kıbrıs‟ta yetiĢen ender kabiliyetli ve kıymetli Ģairlerden birisidir. Roman türünde yazdığı “ġu MüthiĢ SavaĢ Yılları” yayınının dıĢında 20 adet Ģiir kitabı bulunmaktadır. “Ötme Keklik Ölürüm.”, “Alfa Omega”, “Tutku” ve “Ġkinin YaĢamı” gibi.21 Kıbrıs Türk Ģiirinde yeri olan fakat acıklı hayat hikayeleri ile topluma mal olmuĢ olan üç Ģair ise; Süleyman Uluçamgil (Kıbrıslı Türklerin Millî Mücadele tarihine Erenköy Destanı olarak geçen

1452

savaĢta Ģehit olmuĢtur. Feride Hikmet, (18 yaĢında geçirdiği felç sonucu 32 sene yatağa bağımlı kalmıĢtır.) ve Kaya Çanga‟dır (28 yaĢında iken intihar etmiĢtir). 22 Kıbrıs Türk edebiyatının roman türündeki ilk örneğini 1892 yılında Muzafferettin Galip, “Bir BakıĢ” adlı eseri ile vermiĢtir. 1896 tarihinde ise Kaytazzade Mehmet Nazım Efendi‟nin “Yadigâr-ı Muhabbet” 1897 yılında M. Sadrettin‟in Saika-ı Sevda adlı çalıĢması izlemiĢtir. Daha sonra 1936‟da Muzaffer Gökmen, “Kahraman Kaplan”, “Son Damla”, “Diken içeği”, “Kasırga”, adlı eserleri ile konusunu Kıbrıs‟tan alarak yazdığı romanlar gelir. 1943‟te Arif H. Mapolar “Kendime Dönüyorum”, “AyıĢığı”, “Mermer Kadın”, “AĢk Vadisi” ve “Günah Cenneti” gibi Kıbrıs‟ın ve Kıbrıslıların günlük hayatlarını, iliĢkilerini gündeme getirdiği eserler yazmıĢtır. Bu dönemdeki yazar ve Ģairlerin eserlerinde Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun hayat tarzı, aĢk, sevgi, ilâhî-tanrı aĢkı, vatan sevgisi gibi temalar iĢlenmiĢtir. Millî Mücadele ve KurtuluĢ SavaĢı dönemlerinde ise vatan sevgisi teması ağırlık kazanmıĢtır. 1960‟lı yıllardan sonra Kıbrıs Türk romanının konularında değiĢiklik baĢlamıĢ ve Rum saldırıları karĢısında Kıbrıs Türkünün varlığını devam ettirme mücadelesi yazılan eserlere yansımıĢtır. Bu durum 74 kuĢağı olarak anılan ideolojik ve estetik manada kendine ayrıcalık tanıyan bir edebiyat kuĢağı ortaya çıkmıĢtır. Bu dönemin en etkileyici yazarı olan Ġsmail Bozkurt, “Yusufçuklar Oldu mu?” ve “Mangal” adlı eserleri ile Türk toplumuna mal olmuĢtur. Bunun yanında; Özker YaĢın‟ın “Kıbrıslı Kazım”, “Mücahitler” ve Havva Tekin‟in “YeĢil Adanın ocukları” ve “ġu MüthiĢ SavaĢ Yılları” önemli ve toplumun sosyal-politik ve ekonomik yapısı ve dejenerasyonunu inceleyen eserler olmuĢtur.23 Bu geniĢ edebiyat yelpazesi içinde “ocuk Edebiyatı” konusu da ayrı ve önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda en meĢhur ve tanınmıĢ bir yeri olan yazar AyĢen Dağlı olmuĢtur. Masallarında çocuğun estetik duygularına, duyarlılığı, sevgi, çalıĢkanlık ve yaĢama gücüne önem vermiĢ, bu konuları çok etkileyici bir tarzda iĢlemiĢtir. Ayrıca bu edebiyat dalında; Emine Selçuk“IĢıklı ocuk”-, Taner Baybars-“Uzak Ülke”-, Aysel Gürmen-“Selen Kıbrıs‟ta”-, Hüsamettin Tecmen-“Kıbrıs‟ta Üç Türk ocuğu”- Tamer Öncül-“Günleri Kayıp Bir ocuk Güncesi”- gibi eserler yayımlanmıĢtır.24 Adanın fethinden bugünlere kadar, Kıbrıs‟ta yaĢanılmıĢ olan olaylar her türlü yönü ile; okuyucuya Ģiir, hikâye, roman, hatıra ve tiyatro türü gibi edebiyatın bütün çeĢitli eserleri ile okuyucuya yansıtılmıĢtır. ĠĢlenen temalar içinde en fazla ilgi duyulan konular barıĢ özlemi, eĢitlik, hak, sevgi, kardeĢlik ve kahramanlık olmuĢtur. KKTC‟nin bugün bulunduğu nokta itibarıyla kendisine çok Ģeyler borçlu bulunulan değerli büyük insan CumhurbaĢkanı Rauf DenktaĢ, her yaĢtaki insana seslenerek duygu ve insanlık yüklü eserler vermiĢtir. Bu eserleri “Saadet Sırları”, “Gençlerle BaĢbaĢa” ve “Gençlere Öğütler” baĢlıkları altında yayımlanmıĢtır.

1453

Kıbrıs adasında, Türkçenin varlığı 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kabul edilmiĢtir. Hemen hemen 500 yıllık zaman içinde Ġngiliz ve Rumlar ile iç içe yaĢamanın sonucu Kıbrıs Türklerinin konuĢtuğu dilde birtakım geliĢme ve değiĢmeler görülmüĢtür. Rumların ve Türklerin demografik yapıda birbiri ile iç içe yaĢaması sonucu birbirlerinin telâffuz ve ağız yapıları karĢısında etkilenmiĢlerdir. Ancak bu etkileniĢ Türkçe kelimelerin terk edilmesi sonucunu getirmemiĢtir. Sadece dil bilgisindeki zaman kavramında bir değiĢiklik görülmüĢtür. Genellikle geniĢ zaman kullanılmaktadır. Bugün ise, sadece yaĢlıların konuĢtuğu Rum kökenli kelimeler gençler tarafından bilinmesine rağmen konuĢulmamakta ve özellikle, Türkiye Türkçesi ile konuĢmaya dikkat edilmektedir. Kıbrıs Türklerinin Türkçesinde, 5 asırdır birlikte yaĢadıkları Rum ve Ġngiliz halkının dilinden çok fazla etkilenmedikleri ancak, aralara serpiĢtirilmiĢ bazı yabancı kelimelere rağmen Türkçeyi hiçbir Ģekilde unutmamıĢ oldukları gözlenmektedir. Hatta bugün kullanılan Türkçemizin yanında yıllarca önce atalarımızın kullandığı Türkçe kelimelerin halen kullanılmakta olduğu görülmektedir. Günlük hayatta kullanılan kelimelerden bazı örnekler verecek olursak; AĢevi

Mutfak

Bandofla

kapalı terlik

Basbalya

Tokat

Belesbit

Bisiklet

Beygir

At

Dudaklık

Ruj

akulet

ikolata Gabare Geceklubü

ember

BaĢörtüsü apıt Bez

ifte

Silâh

irpi

Ġncecik

DöĢek

Yatak

EkĢi

Limon

Entari

Elbise

Evselemek

Fasariya

Yaramaz, gereksiz

Bodur

Kısa Boylu

Golan

Kemer

Gursak

Boğaz, boyun

Havadis

Haber

Heman Hemen

HerkeĢ

Herkes

Hooflamak

Ġğ

Ġhram

Bir tür battaniye

ġiĢ

Ġskemli

AĢevi

Mutfak Bakmak

Bırakmak

Silkelemek Gadim Devamlı

Böyün Bugün

Goruk Ham meyve

Sandalye Ġslim

Hamam

Banyo

AteĢlenmek

Gaz ocağı

1454

Ġspirto

Kibrit, rakı Köfün Küfe

Kıstırık

MaĢa

Kösteklenmek

Bağlanmak

Lazımlık

Tuvalet

MaĢabba

Mektep

Okul

Mertek AhĢap taĢıyıcı

Mıh ivi

Mengene Sıkma âleti

Ofgalamak

Yıkamak Otomobil

Palazlanmak

Büyümek Radiyo Radyo

Padem

Badem

Sezmek

Uyanmak Somun Ekmek

Toguç

Tahta çamaĢır vuracağı Velesbit

Peki

Kilit

Pekilemek

akı

Bıçak

Potin

Pissi

Cimri

Silecek Havlu

ġeher

ġehir

Tayyare

Tomofil

Otomobil Veranda

Yusufçuk

Mandalina Zıbın Entari

Zibil öp

Zembil

Köstek Ġp, engel Lakırdı Laf, söz MaĢrapa

Araba

Pakla Bakla

Bisiklet

Kilitlemek

Ayakkabı

Uçak Balkon

ÖrülmüĢ çanta

Ekonomik Durum Piyasa ekonomisi modelinin kabul edildiği KKTC‟de, yasalar ile tespit edilmiĢ bulunan temel ilkeler çerçevesinde uygulanan ekonomik politikalar, özel sektöre sağlanan teĢvikler ve alınan önlemler sonucunda ülke ekonomisi genel bir geliĢme trendi içine girmiĢtir. Para birimi Türk Lirası olan ülkede, yıllık enflasyon oranı %53.2, iĢsizlik oranı ise %1.0‟dır. alıĢabilen iĢ gücü 85.100 olan ülkede, yatırımların azlığı hatta hiç olmaması üretimi, istihdamı ve dolayısı ile millî geliri olumsuz yönde etkilemektedir. Burada önemli olan nokta, ülkenin milletlerarası alanda; ülke ticaretine hava alanlarına ve ürünlerine ekonomik ambargo uygulanmasıdır. Ayrıca çok küçük ve kırılgan bir ekonomi, doğal kaynaklarının kısıtlı, dıĢa bağımlı, yatırımları çok düĢük ve yıllardır yüksek enflasyon ile yaĢar olması idarecileri ve ekonomistleri kararlarında çok zorlamaktadır. Uygulanan ekonomik ambargo ile ülkenin güneyi ile kuzeyi arasındaki ekonomik yapı farkı süratle açılmaktadır. Yabancı ve yerli yatırımcılar, siyasî geleceği belli olmayan ülkede üretime dönük

1455

yatırım yapamamaktadırlar. Üretim yetersizliği, ulaĢım imkânsızlığı ve ambargodan doğan pazar darlığı Türkiye üzerinden dünyaya açılma mecburiyetini getirmiĢtir. Her türlü ulaĢım ve ticaret Türkiye üzerinden yapılmaktadır. Bu sebeple istikrarlı bir ekonomik açılım alanı oluĢturmak için Türkiye ile Ortak Ekonomik Alan kurulması stratejik bir hedef olarak belirlenmiĢtir. Türkiye‟de 1994 yılında yaĢanan para krizi, Avrupa Adalet Divanı‟nın KKTC‟den ithalatı yasaklayan kararı ve ekonomik ambargosu, ülke ekonomisini olumsuz yönde etkileyerek çok ağır bir ekonomik kriz ortamına sürüklemiĢtir. Bu olumsuz Ģartlara rağmen ülkede 1973 yılından beri %3.5 oranında bir büyüme görülmüĢ ve hatta bu oran 1977-1990 yılları arasında %4.5-5‟lerde devam etmiĢtir. 1990 yılında 591.000 dolar olan GSMH, on yıllık perspektif içinde 2000 yılı itibarı ile bir milyon dolar olmuĢtur. Aynı dönemlerde millî gelir, 3.447‟den 4.540 dolara çıkmıĢtır. Ġhracat miktarı ise 1990 yılında 65.5 milyon dolardan, 2000 yılında 50.3 milyon dolara gerilemiĢtir. Ġthalat miktarı ise 381.5 milyon dolar iken 424.8 milyon dolar olmuĢtur. Ülke ihracatında Türkiye %62, Ġngiltere %30, Orta Doğu %2, diğer ülkeler ise %6‟lık bir paya sahiptir.Ġthalatında ise, Türkiye %64, Ġngiltere %26, Uzak Doğu ülkeleri %3, ABD %2, diğer ülkeler ise %5‟lik bir paya sahiptir. BaĢlıca ihraç maddeleri, sanayi, gıda sanayi, mineral, narenciye ve patatestir. Ġthalatındaki önemli maddeler ise doğalgaz, makineler, petrol ürünleri ve diğer ürünlerdir. KKTC‟nin tarım, hafif sanayi ve hizmetler sektöründe geniĢ yatırım imkânları mevcuttur. Sulu tarım ve hayvancılık teĢvik edilerek potansiyel geliĢme imkânlarından faydalanmak mümkündür. Dünya gıda maddeleri talebinin hızla arttığı bir ortamda tarım ve hayvancılık ürünlerine dayalı modern teknolojilerin uygulandığı sanayi dallarının geliĢtirilmesi mümkündür. Bu itibarla, hizmet sektörünün yanında, tarıma dayalı iĢlenmiĢ ürünler sanayii olmak üzere, potansiyeli olan sektörlerde ekonominin ihracata dayalı bir yapıya kavuĢturulmasında fayda vardır. Ġhracata dönük bir üretim yapısı tesis edebilmek için, bu yönde üretim yapan firmaların, ham madde ve ekipmanlar ile ithalat teĢviki, uygun kredi kullanımı ve ucuz enerji sağlanması gerekmektedir. Küçük ve orta ölçekli iĢletmeler Ģeklinde kurulup teĢvik edilecek sanayi sektörü ekonominin sürükleyici sektörü olarak kabul edilebilir. KKTC‟de yatırım eğiliminin düĢük olması, kalkınma hızının da düĢük olmasına sebep olmaktadır. 1990-1999 yılları arasında toplam yatırımların GSMH içindeki payı %15-20 seviyesinde gerçekleĢmiĢtir. Ülkede tasarruf oranının düĢük seyretmesi, aynı zamanda yurt dıĢına artan miktarlarda kaynak akıĢının bulunması, yatırım miktarını olumsuz yönde etkilemektedir. Tamamen liberal bir para-kambiyo rejimine sahip KKTC‟de ekonomiye kaynak yaratacak bir sermaye piyasasının kurulması sağlanmıĢtır. Ekim 1997 tarihinde KKTC Menkul Kıymetler Borsası, ĠMKB ile iĢ birliği içinde faaliyete geçmiĢtir.

1456

Ülkede ticarî bankacılık, ihtisas bankacılığı ve off-shore bankacılığı alanlarında geliĢmeler sağlanmıĢ ve finans sektörü cazip hale getirilmeye çalıĢılmıĢtır. Ülkede 38 banka bulunmakta iken, 6 bankanın krize girmesi ile 2001 yılında malî sektörün rehabilitasyonu yapılmıĢtır. Bugün yapılan bankacılık operasyonu sonucu, 29 banka ile bankacılık sektörü devam etmektedir. KKTC‟den yurt dıĢına akan kaynakların ülke içinde tutulabilmesi ve yatırımlara kanalize edilebilmesi için, bankacılık sektörüne olan güvenin artırılması gerekmektedir. Bu güvenin yaratılabilmesi için ise bankalar ve diğer finans kuruluĢlarına iliĢkin mevzuatın yenilenerek milletlerarası standartlara uygun hale getirilmesi, teftiĢ ve denetimin etkin bir Ģekilde yapılması gerekmektedir. Diğer taraftan, adanın su ve enerji sıkıntısının bulunması, yatırımları engelleyen önemli bir faktör olmaktadır. KKTC‟nin ekonomik kalkınmasında en önemli alt yapı yatırımlarını su ve enerji ihtiyacının karĢılanmasına yönelik projeler teĢkil etmektedir. Turizm sektörünün, ekonomide hedeflenen oranda belirleyici olamamasının temelinde, milletlerarası alanda siyasî yönden tanınmamıĢ olmaktan ziyade yetersiz enerji, ulaĢım ve su kaynaklarının bulunmamıĢ olması yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasındaki mevcut ekonomik ve ticarî iliĢkiler devamlı olarak geliĢen ve derinleĢen bir Ģekilde, ülkenin potansiyel imkânlarını artırıcı, yönlendirici ve diğer ülkeler ile ekonomik ve ticarî zemini oluĢturucu tarzda çok yönlü olarak devam etmektedir. Bu iliĢkiler, iki ülke arasında imzalanan yasal alt yapıya dayandırılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında imzalanan anlaĢmalar ve protokoller, iki ülke arasındaki iliĢkileri yeni bir strateji ve iĢ birliği çerçevesinde kurumlaĢtırmayı esas alan bir yapıya kavuĢturmayı hedeflemektedir. Bu hedefe ulaĢabilmek için, 31 Mart 1998 tarihinde yapılan ortaklık konseyi toplantısında; gümrüklerin iĢleyiĢi, serbest ticaret koĢulları çerçevesinde mal, hizmet ve sermaye akıĢı ve serbest dolaĢımı, teknoloji transferi ve yatırımların akıĢını sağlayacak bir Ortak Ekonomik Alan oluĢturulması kararlaĢtırılmıĢtır. Yani bu ekonomik iĢ birliği bir nevi gümrük birliği ve tek pazar oluĢturulması Ģeklinde düĢünülebilir. Turizm25 KKTC‟nin sosyo-ekonomik geliĢmesinde ve kaynak yaratılmasında öncelikli sektör olarak ele alınan turizm sektörünün özel teĢvikler ile desteklenmesi, temel bir politika olarak kabul edilmiĢtir. 1987 yılında çıkarılan Turizm TeĢvik Yasası ile söz konusu sektörde hızlı bir geliĢme görülmüĢ, turizm gelirleri, turist sayısı, turistik tesis ve yatak sayısında önemli ölçülerde artıĢ sağlanmıĢtır. 1977 senesinde 3265 olan yatak sayısı, 2000 yılında 10.520‟ye ulaĢmıĢ ve 198.3 milyon dolarlık bir turizm gelirine ulaĢılmıĢtır. Güney Kıbrıs‟a yılda 3 milyon turist gelmekte, buna karĢılık Kuzey Kıbrıs‟a gelen turist sayısı 250 binde kalmaktadır. Son yıllarda doluluk oranı %30‟ların üzerine çıkarılamamıĢtır. Adaya gelen turistler genellikle Ġngiliz, Alman ve Türk turistlerden ibarettir.

1457

KKTC üzerinde dünya devletlerinin kurmuĢ olduğu ekonomik, siyasî ve ticarî ambargo sonucu direkt uçak ve gemi seferlerinin yapılamaması, Kuzey Kıbrıslı yöneticileri, turistleri Türkiye üzerinden dolaylı olarak Kıbrıs‟a getirme plânları yapmaya zorlamıĢ ve tur operatörleri ile anlaĢma yapılarak Türkiye‟ye gelen turistlere bir günlüğüne Kuzey Kıbrıs‟ı görme imkânı sağlamaya çalıĢılmaktadır. Ülkenin coğrafî konumu, iklim Ģartları, tarihi ve arkeolojik zenginliği, dünya çapındaki kültür varlıkları, çevre sorunlarından uzak geniĢ kumsalları, yat, dağ ve kır turizm potansiyeli gibi özellikleri sebebi ile; turizm sektörünün hızlı geliĢmesi ve özellikle yabancı sermayenin bu alanda yatırım yapmasını teĢvik etmek için yeni turizm alanları belirlenmiĢtir. Bu amaçla Gazi Magosa (Salamis Koyu), Karpaz ve Güzelyurt bölgelerinde toplam 5250 dönüm arazi turizme açılmıĢtır. Turistleri ülkeye çekebilmek ve uygulanan ambargo kararlarını kırabilmek için pek çok tedbir düĢünülmektedir. Son alınan bir karar ile bütün ülkelere uygulanan vize kaldırılmıĢtır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetive Avrupa Birliği KKTC‟nin kuruluĢundan sonra, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar konuyu daima BM‟nin gündeminde tutmaya çalıĢmıĢlardır. Özellikle Türkiye‟nin iç siyasî karıĢıklıklarının olduğu ve hükûmetlerin zayıf dönemlerine rastlatarak, çıkar sağlamaya çalıĢmıĢlardır. Yunanistan‟ın Avrupa Birliği üyeliğinden sonra konuya özellikle bir AB boyutu kazandırılmaya çalıĢılmıĢtır. AB, 1990 yılına kadar Yunanistan ile Türkiye arasındaki siyasî problemlerin kendi gündemine getirilmemesi ilkesini benimsemiĢ ve Türkiye-AB iliĢkilerinin geliĢtirilmesinde konuyu bir engel olarak görmemiĢtir. 1990 yılında yapılan Dublin Konferansı‟ndan sonra bu doğru ve tarafsız tavrını değiĢtirerek, Türkiye AB iliĢkilerinin geliĢtirilmesini, Türkiye‟nin Yunanistan ile olan anlaĢmazlıklarının ve Kıbrıs sorununun çözülmesine bağlamıĢtır. 1997 yılına kadar devam eden bu tutum 1997 Aralık ayında yapılan Lüksemburg zirvesi ile değiĢtirilmiĢtir. Lüksemburg Zirvesi‟nde alınan kararlar ile, Kıbrıs‟ta yaĢayan ve Milletlerarası AntlaĢmalar ile kurulan iki toplumun; varlığını kabul eden bu antlaĢmaları görmezlikten gelerek, Kıbrıs Türklerini azınlık kabul ederek, Kıbrıs adası adına Güney Kıbrıs Rum Devleti‟nin Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerinin baĢlatılması kararını almıĢtır. Türkiye ve KKTC, AB‟nin bu kararlarına büyük tepki göstermiĢ ve bu kararın tarihî bir hata olduğunu dünya kamuoyuna açıklamıĢtır. Kıbrıs Türk halkının 1960 antlaĢmalarından kaynaklanan eĢit siyasî ve egemenlik haklarının ihlali olduğu kadar BM tarafından kabul edilmiĢ bulunan prensipler çerçevesindeki kararlarını anlamsız hale getiren, Avrupa Birliği‟nin almıĢ olduğu bu haksız ve yanlıĢ karar Kıbrıs sorununu milletlerarası alanda tamamen farklı bir boyuta sokmuĢtur. AB‟nin temel felsefesinin ve dayandığı sistemin; kiĢilerin, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaĢımı olması, AB ailesi içinde iki kesimli, iki toplumlu bir federasyonun yaĢayamayacağı konusunu gündeme getirmiĢtir. ünkü, AB‟nin iç mekanizmaları ve kurumsal düzenlemeleri bu türlü kısıtlamaları kolaylıkla aĢındırmaya müsait bir yapıdadır. Uzun yıllar Enosis hayalleri ile Türk toplumunu ezmeğe çalıĢan Rum toplumu Ģimdi yeni bir Rum oyunu ile milletlerarası alanda Türk

1458

toplumunu yok etme plânını uygulamaya koymaktadır. Helen medeniyetine âĢık olan Avrupa ülkeleri yeniden bir Yunan oyununa getirilmek istenmektedir. Türkiye ve KKTC arasında yapılan görüĢmeler sonunda, ortak bir görüĢ ve politika tespit edilmiĢtir. Buna göre, AB ailesi içinde iki toplumun bir federasyon Ģeklinde yaĢama Ģansının sıfır olduğu belirtilerek, aralarında bir sınır bulunan iki ayrı federe devlet yani bir konfederasyon kurulması üzerinde anlaĢılmıĢtır. AB, Türkiye‟nin üyelik baĢvurusunu gündeme getirerek 12 Aralık 1999 tarihinde yapılan Helsinki Konferansı‟nda varılan sonuç bildirgesinde; Türkiye‟nin üyeliği belirli bir süreç içine alınmıĢ olduğu açıklanmıĢtır. Bu karar ile Türkiye‟yi yumuĢatacaklarını düĢünmüĢlerdir. Ancak dünya kamuoyu önünde gerçekleĢen bazı olaylar, Türkiye‟nin lehine geliĢmeler sağlamıĢtır. Yıllardır Türkiye‟nin kendi ülkesinde savaĢarak ve Ģehitler vererek mücadele ettiği terör örgütü PKK‟nin lideri Abdullah Öcalan‟ın Nijerya‟da yakalanması sonucu Yunanistan‟ın PKK‟yi ve liderini yıllardır koruduğu ve örgütü desteklediği ortaya çıkmıĢtır. Bu arada 17 Ağustos 1999 tarihinde Türkiye‟de meydana gelen büyük deprem ve acı kayıplar, Yunanistan‟ı Türkiye‟ye yakınlaĢtırmıĢ ve iki ülke DıĢ ĠĢleri Bakanları arasında yakın görüĢmeler baĢlatılmıĢtır. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD‟ye yönelik yapılan terör saldırıları yıllardır Türkiye‟nin acısını çekip de gündeme getiremediği terörü birden bire dünya ülkeleri gündemine getirmiĢtir. Bu durum, teröre karĢı cephe açan AB ülkeleri nezdinde terörü koruyan ülke durumuna geçen Yunanistan‟ı ve GKRY‟yi güç duruma sokmuĢtur. Ayrıca, ABD tarafından terör suçlusu olarak görülen Afganistan yönetimine karĢı savaĢ açılmıĢ, Irak yönetimine karĢı savaĢ sinyalleri verilmeye baĢlanmıĢtır. Bu kararlarında Avrupa ülkeleri -ki bunlar AB üyesi ülkelerdir- ABD‟yi desteklemiĢlerdir. Dünyada geliĢen ve değiĢen siyasî atmosfer sonucu, ekonomik, stratejik ve siyasî yönden Orta Doğu, Kafkasya ve Güney Asya ülkelerinin önemini artırmıĢtır. Coğrafî konumu itibarı ile bu ülkeler arasında bulunan Türkiye, birden bire baĢta ABD olmak üzere, Avrupa ülkeleri tarafından da mevcut siyasî ve ekonomik problemleri ile birlikte desteklenir konuma getirilmiĢtir. Bu arada, GKRY lideri Klerides ile KKTC CumhurbaĢkanı Sn. DenktaĢ arasında BM Genel Sekreterliği ve ABD‟nin aracılığı ile baĢlatılan görüĢmeler devam etmektedir. Bugüne kadar tarih önünde gerçekleĢen kanlı olaylar ve siyasî entrikalar göstermiĢtir ki, Kıbrıs adasında yaĢayanlar bir arada yaĢayamayacaklardır. Tek çözüm yolu ayrı bayrak altında yan yana yaĢamaktır. Bugün Türkiye‟nin ve ada Türklerinin istedikleri haklarından fazla bir talep değildir. 26 Yapılacak en doğru Ģey, bugüne kadar sürdürülen kararlı tutumu devam ettirerek, ta viz vermeden ve sabırla beklemektir. 27 Dünya kamuoyuna bu konuda herhangi bir ödün verileceğini beklemenin yanlıĢ olduğunu çok iyi bir Ģekilde anlatmak gereklidir. Türkiye, kendi lehine dünya kamuoyunda baĢlatılan yeni dengeler içinde haklı konumunu savunabilmek ve istediklerini elde edebilmek için bir güç savaĢı vermek zorundadır.

1459

1

Name-I Humayun No 14, s. 56-58, Ġstanbul BaĢvekalet ArĢivi, Dr. H. Fikret ALASYA,

Kıbrıs ve Rum-Yunan Emelleri, s. 24-26; Dr. H. Fikret ALASYA, Tarihte Kıbrıs, s. 1-125, ġubat 1988, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Merkezi. 2

Ġsmail BOZKURT, Hüseyin ATEġĠN, Mehmet KANSU, Ġkinci Uluslararası Kıbrıs

AraĢtırmaları Kongresi, 24-27 Kasım 1998. Cilt II, Tarih Kıbrıs Sorunu; Doç. Dr. Zekeriya KurĢun, Buhran Yıllarında Kıbrıs‟ın Durumu ve Rumların Adayı Yunanistan‟a Ġlhak Çabaları (1878-1914), s. 1, Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak. Tarih Böl. Ġst. Türkiye; Ġsmail BOZKURT, Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, 13-17Kasım 2000 Cilt II, Kıbrıs Sorunu ve Turizm; Dr. Mehmet ATAY, Uluslararası Jeopolitik Egemenlik Mücadelesinde Kıbrıs‟ın Stratejik Konumu ve Akdeniz‟de Bölgesel Güvenlik. s. 304 Siyaset Bilimi Doktoru Türkiye CumhurbaĢkanlığı Eski DanıĢmanı. Türkiye. 3

H. Fikret ALASYA, Tarihte Kıbrıs, KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı, 1988, s. 141; Dr.

Nasim ZĠYA, Kıbrıs‟ın Ġngiltere‟ye GeçiĢi ve Ada‟da Kurulan Ġngiliz Ġdaresi. Ankara 1975, s. 144; Pierre Oberling, The Road to BellapaisThe Turksh Cyprıot Exodus to Northern Cyprus, Newyork, 1982, s. 30. 4

CRWSHAW, s. 44, 49; STWRĠMĠDES, s. 27.

5

Necati M. ERTEGÜN, Some Reflections on the Cyprus Problem, An Address Delivered

at the Academic International, Paris, 30 November, 1982; Ġsmail BOZKURT, Hüseyin ATEġĠN, M. KANSU,

Ġkinci Uluslar arası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, 24-27 Kasım 1998, Cilt II, Tarih-

Kıbrıs Sorunu; Soyalp TAMELĠK, Kıbrıs Komünist Partisi (AKEL)‟nin Ġlhak Kararı ve SSCB‟nin Kıbrıs Politikası, s. 9, 11, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler AraĢtırma Görevlisi, Ank.; Halil SADRAZAM, Türk Mukavemet TeĢkilatı, s. 57, 59, 63. Piyade Kurmay Albay, LefkoĢa-KKTC. 6

ġükrü TORUN, Ġngiltere ve Yunanistan Arasında Kıbrıs‟ın Politik Durumu, Doktora Tezi,

Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ġstanbul 1956, s. 142-145; Melih ESENBEL, Kıbrıs-1, Ayağa Kalkan Adam. 1954-1959, Ankara, 1993, s. 14. 7

Vanezis, s. 135-137.

8

Dr. H. Fikret ALASYA. Kıbrıs ve Rum Yunan Emelleri, KKTC Millî Eğitim ve Kültür

Bakanlığı, 1992, s. 54. 9

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası, s. 1.

10

Prof. Dr. DerviĢ MANĠZADE, Kıbrıs, Dün, Bugün, Yarın, Ġstanbul 1975, s. 160.

11

Ġsmail BOZKURT, Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, Cilt III, Kıbrıs

Sorunu ve Turizm. Kasım 2000, KKTC; Dr. Mehmet ATAY, Uluslararası Jeopolitik Egemenlik Mücadelesinde Kıbrıs‟ın Stratejik Konumu ve Akdeniz‟de Bölgesel Güvenlik. s. 291 Siyaset Bilimi Doktoru, Türkiye CumhurbaĢkanlığı Eski BaĢdanıĢmanı.

1460

12

Ahmet Zeki BULU, KKTC Ankara Büyükelçisi, KKTC Devlet Plânlama Örgütü.

13

KKTC Anayasası, s. 2, 3, 4, 25, 29, 33, 47, 49.

14

Ahmet Zeki BULU, KKTC, Türkiye Büyük Elçisi, KKTC, Devlet Planlama Örgütü.

15

Ġsmail BOZKURT, Hüseyin ATEġĠN, Mehmet KANSU, Ġkinci Uluslararası Kıbrıs

AraĢtırmaları Kongresi, 24-27 Kasım 1998, Cilt II, Tarih-Kıbrıs Sorunu; Kutlu ÖZEN, Ġkinci Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, 24-27 Kasım 1998, Cilt II, Kıbrıs‟taki Hala Sultan Yatırı ve Aynı Dönemdeki Anadolu Sahabileri, s. 365, Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Sivas-Türkiye; Doç. Dr. Yusuf K܁ÜKDAĞ, Kıbrıs Tekke ve Zaviyeleri, s. 381, Selçuk Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü, Konya-Türkiye; Ġsmail BOZKURT, Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, 13-17 Kasım 2000, Cilt II, Dil-Edebiyat; Doç. Dr. Ġskender PALA, Beyrut‟ta Bir Kıbrıslı ve Mistik AĢk CoĢkusu, Hasan Nesib ve Feyzan-ı AĢk‟ı, s. 137, Ġstanbul Kültür Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Ġstanbul-Türkiye. 16

Ġsmail BOZKURT, Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, Cilt II, Dil-

Edebiyat Kasım 2000 Turhan KAYA, Kıbrıs Türk Çocukları Edebiyatında AyĢen Dağlı‟nın Masalları, s. 339 Atatürk Üniversitesi, K. K. Eğitim Fakültesi Erzurum. 17

Doç. Dr. Hülya ARGUNġAH, Kaytazzade Nazım‟ın ġiirlerinde Sosyal Hayatla Ġlgili

Unsurlar, s. 191 Erciyes Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fak., Türk Dili ve Edebiyatı Böl., Kayseri. 18

Hayrettin ĠVGĠN, “Ramazan Destanı” Halk ġairi Aynalı‟nın mı?, s. 203 Halk Bilimi

AraĢtırmacı, Yazar Ank. 19

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin TUNCER, Mehmet Kansu‟nun Kıbrıs Türk ġiirindeki Konumu, s.

213 DEÜ. Buca Eğitim Fak., Türkçe Eğitim Bölümü, Ġzmir. 20

Ġsmail BOZKURT, Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, 13-17 Kasım Cilt

II, Dil-Edebiyat Ahmet ÖZER, ġair/Yazar Neriman Cahit‟in “Konu: Kadın” ile “Ayseferi” Yapıtlarında Kadın Ögesi, s. 253, Bilkent Üniversitesi, Ġnsanî Bilimler ve Edebiyat Fakültesi, Bilkent, Ank. Türkiye. 21

Mehmet AYDIN, Kıbrıslı Türk ġiirinde Fikret Demirağ‟ın Yeri, s. 269, Bilkent Üniversitesi

Türkçe Birimi, Ankara. 22

Bülent FEVZĠOĞLU, AraĢtırmacı Yazar, Kıbrıs Türk ġiirinde Üç Trajik YaĢam Öyküsü,

s. 275, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi Üyesi ve (Suna ve Ata Atun) Magusa Tarihini AraĢtırma ve Yazın Vakfı (Samtay) Koordinatörü. 23

Metin TURAN, ağdaĢ Kıbrıs Türk Romanında Tarih ve Kimlik Sorunu, s. 307. Folklor

Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni, ANKARA.

1461

24

Ġsmail BOZKURT, Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, 13-17 Kasım

2000, Cilt II, Dil-Edebiyat.; (Doç. Dr. Turhan KAYA, Kıbrıs Türk Çocuk Edebiyatında AyĢen Dağlı‟nın Masalları s. 339. Atatürk Üniversitesi, K. K. Eğitim Fakültesi Erzurum. 25

Ahmet Zeki BULU, T. C. Kıbrıs Büyük Elçisi.

26

Mümtaz SOYSAL, Aklını Kıbrıs ile Bozmak, sy 48, Ankara1995.

27

Ġhsan Sabri AĞLAYANGĠL, Anılarım, s. 399, Ġstanbul 1990.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası. H. Fikret ALASYA, Tarihte Kıbrıs, KKTC CumhurbaĢkanı DanıĢmanı, ġubat 1988, Ankara. Sabahattin ĠSMAĠL, Kıbrıs‟ta Yunan Sorunu (1821-2000), LefkoĢa ISBN: 975-8433-0372. Dr. H. Fikret ALASYA, Kıbrıs ve Rum-Yunan Emelleri, 1992, KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları. Sabahattin ĠSMAĠL, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin DoğuĢu-ÇöküĢü ve KKTC‟nin KuruluĢu (19601983), Ġstanbul. Ġsmail BOZKURT, Hüseyin ATEġĠN, Mehmet KANSU, Tarih-Kıbrıs Sorunu, Cilt II Ġkinci Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, 24-27 Kasım 1998, Doğu Akdeniz Üniversitesi, 1999. Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, Cilt I Tarih, Cilt II Dil-Edebiyat, Cilt III Kıbrıs Sorunu ve Turizm. Yayına Hazırlayan Ġsmail BOZKURT, Doğu Akdeniz Üniversitesi, 2000. Melih ESENBEL, Kıbrıs I Ayağa Kalkan Adam 1954-1959, Ġstanbul Nisan 1993. Mehmet DÖNER, C. I. A.‟nın Oyunları ve Üçüncü Adam Ecevit, Ġstanbul 1974. Ġhsan Sabri AĞLAYANGĠL, Anılarım, Ġstanbul 1990. Mümtaz SOYSAL, Aklını Kıbrıs ile Bozmak, Ankara 1995. Meltem Onurkan SAMANĠ, Kıbrıs Türk Milliyetçiliği, Lefke 2000. Herkül MĠLLAS, TürkYunan ĠliĢkilerine Bir Önsöz, Ankara 1995. Rauf R. DENKTAġ, Rauf DenktaĢ‟ın Hatıraları, Ġstanbul 1999. Vamık D. VOLKAN and Norman Itzkowitz, Turks And Greeks Neighbours in Conflict, England 1994. Christian HEĠNZE, Cyprus 2000, Germany. Harry Scott GBBONS, The Genocide Fıles, UK 1997. Clement H. DODD, Cyprus The Need for New Perspectives, England 1999. M. A. BIRAND, 30 Heısse Tage, Köln 1999. Prof. Dr. Erol MANĠSALI, Cyprus Yesterday and Today, Ġstanbul 2000.

1462

Andrew Faulds MP, Excerpta Cypria for Today a Source Book on the Cyprus Problem, Lafkosha-Ġstanbul-London 1988. Michael MORAN, Sovereignty Divided, LefkoĢa, Mersin 1999. Pierre OBERLING, The Road To Bellapais, Newyork 1982. Mıchael STEPHEN, The Cyprus Question, London 2000.

1463

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Tarihi / Prof. Dr. Clement Dodd [s.905912] Londra Üniversitesi ġarkiyat ve Afrika alıĢmaları Okulu (SOAS) / Ġngiltere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye‟nin askeri müdahalesinden 1 yıl sonra 1975 yılında kurulmuĢ olan Kıbrıs Türk Federe Devletinin yerine geçmek üzere 15 Kasım 1983 tarihinde ilan edildi.1 Federe devlet ile Cumhuriyet arasındaki temel fark, federe devletin, ileride Kıbrıslı Rumlarla birlikte oluĢturulacak olan federal bir sistemin parçası olarak düĢünülmüĢ olmasıydı. Federe devletin kurulması bağımsızlık ilanı niteliği taĢımamaktaydı. Kıbrıslı Türkler, 1983 yılında federe devlet olma statülerini bir kenara bırakarak kendilerinin self-determinasyon hakkı olan bir „halk‟ oluĢturduklarını vurgulamanın gerekli olduğu sonucuna vardılar. Kıbrıslı Türklerin bağımsızlık ilan etmelerinin temel nedeni, Yunan BaĢbakanı George Papandreou tarafından teĢvik edilen Kıbrıslı Rumların CumhurbaĢkanı Spyros Kipriyanu‟nun Kıbrıs meselesini uluslararası hale getirme konusunda kararlı olmasıydı. Kıbrıslı Türkler bu Ģekilde davranarak

dünya

kamuoyunu

davalarının

haklılığı

hususunda

ikna

edebileceklerini

ümit

etmekteydiler. Bu yönde harekete geçmek için de oldukça iyi bir konuma sahiptiler. Birincisi, sadece Kıbrıslı Rumlardan oluĢan Kıbrıs hükümeti, Türkiye hariç tüm devletler tarafından 1960 yılında uluslararası anlaĢmalarla oluĢturulan Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin meĢru hükümeti olarak tanınma baĢarısını elde etmiĢti. Bu olgu, içinde sadece Kıbrıslı Rumların kaldığı hükümeti, Kıbrıs‟a BM BarıĢ Gücü yerleĢtirmek amacıyla de facto hükümet olarak tanıyan BM Güvenlik Konseyi‟nin 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı kararının bir sonucu olarak ortaya çıkmıĢtı. Bu kararın çok ciddi bir karar olduğu daha sonra meydana çıkacaktı.2 Ġkinci olarak, ada üzerinde oluĢacak bir Sovyet varlığının, 1960 KuruluĢ AnlaĢmasına göre izin verilmiĢ olan iki Ġngiliz egemen askeri üssünü tehlikeye atabileceği yolunda Ġngilizlerin (ve Amerikalıların) duyduğu kaygı, 1964 yılından sonra Ġngiltere‟nin 1960 düzenlemelerinin Garantör Devleti olarak etkisini ortadan kaldırmıĢtı. BaĢpiskopos Makarios, Kıbrıslı Rumların siyasi olarak adaya hakim olma amaçlarının gerçekleĢmemesi halinde ada üzerinde Sovyet varlığına izin vermeyi olasılık dıĢı tutmuyordu. Bu yüzden Ġngilizlerin Rumlara yönelik politikası, yatıĢtırma politikası haline dönüĢtü.3 Kıbrıs‟ın Akdeniz‟in Küba‟sı haline dönüĢebileceği yolunda görüĢler ortaya konuyordu. Kıbrıs meselesinin uluslararası hale getirilmesinin, Kıbrıslı Rumların ada üzerinde yasal hakimiyetlerini Ģüphe götürmeyecek Ģekilde kurmasına neden olacağı yolundaki inancın üçüncü nedeni, Makarios‟un önemli liderlerinden biri olduğu Bağlantısızlar hareketinin BM‟deki temsil gücüydü. Aynı zamanda sınırları içinde azınlıklar bulunan sömürgeden yeni kurtulmuĢ birçok devlet, bu azınlıkların Kıbrıslı Türklerin özerklik kazanmalarıyla teĢvik edilmelerini istememekteydi. Adanın güneyinde Kipriyanu‟nun 1983 yılında yeniden cumhurbaĢkanı seçilmesiyle Kıbrıs meselesinin uluslararası hale getirilme kampanyası daha da yoğunluk kazandı. Bu kampanya, BM Genel Kurulunun, „Kıbrıs Cumhuriyetinin ve halkının, Kıbrıs toprağı ile Kıbrıs‟ın doğal kaynakları ve diğer kaynakları üzerinde tam ve etkili egemenlik ve kontrole sahip olma hakkını‟ teyit eden, tamamen

1464

Kıbrıs Rum tarafını kararıyla zirve noktasına ulaĢtı.4 Karar aynı zamanda „iĢgal güçlerinin‟ Kıbrıs‟tan çekilmesi ve mültecilerin kendi evlerine dönmesi çağrısında da bulunuyordu.5 Kıbrıslı Türklerin, kendilerine azınlık muamelesi yapan bu olumsuz karara gösterdiği tepki, bağımsızlık ilanını düĢündüklerini dünyaya duyurmak Ģeklinde ortaya çıktı. Bu tavır, BM Genel Sekreterinin, DenktaĢ tarafından önerilen Ģekliyle iki toplumun liderini yeniden bir araya getirmek için çaba göstermesine neden oldu. Kipriyanu, bu giriĢimi kabul eder gibi görünmesiyle birlikte Genel Sekreter, her iki tarafın problemin çözümüyle ilgili ortaya koydukları öneriler arasında ortak noktalar bulabilmek için çaba gösterdi. Ancak taraflar arasında temel farklılıklar olduğu ortadaydı. BM‟nin arabuluculuk çabalarının çok fazla ümit vaad etmemesi karĢısında Kıbrıs Türk Federe Devletinin Yasama Meclisi 17 Haziran 1983‟te büyük bir çoğunlukla Kıbrıslı Türklerin self-determinasyon (kendi kendini yönetme) hakkına sahip olduğunu onaylayan bir karar aldı. Bu, daha sonra ortaya çıkacak olan kararın bir habercisiydi. Cumhuriyetin Kurulması Daha fazla ileri gitmeyi frenleme, yalnızca dıĢ dünyaya ılımlı görünmek açısından değil, aynı zamanda Devlet BaĢkanı DenktaĢ‟ın tartıĢmalı gözüken popüleritesi açısından da bir gereklilikti. DenktaĢ Haziran 1981‟de baĢkanlık seçimlerini kazanmıĢtı, fakat 1976 yılında elde ettiği yüzde 77.6 oy oranına göre, bu seçimde elde ettiği yüzde 51.7 oy oranı daha düĢüktü. Onun kurmuĢ olduğu Ulusal Birlik Partisi de aynı yıl yapılan Meclis seçimlerinde pek iyi performans gösteremedi; partinin oyu yüzde 53.7‟den yüzde 42.5‟e düĢtü. Yeni Meclisteki iki sol görüĢlü parti, toplam 40 üyeliğin yarıdan bir fazlasına sahipti. Sol görüĢlü partiler, yeni devletin çok zor zamanlar geçirdiği bir dönemde iç meselelerde takip ettikleri politikalarla halkın desteğini almıĢlardı, fakat bununla birlikte Kıbrıslı Rumlar konusunda duydukları kaygı, Ulusal Birlik Partisinin duyduğu kaygıya göre çok daha azdı. 1974‟ten önce bu partilerin üyelerinden bazıları, sömürgecilik karĢıtı aĢırı sol görüĢler taĢıyan AKEL‟in (Ġleri ĠĢçi Partisinin) üyesi olmasalar da bu partiye sempati beslemiĢlerdi. Bu yüzden bağımsızlık ilanı yolunda mesafe katedilmesi, iç politika nedenlerinden dolayı da büyük önem taĢımaktaydı. Bu önemli dönemeçte sol görüĢlü partilerden daha ılımlı olan Toplumcu KurtuluĢ Partisinde, Rum solcuların benimsedikleri aĢırı solcu politikalara ve Kıbrıslı Rumların iyi niyetine güvenmeme hususunda bir tepkinin ortaya çıkması DenktaĢ‟a büyük destek oldu; Rumların Kıbrıslı Türkleri gözden düĢürme ve çökertme yönündeki uluslararası kampanyaları Türkler tarafından tepkiyle karĢılanmıĢtı. Ġki sol partiden daha büyük olanında ortaya çıkan bu davranıĢ değiĢikliği, Meclisin bağımsızlık ilanını oylamasının da yolunu açtı. Böylece bağımsızlık konusunda referandum yapılmasının da önüne geçilmiĢ oldu; referandum yapılması problem oluĢturabilirdi ve büyük ihtimalle Türkiye‟deki kamuoyuyla birlikte uluslararası kamuoyunu da endiĢeye sevk edecekti.6 Mecliste yapılan oylamada oybirliği sağlandı, fakat Cumhuriyetçi Türk Partisi, kendisi de Kipriyanu‟nun niyetlerinden Ģüphe etmesine rağmen, bağımsızlık ilanı için oy vermemesi durumunda yeni devletten dıĢlanacağı söylenerek baskı altında tutulduğunu iddia etti.

1465

DenktaĢ‟ın kendisinin açıkça belirttiği baĢka bir nedenden dolayı da bağımsızlık ilanının geciktirilmeden gerçekleĢtirilmesi gerekiyordu: „Türkiye‟de kararlaĢtırılmıĢ olan rejim değiĢikliği yüzünden uygun bir zamanda harekete geçmek zorundaydım; görevden ayrılan Ulusu yönetimi, bağımsızlık ilanından beni alıkoyamayacaktı, görev baĢına geçecek Özal hükümeti ise bir oldu-bittiyle karĢılaĢacak

ve

Türkiye değiĢtiremeyecekti.‟7

ile

Kuzey

Kıbrıs‟taki

kamuoyunun

gücünden

dolayı

bu

kararı

Bağımsızlık oylamasından sonra DenktaĢ yeni anayasayı hazırlamak üzere bir kurucu Meclis oluĢturulmasını önerdi. Öneri, 16‟ya karĢı sadece 24 oyla kabul edildi. Muhalefet, anayasaya ilave yapılmasının, elde edilmesi çok zor olan üçte iki çoğunluk gerektirdiğini bildiği için mevcut anayasaya ilave yapılmasının yeterli olacağını savundu. Kurucu Meclis‟te görev alacak üyeler; mevcut Meclisin üyelerine baĢkan tarafından atanan 10 üye, Kıbrıs Cumhuriyetinin eski CumhurbaĢkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük tarafından atanan 1 üye ve küçük siyasi partiler ile sendikalar da dahil olmak üzere değiĢik kuruluĢların seçtiği 19 üyenin ilave edilmesiyle belirlendi. Kurucu Meclis, aynı zamanda geçici yasama meclisi görevini de gördü. Kurucu Meclisteki sol görüĢlü partiler çok sayıda atanmıĢ üyenin olduğu bir organda etkilerinin azaltılmıĢ olmasından dolayı huzursuz oldular. Yeni bir anayasa hazırlanarak, halka öneriler yapması çağrısında bulunuldu, fakat sonunda yeni anayasa, Türk Federe Devletininkinden çok farklı olmayan bir anayasa olarak ortaya çıktı. CumhurbaĢkanı, baĢkanlık sistemi oluĢturulmasını elbette tercih ederdi, fakat bu yönde herhangi bir geliĢme sağlanamadı. Yeni anayasayla ilgili referandum, yeniden baĢlayan ve ümit verici iĢaretler veren BM gözetimindeki görüĢmeleri olumsuz yönde etkilememek için ancak 1985 yılında gerçekleĢtirildi. Anayasa taslağı, 12 Mart 1985‟te (Cumhuriyetçi Türk Partisi üyelerinin kullandığı) 6 oya karĢı 63 oyla kabul edildi. 5 Mayıs‟ta yapılan referandum da yüzde 29.82 olumsuz oya karĢı yüzde 70.16 kabul oyuyla Anayasanın onaylanmasını sağladı. Oylamaya katılma oranı ise düĢüktü ( %78.3).8 9 Haziran 1985‟te DenktaĢ, yüzde 85.7 oranında oylamaya katılan halkın yüzde 70.2‟sinin oyunu alarak CumhurbaĢkanı seçildi. Bu hem DenktaĢ açısından hem de onun Kıbrıs politikası açısından büyük bir zaferdi. ġimdi 40 üyelikten 50 üyeliğe çıkarılmıĢ olan Meclis için yapılan seçimlerde de Ulusal Birlik Partisi iki sol görüĢlü partinin toplam milletvekilinden sadece 2 fazla olmak üzere 24 sandalye kazandı, fakat Türkiye‟den yeni göç etmiĢ halkı temsil eden Yeni DoğuĢ Partisinin desteğini elde etmeyi baĢardı. Meclis seçimlerinde iki sol parti, Ulusal Birlik Partisi‟nin kazandığı yüzde 36.7 oya karĢı, birlikte yüzde 37.2 oy topladılar. DenktaĢ, Kıbrıs meselesini yürütülmesi konusunda açık bir Ģekilde bütün siyasi partilerden önemli oranda destek elde etmiĢti, bu onun uzun süredir kaygı duyduğu bir konuydu, fakat iç politikada muhalefetin hâlâ canlı olduğu ortadaydı. 1985 Yılından Sonra Ġç Politika 1985 yılından sonra Ulusal Birlik Partisi, soldaki iki partiden daha ılımlı olan Toplumcu KurtuluĢ Partisiyle koalisyon kurmaya karar verdi. Bu, hiç de sorunsuz bir koalisyon değildi, hem kiĢisel hem de ideolojik nedenlerden dolayı ortaklık büyük baskı altına girdi. ekiĢmenin temel nedeni, Türkiye‟de

1466

1983 yılında Anavatan Partisi lideri Turgut Özal‟ın iktidara gelmesiydi. Özal, Türkiye‟de kendisinin ekonomik politikasının temelini oluĢturan Friedman tipi ekonomik politikaların KKTC‟de de benimsenmesini istiyordu. Bu yöndeki ekonomik baskılar, yeni ekonomik doktrininin kendisinin sosyalist ilkeleriyle uyuĢmayan Toplumcu KurtuluĢ Partisi açısından kabul edilemezdi. TKP, aynı zamanda koalisyonun büyük ortağı parti tarafından, zarar verici nitelikteki petrol iĢçilerinin grevi ile gıda endüstrisinde 16 gün süren grevi kınamaya çağrıldığında da oldukça zor duruma düĢtü. Bu açıkça birbirleriyle uyuĢamayanların koalisyonuydu . Koalisyon dağıldığında Ulusal Birlik Partisi destek elde etmek üzere Yeni DoğuĢ Partisine yönelerek Özal‟ın benimsediği yeni ilkeler doğrultusunda ekonomik reformlar uygulamaya devam etti. KKTC, kendi ayağı üzerinde durmaya teĢvik ediliyordu, ancak bu uluslararası ekonomik ambargonun oluĢturduğu koĢullar altında gerçekleĢtirilmesi çok zor bir olaydı. Yeni ekonomik paket yeni politikaların uygulanması vaadinde bulunmaktaydı, fakat bu politikalar kararlı bir Ģekilde uygulanmadı. Zorluk, uluslararası ambargonun özellikle turizm endüstrisi baĢta olmak üzere ekonomik geniĢleme olanaklarını sınırlandırmasından kaynaklanıyordu, halbuki adanın güneyi turizm sayesinde sürekli zenginleĢiyordu. Yeni DoğuĢ Partisi yeni liderini seçtikten sonra küçük bir parti olsa da hükümette kendisine daha fazla pay verilmesini istedi, bunun üzerine Ulusal Birlik Partisi koalisyonu sona erdirdi. UBP artık 25 milletvekiline sahipti ve eskiden Yeni DoğuĢ Partisine mensup olan iki bağımsız milletvekilinin de desteğini alıyordu. Ġçerde güçlü muhalefetle karĢılaĢan ve Ģimdi kurucusu CumhurbaĢkanı DenktaĢ‟tan gittikçe uzaklaĢan Ulusal Birlik Partisi, seçimlerden birinci olarak çıkan partinin Meclis‟teki sandalye sayısını artırmak için çok hayati nitelikte olan seçim yasasını değiĢtirme kararı aldı. Yeni seçim yasasına diğer partiler Ģiddetle karĢı çıktılar; CumhurbaĢkanı da yasayı eleĢtirenler arasındaydı. 1990 Meclis seçimlerinde temel muhalefet partileri tamamen seçimle ilgili nedenlerden dolayı birlikte hareket ettiler; bu, onların tutarlı bir politika platformu oluĢturmalarına engel olan bir taktikti. Muhalefet partileri Meclisteki 50 sandalyeden 34‟ünü ve toplam oyların yüzde 55‟ini kazanan Ulusal Birlik Partisi karĢısında seçimi kaybetti. UBP, teknik olarak eski seçim yasasına göre de Mecliste çoğunluğu elde edecekti, fakat bu durumda muhalefet partileri politikalarını daha iyi geliĢtirme ve seçmene sunma fırsatı elde edecekdi. Bu seçim değiĢikliği sonunda ülkede demokrasi meselesinde ya da demokrasinin olmadığı konusunda büyük bir karıĢıklık çıktı. Ġki sol görüĢlü parti, Meclis seçimlerini boykot ettiler ve eski seçim yasasına göre yapılsa da onların boĢ kalan sandalyeleri için yapılan ara seçimlere de katılmadılar. Kısmen KKTC‟nin imajını kötü Ģekilde etkileyen bu geliĢmelerden dolayı CumhurbaĢkanı ile BaĢbakan DerviĢ Eroğlu arasındaki iliĢkiler ciddi Ģekilde bozuldu. Hükümet aynı zamanda cumhurbaĢkanının çok istediği Ombudsman kurumunun oluĢturulması önerisine karĢı çıkıyordu; cumhurbaĢkanının bu aracı kullanarak hükümetin icraatı üzerinde kontrol kurmaya çalıĢacağı düĢünülmüĢtü. Bundan baĢka Eroğlu, Kıbrıs meselesinde DenktaĢ‟ın takındığından çok daha sert bir tutum içinde bulunuyordu. DenktaĢ‟tan gelen baskılara rağmen hükümet seçim sistemiyle ilgili olarak

1467

referandum düzenlemeyi reddetti. Ancak sonunda Ulusal Birlik Partisi içindeki rahatsızlıklar ile Ankara‟nın gerçekleĢtirdiği arabuluculuk durumun değiĢmesine neden oldu. Ulusal Birlik Partisi içinden Hakkı Atun‟un liderliğinde yeni bir parti, Demokratik Parti, ortaya çıktı. CumhurbaĢkanının oğlu Serdar DenktaĢ bu partinin önde gelen üyelerinden birisiydi. Yeni seçimler Aralık 1993‟te değiĢtirilmiĢ seçim kanununa göre yapıldı. Ulusal Birlik Partisi ile yeni kurulan Demokratik Parti oyların yüzde 59‟unu eĢit olarak paylaĢtılar. Seçimlerde en kötü performans gösteren, yalnızca beĢ sandalye kazanarak oyların da yüzde 13.7‟isini alan Toplumcu KurtuluĢ Partisiydi. Solda onun rakibi olan Cumhuriyetçi Türk Partisi ise kazandığı 13 sandalye ve aldığı yüzde 24.15 oy oranıyla daha iyi performans gösterdi. Yeni DoğuĢ Partisi daha önce Demokratik Partiye katılmıĢtı. Ancak Demokratik Partinin baĢarısı, önemli ölçüde göçmenlerin oylarından dolayı ortaya çıkmamıĢtı. Kıbrıslı Rum yorumcular, sık sık DenktaĢ ve onu destekleyen milletvekillerinin, 1996 nüfus sayımına göre sayıları 40,000‟i bulan göçmenlerden dolayı iktidarda kaldıklarını iddia etmekteydiler. Fakat bu iddia doğru değildi. AraĢtırmalar bu kiĢilerin de diğer seçmenler gibi oy kullandıklarını göstermiĢtir.9 Ulusal Birlik Partisi seçimlerde çok az farkla öne geçerek Meclis‟te kendi rakibinden 2 sandalye daha fazla kazanmıĢtı. UBP kendi „isyancılarıyla‟ koalisyon kurmak istemedi. Sürpriz bir Ģekilde Demokratik Parti, Cumhuriyetçi Türk Partisiyle koalisyon oluĢturma yoluna gitti. Ancak CTP artık aĢırı sol görüĢlerinin çoğunu terk etmiĢ ve hatta dini nedenlerden dolayı değil, çevreyle ilgili nedenlerden dolayı kırmızı rengini bırakıp yeĢil rengi benimsemiĢti. Yeni lideri Mehmet Ali Talat yönetimindeki CTP‟nin Demokratik Partiyle imzaladığı protokol, bu partinin Cumhuriyetin bağımsızlığının ve eĢitliğinin desteklenmesinde hangi noktaya geldiğini açık bir Ģekilde ortaya koymaktaydı. Protokol, her iki partinin, (1) ada üzerindeki iki toplumun eĢit siyasi statüye sahip olduğuna, (2) (Kıbrıs Cumhuriyetinin tek bir egemenliğinin değil) ortak egemenliğinin bulunduğuna, (3) iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünün uygun çözüm olduğuna ve (4) Türkiye‟nin KKTC‟nin bağımsızlığını etkili bir Ģekilde garanti etmeyi sürdüreceğine dair inançlarını açık bir Ģekilde ifade etmekteydi. Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği‟ne tarımsal ürün ihrac etmesine neredeyse yasak getirildikten sonra Haziran 1994‟te KKTC Meclisi, aldığı önemli bir kararda bu yasak uygulanmaya devam edilirken (o zaman gündemde olan) BirleĢmiĢ Milletlerin Güven Artırıcı Önlemler önerisinden hiçbir olumlu sonuç çıkmayacağına karar verdi. Karar, gelecekte yapılacak görüĢmelerin Kıbrıslı Türklerin egemenlik hakkını ve siyasi eĢitliğini hesaba katmak zorunda olduğunu ve Türkiye ile KKTC‟nin Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar tarafından alınan askeri önlemlerle orantılı önlemler almalarının gerekli olduğunu belirtti. KKTC Meclisi aynı zamanda 1984 ile 1985 yıllarında alınan ve Kıbrıs‟ta bulunacak çözüm Ģeklinin federasyon olması gerektiğini belirten kararları da yürürlükten kaldırdı. Cumhuriyetçi Türk Partisi karara karĢı oy kullandı, fakat koalisyonda kalmaya devam etti. Daha sonra ġubat 1995‟te CTP, eskiden Kıbrıslı Rumlara ait olan mülkleri kullanan ve bu mülklerin kendilerine tahsis edildiği 17,000 aileye tapu senedi verilmesi yönünde öneriler içeren yasa tasarısına da karĢı çıktı. CTP‟ye göre bu, Kıbrıslı Rum mültecilerin dönüĢünü hemen hemen imkansız hale getirecek çok önemli bir

1468

geliĢme olacaktı, ancak gerçekte eskiden Kıbrıslı Rumlara ait olan mülkleri kullananların yüzde 85‟ine zaten tapu senedi verilmiĢti. Bu giriĢimin arkasında baĢka bir neden arayanlar, CTP‟nin Kıbrıs sorununda bir çözüme ulaĢılması hususunda problemler yaratılması konusuyla ilgilenmekten çok, açık bir Ģekilde halkı memnun edecek bir hareket olarak görülen giriĢimden Demokrat Partinin puan kazanmasına izin verilmemesiyle ilgilendiğini öne sürmüĢlerdir. GörünüĢte daha fazla tapu senedi verilmesi ve böylece Kıbrıs‟ta bir çözüme ulaĢılmasının daha da zorlaĢtırılması meselesinden dolayı ġubat 1995‟te koalisyon dağıldı. Bundan sonra Ulusal Birlik Partisiyle Demokrat Partinin oluĢturduğu bir koalisyon iktidarı devraldı. 1998 Meclis seçimlerinde görüldüğü gibi milliyetçi sağ oyunu açık bir Ģekilde artırıyordu; bu seçimlerde Ulusal Birlik Partisi toplam oyların yüzde 40.3‟ünü alırken, daha liberal görüĢlere sahip milliyetçi parti konumundaki Demokratik Parti yüzde 7‟lik bir düĢüĢ yaĢayarak aldığı yüzde 22.1 oy oranıyla ikinci parti oldu. Ġki sol görüĢlü partiden her biri toplam oyların yüzde 13‟ünden biraz fazla aldı. Ulusal Birlik Partisi ile Demokrat Parti arasındaki rekabet, UBP‟nin Mustafa Akıncı‟nın baĢkanı olduğu Toplumcu KurtuluĢ Partisiyle koalisyon kurmasına neden oldu. Bu da pek de sorunsuz olmayan bir koalisyondu; kısmen Türkiye tarafından takip edilen ekonomik kemer sıkma programının ortaya çıkardığı, fakat asıl 1999‟da bazı Kıbrıs Türk bankalarının çökmesinin neden olduğu ekonomik krize rast geldiği için koalisyonun sorunlarla karĢılaĢması kaçınılmazdı. Bu geliĢmeler, Toplumcu KurtuluĢ Partisinin krizdeki Türkiye bağlantısını eleĢtirmesiyle birlikte koalisyon ortakları arasında zorluklar ortaya çıkardı. Akıncı ile Kıbrıs‟taki Türk komutan arasında yaĢanan tartıĢma da onun koalisyon ortağı açısından huzursuz edici ve de küçük düĢürücü bir geliĢmeydi. Demokratik Partideki değiĢiklikler, özellikle de Serdar DenktaĢ‟ın liderlikten istifa etmesi, Eroğlu‟na Akıncı ile koalisyonunu Mayıs 2001 tarihinde sona erdirme ve Demokrat Partiyle yeni bir koalisyon kurma fırsatı tanıdı; bu geliĢme, Ankara tarafından ortaya çıkarılmamıĢ olduğu kabul edilse bile Ankara‟daki liderler tarafından memnuniyetle karĢılandı. DenktaĢ‟ın, Kıbrıslı Türkler tam bir eĢit muamele görmediği müddetçe BM gözetimindeki dolaylı görüĢmelere katılmayı reddetmesinin desteklenmesi için içeride sağlam bir cephe oluĢturulması gerekiyordu. DenktaĢ, Mayıs 2000‟deki cumhurbaĢkanlığı seçiminde baĢlıca rakibi olan ve ikinci tur cumhurbaĢkanlığı seçimlerinden çekilen Eroğlu karĢısında açık bir zafer elde ederek konumunu güçlendirmiĢti. KKTC‟de son birkaç yıldır yaĢanan ve sık sık Türkiye‟nin ekonomik problemlerini yansıtan ekonomik zorluklar, sol görüĢlü örgütlerin Ģiddetli tepki göstermesine neden olmakta ve DenktaĢ‟ın istifa etmesi çağrısını da içeren halk gösterilerinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. KKTC‟de Türkiye ile daha yakın birliktelik kurulmasını istemeyen ve tam siyasi eĢitlik elde edilememe pahasına da olsa Kıbrıslı Rumlarla uzlaĢmaya varmak için çaba gösterilmesi gerektiğine inanan insanlar bulunmaktadır. Ancak bu kiĢilerin tavrı, milliyetçi sağın da tepki göstermesine neden olmuĢ ve sonuçta Türkiye‟ye sadık kalınması yönünde kararlı olan bir Ulusal Halk Hareketi ortaya çıkmıĢtır.

1469

Ekonomi Kuzey Kıbrıs‟ta 1974 yılından beri karĢılaĢılan siyasi zorlukların birçoğunun kökeni ekonomiyle ilgili problemlerde yatmaktadır. Daha önce değinildiği gibi birincil ve en temel sınırlandırma uluslararası ambargo olmuĢtur, hâlâ da o olmaya devam etmektedir. Bu ambargo, temelde ekonomik durumu hızlı bir Ģekilde iyileĢtirecek olan uluslararası turizm endüstrisinin geliĢmesine engel olmuĢtur. Daha az ciddi olmayan diğer bir engel, Avrupa Birliği‟ne tarımsal ürün ihraç etme fırsatının olmamasıdır; bazen bu engeli dolaylı olarak aĢmanın yolları bulunsa da ve daha az kazanç getiren baĢka yerlere ihracatta bulunma gerçekleĢtirilebilse de bu ciddi bir engel olmaya devam etmektedir. 1974 ve 1975 yıllarının olumsuz nitelikteki olayları, Kıbrıs Türk ekonomisinin kötü bir baĢlangıç yapmasını bir anlamda garanti etmiĢtir. Adanın güneyinden göç eden 60 bin dolayında Kıbrıslı Türk‟e konut sağlanması ve bunların kuzeyin ekonomisi içine alınması gerekiyordu. 1963 yılından 1974‟e kadar geçen dönem boyunca birçoğu dar yerleĢim alanlarında kuĢatma altına alınmıĢ bir Ģekilde yaĢayan Türklerin neredeyse tamamı endüstri ve ticaretle çok az uğraĢmıĢ, daha çok tarımsal alanlarda çalıĢmıĢtı. Bu Türklerin bir ticaret geleneklerinin de bulunmamasındandı. Osmanlı ve Ġngiliz yönetimleri zamanında temelde (eğer eğitim almıĢlarsa) kamu görevlisi, tarım iĢçileri ve zanaatkarlar olarak hayatlarını sürdürmüĢlerdi. Bunun nedeni olarak giriĢimci olma açısından yetersiz olmanın ve hükümete aĢırı derecede güvenilmesinin hakim tavır olması gösterilebilir. Kuzeyde gerçekleĢtirilen tarımla ilgili olarak aĢırı hükümet sübvansiyonlarının, „gittikçe daha az çalıĢılmasına neden olduğu, verimlilik yönündeki çabaları engelleyici etkide bulunduğu ve rekabet ve yaratıcılığın artırılmasına yönelik hiçbir katkıda bulunmadığı‟ belirtilmiĢtir.10 Bu tür dezavantajlarına rağmen Kıbrıs Türk ekonomisi 1977 ile 1990 yılları arasında ortalama yüzde 6.5‟lik bir büyüme oranı yakalamayı baĢarmıĢtır; bu oran Türkiye‟nin finansal problemlerinin etkisini gösterdiği 2000 yılına kadar aĢağı yukarı korunmuĢtur. ġu anda (2001 yılında) kiĢi baĢına milli gelir yaklaĢık 4,500 dolar civarındadır; bu miktar güneydeki milli gelirin üçte biri düzeyindedir, fakat „bazı geliĢi güzel gerçekleĢtirilen hesaplamalara göre resmi GSMH istatistiklerinin yüzde 70‟ine kadar ulaĢan‟ bir karaborsanın ya da kayıt dıĢı ekonominin olduğu bilinmektedir.11 Beklenebileceği gibi, tarımla uğraĢan insanların sayısı, nüfusun içindeki oranları 1999 yılında yüzde 18‟e düĢecek Ģekilde zaman içinde azalmıĢtır. Endüstride çalıĢanların sayısı iĢ gücünün yaklaĢık yüzde 10‟u civarında, hizmet sektöründeki çalıĢan sayısı ise yavaĢ bir Ģekilde artarak 1999 yılında yüzde 72 civarına ulaĢmıĢtır. Turizm sektörü de zaman içinde yavaĢ bir Ģekilde geliĢmeye devam etmektedir, fakat 1999 yılında ülkeye gelen 417 bin turistin 340 bini Türkiye‟den gelmiĢtir ve bu rakam, aynı yıl içinde adanın güney kesimine gelen 2.4 milyon turistle karĢılaĢtırılabilecek düzeyde bile değildir. Turizm alanında yeterince gelir elde edilememesi karĢısında üniversite eğitimi sağlama alanında çarpıcı nitelikte geliĢmeler gerçekleĢtirilmiĢtir. ġu anda ülkede beĢ tane üniversite bulunmaktadır, bunların hepsi de eğitim dili olarak Ġngilizce‟yi kullanmaktadır, temelde Türkiye‟den olsa da dıĢarıdan öğrenci çekebilmektedirler. Üniversite öğrenci sayısı, 1997-1998 eğitim öğretim yılında 17.040 iken, 2000-2001 döneminde yapılan hesaplamalara göre 25 bine ulaĢmıĢtır.12

1470

Geçen yıllar içinde büyük adımların atıldığı altyapının geliĢtirilmesi alanında finans Türkiye‟den sağlanmaktadır. Bu çabalar sonunda ulaĢım yollarında önemli oranda iyileĢtirmeler yapılmıĢ, elektrik sağlanmıĢ ve henüz yeterli miktarlarda olmasa da Türkiye‟den su taĢıma olayı gerçekleĢtirilmiĢtir. Son 20 yıldır trafiğe çıkan yeni taĢıtların sayısında oldukça dikkat çekici nitelikte bir artıĢ gözlemlenmektedir. ġu anda çok sayıda sıradan ailenin televizyon setlerine, buzdolaplarına, çamaĢır makinelerine ve buna benzer ev aletlerine sahip olduğu da görülmektedir. Son yıllarda konut inĢa sektöründe ve evlerin tamir edilmesi alanında büyük bir patlama yaĢanmaktadır. Mülklere yapılan özel yatırımların önemli bir kısmı, dıĢ ülkelerde, özellikle de Ġngiltere‟de ve Türkiye‟de yaĢayan Kıbrıslı Türkler tarafından gerçekleĢtirilmektedir; Ģu anda Ġngiltere‟de yaĢayan Kıbrıslıların sayısının 100 binden fazla olduğu söylenebilir. Bütün bunlara karĢın KKTC Hükümeti, bütçesinin beĢte birine ulaĢan Türkiye‟den gelen yardım olmaksızın bütçesini dengeleyebilecek durumda değildir. Ekonomisi üzerindeki en büyük yüklerden bir tanesi, oldukça geniĢ olan kamu sektöründe çalıĢanlara ödenen resmi maaĢlar ile emekli olmuĢ hükümet görevlilerine ödenen emekli maaĢlarıdır. Bu harcamaları kısma yönünde halkın pek onayını almayan bazı çabalar da gerçekleĢtirilmektedir. Kıbrıs Meselesi Kıbrıs meselesine bir çözüm bulma konusu Kuzey Kıbrıs tarihinde sürekli gündemde olan bir konudur. Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulduktan sonra devlet baĢkanı Rauf DenktaĢ BaĢpiskopos Makarios‟u durumu değerlendirmek üzere bir araya gelmeye çağırdı. Ġki devlet adamı Ocak 1977‟de Ģu ana noktalar üzerinde anlaĢtılar: 1. Biz bağımsız, bağlantısız, iki toplumlu bir Federal Cumhuriyet kurulması için çaba göstermekteyiz. 2. Her iki toplumun yönetimi altında bulunan topraklar, ekonomik açıdan ayakta kalabilirlik ya da verimlilik ile toprak sahipliği açısından tartıĢma konusu yapılmalıdır. 3. DolaĢım özgürlüğü, yerleĢme özgürlüğü, mülk sahibi olma hakkı ve diğer spesifik konular gibi ilkesel sorunlar, iki toplumlu federal bir sistemin temel niteliği ile Kıbrıs Türk toplumu açısından ortaya çıkabilecek belli zorlukların dikkate alınmasıyla tartıĢmaya açıktır. 4. Merkezi federal hükümetin yetkileri ve görevleri, Devletin iki toplumlu niteliğini dikkate alan ve ülkenin birliğini korumaya yönelik olma niteliği taĢıyan yetki ve görevler olacaktır. Farklı yorumları olduğu kabul edilse de bu ilkeler üzerinde ortaya çıkan anlaĢma, BirleĢmiĢ Milletleri, Kıbrıs sorununun çözümüne yardımcı olmak için iyi niyetini ve arabuluculuğunu ortaya koyma konusunda teĢvik edici nitelikte oldu. Yeni dönemin ilk günlerinde, daha fazla bir zaman geçmeden, Kıbrıslı Rumların, federasyonu, fazla yetkilere sahip olan güçlü bir merkezi hükümetin kurulmasını sağlayacak ve federal devlet organlarını yerel hükümet yetkilerinden birazcık daha fazla yetkilerle donatacak Ģekilde yorumladıkları ortaya çıktı. Bu Ģekildeki yorumun tam tersi olarak, Kıbrıslı

1471

Türkler merkezi yetkileri az olan ve geri kalan yetkilerin anayasanın oluĢturduğu diğer organlara dağıtıldığı zayıf bir federasyon istemekteydiler. Kıbrıslı Türkler, 1960 Anayasasında olduğu gibi merkezde alınacak temel nitelikteki kararların Parlamentoda yer alan her iki toplumun temsilcilerinin desteğini elde etmesi ve Rum cumhurbaĢkanı ile Türk cumhurbaĢkanı yardımcısının her ikisi tarafından onaylanması gerektiğini savunmaktaydılar. Kısaca belirtmek gerekirse, Türklerin istediği, kesin olarak 1960 Anayasasının temel bir özelliği olan taraflar arasında eĢit ortaklık kurulmasıydı. 13 1983 yılında gerçekleĢtirilen Kuzey Kıbrıs‟ın Bağımsızlık ilanı, BM Güvenlik Konseyi tarafından Ģiddetle protesto edildi, fakat bu durum, BM Genel Sekreterini bir çözüme ulaĢılmasını sağlama konusunda ortaya koyduğu çabalarını sürdürmekten alıkoymadı. 1984 yılında zamanın BM Genel Sekreteri olan Perez de Cuellar, her iki tarafla ayrı ayrı görüĢlerine baĢvurarak sorunun halledilmesiyle ilgili federal bir çözüm önerisi ortaya koydu; Kıbrıslı Türkler hiçbir noktasına itiraz etmeden bu öneriyi kabul ettiler. Dünya kamuoyunu oldukça ĢaĢırtan bir sürpriz olarak Kipriyanu, adanın güneyinde öneriye önemli oranda destek ortaya çıkmasına rağmen Yunanistan‟ın tam desteğiyle öneriyi geri çevirdi. 1986 yılında bu önerinin değiĢtirilmiĢ Ģekli de Güney tarafından bir kez daha reddedildi. Kipriyanu, adanın her yerinde dolaĢım, yerleĢim ve mülk sahibi olma özgürlüklerinin sağlanması gerektiğinde ısrar ediyordu. Kıbrıslı Rumlar, aynı zamanda 1974 yılında terkedilmiĢ olan Rumlara ait mülklerin sahiplerine geri verilmesini, Türk göçmenlerin Türkiye‟ye geri dönmesini ve BM kararlarında öngörüldüğü Ģekilde Türk askerlerinin adadan çekileceği konusunda garantiler verilmesini istiyordu. 1992 yılında BM Genel Sekreterliği görevini yürüten Boutros Gali, 1984 ile 1986 yıllarındaki önerilerde öngörüldüğü Ģekilde, güçlü bir federasyon içerisinde temel yasalara ve kararlara toplumların olur onayı vermesini içeren oldukça benzer bir öneri ortaya koydu, bu öneriler Fikirler Dizisi olarak isimlendirilmiĢti. Kıbrıslı Türkler önerileri kabul etmeleri konusunda BM Güvenlik Konseyinin güçlü baskısına maruz kaldılar. Onlar 100 öneriden 91‟ini kabul ettiler, fakat çözümlenebilecek bazı anayasal konulara ek olarak, önerilen federasyonda eĢit ortak olabilecek Ģekilde kendilerinin egemenliğinin tanınmasını istediler. Aynı zamanda 1974 yılında mülteci durumuna düĢen Kıbrıslı Rumların kendi topraklarına dönmelerinin, çok sayıda Kıbrıslı Türk‟ü mülteci durumuna düĢürmeden gerçekleĢtirilemeyeceğini ortaya koymaya çalıĢtılar. Bundan baĢka Kıbrıslı Türkler, gerçek anlamda tek verimli bölgeleri olan Morfu/Güzelyurt bölgesini ellerinden alan bir haritayı da reddettiler. Kıbrıslı Rumlar ciddi anlamda baskıya maruz bırakılmadılar, eğer baskıya tabi tutulsalardı bir anlaĢma yapılabilmesi için temel olarak gördükleri ve üzerinde görüĢme yapılabileceğini kabul ettikleri, önerilen noktaların birçoğunu kesinlikle kabul etmeyeceklerdi. Zaten o dönemde sorunu kendi lehlerine çözmek için Avrupa Birliği çerçevesinde çaba göstermeye karar vermiĢ bulunuyorlardı, bu amaçla 1990 yılında Avrupa Birliği üyeliği için baĢvurmuĢlardı. 1992 yılından beri Kıbrıslı Türkler açısından uluslararası alanda tanınma hakkı elde etme meselesi en ön planda yer alan konu hüviyetini taĢımaktadır. Kıbrıslı Türkler, bu yaklaĢıma uygun

1472

düĢecek Ģekilde Ağustos 1998‟de Türkiye‟nin de desteğiyle konfederasyon önerisini ortaya atmıĢlardır. Bu öneri, Kıbrıslı Rumlar tarafından protesto edildi ve BM Güvenlik Konseyi tarafından da reddedildi. Daha önce 1997 yılında gerçekleĢtirilen BM gözetimindeki dolaylı görüĢmeler egemenlik konusundaki anlaĢmazlıktan dolayı baĢarısızlıkla sonuçlanmıĢtı. 1999 ve 2000 yıllarında BM gözetimindeki dolaylı görüĢmeler yeniden canlandırıldığında BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıslı Türklerin oldukça önemli oranda etkili olmalarının öngörüldüğü, fakat kendilerine eĢit katılım imkanının tanınmadığı federal bir yapı oluĢturulmasıyla ilgili çok önemli öneriler ortaya koydu. Bu Ģekilde çok köklü öneriler ortaya atmakla BM Genel Sekreteri gerçekten çok ileri gitmiĢti. KKTC hükümeti görüĢmelere devam etmeme kararı aldı, fakat CumhurbaĢkanı DenktaĢ daha sonra Ağustos 2001 tarihinde Genel Sekreter ile Salzburg‟ta bir araya gelmeyi kabul etti. Ancak Kıbrıs sorunu sadece BM Güvenlik Konseyinin dikkatini çeken ve sadece onu uğraĢtıran bir mesele değildi. Avrupa Birliğini de ilgilendiren bir mesele haline gelmeye baĢlamıĢtı. Daha önce değinildiği gibi, Kıbrıs Cumhuriyetinin hükümeti olma iddiasında bulunan Kıbrıs Rum hükümeti, temelde Kıbrıs konusunda kendi davasını güçlendirebilmek amacıyla AB üyeliği için baĢvuruda bulunmuĢtu. Eğer Kıbrıs Avrupa Birliğine kabul edilirse Türk askerlerinin AB‟ye ait bir toprağı iĢgal ettiği öne sürülebilirdi. Mart 1995‟te Yunanistan, Kıbrıs‟ın üyeliğe kabul görüĢmelerinin baĢlaması için bir tarih verilmemesi durumunda AB ile Türkiye arasında kurulması öngörülen Gümrük Birliğini veto edeceği tehdidinde bulununca Kıbrıslı Rumların üyelik baĢvurusu büyük bir ivme kazandı. Bu baĢvurunun 1994 gibi erken bir tarihte öngörüldüğü Ģekilde kabul edilmesi durumunda artık Kıbrıs‟ın tümü Avrupa Birliği‟nin bir parçası olarak görülebilirdi. Kıbrıslı Rumlar, olayların bu Ģekilde geliĢmesinin Türkiye açısından ortaya çıkaracağı gerçek nitelikteki zorlukların ve küçük düĢüĢün, Ankara‟yı Rumlar açısından avantajlı olacak bir çözüm Ģeklini kabul etmesi konusunda LefkoĢe üzerinde baskı uygulamak zorunda bırakmasını açık bir Ģekilde ümit etmektedirler. Türkiye‟nin AB üyeliği için bir aday olarak kabul edilmesiyle birlikte Türkiye‟nin, ekonomisinin kötü Ģekilde yönetilmesinden dolayı zorluklarla karĢılaĢması ve bunun sonucunda Uluslararası Para Fonuna (IMF‟ye) dayanmak zorunda kalması, Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin boyun eğmek zorunda kalacakları yönündeki inancını kuvvetlendirmektedir. Sonuç Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, zorluklar karĢısında boyun eğmez lideri Rauf DenktaĢ‟ın yönetiminde, çeyrek asırdan daha fazla zamandan beri çok kötü Ģartlarda varlığını devam ettirebilmek için mücadele etmektedir. Kıbrıslı Türkler, birçok devletin benzer zorluklar karĢısında totaliter rejimi tercih edeceği Ģartlarla karĢılaĢmalarına rağmen liberal ve demokratik sistemlerini devam ettirmektedirler. Ekonomik fırsatların yetersizliğinden dolayı yaygın bir tatminsizlik bulunmasına ve birçok Kıbrıslı Türk kısmetini ülke dıĢında aramasına rağmen halkın büyük kısmı özgür ve açıktan yapılan seçimlerde milliyetçi partilere destek vermektedir. Hukuki ve ahlaki açıdan haklı hale getirilmesi çok zor olan uluslararası ambargodan dolayı baskı altında kalsa da ülke ekonomisi yavaĢ

1473

bir Ģekilde geliĢmektedir. KKTC, aynı zamanda Kıbrıslı Türkleri, 1963 ile 1974 yılları arasında tabi tutuldukları muameleleri hatırlatarak, ortaya çıkarılacak bir çözümün getireceği ekonomik faydaların hiç güven duymadıkları bir halk tarafından azınlık muamelesine tabi tutulmanın getireceği dezavantajlardan çok daha fazla olacağı konusunda ikna etmeye çalıĢan, uluslararası toplum tarafından düzenlenen çok kararlı bir kampanyayla da mücadele etmek durumundadır. Daha yakın tarihte Rumların ve Kıbrıslı Türklerin birlikte üye oldukları bazı hükümetler dıĢı örgütler, Kıbrıslı Türkler ile Rumların uyum ve dostluk içinde bir arada yaĢamalarını engelleyenlerin sadece siyasi liderler olduğunu vurgulamaya eğilimli görünmektedirler. bu tür toplantılarda temel siyasi problem, daha sonra bir Ģekilde hiç ortaya çıkmayacakmıĢ gibi hareket edilerek hiçbir zaman ele alınmamaktadır. 1974 yılından beri Kuzey Kıbrıslılar Türkiye‟ye çok yakın olmak mecburiyetinde kalmaktadırlar. Ekonomik gerekliliklerden ve ileri derecede silahlanmıĢ Güneye karĢı kendilerini savunma ihtiyacı içinde olmalarından dolayı bundan sonra da Türkiye‟ye yakın olmaya devam etmek zorunda kalacaklardır. Ancak KKTC açık bir Ģekilde Türkiye‟nin yönetimi altında olan bir ülke değildir. Son zamanlarda Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin aldığı bir karar, Türk askerleri tarafından „iĢgal edilmiĢ‟ olduğu gerekçesiyle (gerçeklerle ilgili bilgileri ortaya koymaksızın) KKTC‟nin Türkiye‟nin yönetiminde olan bir ülke olduğunu varsaymıĢtır.14 oğu Kıbrıslı Türk ateĢli bir Ģekilde bağımsız olmak istemektedir. Onların tarihi, uluslararası politikayla ilgili nedenlerden dolayı Kıbrıslı Türkleri temel siyasi haklarından mahrum etmek için çaba gösteren ve onların içinde bulundukları kötü durumu göz ardı etmeyi politik bir konu haline getiren bir dünyada, küçük bir demokratik devletin, barıĢçıl ve demokratik bir hayat sürmekten baĢka bir Ģey yapmayarak mücadele etmesinin parlak bir örneğini oluĢturmaktadır.

1 Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumların saldırısına uğradıkları 1963 yılında bağımsız küçük bölgelerde toplandıktan sonra ilk önce bir Genel Komite yoluyla kendi kendilerini yönettiler; Kıbrıslı Rumlar, bundan sonra 1960 Anayasasına aykırı bir Ģekilde tamamen azınlık statüsünü kabul etmedikleri müddetçe Türkleri tekrar hükümete kabul etmeye yanaĢmayacaklardı. Aralık 1967‟de Genel Komitenin yerine Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi oluĢturuldu. Daha sonra „geçici‟ kelimesi de kaldırıldı; 1971 yılında „özerk‟ kelimesi baĢa eklendi. 2 Kararın arka planında gerçekleĢtirilen manevraların tahlil edici bir anlatımı için bkz. Michael Moran (der. ), Rauf Denktash at the United Nations (Huntingdon, Eothen, 1997), özellikle de GiriĢ kısmı, ss. 1-33. 3 ġu anda 1970 yılına kadarki dönem için açılmıĢ olan Ġngiliz resmi dokümanlarında ortaya konduğu gibi. 4 Genel Kurulun 37/253 sayılı ve 13 Mayıs 1983 tarihli kararının 2. Paragrafı.

1474

5 Güneyden gelen Kıbrıslı Türk göçmenler geri dönmek istememektedir. 150 bin (tartıĢmalı bir rakam) civarında olduğu söylenen Kıbrıslı Rum göçmenler ise Kuzeydeki evlerine dönme haklarına her zaman sahip çıkmıĢlardır. 6 Aralık 1981‟de iki sol görüĢlü parti neredeyse koalisyon kurmayı becereceklerdi. Fakat iddia edildiğine göre Ankara‟nın teĢvik etmesiyle, sahip olduğu iki sandalye çok hayati önem taĢıyan küçük bir parti olan Demokratik Halk Partisi desteğini geri çekti. Bkz. „From Federated State to Republic, 1975-1984‟ içinde C. H. Dodd (der. ), The Political, Social and Economic Development of Northern Cyprus (Huntingdon: Eothen, 1993), ss. 121-2. Bu olayların içinde yer alan seçkin bir kiĢi olan Fuat Veziroğlu‟nun olayları anlatımı Ģu eserde yer almaktadır: Dizleri Titreyenler ( [LefkoĢa], 1985). 7 R. R. Denktash, The Cyprus Triangle, ikinci baskı (Londra: Rustem, 1988), s. 116. 8 ekimser ve geçersiz oyların dikkate alınması durumunda seçmenlerin sadece yüzde 54‟ünün (tam rakam vermek gerekirse yüzde 54. 9‟unun) yeni anayasayı kabul yönünde oy kullandığına iĢaret edilmiĢtir. (Robert McDonald, The Problem of Cyprus (Londra: Adelphi paper No 234, 1988/89), s. 43). Bu temele dayanılırsa bu durumda seçmenlerin sadece yüzde 22. 8‟inin aleyhte oy kullandığı da ortaya konabilir. 9 Bu konuyla ilgili Ģu araĢtırmaya bkz. Jonathan Warner, „Importing Voters. Does it Work? ‟, New Cyprus, Eylül/Ekim, 1990), 34-5. Seçim sistemi ve 1990 yılındaki de dahil olmak üzere o zamana kadar yapılan seçimler için yazarın Ģu eserine bkz. „Political Choice: Elections‟ içinde Dodd (der. ), The Political, Social and Economic Development of Northern Cyprus, ss. 193-217. 10

Mustafa Ergün Olgun, „Sectoral Analysis‟ içinde Dodd (der. ), The Political, Social and

Economic Development of Northern Cyprus, s. 305. 11

Mehmet Tahiroğlu, „Cyprus-EU Negotiations: Implications and Consequencies for the

Economy of Northern Cyprus‟, içinde Susanne Baier-Allen (der. ), Looking into the Future of Cyprus-EU Relations (Baden-Baden: Verlegsgesellschaft, 1999), s. 116. 12

Ibid., s. 122.

13

1960 Anayasasının niteliğinin kısa bir anlatımı için bkz. Clement Dodd, Storm Clouds

over Cyprus: A Briefing (Huntingdon: Eothen, 2001), ss. 11-12. 14

Case of Cyprus v. Turkey, Judgment, 10 Mayıs 2001.

1475

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti / Ġsmail Bozkurt [s.913-921] Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi BaĢkanı / Türkiye I. GiriĢ Kuzey Kıbrıs TürkCumhuriyeti‟ni Ortaya ÇıkaranOlay ve Etkenler Büyük Yunanistan hayalinin ortaya çıktığı 18. yüzyıl sonlarında baĢlayan tarihsel süreçte, Kıbrıs sorunu hep varolmuĢtur. Özünde Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakı (ENOSĠS) vardır. 1959‟da imzalanan Zürih ve Londra AnlaĢmaları ile sorun, kısa bir süre için çözüme ulaĢır gibi oldu. Bu anlaĢmalar ve bunlara uygun olarak hazırlanan Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs‟ta yeni bir Türk-Yunan dengesi yarattı. 1960‟da Kıbrıs Cumhuriyeti, egemen iki halkın eĢit ortaklığı temelinde bir devlet olarak ortaya çıktı. Türkiye, Yunanistan ve Büyük Britanya, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin, daha doğrusu kurulan dengelerin garantörü oldular. Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin, Türkiye ile Yunanistan‟ın birlikte üye olmadığı uluslararası kuruluĢlara üye olması yasaklandı. Kurulan Türk ve Rum ulusal yönetimleri (Anayasa‟da Cemaat Meclisleri olarak geçiyor); din, eğitim, öğretim, kültür, sosyal hizmetler, hayır kurumları, kiĢi hukuku bakımından yetkili ve egemen sayıldılar. Hatta, bu ulusal yönetimler Anayasa ile verilen, Türk ya da Yunan Hükümeti‟nden “eğitim, kültür, spor ve hayır müesseseleri için malî yardım alma hakkı” ile aracısız olarak uluslararası iliĢkilere girebiliyor; böylece dıĢ egemenlikte de sınırlı da olsa yetkilere sahip oluyorlardı. Ulusal yönetimlerin ayrı parlamentoları, ayrı yürütme organları, ayrı yargı organları vardı. Vergi toplayabiliyorlardı. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, fonksiyonel federatif özellikler yanında konfederal özellikler de taĢıyordu. Bilindiği gibi konfederal yapılarda eĢit birimler ve bu birimlerin iĢbirliği içinde uzlaĢarak ortak karar alma zorunluluğu var. Yani çoğunluğun karar alması söz konusu değildir. Anayasa‟da Rum CumhurbaĢkanı ile Türk CumhurbaĢkanı Yardımcısı‟na tanınan kesin Veto hakkı ve parlamentoda Türk ve Rum milletvekillerinin bazı konularda ayrı oylama hakkının anlamı, iki toplumun ve temsilcilerinin bazı temel konularda konsensus sağlama (uzlaĢma) zorunluluğudur. Bunlar, Kıbrıs Cumhuriyeti‟ne konfederal nitelikler kazandıran kurallardır. Kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin CumhurbaĢkanı olan Makarios, daha anlaĢmalar imzalanır imzalanmaz, Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni ENOSĠS için “sıçrama tahtası” olarak gördüğünü açıklamıĢtı. Nitekim Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur kurulmaz, Kıbrıslı Türkler‟in eĢitliğini sağlayan tüm kural ve düzenekleri bertaraf etmeyi hedefledi. Siyasal yönden baĢarılı olamayınca da ünlü Akritas Plânı ile 21 Aralık 1963‟te silâhlı harekât baĢlatarak Türkler‟i Cumhuriyet‟ten attı. Silâhlı saldırılar sonucunda yüzlerce Kıbrıslı Türk öldürüldü ya da kayboldu. 100‟den çok Türk köyü boĢaltıldı. Dünya siyasal literatürüne 1990‟larda giren “etnik temizlik” kavramı, daha o zaman Kıbrıslı Türkler‟e karĢı uygulandı. Doğal olarak, Kıbrıslı Türkler‟in ekonomik hayatı ağır darbe yedi. Türkler dört yanı Rum silâhlı adamları ile sarılı enklavlarda yaĢamağa mahkûm edildiler.

1476

Uluslararası anlaĢmalara dayalı iki toplumlu foksiyonel federatif/konfederatif Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılıverdi. Kıbrıslı Rumlar, tek yanlı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni iĢgâl ettiler. Kıbrıslı Türkler dıĢlanınca, Kıbrıs Cumhuriyeti bir Rum Cumhuriyeti‟ne dönüĢtü. Bu durum karĢısında Kıbrıslı Türkler, devlet örgütünden yoksun kalamazdı. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası çerçevesindeki Ulusal Yönetimleri‟ni geliĢtirerek ve geniĢleterek Kıbrıslı Rumlar‟dan bağımsız bir devlet aygıtı haline getirdiler. Bu durum 1974‟e kadar saldırılar, ambargolar, baskılar, tehditler altında sürdü. 1974‟te, Yunanistan‟da egemen bulunan Albaylar Cuntası‟nın, ENOSĠS‟i ilân etmek amacı ile gerçekleĢtirdiği darbe sonucunda Makarios memleketten kovuldu. 1959 Zürih ve Londra AnlaĢmaları‟nın verdiği garantörlük hakkına sahip olan Türkiye, Kıbrıs‟a askerî müdahalede bulundu. Kıbrıs ikiye bölündü. Adı konmadan 1963‟ten beri ayrı devlet örgütüne sahip olan Kıbrıslı Türkler, 1975‟te coğrafî zemine de dayanan Kıbrıs Türk Federe Devleti‟ni kurdular. Bununla, Rum Yönetimi‟nin de Rum Federe Devleti‟ne dönüĢeceğini ve iki eĢit federe kanat arasında Federal Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin kurulacağını ümit ettiler. BM denetiminde yıllarca süren görüĢmelere karĢın Federal Kıbrıs Cumhuriyeti kurulamadı. Üstelik uluslararası camia, haksız bir biçimde, uluslararası anlaĢmalara aykırı olarak Rum Yönetimi‟ni, tek baĢına Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin varisi olarak tanımayı sürdürdü. Kıbrıslı Türkler‟in yapacak baĢka Ģeyleri yoktu. 1964‟ten beri adı konmadan var olan bağımsız devletlerini, 15 Kasım 1983‟te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adı ile ilân ettiler. Türkiye bu devleti tanıdı ve onunla siyasal iliĢki kurdu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 200 bini az aĢan nüfusu ve 3400km2lik toprağı ile, bağımsız ve egemen bir devlet için aranan tüm nitelik ve koĢullara sahiptir. KKTC‟yi resmen tanıyan ve onunla karĢılıklı olarak Büyükelçilik kuran tek devlet Türkiye‟dir; ancak pekçok devlet, adını koymadan KKTC‟yi de facto olarak tanımaktadırlar. Nitekim KKTC, değiĢik ülkelerde, çeĢitli adlar altında birçok diplomatik temsilcilik açmıĢ bulunmaktadır. II. Devlet Örgütü 1. Anayasal Düzen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟nin devlet örgütünü düzenleyen Anayasa, KKTC Kurucu Meclisi tarafından kabul edildikten sonra, 5 Mayıs 1985 tarihinde halkoylamasına sunulmuĢ ve kullanılan geçerli oyların %70‟i ile onaylanarak yürürlüğe girmiĢtir. Anayasa‟ya göre KKTC, demokrasi, sosyal adalet ve hukukun ilkelerine dayanan lâik bir cumhuriyet; siyasal rejimi, demokrasi, genel ve eĢit oy ilkesine dayanan, yurttaĢlar arasında hiçbir ayırım gözetmeyen, egemenliğin kayıtsız Ģartsız halkta olduğu parlamenter bir rejimdir. Anayasa‟nın kurduğu bu parlamenter rejim, katı bir kuvvetler ayrılığı yerine, yumuĢak ayrılığı öngörmektedir. 2. Yasama Erki

1477

KKTC Devleti‟nin yasama erki; genel oyla seçilen 50 milletvekilinden oluĢan Cumhuriyet Meclisi tarafından kullanılır. KKTC Anayasası‟nda (Madde: 78) Cumhuriyet Meclisi‟nin görevleri Ģöyle sayılmaktadır: a) Yasa koymak, değiĢtirmek ve kaldırmak; b) Bakanlar Kurulu ve bakanları denetlemek; c) Bütçe ve kesin hesap yasa tasarılarını görüĢmek ve kabul etmek; ç) Para basılmasına ve savaĢ ilânına karar vermek; d) Uluslararası andlaĢmaların onaylanmasını uygun bulmak; e) Kalkınma plânlarını onaylamak; f) Genel ve özel af ilânına, mahkemelerce verilip kesinleĢen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar vermek; g) Anayasa‟nın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek. 3. Yürütme Erki KKTC Anayasası yürütme yetki ve görevini CumhurbaĢkanı ile Bakanlar Kurulu‟na vermiĢtir. (Madde 99-112) A. CumhurbaĢkanı 5 yıl için genel oyla, doğrudan halk tarafından seçilir. Devletin baĢı sıfatı ile “Devletin ve toplumun birliğini ve bütünlüğünü temsil eder.” “Cumhuriyet Anayasası‟na saygıyı, kamu işlerinin kesintisiz ve düzenle yürütülmesini ve devletin devamlılığını sağlar.” “Cumhuriyet Meclisi adına Silâhlı Kuvvetlerin Başkomutanlığı‟nı temsil eder.” (Madde: 102) CumhurbaĢkanı sorumsuzdur. Ġmzası olan kararnamelerde, imzası bulunan baĢbakan ile ilgili bakanlar sorumludur. Anayasal kurallar, sorumsuz CumhurbaĢkanı ve parlamenter rejim öngörülürken, uygulamada KKTC yarı-baĢkanlık görüntüsü vermektedir. Bunun nedeni; CumhurbaĢkanı‟nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ve tarihsel süreç içinden gelen Sayın Rauf R. DenktaĢ gibi karizmatik bir liderin, kurulduğu günden beri KKTC‟nin CumhurbaĢkanı olmasıdır. CumhurbaĢkanı, gerekli gördüğü durumlarda Bakanlar Kurulu‟na baĢkanlık eder. Milletvekilleri arasından BaĢbakanı, BaĢbakan‟ın önerisi üzerine bakanların görevine son verir. Yasaları, Resmî Gazete‟de yayımlama ya da yeniden görüĢülmesi istemi ile Meclis‟e geri gönderme yetkisi yanında Anayasa Mahkemesi‟ne gönderme hakkı da vardır. Ülkenin ani bir silâhlı saldırıya uğraması ve Cumhuriyet Meclisi‟nin toplanamaması, ancak silâhlı kuvvetlerin derhal kullanılmasının kaçınılmazlığı durumlarda, ilk fırsatta Meclis‟e bilgi vermek koĢulu ile CumhurbaĢkanı yetkilidir.

1478

CumhurbaĢkanı, 60 günlük sürede Bakanlar Kurulu oluĢturulmaması ya da bir yıllık süre içinde Bakanlar Kurulu‟nun güvenoyu alamaması veya üç kez düĢürülmüĢ olması hallerinde, Cumhuriyet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar verebilir. B. Bakanlar Kurulu BaĢbakan ve bakanlardan oluĢur. Bakan sayısı 10‟u geçmez. BaĢbakanı CumhurbaĢkanı, bakanları baĢbakanın önerisine göre yine CumhurbaĢkanı atar; ancak kurulun görevde kalması için parlamentonun güvenoyu vermesi gerekir. Parlamento, güvensizlik oyu ile Bakanlar Kurulu‟nu düĢürebilir. Bakanlar Kurulu‟nun programından ve uygulanmasından ya da önemli bir politika giriĢiminden parlamentoya karĢı BaĢbakan sorumludur. Kurul‟un baĢkanı BaĢbakan‟dır; ancak CumhurbaĢkanı da oy hakkı olmaksızın Kurul‟a baĢkanlık edebilir. Bakanlar Kurulu yasaları uygular. Ekonomik konularda, ivedilik varsa, yasa gücünde kararname çıkarabilir ve derhal parlamentonun onayına sunar. 4. Yargı KKTC Anayasası‟na göre yargı erki mahkemelere bırakılmıĢ; mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçların güvencesi Anayasa ile düzenlenmiĢtir. Yargı‟nın tepesinde, bir baĢkan ve yedi üyeden oluĢan Yüksek Mahkeme vardır. Yüksek Mahkeme; Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan, Yargıtay ve Yüksek Ġdare Mahkemesi olarak görev yapar ve yetki kullanır; ancak öngörülen görev ve yetkiler için organik bir ayırım değil, yargıçların fonksiyonel olarak görevlendirilmesi esas alınmıĢtır. BaĢka bir anlatımla, her yılın baĢında Yüksek Mahkeme yargıçlarının, hangi (yüksek) mahkemede görev yapacağı yeniden saptanır. Anayasa Mahkemesi, yasaların anayasal denetimini yapar. Yargıtay, son ve en yüksek yargı mercidir. Yüksek Ġdare Mahkemesi, idarî/yönetsel davalara bakar. Yüce Divan, CumhurbaĢkanı ve bakanları yargılar. Yargıçların atanması ve özlük iĢlerinin düzenlenmesi, Yüksek Mahkeme‟nin baĢkan ve üyelerinin sayısal çoğunluğu oluĢturduğu Yüksek Adliye Kurulu‟na bırakılmıĢtır. Askerî Yargı, askerî mahkemeler ve disiplin kurullarınca yürütülür. Bu mahkeme ve kurulların son inceleme yeri ise Askeri Yargıtay‟dır. Anayasa ayrıca bir Hukuk Dairesi de öngörmektedir. Bu dairenin baĢkanı BaĢsavcı‟dır. Bağımsız olarak çalıĢır. Savcılarla ilgili tüm konularda bağımsız çalıĢan Yüksek Savcılar Kurulu yetkilidir.

1479

5.Bağımsız Devlet Kurumları A. SayıĢtay Devlet‟in malî denetim organıdır. Bağımsız çalıĢır. B. Yüksek Yönetim Denetçisi (Ombudsman) Yönetsel-yürütsel iĢlemleri denetleme ve soruĢturma yetkisi olan bir makamdır. C. Kamu Hizmeti Komisyonu Kamu görevlilerinin tüm özlük iĢlerinde yetkili ve görevli olan bir organdır. 6. Siyasal Partiler Anayasa‟ya göre siyasal partiler, “önceden izin almaksızın kurulan” ve “serbestçe faaliyette bulunan”, “ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez ögeleridir.” (Madde 70) Kıbrıslı Türkler‟de partileĢme ya da baĢka bir anlatımla siyasal alanda örgütlenme, Ada‟nın Ġngiliz Yönetimi‟ne geçtiği 1878‟den hemen sonra baĢladı. Siyasal nitelikli ilk örgütlenme 1886 yılında “Kıraathane-i Osmani” adı ile ortaya çıktı. 2000 yılı sonuna kadar etkinlik göstermiĢ 44 siyasal örgütlenme saptanmıĢtır. Bu 44 örgütten varlığını sürdürenlerin sayısı (2001 yılı sonu itibarı ile) on, KKTC parlamentosunda temsil edenlerin sayısı beĢtir. Bunlardan birinin (MAP-Milliyetçi Adalet Partisi) parlamentoda tek üyesi vardır ve bu üye seçimle değil, baĢka bir partiden (DP-Demokrat Parti) MAP‟a geçmiĢtir. MAP dıĢında, parlamentoda temsil edilen partilerin son iki genel seçimdeki oy oranları ve çıkardıkları milletvekili sayısı Ģöyledir: 1993 Genel Seçimleri1998 Genel Seçimleri ______________________________________________ ______________________________________________ Partiler

Oy Milletvekili Oy Milletvekili Oranı %

Sayısı Oranı Sayısı %

Ulusal Birlik Partisi (UBP)

29.8

17

40.33

24 (23)

Demokrat Parti (DP) 29.2

15

22.61 13 (12)

Cumhuriyetçi

1480

Türk Partisi (CTP) 24.2

13

13.35

6 (6)

Toplumcu KurtuluĢ Partisi (TKP)

13.3

5 15.36 7 (6)

Not: 1998 Genel Seçimleri sütununda parantez içindeki sayılar, transferler ve ölüm sonucu 2001 yılı sonundaki durumu gösterir. Parlamentodaki siyasal partilerin, siyasal partiler yelpazesindeki yeri Ģöyledir: Sol PartilerSağ Partiler CTP

TKP

DP

UBP

SosyalistSosyal Demokrat/ Demokratik Sol

Liberal

MAP Sağ Kanat

Milliyetçi

Sağ

Bu partilerin amblemleri Ģöyledir: UBP

: GüneĢ

DP

: Ġki zeytin dalı ortasında meĢale

TKP

: Ak güvercin

CTP

: BaĢak

MAP

: Üç hilâl

Son olarak sağ ve sol oyların toplam oy oranını vermek istiyoruz: Sağ Oylar

Sol Oylar

1976

%53.7

44.8

1981

%56.1

43.6

1985

%59

41

1990

%54.7

45.3

1993

%59.04

38.63

1998

%67.51

31.22

Görüldüğü gibi, 1990 seçimleri dıĢında, sağ oylar sürekli yükselmiĢ, sol oylar düĢmüĢtür; ancak 1990‟daki sol oylarda, seçim ittifakı içinde yer alan sağ parti YDP (Yeni DoğuĢ Partisi)‟nin oyları da vardır. III. Ekonomik Yapı KKTC 3400 km2‟lik toprağı ve 206,562 nüfusu ile küçük bir ada ülkesidir. Ekonomisi, küçük ada ekonomilerinin özelliklerini taĢır. Ayrıca ekonomik ambargo ve 1994 tarihli Avrupa Mahkemesi kararı

1481

gibi olumsuzluklarla yüzyüzedir. Avrupa Mahkemesi‟nin 1994‟te verdiği bir karara göre, KKTC ürünlerinin ticaret yolu ile AB ülkelerine dıĢsatımına kısıntılar getirmiĢtir. 2000 ve 2001 yıllarında birçok malî kuruluĢun batması ve 2001 ġubatı‟nda patlak veren bunalım sonucunda, resmî para birimi olarak Türk Lirası‟nı kullanan KKTC ekonomisi olumsuz yönde etkilenmiĢtir. Ancak bu çalıĢmada; daha çok kesinleĢmemiĢ olan 1999, daha az olarak da 2000 istatistikleri kullanıldığı için bunalımın ekonomiye yansıması görülmemektedir. Bu çerçevede KKTC ekonomisini aĢağıdaki baĢlıklar altında inceleyebiliriz: 1. Üretim 1999 yılı GSMH miktarı 963.9 milyon USD; kiĢi baĢına dolar bazında GSMH 4666 USD, reel büyüme hızı ise %7.4‟tür. 1997 fiatlarına göre yıllar itibarı ile GSMH‟nın sektörlerarası oransal dağılımı Ģöyledir: 19961997 Tarım12.4

1998 1999 2000 8.6

8.6

10.2

8.7

Sanayi26.6 27.3

26.8

25.7

26.1

64.6

64.1

65.2

Hizmetler (Kamu)61.0 64.1

(23.00) Kaynak: KKTC BaĢbakanlık DPÖ 1997, 1998, 1999, 2000, 2001 Yılları Programları Ayni yıllar itibarı ile reel büyüme hızı Ģöyledir: 1996

%2.9

1997

%4.1

1998

%6.0

1999

%7.4

2000 yılı için büyüme hızı %5.3 olarak belirlenmiĢti; ancak bunun %1.2 olarak gerçekleĢeceği tahmin edilmektedir. 2001 yılının ise yalnız büyüme hızı bakımından değil, tüm göstergeler bakımından eksiye geçtiği (rakamlar kesinleĢmeden) belli olmuĢtur. 2. Yatırımlar Kamu ve özel kesim itibarı ile, 1997 fiatlarına ve orantısal olarak yatırımlar Ģöyledir: 2000 (KesinleĢmemiĢ

1482

1999

Rakam)

____________________________________________ ____________________________________________ %DeğiĢim

Kesimler Milyon TL %PayMilyon TL%Pay Kamu652.6 40.7

392.1

31.9 -39.9

Özel951.5 59.3

836.2

68.1 -12.1

Toplam

1604.1 100.0 1228.3 100.0

-23.4

Kaynak: BaĢbakanlık DPÖ 2000 ve 2001 Yılları GeçiĢ Programları 3. İstihdam Ġstihdamın oransal dağılımı Ģöyledir: 1997 1998 1999

2000

(KesinleĢmemiĢ Rakam) Tarım20.5 18.6

17.9

17.1

Sanayi

10.4

10.0

9.8

9.7

Hizmetler 69.1

71.4

72.3

73.2

(Kamu)

(20.4) (20.5)

(20.3) (20.3)

Kaynak: BaĢbakanlık DPÖ 1998, 1999, 2000, 2001 GeçiĢ Yılı Programı 4. Dış Ticaret DıĢ ticaret (milyon USD olarak) Ģöyledir: 1997 1998 1999

2000

(KesinleĢmemiĢ Rakam) DıĢalım374.2390.1412.7

418.5

DıĢsatım

52.4

57.7 53.4

55.8

Ticaret Açığı316.5 336.7

360.3 362.7

Ticaret Haddi (%) 15.4

13.7

12.7

13.3

DıĢsatım/GSMH

7.6

6.1

5.4

5.1

DıĢalım/GSMH49.444.4

42.8

38.1

Kaynak: BaĢbakanlık DPÖ Ġstatistik Yıllıkları KiĢi baĢına dıĢ ticaret hacmi yaklaĢık 2300 USD‟dir.

1483

Ticaret hacminde 1999 yılında Türkiye‟nin payı %61.8, üçüncü ülkelerin payı, 38.2‟dir. 2000 yılında ise, Türkiye‟nin payı 60.9, üçüncü ülkelerin 39.1‟dir. 5. Maliye 1999 yılı gelirler toplamının, 1977 fiatları ile GSMH içindeki yeri %53.0 iken, giderlerde carî giderlerin GSMH içindeki payı %27.6, yatırımların %7.7, transferlerin %17.7‟dir. 6. Diğer Göstergeler Son olarak bazı ek göstergeler sunarak KKTC‟nin ekonomik yapısının daha iyi anlaĢılmasını sağlamak istiyoruz: 1999 istatistiklerine göre: KiĢi baĢına GSMH

4666 USD

Net elektrik tüketimi 2593 Milyon KW/S KiĢi baĢına elektrik tüketimi 2593 KW/H KiĢi baĢına akaryakıt tüketimi

705 lt.

Bin kiĢiye düĢen araba

384

Bin kiĢiye düĢen telefon

411

Bin kiĢiye düĢen cep telefonu

431

Ġstihdam

87.515

ĠĢsiz sayısı (resmi)

957

ĠĢsizlik oranı (resmi)

1.08

IV. Sosyal Yapı 1. Nüfus KKTC‟nin nüfusu 1999 itibarı ile 206,562 olarak saptanmıĢtır. Nüfus yapısı ile ilgili bazı temel göstergeler aĢağıdaki gibidir: Yıllık nüfus artıĢı

%1.1

Nüfus yoğunluğu

%61.6

Kaba doğum oranı

(binde) 15.0

Kaba ölüm oranı

(binde) 8.0

Doğal artıĢ oranı

%0.7

Bebek ölüm oranı Toplam doğurganlık oranı

(binde) 10.0 %1.8

1484

Okuma-yazma oranı

%100

YaĢam süresi (1990-95 istatistiklere göre) Erkek/Kadın

72.1/76.9

Nüfusun okullaĢma oranı Ģöyledir: (%olarak) 1992 1996 1997 1998 1999 Okul öncesi 97

100

100

100 100

Ġlkokul

100

100

100

100 100

Ortaokul

100

90

95

99

100

Genel ve Teknik Lise

94

80

71

71

Yüksek Öğrenim 35

70

50

52

56

74

Kaynak: BaĢbakanlık DPÖ Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1999) 2. Sağlık KKTC‟deki sağlıkla ilgili topluca bilgiler Ģöyledir: 1989 1994 1996 1999 Sağlık Giderleri/GSMH %1.8 2.8

2.8

2.9

Sağlık Giderleri/Bütçe %6.2

7.5

6.2

Doktor BaĢına KiĢi Sayısı699 722 567

607

DiĢ Hekimi BaĢına KiĢi Sayısı 1539 1739

1455 1806

HemĢire BaĢına KiĢi Sayısı

498 435

426

Yatak BaĢına KiĢi Sayısı165 156 145

164

HemĢire BaĢına KiĢi Sayısı

2

2

2

61

64

69

7.2

3

10,000 KiĢiye DüĢen Yatak Sayısı

446

61

Kaynak: BaĢbakanlık DPÖ Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 1999. 3. Çalışma KKTC‟de çalıĢan nüfusun (1999 itatistiklerine göre) %17.8‟i tarım, %9.8‟i sanayi, %10.9‟u inĢaat, %6.9‟u ticaret-turizm, %8.8‟i ulaĢtırma-haberleĢme, %3.5‟i malî kuruluĢlarda, %14.9‟u serbest meslek ve hizmetlerde, %20.2‟si kamu sektöründe çalıĢmaktadır. V. Fikir / ĠletiĢim Hayatı 1. Genel Olarak

1485

19. yüzyılın ortalarında Kıbrıs‟ı ziyaret eden Avusturya ArĢidükü Ferdinand Ģöyle bir ifade kullanmıĢtır: “Osmanlı topraklarında Türkçe‟nin en güzel konuşulduğu iki yer vardır. Bunlardan birincisi İstanbul‟da konuşulan Türkçe‟dir. Vurgular dolayısı ile bülbül şakıması gibidir. Türkçe‟nin ikinci konuşulduğu yer ise Kıbrıs‟tır.” Türkçe‟nin böyle güzel konuĢulduğu bir yerde canlı bir fikir hayatı vardı diye düĢünüyoruz. 19. yüzyılda yaĢayan Kıbrıslı Divan Ģairi Müftü Hilmi Efendi‟nin, zamanın padiĢahı 2‟nci Mahmut tarafından Sultan-us ġuara veya Reis-sus ġuara, bugünlü dille ġairler Sultanı ya da ġairler Reisi sıfatı ile ödüllendirilmiĢ olması da, canlı bir fikir hayatının kanıtı olarak kabul edilmektedir. PadiĢahtan böylesi bir ünvan alacak aĢamaya gelmiĢ bir Ģairin yetiĢtiği ortam, herhalde fikir bakımından zengin bir ortamdı. 1878‟e kadar Kıbrıs‟taki fikir hayatı, Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndaki fikir hayatı ile paralellik gösterir. Hatta 1878‟den sonra da Osmanlı‟daki fikir hayatı, Kıbrıs‟ta da yankı buldu. Jön Türk, Ġttihat ve Terakki, Ġslâmcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük, Turancılık akımları Kıbrıs‟ta da görüldü. 1919‟dan baĢlayarak, Kıbrıs‟taki fikir hayatını Ku va-i Milliye hareketini izledi. O zamana kadar “Ġslâm” olarak nitelenen Kıbrıslı Türkler, etnik kimlik olarak Türklüğü ön plana çıkardılar. Atatürkçülük, Atatürk ilke ve devrimleri kendiliğinden toplum hayatına egemen oldu. Latin alfabesine geçiĢ yapıldı. Latin alfabesine geçiĢ Kıbrıs‟taki fikir hayatını Türkiye‟nin etkisine daha çok soktu; Türkiye ile yoğun iliĢkilerin sürmesini ve kopukluk olmamasını sağladı. 2. Süreli (Gazete-Dergi) veGörüntülü Yayınlar Kıbrıs‟ta ilk Türkçe gazete Sadet adını taĢır. 11 Temmuz 1889‟da yayımlanmaya baĢladı. 16 sayı çıkarak 14 Kasım 1889‟da kapandı. O günden bugüne kadar Kıbrıs‟ta yaklaĢık 150 gazete/dergi yayımlandı. 2001 sonu itibarı ile KKTC‟de 9 günlük gazete yayımlanıyor. Bunlar Halkın Sesi, Birlik, Ortam, Kıbrıs, Yeni Düzen, Vatan, Yeni Demokrat, Afrika ve Volkan‟dır. Bunlardan en eskisi Halkın Sesi‟dir. 1942‟den beri yayımlanmaktadır. Trajı 10,000‟i aĢan tek gazete Kıbrıs‟tır. Diğerlerinin birkaç bin, hatta birkaç yüz sayılık tirajı vardır. Yine 2001 sonu itibarı ile KKTC‟de iki Devlet televizyonu ve değiĢik dalgalardan yayın yapan bir Devlet radyosu (BRT-Bayrak Radyo Televizyon Kurumu); üç özel televizyon ve birçok özel radyo kanalı faaliyet halindedir. 3. Kitap Yayıncılığı

1486

Kıbrıs‟taki ilk Türk matbaası, ilk Türkçe gazetesinin yayınlanmasından iki yıl sonra kuruldu. Bilinen ilk Türkçe kitap “Müsameretname”, 1892‟de yayınlandı. 1878‟den 2000‟e kadar Kıbrıs‟ta yaklaĢık 1500 Türkçe kitap yayımlandı. VI. Bilim 1. Anayasal-Yasal Durum KKTC Anayasası‟nın 25‟nci maddesi “Bilim ve Sanat Özgürlüğü” baĢlığı altında Ģöyledir: “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda araştırma yapma hakkına sahiptir.” Ayrıca “DüĢünce, Söz ve Anlatım Özgürlüğü” baĢlıklı 24‟üncü madde, “düşünce suçu olmadığını”, herkesin “düşünce ve kanaatlerini, söz, yazı, resim veya başka yollarla” açıklama hakkı olduğunu belirtir. Bu anayasal-yasal kurallara karĢın KKTC‟de bilime yönelik herhangi bir resmî örgütlenme gerçekleĢmemiĢtir. Kültür-Sanat Kurultayı‟nın Kıbrıs Türk Akademisi kurulması yönünde kararı vardır; ancak bugüne kadar bu konuda herhangi bir adım atılmamıĢtır. 2. Üniversiteler KKTC‟nin son yıllardaki belirgin özelliklerden biri, bir üniversiteler ülkesi durumuna gelmesidir. Ġstatistiklere göre 1999-2000 öğrenim yılında KKTC‟de 5 üniversite ve bir yüksek okul faaliyet göstermektedir. Bu üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı toplam olarak 20.876, bu sayının, genel nüfusa oranı %10.1‟dir. 20.876 öğrencinin geldikleri ülkelere göre sayısı ve oranı Ģöyledir: 1979-19801989-19901994-19951999-2000 KKTC 105

740

3,100

6,444

-

2,139

7,854

12,583

3. Ülkeler -

515

698

1,649

TOPLAM105 3,394

11,652

20,876

TC

Kaynak: KKTC BaĢbakanlık Devlet Plânlama Örgütü Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 1999. KKTC‟de bilimi bu üniversiteler ve onların bünyeleri içinde yer alan araĢtırma merkezleri temsil eder. Özellikle DAÜ (Doğu Akdeniz Üniversitesi) ile YDÜ (Yakın Doğu Üniversitesi) son yıllarda düzenledikleri uluslararası bilimsel toplantılarla, bilim hayatını canlandırmağa baĢlamıĢlardır. DAÜ-KAM (Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi)‟ın, iki yılda bir düzenlediği Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongreleri, Kıbrıs‟a yönelik bilimsel araĢtırmalara olan ilgiyi artırmağa baĢlamıĢtır.

1487

3. Özel Kuruluşlar Üniversiteler dıĢında, bilime hizmet eden kurum/kuruluĢ yok gibidir. Halkbilim alanında etkinlik gösteren ve bazı yayınlar da gerçekleĢtiren HASDER (Halk Sanatları Derneği) alanında tekdir. Son yıllarda, daha çok tarih, edebiyat, dil ve halkbilim alanında eserler veren birçok araĢtırmacı yetiĢtiğini de bu arada zikretmek gerekir. VII. Kültür ve Sanat 1. Genel Olarak Kıbrıs‟ın 1571‟de Osmanlılar tarafından fethedilmesinden önce de Kıbrıs‟ta Türkler‟in yaĢadığına iliĢkin kaynak ve tezler var; ancak Ada‟da bir Türk Toplumu‟nun ortaya çıkması 1571 Fethi‟nden sonra Anadolu‟dan Ada‟ya toplu göçlerin gerçekleĢmesi ile oldu. Türkler Kıbrıs‟a kökü Orta Asya‟ya dayalı kültürlerini, gelenek göreneklerini ve dillerini de taĢıdılar. Bu arada yeni bir coğrafyada, baĢka bir toplumla iç içe yaĢamalarının yarattığı karĢılıklı etkileĢim, kültürlerinde özü değiĢtirmeyen bazı değiĢiklikler yarattı. 1878‟de Kıbrıs‟ın Ġngilizler‟e geçmesi ile Kıbrıslı Türkler, uygulamaları ile onları ikinci sınıf uyruk (yurttaĢ değil) gören yabancı bir ülkenin, Britanya‟nın yönetiminde buldular. Üstelik 18‟inci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve eski Bizans Ġmparatorluğu‟nu Yunan Ġmparatorluğu olarak diriltmeyi amaçlayan Megali Ġdea‟nın (Büyük Ülkü), baĢka bir deyiĢle Panhelenizm‟in bir parçası olan Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakı (ENOSĠS) tehlikesi ile yüzyüze geldiler. Doğal olarak kültürlerine ve kimliklerine sahip olma arayıĢına girdiler, Ģu ya da bu biçimde direniĢ gösterdiler. Bu direniĢ genellikle pasif nitelikte, ulusal kimliğe ve ulusal-kültürel değerlere sahip çıkma, örgütlenme, basın aracılığı ile sesini duyurma biçiminde oldu. Kıbrıslı Türkler‟in kültürü, yok olma tehlikesinin dayattığı yaĢam biçimine göre biçimlenmiĢtir. Tarihsel direniĢ süreci içinde, önce küçük ve Rumlar‟la içiçe yaĢanılan köylerle mahalleler boĢaltılarak daha büyük Türk köyleri ile mahallelerinde toplanılmıĢ; 1974‟te gerçekleĢen Türk BarıĢ Harekâtı‟ndan sonra ise tüm Kıbrıslı Türkler bu Harekât‟la çizilen sınırların içinde Kuzey Kıbrıs‟ta biraraya gelmiĢler ve kendi devletlerine sahip olmuĢlardır. Bu durum, o güne kadar savaĢın, göçlerin, acıların ve kıyımların beslediği kültürel yaĢamı yeniden biçimlendirmiĢ ve giderek evrenselleĢme sürecine sokmuĢtur. 2. Anayasal-Yasal Kurallar veKültür-Sanat Örgütlenmesi Kıbrıslı Türkler 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile tam bir kültürel özerkliğe kavuĢtular. Bu anayasa ile kültür iĢlevi, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin iĢlevsel federe kanatlarından biri olan toplumların ulusal yönetimlerine bırakılmıĢtı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası da kültür-sanata iliĢkin birçok kural içermektedir. Anayasanın 62‟nci maddesi aynen Ģöyledir:

1488

“Sanatın, Sanatçının ve Kültürel Hakların Korunması Madde: 62 (1) Devlet, sanatın özgürce gelişeceği ortamı yaratır; sanatçıyı koruyucu, destekleyici, özendirici, ve ödüllendirici önlemleri alır. (2) Devlet, herkesin, kültür yaşamında yer almak; bilimsel gelişmelerden ve bu gelişmelerin uygulanması sonuçlarından yararlanmak; bilimsel, edebî ve sanatsal ürünlerin korunmasının sağladığı maddî ve manevî çıkarlardan yararlanmak hakkını korur ve bilimsel araştırma ve yaratıcı etkinliklerin yürütülmesinin gerektirdiği özgürlüklere saygıyı sağlar. KKTC Anayasası‟nın “Tarih, Kültür ve Doğa Varlıklarının Korunması” baĢlığı altındaki 29‟uncu maddesi, Devlet‟in “tarih ve kültür değeri olan eser ve anıtlar ile doğa varlıklarının korunmasını” sağlamasından, bu amaçla “düzenleyici, destekleyici ve özendirici önlemler” almasından;

28‟inci

madde,

“kitap

yayımının

izne

bağlı

olamayacağını,

sansür

uygulanamayacağından” söz etmektedir. Kültür-sanat iĢleri, Millî Eğitim‟le birlikte bir bakanlık tarafından yürütülmektedir. 1998 yılında 1., 2002 yılında “2. Kültür-Sanat Kurultayı” toplanmıĢ ve pekçok kararlar almıĢtır. Bu Kurultay‟ın üç yılda bir toplanması için yasal kurallar vardır. Ayrıca kültür-sanat konularında danıĢma nitelikli kararlar üretecek sürekli bir “Kültür-Sanat DanıĢma Kurulu” oluĢturulmuĢtur. Kültür-Sanat Kurultayları‟nın, sanat alanında tümü ile özerk çalıĢan bir “Sanat Kurumu” oluĢturulması yönünde kararları vardır. Bu yönde hazırlanan Yasa Tasarısı Cumhuriyet Meclisi gündeminde beklemektedir. 3. Halkbilim Kıbrıslı Türkler‟de zengin bir halk kültürü vardır. Bir yanda masallar, maniler, ninniler, tekerlemeler, efsaneler, bilmeceler, atasözleri, deyimler gibi zengin sözel değerler; diğer yanda özgün bir mutfak, özgün halkoyunları, türküler ve gelenekler vardır. Kıbrıs Türk Halk Kültürü‟nün özünde ve temelinde Anadolu‟dan gelen unsurlar egemendir; ancak bu unsurlar baĢka toplum ve kültürlerle etkileĢerek, farklı bir coğrafyanın yarattığı değerleri de özümseyerek özgünleĢmiĢtir. 4. Mimarlık, Tarihî Eserler Kıbrıs, tarihî eser zengini bir adadır. Bu zenginliğin önemli bölümü, Osmanlı‟nın bıraktığı mimarî eserlerdir. Bu çalıĢmada ayrıntıya girmemiz mümkün olmadığı için konuya sadece değinmekle yetiniyoruz; ancak KKTC‟de eski eserlere sahip çıkma bilincinin giderek kökleĢtiğini ve epeyce yaygın restorasyon projelerinin hayata geçirilmekte olduğunu biliyoruz. Son dönemlerde, geleceğin sanat eseri olacak önemli mimarlık eserlerinin ortaya çıkmakta olduğu gerçeğini de burada vurgulamak istiyoruz.

1489

5. Kıbrıs Türk Edebiyatı Kıbrıs Türk Edebiyatı, 1571‟de Osmanlılar tarafından fethedilmesinden hemen sonra Türkler‟in Kıbrıs‟a iskân edilmeleriyle baĢlar. Anadolu‟dan Kıbrıs‟a göçenler, doğal olarak sözlü halk edebiyatı ürünlerini de birlikte taĢımıĢlar; bu arada Kıbrıslı Türkler, yeni bir coğrafyada, baĢka bir toplumla karĢılıklı etkileĢim içine girerek yeni bir edebiyat birikimi de yarattılar. Bugün bile bu konuda derlenecek daha çok ürün olduğu söylenebilir. Kıbrıslı Türkler‟in Divan Edebiyatı alanında da seslerini duyurdukları biliniyor. Birçok Divan Ģairinin içinde “sultan-ı Ģuara (Ģairler sultanı)” ünvanını alan bir Ģairinin (Müftü Hilmi Efendi) olması da buna kanıttır. 1878‟e kadar Kıbrıslı Türkler bir büyük bütünün, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun bir parçası idiler. 1878‟den itibaren kendilerini yabancı bir yönetimde buldular. Bu dönemle birlikte Kıbrıslı Türkler‟de kimlik arayıĢı baĢlar. Osmanlı ve Ġslâm kimliği; Türk KurtuluĢ SavaĢı ile birlikte yerini Türk kimliğine bırakır. Edebiyatta bunun yansımaları görülür. Kıbrıs‟ta ilk Türkçe gazetenin yayımlanması, ilk Türkçe kitabın basımı, ilk hikâye, ilk oyun ve ilk romanın ortaya çıkması Ġngiliz Dönemi‟nin baĢlamasından hemen sonradır. Ġngiliz döneminde halk edebiyatı ürünü olan destanda da bir tür patlama olur. Destanlar, Kıbrıs Türk halkının Ġngiliz Yönetimi‟ne karĢı direniĢinin bir tür simgesi olurlar. Türkiye‟deki edebiyat akımları, Kıbrıs‟ta da yansımasını bulur. Garipciler, Ġkinci Yeni Hareketi, Toplumcu Gerçekcilik onar yıl aralıklarla 1950, 1960 ve 1970‟lerde Kıbrıs ta da kendini gösterir. Kıbrıs Türk Edebiyatı, bugün artık kabuğunu kırmıĢ, dünyaya açılma aĢamasına gelmiĢtir. Özellikle 1998‟de KKTC‟de temeli atılan KIBATEK Vakfı (Kıbrıs-Balkanlar-Avrasya Türk Edebiyatları Vakfı)‟nın çalıĢmaları ile önemli adımlar atılmıĢ, Kıbrıslı Türk Ģair ve yazarların eserleri Makedoncaya, Romenceye, Bulgarcaya, BoĢnakçaya, Macarcaya çevrilmiĢtir. Ayrıca Türk lehçelerinde de Kıbrıs‟ı ve Kıbrıs Türk edebiyatını tanıma ve tanıtma yönünde çabalar sürmekte, Kıbrıslı Türk yazarların yapıtları bu lehçelere aktarılmaktadır. 6. Kıbrıs Türk Tiyatrosu Kıbrıs Türkleri‟nin varoluĢ sürecine koĢut geliĢen bir sanat dalı da tiyatrodur. Bu bakımdan Kıbrıs Türk Tiyatro tarihçesine de kısaca bir söz atmak istiyoruz. Kıbrıs Türk Tiyatrosu‟nun kökeni geleneksel Türk seyirlik oyunlarına dayanır. Türkler 1571‟de Kıbrıs‟a gelirken bu oyunları da birlikte getirdiler. Bu bağlamda Gölge Oyunu/Karagöz Kıbrıs‟ta çok sevilip tutulmuĢtur. Meddah da, tutulan geleneksel seyirlik oyunlarından biri idi. Kıbrıslı Türkler‟de Batılı anlamda tiyatro hareketi 20. yüzyılın baĢında baĢlar. Bu hareketin, Türkçülük, Ġttihatçılık akımları ile birlikte ortaya çıkması ilginçtir. Ġlk sahnelenen oyunlar Namık

1490

Kemal‟in Vatan Yahut Silistre‟si ile Gülnihal‟i, Ruhsan Nevvarı ile Tahsin Nahid‟in Jön Türk‟üdür. Türk KurtuluĢ SavaĢı sırasında tiyatro, hem ulusal bilincin yerleĢmesi, hem de KurtuluĢ SavaĢı‟na parasal katkı sağlamak iĢlevini yüklenmiĢ o yıllarda 80 civarında oyun sahnelenmiĢtir. Bu durum oyun yazarlığını da teĢvik etti. Genellikle Kemalist düĢünceyi ve Türk KurtuluĢ SavaĢı‟nı konu alan oyunlar yazıldı. 1930‟lu yıllarda Dar-ül Bedayi (Ġstanbul ġehir Tiyatrosu)‟nin Kıbrıs‟a gitmesi tiyatro hareketine ivme kazandırdı. Özellikle Sheakspeare‟in oyunları sahnelendi. TAVS (Tiyatro ve Ses Akademisi), Dar-ül Elhan (Ezgiler Evi), Halk Kulübü, TAT (Türk Akademi Tiyatrosu), ġafak Tiyatrosu gibi kuruluĢlar tiyatroya sahip çıktı. Operetler yazılıp bestelendi. 1927‟de “Arşın Mal Alan” opereti sahnelendi. Bugün profesyonel olarak Devlet Tiyatrosu (LefkoĢa) ile Belediye Tiyatrosu‟nun etkinlik gösterdiği KKTC‟de amatör topluluklar da vardır. Özellikle LefkoĢa Belediye Tiyatrosu, son yıllarda, kadrosunu konservatuvardan yetiĢme tiyatro sanatçıları ile zenginleĢtirerek ve halen çalıĢması sürmekte olan BaĢkent Tiyatro Projesi‟ni ortaya çıkararak büyük atılım yapmıĢtır. 7. Plastik Sanatlar Resim, heykel, fotoğraf, karikatür gibi plastik sanat alanları da KKTC‟de ileri aĢamağa gelmiĢ olup Kıbrıs sınırlarını aĢar duruma gelmiĢtir. Özellikle karikatür alanında, birçok sanatçı, uluslararası ödüller kazanmıĢtır. 8. Müzik Gerek klasik batı müziği, gerekse Türk Sanat ve Halk Müzikleri giderek daha örgütlü bir biçimde ele alınmakta, dünya çapında ses veren sanatçılar ortaya çıkmaktadır. Türksoy‟un Opera Günleri yıllardır KKTC‟de yapılmakta, ayrıca düzenlenen festivallerde dünya çapındaki müzik sanatçıları da katılarak KKTC‟ye uygulanan ambargoları kırmaktadırlar. KKTC‟nin Rüya Taner gibi bir elemanı, dünya çapında ün toplamıĢ bulunmaktadır. VIII. Son Söz Metinde birkaç kez de değindiğimiz gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 3400 km2‟lik toprağı ve 200 bini az aĢan nüfusu ile küçük bir devlettir. Ancak herhangi bir devletin haiz olduğu tüm özelliklere/niteliklere sahiptir. Türkiye dıĢında, hiçbir devletin onu tanımaması, aslında tümü ile politik nedenlere dayanır. Bu durum özellikle ekonomi alanında bazı sıkıntılar yaratsa da, KKTC‟nin devlet olma niteliğini etkilemez. Kaldı ki pekçok bakımdan (KKTC‟yi muhatap alma, ticaret, üniversiteler olayı, kültür-sanat alanındaki iliĢkiler) KKTC‟nin, adı konmadan de facto olarak tanındığı da söylenebilir.

ALASYA, Dr. Halil Fikret; “Cyprus in the Light of Changes in the Turkish World from a Historical Perspective”, Cyprus International Symposium on His Past and Present, Ankara, 1999.

1491

ALTAN, Mustafa HaĢim; Atatürk Devrimleri‟nin Kıbrıs Türk Toplumuna Yansıması, KKTC Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997. AN, Ahmet; Kıbrıs‟ta Türkçe BasılmıĢ Kitaplar Listesi (1878-1997), KKTC Millî Eğitim Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Ankara, 1997. BERATLI, Dr. Nazım; Kıbrıs Türkleri‟nin Tarihi I (), II (), III (), Galeri Kültür Yayınları, LefkoĢa. BOZKURT, Ġsmail; “Kıbrıs Türkleri‟nde Ġngiliz Sömürge Yönetimi‟ne KarĢı Destanlarla Direnme”, Kıbrıs AraĢtırmaları Dergisi, Cilt 4 Sayı 1 (KıĢ 1998), Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi, Gazimağusa, 1998, s. 33-34. BOZKURT, Ġsmail; “KKTC‟de Siyasal Partiler”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını) (Editörler Ġrfan Kaya ÜLGER, Ertan EFEGĠL), Ankara (?), 2001 (?), s. 239-257. BOZKURT, Ġsmail-ATEġĠN, Hüseyin-KANSU, M. (Edited By); Ġkinci Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi; Volume I Presentations in English; Cilt II Türkçe Bildiriler EdebiyatSanat; Cilt III Türkçe Bildiriler Tarih-Kıbrıs Sorunu; Cilt IV Türkçe Bildiriler Halkbilim-ÇeĢitli Konular; Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi, Gazimağusa, 1999. BOZKURT, Ġsmail (Edited by/Yayıma Hazırlayan); Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi/Proceedings of the Third International Congress for Cyprus Studies Cilt/Volume I Tarih/History, Cilt/Volume II Dil-Edebiyat/Linguistics-Literature, Cilt/Volume III Kıbrıs SorunuTurizm/Cyprus Issue-Tourism, Cilt/Volume IV Halkbilim-Genel Konular/Folklore-Miscellaneous; Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi, Gazimağusa, 2000. DEDEAY, Dr. Servet Sami; Kıbrıs‟ta Enformasyon veya Yazılı ve Sözlü Basın Cilt 1, Cilt 2, LefkoĢa Özel Türk Üniversitesi Yayınları, LefkoĢa, 1983. DEDEAY, Dr. Servet Sami; Bibliyografya: Kıbrıslı Türkler Tarafından Veya Kıbrıslı Türkler Hakkında Türkçe veya Yabancı Dillerde Yazılıp YayınlanmıĢ Kitaplar, LefkoĢa Özel Türk Üniversitesi, LefkoĢa, 1997. DOĞRAMACI, Emel-HANEY, William-KÖNĠG, Güray; Proceedings of the First International Congress of Cyprus Studies, Eastern Mediterrenean University Center for Cyprus Studies, Gazimağusa, 1997. ERSOY, YaĢar; Kıbrıs Türk Tiyatro Hareketi, Peyak Kültür Yayınları, LefkoĢa, ġubat 1998. ERTEGÜN, Necati; The Cyprus Dispute and the Birth of the Turkish Republic of Northern Cyprus, K. Rüstem and Brother, LefkoĢa, 1987. FEDAĠ, Harid; Kıbrıs Müftüsü Hilmi Efendi ġiirler, KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, LefkoĢa, 1987. FEHMĠ, Hasan; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟nin El Kitabı, LefkoĢa, 1987.

1492

FERĠDUN, Kemal Feridun; “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟nin Demografik Yapısı”, Kıbrıs AraĢtırmaları Dergisi, Cilt 4 Sayı 1 (KıĢ 1998), Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi, Gazimağusa, 1998, s. 1-32. GÜREL, Prof. Dr. ġükrü; Kıbrıs Tarihi (1878-1960) Kolonyalizm, Ulusçuluk ve Uluslararası Politika, Kaynak Yayınları, Ġstanbul-Ankara, Kasım 1984. GÜREL, Prof. Dr. ġükrü; Tarihsel Boyut Ġçinde Türk-Yunan ĠliĢkileri (1821-1993), Ümit Yayıncılık, Ankara. ĠNALCIK, Prof. Dr. Halil; “A Note on the Population of Cyprus”, Kıbrıs AraĢtırmaları Dergisi, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi, Gazimağusa. ĠNALCIK, Prof. Dr. Halil; “The Recent History of Cyprus” Proceedings of the First International Congress of Cyprus Studies, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi, Gazimağusa, 1997, p. 20-23. ĠSMAĠL, Sabahattin; Kıbrıs Türk Basınında Ġz Bırakanlar, KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, LefkoĢa, 1988. ĠSMAĠL, Sabahattin-BĠRĠNCĠ, Ergin; Atatürk Döneminde Türkiye-Kıbrıs ĠliĢkileri, KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, Kasım 1989. ĠSMAĠL, Sabahattin; 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, Ġstanbul, KestaĢ Yayınları, Ağustos 1998. Kıbrıs Türk Edebiyatı-BaĢlangıcından Bugüne, KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, 1980. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Kıbrıs Hükümet Matbaası, LefkoĢa, 1960. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası, Resmî Gazete (KKTC) EK I, Sayı 43, 7 Mayıs 1985. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, (KKTC BaĢbakanlık Devlet Planlama Örgütü Ġzleme ve Koordinasyon Komitesi tarafından her yıl yayımlanmaktadır.). NECATĠGĠL, Zaim M.; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟nde Anayasa ve Yönetim Hukuku, Rüstem Kitabevi Hukuk Yayınları, Ġstanbul, 1988. NESĠM, Ali; Kıbrıs Türk Edebiyatı‟nda Sosyal Konular, Kıbrıs, 1986. SALVATOR, Levkosia; Great Britain, Trigraph, 1983. SERDAR, Gülgün; Kıbrıs Türk Edebiyatı‟nda Kaynak Eserler, KKTC Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı, 1973. ÜNLÜ, Cemalettin; Kıbrıs‟ta Basın Olayı (1878-1981), Yer (?), Tarih (?). YAġIN, Mehmet; Kıbrıslıtürk ġiiri Anatolojisi, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul, 1994.

1493

YORGANCIOĞLU, Oğuz; Kıbrıs Türk Folkloru (GeniĢletilmiĢ Ġkinci Baskı), Ağustos 2000. YÖRÜKOĞLU, Prof. Dr. Ahmet; “Türkiye-KKTC Ekonomik ĠĢbirliği ve AB”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Dünü ve Yarını), (Editörler Ġrfan Kaya ÜLGER ve Ertan EFEGĠL), Ankara (?), 2001 (?), s. 227-239.

1494

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kıbrıs / Dr. Ahmet Gazioğlu [s.922-945] Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi, KKTC CumhurbaĢkanı Siyasi Tarih DanıĢmanı / KKTC Kasım 1914 günü, Ġngiliz Bakanlar Kurulu, hem Türkiye‟ye resmen savaĢ ilânı hem de Kıbrıs‟ı ilhak kararı almıĢtı. Ġngiliz kralının da katıldığı kabine toplantısında alınan kararda Osmanlı Ġmparatorluğu ile Ġngiltere arasında baĢlayan savaĢ nedeniyle 1878 AntlaĢması‟nın geçerliği kalmadığı belirtilmekte ve Ģöyle denilmekteydi: 1- Yukarıda belirtilen tarihten itibaren Kıbrıs adası ilhak edilecek ve Majestelerinin mülkünün bir parçası haline gelecektir. 2- Bu kararname, 1914 Kabinesinin „Kıbrıs‟ı ilhak kararı‟ adını taşıyacaktır.1 Bu karar tek taraflı idi ve 1878 AntlaĢması‟na ve uluslararası hukuka aykırı, yasa dıĢı bir karardı. 1914 ilhakı ile beliren bu yeni durum karşısında İngiliz uyruğu (tebaası) olmak istemeyen bir kısım Türkler, Kıbrıs‟tan ayrılarak Anavatan Türkiye‟ye göç ettiler. Böylece ilkin 1878‟de başlayan ve nüfus dengesi bozulması, 1914‟te daha büyük göçlerle devam etti.2 Rumların adayı Yunanistan‟la birleĢtirme umutlarının arttığı bu ortamda, daha da Ģok edici bir baĢka olay yer aldı: Ġngiltere, bir hafta içinde, kendi saflarında savaĢa katılması ve Bulgaristan‟a hücum etmesi koĢuluyla, Kıbrıs‟ı Yunanistan‟a vermeyi kabul ettiğini Yunan Hükümetine bildirdi. 16 Ekim1914‟te alınan ve aynı gün Atina‟daki Ġngiliz büyükelçisine bildirilen bu kararda Ģöyle deniliyordu: “Sırbistan şimdi Bulgaristan tarafından saldırıya uğradığına göre, eğer, Yunanistan Sırplara yardıma hazır ise, bunun karşılığında İngiliz hükümeti Kıbrıs‟ı Yunanistan‟a vermeyi teklif etmektedir. O günlerde, Yunanistan‟da Kralcılarla Venizelos taraftarları, savaĢ konusunda derin görüĢ ayrılığı içindeydiler. Elefterios Venizelos‟un kurduğu hükümetler, Müttefikler yanında savaĢa girmeye taraftardılar. Kral ve onu destekleyen Zaimis Hükümeti ise, Alman yanlısı bir tutum içindeydi. Kral‟ın, Almanlarla yakın iliĢkisi vardı, ayrıca savaĢı onların kazanacağına inanıyordu. 3 Bu nedenle, Venizelos‟un savaĢa girme kararını Kral Konstantin 1915‟te iki kez veto etti. ĠĢte Kral‟ın bu vetosunu kaldırmak ve Ġngilizler yanında Yunanistan‟ın savaĢa girmesini teĢvik için, Fransızların da telkini ile, Ġngiltere, Atina‟daki elçisi kanalıyla, 18 Ekim 1915‟te Kıbrıs‟ı Yunanistan‟a devretmek teklifinde bulunmuĢtu. Ama, Kral Konstantin bu teklifi de reddederek Yunanistan‟ın Ġngilizler yanında savaĢa girmesini, savaĢın sona ereceği günlere kadar ertelemeyi baĢardı. Teklif, sadece bir hafta için geçerli olduğundan ve Zaimis‟in baĢkanlığındaki Yunan Hükümeti, bu teklifi kabul etmediği için, Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a verilmesi olasılığı da böylece ortadan kalktı.

1495

Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a teklif edildiği haberi, adadaki her iki toplum için de büyük bir çalkantı ve heyecan yarattı. Rumlar sevinç içindeydi; Türkler ise adeta mateme bürünmüĢtü. Evkaf Murahhası ve hem Yasama hem de Ġcraat Meclisi üyesi olan Musa Ġrfan, Türk toplumu adına 1 Kasım 1915 günü, Yüksek Komiseri ziyaret ederek, bu haberin Kıbrıs Müslüman halkında yarattığı kırgınlık ve üzüntüyü dile getirdi ve toplumun tüm katmanlarının bu felâketin önlenmesi için elden gelen her Ģeyin yapılması isteğiyle kendisine baĢvurduklarını bildirdi; bu görüĢleri içeren bir yazıyı da Yüksek Komiser‟e verdi. Ġrfan Bey, aynı gün, Ġngiltere Sömürgeler Bakanı‟na gönderilmesi ricasıyla, Yüksek Komisere verdiği telgraf metninde, haberi basından öğrendiklerini bildirerek Ģöyle demekteydi: Bu felâketi önlemesini ve Kıbrıs Müslümanlarına merhamet göstermesini, Majeste Kral Hazretlerinden ve onun Hükümetinden yalvarıyor ve dua ediyoruz.4 Yüksek Komiser Clauson, M. Ġrfan Bey‟in sunduğu bu baĢvuruyu ve telgrafı Sömürgeler Bakanına ileteceğini bildirmiĢ ve Kıbrıs Türk toplumunun dini ve maddi çıkarlarının korunacağı hakkında güvence vermiĢtir. Sömürgeler Bakanı Bonar Law, Yüksek Komiser‟den gelen bu bilgilerle ilgili olarak 3 Kasım 1915‟te verdiği yanıtta Ģöyle diyordu: Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a verilmesi konusu, şimdi ve umarım sonsuza dek kapanmış bulunmaktadır.5 Musa Ġrfan Bey, 13 Kasım 1915‟te Sömürgeler Bakanı‟na bir mektup göndererek telgrafta belirttiği görüĢleri yinelemekte ve Ģunları eklemekteydi: - Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a verilmesi, Müslüman ahalinin kasıtlı bir zulüm ve baskı altına alınmasına neden olacak ve onları göçe zorlayacaktır. - Tesalya ve Girit, Yunanistan‟a katıldıktan sonra, oralarda olup bitenler, Kıbrıs Türklerinin endişesinin yersiz olmadığını kanıtlamaktadır. - Kıbrıs‟ı terk etmek, en büyük Muhammed (İslâm) ülkesi olduğunu ileri süren İngiliz İmparatorluğunun tarihinde en kara sayfayı oluşturacaktır. - Kıbrıs‟ın İngiliz İmparatorluğu‟nun bir parçası olarak kalmasını, buradaki Müslüman ahalinin İngiliz vatandaşı (tebaası) olmanın sağladığı haklardan yararlanmaya devam etmesini, adanın İngilizlere devredildiği günden bu yana İngiliz Taçı‟na karşı gösterdikleri sürekli ve gerçek bağlılık adına sizden rica ediyorum.6 Görülüyor ki, Ġngilizler 1914 ve 1915 yıllarında ilkin Kıbrıs‟ı tek yanlı iĢgal kararı almıĢlar, sonra da kendi yanlarında savaĢa katılması koĢuluyla adayı Yunanistan‟a peĢkeĢ çekmiĢler, böylece uluslararası hukuku çiğnemekten kaçınmamıĢlardı.

1496

Bu olay, uluslararası anlaĢmaların ve hukukun, güçlü ülkelerin ulusal çıkarları söz konusu olduğunda, nasıl tek yanlı çiğnendiğini gösteren birçok ilginç örnekten biridir. Birinci Dünya SavaĢı‟ndan Osmanlı Ġmparatorluğu yenik çıktı. Anadolu dıĢındaki tüm toprakları düĢman eline geçti. Ġngilizler Musul ve Halep‟i alıncaya kadar ateĢkese yaklaĢmadılar. Ancak bu petrol yataklarını da ele geçirince, Osmanlı hükümetini ateĢkes (mütareke) için Mondros‟a çağırdılar. Dört günlük bir müzakereden sonra 30 Ekim 1918‟de mütareke imzalandı ve böylece savaĢa son verildi. Birinci Dünya SavaĢı‟na son anda, Venizelos‟un el çabukluğu ile giren Yunanistan, Türk toprakları aleyhindeki yayılmacı emellerini Paris BarıĢ Konferansı esnasında gerçekleĢtirmek ve Anadolu‟nun taksimi pazarlıklarında önemli bir rol oynamak istiyordu. Bu esnada Paris BarıĢ Konferansı‟nın, Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a katılması için de büyük bir fırsat olduğu düĢüncesiyle adadaki Rum toplum liderleri ile BaĢpiskopos Kirillos derhal harekete geçti. Londra‟ya ve Paris‟e bir heyet göndermek hazırlıkları yapıldı. Adanın her tarafında enosis kararı alan halk toplantıları düzenlendi; Ġngiliz hükümetine sunulmak üzere muhtıralar (andırılar) hazırlandı. BaĢpiskopos Kirillos‟un baĢkanlığında, Yasama Meclisi Rum üyelerinden oluĢan bir heyeti Sömürgeler Bakanı Lord Milner‟in Londra‟da kabul edip görüĢmesi, Kıbrıs Türk toplumunun endiĢesini hayli artırdı. Yıkılan Osmanlı Ġmparatorluğu karĢısında, artık adadaki varlığımızın güvence altında olması için baĢvurulacak tek makam Ġngiliz hükümetiydi. Bu nedenle, Ġngilizler nezdinde benzer giriĢimlerde bulunmak gerekiyordu. Bir baĢka giriĢim ise, adada örgütlenmek ve bazı eylemlerde bulunmak Ģeklinde düĢünülmekteydi. Bu düĢünceyi ortaya atıp, ulusal bir hareket oluĢturmak giriĢimlerini baĢlatanların baĢında Dr. Mehmet Esat ve Dr. Behiç bulunmaktaydı. Bu iki aydın vatanperver, ilk iĢ olarak „Türkiye ile Birleşme‟ veya „Türkiye‟ye İlhak‟ adında bir siyasi parti kurdular ve çeĢitli giriĢimlerde bulundular. Dr. Behiç, Kıbrıs‟ta hekimlik mesleğine baĢladığı günden itibaren Kıbrıs‟a yerel politikada etkin ve faal bir rol üstlenerek Rumların enosis giriĢimlerine karĢı bir hareket baĢlatmıĢ ve bu hareketin lideri olmuĢtu. Ġngiliz Sömürge MüsteĢarı ve Yüksek Komiser vekili Malcolm Stevenson, 26 Nisan 1919‟da, Sömürgeler Bakanlığı‟na gönderdiği bir yazıda, Dr. Behiç ve Dr. Esat‟ın baĢlattığı bu milliyetçi harekete dikkat çekmekte ve onların giriĢimleri hakkında bilgi vermekteydi.7 Stevenson, bu ziyareti bildirdikten sonra, yazısına devamla, aynı günlerde, hamallarla kasapların lideri olduğunu bildirdiği Hasan Karabardak ile Dr. Behiç ve Dr. Esat‟ın Paskalya Yortusu esnasında, LefkoĢa‟da nümayiĢ (gösteri) düzenleyerek kargaĢa yaratacakları söylentilerinin yayıldığını, bu nedenle derhal önlem alınmadığı takdirde, yaratılan bu genel heyecan duygusunun ve rahatsızlıkların ani bir kargaĢaya yol açması riskinin yüksek olduğunu ve bu koĢulları dikkate alarak derhal harekete geçmeye karar verdiğini belirtmekteydi.

1497

Stevenson, Türklerin olası bir ayaklanma hareketini önlemek için gerekli önlemleri almış ve Dr. Behiç, Dr. Esat ve Karabardak‟ı tutuklayarak Girne kalesine hapsetmişti. Ayrıca, polis komutanını bu söylenti ve istihbaratı araĢtırmakla görevlendirmiĢti. Stevenson, bu bağlamda, ilginç bulduğu bir olayı da nakletmektedir. Buna göre, LefkoĢa‟da Dr. Behiç ve iki arkadaĢının tutuklandıkları gece, Mağusa kampındaki tüm Türk savaĢ esirleri elbiselerini çıkarmadan, yani giyinik olarak yatağa girimiĢlerdi. Böylece, Türk savaĢ esirlerinin bir ayaklanma girĢiminde bulunacağı olasılığı, kabul edilmekteydi. Mağusa‟daki Türk savaĢ esirleri kampı, 1916 yılı Ekim ayında kurulmuĢtu ve 5,400 kiĢi alabilecek büyüklükteydi. Ġngiliz belgelerine göre, kurulduğu günden itibaren bu kamptan 10 binin üstünde esir gelip geçmiĢti. Türk savaĢ esirlerinden bazıları bu kampta tutuklu iken, burada ölmüĢ ve Mağusa‟da toprağa verilmiĢlerdi. Onların mezarlarının bulunduğu yer, son yıllarda Türk Ģehitliği olarak onarım ve bakım altına alınmıĢtır. ġehitlerimize karĢı duyduğumuz saygı ve sevgi, Ģehitliğe dikilen bir anıtla ebedileĢtirilmiĢtir. 26 Nisan 1919 günü Dr. Behiç ve Karabardak ile birlikte tutuklanıp Girne Kalesi‟ne hapsedilen Dr. Esat, ünlü Kıbrıslı devlet adamı ve BaĢvezir (Başbakan) Mehmet Kâmil PaĢa‟nın damadıydı. Adaya geldiği 1914 yılı Kasım ayından beri, Dr. Behiç ile iliĢki kurarak Kıbrıs Türkünün haklı davasını savunmaya baĢlamıĢtı. Paris‟te baĢlayan BarıĢ Konferansı‟na Türk toplumunun da bir heyet göndermesi ve sesimizi duyurması, Yunanistan‟a ilhakı kabul etmeyeceğimizin, kesin Ģekilde, ilgili devlet temsilcilerine anlatılması gerektiğine inanmakta, bu yönde çaba göstermekteydi. Dr. Esat, 9 aylık tutukluluk süresi sonunda, eĢinin Ġngiliz hükümetine yaptığı baĢvuru üzerine serbest bırakıldı ve adadan ayrılarak ilkin Mersin‟e gitti; daha sonra ise, Ġstiklal Harbi‟ne katıldı. Bu esnada Yasama Meclisi üyesi Dr. Eyyub Türk köylerinden ve toplumu temsil eden çeĢitli kuruluĢlardan topladığı imzalarla Yüksek Komisere yazılı baĢvuruda bulunarak Türk toplumunun, Kıbrıs‟ın tekrar Türkiye‟ye verilmesi veya 1914‟te yer alan tek yanlı İngiliz işgali öncesindeki statüye dönülmesi dileğini belirtti. Aynı günlerde bir Kıbrıs Türk heyeti, Ankara‟ya giderek, aynı görüĢ doğrultusunda oradaki ilgililerle görüĢmek giriĢiminde bulundu. Fakat Türkiye‟nin, o günlerde, henüz böyle bir konuda Kıbrıs Türk heyetine cesaret verici bir tutum içine girmesi olanağı yoktu. 12 Ekim 1919 günü, LefkoĢa‟da adanın dört yanından gelen Türk temsilcilerin katılımı ile Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun yıkılıĢı sonucu ortaya çıkan durum üzerinde konuĢmalar yapıldı, Yunanistan‟a ilhak giriĢimleri kınanarak protesto edildi; statükonun devamı kararı alındı. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun dağılıĢı Kıbrıs Türklerini tamamıyla hamisiz bıraktı. Tehlike kapının eĢiğine gelmiĢti. Örgütlenmek ve Türk varlığının istemleri ile sesini duyurmak gerekiyordu. Olaylara seyirci kalmak, varlığını inkâr etmek, Enosisi kabullenmek adadaki Türklüğün tümden yok olması demekti.

1498

Bu dehĢet verici olasılıklar karĢısında toplum ileri gelenleri biraraya gelerek çareler düĢünmeye baĢladı. Varılan fikir birliği bir Milli Meclis (ulusal kongre) oluĢturmak yönündeydi. Müftü Ziyai Efendi ile gazeteci-öğretmen Mehmet Remzi Okan bu hareketin öncüleri oldu. 10-11 Aralık 1918 günleri LefkoĢa‟da, adanın her yanından gelen temsilcilerin katılımı ile yapılan ve Meclis-i Milli olarak adlandırılan toplantı, ulusal birlik ve bütünlük bilincini yaratmak amacını taĢımaktaydı. Paris BarıĢ Konferansı öncesinde sesimizi, varlığımızı, haklarımızı dünyaya duyurmak gerekiyordu. Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakına karĢı olduğumuzu gerekçeleriyle haykırmak zamanıydı. ĠĢte bu düĢüncelerle yola çıkıldı, gerekli hazırlıklar yapıldı ve 10 Aralık 1918 günü ilk toplantı LefkoĢa‟da yapıldı.8 Toplantı 12 Aralık‟ta da devam etti ve oybirliği ile Müftü‟nün baĢkanlığında bir heyetin Paris‟e giderek oradaki Ġstanbul delegeleri ile temaslar yapması ve sesimizi, isteklerimizi duyuran çalıĢmalar yapması kararı alındı. Ġkinci bir kararda ise, Kıbrıs‟ın gerçek ve hukuki sahibi olan Osmanlı Saltanatı‟na iadesi gerektiği belirtilmekteydi. Müftü Ziyai Efendi‟nin alınan karara uygun olarak adadan ayrılmasına Ġngiliz Sömürge yönetimi izin vermediği için Kıbrıs Türk heyetinin Ġstanbul‟a ve oradan da Paris‟e gitmesi mümkün olmadı. Milli Kongre‟nin örgütleyicilerinden M. Remzi Okan ise Ġngiliz sömürge yönetimi tarafından baĢöğretmenlik görevinden uzaklaĢtırıldı. 1920 yılında Remzi Okan‟ın çıkarmaya baĢladığı Doğru Yol gazetesine sansür uygulandı. TürkĠstiklal SavaĢı ve Lozan AntlaĢması Sonucu Kıbrıs‟ın Taç Kolonisi Olması Yunan orduları, Ġngiliz hükümetinin cesaretlendirmesi ve desteği ile 15 Mayıs 1919‟da Ġzmir‟e çıkmıĢ, Anadolu‟nun içerlerine doğru ilerlemiĢti. Yunanlıların Anadolu macerası, Mustafa Kemal‟in üstün komuta yeteneği ve Türk milletinin kahramanca direniĢi sonucu büyük bir yenilgi ile sona erdi. 9 Eylül 1922‟de Türk orduları Ġzmir‟e girdi ve 6 Ekim 1922‟de Mudanya Mütarekesi ile ateĢ kesildi. Artık Ģerefli bir barıĢ yapmanın yolları açılmıĢtı. Kıbrıs Türk toplumu, Birinci Dünya SavaĢı yenilgisinin ardından Türkiye‟de baĢlatılan kurtuluĢ ve bağımsızlık (istiklâl) hareketlerini yakından izlemekteydi. Meclis-i Milli toplantısının ardından LefkoĢa‟da yayınlanmaya baĢlayan Doğru Yol, Söz ve Vatan gazeteleri ile Lârnaka‟da Eylül 1920‟de yaĢama geçirilen aylık İrşad dergisi, Türkiye‟deki milli hareketleri ve ulusal direniĢi, Mustafa Kemal‟in baĢlattığı kurtuluĢ savaĢlarıyla Ankara‟da milli bir meclisle milli bir hükümet kurulması olaylarını Kıbrıs Türk toplumuna duyurmaktaydı. Basın yoluyla yapılan bu haber ve bilgi akımı, ayrıca adanın her yanında kurulan cemiyetler, klüpler, dernekler kanalıyla da halka yansıtılmakta, bu kuruluĢların sosyal etkinlikleri ile de halkımızın milli birlik ve bütünlüğü yanında Anavatan‟daki kurtuluĢ mücadelesine maddi, manevi katkıları gerçekleĢtirilmekteydi.

1499

Bu örgütlenme hızı ve coĢkusuyla kasabalarda ve bazı Türk köylerinde çeĢitli hayır cemiyetleri kurulmuĢ ve hepsi de, kendi koĢuları ve olanakları ölçüsünde yararlı etkinlikler yapmaya baĢlamıĢtı. Nitekim, yerel gazetelerimizin de teĢvik ve kampanyaları sonucu adanın her yanında eğitim seferberliği baĢlatılmıĢ, okullar için yardımlar toplanmıĢtır. Toplumun örgütlenmesi, basınımızda artık en belli baĢlı konuyu oluĢturmakta, bu yönde sürekli olarak halkımızı uyarıcı, teĢvik edici, telkinler, yorumlar, görüĢler ortaya atılmaktaydı. 1919 yılında, Enosis hayallerinin artık gerçekleĢeceği, hatta Anadolu‟nun Ege bölümünü de içine alacak ve başkenti İstanbul olacak büyük bir Yunan devleti kurulacağı Ģeklindeki haberler Rum basınında manĢetlerden verilmekte, bu yönde yazılar, yorumlar yayımlanmaktaydı. Tüm bu Rum tahrikleri ve Megali İdea emellerinin bu kadar açık şekilde her gün belirtilmesi karşısında Kıbrıs Türk halkı çareyi örgütlenmekte, birlik ve beraberlik içinde olmakta ve Anavatan Türkiye‟de Mustafa Kemal‟in başlattığı Kurtuluş Savaşı‟nın zaferle sonuçlanmasında bulmaktaydı. Bu nedenle, 1919-1922 yılları arasında hem örgütlü bir birlik yaratmak, hem de Anadolu‟daki kurtuluĢ savaĢlarını, Ġngiliz sömürge yönetiminin tüm baskı ve denetimine karĢın, elindeki tüm olanaklarla desteklemek Kıbrıs Türklerinin tek ve sarsılmaz amacı olmuĢtu. Köylerde, kentlerde bağıĢlar yapılmakta, bayramlarda kurban derilerinin Hilâl-i Ahmer‟e (Kızılay‟a) yardım maksadıyla toplanmasına özen ve çaba gösterilmekte; aynı amaçla köylerde, kasabalarda tiyatro temsilleri verilmekte, „Kosova Muharebesi, Vatan yahut Silistre‟ gibi milli piyesler sahnelenmekteydi. Bir yandan da Kıbrıs Türk eğitiminin geliĢtirilmesi ve bu yönde çocuklarımızın Rum çocuklarından geri kalmaması için de çeĢitli faaliyetler baĢlatılmıĢtı. Sadece Söz gazetesinde, 19191922 yılları arasında eğitimin önemini ve sorunlarını belirten, bu yönde halkımızı uyaran ve örgütlenmeye, bağıĢlarla okulların geliĢmesine yardımcı olmaya çağıran 50‟den fazla makale yayımlandığı ve 13 temsil veya tiyatro gecesi etkinliği düzenlendiği saptanmıştır. Kıbrıs Türk halkının, adada varlığını koruyabilmesinin bir diğer koĢulunun ekonomik kalkınmayı gerçekleĢtirmek olduğu da aynı yıllarda gündeme gelmiĢtir. Gerek Doğru Yol, gerekse Söz gazeteleri bu yönde de halkı uyarıcı makaleler yayımlıyorlardı. Meclis-i Milli toplantısında alınan kararlara uygun bir uğraĢ vermek için ada dıĢına çıkması engellenince Müftü Ziyai Efendi, 1924 yılında Kıbrıs Türk Cemaat-ı Ġslamiyesi adında bir örgüt kurmuĢtu. Böylece Kıbrıs Türkleri, yüzyıllardan beri alışılagelen „İslam‟ ve „Osmanlı‟ kelimeleriyle tanımlanmak yerine, ilk kez Türk Toplumu olarak tanımlanmıştır. Bu ilginç gelişme, hiç kuşkusuz Mustafa Kemal‟in Anadolu‟daki Kurtuluş Savaşı‟nı zaferle sonuçlandırarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni kurmuş olması ve Türk milliyetçiliğinin başarılı sonuçlar alarak Türk olmakla gurur duyan bir toplum yapısının milli ruh, milli hedef, milli devlet esasına yönelmesinden esinlenmiştir.

1500

15 Ekim 1930‟da yapılan Yasama Meclisi seçimleri, Türk toplumu içindeki „Halkçı‟ ve „Evkafçı‟ olarak adlandırılan iki kesim arasında çok çekiĢmeli ve hayli tartıĢmalı geçti. Halkçıların önderliğini Necati Mısırlızade (Özkan) yapmaktaydı. Evkafçıların önderi ise Evkaf Murahhası, Yasama ve Ġcraat Meclisi üyesi Mehmet Münir‟di. Kıbrıs Valisi Storrs, toplumun bu iki siyasi kanadı içinden Mehmet Münir tarafına büyük destek vermekteydi. Valinin karĢı tarafı desteklemesine karĢın 15 Ekim 1930‟da yapılan seçimleri Halkçılar kazandı. Böylece LefkoĢa-Girne kazaları adayı Mehmet Münir seçimi kaybetti. Onun yerine Necati Mısırlızade Yasama Meclisi‟ne seçildi.9 Kıbrıs Türk halkının ezici çoğunluğunun, bu ulusal kavgada, haklarını geri alma ve varlığını koruma savaşımında Halkçıların yanında yer alması cesaret ve umut vericiydi. Bu esnada, toplumun aydın kesimi de ağırlığını Halkçılardan yana koymuĢtu. Lise öğrencileri ise, Halkçı hareketin birer militanı gibi köylerde, kentlerde aydınlatıcı eylemlerde bulunmaktaydı. Toplum içinde genç bir avukat olarak kendine özgü fikirleri, cesur ve atak davranıĢları, gözüpek karakteri ve ilerici görüĢleriyle dikkat çekmeye baĢlayan Mehmet Rifat (Con Rifat) da Halkçı liderler yanında yerini aldı. Con Rifat‟ın, 11 Nisan 1933‟te yayımlamaya baĢladığı haftalık Masum Millet gazetesiyle Halkçılara katılması, Evkafçılara ve iĢbirlikçilere karĢı giriĢilen savaĢımda önemli bir güç kaynağı oluĢturdu. Masum Millet, daha ilk sayısından itibaren sömürge yönetimi ve iĢbirlikçilerine sert saldırılarda bulunmaya baĢladı. Lozan‟da, Misak-ı Milli (Ulusal SözleĢme) sınırları dıĢında kalan Türk topraklarının elden çıkıĢını korumak olanağı yoktu. Nitekim Kıbrıs‟ın artık hukuken de Ġngilizlerin elinde kalması bu antlaĢma ile kabul edildi. Lozan AntlaĢması‟nın doğrudan doğruya Kıbrıs‟la ilgili olan 3 maddesi vardır. Bunlar 16, 20 ve 21. maddelerdir. 16. madde ile Türkiye, Lozan AntlaĢması‟yla belirlenen sınırlar dıĢındaki tüm toprakları üzerindeki haklarından vazgeçmektedir. Bunun sonucu, Türkiye‟nin Kıbrıs üzerinde hukuki bir hakkı kalmamıĢ oluyordu. Fakat, bu madde içinde yer alan ve adaları ilgilendiren bir ifade vardır ki, adaların geleceğinin ilgililer tarafından saptanacağı koşulunu getirmektedir. Buna göre, Ġngilizlere bırakılan Kıbrıs‟ın da gelecekteki statüsü belirlenirken, bunun ilgililer tarafından saptanması gerekmekteydi. Kıbrıs‟la yakından ilgisi olan tarafların ise, her şeyden önce Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, daha sonra da bu iki toplumun anavatanları olduğu gerçeği dikkate alındığında, Lozan‟ın 16. maddesinin Kıbrıs‟ın geleceğinin saptanmasında Türk tarafına eşit bir hak tanıdığı ortaya çıkmaktadır. 20. maddede, “Türkiye Hükümeti Kıbrıs‟ın Britanya Hükümeti tarafından 5 Kasım 1914‟te ilân edilen ilhakını tanıdığını beyan eyler” denilmektedir. 21. maddede ise, Kıbrıs‟ta Türk tâbiyetindeki (uyruğundaki) insanların Ġngiliz vatandaĢlığına geçiĢlerini bazı koĢullar içerisinde hükme bağlamaktadır. Buna göre, Türk vatandaĢı olarak kalmak

1501

veya Ġngiliz uyruğuna geçmek için Kıbrıslılara iki yıllık bir süre tanınmıĢtı. Türk vatandaĢlığını korumak isteyenler bu süre zarfında karar vermek ve karar verdikten bir yıl sonra da adayı terk etmek zorunda kalmaktaydılar. Kıbrıs‟ın TaçKolonisi Olması Ġngiliz parlâmentosu, 16 Ağustos 1924‟te Lozan AntlaĢması‟nı onayladı. 10 Mart 1925‟te ise, Kral Beşinci Corç, (V. George) Kıbrıs‟ın İngiltere‟nin bir Taç kolonisi olduğunu ilân eden beratı (letters patent) imzaladı.10 Bu beratla birlikte adadaki en yüksek Ġngiliz yöneticisi, artık Yüksek Komiser değil, vali olarak anılmaya baĢlandı. Bu durum, aslında Kıbrıs‟ın statüsünde önemli bir değiĢikliğe neden olmadı ve 1960‟da iki toplumlu bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluncaya kadar devam etti. Adanın Ġngiliz Taç Kolonisi olmasıyla birlikte anayasasında da değiĢiklik yapılmıĢtı. Bu anayasa değiĢikliği, 10 Mart 1925 tarihli Taç Kolonisi Beratı ile (Letters Patent) birlikte 1 Mayıs 1925‟te Sarayönü‟nde (Atatürk Meydanı) düzenlenen bir törenle halka açıklandı ve aynı gün, resmi gazetede (The Cyprus Gazette‟de) yayımlandı. Yeni anayasaya göre Mecliste Rum üye sayısının, Türk ve resmi üyelerin toplamıyla eşitlenmesinin devamı, yönetimin Rumların eline geçmesini önlemek ve iki toplumla hükümet arasındaki dengeleri korumak, iki toplumun birbirleri üzerinde egemenlik kurmalarını önlemek, böylece adanın geleceği yönünden iki toplumluluk esasının devamı ve gözetilmesi ilkesinden kaynaklanmaktaydı. Nitekim, adanın bağımsızlığını sağlayan 1959-60 Kıbrıs AntlaĢmaları hazırlanırken de bu ilkeler özenle dikkate alınmıĢ, Kıbrıs Cumhuriyeti anayasası da iki toplumun siyasi eşitliği esasına dayandırılmıĢtı. 15 Ekim 1930 Kavanin Meclisi seçimlerinde, Rumlar Enosis çığırtkanlığını ve hükümete karĢı çeĢitli eylemler baĢlatılması kampanyasının öncülüğünü üstlenen fanatik adayları seçmek suretiyle, Vali Storrs‟a karĢı sertlik politikasını öne çıkardılar. Öte yandan 1930 seçimlerinin yapıldığı gün, adayı ziyaret eden Sömürgeler Bakanlığı MüsteĢarı Dr. Drummond Shiels, Yunan bayrakları ve Enosis sloganlarıyla karĢılandı. Yeni seçilen Yasama Meclisi üyeleriyle 20 Ekim günü Meclis‟te bir toplantı düzenleyen Shiels‟e Rum üyeler, Yunan konsolosu ile birlikte hazırladıkları bir muhtıra sundular. Bu muhtırada, plebisit sonucu halkın ulusal duygularının ve kararının kanıtlanabileceği, adanın Yunanistan‟a ilhakı ile buradaki Türk azınlığı ile bu azınlığın kurumlaşan haklarının ve ayrıcalıklarının tehlikeye düşmeyeceği, çünkü Yunanistan‟ın kendi yönetimindeki azınlıklara saygılı davrandığı ve Kıbrıs‟taki azınlık haklarının özel koruma altına alınabileceği belirtilmekteydi. Halbuki Girit ve Tesalya katliamlarının üzerinden henüz çok zaman geçmemiĢti.

1502

Kavanin Meclisi Türk üyesi M. Zeka‟nın Türk üyeler adına Shiels‟e sunduğu muhtırada ise, Müftülük makamının yeniden ihdası (kurulup yaşama geçirilmesi), ġeriye Mahkemelerinin yeniden düzenlenmesi ve Evkaf‟la ilgili Konsey kararının (Order in Council) iptali gibi isteklere yer verilmekteydi. Shiels‟in, gerek Yasama Meclisi‟nde, gerekse gittiği her yerde Rumların “Enosis ve sadece Enosis” sloganları ve Yunan bayraklarıyla karşılandı.11 Shiels‟in Limasol‟u ziyareti esnasında yaptığı bir konuĢmada oradaki Rum halkına “Kıbrıslılar” olarak hitap etmesi Rumların tepkilerine neden oldu. Rum ileri gelenleri Shiels‟e Kıbrıs‟ta bir Kıbrıs milleti bulunmadığını ve kendilerinin Helen olduğunu söyleyerek, “Biz Helenizmin en temiz ve en gerçek bir uzvuyuz” dediler.12 Bu mentalite Rumlar arasında, 1960 yılında bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam etti. 1960 AntlaĢmalarının imzalanmasından kısa bir süre sonra, ilk CumhurbaĢkanı BaĢpiskopos Makarios, “bu anlaşmalar bir devlet yarattı ama bir millet yaratmadı” diyerek „Kıbrıslılık‟ kavramına karĢı çıktı ve Rumların Helen ırkının bir parçası olduğunu vurguladı. Bugün de, Kıbrıslı Rumların „Kıbrıslılık‟ kavramına karĢı olduklarına ve kendilerini „Kıbrıslılar‟ olarak değil, fakat Kıbrıs‟taki Helen halkı olarak tanımladıklarına çeĢitli vesilelerle ve sık sık tanık olmaktayız. RumlarınĠsyanı ve Vali Konağı‟nın Yakılması Vali Storrs zamanında Enosis için Rumlar bir isyan hareketi baĢlattı. Bu baĢkaldırı, adanın Ġngilizlere devredildiği 1878 yılından beri devam eden ve Yunanistan‟la birleĢmeyi (Enosisi) hedef alan eylemlerin, giriĢimlerin ve kıĢkırtmaların bir sonucuydu. 1931 ayaklanmasının en önemli yanı, Rumların Enosis emellerini gerçekleĢtirmek veya adada tam bir Rum egemenliği kurmak için tedhiĢe, teröre ve kanlı eylemlere baĢvurmaktan kaçınmayacaklarını, ayrıca bunun için içten ve dıĢtan sürdürülen kıĢkırtmalara (provokasyona) açık bir toplum olduklarını göstermesidir. 20 Ekim 1931 günü Limasol‟da yapılan enosis mitingi, isyan hareketinin ilk kıvılcımı oldu. Piskopos Milonas bu mitinge Yunan bayrakları taĢıyan büyük bir araba konvoyu ile gitti. Limasol stadyumunda toplanan 3 bin kiĢilik bir topluluğa hitap ederek sömürge yönetimine karĢı direniĢe geçilmesini istedi. Daha sonra Enosis adındaki spor kulübüne gidildi. Milonas, kulübün balkonundan yaptığı konuĢmada Ģöyle dedi: “Tanrı ve halk adına Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakını ilân ediyorum. Helen bayrağı altında özgürce yaşamak istediğimizi yabancı yöneticilere göstermek zamanı gelmiştir. İlhak çok yaşasın!” Limasol‟da yer alan bu olayların LefkoĢa‟da duyulması üzerine, aĢırı milliyetçi Rum kurum ve kuruluĢları, gençlik örgütleri, milliyetçilikte Limasol Rumlarından daha geride olmadıklarını kanıtlamak ve de artık eylem zamanının geldiğini Ġngilizlere göstermek için harekete geçtiler.

1503

Bu geliĢmeler karĢısında, Rum Yasama Meclisi üyeleri toptan istifa ettiler. LefkoĢa‟daki kilise çanları çalmaya, Rumlar gösterilen yerlerde toplanmaya baĢladı. Dükkânlar, iĢyerleri Rum gençleri tarafından kapatıldı. Ticaret klübü önünde toplanan 3 bin kiĢiyi aĢkın kalabalığa kıĢkırtıcı konuĢmalar yapıldı. Bu esnada “vali konağına… vali konağına” Ģeklinde sesler yükseldi. Lefkoşa papazlarından Dionisos Kikkotis, elinde bir Yunan bayrağı olduğu halde öne fırladı ve “ihtilâl” ilân etti. Bir başka Rum, Yunan bayrağını öperek “vali konağına” diye bağırdı. Halk da aynı sloganı tekrarlayarak yürüyüĢe geçti. Önde papazlar ve öğrenciler, arkalarında ise binlerce Rum ellerindeki değnekler, odun parçaları, taĢlar ve daha baĢka tahrip edici Ģeyler olduğu halde “Enosis ve Sadece Enosis” sloganları atarak vali konağının önüne kadar geldiler. Buradaki polisleri döverek etkisiz hale getirdiler; ardından da taĢlarla, sopalarla binaya saldırdılar; camları kırdılar… Birkaç gösterici bu esnada dama tırmandı ve vali konağına Yunan bayrağını çekti. Dört otomobil içinde 22 kiĢilik ikinci bir polis takviyesi geldi ama onlar da çaresiz kalınca, göstericiler kırılan pencerelerden binaya girdiler; Sömürge Müsteşar vekilinin arabasını ve ikinci polis takviyesini getiren 4 arabadan 3‟ünü ateşe verdiler. Böylece yakıp yıkma bir isteriye dönüĢtü. Gözü dönmüĢ göstericiler, kırılan pencerelerden binanın içine yanıcı maddeler ve ucu tutuĢturulmuĢ odun çubukları, bez parçaları atmaya baĢladılar. Polis ateĢ açarak göstericileri dağıtmayı baĢardı ama, bu esnada vali konağı da iyice tutuĢtu, alevler hertarafı saardı. Zaten ahĢap olan bina birkaç dakika içinde yanıp kül oldu. Vali Storrs, canını güçlükle kurtarıp Sömürge MüsteĢarının evine taĢınınca ilk iĢ olarak Mısır‟daki Ġngiliz askerlerinden takviye istedi. Akdeniz‟deki İngiliz donanma komutanına da bir telgraf göndererek birkaç zırhlı savaş gemisi gönderilmesini rica etti. DıĢarıya gönderilen telgraflara sansür uygulanmasını emretti. Ġngiliz kamu görevlilerine silah dağıtıldı. Geceleri sokağa çıkma yasağı konuldu. Toplantılar ve ateĢli silâh bulundurmak yasaklandı. Trodos‟taki Ġngiliz askerlerinin bir bölümü LefkoĢa‟ya getirildi. Yasama Meclisi ve okullar kapatıldı. LefkoĢa‟ya ve diğer kasabalara giriĢ-çıkıĢlar denetim ve hükümet binaları koruma altına alındı. Tüm bu önlemlere karĢın, Lefkoşa‟da başlayan isyan hareketi ertesi günü diğer kasabalara ve hatta bazı köylere yayıldı. Hükümet binalarını, kaymakamların oturduğu evleri, bazı köprüleri, kamu araçlarını yakma, yıkma ve sabotaj hareketleri bir süre daha devam etti. Vali Storrs‟un çağrısı üzerine, 23 Ekim günü, 4 Ġngiliz savaĢ gemisi adaya geldi. Bunlardan çıkan askerler, gruplar halinde kasabalara dağıldılar. 25 ve 26 Ekim‟de birkaç savaĢ gemisi daha geldi. Böylece adanın tüm limanları denetim altına alındı.

1504

Girne‟de en ciddi olay 24 Ekim‟de meydana geldi. Yunan uyruklu Girne piskoposu ve peĢinden gidenler, Girne hükümet binalarının bulunduğu yere geldiler. Orada direğe çekili İngiliz bayrağı, gösterici Rumlar tarafından indirilip parçalandı ve yerine Yunan bayrağı çekildi. 24-25 Ekim günleri, Mağusa kasabasında da olaylar oldu. 24 Ekim‟de 8 bin kiĢilik bir Rum kalabalığı, bölgenin kıdemli papazının kıĢkırtıcı konuĢması üzerine hükümet binalarına saldırdı. Maraş Polis karakolunun pencereleri ve kapıları kırıldı; içindeki eşyalar sokağa atıldı. Emniyet Vali Storrs‟un raporuna göre, 70 Rum köyünde hükümet binalarına ve tesislere büyük zarar yapılmıĢtı. 389 köyde, daha küçük çapta tahribat yapıldığı saptandı. Storrs, hükümet binalarından büyük çapta yağma ve hırsızlık yapıldığını, Larnaka tuz gölünden çok miktarda tuz çalındığını bildirmiĢti. Vali Storrs, Londra‟nın onayını aldıktan sonra, isyan hareketinin ele baĢlarını tutuklamaya baĢladı. Tutuklananlar derhal savaĢ gemilerine gönderildi. Ġsyanın lideri durumundaki Kitium Piskoposu Milonas, Limasol‟da düzenlenen bir operasyonla ele geçirilip Limasol önlerindeki İngiliz zırhlısına götürüldü. Tutuklanmaların duyulması üzerine, LefkoĢa‟da ve diğer kasabalarda gösteriler yapıldı; olay protesto

edildi.

LefkoĢa

elektrik

santralına,

Sarayönü‟ndeki

mahkeme

binalarına,

merkezi

hapishaneye saldırılar oldu. Kalabalık dağılmayı reddedince polis ateĢ açtı; bazıları yaralandı. İsyancı liderler, yaşam boyu sürgün cezasına çarptırılarak 3 Kasım 1931 tarihinde İngiltere ve Cibraltar‟a doğru yola çıkarıldılar. Toplam olarak 10 kiĢi sürgüne gönderildi. Bunlar arasındaki Girne piskoposu Yunan vatandaĢı, diğerleri ise Kıbrıs sömürge vatandaĢıydılar. Yasama Meclisi‟ni fesheden Kraliyet Konseyi kararının ardından Vali Storrs bu karara dayalı olarak 3 yasa çıkardı. Bunlardan birincisi, izinsiz bayrak çekmeyi veya sergilemeyi yasaklamaktaydı. İkinci yasa, kilise çanlarının çalınmasını izne bağlamaktaydı. Üçüncü yasa, köy yöneticilerini (muhtarları) atama yetkisini Vali‟ye vermekteydi. Böylece Türk döneminin uyguladığı „Millet‟ sistemine dayalı özerklik ortadan kaldırıldı ve muhtarların köy halkı tarafından seçimi yöntemine son verildi. Vali‟nin, 21 Aralıkta çıkardığı bir baĢka yasa, yapılan zarar ziyanın bunu yapanlarca ödenmesi veya aynen yerine getirilmesini öngörmekteydi. Bu yasanın verdiği yetkiye dayanarak, sorumluların ödemesi için saptanan zarar miktarı, 34,315 sterlin olarak belirlendi.13 10-12 gün kadar devam eden ayaklanma hareketi ve saldırılar esnasında güvenlik kuvvetlerinin açtığı ateĢ sonucu, göstericilerden 10 kişi öldü, 30 kişi yaralandı. Yaralanan 38 polisten 15‟i Rum, 23‟ü ise Türktü. Adaya geldiği günden beri kıĢkırtıcı faaliyetlerde bulunan Yunan Konsolosu Aleksi Kiru, bir daha, Ġngiliz Ġmparatorluğu‟nun hiçbir yerinde görev yapmasına olanak tanınmaması koĢuluyla istenmeyen adam ilân edildi ve Yunan hükümetince geri çağrıldı.

1505

1931 isyanı esnasında, Türk toplumu hiçbir Ģekilde bu harekete katılmamıĢ, aksine emniyet kuvvetlerinin en az yarısı Türk polislerden oluĢtuğu için, isyanın bastırılmasında Türk polisler, görevleri gereği, Ġngiliz askerlerine yardımcı olmuĢlardı. Evkaf Murahhası Mehmet Münir, Ġngilizlerin, adadaki eğitim ve öğretimi daha sıkı Ģekilde denetim altına almalarını önerdi; esas sorunu öğretmenlerin yarattığını ileri sürdü. 75 bin Kıbrıslı Türkün enosise Ģiddetle karĢı olduklarını da belirtti. İngiliz yönetimine karşı başkaldıran, adada günlerce bir isyan havası estiren, hükümet binalarını yakıp yıkan Rumların bu hareketine sanki Kıbrıs Türk halkı da katılmış gibi, alınan baskı önlemleri bize karşı da aynen uygulamaya konuldu. Özgürlükleri kısıtlayan ve ağır bir baskı dönemi yaratan bu önlemlerin baĢlıcaları arasında, basına sansür ve diğer kısıtlamalar getirilmesi, muhtarların seçim yerine sömürge hükümeti tarafından atanması, ulusal Türk ve Yunan bayraklarının çekilmesinin yasaklanması ve özel izne bağlanması, siyasi partilerin kapatılarak her türlü siyasi faaliyetin durdurulması, Türk ve Yunan tarihinin okullarda okutulmasına son verilmesi de vardı. Bu önlemlerin, İngilizlere karşı ayaklanarak adayı Yunanistan‟a katmak için şiddete başvuran Rumlar yanında, İngilizleri desteklemiş olan Türk halkına karşı da aynen uygulanması büyük bir haksızlıktı. Suçlu yanında suçsuzun da aynı ölçülerde cezalandırılması, Ġngiliz adaletine yakıĢmıyordu. Bu nedenle, Kıbrıslı Türkler arasında hayal kırıklığı ve üzüntü yarattı; protesto ve tepkilere yol açtı. Ama Yunan hayranı Vali Sir Ronald Storrs ve Ġngiliz Sömürgeler Bakanlığı, aldıkları baskı kararlarının uygulanmasında azimliydiler ve özgürlükleri kısıtlama eylemlerini büyük bir kararlılıkla her iki toplum için de uygulamaya koydular. Ġngiliz yazarı Nancy Crawshaw, bu önlemlerin ve kısıtlamaların 1931 isyan hareketine hiçbir Ģekilde katılmayan ve her zaman hükümete destek veren Kıbrıslı Türklere de, uygulanmasını eleĢtirmekte ve bu durumun Türkleri, seçilmiĢ temsilcileri aracılığıyla kendi seslerini duyurma olanağından yoksun bıraktığını belirtmektedir.14 Ġkinci Milli Kongre Halkçı liderler, Kemalist düĢünceye karĢı açık tavır alan Vali Storrs ve sömürge yönetiminin iĢbirlikçileri karĢısında daha da örgütlü, daha da güçlü olmak için yeni bir demokratik hamle yapmaya karar verdi. Bu kavga, yasal zeminde ve demokratik yöntemlerle sürdürülmeliydi. Yapılacak iĢ ise, halkın temsilcilerinin katılımı ile ikinci bir Milli Kongre toplamak ve mücadele programını orada onaylatmaktı. Kongre‟ye çağrıyı, Yasama Meclisi üyesi ve Halkçı hareketin lideri Necati Özkan üstlendi. 20 Nisan 1931 tarihli çağrıda, Kurban Bayramı‟nın 4. günü olan 1 Mayıs Cuma, sabah saat 10‟da Lefkoşa‟da kendi evinde yapılacak toplantıya adanın her tarafından gelecek temsilcilerin katılması istenmekteydi.15 1 Mayıs 1931 Cuma günü toplanan Milli Kongre‟nin, Ulusal KurtuluĢ SavaĢı‟nın hazırlık çalıĢmaları yapılırken Mustafa Kemal‟in topladığı Erzurum ve Sivas Kongrelerinden esinlendiği

1506

söylenebilir. Nitekim Vali Storrs, Milli Kongre toplanacağı haberi üzerine Necati Bey ve diğer halk liderlerini sıkı bir gözetim altına almıĢ ve onun köyleri dolaĢarak “ulusal Türk duygularını körükleyen” giriĢimlerini daha yakından izlemeye baĢlamıĢtı. Necati Bey‟in çağrısına uyan halk temsilcileri, temsil ettikleri köy ve kasaba halkından aldıkları ve onları temsil yetkisini kanıtlayan imzalı vekâletnamelerle 1 Mayıs günü Lefkoşa‟ya akın ettiler. 6 saat kadar devam eden kongrede, toplumun sorunları tartıĢılmıĢ, kararlar alınmıĢ ve bu kararları uygulamak üzere demokratik yöntemle 9 kiĢilik bir “Heyet-i Merkeziye” (Merkez Heyeti) ve müftü seçimi yapılmıĢtır. Kongrede alınan kararlar 6 maddeden oluĢmaktadır. Bu kararlar, bugünkü dille ve özet olarak Ģöyledir: 1) Kongre, Kıbrıs Türk toplumunun orta dereceli eğitim konusunda diğer toplumların sahip bulundukları hukuk ve ayrıcalıklara aynen kavuĢmak hakkının tamamıyla bilincindedir ve bunu en yüksek bir arzu ile istemektedir. 2) Adanın Türk halkı, müftülüğün dini yönden gerekli olduğunu ve diğer toplumlar gibi bir dini lidere büyük gereksinimimiz bulunduğunu pek derin bir Ģekilde hissetmekte olduğundan müftülük makamını her türlü etki ve nüfuzdan uzak ve toplumca seçilmesi koĢuluyla yeniden yaĢama geçirir. 3) ġeriye Mahkemelerinin bağımsız kalması ve eskiden olduğu gibi maaĢlarının genel bütçeden ödenmesi gerektiğini hükümete hatırlatır ve bu konuda hükümetin toplum hukukuna saygılı davranmasını bekler. 4) Kongre, Ġslam Evkafı‟nın sırf toplum malı ve ecdadımızın hayırlı maksatlar için ve eğitim sevgisi nedeniyle oluĢturdukları bir toplum kurumu olması itibariyle, yönetiminin de topluma ait bulunduğu inancındadır. 5) Kongre, aldığı kararları hükümet nezdinde izlemek ve sonuçlandırmak, ileride ortaya çıkacak toplum meselelerini gözden geçirmek ve gereken giriĢimleri yapmak üzere oluĢturulan Merkez Heyeti‟ne tam ve kesin yetki ile vekâlet verir. Merkezi Heyet, ada Türklüğünü ilgilendiren tüm meselelerde söz söylemek, kararlar almak, genel yararlara aykırı hareketlere, uygun Ģekilde, engel olmaya çalıĢmak görevlerini de yerine getirecektir. 6) Kongre, toplumun açık hakkına ve sömürge müsteĢarının 1931 Kavanin Meclisi oturumlarının birinde Türk toplumunun müftü seçmek hukuk ve özgürlüğüne sahip olduğuna iliĢkin sevindirici demecine dayanarak, bugün bu mevkii iĢgâl etmek ve Kıbrıs Türk toplumunun dini lideri olmak üzere, Baf kasabasında avukatlık yapan Ahmet Sait Efendi‟yi Müftü seçtiğini ilân eder ve hükümetin bu seçimi tanıması dileğinde bulunur.”16 Mesleki ve SiyasiÖrgütlenmeye GeçiĢ ve Anavatan‟la ĠliĢkilerde Canlanma

1507

Ġkinci Ulusal Kongre‟de alınan kararlar, 1931 isyanı sonucu baĢlayan baskı dönemi nedeniyle yaĢama geçirilememiĢ, toplumdaki halk hareketi yeniden engellenmiĢti. 1931-1943 yılları arasında devam eden baskı döneminin son yıllarında yer alan Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın yarattığı durum ve endiĢeler de yeni toplumsal örgütlenme giriĢimlerinin bir süre daha ertelenmesine neden oldu. 1942 yılından itibaren savaĢı Ġngilizlerle müttefiklerinin kazanacağı anlaĢılınca, buna paralel olarak adadaki baskı rejiminde yumuĢamalar oldu. Bu yumuĢama ortamından her iki toplum da yararlanmaya çalıĢtı ve örgütlenme giriĢimlerine yeniden hız verme sürecini girdi. 1943 yılında Kıbrıs Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) kuruldu. Kıbrıs Türk iftçileri, aynı yıl Rumlardan ayrılarak kendi örgütlerini oluĢturdu. Türk iĢçileri de aynı davranıĢ içine girip kendi birliklerini kurma giriĢimlerini baĢlattı. 1943 yılının Nisan ayı baĢlarında Ġngiliz Lordlar Kamarası‟nda Sömürgeler Bakanı, yakın bir gelecekte Kıbrıs‟a özerk yönetim statüsü önereceklerini açıkladı. Bu açıklama derhal Rum liderlerini harekete geçirdi ve özerklik yerine Yunanistan‟a ilhak istediklerini belirten çeĢitli eylemlere giriĢmelerine neden oldu. Ġlhak yaygarası, yeniden yaygın ve etkili biçimde canlandırıldı. Aynı yılın Mart ayında yapılan belediye seçimlerinde rakip Rum adaylar Enosis ve milliyetçilik konusunda birbirleriyle yarıştı.17 Bu gidiĢat Türk toplumunda ciddi endiĢeler yaratmaya baĢladı. SavaĢ biter bitmez Kıbrıs‟ta ciddi değiĢiklikler yapılması düĢünüldüğü resmi olarak açıklandığına göre, bu geliĢmelerin içinde örgütlü olarak yer almak gereği konuĢulmaya baĢlandı. Ġngilizler de, Rumlara karĢı Türk toplumunun örgütlü olmasını, yeni dönemde dengelerin korunması yönünden yararlı görmekteydi. Bu nedenle, Vali‟nin Evkaf Murahhası Mehmet Münir ve bazı ılımlı kiĢilere bu yönde telkinlerde bulunduğu anlaĢılmaktadır. Nitekim 1943 yılı Nisan ayında, Evkaf Murahhası M. Münir, bir siyasi örgüt kurulması için giriĢimlerde bulundu; Türk toplumunun ileri gelenleriyle temasa geçerek Evkafın bu örgütlenme iĢinde yardımcı olacağını duyurdu. Mehmet Münir‟in, o dönemde sömürge yönetiminin en çok güvendiği bir kiĢi olması nedeniyle, Kıbrıs‟la ilgili ciddi geliĢmeler olacağını bildiği için bu giriĢimleri baĢlattığı görüĢü halk arasında yaygınlaĢtı ve bu siyasi örgütlenme gereksinimi destek gördü.18 Böylece ortam hazırlanınca LefkoĢa Belediye Meclisi‟ne yeni seçilen 4 Türk üye, yani M. Necati Özkan, Dr. Fazıl Küçük, Necmi Avkıran ve ġükrü Veysi, siyasi bir örgüt oluĢturmak üzere, 18 Nisan 1943‟te LefkoĢa‟da Evkaf binasında bir toplantı yapılması için ortak çağrıda bulundular. LefkoĢa‟nın çeĢitli meslek sahiplerinden, zanaatkar ve esnaf temsilcileri ile ileri gelenlerinden oluĢan 76 kiĢi, 18 Nisan 1943‟te toplandı ve KATAK adında bir siyasi kuruluĢ oluĢturuldu. Halkın büyük coĢku ve desteğiyle hızlı bir örgütlenme süreci içine giren KATAK, daha birinci yılını tamamlamadan ada çapında 200 kadar Ģube kurmayı ve o günün koĢulları içinde bir servet

1508

sayılan iki bin Kıbrıs lirası yardım toplamayı baĢardı. Fakat ne yazık ki, bu hız, bu baĢarı kısa süreli oldu. Yeni kurulan siyasi partiler, KATAK‟ın ılımlı ve sömürge yönetiminin paralelindeki faaliyetlerini eleĢtirerek, daha atak, daha kiĢilikli bir siyaset izlenmesi yolunu seçtiler. Bu yeni akımın baĢında Dr. Fazıl Küçük vardı. Nitekim, KATAK‟tan ayrılarak bazı arkadaĢları ile 23 Nisan 1944‟te Kıbrıs Türk Milli Halk Partisi‟ni kurdu; böylece toplumun siyasi yaĢamında yeni bir odak noktası oluĢturdu. Dr. Küçük‟ün bu siyasi hareketinin belli başlı özelliği, toplum haklarını korumak için sömürge yönetimine karşı açtığı savaşım ve bu savaşımda milliyetçi duyguları öne çıkarmasıdır. 1949‟da, KATAK ile Dr Küçük‟ün kurduğu parti birleĢerek „Kıbrıs Milli Türk Birliği‟ adını aldı. Böylece, Kıbrıs Türk toplumunu siyasi alanda artık bu parti temsil etmeye baĢladı. 1950‟li yılların baĢlarında Necati Özkan‟ın kurduğu „İstiklal Partisi‟ ise uzun ömürlü olamadı ve bir süre sonra kapandı. Necati Özkan ve partisinin siyaset sahnesinden çekilmesi üzerine Dr. Küçük ve partisi, Kıbrıs Türklerinin temsilcisi olarak etkin bir rol oynamaya baĢladı. Rumlarla Türklerin birlikte üye olduğu karma sendikalarla meslek örgütlerinin, her iki topluma ait üyelerinin, sendikal ve diğer sosyal ve ekonomik haklarını korumak esas uğraĢının dıĢına çıkmamaları gerekiyordu. Ama öyle olmadı ve bu müşterek örgütler, Türklerin ulusal duygu ve düşüncelerine ters düşen siyasi faaliyet ve etkinliklere, hatta enosis propagandasına giriştiler. Böylece, kısa sürede, Türk üyeler arasında huzursuzluk ve güvensizlik yarattılar ve ayrılmalara neden oldular. Bu yönde ilk harekete geçenler, Niyazi Dağlı baĢkanlığındaki 12 Türk dülger oldu. Bunlar, üyesi bulundukları Rum sendikasından 1942 yılı sonlarında ayrılarak Türk Amele Birliği‟ni kurdular. Ġlkin 12 kiĢiyle kurulan bu birlik, bir yıl içindeki baĢka katılımlarla 1943‟te Yapıcı ve Amele Birliği adını aldı. Rum sendikalarından esas kopma ise, 1944 yılı Ağustos ayında oldu. Bu kopmanın önderliğini faal bir sendikacı olan Hasan Şaşmaz yaptı ve Rum sendikasından ayrılanlarla 22 Ağustos 1944‟te Güneş Türk İşçi Birliği‟ni kurdu. 15 Ekim 1944‟te Niyazi Dağlı ve arkadaĢları da Hasan ġaĢmaz‟ın kurduğu birliğe katıldılar. Böylece oluĢturulan yeni örgütün adı Lefkoşa Türk İşçiler Birliği oldu. Bu birliğin amacı, adadaki tüm Türk iĢçilerini bir çatı altında örgütlemek Ģeklinde belirlendiği için, 1945 yılı esnasında diğer kasabalarda da benzer iĢçi birliklerinin kurulmasına önayak olundu. Tüm bu iĢçi birlikleri, aynı yıl Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu adı altında birleĢerek etkin ve güçlü bir sendikanın oluĢmasını gerçekleĢtirdiler.

1509

1950‟li yıllarda, EOKA‟nın Kıbrıslı Türklere dönük terör eylemlerine de baĢlaması ve toplumlararası çatıĢmaların yarattığı can ve iĢ tehlikesi nedeniyle, Türk iĢçi hareketi de daha örgütlü bir döneme girdi. 1957 yılında TÜRK-SEN kurularak tüm işçi birliklerimiz bir çatı altında toplandı ve mücadele yıllarında, ulusal davamızın gerektirdiği şekilde, Kıbrıs Türk liderliğinin gösterdiği yolda faaliyetlerini sürdürdü. ĠĢçilerimizin örgütlenmesi gibi çiftçilerimizin de bir birlik çatısı altında toplanarak hem kendileri hem de Kıbrıs Türklerinin davası için yararlı faaliyetlerde bulunmaya baĢlamaları aynı yıllarda, aynı günlerde olmuĢtur. Kıbrıs‟ta ilk iftçiler Birliği, 1942 yılı Haziran ayında Kiracıköy‟de Türklerle Rumların biraraya gelerek yaptıkları toplantı sonucu kuruldu. Adına da, Kıbrıs Çiftçiler Birliği denildi. Siyasi bir yanı olmayacağı düĢüncesiyle, ilkin Türk çiftçiler de, bu birliğin çatısı altında, sırf mesleki menfaatlerini korumak için yer almakta bir sakınca görmediler. Yapılan ilk toplantıda, 12 kiĢilik Merkez Yönetim Kurulu‟na (MYK) 3 de Türk seçilmiĢti. Türk çiftçilerin bu örgütten ayrılmalarına yol açan olay, 30 Nisan 1943‟te yapılan ikinci BEK Kongresi‟nde, Rumların Yunan ve Ġngiliz bayrakları yanına Türk bayrağını da çekmeyi reddetmesiyle baĢladı. Kongreye 90 Türk çiftçisinin de üye ve delege olarak katıldığı, ayrıca 3 Türk çiftçisinin de Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyesi olmasına karĢın Rum MYK üyeleri, hem Türk bayrağının çekilmesini kabul etmedi hem de konuĢmaların Rumca ise Türkçeye, Türkçe ise Rumcaya çevrilmesine karĢı çıktı. Bu da yetmiyormuĢ gibi, BEK‟in yıllık faaliyet raporunda, Türk MYK üyelerine sorulmadan Rumların Enosis istemine de yer verildi ve birgün „Anavatan Yunanistan‟la birleşecekleri‟ cümlesi rapora yazılıp kongrede okundu. Türk üyeler derhal buna itiraz ettiler ve iftçiler Birliği gibi mesleki bir kuruluĢun siyasetle uğraĢmaması gerektiğini, üstelik bu gibi tahriklerin Türk çiftçisinin ve halkının ulusal duygularını incittiğini belirttiler; böyle devam edildiği takdirde ayrılarak kendi birliklerini kurmak durumunda kalacakları uyarısında bulundular. Rumlar, bu uyarı karĢısında tutumlarını değiĢtirmediler ve kendi siyasetlerine devam edeceklerini söylediler. Bunun üzerine tartıĢmalar daha da Ģiddetlendi. UzlaĢıp anlaĢmak ve birlikte çalıĢmak yönünde bir sonuç alınamayacağı kesinlik kazanınca, Türk çiftçileri salonu terk etti ve kendi birliklerini kurmaya karar verdi. Ertesi gün, yani 1 Mayıs 1943‟te yapılan toplantıya 73 delege katıldı ve 15 kiĢilik bir yönetim kurulu seçilerek Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği (KTB) kuruldu. Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği, o tarihten itibaren hem Türk çiftçisinin sorunlarının halli hem de ulusal davamız için yıllarca önemli faaliyetlerde bulunan bir örgüt oldu ve yakın tarihimizdeki onurlu yerini aldı.

1510

iftçiler Birliği, Türk çiftçilerinin sorunlarının hallinde köylülere öncülük etmek, kooperatifler eliyle mahsullerini değerlendirmelerini sağlamak, ellerine geçen paraları da borçlarına yatırarak mallarını ipotekten ve zorunlu satıĢtan kurtarmak için onları aydınlatıp teĢvik etmek gibi bir görevle karĢı karĢıyaydı. Bu görevi en iyi Ģekilde yerine getirmek için geceli gündüzlü çalıĢmaya baĢladı KTÇB, 1940‟lı yıllarda, Anavatan Türkiye ile de çeşitli temaslar kurarak Ankara‟ya heyetler gönderdi ve mesleki alanda sıkı ilişkiler kurulması yönünde çaba gösterdi. 1950‟li yıllarda Kıbrıs Türk iftçisinin ve tarım sektörünün gereksinimi olan ziraat mühendislerinin yetiĢtirilmesi için TC. Tarım Bakanı ile temasa geçerek 15 öğrencimize bu alanda burs verilmesini sağladı. TC. Ziraat Bankası‟nın Kıbrıs‟ta Ģube açması için giriĢimlerde bulundu. Bu uğraĢlar sonucu, Kıbrıs hükümetinin TC. Ziraat Bankası‟na izin vermemiĢ olmasına karĢın, 1950‟li yılların baĢlarında onun yerine TC. ĠĢ Bankası adada ilk Ģubesini açmayı baĢardı. KTB, 1940‟lardan itibaren varlığını bugüne kadar sürdürdü ve hem Kıbrıs Türk köylü ve çiftçisinin kalkınmasında hem de ulusal davamıza hizmette baĢarılı çalıĢmalar yaptı.19 Bu esnada, Rumların, Enosis kampanyasına yeni boyutlar kazandırmaları ve dıĢ dünyada yankı yaratan giriĢimleri, Türk toplumunun daha örgütlü, daha dinamik bir sürece girmesini zorunlu kılmaktaydı. 1949 yılına gelindiğinde, bu yönde yapılacak bir giriĢim için ortamın uygun olduğunu gören Ġstanbul‟daki Kıbrıs Okullarından Yetişenler Cemiyeti harekete geçerek gerekli giriĢim ve temasları yapması için Yeşilada dergisi sahibi Hasan Nevzat Karagil‟i görevlendirdi. Ġstanbul‟daki Kıbrıs Cemiyeti Genel BaĢkanı Dr DerviĢ Manizade de bu amaçla Kıbrıs‟a geldi. 8 Eylül 1949‟da KardeĢ Ocağı‟nda büyük bir katılımla yapılan toplantıda ilkin Dr. Manizade, arkasından da Milli Parti genel sekreteri Dr. Küçük ve KATAK BaĢkanı Avukat Fadıl M. Korkut birer konuĢma yaparak tüm kurum ve kuruluĢların federasyon çatısı altında toplanmaları giriĢimini desteklediklerini belirttiler. Kısa sürede tüzük ve program çalıĢması tamamlanarak Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu kuruldu. Böylece kısa adı ile Federasyon olarak bilinen bu kuruluĢ, tüm siyasi ve sosyal kurumlarımızı bir çatı altında topladı. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin 1960 yılındaki kuruluĢuna kadar, Türk toplumunun temsilcisi olarak görev yaptı. Rumların enosis giriĢimleri karĢısında Türk toplumunun sesini duyurmakta etkili çalıĢmalar yapan bu kuruluĢun ilk baĢkanlığını Faiz Kaymak üstlenmiĢti. Ġkinci ve son baĢkanı olarak da 1958 Ocak ayından itibaren Rauf R. Denktaş bu görevi yürüttü. Federasyon, sadece enosise karşı Türk toplumunun sesini duyurmakla kalmamış, siyasi faaliyetleri yanında sosyal, kültürel ve ekonomik yönden toplumun kalkınması için, gerek sömürge yönetimi, gerekse Anavatan nezdinde çeşitli temas ve girişimlerde bulunarak başarılı sonuçlar elde

1511

etmiştir. Evkaf‟ın topluma devrediliĢi, okullarımızın yönetiminde toplumun daha etkili olması, Türkiye‟deki „Kıbrıs Türk Kültür Derneği‟ ile iĢbirliği halinde adada Anavatanın maddi ve manevi katkılarıyla sömürge yönetiminin denetimi dıĢında serbest ortaokullar açılması, Türkiye ile her alanda daha sıkı iliĢkiler oluĢturulup geliĢtirilmesi 1950‟lerde EOKA saldırıları karĢısında göçmen olan köylülerimizin rehabilitasyonu (yeniden yerleştirilmesi), göçmen evleri yapılması gibi çok olumlu, çok yararlı hizmetleri, akla ilk gelenler arasındadır. 1960 yılında, anayasa gereği Türk Cemaat Meclisi‟nin kuruluĢu ve baĢkanlığına Rauf Denktaş‟ın getirilmesi ile federasyonun yetki ve sorumluluk alanına giren tüm toplum iĢleri de bu Meclis‟e devredildiğinden Federasyon‟un iĢlevi fiilen sona ermiĢ, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin kurucu ortağı olan Kıbrıs Türk toplumunun siyasi statüsündeki bu önemli geliĢme ile yeni bir döneme girilmiĢtir. Ġkinci Dünya SavaĢı sona erdikten bir süre sonra, Türkiye ile Kıbrıs arasında Türk vapurlarının düzenli seferler yapmaya baĢlaması, Kıbrıs Türk toplumuyla Türkiye arasındaki iliĢkilere yeni bir ivme kazandırdı. Ardından, kafileler halinde karĢılıklı ziyaretler baĢladı. Bu ziyaretler, Kıbrıs Türkleriyle Türkiye arasındaki iliĢkileri hem hükümet hem halk ve basın düzeyinde sımsıcak bir havaya dönüĢtürdü. KarĢılıklı kafile ziyaretlerinin ilki, 1948 yılı Temmuz ayında yer aldı. Anavatandan gelen bu ilk kafile, öğretmenlerden oluĢuyordu. Ġstanbul‟daki „Öğretmen Okullarını Bitirenler Cemiyeti‟nin düzenlediği 55 kiĢilik bu kafileye CHP orum Milletvekili Hasane Ilgaz, Kadın gazetesi sahibi Ġffet Halim Oruz ve 7 Gün dergisi yazarı Rakım Çalapala da katılmıĢtı. Hasane Ilgaz, bu geziden Türkiye‟ye dönünce, Kıbrıs Türk toplumunun yaĢamı, sorunları ve ulusal bilincini Ankara‟da hükümet ilgililerine duyurdu ve Kıbrıs izlenimlerini yansıtan „Kıbrıs Notları‟ adında bir de kitap yayınladı. Bu kitabında Hasane Ilgaz, Kıbrıs Türklerinin Türkiye‟ye olan büyük bağlılığını, Atatürk devrimlerini hiçbir yasal zorlama olmadan nasıl uyguladığını, eğitim ve öğretimle ilgili sorunlarını duyurarak Türkiye‟de Kıbrıs Türk toplumuna karĢı büyük bir ilgi yaratılmasına önayak oldu. Hasane Ilgaz, ayrıca CumhurbaĢkanı Ġsmet İnönü‟yü de ziyaret ederek gözlemlerini anlatmıĢ, Kıbrıs Türkleri hakkında bilgi vermiĢti. Hasane Ilgaz, Kıbrıs‟la ilgili çalıĢmalarını, bu konudaki giriĢimlerini yıllarca sürdürmüĢ, yazılar yayımlamıĢ, konuĢmalar yapmıĢ ve sesimizi Anavatan‟da duyurmakta etkili olmuĢtur. Bu ilk geziye katılan Rakım Çalapala ve Ġffet Halim Oruz da Kıbrıs izlenimlerini yazarak Türk kamuoyuna yansıttılar. 1948 yazında Türkiye‟den gelen 55 kiĢilik öğretmen kafilesinin ardından, ertesi yıl, Kıbrıs Türk öğretmenlerinden oluĢan 108 kiĢilik bir kafile, BaĢöğretmen Zihni İmamoğlu baĢkanlığında Türkiye‟yi ziyaret etti. Kafilemiz Ankara, Ġstanbul, Ġzmir, Antakya, EskiĢehir ve Bursa‟da coĢkun bir sevgiyle karĢılandı, büyük ilgi gördü.

1512

Kıbrıs Türk öğretmen kafilesi, Ankara‟da CumhurbaĢkanı Ġnönü tarafından kabul edildi. Ankara Belediye BaĢkanı kafileyle sürekli ilgilendi. Ġstanbul‟da üniversite gençliği ve çeĢitli kuruluĢlar öğretmenlerimizi bağırlarına bastı. Ġstanbul gazetelerinde bu geziyle ilgili haberler, makaleler, yorumlar yayımlandı. Öğretmen kafilelerinin baĢlattığı bu sıcak iliĢkiler, bu coĢkulu ziyaretler, bu anlamlı davranıĢlar ertesi yıllarda Türkiye yüksek öğrenim gençliğinin Kıbrıs‟a düzenlediği gezilerle bir baĢka önem kazandı. Kıbrıs Türk iftçiler Birliği‟nin Türkiye ziyareti de büyük ilgi gördü. Artık Anavatan-Yavruvatan kaynaĢması, coĢkulu ve sarsılmaz bağlarla pekiĢmekte, hergün Kıbrıs Türk toplumuna mücadele gücü katan bir anlam kazanmaktaydı. Bu sıcak iliĢkiler, bu coĢkulu ziyaretler sonucu, okullarımızda 1948‟den itibaren yeniden Türkiyeli öğretmenler görev almaya başladı. Adanın çeĢitli yerlerinde Sömürge Hükümetinden yardım görmeyen, fakat Türkiye‟nin himayesinde olan yeni yeni ortaokullar açıldı. Kültürel ve ticari bağlar geliĢtirildi. TC. Deniz Yolları vapurları yanında, THY uçakları da Kıbrıs‟a uçmaya baĢladı. TC. ĠĢ Bankası Kıbrıs‟ta bir Ģube, Tekel idaresi LefkoĢa‟da bir tütün fabrikası açtı. Plebisit Olayı ve Kıbrıs Sorununda Yeni Bir Dönem “Kıbrıs El Değiştirecekse Eski Sahibi Türkiye‟ye Verilmelidir” Ġkinci Dünya SavaĢı sona erer ermez, Kıbrıs‟ta etkin bir enosis kampanyası baĢlatıldı. Bu kampanyanın baĢında Rum Ortodoks kilisesi vardı. Solcu AKEL de enosis yarıĢında kiliseden geri kalmıyor, kilise ile adeta yarıĢıyordu. Bu esnada 1947‟de adaya gönderilen yeni Ġngiliz Valisi Lord Winster, Kıbrıs‟a verilmesi tasarlanan özerk yönetim için çalıĢmalar baĢlattı. Fakat Rumların bu çalıĢmaları boykot etmesi üzerine bir sonuç elde edilemedi. Bunun üzerine, özerk yönetim çalıĢmalarına katılmıĢ olan Kıbrıslı Türk liderliği Türk toplum haklarının iadesi için Vali‟den isteklerde bulundu. Bu amaçla, Türk toplumuna tanınacak hakların saptanması için Vali tarafından hakim Mehmet Zeka baĢkanlığında 1948 yılında Türk İşleri Komisyonu kuruldu. Rauf Denktaş da genç bir avukat olarak bu komisyonda etkin bir görev aldı. Sonuçta Türk ĠĢleri Raporu hazırlanıp Vali‟ye sunuldu ve müteakip birkaç yıl içinde rapordaki önerilere uygun olarak ġeriye Mahkemeleri yerine Türkiye‟dekinin benzeri bir Aile Yasası ve Aile Mahkemeleri yürürlüğe konuldu. Okullarımızın ve Evkaf‟ın yönetimi seçilmiĢ Türk temsilcilerine devredildi.20 1947 yılı baĢlarında, Anglo-Amerikanların desteğiyle iĢbaĢına getirilen Yunan BaĢbakanı Maksimos, Meclis‟te yaptığı ilk konuĢmasında enosisten söz açmıĢ, Kıbrıs‟ın çok yakın bir zamanda dost ve müttefik Ġngiltere tarafından Yunanistan‟a verileceği ümidini belirtmiĢti. Ardından, 28 ġubat 1947‟de, Yunan parlamentosu oy birliği ile, “Kıbrıs‟ın Yunanistan‟la birleşmesi zamanının geldiğini ve İngiltere‟nin bu isteği yerine getireceği inancında olduklarını belirten” bir karar aldı.21

1513

Yunan Kralı Paul da, bir Amerikan gazetesinin sorularını yanıtlarken, Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakının niye henüz gerçekleĢmediğini anlayamadığını söyledi, enosis olursa Amerika ve Ġngiltere‟ye adada üsler verilebileceğini de sözlerine ekledi. Kıbrıs‟ta Rumların plebisit yapmayı planlaması ve bu maksatla saptanan tarihin yaklaĢması üzerine, Yunan Meclisi, 26 Temmuz 1950‟de adanın Yunanistan‟la birleĢmesi için yeniden Ġngiliz parlamentosunun desteğini isteyen bir baĢka karar suretini kabul etti. Ġngiltere, Yunanistan‟ın bu giriĢimleri ve Kıbrıs‟ta enosis için plebisit yapılacağının kesinlik kazanması üzerine, 1950 yılının baĢlarında bir açıklama yaparak Kıbrıs‟ta statü değiĢikliğinin düĢünülmediğini açıkladı. Plebisit fikrini ilkin ortaya atan ve bu amaçla BirleĢmiĢ Milletler‟e baĢvuruda bulunanlar solcu Rum örgütleri olmuĢtur. Nitekim, 21 Kasım 1949 tarihli bir yazı ile BM‟ye başvuran bu örgütler, “Anavatan Yunanistan‟la birleşmek için „self determinasyon‟ hakkının halkımıza tanınmasını istiyoruz” demekteydi. Solcu Rum örgütlerinin bu baĢvurusunda ayrıca Ģu cümleye yer verilmekteydi: “Kıbrıs‟ın tüm Rum halkı, Yunanistan‟la birleşme özlemi içindedir. Fakat eğer bu konuda en küçük bir kuşku varsa, BM gözetiminde yapılacak plebisit tüm kuşkuları giderebilir.”22 AKEL, BM‟ye yapılan bu baĢvuruya imza atarak enosis plebisitini tek baĢına düzenleme kararı aldı. AKEL ve diğer solcu örgütlerin bu giriĢimi karĢısında, kilise, enosis Ģampiyonluğunu solculara kaptırmamak için plebisiti tek baĢına bile olsa düzenlemeye karar verdi ve bu maksat için 15 Ocak 1950 tarihini saptadı. Bunu açıklayan bildiride, „tüm Kıbrıs halkının‟ enosis için olan değiĢmez azminin dünyaya kanıtlanacağı belirtilmekteydi. Kilisenin sözde „tüm Kıbrıs halkı‟ adına böyle bir eylemde bulunmasının, Türk toplumu ile bir iliĢkisi olmadığının duyurulması için Kıbrıs Türk siyasi liderleri ve tüm kurum ve kuruluĢları derhal karĢıt giriĢimler baĢlatmıĢlardı. Ġlhak lehinde yapılacak bir plebisitin yaratacağı olası tehlikeler, Türk toplumu için endiĢe vericiydi. Kıbrıs Türk basını, gerek yerli hükümetin, gerekse İngiliz ve Türk hükümetinin dikkatini çekmek ve Türk halkının ilhaka karşı olduğunu daha etkili biçimde duyurmak için büyük bir kampanya başlattı. Siyasi partiler, kurum ve klüpler enosis plebisiti giriĢimlerini protesto eden ve kınayan bildiriler yayımlamaya baĢladı. LefkoĢa‟da Ayasofya Camii Meydanı‟nda Rumların ilhak giriĢimlerini protesto eden, Türk toplumunun tepkilerin, ve Ġngilizler adadan çıkacaklarsa Kıbrıs‟ın tekrar eski sahibi Türkiye‟ye geri verilmesi isteğini dile getiren iki büyük miting düzenlendi. 28 Kasım 1948 Pazar günü Ayasofya Meydanı‟nda yapılan bu ilk mitinge adanın dört yanından gelen on bin kadar Kıbrıslı Türkün katıldığı saptanmıştır.

1514

Mitingde halka hitaben konuĢma yapanlar ilhak ve özerkliğin (muhtariyetin) Kıbrıs Türklerinin mahvına neden olacağını ve eğer İngiltere buradan çıkacaksa adanın, gerçek sahibi olan Türkiye‟ye geri verilmesi gerektiğini belirtmişlerdi. Kilisenin düzenlediği plebisit tarihi yaklaĢtıkça adada gerginlik, huzursuzluk ve belirsizlik de artmaya baĢladı. Türk ve Rum gazetelerinin manĢet haberleri hep bu konuyla ilgiliydi. Halkın Sesi gazetesi, 6 Aralık 1949 tarihli sayısında şu manşeti kullanmıştı: “Kıbrıs Türk toplumu, kendileri için ölüm olan ilhak, muhtariyet ve enosisi şiddetle protesto eder. Türk toplumu, çoğunluk tarafından gasp olunmak istenen haklarından hiçbir zaman fedakarlık yapamaz ve yapmayacaktır.” Rum gazetelerinden Esperini ise, plebisit sonucu ilhak lehinde olursa, Başpiskoposun Yunanistan‟a ilhak kararını ilân edeceğini ve ardından seçimler yapılarak Rum milletvekillerinin Kıbrıs‟ı temsilen Yunan parlamentosuna gönderileceğini yazmıştı. Esperini‟nin bu satırları, Rumların Kıbrıs‟ta Girit örneğini aynen uygulamak istediklerini açıklamaktaydı. Böylece adada gerginlik ve huzursuzluk daha da arttı. Ayasofya Meydanı‟nda, 11 Aralık 1949 Pazar günü yapılacak ikinci enosisi protesto mitingi için, adanın her yanından binlerce Kıbrıs Türkü LefkoĢa‟ya akın etti. Ayasofya Meydanı‟nda 15 bine yakın bir Türk kalabalığı toplanmıştı. Meydan ve çevresi, Türk bayrakları ile donatılmıştı. Ellerde enosisi protesto eden, adanın Türkiye‟ye verilmesini isteyen yaftalar, dövizler taşınmaktaydı. Köylerden, kasabalardan, çeĢitli Türk örgütlerinden mitinge gönderilen telgraflarda, Rumların enosis plebisiti giriĢimi protesto edilmekteydi. Mitingde, günün Türk toplum liderleri, konuĢmalar yaparak halkın tepkisini ve duygularını dile getirdiler, birlik ve beraberliğin önemini belirttiler. Kabul Edilen Karar Sureti 11 Aralık 1949‟da Lefkoşa‟da miting yapan 15 bin Kıbrıs Türkü, 85,000 Kıbrıs Türküne tercüman olarak aşağıdaki kararı almıştır: 1- Adamızın Yunanistan‟a ilhak edilmesi hakkındaki arzularını yine şiddetle protesto ederiz. 2- İlhak gerçekleştiği takdirde, Kıbrıs‟a ekonomik buhran, ırki, sosyal kargaşa da dahil iç savaş geleceğine ve bu suretle adanın Orta Doğu‟da sulh ve sükunu bozacağına inanmaktayız. 3- Adanın selâmeti, azınlıkların korunması, Akdeniz‟in denge ve müdafaasının (savunmasının), Kıbrıs‟ta statükonun devamını gerektirdiğine, Kıbrıs‟ta plebisite gerek ve yarar bulunmadığına inanmaktayız.

1515

4- İngiltere, kendiliğinden adadan çekilecekse, adanın eski sahibi, en yakın komşusu ve adayı en iyi müdafaa edecek (savunacak) tek Orta Doğu devleti olan Türkiye‟ye iade edilmesini (geri verilmesini) talep etmekteyiz. 5. maddede ise, bu kararın Ġngiltere, Türkiye, Kıbrıs ve BM‟de çeĢitli makamlara ve Türkiye‟deki siyasi partilerle öğrenci birliklerine gönderilmesi için Dr. Fazıl Küçük‟e yetki verildiği belirtilmekteydi.23 Mitingde alınan bu karar uyarınca, Dr. Fazıl Küçük, Sömürgeler Bakanı‟na bir telgraf göndererek, mitingde kabul edilen kararı duyurmakta ve bir gün, İngilizler adayı terk etmeye karar verirse, Kıbrıs‟ın Türkiye‟ye geri verilmesi gerektiğini vurgulamaktaydı. Yine mitingde alınan bir baĢka kararla, gerektiğinde Türkiye ve Ġngiltere‟ye, davamızın izlenmesi ve duyurulması için bir heyet seçip gönderme yetkisi de Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu‟na verilmiĢti. İstiklâl gazetesi de, Ayasofya mitingini ön sayfasında, Türk bayraklarıyla süslü ve halkla hınça hınç dolu meydanın bir resmi ile birlikte vermiĢ ve Ģu baĢlıkları kullanmıĢtı: “Pazar günü yapılan büyük mitingde Kıbrıs Türkü Anayurda bağlılığını bir kere daha belirtti. Kıbrıs el değiştirecekse Türkiye‟ye verilmelidir. Yunan idaresi bizim için ölüm demektir.” Türkiye basınında da ilhak aleyhine ve enosis plebisiti giriĢiminin Ortadoğu‟da tehlikeli durumlar yaratacağına, Türkiye‟nin bu geliĢmelerden kaygı duyduğuna ve Ġngilizlerin adayı Yunanistan‟a terk etmesine asla razı olmayacağına iliĢkin haber ve yorumlar yayımlanmaktaydı. Türk Gençlik TeĢkilatı ve Yüksek Öğrenim Gençliği de LefkoĢa‟da Ayasofya Meydanı‟nda yer alan büyük miting nedeniyle, Kıbrıs Türklerine hitaben bir mektup göndermiĢler ve destek belirtmiĢlerdi. Türkiye basınında çıkan Kıbrıs‟la ilgili yazılar, 1950 yılındaki plebisit olayı nedeniyle yoğunlaĢmaya baĢlar. Plebisit tarihinin yaklaĢması üzerine iktidardaki CHP‟nin organı Ulus gazetesinde, Aralık 1949 sonlarında çıkan, Feridun Osman Menteşoğlu imzalı yazıda, Rumların enosis istekleri eleĢtirilerek Ģöyle denilmekteydi: “… Buna mukabil milliyetçi ada Türkleri de Kıbrıs‟ın Türkiye‟ye verilmesi davasını gütmeye başlamışlardır. Asırlarca Türk idaresinde kalmış toprakların gene milli bayrak altına dönmesini kim istemez? Fakat biz Yunan dostluğunu kırmadan, iki tarafı da memnun eden bir şekle varmayı elbette tercih ederiz.”24 Yazar 15 Ocak 1950‟de kilisenin düzenleyeceği plebisitten söz ederek, Kıbrıs‟taki Rum çoğunluğunun ilhak lehinde oy kullanmalarının tabii olduğunu, ama 100 bin Türkün hayatına ve bizzat

1516

Türkiye‟nin güvenliğine yönelik bu derece önemli bir konuda tek taraflı bir kararın kimseyi bağlamayacağını belirtmektedir. Plebisit gününün yaklaĢması ve Ayasofya mitingi haberleri, Türkiye‟de gençliğin ve basının Kıbrıs konusuna olan ilgisini daha da artırmaya baĢladı. Hükümet organı sayılan Ulus gazetesinde, Ġngiltere‟nin, Kıbrıs Türklerinin güvenini ve yaĢamını garanti etmekle yükümlü olduğu ve kilisenin yapacağı plebisitin ise uluslararası hukuk açısından geçersiz olduğu belirtildi. Bu esnada Kıbrıs valisi, tasarlanan plebisitle ilgili olarak BaĢpiskoposa verdiği yazılı yanıtta bu olayın, Ġngiltere‟nin kapanmıĢ saydığı bir konuda imza toplamaktan öteye bir anlam taĢımayacağını bildirdi. DıĢiĢleri Bakanı Necmeddin Sadak ise, plebisit tarihinden 12 gün önce 30 Aralık 1949‟da, Meclis‟te kendisine yöneltilen bir soru üzerine, Ġngiliz Büyükelçisi‟yle bu konuyu görüĢtüğünü ve eğer ada terkedilecekse ilkin Türkiye ile görüĢülmesi gerektiğini kendisine söylediğini açıklamıĢtı. Plebisit tarihi yaklaĢtıkça, Türk gençliğinin Kıbrıs mitingleri de daha coĢkulu olmaya baĢladı. 4 Ocak 1950 günü, İstanbul‟da üniversite talebe birliğinin düzenlediği mitingde, Yunan yayılmacı emelleri şiddetle protesto edildi. Plebisitin yer aldığı 15 Ocak (1950) günü ise Ġstanbul‟da Eminönü Halkevi‟nde akademik bir toplantı düzenlenerek bu giriĢimin hukuki bir dayanağı olmadığı, gerekçesiyle birlikte ortaya konuldu. 18 Ocak‟ta Ankara‟da, 22 Ocak‟ta İzmir‟de Yüksek Öğrenim gençliğinin düzenlediği büyük mitinglerde Yeşilada‟nın asla yabancı ellerde bırakılmayacağı vurgulandı. Anavatan‟daki bu geliĢmeler ve gençlikle basının Kıbrıs davasına sahip çıkması adadaki Türk toplumuna cesaret ve umut vermekte, yalnız olmadığı güvenini pekiĢtirmekteydi. Türklerin

protestoları

ve

Ġngilizlerin

böyle

bir

imza

toplama

eyleminin

sonuçlarını

tanımayacaklarını açıkça bildirmelerine karĢın, 15 Ocak 1950 Pazar günü, kiliselerdeki plebisit defterleri Rumların imzasına açıldı. Plebisit defterlerine iki cümle yazılmıĢtı: 1) Kıbrıs‟ın Yunanistan‟la birleşmesini (enosis) istiyoruz. 2) Yunanistan‟la birleşmeye (enosise) karşıyız. Kiliseye giden Rumların, bu iki cümleden birinin altına imza atması istenmekteydi. Birçok yazar ve tarihçi, o günün koĢulları, kilisenin baskısı ve Rum basınının etkisi altında, Rumların kiliselerde enosis aleyhindeki bir cümlenin altına imza atmalarının olanağı bulunmadığı görüĢünü belirtmiĢtir.25 Plebisit sonuçlarını BaĢpiskopos 4 ġubat 1950 günü ilân etti. Buna göre, 18 yaĢın üstündeki 224,747 Rumun 215,108‟i enosis için „evet‟ demiĢti. Bu rakam Kıbrıs Rum seçmenlerinin %96‟sını oluĢturmaktaydı.

1517

Kıbrıs valisi, plebisit sonuçlarını tanımamıĢ ve BaĢpiskoposa gönderdiği yazıda, Ġngiliz hükümetinin son yıllarda sık sık tekrarlanan resmi görüĢünü bir kez daha belirtmĢti: “İngiltere, Kıbrıs sorununu kapanmış bir konu olarak görmektedir. Kıbrıs‟ta statü değişikliği söz konusu edilemez.”26 Bu esnada, Türkiye DıĢiĢleri Bakanı Necmeddin Sadak, Kıbrıs Türklerinin endiĢelerini giderici bir demeç verdi. Sadak Ģöyle diyordu: “Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakı söz konusu olamaz. Adanın el değiştirmesi durumu ortaya çıkarsa eski sahibi olan Türkiye‟nin de görüşü alınacaktır.” Sadak‟ın bu demeci, Kıbrıs konusunda yıllardır resmi bir görüş belirtmeyen Türkiye‟nin adanın Yunanistan‟a verilmesine karşı olduğunu ve Kıbrıs‟ın geleceğiyle yakından ilgili bulunduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Böyle bir açıklamayı dört gözle bekleyen Kıbrıslı Türklerin kalplerine, az da olsa, serin bir su serpilmiş oldu. Kıbrıslı Türklerin moralini düzelten, iradesini ve varoluĢ mücadelesini bileyen bir diğer unsur, Türkiye basınının ve Türk gençliğinin Rumların ilhak giriĢimleri karĢısında yükselen sesiydi. 1949 yılında Kıbrıs konusuna ilgi gösteren ve geliĢmeleri yakından izleyerek enosise karĢı çıkan Sedat Simavi ve gazetesi Hürriyet yanında, Cumhuriyet, Vatan, Yeni Sabah, Ulus, Zafer gibi etkin gazeteler de Kıbrıs‟la ilgili yazılar yayımlamaya baĢlamıĢlardı. 1950 Plebisiti‟nin, enosise hukuki bir dayanak hazırlamak, politik bir silah olarak kullanılmak üzere düzenlendiğinin bilinci içinde olan Türkiye basını, bu harekete karĢı çıkmıĢ ve İngiltere adayı terk edecekse, onu eski sahibi Türkiye‟ye geri vermesi gerektiği tezini iĢlemeye baĢlamıĢtı. Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında Rumların alevlenen enosis kampanyasına buldukları politik ve hukuki dayanak: Plebisit ve Self Determinasyon hakkıydı. 1950 yılında yer alan enosis plebisitini, Kitium piskoposu olarak yönlendiren Makarios, 8 Ekim 1950‟de Makarios III olarak BaĢpiskopos seçildi ve Kıbrıs sorununa derhal yeni boyutlar kazandıracak giriĢimleri baĢlattı. Makarios III, Rum Ortodoks kilisesinin tahtına otururken Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakını gerçekleştirmek için ant içti. Nitekim 1977 yılında ölünceye kadar bu andına bağlı kalarak enosis için uğraĢ verdi. Bu yolda bir sıçrama tahtası olarak nitelediği 1960 anlaĢmalarını imzalamakla beraber, en kısa zamanda bu devleti yıkarak enosisi gerçekleĢtirmek için Türk toplumuna saldırmaktan da geri kalmadı. 1950 yılında Makarios‟un ısrarlı giriĢimleriyle, Atina ile ortak bir strateji saptandı. Bu stratejinin ana ilkeleri Ģöyleydi: 1) Adanın bağımsızlığına yol açacak tüm anayasa girişimlerine karşı çıkmak. 2) Gerek Kıbrıs‟ta gerekse dış ülkelerde ve uluslararası platformlarda Enosis için yoğun çaba göstermek.

1518

3) Bu amaçla ve Yunanistan‟daki ilgili örgütlerle işbirliği içinde, adada silahlı bir mücadele için gerekli hazırlıkları yapmak ve gençlik örgütleri kurmak. 4) Enosisi gerçekleştirmeye yönelik olmak üzere self-determinasyon hakkının tanınması için BM‟ye başvuruda bulunmak. Bu strateji sonucu, Makarios‟un Atina ziyaretleri sıklaĢtı; Yunanistan ve Kıbrıs‟ta enosis mitingleri ve gösterileri daha tehlikeli boyutlara ulaĢtı. Atina radyosunun Kıbrıs‟a yönelik yayınlarının tonu sertleĢti, daha kıĢkırtıcı bir havaya girdi. Makarios, kısa sürede, yüz yıllık enosis idealini, pratik, çağdaş yaklaşım ve yöntemlerle bölgesel, hatta evrensel bir soruna dönüştürdü. Politik mücadeleye, daha sonraki yıllarda, silâhlı terör eylemlerini de katarak Kıbrıs‟ı Doğu Akdeniz‟in bir çıban başı yaptı. Enosis olduğu takdirde Ġngilizlere, hatta Amerikalılara gerek Kıbrıs‟ta, gerekse Girit‟te üs verilmesi önerisi, birkaç kez Yunan hükümetlerince de tekrarlandı. Hatta Kral Paul (Pol) bile bu görüĢü destekleyen demeçler verdi. Tüm bu geliĢmeler, Ankara‟da izlenmekte ve diplomatik giriĢimlerle Türkiye‟nin konuya olan ilgisi duyurulmaya çalıĢılmaktaydı. Makarios‟un girişimleri, Venizelos‟un açıklamaları ve Atina‟daki büyük enosis mitingi Ankara‟da tepkilere neden oldu. Nitekim hükümetin de teşviki ile İstanbul ve Ankara‟da üniversite gençliği, Atina mitingine yanıt oluşturan büyük, görkemli Kıbrıs mitingleri düzenledi. Türkiye DıĢiĢleri Bakanı Prof. Fuat Köprülü de Meclis‟te konuya değinmek gereğini duyarak, Kıbrıs konusunun zamansız ortaya atıldığını ve Türkiye‟nin sorunla ilgili olduğunu söyledi. Köprülü Ģu hususları da vurguladı: “Türkiye, adanın halihazır hukuki statüsünün değiştirilmesini gerektiren bir neden görmemektedir. Fakat eğer böyle bir değişikliği gerektirecek ciddi bir sorun ortaya çıkarsa, Türkiye‟nin çıkarlarına ters düşecek bir çözümün kabulü ve buna izin verilmesi olanağı yoktur.” Köprülü‟nün bu demeci, Yunanistan‟da karĢı tepkilere yol açtı. Yunan basını Türkiye‟ye saldırmaya baĢladı. BaĢbakan Venizelos basına açıklama yaparak, Köprülü‟nün demecinin kendisini ĢaĢırttığını; zira özgür, demokratik dünyanın oluĢturduğu BM‟nin ilan ettiği Self-determinasyon ilkesine ters düĢtüğünü söyledi. Makarios‟un enosisi gerçekleĢtirmek için dört elle sarıldığı self-determinasyon, yani halkların kendi geleceklerini kendilerinin saptaması ilkesi artık her yerde, her toplantıda tekrarlanmaya baĢladı. Bu propaganda esnasında, Kıbrıs‟ta, „Kıbrıs Milleti‟ diye bir millet bulunmadığı, Kıbrıs halkının iki esas toplumdan oluştuğu gerçeği gizlenmekteydi. Halbuki iki toplumlu Kıbrıs gerçeği, 308 yıllık Türk döneminde olduğu gibi 82 yıllık Ġngiliz döneminde de devamlı olarak vurgulanmıĢ, adanın siyasi, kültürel ve sosyo-ekonomik yaşamında iki toplumluluk esası her aşamada, göz önünde

1519

bulundurulmuştur. Bu nedenle, self-determinasyon hakkının Kıbrıs‟ta uygulanması söz konusu olacaksa, iki halkın, yani Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumları için ayrı ayrı kullanılması esası resmen kabul edilmiştir. BirleĢmiĢMilletlere ĠlkBaĢvuru ve Silahlı EylemHazırlığı Makarios, plebisitin ikinci yıldönümünde Lefkoşa‟nın Ayfanaromeni Kilisesi‟nde yaptığı konuşmasında, 1950 plebisitinin enosis mücadelesinde önemli bir kilometre taşı olduğunu, BM önünde verilecek sınavda en güçlü kanıtı oluşturacağını bildirdi ve Yunan hükümetinin Kıbrıs sorununu mutlaka BM‟ye götürmesi gerektiğini söyledi. Makarios, Kıbrıs sorununun Pan-Helenik bir dava olduğunu da sözlerine ekledi. Makarios‟un bu giriĢimleri sonucu Yunan hükümeti, 1954‟te Kıbrıs sorununu BM‟ye götürmeye karar verdi. Bunun üzerine Yunanistan, 20 Ağustos 1954‟te BaĢbakan Papagos‟un imzasını taĢıyan bir yazı ile BM Genel Sekreterine resmen baĢvurdu ve “Kıbrıs‟a self-determi nasyon hakkının tanınması konusunun” BM Genel Kurulu‟nda görüĢülmesini istedi. Ardından dünyanın belli baĢlı merkezlerinde bir propaganda kampanyası baĢlattı. BM‟deki İngiliz delegesi, bu başvuru karşısında, Kıbrıs‟ın İngiltere‟nin bir iç meselesi olduğunu ve BM‟nin bu konuya karışamayacağını bildirdi.27 BM‟ye yapılan baĢvurunun Kıbrıs‟ta duyulması üzerine, Rumlar Yunan bayraklarıyla sokaklara döküldüler, enosis sloganları haykırarak coşkulu gösteriler yaptılar. Rumların kıĢkırtıcı beyanları, Yunan bayrakları ile yaptıkları toplantı ve yürüyüĢler, Kıbrıs Türk halkında haklı bir tepki ve endiĢe yarattı. Milli Türk Partisi Genel Sekreteri Dr. Fazıl Küçük, BM Genel Sekreteri‟ne bir telgraf göndererek, 100 bin Kıbrıslı Türkün Yunan hükümetinin ENOSİS istemini şiddetle protesto ettiğini, Yunanistan‟la birleşme, özerk yönetim ve plebisiti reddettiğini bildirdi. Kıbrıs konusunun, BM gündem komitesindeki oylama sonucu Genel Kurul‟da görüĢülmesi aĢamasına gelinmesi, Ankara‟yı harekete geçirdi. DıĢiĢlerinde konuya iliĢkin çalıĢmalar baĢlatıldı. Bir Kıbrıs Türk heyeti de Ankara ve Ġstanbul‟a giderek CumhurbaĢkanı Celal Bayar ve BaĢbakan Adnan Menderes tarafından kabul edildi. Faiz Kaymak başkanlığındaki heyet, İstanbul‟dan Londra‟ya oradan da New York‟a giderek BM çevrelerinde temaslar yaptı; Londra‟da basın mensuplarına bir bildiri dağıtarak Ģu husuları belirtti: * Kıbrıs Türkleri enosise şiddetle karşıdır. Enosisi önlemek için elden gelen her şeyi yapacaktır. * Enosis gerçekleşirse adaya mali yıkım, ırkçı ve sosyal kargaşa gelecektir; hatta Yunanistan‟daki gibi ideolojik bir iç savaş başlayacaktır. Enosis, komünist blok için bir sıçrama tahtası olabilir. Bu takdirde Kıbrıslı Türklerin yazgısı, Girit, Oniki Adalar ve Batı Trakya‟daki Türklerin aynı olacaktır.28

1520

Kıbrıs Türk Heyeti, Londra‟da Devlet Bakanı Henry Hopkinson ve Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd tarafından kabul edildi. Hopkinson, Kıbrıs Türk heyetine, 28 Temmuz‟da parlamentoda yaptığı konuĢmasında, adanın statüsünde bir değiĢiklik olmayacağını Majeste Kraliçe Hükümeti adına açıkladığını, bu nedenle Türklerin endiĢesine bir neden bulunmadığını söyledi. Londra‟dan sonra New York‟a giden heyet, orada ilkin BM‟deki Türk BaĢdelegesi Selim Sarper ile temasa geçti. Ayrıca Ġngiliz delegesiyle görüĢtü. Yunanistan‟ın Kıbrıs konusunu BM‟ye götürmesi kesinleĢtiğinde Menderes, 24 Ağustos 1954‟te Ġstanbul‟da gençlik ve öğrenci kuruluĢlarıyla Türk basın mensupları ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği ileri gelenlerinin ortak toplantısında seçilen Kıbrıs Komitesi‟ni vilayette kabul ederek, onlara kesin bir dille, adanın Yunanistan‟a verilemeyeceğini bildirdi.29 Kıbrıs Komitesi‟nin Ġstanbul toplantısına CHP Genel BaĢkanı ve muhalefet lideri Ġsmet Ġnönü de bir mesaj göndererek, “Kıbrıs bizim için hayati önemi haizdir. Asla Yunanistan‟a verilmemelidir” demekteydi. Ġnönü mesajında Ģu hususları da vurgulamıĢtı: * Kıbrıs sorununda Türkiye‟nin ulusal çıkarları, bugünkü yönetimde değişiklik yapılmaması ve oradaki Türklerin insan hakları ve ulusal kimliklerini koruyarak güvenlik içinde yaşamalarını gerektirmektedir. * Kıbrıs, İngiltere‟ye Türkiye‟nin toprak güvenliğini güvenceye almak karşılığında verilmiştir. Türkiye‟nin güvenliği konusu bugün de birinci derecede önemli bir meselemizdir. * Kıbrıs‟ın statüsünde değişiklik yapılmasının kesinlikle karşısındayız. * Kıbrıs Yunanistan‟a asla verilemez.30 Rumlar

BM‟ye

self-determinasyon

hakkının

Kıbrıs

halkı

için

uygulanması

istemiyle

baĢvurmuĢlardı. Enosisi, bu kılıf altında gerçekleĢtirmek istiyorlardı. Burada yaptıkları en büyük hata, Kıbrıs halkının bir tek toplumdan değil, iki esas toplumdan oluştuğu gerçeğini görmezlikten gelmeleri veya dünya kamuoyundan gizlemeye çalışmaları oldu. Ġngilizlerin Kıbrıs‟ı Türklerden, hem de geçici kaydıyla devraldığını, bu nedenle Türkiye‟ye bu kadar yakın ve jeopolitik olarak Türkiye için bu kadar yaĢamsal önemi olan Kıbrıs‟ın statüsünde değiĢiklik yaparken Türkiye‟nin de iznine gerek bulunacağını, Rumlar düĢünmek bile istemediler. Bu hatalı ve hesapsız yaklaşım, hem Yunanistan‟a hem Kıbrıs Rumlarına BM‟deki ilk müzakerelerden itibaren pahalıya mal oldu; toplumlararası gerginliği artırdı; Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkileri bozdu; NATO ittifakı içinde huzursuzluk yarattı. GörüĢme esnasında, New York‟ta kulis yapmak üzere Makarios da ilkin Londra‟ya oradan da Amerika‟ya gitti. Makarios, Londra‟da The Times muhabirinin sorularını yanıtlarken, selfdeterminasyon hakkının BM‟de kabul edilmesinden sonra bu hakkın Yunanistan‟la birleşmek için kullanılacağını açıkladı.

1521

BM siyasi komitesinde Kıbrıs konusu görüĢülürken Ġngiliz BaĢdelegesi Selwyn Llyod, Ģu gerçeği dile getirdi: “Kıbrıs‟ta iki etnik halk vardır. Enosis gerçekleşirse, bu, Kıbrıslıların kendi yazgılarını saptamak için değil, adanın Yunanistan‟a katılması için kullanılacaktır.” 17 Aralık 1954‟te Genel Kurul‟da 8 çekimser ve 50 olumlu oyla 814 nolu Kıbrıs kararı alındı. BM‟deki bu ilk Kıbrıs kararı Rum-Yunan ikilisi için çok olumsuz bir sonuçtu; bir yenilgi demekti. 814 no.‟lu bu karar Ģöyleydi: “Genel Kurul, şimdilik Kıbrıs sorunu ile ilgili bir karar suretini kabul etmenin uygun olmadığı düşüncesinden hareketle, „halkların eşit hakları ve self-determinasyon ilkesinin BM gözetiminde Kıbrıs ahalisi için uygulanması‟ adı altındaki maddenin (Yunan başvurusunun) daha fazla görüşülmemesini kararlaştırmıştır”. Böylece, self-determinasyon hakkının, adada iki ayrı toplum bulunduğu gerçeği dikkate alınarak, Kıbrıs halkı için geçerli olamayacağı BM Genel Kurulu‟nca karara bağlandı. Kıbrıs konusunun Siyasi Komite‟de görüĢülmesi esnasında Türk delegesi Büyükelçi Selim Sarper uzun ve kapsamlı bir konuĢma yaptı. Bu önemli konuĢmada belirtilen Türk görüĢü Ģöyle özetlenebilir: * Bu sorun yapay olarak ortaya atılmıştır ve 3 devlet arasındaki dostluğu bozucu nitelik taşımaktadır. * Kıbrıs İngiltere‟nin bir iç meselesidir. * Enosis, Almanların “Anschluss” kelimesi ile eşanlamlıdır. Bilindiği gibi Almanlar da bu kelimenin içerdiği yayılmacı emellerini self-determinasyon ilkesine dayamaktaydı. * Yunanlılar da, aynı ilkeye dayanarak Kıbrıs‟ı ilhak etmek istiyorlar. * Kıbrıs, 307 yıl Türk egemenliği altında kalmıştır. Türkiye‟ye olan yakınlığı, iklimi, jeolojik, botanik ve zoolojik karakteristiği itibariyle de Anadolu‟nun bir parçasıdır ve hiçbir zaman Yunanistan‟ın olmamıştır. * Türkiye hem coğrafi hem iktisadi yönden olduğu kadar ırkî, hukuki, tarihi nedenler dolayısıyla da Kıbrıs‟ın durumu ve geleceğiyle birinci derecede ilgilidir. * Self-determinasyon ilkesi, Kıbrıs‟ta ancak iki halk için ayrı ayrı uygulanırsa geçerli olur. * Herhangi bir nedenle ve her ne şekilde olursa olsun, günün birinde Kıbrıs‟ın kaderi ve geleceği söz konusu edilirse, Türkiye‟nin de işbirliği ve oluru olmadan hiçbir çözüm şekli hakka dayandırılmış sayılmayacak ve sonuçta sürekli de olmayacaktır.31 Kıbrıs sorunu ilk kez BM‟de görüĢülürken, gerek Ġngiliz parlamentosunda, gerekse New York‟taki müzakereler esnasında, Ġngiliz yetkililer çok önemli ve ilginç açıklamalarda bulunarak Kıbrıs‟ın gerçeklerini vurguladılar. Bu görüĢler Ģöyle özetlenebilir: * Kıbrıs iki ayrı etnik grubun, Türklerle Rumların yaşadığı bir adadır.

1522

* İngiliz hükümetinin politikası yeni bir anayasa çerçevesinde Kıbrıs‟ta özerk yönetime geçmektir. Bu yeni düzenleme Kıbrıs‟ın egemenliğinde bir değişiklik öngörmemektedir. * Kıbrıs‟ı Helenleştirmek veya Türklerin gururunu kırmak, hiçbir zaman İngiliz hükümetinin benimsediği bir politika olmamıştır. Rum-Yunan ikilisi, bir yandan Kıbrıs sorununu BM‟ye götürürken, bir yandan da adada silahlı eylemlere baĢlamak için hazırlık yapıyordu. Makarios, bu amaçla, aslen Kıbrıslı bir Rum ve Albay rütbesiyle Yunan ordusundan emekli olan Grivas‟la 1954 yılında gizli bir görüĢme yaptı. Bu yöndeki hazırlıklar da yoğunluk kazandı. Yunanistan‟dan getirilen silâhlarla diğer askeri malzeme Baf sahillerinde gizlice adaya çıkarılıyor ve Grivas‟ın direktiflerine uygun Ģekilde, gizli tedhiĢ örgütü (EOKA) mensuplarına dağıtılıyordu. Albay Grivas, ilkin 1951 yılında BaĢpiskoposluğa yeni seçilen Makarios tarafından adaya davet edildi. Grivas‟tan istenilen, aynı yıl Makarios‟un kurduğu Milli Gençlik Hareketini (PEON) örgütlemesiydi. PEON, 1954‟te Grivas‟la Makarios‟un birlikte oluĢturduğu EOKA tedhiĢ örgütünün her bakımdan ana kaynağını oluĢturdu, esas dayanağı oldu. Yunanistan‟dan gizlice adaya silâh sevkiyat 1954‟te baĢladı. Tüm bu gizli işlemler, Makarios ve Yunan hükümetinin bilgisi içinde yapılmaktaydı. Grivas‟ın, anılarına göre, silâhlı eyleme geçilmesi için, 2 Temmuz 1952‟de Atina‟da Başpiskopos Makarios‟un da katıldığı gizli bir toplantıda karara varılmıştı.32 7 Mart 1953‟te, Atina‟da yapılan bir başka gizli toplantıda, enosis için girişilecek silahlı eylemlerle ilgili olarak ant içildi. Bu yemini imzalayanlar arasında Makarios ve Grivas yanında iki profesör, bir Albay, bir Avukat ve iki de kamu görevlisi vardı. 1954 yılı Mart ayı baĢlarında, silah yüklü olarak ilk gemi Baf sahillerinde Hloraka‟ya vardı ve Azinas‟ın baĢcılığı altında gizlice yükünü boĢalttı. Ġkinci parti silâhı getiren Ay Yorgi gemisinin hareketi, Ġngilizlere ihbar edilmiĢti. Bunun üzerine İngilizler, bir destroyerle Hloraka yakınlarında, Ay Yorgi‟nin önüne geçerek taşıdığı silah ve cephaneye el koydular; gemi kaptanı ve personelini ve sahilde gemiyi boşaltmak için bekleyen Rumları tutukladılar. EOKA, 1955 yılının 31 Martı‟nı 1 Nisan‟a bağlayan gece sabaha karşı saat 00.30‟da sabotaj ve tedhiş eylemlerini başlattı. Tedhişin ilk günü dağıtılan ve EOKA‟nın amacını anlatan bildirilerde, hedefin enosisi gerçekleştirmek olduğu açıkça belirtilmişti.

1523

Enosis için baĢlatılan bu tedhiĢ hareketi, sadece hükümet binalarının bombalanması ve Ġngiliz askerlerine pusu kurulması, saldırılması ile sınırlı kalmadı. Sonuçta, Ġngilizler yanında birçok Rum ve Türk de EOKA‟nın kurbanı oldu. Her iki toplum da büyük kayıplara uğradı. EOKA, Kıbrıs‟ın bağımsızlığı için yola çıkmadığından ve enosis hedefinden hiç ayrılmadığından, 1960‟ta kurulan Ortaklık Cumhuriyeti‟nin temelinde her an patlamaya hazır bir bomba olarak kaldı. Nitekim, 1963-74 döneminde EOKA‟nın enosis hedefi, Türk toplumuna karşı çeşitli saldırılar ve cinayetlerin yer almasına, toplumlararası çatışmalara, göçlere, 1974 Enosis darbesine ve Türk Barış Harekatıyla adanın ikiye bölünmesine neden oldu. Türkiye‟nin Taraf Olduğunun Kabulü ve Londra Konferansı EOKA‟nın başlattığı ve yaygınlaştığı tedhiş olayları nedeniyle Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu, adadaki gelişmelerin ulusal hak ve çıkarlarımız için tehlikeli boyutlara ulaştığını görmekte, bu gidişi önleyici çeşitli önlemler almak sürecine girmiş bulunmaktaydı. Bir yandan Kıbrıs Türklerinin ulusal varlığını korumak, öte yandan uluslararası alanda Türkiye‟nin de, Kıbrıs‟ın geleceği konusunda söz sahibi olduğunu duyurmak, kanıtlamak gerekiyordu. ĠĢte tam bu esnada Ġngiliz hükümeti devreye girerek, Türkiye ve Yunanistan‟ı „Doğu Akdeniz Savunması ve Kıbrıs Meselesi‟ konusunda görüĢmeler yapmak üzere Londra‟da konferansa davet etti. Türkiye, Londra Konferansı çağrısını kabul etti. Yunanistan ise kesin bir yanıt veremiyordu; zira Makarios, Kıbrıs sorununa Türkiye‟nin karıĢtırılması giriĢimini Ģiddetle eleĢtirmeye ve “Kıbrıslıların hazır bulunmayacağı bir toplantının geçersiz olacağını” ileri sürmeye baĢlamıĢtı. Yunan BaĢbakanı Papagos, Atina‟da Makarios‟la görüĢtükten sonra yaptığı açıklamada, Londra Konferansı tatmin edici bir sonuca varmazsa tekrar BM‟ye baĢvurulacağının kararlaĢtırıldığını açıkladı. Dışişleri Bakanı Stefanopulos ise, Kıbrıs konusunda self-determinasyona dayanmayan hiçbir çözümü kabul etmeyeceklerini ve bu yönde Makarios‟a söz verdiklerini bildirdi. Rum-Yunan ikilisi bu tür açıklamalarla, daha konferans baĢlamadan durumu kendi lehlerine çevirmek amacını güden bir taktik içine girmiĢti. Öte yandan, Kıbrıs Milli Türk Birliği Genel Sekreteri Dr. Fazıl Küçük, BaĢbakan Adnan Menderes‟e bir telgraf göndererek, “Kıbrıs Türklerinin haklarının korunması için büyük devletimizin yardımına sığınır, sarsılmaz bağlılığımızı ve itimadımızı bir kez daha teyid ederiz” demekteydi. Bu esnada, Ġngiliz basınında da çeĢitli görüĢler ortaya atılmaktaydı. Hatta, bir büyük İngiliz gazetesi, Kıbrıs‟ın tekrar Türkiye‟ye verilmesini önermişti. Londra Konferansı‟nın arifesinde, Yunanistan‟da ĢaĢkınlık, Türkiye‟de ve Kıbrıs Türkleri arasında ise, büyük sevinç yaratan bir olay oldu. Bu olay, Başbakan Adnan Menderes‟in, İstanbul‟da 24 Ağustos günü gecesi Kıbrıs‟la ilgili olarak basın mensuplarına verdiği demeçti.

1524

Bir Türk BaĢbakanı, ilk kez Kıbrıs konusunda bu kadar kesin, bu kadar kararlı ve belki de sert sayılacak bir konuĢma yapmıĢtır. Menderes‟in bu tarihi konuĢmasında söylediklerini çok özet olarak ve satır baĢları halinde Ģöyle sıralayabiliriz: * “İngiltere hükümetine bir nota vererek, Kıbrıs‟taki ırkdaşlarımızın karşılaştıkları tehlikeden duyduğumuz endişeyi belirttik. * Bu konuda, bunca zaman soğukkanlılığımızı koruyarak, Türk-Yunan dostluğuna verdiğimiz önemi kanıtladık. Türk-Yunan dostluğuna bugün de büyük önem vermekteyiz. * Adanın şu kadar nüfusu Türk, şu kadar nüfusu Rummuş ve onlara göre, sanki bütün dünyadaki coğrafi sınırlar bu esasa göre çizilmiş gibi, Kıbrıs‟ın kaderi de bu esasa göre belirlenmeli imiş. Ben, şu kadarını söyleyeyim ki, nüfus çoğunluğuna göre bir bölgenin kaderinin saptanması ilkesi, bu dünyada, hele böylesine parçalı olarak uygulama yeri bulmuş değildir. Bir vatan, terzinin önündeki kumaş parçası gibi neresinden istenilirse kesilebilen bir meta değildir. O, esas itibarıyla teknik gerçeklere dayanmakla beraber, coğrafi, siyasi, ekonomik ve askeri bir bütün oluşturmakta ve bu bakımdan çeşitli amillerin (etkenlerin) etkisi altında tarihi olayların gösterdiği yönde sınırları çizilen bir coğrafya parçasıdır. Vaktiyle, Batı Trakya için Lozan Konferansı esnasında, plebisit yapılmasını istemiştik. Buna şiddetle karşı çıkan Yunanistan olmuştu. O günkü iddialarını ve kanıtlarını bugün kendilerine karşı kullanmak kolaydır. * Şuna da dikkatlerini çekmek gerekir: Daha dün, nüfus esasına dayanarak mı Ankara‟nın önlerine kadar gelmişlerdi? İzmir‟de, Aydın‟da, Denizli‟de, Eskişehir‟de işleri neydi? Acaba oralarda self-determinasyon ilkesini gerçekleştirmek için ilâhi bir misyonları mı vardı? * Girit alındı, şurası, burası alındı. Daha birçok yerler alınabilecek sanıldı. Girit‟i alma yöntemlerinin Kıbrıs‟ta tekrar edilmekte olması, ister istemez Türkleri, Yunan irredantizm hareketinin başlangıçtan bugüne kadar olan seyrini hatırlamaya yöneltiyor. * Şurasının herkesçe açık olarak bilinmesi gerekir ki, Türkiye sahillerinin büyük bir kısmı, başka devletlere ait gözleme ve tehdit araçlarıyla çevrilmiş bulunuyor. Bir Kıbrıs sahası bugün güvenli görünmektedir. Bu bakımdan, Kıbrıs, Anadolu‟nun bir devamından ibarettir ve onun güvenliğinin esas noktalarından biridir. Bu nedenle, bugün Kıbrıs‟ın el değiştirmesi söz konusu ise, bunun etnik esaslara değil, çok daha önemli gerçeklere ve gerekçelere göre kararlaştırılması ve Türkiye‟ye geri verilmesi gerekecektir. * Londra‟ya gidecek heyetimiz, statükonun devamını asgari koşul olarak savunacaktır. Fakat şurasını da kesinlikle belirteyim ki, bu memleketin (Türkiye‟nin), Kıbrıs‟ın statükosunda (varolan durumunda) bugün için ve hatta yarın için memleketimiz aleyhine olabilecek bir değişikliğe kesinlikle tahammülü yoktur.”33

1525

29 Ağustos‟ta baĢlayan konferansta, Türkiye delegesinin baĢkanlığını DıĢiĢleri Bakan Vekili Fatin RüĢtü Zorlu üstlenmiĢti. Lancaster House‟de yapılan konferans, iki aĢamalı oldu. Ġlk aĢamasında taraflar kendi görüĢlerini belirttiler. İngiltere, adadan ayrılmak niyetinde olmadığını; üç devletin, Doğu Akdeniz‟in savunmasında ortak çabalarda bulunabileceklerini ve bunun örneklerini ilkin Kıbrıs sorununda verebileceklerini, Kıbrıs‟a özerklik önerdiklerini ve Türkiye ile Yunanistan‟ın özerkliğin uygulanmasında yardımcı olmalarını istediklerini bildirdi.34 Yunan delegesi, „Kıbrıs halkına‟ self-determinasyon hakkının tanınması üzerinde ısrar etti. Zorlu ise, adanın Türkiye‟nin savunması için olan yaĢamsal önemini belirterek, eğer birgün İngiltere adadan ayrılmaya karar verirse, Türkiye‟nin güvenliği konusunun diğer bütün ilkelerin üstünde olacağını, adanın tarihi, coğrafi ve stratejik nedenlerle Türkiye‟ye bağlı bulunduğunu, statüko bozulacaksa Kıbrıs‟ın geri Türkiye‟ye verilmesi gerektiğini anlattı. Zorlu, ayrıca, Kıbrıs‟taki Türk nüfusu ele alındığında, bunların Anadolu‟da yaĢayan 24 milyon Türkle birlikte hesaplanması gerektiğini, sadece Türkiye‟de 300 bin Kıbrıslı Türk bulunduğunun da unutulmaması gerektiğini söyledi. Kıbrıs‟ı elde bulunduran ülkenin Ege‟deki adaları da elinde bulunduran ülke olması halinde Türkiye‟nin bu devlet tarafından kuşatılmış olacağını söyleyen Zorlu, hiçbir ülkenin tüm güvenliğini, nekadar dost ve müttefik olursa olsun böyle bir devlete bağlayamayacağını bildirdi. Zorlu, self-determinasyon konusunda ise, 1954‟te BM‟de belirtilen ve BaĢbakan Menderes‟in Londra Konferansı arifesinde Ġstanbul‟da yinelediği Türk görüĢlerini, yeni örnekler vererek anlattı. Özerklik üzerindeki Türk görüĢü de, Ģöyle dile getirildi: Özerk yönetim ancak birbirleriyle iyi geçinen, birbirine güvenen toplumlar için söz konusu olabilir. Bu nedenle özerklikten önce adadaki tedhişin durması gerekmektedir. Ortam hazır olur ve özerk yönetime geçilecekse, o takdirde bu yeni sistemin, her iki toplumun tam eşitliği esasına dayanması gerekeceği de akıldan çıkarılmamalıdır. Adadaki statüko bozulacaksa, ada Türkiye‟ye geri verilmelidir. Türkiye statükonun zora başvurularak değiştirilmesine asla izin vermiyecektir. Türk delegesinin bu açık ve kesin açıklamaları karĢısında Yunan delegesi söyleyecek bir söz bulamayınca konferans 6 Eylül‟e ertelendi. Konferans‟ın 6 Eylül‟de baĢlayan ikinci aĢamasında Ġngilizler, Kıbrıs için yeni bir anayasa önerdiler. Türk delegesi baĢkanı Fatin RüĢtü Zorlu, Ġngilizlerin önerilerini sakıncalı bulduğunu açıkladı, nedeni de Ģuydu:

1526

Rumlar Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhak (enosis) fikrinden vazgeçmedikçe, özerklik, bu emel peşinde olanları daha da cesaretlendirecektir; bu yoldaki eylemler için onlara daha uygun bir zemin hazırlayacaktır. Öte yandan Yunanistan da, baĢka nedenler ileri sürerek Ġngiliz önerilerini kabul etmedi ve Konferansı‟n bir sonuç vermediği gerekçesiyle Kıbrıs konusunu tekrar BM‟ye götürdü. Aslında, Yunanistan bir yanıt vermekte ikide kalmıĢ ve önerileri inceledikten sonra yanıt vereceğini bildirmiĢti ama, Makarios 9 Eylül 1955‟te Cikko Manastırı‟nda bir konuşma yaparak, ne kadar cazip olursa olsun özerkliği Kıbrıslıların reddedeceğini bildirdi.35 6 Eylül‟de ikinci aĢaması yapılan Konferans, hiçbir karar almadan 7 Eylül günü dağıldı. Londra Konferansı, tarafların Kıbrıs‟la ilgili görüĢlerinin dünya kamu oyunda duyurulmasına, Türkiye‟nin bu sorunda taraf ve birinci derecede ilgili bir devlet olduğunun kanıtlanmasına yaradı. Ġngiltere‟nin Ģimdilik adada kalmakta kararlı olduğu ve özerk yönetimden daha ileri gitmeyeceği anlaĢıldı. Yunanlıların ileri sürdüğü self-determinasyon ilkesinin Kıbrıs‟ta uygulanmasının olanak dıĢı olduğu görüĢü ağırlık kazandı. Ġngiliz basını, Kıbrıs‟la ilgili Türk tezini destekleyen yayınlar yaptı. Londra Konferansı, Türkiyesiz, Kıbrıs sorununa çözüm bulmanın olanağı bulunmadığını ve bir çözüm için 3 devletin uzlaşması gerektiğini ortaya koydu. Adanın geleceğini kimlerin kararlaĢtıracağının uluslararası alanda duyurulması yönünde Londra Konferansı tarihi bir aĢama sayılmaktadır. Makarios‟la YapılanGizliGörüĢmeler Londra Konferansı‟nın sonuçsuz kalması ve EOKA tedhiĢinin yaygınlaĢması üzerine, adadaki Sivil Vali Sir Robert Armitage‟in yerine asker kökenli bir vali göndermek gereği ortaya çıktı. Bunun üzerine, Ġngiliz Genelkurmay BaĢkanlığından yeni emekliye ayrılmıĢ olan Field Marshal (Fild Mareşal) Sir John Harding Kıbrıs‟a vali olarak atandı. MareĢal Harding, göreve baĢladığı 4 Ekim 1955 tarihinin ertesi günü BaĢpiskopos Makarios ile Ledra Palace (Lidra Palas) otelinde biraraya geldi. Toplantı sonunda yayınlanan bildiriye göre Harding ve Makarios “Adanın geleceği üzerinde fikir alışverişinde bulundular ve görüşmelere devam etmek için anlaşmaya vardılar.” Bu, ilginç bir geliĢmeydi. ünkü 1931 isyanından bu yana hiçbir Ġngiliz valisi herhangi bir Kıbrıs Rum BaĢpiskoposu ile görüĢmemiĢti. Vali, iki toplum arasında dengeyi korumaya özen gösterdiğini kanıtlamak için ertesi günü de Kıbrıs Türk ileri gelenleriyle görüĢmeler yaptı. Harding, ilkin Müftü Dana Efendi ile sonra da sırasıyla Avukat Fadıl N. Korkut ve Kıbrıs Türktür Partisi Genel BaĢkanı Dr. Fazıl Küçük‟le görüĢtü.36

1527

Harding-Makarios görüĢmeleri, kısa aralıklarla Lidra Palas‟ta devam etti. Daha sonraki geliĢmelerden anlaĢıldığı gibi, bu görüĢmelerin esas amacı, Makarios‟un tedhiĢle ilgili tutumunu değiĢtirerek EOKA‟ya destek olmaktan vazgeçmesini sağlamak ve bu yapıldığı takdirde, Rumlara özerk yönetimde daha fazla haklar verileceğini duyurmaktı. Kıbrıs Türktür Partisi Genel BaĢkanı Dr. Fazıl Küçük, Ġngiliz Sömürgeler Bakanı Alan Lennox Boyd‟a ve valiye birer telgraf göndererek Kıbrıs Türklerinin, ilkin adadaki tedhiĢin sona erdirilmesi, nizam ve asayiĢin sağlanması ve ancak ondan sonra her iki topluma eşit haklar verilerek statükonun devamı gerektiğini, self-determinasyon hakkı maskesi altında adanın Yunanistan‟a ilhakına Ģiddetle karĢı olduklarını belirtti. 11 Ekim‟de yapılan 3. görüĢme ise tam bir çıkmazla sonuçlandı. Bu görüĢmeden önce Ethnarhia üyeleriyle bir toplantı yaparak izlenecek politikayı saptayan Makarios, valinin özerklik önerilerini kesin olarak reddetti. Harding-Makarios görüĢmelerinin birinci aĢamasının baĢarısızlığa uğramasının ana nedeni, Ġngilizlerin özerklik, Makarios‟un ise, enosise götürecek self-determinasyon hakkının uygulanması için belirli bir tarih saptanması üzerinde ısrar etmeleriydi. Harding-Makarios görüĢmeleri 1956 yılının ilk günlerinde yeniden baĢladı. 9 Ocak‟tan 29 ġubat‟a kadar aralıklı olarak devam eden bu görüĢmelerde de bir anlaĢmaya varılamadı. 29 ġubat‟ta yapılan son toplantıya Londra‟dan gelen Sömürgeler Bakanı A. L. Boyd da katıldı.37 GörüĢmelerin ikinci aĢaması öncesinde, Vali Harding, Dr. Fazıl Küçük baĢkanlığında bir Kıbrıs Türk heyetini de kabul ederek, Türk toplumunun fikri alınmadan adanın gelecekteki yönetim Ģeklinin kararlaĢtırılmayacağına iliĢkin güvence verdi. Aynı amaçla, Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanlığı‟nda, TC. Londra Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü‟ye bilgi verildi. Vali Londra‟ya giderek durumu hükümetle görüĢtü. Adaya dönüĢünün ertesi günü, 26 Ocak‟ta Makarios‟la son ve en uzun toplantısını yapan Harding onunla hiçbir konuda anlaĢmaya varamadı. Ġki taraf arasında, bundan sonra baĢbaĢa görüĢmek yerine, karĢılıklı yazıĢmalar yer aldı.38 Vali Harding ve Makarios arasında karĢılıklı yazıĢmalardan da olumlu bir sonuç alınamayınca Ġngiliz Sömürgeler Bakanı Alan Lennox Boyd son bir giriĢim için, Kıbrıs‟a geldi ve 29 ġubat günü Makarios‟la görüĢtü. Boyd, Ġngiliz hükümetinin görüĢlerini yazılı bir belge olarak da Makarios‟a sundu. Makarios, bu önerileri de reddetti. Böylece 1955 Ekim ayından beri devam eden görüĢmeler tam bir baĢarısızlığa uğradı. Makarios, tedhiĢin durdurulması çağrısını da yapmadı ve böylece hava daha da gerginleĢti. EOKA tedhiĢi, artan bir hızla devam etti; anlaĢma umudu tamamıyla yok oldu.

1528

Harding-Makarios görüĢmeleri devam ederken BaĢpiskoposun, EOKA tedhiĢ eylemleriyle olan ilgisini kanıtlayan birçok belge ele geçirildi. Daha sonra, BaĢpiskoposlukta bulunan birçok belgeden Makarios‟un amacının ilkin self-determinasyon hakkını elde etmek ve daha sonra Rum çoğunluğuna dayanan meclisten çıkaracağı bir kararla bu hakkı uygulayarak enosisi ilân etmek olduğu açıklanmıştı. Vali, ele geçirilen ve Makarios‟un tedhiĢle olan ilgisini kanıtlayan belgeler ıĢığında, Makarios‟la birlikte Girne piskoposunu, Ayfanaromeni Kilisesi papazını ve Girne Piskoposluğu sekreterini sürgüne göndermeye karar verdi. Ġngiliz hükümetinin bu kararı onaylaması üzerine, 9 Mart 1955‟te, yani müzakerelerin kesilmesinden 9 gün sonra, Makarios ve diğer 3 arkadaĢı Hint Okyanusu‟ndaki Seyşel adalarına sürgün edildi. Vali Harding, artık tüm çabalarını EOKA tedhiĢine karĢı askeri operasyonlar düzenlenmesi ve tedhiĢin sona erdirilmesi uğraĢları üzerinde yoğunlaĢtırdı. 1956 yılı yaz aylarında Trodos dağlarında EOKA‟ya karĢı baĢarılı hareketler yapıldı. Bu esnada EOKA, Ġngiliz askerleri yanında Rum ve Türk sivillere de saldırmaya ve bu tür cinayetlerini artırmaya baĢladı. Yeni Ġngiliz Önerileri veĠki Toplumun AyrıSelf-Determinasyon Hakkı Makarios‟un SeyĢel adalarına sürülmesinin ardından 1956 yazında Ġngiltere Kıbrıs‟a yeni bir anayasal düzen getirmek için tekrar giriĢimlerde bulundu. Bu maksat için gerekli çalıĢmaları yapmak üzere Lord Radclife‟i (Radklif) anayasa komiseri atadı. BaĢbakan Harold Macmillan, 12 Temmuz 1956‟da parlamentoda yaptığı konuĢmasında, Kıbrıs‟a iç yönetiminde özerklik verilmesi yolunda ilerlemekte kararlı olduklarını bildirdi. Macmillan, ayrıca, Ġngiliz hükümetinin self-determinasyon hakkını kabul etmekte olduğunu, fakat bu yönde atılacak adımların Lozan AntlaĢması‟na taraf olan Türkiye için ciddi ve kapsamlı sonuçlar ortaya koyacağını, bu nedenle, yapılacak iĢin iç özerklik alanında yeni giriĢimler yapmak olduğunu açıkladı. Parlamentodaki müzakereler esnasında DıĢiĢleri Bakanı Selwyn Llyod, Kıbrıs‟ın Türkiye için taĢıdığı önemi vurguladı. Milletvekili Walter Eliot ise, sadece yeni bir anayasa üzerinde durulması yerine Lord Radcliffe‟in adanın taksimini de göz önünde tutmasını ve bunun için kendisine yetki verilmesi gerektiğini belirtti; Radcliffe‟in adaya yapacağı daha sonraki ziyaretlerde Türk ve Rum kesimlerini ayıracak sınırı saptamak için bir sınır komisyonu ile takviye edilmesini istedi. Kıbrıs Türktür Partisi Genel BaĢkanı Dr. Fazıl Küçük, bir basın bildirisi yayımlayarak Ġngiliz BaĢbakanı‟nın açıklamasını genel olarak olumlu bulduğunu, fakat Türklerin sadece kağıt üzerinde kalacak güvencelerle yetinemeyeceğini bildirdi ve Ģöyle dedi: “Bizim kabul edebileceğimiz tek güvence, tüm yasaları çıkaracak olan Mecliste eşit temsilci bulundurmaktır. Ayrıca İngiltere,

1529

Kıbrıs‟ta self-determinasyon hakkını Türkiye‟nin olurunu almadan uygulamayacağının güvence altına alınmasını istiyoruz.” Rumların kendisiyle görüĢmeyi reddetmiĢ olması nedeniyle Radcliffe, sadece Türk toplumu ileri gelenleri ve sömürge yöneticileriyle görüĢtü. Radcliffe anayasa önerileri, 19 Aralık 1956 günü Ġngiliz parlamentosunda açıklandı. Bu önerileri açıklarken, Sömürgeler Bakanı Alan Lennox Boyd Ġngiliz Avam Kamarasında Ģöyle dedi: Uluslararası ve stratejik durum uygun olduğunda ve özerk yönetim, tatmin edici şekilde işlediği takdirde, Majeste Kraliçe hükümeti, self-determinasyon hakkını uygulamayı gözden geçirmeye hazır olacaktır. Bunu yapma zamanı geldiğinde, yani koşullar oluştuğunda, Kıbrıs‟ın özel durumu nedeniyle, self-determinasyonun uygulanması esnasında, Kıbrıs Türk toplumunun da, Rum toplumundan

daha

az

olmamak

üzere,

kendi

geleceğini

kararlaştırmak

(saptamak),

özgürlüğünü güvence altına almak, Majeste Kraliçe hükümetinin amacı olacaktır. Başka bir deyişle, İngiliz hükümeti o inançtadır ki, böylesine karma bir toplum yapısında, self-determinasyonun uygulanması, diğer seçenekler arasında, taksimi de içermelidir.39 Taksim tezinin Türkiye ve Kıbrıs Türkleri tarafından ulusal bir amaç haline getirilmesi, Ġngiliz parlamentosundaki bu açıklamadan sonra resmi Ģekilde belirlenmiĢ ve benimsenmiĢtir. Taksim tezi, iki toplumun ayrı self-determinasyon hakkının kabulü ile ortaya atılmıĢ ve özellikle 1957-1958 yıllarında Türkiye ile Kıbrıs Türk toplumu içinde büyük destek bulmuĢ, ulusal bir nitelik kazanmıĢtır. Radcliffe Anayasa önerileri, sürgün olduğu SeyĢel‟de kendisine sunulan Makarios, “mevcut koĢullar altında Kıbrıs‟ın geleceğiyle ilgili herhangi bir meseleyi müzakere etmeyeceğini” bildirdi. Radcliffe anayasa önerilerinin baĢarısızlığa uğramasından sonra Kıbrıs için yeni bir plan hazırlığı çalıĢmaları 1958 yılı yaz aylarına kadar devam etti. Bu esnada Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu ayrı self-determinasyon hakkına dayanarak adanın taksimini resmi bir tez olarak benimsedi ve bu yönde büyük bir kampanya baĢlattı. Türkiye ve Kıbrıs‟ta sık sık ve büyük kalabalıkların katıldığı taksim mitingleri düzenlendi. “Ya taksim ya ölüm” parolası ortaya atıldı. Ġngilizler ise yeni bir plan peĢindeydi. Ankara‟daki Bağdat Paktı toplantısı öncesinde adada Ġngiliz askerleriyle Türk öğrenciler arasında yer alan bu olaylar, havayı hayli gerginleĢtirmiĢti. Türkiye basınında ise, Taksim konusu hergün manĢetlerdeydi. Nihayet 27 Ocak günü geldi çattı ve bir gün önce Ankara‟ya gelen Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanı Selwyn Lloyd‟un, Zorlu ile görüĢerek taksim tezini Ġngiltere‟nin kabul ettiğini açıkladığı Ģeklinde bir haber çıktı.

1530

Bu haber, 27 Ocak günü, Kıbrıs Türk gazetelerinden Bozkurt‟un manĢetinde yer alınca Türk toplumu içinde büyük bir sevinç ve heyecan yarattı. Halk ve öğrenciler Taksim sloganları atarak, ellerindeki Türk bayrakları ile yollara döküldü. LefkoĢa‟da Atatürk Meydanı‟nda büyük bir kalabalık oluĢtu ve buradan Ġnönü Meydanı‟na doğru yürüyüĢe geçildi. Yer, gök “Taksim, Sadece Taksim”, sesleri ile inliyordu. Fakat Ġngiliz askerleri bu kez daha da hazırlıklıydı. Coplarla, göz yaĢartıcı bombalarla ve silahlı olarak Evkaf binası önünde ve Girne caddesinin çeĢitli yerlerinde gruplar halinde yerlerini almıĢ ve taksim yürüyüĢüne katılanlara ilkin coplarla, sonra göz yaĢartıcı bombalarla saldırıya geçtiler. Bir ara Girne kapısından Atatürk Meydanı‟na doğru hızla ilerleyen bir Ġngiliz askeri cipi, biri kadın olmak üzere 4 vatandaĢımızı yere düĢürdü ve kadının üzerinden geçerek onu çiğnedi; ölümüne neden oldu. Bu feci olay sonucu çatıĢmalar daha da büyük boyutlara ulaĢtı. Ertesi gün de taksim yürüyüĢleri ve çatıĢmalar devam etti; Ġngiliz güvenlik kuvvetlerinin açtığı ateĢ sonucu Girne kapısı civarında 3 gencimiz daha Ģehit oldu. Gazi Mağusa ve diğer kasabalarda da Ġngilizlerin bu barbarca hareketini kınamak için gösteriler düzenlendi. BaĢbakan Menderes, 27-28 Ocak olayları üzerine duyduğu büyük üzüntüyü belirterek Kıbrıs Türk toplumuna baĢsağlığı dileğinde bulundu; Türk toplumunun korunması hususunda Türk hükümetinin büyük bir dikkat ve hassasiyet içinde olduğunu belirtti. Yeni Ġngiliz planına gelince… BaĢbakan Macmillan planın hazırlayıcısı olarak ortaya çıktığından adına Macmillan Planı denildi. Nitekim 19 Haziran 1958 günü Macmillan, kendisinin hazırladığı yeni Kıbrıs planını Ġngiliz parlamentosunda açıkladı.40 Buna göre yeni planın dört amacı vardı: a) Kıbrıs halkının tümüne hizmet, b) Adadaki iki toplum ile Türkiye ve Yunanistan‟ın kabul edeceği bir anlaşma sağlamak, c) Adadaki İngiliz üslerini ve tesislerini korumak, d) Bölgede İngiltere ile müttefikleri arasındaki işbirliğini, barışı ve güveni güçlendirmek. Bu esas amacın gerçekleĢmesinin ancak ortaklık ve iĢbirliği ile mümkün olacağı düĢünülmüĢ ve yeni planın hem iki toplumun hem de iki anavatanla Ġngiltere‟nin ortaklığına dayanması esası öne çıkarılmıĢtı. Böylece Macmillan planının bir diğer adı da „Ortaklık Planı‟ olarak saptanmıĢtı. Böylece, ilk kez İngiliz hükümeti, Türkiye ile Yunanistan‟ın eşit koşullarda Kıbrıs‟la ilgili olduğunu resmi bir plan çerçevesinde kabul ediyordu. Durum böyle olunca da, artık enosis gibi, tek yanlı bir emelin gerçekleĢmesi ve sadece bir tek toplumun isteklerinin dikkate alınıp öteki toplumun azınlık olarak bazı haklarla yetinmesi gibi görüĢler, öneriler geçerliğini resmen yitirmiĢ bulunuyordu. Bu nedenlerle Macmillan‟ın ortaklık ve iĢbirliği planı Kıbrıs Türk toplumu ve Türkiye için çok önemli bir aĢamadır. Plana göre, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs‟ta yeni sistemin uygulanmasında vali ile işbirliği yapacak birer temsilci bulunduracaktı. Her toplum, kendi içişlerinde tam bir özerk yönetim sistemine kavuşacaktı.

1531

Bu ortaklık sistemi, 7 yıl uygulandıktan sonra adanın uluslararası statüsü yeniden ele alınacaktı. Planın en önemli yanı, herşey iyi gider, uygulaması tatmin edici olursa ve Türk ve Yunan hükümetleri bu ortaklık ve işbirliği deneyimini daha da geliştirmek isterlerse, İngiltere‟nin, adadaki üslerini korumak koşuluyla, Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bulunması için Kıbrıs‟ın egemenliğini Türkiye ve Yunanistan ile paylaşmaya (condominium) razı olduğunu belirtmesidir. Böylece, adada üçlü bir yönetim oluşacak, Kıbrıs‟ın egemenliği Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından ortaklaşa paylaşılacaktı. Kıbrıs Rum liderleri derhal ve Yunan hükümeti de kısa bir süre sonra, Macmillan planını reddettiklerini açıkladılar. Sürgündeki Makarios, Kıbrıs Valisi Foot‟a gönderdiği yanıtta, selfdeterminasyon ilkesi üzerinde ısrar etmiĢ ve Macmillan‟ın ortaklık planının tehlikeler içerdiğini belirtmiĢtir. Makarios‟a göre sorun, Kıbrıslılarla İngiltere arasında müzakere edilmeli ve Türkiye bu işe karıştırılmamalıydı. Türkiye DıĢiĢleri Bakanı Fatin RüĢtü Zorlu, 20 Haziran‟da yaptığı bir açıklama ile ortaklık planının Türk tezi ile bağdaĢabileceğini belirterek sorunun nihai çözümü için üçlü bir konferans önerdi. Ayrıca, Türkiye hükümeti, Ġngiliz ortaklık ve iĢbirliği önerisinin, taksim ilkesiyle, taksim tezi feda edilmemek koĢuluyla bağdaĢabileceği görüĢündeydi. Makarios ve Yunan hükümeti değiĢtirilmiĢ Ģekliyle de planı reddettiler. Kıbrıs Türk liderleri ise son sözü Türkiye‟ye bıraktılar. F. R. Zorlu, 25 Ağustos‟ta basına açıklama yaparak, taksim tezi saklı kalmak üzere, bazı koşullarla değiştirilmiş şekliyle de İngiliz planını destekleyeceklerini bildirdi. Bu çerçevede, 1 Ekim‟de Türkiye temsilcisinin Kıbrıs‟a gönderileceği açıklandı. Türkiye ile Ġngiltere‟nin, Yunanistan ve Rumların katılmamalarına karĢın planı uygulamakta kararlı bir davranıĢ içine girmeleri Rum-Yunan ikilisini ĢaĢkına çevirdi. Bu esnada hükümet, plana göre, LefkoĢa‟da ve 4 kasabada Türk ve Rum belediyelerin ayrılmalarını öngören çalıĢmalar baĢlattı. Yunan hükümeti ve Rumların, Macmillan planını önleme girişimleri bir sonuç vermedi ve Türkiye temsilcisi olarak atanan Kıbrıs‟taki Başkonsolos Burhan Işın 1 Ekim‟de temsilci olarak yeni görevine başladı. Bu tarihi olay üzerine, o günlerde Ankara‟da temaslar yapmakta olan KTK. Federasyonu BaĢkanı Rauf R. Denktaş bir demeç vererek Ģöyle dedi: “Kıbrıs‟ta bir Türk temsilciliğinin kurulması, Kıbrıs Türklerinin istikbali bakımından tarihi ehemmiyeti haiz olan bir vakıadır (olgudur).

1532

Bugün Hariciye Vekâleti (Dışişleri Bakanlığı) tarafından yapılan açıklama, Kıbrıs Türk tarihinde eski bir devrin kapanıp yeni ve ümitle dolu bir çağın açılması bakımından da üzerinde durulmağa değer bir hâdisedir (olaydır). Temsilciliğin kurulması ile Türkiye‟nin Kıbrıs üzerinde olan hakları tanınmış ve Kıbrıs‟ın idaresinde Anavatanımız fiilen yerini almış bulunmaktadır. Kıbrıs Türkleri, Temsilciliğin kurulması ile artık huzur ve ümit içerisinde dâvaya daha çok sarılacaktır. Bize mutlu günler gösteren Türk Devleti, Türk Milleti, Türk Matbuatı (Basını) ve gençliği sağ olsun.” Gündelik Türk gazeteleri Türkiye temsilcisinin tayin edildiği haberini büyük ve boydan boya baĢlıklarla Ģu Ģekilde vermiĢlerdi: “Kıbrıs Türk Tarihinde yeni bir devir açıldı. Anavatanımız Kıbrıs idaresine fiilen iştirak etmiş (katılmış) bulunuyor.” Bağımsızlığa Doğru Macmillan‟ın ortaklık ve iĢbirliği planının, Yunanistan ile birlikte Türkiye‟yi de adanın yönetiminde fiilen eĢit taraf durumuna getirmesi, Atina‟da ve Kıbrıs Rum liderliği arasında ciddi bir telâĢa ve kaygılara neden oldu. Nitekim bu planın uygulanmasını önlemenin yollarını aramaya baĢladılar. Kıbrıs‟a bağımsızlık verilmesi fikrine, işte sadece bu nedenle, geçici bir kurtuluş simidi olarak sarıldılar. Makarios bir süre önce, Kıbrıs‟a dönmemek koĢuluyla, SeyĢel‟deki sürgünden serbest bırakılmıĢ ve Atina‟ya yerleĢmiĢti. 20 Eylül 1958 günü, Ġngiliz iĢçi milletvekili Barbara Castle‟la yaptığı görüĢme esnasında, çözüm olarak, Kıbrıs‟a güvenceli (garantili) bağımsızlık verilmesini kabul edeceğini söyledi.41 Yunan hükümeti, Macmillan Planı‟nın uygulanmasını önlemek için, 15 Eylül 1958‟de yeniden BM‟ye baĢvurdu. Bu baĢvuru sonucu, Kıbrıs sorununun BM Genel Kurulu‟nda görüĢülmesi kararlaĢtırıldı. Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanı Selwyn Llyod, New York‟ta Averoff‟a, kesin bir dille, Macmillan Planı‟nı uygulayacaklarını bildirdi. Bu esnada, NATO Genel Sekreteri Spaak‟ın arabuluculuk yaparak Kıbrıs‟la ilgili bir konferans toplanması önerisini de Yunan hükümeti reddetti. Sonuçta, tüm gözler BM‟de yapılacak müzakerelere ve alınacak karara çevrildi. Bağımsızlıktan önce BM‟de yapılan son Kıbrıs tartıĢması, 25 Kasım 1958‟de baĢladı ve 5 Aralık‟ta Yunanistan‟ın yenilgisini simgeleyen bir karar suretiyle noktalandı.42 287 (XIII) no.‟lu bu kararın en önemli yanı, Kıbrıs sorunuyla doğrudan ilgili bulunan 3 hükümet (Türkiye, Yunanistan, Ġngiltere) ve Kıbrıslıların (Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların) temsilcileri

1533

arasında yapılacak görüĢmeler için çağrıda bulunmasıydı. Böylece, Türk tarafının üzerinde titizlikle durduğu iki ana ilke, BM tarafından kabul edilmiĢ oluyordu: a) Türkiye Kıbrıs sorununda birinci derecede ilgili taraftır ve Türkiye‟nin rızası alınmadan Kıbrıs‟ın geleceği karara bağlanamaz. b) Kıbrıs‟ta iki ana toplum vardır ve kalıcı bir çözüm için „Kıbrıslılar‟ olarak belirtilen bu iki toplumun da görüşleri ve onayı alınmalıdır. 1950‟li yıllarda, çözümün, kesin olarak iki toplumlu bir sisteme dayanması ve 3 ülkenin (Türkiye, Yunanistan, Ġngiltere) ulusal çıkarlarına uygun olması gerektiği, artık kesinlik kazanmıĢtı. BM‟lerde, 4 Aralık‟ta alınan karar, bu esası vurgulamakta ve dünya kamuoyunun bu yönde ortak bir görüĢe vardığını kanıtlamaktaydı. Bu nedenle denilebilir ki, sonuçta, Rum-Yunan ikilisinin enosis tezi, Türklerin taksime dayalı antitezi ile çatışınca, bunun sonucu olarak bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti sentezi ortaya çıkmıştır. Averoff, BM‟deki bu yenilgi için, “Savaş kaybedildi” diyordu. Bu hayal kırıklığı ve ĢaĢkınlık içinde BM binasında Yunan diplomatlarıyla bir değerlendirme görüĢmesi yaparken, TC. DıĢiĢleri Bakanı Fatin RüĢtü Zorlu‟nun kendilerine yaklaĢarak, BM‟deki çetin ve baĢarılı çabalarından ötürü kendisini nasıl kutladığını, dostluk elini uzatıp “geliniz ikimiz birarada bu sorunu görüşüp bir uzlaşmaya varalım” dediğini Kıbrıs‟la ilgili kitabında anlatmaktadır.43 Averoff, Zorlu‟nun uzanan dostluk elini geri çeviremezdi. ünkü, her yönden Türk diplomasisine yenik

düĢmüĢlerdi;

dünya

kuruluşu

ve

kamuoyu,

Türkiyesiz Kıbrıs‟ta

nihai

bir

çözüme

varılamayacağını kabul etmişti. Zorlu‟nun önerisi, iki tarafın karĢılıklı müzakeresini teĢvik eden ABD temsilcisi tarafından da çok olumlu bir giriĢim olarak takdir edildi ve Meksika delegesi tarafından Genel Kurul‟a sunulan “Kıbrıs‟ta barışçı, demokratik ve adil bir çözüme ulaşılması için tarafların sürekli olarak çaba göstereceğine güven belirten” karar tasarısı oybirliğiyle kabul edildi. Böylece, Zorlu ve Averoff arasında, New York‟ta baĢlayan ikili görüĢmeler, daha sonra Paris‟te ve Zürih‟te devam etti; çetin, yoğun fakat sonuç alıcı müzakereler yapıldı.44 Sonuç olumluydu. Nitekim, Türkiye ve Yunanistan, İngiltere‟nin de olurunu alarak Kıbrıs‟ta iki toplumlu bir Ortaklık Cumhuriyeti‟nin kurulması üzerinde anlaşmaya vardı. Rum-Yunan ikilisi, müzakerelerin ilk günlerinde, iki toplumlu ve bir nevi fonksiyonel federasyon olarak belirlenen Türk görüĢlerine karĢı çıkmakla beraber, müzakereler ilerledikçe, iki toplumun nüfus oranlarına göre değil, iki ayrı siyasi varlık olmaları nedeniyle, birçok devlet organlarında dengeli olarak temsil edilmeleri ve bir toplumun öteki üzerinde egemenlik kurmasının önlenmesi gerektiğini kabul etmek durumunda kaldılar. Gerek Rum liderliği, gerekse Yunan hükümeti, Türklerle bağımsız devlet konusunda, iki toplumun siyasi eşitliği esasına dayalı olarak, Zorlu‟nun önerdiği esaslar içinde, bir çözüme

1534

yaklaĢmadıkları takdirde, adanın taksim edileceği görüĢündeydiler. Bu nedenle, ilkin daha çok Rumların eline geçecek bir bağımsız devlet formülünü kabul etmek ve bir süre sonra, ilk fırsatta anayasayı değiştirip Türklere tanınan hakları gaspetmek, böylece enosis yolunu tekrar açmak gibi sinsi bir düşünceyle anlaşmaları imzaya razı oldular. Böylece Türk-Yunan görüşmeleri, bir iki küçük nokta dışında iki tarafın anlaşmasıyla sona erdi. Bunun üzerine, TC. BaĢbakanı Adnan Menderes ve Yunan BaĢbakanı Konstantin Karamanlis, Zürih‟e gittiler. Burada BaĢbakanların da katıldığı müzakereler sonunda, tam bir anlaĢma sağlandı ve bu anlaĢma 27 madde halinde kaleme alındı. 11 Şubat 1959 günü iki Başbakan bu anlaşmayı Zürih‟te imzaladı. Zürih AntlaĢması‟nın geçerli olabilmesi için, Ġngiliz hükümetiyle Kıbrıs Türk ve Rum liderleri tarafından da kabul ve imza edilmesi gerekiyordu. Makarios ve Dr. Küçük geliĢmelerden Atina ve Ankara tarafından haberdar edilmekteydi. Bu nedenle Zorlu ve Averoff arasındaki görüĢmelerin seyri ve hedeflenen sonuç tüm taraflarca bilinmekteydi. Ama Makarios yine de son dakikada bile olsa bozgunculuk yapmak, bazı konularda tekrar müzakere sürecini baĢlatmak peĢindeydi. Nitekim, 17-19 ġubat 1959‟da, Londra‟da, Zürih AntlaĢması‟nın onayı için yapılan toplantılarda, imzalamaktan kaçınma rolü oynamaya baĢladı. Onun bu olumsuz tavrı, anlaĢmanın içeriği hakkında zamanında bilgili kılınmadığından değil, ileride Kıbrıs anlaĢmaları ve anayasasını bozmak niyetinde olduğundan, buna daha o günden bir kılıf hazırlamak içindi. Yani, anlaĢmaları zorla imzaladığı Ģeklinde bir imaj yaratmak ve bunu ileride anayasayı değiĢtirme giriĢimleri için kullanmak istiyordu. 17 ġubat‟ta, Dr. Küçük baĢkanlığında Londra‟ya giden Kıbrıs Türk heyetinde Rauf Denktaş ve Osman Örek de bulunuyordu. Makarios ise, henüz adaya dönme izni olmadığı için, Londra‟ya Atina‟dan gelmiĢ ve danıĢmalarda bulunmak için, Kıbrıs‟tan oldukça kalabalık bir Rum heyetini Londra‟ya çağırmıĢtı. Başbakan Adnan Menderes başkanlığındaki Türk heyeti, Londra‟ya giderken, uçağın Gatwich havalimanı yakınlarında düşmesi sonucu birçok Türk diplomatı yaşamını kaybetti. Adnan Menderes‟in kendisi, büyük bir Ģans eseri, hafif yaralar aldığı için, kısa sürede iyileĢti ve Kıbrıs AntlaĢmalarını tedavi görmekte olduğu London Clinic‟de imzaladı. Londra‟da, Lancester House‟da, iki gün devam eden görüĢmelerde Makarios‟un değiĢiklikler önererek imzadan kaçınma giriĢimleri, Averoff ve Karamanlis‟in tavsiyeleri ve uyarıları sonucu giderildi ve 19 ġubat 1959 günü, Zürih anlaĢmaları son Ģeklini alarak Londra‟da 5 tarafın imzaları ile onaylandı. Böylece, Zürih ve Londra Antlaşmaları olarak anılan ve Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin doğmasını sağlayan anlaĢmalar gerçekleĢmiĢ oldu.45

1535

1 Gazioğlu, A. C., Ġngiliz Ġdaresinde Kıbrıs (Ġstanbul 1960), ilgili bölüm; Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler (2. baskı) s. 130-133. Ayrıca bak, London Gazette, 5 Kasım 1914. 2 Dendias, adadaki Türklerin sekizde birinin, yani 8,000 Türkün adayı terk ederek Anadolu‟ya göç ettiğini yazmaktadır. 3 Yunan Kralı Konstantin, Alman Ġmparatoru William II‟nin kızkardeĢi Sofia ile evliydi. 4 Ġngiliz Belgesi CO 67/178. 5 CO 505-20. 6 CO 67/179-4973. 7 CO 67/191-28343. 8 Sabahattin Ġsmail ile Ergin Birinci‟nin „Ġki Ulusal Kongre‟ kitabında ayrıntılı bilgiler vardır. 9 Yeni Kıbrıs Dergisi, 1985, s. 50. 10

Gazioğlu, Ahmet, Ġngiliz Ġdaresinde Kıbrıs, s. 34 ve Enosis Çemberinde Türkler, s.

193-194. 11

Sömürgeler Bakanlığı ArĢivi CO 69/41.

12

Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler, s. 209-210.

13

Storrs‟un 1931 isyanıyla ilgili olarak Sömürgeler Bakanı‟na gönderdiği raporda bu olay geniĢ

ve ayrıntılı Ģekilde anlatılmaktadır. Bak, CO 883/8, Cmd 4045 (1932); ayrıca bak Storrs, Orientations (London 1937). 14

Crawshaw, Nancy, The Cyprus Revolt-An account of the Struggle for Union with

Greece (London 1978), s. 43. 15

Milli Kongre ağrısı, 23 Nisan 1931 tarihli Söz ve 25 Nisan tarihli Masum Millet

gazetelerinde tam metin olarak yayımlandı. Ayrıca bak, Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler, s. 246. 16

Ayrıntılı bilgi için bak, Harid Fedai, Yeni Kıbrıs Dergisi, Mayıs 1986, s. 35-40 ve

Sabahattin Ġsmail ile Ergin Birinci‟nin yayınladığı Ġki Ulusal Kongre (LefkoĢa 1987). 17

Söz Gazetesi, 11 Nisan 1943.

18

Gürkan, HaĢmet, Yeni Kıbrıs Dergisi, Ağustos-Eylül 1985, (Bu yazıda KATAK‟la ilgili

ayrıntılı bilgiler var). 19

Deniz, Kemal, Yeni Kıbrıs Dergisi, (dizi yazı) Mayıs-Kasım, 1986 ve Ocak-Mart 1987

(Bu dizide K. T. iftçiler Birliği‟nin kuruluĢu ve çalıĢmaları ile ilgili ayrıntılı ve geniĢ bilgiler vardır). 20

Gazioğlu, Ahmet C., Enosis Çemberinde Türkler, s. 389-408.

21

The Times, 1 Mart 1947; ayrıca bak CO 67/352.

1536

22

Gazioğlu, a.g.e., s. 445-446.

23

Halkın Sesi, ve Hürsöz, 12 Aralık 1949.

24

MenteĢoğlu, Feridun Osman, Kıbrıs Adası Hakkında, Ulus Gazetesi, 18 Aralık 1949;

bak ayrıca Armaoğlu, Fahri H., Kıbrıs Meselesi (Ankara 1963), s. 19. 25

Luke, Sir Harry, Cyprus a Portrait and Appreciation, (London 1975), s. 180; ayrıca

bak, Stavrinides, Zenon, The Cyprus Conflict, (CYREP, ikinci baskı, 1999) s. 27-28. 26

CO 67/37013.

27

Scotsman Gazetesi, 8 Aralık 1954.

28

Gazioğlu, Ahmet C., Enosise KarĢı Taksim ve EĢit Egemenlik, (Ankara 1988), s. 28-

29

Hürriyet, Vatan ve Cumhuriyet Gazeteleri, 25 Ağustos 1954.

30

Hürriyet, 29 Ağustos 1954.

31

Gazioğlu, a.g.e., s. 35-38.

32

EOKA ile ilgili ayrıntılı bilgi için bak, The Memoirs of General Grivas, edited by

30.

Charles Foley (Longmans, London 1964). 33

Bak, Anadolu Ajansının 24 Ağustos 1955 tarihli bülteni; ayrıca bak, Dünya Gazetesi 25

Ağustos 1955. 34

Konferansın seyri ve tutanakları için bak The Tripartite Conference On Eastern

Mediterranean and Cyprus, cmd 9594, October 1955, s. 5 1. 35

Gazioğlu, Ahmet C., Enosise KarĢı Taksim ve EĢit Egemenlik, s. 100-102.

36

Halkın Sesi, 6 Ekim 1955.

37

Parliamentary Debates (Hansard), 26 Ocak 1956.

38

Bak, Correspondence Exchanged Between the Governor and Archbishop

Makarios, cmd. 9708, March 1956. 39

Parliamentary Debates (Hansard) 19 Aralık 1956, cilt 562, No: 195.

40

Hansard, House of Commons, vol. 589, No. 124, 19 Haziran 1958, Ayrıca bak,

Macmillan, Harold, Riding the Storm, s. 668. 41

Bitsios, Dimitris, The Vulnerable Republic, s. 94.

42

GAOR, 13th Session, December 4, s. 312-313 ve 316.

43

Averoff, Evangelos, The Lost Opportunities, Cyprus, 1950-1963, s. 295-96.

1537

44

Gazioğlu, Ahmet C., Enosis Çemberinden Kıbrıs Cumhuriyeti‟ne (CYREP 2000)

Zürih AnlaĢmalarıyla ilgili olarak bu kitabın ilk 2 bölümünde geniĢ ayrıntı vardır. 45

Gazioğlu, a.g.e, s. 49-62.

1538

Rum Mezalimi ve Kktc'ye Doğru / Dr. Ahmet Gazioğlu [s.946-965] Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi, KKTC CumhurbaĢkanı Siyasî Tarih DanıĢmanı / KKTC Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs anlaĢmalarını kabul ederken ileriye ait niyetlerinin ilkin, Türk tarafına tanınan ve kendilerine göre aĢırı olan hakları ortadan kaldırmaya ve ilk aĢamada bir Kıbrıs Rum devleti, sonra da Yunanistan‟a ilhak aĢamasına geçmeye yönelik olduğuna iliĢkin çeĢitli kanıtlar vardır. Yunan ve Rum liderlerinin bu konudaki demeçleri ve davranıĢları bunun açık örnekleridir. ĠĢte bunlardan birkaçı: a) Averoff; anılarında Ģöyle demektedir: “yapılan anlaşmalar, daha küçük ikinci bir Yunanistan yaratmanın ve adanın zamanla bu niteliğiyle tanınmasının yolunu açtı.1 b) Makarios ise, iki toplumlu bağımsız devletin CumhurbaĢkanı olmasına karĢın, yine de bu düzenlemenin geçici olduğu ve ana hedefin değiĢmediğini belirten konuĢmalar yapmaktaydı. Nitekim, 5 Ocak 1962‟de yaptığı bir konuĢmasında Ģöyle demiĢti: “Kıbrıs halkının mücadelesi devam edecektir. Zürih ve Londra anlaşmaları, bu mücadele sürecinde, sadece bir kilometre taşı değil, aynı zamanda bugün elde edilenlerin kapitalize edilmesi ve ileride gerçekleştirilecek fetihler için başlatılacak mücadelelerin hareket noktası ve burçlarıdır.” Kurulacak Cumhuriyetin CumhurbaĢkanı ve Muavini, iki halkın ayrı ayrı oylarıyla, Londra-Zürih anlaĢmalarının imzasından bir süre sonra seçilmiĢti. Böylece Cumhuriyetin ilk CumhurbaĢkanı Makarios ve Muavini de Dr. Küçük oluyordu. ĠĢte bu seçimin sonuçlarının açıklanması üzerine, 13 Aralık 1959 günü, Makarios halka yayınladığı bildiride Ģöyle diyordu: “Sekiz yüzyıldan bu yana ilk kez, adanın yönetimi (hükümeti) Rumların eline geçmiş bulunuyor.” Makarios bu tür olumsuz, kıĢkırtıcı ve esas niyetlerinin değiĢmediğini açıkca belirten demeçlerini, konuĢmalarını devam ettirmiĢtir. Birçok örnekten iĢte iki tanesi daha: Makarios, 1 Nisan 1960‟da, EOKA‟nın baĢlattığı tedhiĢin 5. yıldönümünde, Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının üzerinde çalıĢmalar yapıldığı günlerde, EOKA‟nın verdiği kurtuluĢ mücadelesinin, ulusal özgürlüğün temel taĢını oluĢturduğunu belirterek Ģöyle dedi: “Bu özgürlüğü tamamlamak ve korumak bizim kutsal görevimizdir. Ulusal mücadeleler asla sona ermez; aynı esası ve içeriğini koruyarak sadece şekil değiştirirler. Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla umutlarımız ve emellerimiz tamamlanmamıştır. EOKA‟nın bize sağladığı bu burçlardan ve köprübaşlarından zaferimizi tamamlayıncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz. Ohalde, inançla ülkemizin geleceği için uğraş vermeliyiz ve emin olmalıyız ki, 5 yıl önce başladığımız bu görev yakında tamamlanacak ve meyvelerini verecektir.”2

1539

Makarios, bu sözleriyle 5 yıl önce baĢlattıkları ve adanın Yunanistan‟a ilhakını amaçlayan EOKA tedhiĢ hareketini anımsatmaktaydı ve bu görevin, yani Enosisi gerçekleĢtirme mücadelesinin yakında tamamlanacağını belirtiyordu. Yani, iki toplumun eĢitliğine, kurucu ortaklığına dayalı bir Cumhuriyet kurulurken, bu devletin CumhurbaĢkanlığına getirilmiĢ olan BaĢpiskopos, bağımsız devleti yıkıp Enosisi gerçekleĢtireceklerini, değiĢmez amaçlarının Yunanistan‟a ilhak olduğunu açıkca dile getiriyordu. Makarios, 28 Temmuz 1960‟da, yani, iki toplumlu Kıbrıs Ortaklık Cumhuriyeti‟nin ilanından sadece 18 gün önce ise Ģu demeci verdi: “Anlaşmalar, hedefi oluşturmuyor ve yarına değil, bugüne aittir. Kıbrıs Rum halkı, ulusal davasına devam edecek ve geleceğini kendi iradesine göre şekillendirecektir. Zürih ve Londra Anlaşmaları, olumlu ögeler yanında olumsuzluklar da içermektedir. Rumlar olumlu yönlerinden yararlanacak, olumsuz yönlerini ise ortadan kaldıracaktır.” Ve nihayet Cumhuriyetin ilân edildiği, ortaklık devletinin kurulduğu 16 Ağustos 1960 günü Makarios Ģöyle dedi: “Bağımsızlık, EOKA mücadelesinin amacı ve hedefi değildi… Yabancı faktörler, ulusal hedefin gerçekleşmesini önledi. Fakat bu, üzüntü nedeni olmamalıdır… Zira yeni burçlar fethedilmiştir ve Kıbrıslı Rumlar bu burçlardan hareketle nihai zaferini tamamlayacaktır.” Londra ve Zurih AnlaĢmalarının en önemli belgesini, bir yandan Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer yandan Türkiye, Ġngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan Garanti AntlaĢması oluĢturmaktadır. Averoff, tüm ikili müzakereler sürecinde Zorlu‟nun, kurulacak Ortaklık Cumhuriyeti‟nin federal bir devlet sistemine dayanması ve Türkiye‟ye adada askeri bir üs verilmesi üzerinde ısrar ettiğini, Yunan tarafının ise bu iki öneriyi kesin Ģekilde reddettiğini ileri sürerek, Türklerin bu iki isteğini tatmin için Garanti ve Ġttifak AntlaĢmalarını önerdiklerini anılarında anlatmaktadır. Böylece, Averoff‟a göre, bu iki antlaĢma, Kıbrıs‟ta kurulacak devlet rejiminin bir askeri darbe ile, veya bir baĢka yolla değiĢtirilmemesini güvence altına alacaktı.3 Bir anlaĢmanın önünü tıkamamak için, sonunda Türk hükümeti, adada bir üsse sahip olmak ve sistemin ise federal cumhuriyet olarak belirlenmesi isteminden vazgeçti ve Garanti ve Ġttifak AntlaĢmaları ile rejimi güvenceye bağlamak önerisini kabul etti. Böylece, bu iki önemli AntlaĢma gerçekleĢmiĢ oldu. Garanti AntlaĢmasına göre 3 garantör ülke (Türkiye, Ġngiltere ve Yunanistan) Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni garanti etmekte ve bu antlaĢma hükümleri ihlâl edildiği takdirde birlikte veya tek yanlı müdahale hakkına sahip bulunmaktaydı. Ġttifak AntlaĢmasının III. maddesi ise, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nde üçlü bir karargah kurulmasını ve bu üçlü karargahta, Türkiye‟nin 650 ve Yunanistan‟ın ise 950 asker bulundurmasını öngörmekteydi.

1540

AnlaĢmalara göre, 10 Bakandan 7‟si Rum ve 3‟ü Türk olarak belirlendi. Dr. Küçük‟ün atadığı ve 2 Nisan 1959‟da açıklanan 3 Türk bakan Ģunlardı: Osman Örek: Savunma Bakanı; Fazıl Plümer: Tarım ve Tabii Kaynaklar Bakanı; Dr. Niyazi Manyera: Sağlık Bakanı. 19 ġubat 1959‟dan, Cumhuriyetin ilan tarihi olan 16 Ağustos 1960 tarihine kadar süren geçici dönemde, CumhurbaĢkanı ve CumhurbaĢkan Yardımcısı da Türk ve Rum toplumları tarafından ayrı olarak seçilmiĢti. Böylece, daha Cumhuriyet kurulmadan önce CumhurbaĢkanlığına Makarios ve CumhurbaĢkan yardımcılığına Dr. Küçük getirildi. Zürih ve Londra AnlaĢmalarında adada Ġngilizlere ait egemen üsler bulunması da kabul edilmiĢti. 15 Ağustosu 16 Ağustos‟a bağlayan gece yarısı, resmi bir törenle bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti ilân edildi. Böylece, Kıbrıs‟ın uzun tarihinde ilk kez, iki toplumun ortaklığına ve işbirliğine dayalı bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş ve bu ortaklık cumhuriyeti hür dünya devletleri arasına katılmış oldu. Aynı gün son Ġngiliz valisi Sir Hugh Foot, bir ihtiram kıtasını teftiĢ etti ve saat 9‟da otomobille Vilayet Konağından ayrılarak Mağusa‟ya gitti. Orada saat 10‟da limandaki Chichester adındaki İngiliz muhribine bindi ve İngiliz jetlerinin alçaktan yaptığı uçuşlarla selamlanarak adadan ayrıldı. Vali ayrıldıktan bir saat sonra, Ġttifak AntlaĢmasına uygun olarak, adada üçlü karargahta üslenecek olan Türk ve Yunan alayları aynı limandan karaya çıktılar. Mağusa limanına ilkin 950 kiĢilik Yunan Alayı‟nı getiren 3 nakliye gemisi girdi; ardından Albay Turgut Sunalp komutasındaki 650 kiĢilik Türk Alayı‟nı getiren Ege gemisi gelip rıhtıma dayandı. Ege vapuru, bayraklarla süslü olarak limandan içeri girerken, Mağusa surlarını ve limanın önlerini dolduran binlerce Kıbrıslı Türkün “Yaşa… varol… Anavatan çok yaşa…” sesleriyle ve coĢkun alkıĢlarla, sevinç gözyaĢları ve sevgi gösterileriyle karĢılandı. Türk ve Yunan gemilerindeki askerler, anlaĢma uyarınca, aynı anda, saat 12‟de karaya birlikte çıktılar. Türk askeri, 82 yıllık bir ayrılıktan sonra, baĢtan baĢa bayraklar, milli renkler ve flamalarla süslenmiĢ olan Mağusa‟da, Türkiye Milli Birlik Komitesi üyesi Tüm-General Cemal Madanoğlu, BaĢkonsolos Vecdi Türel, Federasyon BaĢkanı Rauf R. Denktaş, Dr Küçük‟ün temsilcileri, Türk Bakanlar ve milletvekilleri ile büyük bir Türk kalabalığı tarafından karĢılandı. Askerlerin tümü de karaya çıkınca, Ġstiklâl MarĢı çalındı ve Bayrak Töreni yapıldı. Türk Alayı buradan saat 13.30‟da ayrılarak Türk halkının coĢkun sevgi gösterisi ve çiçek yağmuru altında, düzenli bir yürüyüĢle Namık Kemal Meydanı‟na geldi. Orada Namık Kemal‟in büstüne çelenk konularak saygı duruĢunda bulunuldu. Hem limanda, hem meydanda kurbanlar kesildi. Federasyon BaĢkanı DenktaĢ, Türk askeri birliğine hitaben bir konuĢma yaptı ve Ģöyle dedi: “Kıbrıs‟ta sizin

1541

varlığınız, bize 26 milyonluk bir kuvvet, 26 milyonluk bir iman, 26 milyonluk bir güven getirmiştir. Bundan sonra terkedilmiş bir Türklük değil, burada Türklük şerefi ile yaşamaya hazır kuvvetli bir Türk toplumu bulacaksınız. Sizi burada barışın gözcüleri olarak selamlıyoruz. Barışın gözcüleri olarak kucaklıyoruz. Siz burada kuvvetli oldukça, bizim haklarımızın koruyucusu oldukça, hiç kuşku yoktur ki, Kıbrıs‟ta Türler barış içinde, güven içinde günlük işlerine bakabilecek ve geleceğe emin bir surette, korkmadan, yılmadan, ilerliyecetir.”4 Türk Askeri Birliği, saat 17.30‟da LefkoĢa‟ya ulaĢtı. Bando ve birkısım askerlerle kumandanları burada vasıtalarından inerek Atatürk meydanı‟na doğru yürüyüĢe geçtiler. Halk, büyük bir insan deryası halinde, alkıĢ ve “Türk askeri çok yaşa” nidaları arasında Mehmetçiklerin yürüyüĢünü heyecanla seyretti. Evkaf bahçesindeki Atatürk büstüne komutanlar tarafından bir çelenk konuldu, saygı duruĢunda bulunuldu. Böylece, 82 yıllık bir ayrılıktan sonra Türk askerî, adada kurulan yeni, bağımsız ve iki toplumun kurucu ortaklığına dayalı devletin ve Cumhuriyet düzeninin koruyucusu ve garantörü olarak tekrar Kıbrıs‟a ayak bastı. Rumların Ortaklık Cumhuriyeti‟ni Yıkma GiriĢimleri Ġki toplumlu Ortaklık Cumhuriyeti‟ni, baĢta BaĢpiskopos Makarios olmak üzere Kıbrıs Rum liderliği birtürlü içlerine sindirememiĢti. Bu nedenle, Cumhuriyetin kuruluĢunu sağlayan Londra ve Zürih AnlaĢmalarının imzalandığı andan itibaren Makarios, kurulması öngörülen iki toplumlu ortaklık Cumhuriyeti‟nin ilk fırsatta ve erken zamanda yıkılmasını, tüm adanın Rum egemenliği altına sokulmasını, bir Rum devletine dönüĢtürülmesi, siyasi yönden kendilerine eĢit olduğu uluslararası anlaĢmalarla saptanan Türk ortağın Kıbrıs Rum devleti içinde azınlık bir toplum statüsüne indirgenmesini, hatta toptan imha edilmesini öngören planlar yapmaya baĢladı. Makarios, daha 1950‟de BaĢpiskopos seçildiğinde, göreve baĢlarken Enosis, yani Kıbrıs‟ı Yunanistan‟la birleĢtirmek mücadelesini sürdürüp bu ideali gerçekleĢtirmek için ant içmiĢti. ĠĢte bu yeminine bağlı olarak adada EOKA‟nın kurulmasına ve tedhiĢin baĢlamasına önayak olmuĢtu. Enosisi önleyici her harekete, adanın özerkliğine, hatta bağımsızlığına karĢı çıkmıĢ, Yunanistan‟a ilhak uğruna teröre, Ģiddete, baĢvurulmasını, uluslararası Enosis kampanyaları baĢlatılmasını planlamıĢ, ve yönetmiĢti. Böylesine bağnaz bir Helen milliyetçisi, ırkçı ve Ģöven bir din lideri olan Makarios, Kıbrıs‟ın ilk CumhurbaĢkanı seçilerek, bağımsız Kıbrıs devletinin baĢına geçmiĢti. Bu olgu, iki toplumun siyasi eĢitliğini ve iĢbirliğini, iki anavatan olarak Türkiye ve Yunanistan‟ın ada üzerindeki hak ve çıkarlarının dengelenmesini ve devamını, Yunan yayılmacılığının esin kaynağı olan Megali İdea‟nın hedeflediği Enosisin yasaklanmasını, Kıbrıs Türk Toplumu ile adadaki iktidarın ve egemenliğin paylaĢılmasını öngören Kıbrıs anlaĢmalarını Makarios‟un uygulamaya koyması olanağını ve umudunu ortadan kaldırmaktaydı.

1542

Nitekim öyle oldu. 3 yıl içinde Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılma noktasına geldi ve nihayet 1963 sonunda Türk toplumuna karĢı giriĢilen etnik temizlik, yani soykırım hareketi ile ortadan kalktı; ada 1960 anlaĢmaları ve anayasasına aykırı yasa dıĢı bir Rum devletine dönüĢtürüldü. Ġki toplumun siyasi eĢitliği ve ortaklığına dayalı Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin kuruluĢ süreci esnasında bile Makarios daha önceki bir bölümde örnekleri verilen esas amaç ve niyetlerini çeĢitli beyanatlarında, konuĢmalarında açıkça belirtmekten kaçınmıyordu. Makarios, adada bir Kıbrıs milleti bulunmadığını da birçok kez vurgulayarak 1963 yılında Kikko Manastırında yaptığı konuĢmasında Ģunları söyledi: Beni tanıyan hiçbir Rum, adada bir Kıbrıslılık bilinci yaratmayı arzulayacağıma asla inanamaz. Kıbrıs anlaşmaları bir devlet yaratmıştır ama bir millet yaratmamıştır. Tüm bu beyanatlar, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin kısa ömürlü olacağının açık ve belirgin sinyalleriydi. Rumların bir bahane uydurarak, ortamın da kendileri için uygun olduğuna karar verdikleri bir zamanda, Zürih ve Londra AnlaĢmalarını ve iki toplumun dengeli iĢbirliğine, siyasi eĢitliğine dayalı 1960 Anayasası‟nı, adada sadece Rumların egemen olacağı bir düzen yaratmak için değiĢtirmeye, hatta ortadan kaldırmaya giriĢecekleri artık belli olmuĢtu. Cumhuriyet kurulur kurulmaz, Rum liderliği bu amaçla iki yönde hazırlıklara baĢladı: 1-Kıbrıs Türklerine tanınan hakları ve gerekirse Türk toplumunu ortadan kaldırmak, 2- Anayasanın ve antlaşmaların, özellikle de garanti ve ittifak Antlaşmalarının uygulanmasına engel olmak. Birinci hedefin gerçekleĢtirilmesi için Makarios, kurmaylarına gizli bir plan hazırlanmaları emrini verdi. ĠĢin baĢına da AKRĠTAS takma adıyla, EOKA‟nın ileri gelenlerinden, azılı tedhiĢçi ve Cumhuriyetin ilk hükümetinde ĠçiĢleri Bakanlığı görevine atanan Yorgacis getirildi. Planın hazırlanmasında Yorgacis‟e yardımcı olmak üzere Glafkos Kliridis ve Tasos Papadopulos‟a da görev verildi. Bu üç EOKA‟cı, Makarios‟un direktiflerine uygun olarak Türk haklarını ve gerekirse Türk Toplumunu ortadan kaldırmak üzere bir plan hazırladılar. Bu plan Makariosca onaylandı ve adına da AKRĠTAS PLANI denildi.5 AKRĠTAS planının içeriğine kısaca bakarsak Ģu hedeflerin saptandığını görürüz: 1)Esas ve nihai hedef Enosistir. Yani Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakıdır. 2) Bu amaçla, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin kurulması ile bu sorunun çözümlenmediğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini dünyaya duyurmak için çaba gösterilecektir. 3) Kıbrıs Türklerinin olumsuz ve işbirliğini engelleyici bir tutum içinde olduğu söylentisi yaygınlaştırılacaktır.

1543

Ġçte ve dıĢ dünyada, bu üç amaca yönelik giriĢimler sürdürülürken anlaĢmaları ve anayasayı kendi emelleri lehine değiĢtirmek ve adanın egemenliğini tümüyle sadece kendi ellerine geçirmek, böylece Enosisin yolunu açmak için neler yapılacağı da planda Ģöyle anlatılmaktadır: a)Kıbrıs anlaşmalarının halkın iradesi dışında bir olup bitti şeklinde zorla kabul ettirildiği, Türklere aşırı derecede ve iç düzeni sarsacak haklar verildiği, bu nedenle anayasanın ve Rumların self-determinasyon hakkının engellendiği, ayrıca garantör ülkelere dıştan müdahale hakkı tanındığı için Garanti Antlaşmasının ortadan kaldırılması gerektiği dış dünyada, uluslararası platformlarda sürekli olarak anlatılacak. b) Bu esnada anayasanın değiştirilmesi ve hem Garanti, hem de İttifak Antlaşmalarının de facto olarak ortadan kaldırılması için girişimlerde bulunulacak. c) Bunlar gerçekleştirilince Rum halkı kendi iradesini serbestçe kullanıp Enosis kararı almak olanağına kavuşacak. d) Bu gelişmeler karşısında, Türkiye‟nin Garanti Antlaşmasına dayanarak müdahale etmesini önlemek için ilkin anayasayı değiştirmek yoluna başvurulmalıdır. Çünkü, Anayasa değişikliği girişimi, müdahaleyi haklı gösterecek bir tehlike olarak değerlendirilemez. AKRĠTAS PLANI, bundan sonra anayasa değiĢikliğine Türklerin göstereceği tepkileri ele almakta ve bu durumda Türklere karĢı ani baskınlar, saldırılar düzenlenmesini öngörmektedir. Planda Türklerin herhangi bir direniĢi karĢısında Ģiddet kullanılması ve Türk direniĢinin kısa sürede bastırılması planlanmıĢtı. Böylece, ileride yapılacak baĢka anayasa değiĢikliklerinin kolaylaĢacağı düĢünülmüĢtü. Zira Türkler, gösterecekleri tepki ve direniĢin kendilerine pahalıya mal olacağını ilk giriĢimleri sonucu anlaĢmıĢ olacaklardı. Türklerle çatıĢmaların yayılıp büyümesi halinde ise derhal ENOSĠS ilan edilecekti. Bu sinsi plan, 1960‟da kurulan iki toplumlu ortaklık Cumhuriyeti‟ni nelerin beklediğinin açık kanıtıydı. Nitekim, baĢta Makarios olmak üzere, Rum liderliği, Kıbrıs anayasası ve anlaĢmalarıyla belirlenen Türk haklarını uygulamamak için daha ilk günden itibaren her yolu denediler ve sonunda AKRĠTAS planını uygulamaya koydular. Adanın 5 kasabasında ayrı Türk belediyelerin kurulmasını öngören maddeyi hiçe sayarak gerekli yasanın çıkmasını engellediler. Bu konuda Anayasa mahkemesinin aldığı kararı da hiçe saydılar. Böylece, Anayasa Mahkemesi‟nin tarafsız baĢkanı, tanınmıĢ hukukçu, Alman bilim adamı Prof. Forsthoff‟un ve yardımcısı Dr. Heinze‟nin istifasına neden oldular. CumhurbaĢkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük‟e tanınan, dıĢ iliĢkiler, iç güvenlik ve savunma konularında Bakanlar kurulunda ve Mecliste alınan kararları VETO etme hakkını hiçe saydılar ve değiĢtirmeye kalktılar. Aynı Ģekilde, bazı yasaların geçerli olabilmesi için Meclisteki Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğunu gerektiren anayasa kuralını da çalıĢtırmadılar. Kamu hizmetinde 70 Rum 30 Türk

1544

oranının uygulanmasına, yine 60-40 oranını öngördüğü için Kıbrıs Ordusu‟nun kurulmasına karĢı çıkarak bu anayasa maddelerinin yaĢama geçirilmesine engel oldular. Kısacası, 1960 Anlaşmaları ve Anayasası‟nda Kıbrıs Türk halkına ve Türkiye‟ye tanınan tüm hakları ortadan kaldırmak veya kendi lehlerine değiştirmek için her yolu denediler. Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin kuruluĢ amacına, anayasanın sözüne ve ruhuna aykırı hareketlerle, iki toplum arasında kurulması öngörülen karĢılıklı güvenin, iĢbirliği ve barıĢın oluĢmasını planlı bir Ģekilde önlediler. Sonuç, AKRĠTAS PLANI‟nın adım adım uygulanması ve Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin yıkılması, Kıbrıs Türk halkının Rum saldırıları karĢısında yıllarca en basit insan haklarından bile yoksun bırakılması, göçmen olmaya, evlerini terketmeye zorlanması, kan ve gözyaĢı oldu. Ġngiliz Yönetiminin son yıllarında adada sömürge müsteĢarı olarak hizmet gören ve her iki toplumu çok iyi tanıyan John Reddaway AKRĠTAS PLANI için Ģöyle demektedir: AKRİTAS PLANI aslında Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni ortadan kaldırmak için hazırlanan bir komploydu. Üç hedefi vardı: 1960 Anlaşmalarından kurtularak, self-determinasyon ve Enosis yolunu açmak, anayasanın uygulanabilir olmadığı izlenimini yaratarak değiştirilmesi için zemin hazırlamak ve böylece Türklere tanınan hakları ortadan kaldırarak onları siyasi hiçbir değeri olmayan bir azınlık statüsüne indirgemek.6 Türkiye DıĢiĢleri Bakanı Zorlu ile uzun müzakereler sonucu Kıbrıs anlaĢmalarının ortaya çıkmasında büyük emeği geçen Yunan DıĢiĢleri Bakanı Evangelos Averof, Cumhuriyetin ilanından sadece iki yıl kadar sonra Makarios‟un anayasayı değiĢtirmek giriĢimi karĢısındaki tepkisini ve görüĢünü Ģöyle belirtmiĢti: “Gerek Yunanlı, gerekse yabancı diplomatlardan ve çok güvenilir çevrelerden edindiğimiz bilgilere göre Makarios‟un yapmak istediği değişiklikler antlaşmaların temel maddeleriyle ilgilidir. Daha doğrusu, antlaşmaların feshini hedeflemektedir.”7 Makarios, Kıbrıs anlaĢmalarını ve anayasayı değiĢtirme ve Kıbrıs‟ı tümüyle Rum-Yunan egemenliğine sokma giriĢimlerini yaparken, garantör Türkiye‟nin 27 Mayıs 1960 ihtilali ile içine sürüklendiği kritik ve zor durumdan yararlanmıĢ, bir yandan da adadaki Ġngiliz Yüksek Komiseri Sir Arthur Clark‟tan destek görmüĢtü. Glafkos Kliridis, anılarını içeren ĠFADEM adlı kitabında Makarios‟un anayasayı değiĢtirme düĢüncesini Ġngiliz Yüksek Komiserine anlattığını, hatta hazırladığı değiĢiklik önerilerini de kendisine sunduğunu, Yüksek Komiserin bunlar üzerinde bazı değiĢiklikler yaptığını ve yanıt vermediğini belirtmektedir.8 Diğer bir garantör ülke olan Yunanistan ise, Makarios‟un giriĢimlerini zamansız bulmakla beraber, inisiyatifi ona bırakmıĢ, kesin bir karĢı tavır içine girmemiĢti. Kıbrıs Türk liderleri ise, anayasanın ve anlaĢmaların uygulanmasını ve Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı kalınmasını istemekte, Makarios‟un Türk haklarını ortadan kaldırma giriĢimleri

1545

karĢısında endiĢelerini belirterek, gerek garantör ülkelere, gerekse dünya kamu oyuna, adada Rum liderliğinin izlediği siyasetin yanlıĢ, yasadıĢı ve tehlikelerle dolu olduğunu duyurmaya çalıĢmaktaydı. Aslında, anayasanın uygulanması ve ne derece baĢarılı olduğunun denenmesi için zamana gereksinim vardı. Ġyi niyetle anayasayı ve anlaĢmaları uygulamak için gerekli iradenin ve isteğin gösterilmesi ve ancak bu yapıldıktan sonra, aksayan yanlar varsa, onların düzeltilmesi yönüne gidilmesi gerekmekteydi. Kıbrıs‟ın yakın tarihini ve Cumhuriyet dönemini inceleyen tüm bilim adamları, hukukçular ve siyasi tarih uzmanları hep bu yönde görüĢ belirtmiĢlerdir. Zaten Cumhuriyet yıllarında Meclis BaĢkanı olarak görev yapan Kliridis de aynı görüĢte olduğunu anılarında açıklamıĢtır. Kliridis bu konuda Ģöyle demektedir: 1960-63

dönemini

propagandadan

uzaklaşıp

dürüstçe

değerlendirdiğimizde,

anayasal

değişiklikler için girişimlerde bulunmaya ve baskı kullanmaya gerek olmadığı, bu tür girişimlerin zamansız olduğu ve henüz iki toplum arasında güven köprüleri kurulmadan yapıldığı sonucuna varılmaktadır. …. Aslında, ortada anayasanın uygulanabilir olmadığı iddiasını doğrulayıcı bir kanıt da yoktu. Ama Makarios, anayasayı değiĢtirip Türk haklarını ortadan kaldırmakta kararlıydı. 1962 yılı Kasım ayında Ankara‟ya kadar giderek 27 Mayıs Ġhtilal Hükümeti‟nin böyle bir giriĢime tepkisinin ne olacağını birinci elden saptamaya çalıĢtı. Makarios‟un onuruna verdiği yemekte bir konuĢma yapan CumhurbaĢkanı Cemal Gürsel, Kıbrıs Cumhuriyeti‟ne karĢı Türkiye‟nin duyduğu dostluk duygularını dile getirerek Ģöyle dedi: Dostluk hisleriyle bağlı bulunduğumuz genç Kıbrıs Devleti‟nin siz seçkin Cumhurbaşkanının memleketimizi ziyaretinden büyük memnunluk duymaktayız. Ziyaretinizin memleketlerimiz arasında var olan işbirliğinin daha çok gelişmesine yardım edeceğine inanıyoruz. 29 Aralık 1962‟de, yani 1963 Rum saldırılarından bir yıl kadar önce, DıĢiĢleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, bütçe görüĢmeleri esnasında TBM Meclisi‟nde yaptığı konuĢmada bir bütün olan Zürih ve Londra anlaĢmaları çerçevesinde Türk, Rum tüm Kıbrıs vatandaĢlarının daha refah bir yaĢama kavuĢmalarının ve adanın huzur içinde ilerleyerek barıĢ ve istikrar için yararlı olmasının Türkiye‟nin en içten istemi olduğunu ve bu duygularının Ankara‟yı resmen ziyaret eden Makarios‟a da açıkça anlatıldığını söylemiĢtir. Makarios‟la EOKA‟cı Rumların tüm kıĢkırtmaları ve Cumhuriyeti ele geçirme giriĢimleri karĢısında CumhurbaĢkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, 2 Aralık 1962‟de yaptığı bir köy gezisi esnasında Ģunları vurgulamıĢtı: Zürih ve Londra Anlaşmalarına imzamızı atarken bunun geçici bir zaman için değil, ancak sonsuza dek yaşayacağına inandık. Anlaşmaları bu niyetle kabul ettik. Yolumuz zıtlaşma değil, barış ve insanlık yoludur.

1546

Cemaat Meclisi BaĢkanı DenktaĢ ise, Makarios‟un tuttuğu yolun tehlikelerle dolu olduğuna dikkat çekmekte ve EOKA‟nın 8. yıldönümünde, yani 1 Nisan 1963‟de, EOKA mücadelesinin Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni kurmak için yapılmadığını, bu Cumhuriyetin baskı altında kurulduğunu vurgulayan sözlerini eleĢtirerek Ģöyle demekteydi: Makarios, Rumların Kıbrıs‟la ilgili planlarını açığa çıkarmıştır. Söyledikleri ve izlediği siyaset, anlaşmaların ihlali demektir ve tehlikeli fikirler içermektedir. Başkanı bulunduğu devleti yıkmak için devletin kuvvetlerini kullanmak meşru bir hareket olamaz. Makarios ve Kliridis‟in Kıbrıs Türklerini azınlık statüsüne indirgeme önerileri ve girişimleri, statümüzü sağlamak için yapılan fedakarlıklar ve Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni meydana getiren uluslararası antlaşmalarla asla bağdaşmamaktadır. Halbuki Makarios‟un niyeti ve kesin kararı, Kliridis‟in de anılarında açıkça belirttiği gibi, „azınlık toplum olarak gördüğü Türklere anlaĢmalarla tanınan aĢırı hakları kısıtlamak, CumhurbaĢkanı ve CumhurbaĢkanı Yardımcısı‟na eĢit yürütme (icra) yetkisi tanımak suretiyle belirlenen iki toplumun eĢit statüsünü ortadan kaldırmak, Rum Cemaat Meclisi‟ni feshederek onun yerine Eğitim Bakanlığı‟nı oluĢturmak suretiyle devletin eğitim ve öğretiminin Rumca olduğunu, azınlık toplumun yani Türk toplumunun eğitim, kültür ve kiĢisel statüsü ve diğer benzer konularda özerk (otonom) haklara sahip olduğu imajını yaratmaktı.‟9 Kliridis‟e göre, artık 1963 yılı Eylül ayına gelindiğinde, dümeni Makarios‟un elinde olan Cumhuriyet gemisi karĢı tarafla kafa kafaya çarpıĢma rotasına girmiĢti; Kıbrıs Türk liderliği de bu çarpıĢmanın kaçınılmaz olduğu bir rota üzerindeydi. Ankara‟dan sonra ABD‟yi ziyareti esnasında anayasayı değiĢtirme niyetini açınca BaĢkan Kennedy de kendisine Zürih ve Londra AnlaĢmalarının elde edilebilecek en iyi sonuç olduğunu söyledi. Ama bu tavsiyeler ve uyarılara kulak tıkayan Makarios kendi kararında ısrarlıydı. Nitekim, 23 Kasım 1963 tarihinde 13 maddelik anayasa değiĢiklik önerilerini 3 garantör ülke ile Kıbrıs Türk liderliğine aynı anda sundu. Ankara bu önerileri derhal reddetti ve anayasayı değiĢtirme giriĢimlerinin neden olacağı ciddi duruma Makarios‟un dikkatini çekerek gerekli uyarıda bulundu. Zira, 13 maddelik anayasa değiĢiklik önerileri Türk haklarını tümüyle ortadan kaldıran nitelikteydi. Türkiye Bakanlar Kurulu, 7 Aralık 1963‟de özel bir toplantı yaparak Makarios‟un anayasa değiĢikliği önerilerini reddetmek kararı aldı. Toplantı sonrasında, Türkiye DıĢiĢleri Bakanlığı‟nın yaptığı açıklama Ģöyleydi: Kıbrıs Türklerinin yaşamsal hak ve çıkarlarının korunmasını içeren Zürih ve Londra Anlaşmaları üzerinde müzakere açılması gibi bir hususun kabulüne imkan olmadığından Makarios‟un önerileri Bakanlar Kurulunca reddedilmiştir.

1547

Aslında, Türk tarafının izlediği siyaset açıktı ve netti: Kıbrıs Cumhuriyeti‟ni yaratan, hem iki toplum ve hem de Türkiye ile Yunanistan arasında çok hassas dengeler ve iĢbirliği oluĢmasını sağlayan Zürih ve Londra AnlaĢmalarının aynen uygulanması ve yeni uzlaĢmazlıklara yol açacak davranıĢlardan kesinlikle kaçınılması! Kıbrıs‟taki Türk liderliği Ankara‟nın bu siyasetine harfiyen bağlı bir tutum içindeydi. Makarios‟un bu giriĢimi sonucu durum hayli gerginleĢti. Rumlar, AKRĠTAS PLANI‟nda öngördüğü gibi zor kullanarak Türklerin haklarını gasbetmek ve Kıbrıs‟ı bir Rum devletine dönüĢtürmek için harekete geçmek hazırlıklarını hızlandırdı. Nitekim, 21 Aralık 1963‟te baĢlatılan Rum saldırıları adada yeni bir kanlı dönemin baĢlangıcı oldu. Türk toplumu büyük acılar içinde, fakat haklarını ve ulusal varlığını korumak kararlılığı ile 11 yıl Ģanla, Ģerefle ve büyük özverilerle sürdürdüğü özgürlük direnişi dönemine girdi. Rum Saldırıları ve OrtakCumhuriyet‟in YıkılıĢı Makarios‟un sunduğu 13 maddelik anayasa önerilerini Türk tarafının reddetmesi üzerine, bu önerilere diğer iki garantör ülkenin, yani Yunanistan ile Ġngiltere‟nin sıcak baktığını düĢünen Makarios, süratle bir durum değerlendirmesi yaptı ve AKRĠTAS PLANI‟nın ikinci aĢamasını devreye sokmaya karar verdi. Buna göre, Türk toplumu üzerinde çeĢitli polisiye yöntemlerle baskılar yapılacak, Türk mahalleleri, evleri, iĢyerleri ani baskınlarla Rum polisi tarafından aranacak, her yerde Türkler sıkı sıkıya izlenecek ve bu giriĢimlere karĢı çıktıkları takdirde, zor kullanılarak olay çıkması için tahrik edileceklerdi. Böylece, çıkacak gerginlik veya karĢı koyma olayı vesile edilecek ve Türklere karĢı toptan saldırıya geçilecekti. Rum liderliği, böyle bir saldırı karĢısında, Türklerin fazla direnemeyip kısa sürede teslim olacağını, adanın tümünde Rum egemenliğinin kurulacağını ve Enosis yolunun açılacağını hesaplamıĢtı. ünkü, ĠçiĢleri Bakanı Yorgacis‟in emriyle, Türk polisinin elindeki silahları almıĢlardı. Rum polisinin ve özel paramiliter saldırı ekiplerinin silahlandırılmasına yardımcı olmuĢlardı. Yani, 21 Aralık 1963 saldırıları için önceden her türlü hazırlığı yapmıĢ, Türk toplumunu ve direniĢini kısa sürede çökertebileceklerine kesin olarak inanmıĢlardı. Fakat, Türk Mukavemet Teşkilatı‟nın, 1958 yılından beri örgütlediği Kıbrıs Türk mücahidinin ve yediden yetmişe tüm Türk halkının Ruma teslim olmamak, ulusal benliğini ve varlığını korumak azmi karşısında Rumların bu hesabı boşa çıktı ve 11 yıl devam eden Türk direniĢi 1974‟te Anavatanın Mutlu BarıĢ Harekatı ile taçlandı. Rumların 21 Aralık 1963‟te baĢlattığı saldırıları, olayları yakından izleyen dünya basını ve diplomatlar, CENOSĠD, yani SOYKIRIM hareketi olarak tanımladı. Bu tanımı yapanlardan biri de ABD‟nin DıĢiĢleri Bakanlığı MüsteĢarı George Ball‟dur. Ball, durumu yerinde incelemek ve ilgililerle temaslar yapıp baĢlatılan Rum katliamının durdurulması, soruna bir çözüm bulunması amacıyla görevlendirilmiĢ ve 1964 yılı ġubat ayının baĢlarında, Ankara, Atina ve LefkoĢa‟yı ziyaret etmiĢti. Makarios‟la birkaç kez görüĢen Ball, Washington‟a gönderdiği

1548

telgraflarda, Kıbrıs‟taki olayların Rumların “sistematik bir soykırım hareketi olduğunu ve Makarios‟la hükümetinin tek isteğinin Kıbrıs Türklerini imha etmek olduğunu” bildirmiĢti.10 George Ball 1982‟de yayınladığı anılarında, Makarios‟la ilgili olarak aynı görüĢü tekrarlamakta ve Ģöyle demektedir: “Makarios‟un en belli başlı amacı, Kıbrıslı Türkleri mutluluk içinde katletmeye devam edebilmek için Türkiye‟nin müdahalesini önlemekti.”11 21 Aralık saldırılarının baĢlangıç noktasını, Rum polisinin Türk kesimlerinde giriĢtiği kıĢkırtıcı ve tek yanlı devriyeler, Türk evlerine yaptıkları baskınlar ve aramalar olmuĢtur. Bardağı taĢıran son damla ise, 21 Aralık günü Atatürk Heykelinin ve ikinci kez Türk Lisesinin Rum polisler tarafından kurĢunlanması ile aynı gece LefkoĢa‟nın Tahtakale semtinde biri kadın diğeri erkek iki Türkün Rum polisler tarafından durdurulup yoklanması ve öldürülmesi olmuĢtur. Ardından bütün gece kentin Türk kesimine otomatik silahlarla ateĢ edilmiĢtir. 21 Aralık 1963‟de baĢlayan ve KANLI NOEL olarak tarihe geçen Rum saldırıları, sivil silahsız Türklerin öldürülmeleri, Ayvasıl köyünde kadın, çocuk, yaĢlı demeden Türkleri toplu mezara gömmeleri ve kısa süre sonra bunun Ġngiliz askerleri tarafından ortaya çıkarılması Batı dünyasında geniĢ tepki ve yankılar yarattı. Rum barbarlığı, Avrupa ve Amerikan gazetelerinde manĢetten verilmeye baĢlandı. 22 Aralık 1963 tarihli haftalık saygın Ġngiliz gazetesi OBSERVER, Rum polisinin Türk Lisesi öğrencilerini kurĢun yağmuruna tuttuğunu, iki öğrencinin yaralandığını, bu olayın, Cemaat Meclisi BaĢkanı

Rauf

DenktaĢ‟ın

öğrencilere

sakin

olmalarını,

telâĢa

kapılıp

yollara,

sokaklara

dökülmemelerini, herhangi bir taĢkınlıkta bulunmamalarını tavsiye eden bir konuĢma yaparken yer aldığını, Rum polisine Makarios hükümetinin yeni silahlar dağıttığını, Türk polislerinin ise silahsızlandırıldığını, çatıĢmaların ve gerginliğin ana nedeninin Makarios‟un anayasayı ve anlaĢmaları değiĢtirmek giriĢimleri olduğunu belirtmiĢtir. 30 yıllık bir zaman süresi tamamlanınca araĢtırmacılara açılan gizli Ġngiliz arĢiv belgelerinde de, 1963‟te baĢlayan saldırılarla ilgili ilginç bilgiler vardır. 21 ve 22 Aralık 1963 tarihli olup da LefkoĢa‟daki Ġngiliz Yüksek Komiserliği‟nin adadaki durumu Londra‟ya yansıtan telgrafları incelendiğinde, bu olayların gerçek yüzü daha iyi aydınlatılmaktadır. 21 Aralık tarihli olup da LefkoĢa‟daki Ġngiliz Yüksek Komiserinin Londra‟ya gönderdiği telgrafta Ģöyle denilmektedir: Bir önceki telgrafımda anlattığım Lefkoşa‟daki durum, bugün saat 10.30‟da Rum polisin, Türk Lisesi öğrencilerinden ikisini okul önünde vurup yaralaması ile daha da kötüleşti. Dr. Küçük, kendi toplumuna çağrıda bulunarak sakin olmalarını istedi ve Makarios‟la görüşmek için girişimde bulundu.12 22 Aralık tarihli telgrafta ise, Dr. Küçük‟ün son olaylardan Rum liderliğinin sorumlu olduğunu söylediği, Makarios‟un ise, yaratılan gerginlik ve saldırılardan Rum polisinin büyük oranda sorumlu sayıldığını kabul ettiği bildirilmekteydi.

1549

24 ve 25 Aralık‟ta Ġngiliz Yüksek Komiserliğinin LefkoĢa‟dan gönderdiği diğer iki gizli telgraftan birinde Ģöyle denilmekteydi: Lefkoşa‟da Türk ve Rum bölgeleri arasında karşılıklı ateşe devam edildi. Saat 16‟da bazuka (mortar), anti tank (tanksavar) silahları ve hafif makineli tüfeklerle donatılmış 125 Rum, Türk kesiminde olan İngiliz Yüksek Komiserliğinin yakınlarında mevzilendi. Binanın damına çıkanlardan bir tanesi karşı ateşle vuruldu. Bazı pencere camları kırıldı. Kermia bölgesinde silahlı Rumlar güneş batınca Türklerin güçlü olduğu bölgelere ateş açıp saldırıya geçtiler. Lefkoşa surları içindeki Türk bölgesi de ağır Rum ateşi altındadır. Türk Büyükelçiliği ve Türk Alayı arasındaki telefon bağlantısı kesilmiştir. Bu telgrafta Rumların Kermia bölgesinden saldırıya geçtiği belirtiliyordu. Bu saldırılar esnasında Rumlar o gece LefkoĢa‟nın Kumsal semtine kadar sızmıĢlar ve Türk Alayı‟nın doktoru BinbaĢı Nihat İlhan‟ın eĢi ile 2 çocuğunu, evin kapısını kırarak saklandıkları banyo küveti içinde makineli tüfeklerle kurĢunlamıĢlar ve kanlar içinde bırakıp Ģehit etmiĢlerdi. Bu büyük barbarlık olayı içte ve dıĢta her duyanı Ģoke etmiĢ, derinden sarsmıĢtı. Masum iki çocukla annelerinin banyo içindeki cesetlerini, duvardaki kan lekelerini yansıtan fotoğraflar sadece Türkler arasında değil, yabancı ülkelerde de derin yankılar yaratmıĢ nefret ve öfkeye neden olmuĢtu. Avrupa ve Amerika gazeteleri, bu Rum barbarlığına ön sayfalarında fotoğrafı ile birlikte yer vermiĢlerdi. Ġngiliz Yüksek Komiserliği‟nin 25 Aralık tarihli gizli telgrafında ise, LefkoĢa sur içi Türk bölgesinin yiyecek ve su sıkıntısı içinde olduğu, Makarios‟un AteĢkese razı olmakla beraber, olayların adanın bir iç meselesi olduğunu belirterek, Ġngilizlerin Kıbrıs‟ta yeniden sorumluluk yüklenmelerine, Türk ve Yunan alaylarının ise AteĢkesi ve ara bölgeyi denetlemelerine karĢı çıktığı bildirilmekteydi. Aynı günlerin Avrupa gazetelerinde Rum saldırıları manĢetlerden verilmekte, Türklerin toplu katliama uğradığı belirtilmekteydi. Örneğin, Daily Sketch gazetesinin 27 Aralık 1963 tarihli sayısının tüm ön sayfası Kıbrıs‟taki olaylara ayrılmıĢtı. Gazetenin manĢeti Ģöyleydi: Kıbrıs: 300 kişi öldü, Türkler S.O.S. göndermekte: „bu bir katliamdır.‟ 1963 saldırılarının Rum liderliği tarafından önceden planlandığı kuĢkusuzdu. Bunu, Batı kaynakları da açıkça belirtiyorlardı. Nitekim 25 Aralık tarihinde Ġngiliz Yüksek Komiseri‟nin Kıbrıs‟tan gönderdiği telgrafta Ģöyle denilmektedir: Kıbrıs‟ta ateş devam etmektedir ve öyle görülüyor ki Makarios ve Dr. Küçük‟e 3 garantör ülkenin yaptığı ortak çağrının herhangi bir etkisi olmamıştır. Hiç kuşku yoktur ki, Rumlar, sur içindeki Türklere planlı saldırıda bulunmaktadır.13 1963 yılının son haftası içinde yer alan kanlı ve acı olaylara kronolojik olarak kısaca göz atarsak, bunları Ģöyle sıralayabiliriz: * 21 Aralık, sabah 2.30‟da LefkoĢa‟nın Tahtakale semtinde Rum polisler biri kadın iki Türkü vurup öldürdü ve 5 Türkü yaraladı.

1550

* CumhurbaĢkanı Yardımcısı Dr. Küçük ve Savunma Bakanı Osman Örek, Baf kapısı polis karakoluna giderek Rum polisleri silahlandıran Rum polis komutanını protesto ettiler. Bu esnada silahlı Rumlar, Baf Kapısı polis karakolunu, Telekomünikasyon Merkezini, Türk bölgesi sınırındaki Ledra Palace otelini ve Türk bölgesi içindeki un fabrikasını iĢgal ederek, buralarda mevzilendiler. * LefkoĢa‟da, Atatürk heykeli ve Lise binası ile öğrencilere Rum polisler makineli tüfeklerle ateĢ açtı. Ġki öğrenci yaralandı. * 22 Aralık‟ta Makarios Türkiye‟ye müdahale hakkı tanıyan Garanti Antlaşması‟nı tek yanlı olarak feshettiğini ilan etti. Fakat Ġngiliz Hükümeti‟nin sert tepki ve baskısı sonucu bu giriĢimden geri adım atmak zorunda kaldı. * Tahtakale semtinde yaĢayan 800 Türk, Rum saldırıları karĢısında canlarını kurtarmak için evlerini terkedip LefkoĢa‟nın daha güvenli kesimlerine taĢındı. * 21 Aralık saldırıları Türkiye‟de büyük tepkilere, neden oldu; üzüntü ve endiĢe yarattı. BaĢbakan Ġsmet Ġnönü, kuvvet komutanları ile biraraya geldi ve bir durum değerlendirmesi yapıldı. * TBMM, adadaki geliĢmeler üzerine toplanarak milletin duygu ve düĢüncelerini dile getirdi. DıĢiĢleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, Makarios‟un bir süreden beri Anayasa ve AntlaĢmaları değiĢtirmek gibi tehlikeli giriĢimler içinde olduğunu, Türkiye‟nin anayasa değiĢikliği önerilerini reddettiğini anlattı ve Rum yönetiminin, sağduyulu davranmadığı ve katliamı durdurmadığı takdirde, doğacak sonuçlardan sorumlu olacağını bildirdi. * Rumlar ise bu tür uyarılardan değil, ancak kuvvetten anlamaktaydı. Bu nedenle saldırıları devam ettirdiler. Ankara, Rumların uyarılarla saldırıları durdurmayacağını görünce, 25 Aralık günü Kıbrıs‟a 2 jet uçağı göndererek, LefkoĢa Rum kesimi üzerinde alçak uçuĢ yaptırmak suretiyle müdahaleye kararlı olduğunu gösterdi. Ancak Türk jetlerinin geliĢi iledir ki, Rumlar kısa bir süre bile olsa, saldırılara ara verdiler. AteĢkesi kabul etmek zorunda kaldılar. * Fakat AteĢkes anlaĢması da hep sözde kaldı. Rumlar devamlı olarak bu anlaĢmayı ihlal ettiler; Türklere karĢı yeni saldırılara giriĢtiler; kan akıtmayı, Türk yerleĢim yerlerinde yakıp yıkma eylemlerini, yollardan ve evlerden Türkleri alıp götürme operasyonlarını devam ettirdiler. * Garantör ülkelerden Ġngiltere, adada askeri birlikleri ve üsleri olduğu için, çarpıĢmaların durdurulması ve AteĢkesin denetimi görevini yüklenmek giriĢiminde bulundu. Adadaki Türk ve Yunan Alaylarında da bu güçte görev almaları kararlaĢtırılmakla beraber, uygulamada bu iĢ Ġngiliz komutanı General Young ve Ġngiliz askerlerine kaldı. Ġngiliz askerleriyle birlikte Ġngiliz Sömürgeler Bakanı Duncan Sandys 27 Aralık günü ani bir kararla Kıbrıs‟a geldi ve hem Makarios hem de Dr. Küçük ile toplantılar yaptı; durumu ve alınacak önlemleri her iki tarafla gözden geçirdi. Ġngiliz Bakan Duncan Sandys, 29 Aralıkta Londra‟ya ilk izlenimlerini bildirdiği gizli telgrafında, Türk ve Rum kesimlerinin ayrıldığını ve LefkoĢa‟nın tam orta yerinden kesin olarak ikiye bölündüğünü, kenti ikiye bölen hattın her iki yanında makineli tüfek mevzilerinin kurulduğunu, ara bölgeye Ġngiliz

1551

askerlerinin yerleĢtiğini ve bölgeyi kendi denetimleri altına aldıklarını, LefkoĢa‟ya yakın köylerin silahlı Rumlar tarafından iĢgal edildiğini, Rumların iĢlerini devam ettirip Ģehirlerarası yollarda seyahat etme olanakları varken, Türklerin kendi bölgelerine adeta hapsedildiğini, dıĢ dünya ile bağlantıları kalmadığını, sarılmıĢ durumda olduklarını, Türklere posta ve telefon hizmetlerinin durdurulduğunu, Kıbrıs Radyosu‟ndaki Türkçe yayınlara son verildiğini, Rumlar tarafından rehine olarak alınıp götürülen yüzlerce Türkün nerede olduğunun bilinmediğini, bu nedenlerle adada çok gergin bir durum yaĢandığını bildirmekteydi.14 * Duncan Sandys‟in giriĢimleri sonucu Türk ve Rum liderliği temsilcileri, adadaki Türk, Yunan alaylarının komutanları, LefkoĢa‟daki Türk ve Yunan Büyükelçilerinin katılımı ile yapılan toplantıda, Lefkoşa‟yı Türk ve Rum kesimi olarak ikiye bölen ara bölge ve yeşil hat üzerinde anlaşmaya varıldı ve Ateşkesin esasları saptandı. Ateşkes metni, 30 Aralık 1963‟te Makarios, Dr. Küçük ve İngiliz Sömürgeler Bakanı Duncan Sandys tarafından imzalandı. * AteĢkes anlaĢmasının imzalandığı 30 Aralık 1963 akĢamına kadar geçen 8 gün içinde Rumların sadece LefkoĢa‟da ve civarında değil, adanın diğer kasabalarında ve köylerinde de Türklere saldırıları sonucu, binlerce Türk, evini, barkını terkederek daha güvenilir bölgelere göç etmek zorunda kaldı. * Azılı EOKA tedhiĢçisi Nikos Sampson‟un yönetimindeki silahlı Rum grupların iĢgal ettiği, sonra da yakıp yıktığı LefkoĢa‟nın bitiĢiğindeki Küçük Kaymaklı‟nın, esir alınanlar, Ģehit olanlar ve rehine olarak alıp götürülenler dıĢındaki tüm halkı evlerini terketmiĢ, LefkoĢa‟daki Atatürk Ġlkokulu‟na, yakınlarının yanlarına ve daha sonra da Hamit Köy‟de kurulan Kızılay çadırlarına yerleşmek durumunda kalmışlardı. Burada kötü ve sağlıksız koĢullar altında, yazda ve kıĢta, sıcakta ve yağmurda yaĢlı, genç, çoluk çocuk, binlerce Türk, yıllarca yaĢamak zorunda kaldı. Tüm baĢvurulara karĢın Rum yönetimi Türklerin terkettikleri evlerine, köylerine dönmelerine izin vermiyordu. * Rumlar, AteĢkes anlaĢmasına rağmen, terkedilen Türk köylerini, evlerini, mal ve mülkünü, hatta bu yerlerdeki camileri, okulları yakıp yıkmayı ve yağmalamayı sürdürdüler. Bu Rum barbarlığına o günlerde adada olan ve AteĢkes anlaĢmasını sağlayan Ġngiliz Bakan Duncan Sandys da tanık olmuĢ ve Küçük Kaymaklı‟da Türk evlerinin yakılıĢını dehĢet içinde izleyerek, bu trajik olayı ve gözlemlerini Londra‟ya telgrafla bildirmiĢti. Ġngiliz basını, Küçük Kaymaklı‟nın bu acı akıbetini ve Sandys‟ın gözlemlerini ön sayfalarında resimli olarak yansıtmıĢlardı. Rumların bu yakıp-yıkma eylemlerinin amacı, Türklerin bir daha bu yerlere dönmeleri olanağını ortadan kaldırmaktı. Nitekim Ġngiliz Guardian gazetesi 31 Aralık 1963 tarihli sayısında Ģöyle diyordu: Kıbrıs‟taki Ateşkes bugün yine ihlal edildi. Küçük Kaymaklı‟daki Türk evleri, buradan uzaklaşan Türklerin geri dönmesi hazırlıkları yapılırken Rumlar tarafından ateşe verildi. Guardian gazetesi muhabiri Michael Wall, bu haberinde çok ilginç ve tüyler ürpertici bir açıklamayı da Ģu sözlerle duyurmaktaydı:

1552

Cumhurbaşkanı Makarios‟a, bir Rum yer altı örgütünün Kıbrıslı Rumları silahlandırdığı ve saldırı hareketini planladığı söylentilerinin doğru olup olmadığını sordum. Bana verdiği yanıt şöyleydi. “Evet, tamamıyla doğrudur” Daily Mirror gazetesi de Küçük Kaymaklı‟daki yangını manĢetten vermiĢ ve Ģu baĢlığı kullanmıĢtı: “Sandys Türk evlerinin yanışını gördü” Gazete, yangından önce Türk evlerinin Rum soyguncular tarafından soyulduğunu da bildirmekteydi. 1963 Rum saldırıları üzerine Ġngiliz Hükümeti, Kıbrıs‟ın geleceğiyle ilgili bazı yeni fikirler oluĢturdu. Bunların ağırlık noktasını, iki toplumun birarada yaĢamalarının artık çok zor, hatta imkansız olacağı, Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin yeniden ve fiziki ayrılığı da dikkate alacak Ģekilde yeniden düzenlenmesi gerektiği görüĢleri oluĢturmaktaydı. Ġngiltere‟de Muhafazar Parti iktidardaydı ve Sir Alex Douglas Home BaĢbakandı. Ġngiliz Hükümeti‟nin bu yeni fikir ve görüĢlerine ilkin 27, sonra da 30 Aralık 1963 tarihli gizli Ġngiliz belgelerinde rastlamaktayız. Londra‟daki Ġngiliz Devlet ArĢivi PRO‟daki bir belgede, Ġngiliz BaĢbakanı Sömürgeler Bakanlığı için hazırladığı bir notta Ģöyle demektedir: “Son günlerde Kıbrıs‟ın geleceği ve oradaki rolümüz ile ilgili konuları düşünmekteyim. Halihazır anayasayı artık Makarios‟un, en son gelişmelerden korktuğu ve bu nedenle anayasayı uygulayacağı olasılığı karşısında ciddi kuşkularım vardır. Türkler ise, herhangi bir değişikliği kabul edemezler; zira bu, kendi aleyhlerine olacaktır. Düzenlenecek bir anayasa konferansının ise çıkmazla sonuçlanacağı görülmektedir. Bu nedenle adanın taksimi tek çözüm olarak görülmektedir.”15 Ġngiliz BaĢbakanının, Sömürgeler Bakanına ulaĢtırılmak için kaleme aldığı bu özel not 30 Aralık 1963 günü bir telgrafla Kıbrıs‟ta bulunan Bakan Duncan Sandys‟a ulaĢtırılmıĢtı. Ġngiliz BaĢbakanı Sir Alex Douglas Home, taksimi bir çözüm olarak ortaya atınca, Sömürgeler Bakanlığı ile DıĢiĢleri Bakanlığı‟nın anayasa uzmanları arasında bu konuda görüĢ alıĢ-veriĢini ileri götüren yazıĢmalar yapıldı. Bunlardan birinde, federal taksim fikri ortaya atılmakta, fakat eğer Türklerle Rumların zorunlu olarak yer değiĢtirmeleri durumu ortaya çıkarsa, bunun da, insani yönden güç olmakla beraber Türk-Yunan iliĢkilerinde yakın geçmiĢte uygulandığına değinilerek, Lozan AntlaĢması hükümlerine uygun olarak Trakya‟daki Türkler ile Anadolu‟daki Rumların yer değiĢtirdiğine; daha yakın zamanlarda ise, Trieste‟de kentin Ġtalyan ve Yugoslav ahalisinin, bir çözüm çerçevesinde yer değiĢtirmek durumunda kaldıklarına dikkat çekilmekteydi. Duncan Sandys adadan ayrılmadan önce, taraflar arasında Londra‟da bir konferans düzenlenmesini önerdi. Fakat görülen oydu ki, bu konferansa katılmayı kabul ederken tarafların birbirine taban tabana zıt niyetleri ve amaçları vardı. Türk tarafı, Zürih ve Londra anlaĢmalarının aynen uygulanmasını veya federal bir çözüme varılmasını öngörmekteydi. Rum-Yunan ikilisi ise, kendi deyiĢleri ile çoğunluk sistemine dayalı ve Türklere azınlık hakları tanıyan, tam bağımsız bir

1553

Kıbrıs Cumhuriyeti, yani Rum çoğunluğun yönetiminde bir ikinci Yunan devleti yaratmak peşindeydi. Nitekim Makarios, Londra Konferansı‟na katılmayı kabul ettiğini açıklarken yayınladığı 3 Ocak 1964 tarihli bildiride, Ģöyle diyordu: Son olaylar göstermiştir ki, Kıbrıs sorununun değişik meselelerinin, aşama aşama ele alınması yanlıştır ve bir işe yaramayacaktır. Bu nedenle, sorun bir bütün olarak yeniden gözden geçirilmelidir. Londra Konferansı‟ndan amacımız, dış müdahale ve karışmaların olamayacağı gerçekten bağımsız ve birleşik bir devlet yaratmaktır. Garanti ve İttifak Antlaşmalarına son verilmesi isteğimizin esas nedeni işte budur. Bu yazılı beyanatı ile Makarios, amaçlarını, niyetlerini ve Londra Konferansı‟nda izleyecekleri siyaseti açık seçik ortaya koymuĢ oluyordu. Bu da AKRĠTAS PLANI‟nda daha Cumhuriyet kurulurken saptanmıĢ olan hedefti. Londra Konferansı ve BM‟nin Adaya BarıĢ Gücü Gönderme Kararı Londra Konferansı‟nın baĢlamasına birkaç gün kala Rumlar Kıbrıs‟ta yeni saldırılara geçtiler. Bu arada 12 Ocak 1964 günü CumhurbaĢkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük‟ün ofisini basarak tahrip ettiler. Londra Konferansı, Rumların adaya NATO BarıĢ Gücü gönderilmesine, federal bir çözüm bulunmasına, Garanti ve Ġttifak AntlaĢmalarının devamına Ģiddetle karĢı çıkmaları sonucu baĢarısızlığa uğradı. Bu esnada ciddi Ġngiliz, Amerikan ve Avrupa basını Rusların gerçek emelinin bağımsızlık değil, halâ Yunanistan‟a ilhak olduğu görüĢünde birleĢmekteydiler. Ġngiliz ve Amerikan çevrelerinde ve her iki ülkenin üst düzey diplomatlarının Kıbrıs sorunuyla ilgili toplantılarında Taksimin, kalıcı bir çözüm olabileceğine iliĢkin görüĢler belirtilmekte ve 40-50 bin kişinin yer değiştirmesi ile bunun yapılabileceği üzerinde durulmaktaydı. 27 Ocak 1964 tarihli bir Ġngiliz belgesinde, bu husus açıkça görülmektedir. Özellikle ABD DıĢiĢleri MüsteĢarı Ball, Makarios‟un izlediği politikayı ve Rum saldırıları esnasındaki davranıĢını Ģiddetle eleĢtirmekteydi. Ball‟a göre, mevcut durum nedeniyle herhangi bir siyasi çözüm olanağı bulunmamaktaydı. Bu nedenle, mademki sadece, 40 bin kadar insanın yer değiĢtirmesi ile adanın taksimi gerçekleĢebilirdi, o takdirde Taksim iyi bir çözüm olabilirdi. Ciddi ve ünlü Ġngiliz gazetelerinden The Guardian da bu görüĢe katılmakta ve 29 Ocak 1964 tarihli baĢyazısında Ģöyle demekteydi: Bir başka olası çözüm şekli, her iki toplumun, ayrı ayrı seçecekleri hükümetler tarafından yönetileceği, dışişleri ve savunma gibi bazı konularda yetkinin ortak bir federal otoriteye devredileceği toplumlar federasyonudur. Bu, adayı fiilen taksim etmeden 40 bin kadar Türk ve 50 bin kadar Rum‟un yer değiştirmesi ile başarılabilir.

1554

Öte yandan Londra Konferansı‟nda, üzerinde en çok durulan, en ivedi olduğu düĢünülen konu, adaya bir an önce uluslararası bir güç gönderilmesiydi. Ġngiltere ve ABD, bu gücün daha çok NATO üyesi ülke askerlerinden oluĢturulmasını istiyordu. Doğal olarak, bu güçte Amerikan askerleri esas sorumluluğu yüklenmiĢ olacaktı. Makarios ise, bu öneriye Ģiddetle karĢı çıktı ve çok uluslu gücün BM barıĢ gücü olması üzerinde ısrar etti. ABD‟nin, Londra Konferansı‟nda, Ġngiliz görüĢlerine ve adaya NATO gücü olarak Amerikan askerlerinin de gönderilmesine destek vermesi üzerine Makarios, LefkoĢa‟da büyük bir miting düzenleyerek, böyle bir planı kabul etmeyeceğini ilan etti. Rumların, bu tür söylentilerle galeyana gelmesi ve Anglo-Amerikan görüĢlerini Ģiddetle eleĢtirmeleri sonucu LefkoĢa‟daki ABD büyükelçisine bombalar atıldı. Bu geliĢmeler karĢısında, bir güvenlik önlemi olarak, buradaki Amerikan aileleri adadan ayrılmaya baĢladı. Londra Konferansı‟ndan istedikleri sonucu alamayan Rum liderliği, ġubat ayının ikinci haftası içinde, Türklere karĢı vahĢice saldırılarını bu kez daha yoğun ve daha Ģiddetli bir Ģekilde yeniden baĢlattı. Limasol‟da Türk bölgelerine karşı zırhlı araçlar, dozerler, tanklar, makineli tüfekler ve havan toplarıyla saldırıya geçtiler. Ġngiliz basını, bu olayı, iyi organize edilmiĢ ağır bir saldırı olarak tanımladı. Evening Standard‟ın manĢetindeki baĢlık Ģöyleydi: Rumlar Limasol‟un Türk bölgesini kuşattılar; buldozer ve tanklarla saldırıya geçtiler. 50 ölü var. İngiliz askerlerine de ateş açıldı. 14 ġubat tarihli Daily Mail gazetesi Rum vahĢetini yansıtan ilginç bir karikatür yayımladı. Ünlü Ġngiliz karikatür sanatçısı Illingworth‟un bu çiziminde, yerde Rumlar tarafından öldürülen Türkler ve bunlar arasında bir koltuğa oturmuĢ vaziyette Makarios görülmekteydi. Makarios baĢlattığı katliamdan utanç yerine gurur duyarak, eliyle öldürülen Türkleri gösteriyor “Fakat efendiler sorun kendiliğinden hal yoluna girmiştir” diyordu. ünkü bu tür katliamlarla, Girit‟de olduğu gibi Kıbrıs‟ta da Türkler yok edilecek, veya göçe zorlanacak ve adanın Yunanistan‟a ilhakı gerçekleĢecek, böylece sorun da çözümlenmiĢ olacaktı. AteĢkes komutanı Ġngiliz General Young, bu saldırıyı The Times gazetesi muhabirine Ģöyle anlatmıĢtı: Bu sabah, erken saatlerde, Rumlar yerli yapımı bir tank, silahla donatılmış bir dozer ve çeşitli makineli tüfeklerle, bazukalarla ve havan toplarıyla Türklere karşı önceden planlanmış bir saldırı başlattılar. Young, Limasol‟daki Rum saldırısında 10 Türk‟ün öldürüldüğünü, 8 Türk‟ün ağır surette yaralandığını, fakat zayiatın daha fazla olduğundan korkulduğunu da belirtti. BaĢbakan Ġnönü‟ye bir telgraf çeken Dr. Küçük, Ġngiliz askerlerinin bu katliama seyirci kaldıklarını bildirerek, Garantör Türkiye‟nin bir an önce harekete geçerek tarihi ve hukuki görev ve sorumluluğunu yerine getirmesi için çağrıda bulundu.

1555

Adadaki Ġngiliz mütareke gücünün, görevini yapmakta baĢarısız ve yetersiz olduğu, her gün daha açık Ģekilde ortaya çıkıyordu. Aslında İngiltere, garantör ülke olmasına ve adada askeri birlikleri bulunmasına karşın, Rumlarla ilişkilerini bozmak istemiyordu. Aksi takdirde, Kıbrıs‟taki Ġngiliz üsleri ve askeri tesisleriyle, 5-6 bin kiĢilik asker ailesinin her yönden tehlikeye gireceği endiĢesi içindeydi. Bu nedenle, AteĢkesin devamını sağlamak ve çatıĢma çıkmasını önlemekle görevli Ġngiliz askerleri yerine, Makarios‟un istediği gibi BM BarıĢ Gücü gönderilmesi görüĢü, Ġngiliz Hükümeti ve Amerikan yönetimi tarafından benimsenmeye baĢladı. BM Güvenlik Konseyi‟nden gerekli kararı çıkarmak için yoğun bir kulis faaliyeti baĢlatıldı ve nihayet 4 Mart günü, Güvenlik Konseyi, Kıbrıs‟a BM BarıĢ Gücü gönderilmesi ve bir arabulucu atanması için 186 nolu kararı aldı. Güvenlik Konseyi‟nin aldığı bu karar, Makarios‟un isteklerine uygundu ve kısa süre içinde adadaki Rum Hükümeti ile Makarios‟u, tüm Kıbrıs‟ın yasal temsilcisi olarak tanımaya yol açan, böylece 3 yıl önce kurulan iki toplumlu ortaklık Cumhuriyeti‟nin tümüyle Rumların eline geçmesi durumunu kolaylaĢtıran bir karardı. Gerçi bu kararda, Kıbrıs Hükümeti‟nden, 1960 Anayasası‟na ve anlaĢmalara uygun olarak kurulan ve 7 Rum ile 3 Türk bakandan oluĢan hükümetin kastedildiği baĢlangıçta, çeĢitli muhtıra ve diplomatik yazıĢmalarda belirtilmiĢse de, yıllarca devam eden Rum saldırıları karĢısında CumhurbaĢkan Yardımcısı Dr. Küçük ve Türk Bakanların bir daha makamlarına geri dönmelerine olanak bulunmadığı da bir gerçekti. Nitekim Temsilciler Meclisi‟ne dönmek istiyen Türk milletvekillerini Meclis BaĢkanı Glafkos Kliridis, kabul edilmez koĢullar ileri sürerek geri çevirmiĢti. Bu koĢullardan biri, Türk üyelerin yokluğunda çıkarılan yasaların aynen onaylanması, diğeri ise kendilerine can güvenliği verilemeyeceğiydi. Bu nedenle, Hükümet de Meclis de sadece Rumların elinde kalmış, anayasa ve anlaşmalardan kaynaklanan tüm Türk hakları Rumlar tarafından gasbedilmişti. Bu gaspçı Rum Bakanlar ve Makarios, kısa süre içinde uluslararası hukuka aykırı davranışlarına, anayasayı çiğnemelerine ve soykırım hareketlerine karşın, yine de, de-facto olarak egemenliği ele geçirdikleri için, ne yazık ki, gerek BM, gerekse ABD ve hatta ortaklık Cumhuriyetini ve antlaşmaları garanti eden bir ülke olan İngiltere tarafından bile tüm adanın yasal temsilcisi sayıldı. Halbuki Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanlığı, 4 Mart kararı onaylanmadan iki gün önce New York‟taki delegasyonuna gönderdiği gizli telgrafta, alınacak kararda Kıbrıs antlaĢmaları ile anayasasının geçerli olduğunun belirtilmesi ve Ġngiltere‟nin bu görüĢlerinin oylama esnasında yapılacak konuĢmada Ġngiliz delegesi tarafından izah edilmesi talimatını vermekte ve Ģöyle demekteydi: “Halihazırda adada görev yapan İngiliz Barış Gücü, hem Cumhurbaşkanı, hem Cumhurbaşkan Yardımcısının onayı ile göreve başlamıştır. Şimdi, adaya gönderilecek uluslararası gücün, her iki toplum için kabul edilebilir ve hoş karşılanır olabilmesinin koşulu da bu olmalıdır. Adadaki uluslararası bir barış gücünün başarısı için bu kaçınılmazdır.”16

1556

Ġngiltere, bu kararla da kalmadı ve 4 Mart tarihli kararın alındığı gün, BM Genel Sekreteri U Thant‟a bir muhtıra (andırı) sundu ve BM‟nin Kıbrıs‟ta üstleneceği her hareketin adadaki iki toplum ve tüm ilgili taraflar için kabul edilebilir olması gerektiğinin altını çizdi: İngiliz Hükümeti‟nin görüşü şudur ki, Kıbrıs anayasası ve anlaşmaları, tüm tarafların müzakeresi ve anlaşması sonucu değiştirilinceye kadar, Kıbrıs Hükümeti‟nin, garantör ülkelerin ve Birleşmiş Milletler‟in, adadaki tüm faaliyetlerini anayasa ve anlaşmalara göre yapmaktan başka bir seçenekleri yoktur.17 Fakat ne yazık ki, BM yanında garantör ülke Ġngiltere de zamanla bu uluslararası hukuk ilkesini ayaklar altına aldılar ve sadece Rumlardan oluĢan de-facto bir yönetimi “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanıdılar. Bu büyük haksızlık ve gaspçı yaklaĢımın, halâ bugün de devam etmekte oluĢu, Kıbrıs sorununun çözümünü olanaksız kılan en büyük engeldir. 4 Mart 1964 kararı alınırken, BM‟de bulunan Kıbrıs Türk liderlerinden Rauf DenktaĢ, yapılmakta olan bu büyük haksızlığın, kısa süre içinde Rumlar lehine yaratacağı duruma dikkat çekmiĢ ve ilgililerle garantör ülkeleri uyarmıĢtı. Ama, ABD ve Ġngiltere, Rum saldırılarının bir an önce durdurulması için BM BarıĢ Gücü‟nün derhal Kıbrıs‟a gönderilmesi gerektiği, ayrıca kararda söz konusu edilen Kıbrıs Hükümeti‟nden, Türklerin de temsil edildiği hükümet anlaĢıldığı Ģeklinde açıklamalar yaparak bu yönde Ankara‟yı da ikna etmiĢlerdi. Nitekim, BaĢbakan Ġnönü, 3 Mart 1964 günü, Adaya BM BarıĢ Gücü gönderilmesi ve bir arabulucu atanmasıyla ilgili karar tasarısının kabulü için, New York‟taki Türk delegesine gerekli talimatı göndermek durumunda kaldı. Ġnönü, aynı zamanda LefkoĢa‟daki Türk liderliğine de bir mesaj göndererek Güvenlik Konseyi‟nde,

ABD,

Ġngiltere

ve

Fransa‟nın,

uluslararası

antlaĢmaların

BM

tarafından

değiĢtirilemeyeceği görüĢünü açıkca belirttiklerini, Türkiye‟nin uluslararası antlaĢmalarla ilgili görüĢünü koruduğunu, BM BarıĢ Gücü‟nün kuruluĢ Ģekli üzerinde Türkiye ile de danıĢmalarda bulunulacağını anlatmakta ve karar tasarısının Türkiye için tatminkâr bulunduğunu bildirmekteydi. DenktaĢ, 4 Mart kararıyla ilgili olarak anılarında Ģöyle demektedir: “Kararda, yine „Kıbrıs Hükümeti‟ ve „cemaatler‟ ayırımı var. Amerikalılar ve İngilizler Nihat Erim‟e „Hükümet‟ deyiminin tefsirini biz yapacağız ve bundan kastedilen, doğal olarak „Meşru Hükümettir‟ demişler. İnönü, New York‟taki Türk delegasyonuna, „İnsanlar ölüyor, siz kelimeler üzerinde tartışıyorsunuz; esas olan saldırıları durduracak kuvvetlerin derhal Kıbrıs‟a çıkmasını sağlamaktır‟, şeklinde mesajlar göndermiş.”18 Fakat, ne yazık ki, bu sözler ve açıklamalar hiçbir iĢe yaramadı ve Makarios‟la bakanları, kısa sürede adanın egemen gücü olarak yasa ve insanlık dıĢı eylemlerini sürdürmeye devam etti. Nitekim, 4 Mart kararının mürekkebi kurumadan, Kıbrıs‟ın çeĢitli yerlerinde Rumlar yeniden Türklere saldırdı.

1557

LefkoĢa‟da Türk kesimlerine yaylım ateĢi açtılar; Malya, Yayla köylerine, Kazafa‟naya, Gaziveren‟e ve Tuzla‟ya saldırıya geçtiler. En ağır saldırı ise, 7-10 Mart tarihlerinde Baf‟ta yer aldı. Baf saldırısında Rumlar Türklere karĢı ağır silahlar kullandı. Zaten iki aydan beri Baf‟taki 3 bin Türk, sıkı bir Rum kuĢatması altında idi. 7 Mart‟ta baĢlayan saldırılarda ilk gün 1 ve ikinci gün 5 Türk Rumlar tarafından öldürüldü. 8 Mart‟ta AteĢkes imzalandı ama buna aldırmayan Rumlar, 9 Mart‟ta daha da büyük bir saldırı baĢlattı. Makineli tüfek, havan ve roket mermileri Türk kesimine yağmur gibi yağıyordu. Birçok evin damı çökmüĢ, birçok insan yaralanmıĢ, ölenler olmuĢtu. Mücahitler ve eli silah tutan herkes, büyük bir direniĢle bu saldırılara karĢı koymak için insan üstü bir çaba gösteriyor, fedakârca savaĢıyordu. Ġngiliz gazeteleri, Baf saldırılarını da manĢetten yansıttı; Rum barbarlığını gözler önüne seren fotoğraflar yayımladı. Daily Mirror, bu saldırıyı Rumların o güne kadar giriĢtikleri en kanlı katliam olarak tanımlamıĢ ve 3000 Baf Türkü‟nün ölmemek için savaĢtığını duyurmuĢtu.19 Daily Telegraph, 10 Mart sayısında, Rum saldırıları sonucu Türk evlerinin alevler içinde yanmakta olduğunu, birçoklarının damlarının çöktüğünü, minarelerden birinin yıkıldığını, üzerinde Yunan bayrağı dalgalanan bir zırhlı Rum aracının Türk bölgesine doğru ilerlediğini, bölgedeki Ġngiliz komutanın durumu “çok vahim” olarak tanımladığını, Rumların, Ġngiliz askerlerinin AteĢkes çabalarına, Türk kadınlarıyla çocukların bu ateĢ çemberinden çıkarılmasına engel olduklarını bildirmekteydi. Dar bir bölgeye sıkıĢan Türklerin üzerine yapılan yoğun Rum saldırıları karĢısında mücahitler, mermileri bitinceye kadar savaĢıyor, fakat teslim olmuyorlardı. Nitekim, „Mavrali‟ bölgesindeki 10 mücahitimiz mermileri bitince geri çekilmemiĢ, teslim olmamıĢ ve Ģehitlik mertebesine ulaĢmıĢlardı. 10 Mart günü de saldırılarını devam ettiren Rumlar, Baf‟ın Türk kesimini ele geçiremeyeceklerini anlayınca AteĢkes çağrısına uymayı kabul ettiler. Rumlar, bu saldırılarla, BM Barış Gücü adaya gelmeden önce, askeri yönden avantajlar sağlamak, kendi denetimleri dışında ayrı Türk bölgeleri oluşmasını önlemek ve Türk direnişini yoketmek istiyorlardı. 4 Mart 1964 tarihli Güvenlik Konseyi kararı uyarınca oluĢturulan ilk BarıĢ Gücü askerleri, 17 Mart‟ta, Hintli General Gyani komutasında göreve baĢladı. Her 6 ayda bir görev süresi yeniden uzatılan BarıĢ Gücü, 37 yılı aĢkın bir süreden beri Kıbrıs‟tadır. Fakat ne yazık ki, adada görev yaptığı bu uzun süre içinde, Kıbrıs Rum Hükümeti‟nin tüm adayı temsil ettiği Ģeklindeki yanlıĢ ve yasa dıĢı yaklaĢıma onlar da uymuĢlar ve uygulamalarını o çerçevede yürütmüĢlerdir. BM BarıĢ Gücü bu gün de, aynı hatalı anlayıĢ ve karar çerçevesinde görev yapmaktadır.

1558

Aslında, 1974‟ten bu yana, adada kan akıtılmasını önleyerek, iki toplumun Güvenlik içinde yaşamasını sağlayan Türk ordusu varken, BM Barış Gücü‟ne artık herhangi bir gereksinim de kalmamıştır. Ġnsanlık DıĢı DavranıĢlar Yeni Saldırılar ve özüm GiriĢimleri 1965 yılından itibaren Rum saldırıları azaltılmıĢ olmakla beraber, yollardan Türklerin alıp götürülmeleri ve bunların bir daha izine rastlanmaması; özellikle LefkoĢa‟nın Türk kesimine giriĢ ve çıkıĢları kendi denetimleri altına alarak, girip çıkan herkesi, köylerden gelen Türk otobüsleri ile yolcularını barikatlarda sıkı ve aĢağılayıcı yöntemlerle yoklamaları; un, pirinç gibi gıda maddeleriyle, stratejik madde olarak nitelendirdikleri herĢeye el koymaları ve bu ekonomik ablukayı evrensel insan haklarına aykırı olarak yıllarca devam ettirmeleri, Türk toplumuna büyük acılar çektirdi; geliĢme ve insanca yaĢama olanaklarını ortadan kaldırdı. Evrensel Ġnsan haklarının açık ihlâli olan bu insanlık dışı uygulamalar ne yazık ki, Avrupa‟da ve uygar dünyada gereken tepkiyi görmedi. Kıbrıs Türkleri, Rum mezalimi altında en acı günlerini yaĢarken Türkiye dıĢında hiçbir ülke veya uluslararası sivil örgüt onların yardımına koĢmadı. Bu, Batı‟nın çifte standardının açık kanıtıydı. O yıllarda Rumların, LefkoĢa‟nın Türk kesimine girmesini yasakladığı listede öyle Ģeyler vardı ki; bundan amacın, hem Türklere sıkıntı verip onları teslime zorlamak, hem de ekonomik geliĢmelerini önlemek olduğu açıkca anlaĢılmaktadır. Stratejik madde oldukları gerekçesiyle Türklere yasaklanan listede bakınız neler vardı: * Kereste ve kereste çivisi. * Demir ve demirden araç ve eĢyalar * TaĢ, kum, çakıl ve çimento * Tel, kablo ve tel kesiciler * Telefon ve radyolar * Akaryakıt * Oto lastiği, yedek parçaları ve aküler * Yangın söndürücüleri * izme, çizme çivisi, ayakkabı bağı ve deri * Lastik ökçe, haki kumaĢ, eldiven, deri ceket ve çorap * Palto, yağmurluk ve yünlü maddeler Ve bu liste bu Ģekilde uzayıp gider… Güvenlik Konseyi‟nin 4 Mart kararında, tarafların, mevcut durumu daha da kötüleĢtirecek hareketlerden kaçınmaları çağrısına adeta meydan okuyan Makarios, bu karardan çok kısa bir süre sonra, Nisan ayı içinde Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan arasındaki İttifak Antlaşması‟nı

1559

tek yanlı olarak feshettiğini ilân etti. Hemen ardından Atina‟yı ziyaret etti ve BaĢbakan Yorgo Papandreu ile yapılan görüĢmede, Kıbrıs‟a gizlice tam teçhizatlı bir Yunan askeri birliği gönderilmesi kararlaĢtırıldı. Bunun üzerine, her defasında yüzlerce Yunan askeri, sivil giysiler içinde Limasol limanından adaya çıkmaya baĢladı. Yunan BaĢbakanı‟nın oğlu ve o günlerde Hükümetin ekonomiden sorumlu bir üyesi olan Andreas Papandreu, yıllar sonra yazdığı „Democracy at Gunpoint‟ yani „Namlu‟nun Ucundaki Demokrasi‟ adındaki kitabında, 1964 yılının yaz aylarında adaya gizlice, tam donanımlı 20 binden fazla Yunanlı asker ve subay çıkarıldığını açıklamıĢtır.20 Andreas Papandreu, bu konuda Makarios ve babası arasında gizli bir anlaĢma yapıldığını da ifĢa etmiĢtir. Böylece 1964 yılının yaz aylarında ada, fiilen Yunan ordusunun işgali altına girmiştir. Makarios, yine aynı süre içinde, Güvenlik Konseyi‟nin 4 Mart kararına ve Kıbrıs anayasası ile antlaĢmalara aykırı olarak, Yunan askeri birliğine ek olarak, Milli Muhafız Ordusu adında ve adadaki Yunanlı subayların yönetiminde, Kıbrıslı Rumlardan oluĢan bir askeri güç daha oluĢturdu. Bu esnada, hem Yunanistan‟dan, hem de ekoslovakya, Rusya ve Mısır‟dan çeĢitli silahlar, zırhlı araçlar, hatta roketler alarak bunları gizlice adaya sokmayı baĢardı. Diğer yandan ĠçiĢleri ve Savunma Bakanı, EOKA‟cı Yorgacis, Nisan 1964 sonlarında St Hilarion kalesindeki Türk Mücahit mevzilerine karĢı büyük bir saldırı baĢlattı. Bu Ģiddetli ve kanlı saldırıyı, önceden planlanmıĢ ve organize edilmiĢ askeri bir hareket olarak nitelendiren BM Genel Sekreteri U Thant, saldırı olayını sert bir Ģekilde kınadı ama, artık Rum liderliği böylesine uyarılara ve kınamalara kulak asmıyor, Akritas Planı‟nı harfiyen ve aĢama aĢama uygulamayı sürdürüyordu. Bir ay kadar sonra, yine Yorgacis‟in silahlı adamları Mağusa‟da ve civarında 32 Türk‟ü yollardan, iĢ yerlerinden silah zoruyla alıp götürdü. Bu insanlarımız o günden beri Kayıplar listesindedir ve bir daha izlerine rastlanmamıĢtır. Rum liderlerinden Kliridis, yıllar sonra bir açıklama yaparak silah zoruyla alıp götürdükleri Türklerin tümünün de öldürüldüğünü itiraf etmiĢtir. BM BarıĢ Gücü‟nün adadaki varlığına karĢın, Rum katliamlarının 1964 yazında tırmandırılarak devam ettirilmesi karĢısında Ġnönü hükümeti adaya askeri müdahale kararı aldı. ABD BaĢkanı‟na Türk Hükümeti‟nin bu kararı bildirilince, 5 Haziran‟da Amerikan BaĢkanı Johnson‟dan, sert bir yanıt geldi. Johnson‟un hem ciddi uyarılar, hem de tehdit içeren mektubunda, Ġnönü‟den, böyle bir kararı uygulamaya koymadan önce, ABD ile kapsamlı danıĢmalarda bulunmak sorumluluğunu kabul etmesi istenmekteydi. Mektupta ayrıca Türk askeri müdahalesinin, Garanti AntlaĢması‟nın yasakladığı taksimi gerçekleĢtirmek isteyen Kıbrıs Türk liderliğine bu yönde destek oluĢturacağı; bir Türk müdahalesinin NATO üyesi iki ülkeyi savaĢa sokacağı; halbuki NATO üyeliğinin özünde, üyelerin birbirleriyle savaĢa girmeyeceği esasının bulunduğu; Kıbrıs‟a yapılacak askeri bir hareketin, Sovyet Rusya‟nın müdahalesine neden olabileceği; böyle bir durum ortaya çıkarsa, NATO‟nun Türkiye‟yi Sovyetlere karşı korumayı gözden geçirme fırsatı bulamayacağı bildirilmekteydi.

1560

Johnson‟un mektubundaki en ağır ifade, Türkiye ve ABD arasındaki 1947 tarihli ikili anlaĢmaya göre, Türk Hükümeti‟nin, Amerikan yardımı olarak Türkiye‟ye sağlanan silahları, bu silahların verilme amacından baĢka bir maksat için kullanılamayacağını öngören maddeye Ġnönü‟nün dikkatini çeken ve ABD‟nin buna kesinlikle izin vermeyeceğini açıkça, kesin bir dille vurgulayan sözlerdi. BaĢkan Johnson, Türkiye‟nin Kıbrıs‟a askeri müdahalesinin binlerce Türk‟ün ölümüne ve bu esnada uluslararası çok ciddi ve tahmin edilemiyecek sonuçlara neden olabileceğini belirtmekte ve Ģu uyarıda bulunmaktaydı: Bizimle

önceden

tam

ve

kapsamlı

danışmalarda

bulunmadan

böyle

bir

harekette

bulunmayacağınıza ilişkin sizden kesin güvence almadığım takdirde, Büyükelçi Hare‟a önerdiğiniz gizliliği kabul etmeyecek ve NATO Konseyi ile BM Güvenlik Konseyi‟ni derhal olağanüstü toplantıya çağıracağım. BaĢkan Johnson‟un bu mektupta kullandığı ve diplomatik etikete aykırı ağır ifade, Amerikan diplomatları tarafından bile yadırganmıĢ ve eleĢtirilmiĢti. Bunlar arasında olan DıĢiĢleri Bakan vekili George Ball, Johnson adına mektubu hazırlayanın DıĢiĢleri Bakanı Dean Rusk olduğunu belirtmekte ve meslek yaĢamı boyunca bu kadar kaba ifadelerle yazılmıĢ bir belgeye rastlamadığını ve bu mektubun Ģimdiye kadar gördüğü en acımasız diplomatik nota olduğunun altını çizmektedir. 21 Bu mektup Türkiye‟de hem Hükümet, hem de basın çevrelerinde büyük tepkiler, öfke ve hayal kırıklığı yarattı; sert bir Ģekilde eleĢtirildi. Türk-ABD iliĢkilerinde bir dönüm noktası oldu. Türkiye için, yeni bir dıĢ politika ve yeni bir savunma kavramının doğmasına yol açtı.22 Makarios‟un, bu esnada Moskova ile kurduğu yakın iliĢkiler ise Amerika‟yı, bir Türk müdahalesi olasılığı kadar tedirgin etmeye baĢladı. Bunun üzerine Kıbrıs‟ta uzlaĢı bir çözüm sağlanması umudu ile DıĢiĢleri eski Bakanı Dean Acheson‟a özel bir görev verildi. 1964 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında Cenevre‟de Türkiye ve Yunanistan temsilcileri ile Acheson arasında yoğun, kapsamlı müzakereler yapıldı. Acheson, çözümle ilgili planlarını taraflara sunarak ilkin bir nevi çifte Enosis sayılacak Ģekilde adanın kuzeyinde ve Karpaz yarımadasını içine alacak Ģekilde Türkiye‟ye %10-15 oranında bir toprak verilmesini, daha sonra ise bundan vazgeçerek Türkiye‟ye askeri üs, veya Ege‟de bir Küçük ada verilmesi koşuluyla Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakını gerçekleştirmek için büyük çaba gösterdi. Sonuçta bu öneriler tarafları tatmin etmedi ve Acheson‟un çabaları başarısızlıkla sonuçlandı.23 St. Hilarion, Erenköy veGeçitkale SavaĢları BM BarıĢ Gücü 17 Mart 1964‟te adada göreve baĢladıktan sonra, Rumların saldırılarını durduracağı umudu boĢa çıktı. UNFICYP olarak bilinen bu gücün yaptığı tek Ģey, Rum saldırılarını gözlemlemek ve BM Genel Sekreterine olaylara iliĢkin rapor göndermek olmuĢtur. Nitekim, Baf ve St Hilarion saldırısı ile Ağustos baĢlarında yer alan Erenköy savaĢları, BM BarıĢ Gücü‟nün ne kadar çaresiz olduğunu ve barıĢı korumakta herhangi bir etkinliği ve iĢlevi bulunmadığını açıkça göstermiĢtir.

1561

Nisan ayı sonlarında, Rum ĠçiĢleri bakanı EOKA‟cı Yorgacis, bizzat komuta ettiği Rum askerleriyle, Türkiye‟nin karĢısındaki BeĢparmak Dağları üzerindeki St Hilarion kalesindeki mücahitlere karĢı sürpriz bir saldırı baĢlattı. Fakat askeri üstünlüklerine karĢın, burada umduklarından çok daha büyük bir direniĢle karĢılaĢınca, Rumlar geri çekilmek zorunda kaldılar. Böylece St Hilarion kalesi, burayı kahramanca koruyan Türk mücahidinin elinden alınamadı. Buradaki mücahitler, 20 Temmuz 1974 günü ve Birinci BarıĢ Harekâtı süresince karaya çıkan Mehmetçiklerimizin ilkin Girne‟ye ulaĢmasında ve daha sonra LefkoĢa-Girne yolunun tümüyle ele geçirilmesinde önemli bir rol oynadı. BM Genel Sekreteri, Rumların St Hilarion baskını ve saldırısını, önceden planlanan ve organize edilen bir askeri giriĢim olarak nitelendirmiĢ ve kınamıĢtı. Kıbrıs anlaĢmalarına ve anayasaya aykırı olarak oluĢturulan Rum Milli Muhafız Ordusu komutanlığına Mart 1964‟te Yunanlı General Karayannis atanmıĢ, EOKA lideri General Grivas ise, tüm Kıbrıs Rum kuvvetlerinin komutanlığına getirilmiĢti. Böylece, Rum kesimleri askeri yönden Yunanlı komutan ve subayların sorumluluğu altına girmiĢti. Bu nedenle Atina, artık adadaki her askeri harekâtın ve saldırının sorumlusu durumundaydı. Nitekim, 4 Temmuz 1964‟te Yunan Savunma Bakanı Garufalyas, General Grivas ve Karayannis‟i Atina‟ya çağırarak, onlara Acheson planı hakkında bilgi verdi ve bu çerçevede Enosisin Ağustos ayı içinde ilan edilebileceğini bildirdi. Bu geliĢme ve karardan cesaret alan Grivas, 6 Ağustos‟da adaya döner dönmez ERENKÖY‟e saldırıya karar verdi ve Makarios‟a telefon ederek, bu saldırı için onun da onayını istedi. Makarios derhal Rum Bakanlarla bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Grivas‟ın saldırı planı oy birliği ile onaylandı. Erenköy, stratejik yönden çok önemli bir konumdaydı. Türkiye ile deniz bağlantısı olan tek yer burasıydı ve Rum-Yunan ikilisi, olası bir Türk askeri müdahalesinin buradan yapılacağı görüĢündeydi. Bu nedenle, Türkiye ve Ġngiltere‟den gelen, çoğu öğrenci Kıbrıslı Türk mücahitler ve köylüler tarafından bir köprü baĢı olarak korunan Erenköy ile diğer birkaç köyün ve buralarını çevreleyen tepelik arazinin mutlaka ele geçirilmesine Rum-Yunan ikilisi birlikte karar vermiĢti. Haziran ve Temmuz aylarında, bu bölgeye yer yer Rum saldırıları olmuĢ ve Makarios, bu saldırıların durdurulmasını isteyen BM komutanı Timaya‟ya, Türk bölgelerine saldırılmayacağına iliĢkin 4 Ağustos‟da kesin güvence vermiĢti. Fakat, bu güvencenin ne kadar sahte ve geçersiz olduğu iki gün sonra, yani 6 Ağustos‟da Rum-Yunan birliklerinin saldırısı ile kanıtlandı. 500 kadar direnişci mücahidin, hem sayıca, hem de silah yönünden çok daha üstün Rum-Yunan askerleri karşısında gösterdiği direniş ve cesaret, tüm yabancı uzmanlar, BM Barış Gücü ve basın tarafından hayranlıkla izlendi.24 Bu Rum saldırıları esnasında, kısa bir süre önce zorunlu sürgün yaşamını sürdürdüğü Türkiye‟den gizlice Erenköy‟e çıkan Rauf Denktaş da oradaydı ve onun varlığı, mücahitler için büyük bir moral kaynağı olmuştu.

1562

Mücahitlerin direniĢini kolay kolay çökertemeyeceğini anlayan Grivas, ertesi gün bölgeye yeni takviye birlikleri ve daha etkili silahlar sevketti. Bu üstün düĢman kuvvetleri karĢısında takviye alamayan, cephanesi azalan mücahitler artık son direniĢ için geri, sahile doğru çekilmeye baĢladı. Bundan sonrası, denize dökülmek ve Ģehit olmaktı. Bu aĢamada, DenktaĢ‟la bölgeye yeni gelen ilk TMT komutanı Rıza Vuruşkan, bu kritik durumu telsizle Ankara‟ya bildirmekte ve derhal müdahale edilmesi için çağrı yapmaktaydılar. Kısa bir tereddütten sonra bu çağrılar Ankara‟da olumlu yanıt buldu ve nihayet, 8 ve 9 Ağustos günleri Türk jetleri, Rumlara ait bölgedeki tüm mevzileri, askeri Rum araç-gereçlerini ve denizden Erenköy‟ü bombalayan Rum hücumbotunu roketlerle etkisiz hale getirdi. Türk hava akınları sonucu büyük kayıplara uğrayan Rum-Yunan birlikleri, geri çekilmek ve yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı.25 Erenköy savaĢlarında mücahitlerimizin 12‟si Ģehit oldu. Ayrıca 4 kayıp ve 32 yaralımız vardı. Rum-Yunan tarafının kayıpları ise 53 ölü, 125 yaralı yanında büyük çapta askeri araç ve gereçle bir hücumbot olarak belirlendi. Hava saldırıları esnasında yüzbaĢı pilot Cengiz Topel, isabet alan uçağından paraĢütle atlayarak ve sağ olarak yere inmekle beraber, Rumlar tarafından ele geçirilmiĢ ve çeĢitli iĢkenceler sonucu öldürülmüĢtü. Cengiz Topel, böylece Kıbrıs‟ta Ģehit olan ilk havacımızdır. Bugün, Ģehit edildiği Gemikonağı bölgesi, 1974 BarıĢ Harekâtı sonucu, KKTC sınırları içinde kaldığından oraya Cengiz Topel‟i ölümsüzleĢtiren bir anıt yapılmıĢtır. Erenköy savaşları, Rum-Yunan ikilisine Türkiye‟nin kararlılığını ve Kıbrıs‟ın Yunan olmasına izin verilmeyeceğini kanıtlayan önemli bir tarihi uyarı ve dönüm noktasıdır. Bu nedenle, 1965 yılına gelindiğinde, sorunun ancak diplomatik yollardan ve Türk-Yunan diyaloğu yöntemiyle çözümleneceği görüĢü öncelik kazanmaya baĢladı. Ama Atina, hala ABD ve Ġngiltere‟nin de desteği ile iki ülke arasında baĢlatılacak üstdüzey görüĢmeler sürecinde Türkiye‟nin önemsiz bazı ödünler karĢılığında Enosis‟e razı olacağı yanılgısı içindeydi. Bu nedenle, Yunan Hükümeti, Makarios‟un tüm karĢı çıkıĢına aldırmadan, Türkiye ile diyaloğa razı oldu. Ġki ülke DıĢiĢleri Bakanları, iki yıl süresince, birçok kez biraraya geldiler ve Kıbrıs sorununu müzakere ettiler. Yunan tarafı, Türkiye‟ye adada uzun vadeli bir üs ve Türk toplumuna “güvenceli azınlık hakları” tanınması koĢuluyla, Kıbrıs‟ın Yunanistan‟a ilhakı için çaba gösteriyordu. Makarios ise, Yunan Hükümeti‟ne adeta meydan okurcasına, Türkiye‟ye Kıbrıs‟ta geçici bile olsa bir karıĢ toprak verilmesine karĢı çıkmaktaydı. Üstelik, Moskova ve Sovyet yanlısı ülkelerle iliĢkilerini geliĢtirmek yönünde büyük çaba gösteriyor, bu ülkelerden çeĢitli silahlar satın alarak adada çok tehlikeli bir tırmanıĢı hızlandırmıĢ bulunuyordu. 1967 yılına gelindiğinde, belli baĢlı dört olay, Kıbrıs sorununda bir dönüm noktası oluĢturdu. Bunlardan birincisi Keşan‟da düzenlenen Türk-Yunan üst düzey toplantısıdır. Ġkinci önemli olay Grivas‟ın komutası altındaki Rum ve Yunan birliklerinin Boğaziçi (Ayatotro) ve Geçitkale (Köfünye)

1563

köylerine karĢı giriĢtiği büyük ve kanlı saldırı ve bunun izleyen kriz, bir diğeri ise adada Geçici Türk Yönetiminin kurulmasıydı. 1967 yazısının diğer bir önemli olayı daha var: O da Rum Temsilciler Meclisi‟nin oybirliği ile aldığı Enosis, yani Yunanistan‟a ilhak mücadesine devam kararıydı. Dördüncü önemli olay ise Ankara‟da sürgünde bulunan Denktaş‟ın gizlice Kıbrıs‟a dönme girişimiydi. Ankara‟da sürgünde bulunan Rauf DenktaĢ, 1964 yazında gizlice Erenköy‟e çıktığı gibi, bir kez daha Ģansını denemek ve biran önce vatanında, kendisini bekleyen liderlik görevine dönmek için sabırsızlanıyor, yanıp tutuĢuyordu. Adaya dönüĢünün sağlanması için, Türk Hükümeti nezdinde sürekli giriĢimlerde bulunuyor, fakat olumlu bir yanıt alamıyordu. Bu esnada, Kıbrıs‟taki TMT ileri gelenleri, Mücahit komutanları sürekli olarak kendisine haber yollamakta, dönmesi için bazı planlar, hazırlıklar yapmakta olduklarını bildirmekteydiler. 1967 yılı Ekim ayının son günü, DenktaĢ‟ın adaya gizlice dönüĢünde ona yardımcı olmak üzere Kıbrıs‟tan gönderilen iki görevli ile DenktaĢ Türkiye‟nin güney sahillerinden bir balıkçı gemisiyle yola çıktı. Kıbrıs sahillerine yaklaĢtıkları balıkçı gemisinden indiler ve sürat motoruyla karaya çıkma giriĢiminde bulundular. Fakat, çıkıĢ için planladıkları Larnaka sahili yerine, yanlıĢlıkla Karpaz yarımadasında Rumların bulunduğu bir bölgede karaya çıktıklarından yakalanıp tutuklandılar. DenktaĢ‟ın LefkoĢa‟daki tutukluluk süresi, 12 gün devam etti. Yapılan sorgulamalar sonrasında Ankara‟nın giriĢimleri sonucu, kendisiyle birlikte tutuklanan iki arkadaĢıyla Türkiye‟ye geri dönmeleri sağlandı. DenktaĢ‟ın bir cezaya çarptırılmadan geri Ankara‟ya gitmesine izin verilmesi Grivas‟ı çok öfkelendirmiĢ olacak ki, bunun hıncını yeni bir saldırı ile çıkarmak istedi. Larnaka ilçesinin, biri, ahalisi tamamıyla Türk olan Geçitkale, (Köfünye) diğeri ise karma bir köy olan Boğaziçi (Ayatotro) stratejik önemi bulunan iki köydü. LefkoĢa-Limasol ve Larnaka-Limasol yollarının kavĢak noktasında olan bu iki köyde Rumlar bir türlü istedikleri denetimi sağlayamamıĢlar, Türk mücahitlerinin buralarını Rum polisinin denetimine açmaları için yaptıkları çeĢitli giriĢimlerde baĢarılı olamamıĢlardı. Türk mücahitleri bu iki köyün Rum polisinin kontrolüne geçmesine pek haklı olarak izin vermiyordu. Siyasi ve askeri Rum liderleri, Atina‟nın da onayını alarak bu iki Türk köyüne, ağır silahlar ve zırhlı araçlarla saldırarak bölgeyi kendi denetimleri altına almayı karar verdiler. 26 Bu karara uygun olarak, 13 ve 14 Kasım 1967 günleri Rum Milli Muhafız Ordusu askerleri ve seçkin Rum polislerinden oluĢturulan kuvvetler, Atina‟daki askeri yetkililere de bilgi vererek Geçitkale, Boğaziçi ve Tatlısu köylerini kuĢattı. 15 Kasım günü Rum kuvvetleri buradaki Türklere karĢı 2 bini aĢkın asker ve ağır silahlar, toplar ve zırhlı araçlarla saldırıya geçti. Geçitkale‟deki sivil halk neye uğradığını bilemedi. Rum askerleri, köye girerek yaĢlı, genç, ayırımı yapmadan acımasızca katliama baĢladı. 80 yaşındaki Hüseyin Ramadan ve 70 yaşındaki karısı, hasta yataklarında kurşunlarla delik deşik edildiler. 30 yaşındaki Mehmet Emin Sait evinin önünde vuruldu ve üzerine petrol dökülerek

1564

ateşe verildi. Teslim olan Türk köylüler kurşuna dizildi. Evler yağmalandı ve yakıldı. Yüzlerce kadın ve çocuk rehine olarak meçhul yerlere götürüldü. 6 ev yanında köyün okulu da yakıldı. Aynı barbarlık Boğaziçi köyünde de tekrarlandı. Türk Hükümeti‟nin bu barbarca saldırılara tepkisi sert oldu; Atina‟ya verdiği ültümatomla adadaki saldırının derhal durdurulmasını, Rum kuvvetlerinin geri çekilmesini, General Grivas‟ın ve Yunanlı askerlerle subayların adadan çıkarılmasını istedi. Bir yandan da Kıbrıs‟a askeri müdahalede bulunmak için 16 Kasım‟dan itibaren yoğun askeri hazırlıklara giriĢildi.27 Zırhlı araçlarla tanklar ve askeri birlikler yanında Türk donanmasına bağlı savaĢ ve çıkarma gemileri Mersin‟de toplanmaya baĢladı. 20 Kasım‟da Mersin‟de 30 bin askerle donanma çıkarma için hazır duruma getirildi. 16 Kasım‟da TBMM toplanarak; bir oya karşılık 432 oyla, Türk askerinin gerek görüldüğünde dış ülkelere gönderilmesi kararını aldı. Bu kararla, Kıbrıs‟a askeri müdahale için Hükümete gerekli yetki verilmiş oldu. 17 Kasım günü Ankara Atina‟ya sert bir nota vererek adadaki saldırıların tüm sorumluluğunun Yunan Hükümeti‟ne ait olduğunu belirtti. 18 Kasım‟da Türk jetleri Kıbrıs üzerinde uçuĢ yaptı; böylece Ankara‟nın askeri müdahalede kararlı olduğu mesaj ve uyarısı somut Ģekilde ilgililere duyuruldu. 19 ve 20 Kasım‟da Ġngiliz, ABD ve Kanada Büyükelçileri, DıĢiĢleri Bakanı ile görüĢerek sabırlı olunması ve savaĢın önlenmesi için giriĢim yapınca, Bakan Ġhsan Sabri Çağlayangil, müdahalenin 22 ve 23 Kasım‟da yapılacağını bildirdi. Bunun üzerine ABD BaĢkanı Johnson, bu kez Ankara‟ya yeni bir tehdit mektubu göndermek yerine, taraflarla temaslar yapıp Türk-Yunan savaĢının önlenmesi yönünde giriĢimlerde bulunması için DıĢiĢleri eski Banlarından Cyprus Vance‟ı görevlendirdi. Nitekim, Türkiye‟nin kararlaĢtırdığı askeri müdahale günü olan 22 Kasım‟da yola çıkan Vance, 23 Aralık günü Ankara‟ya vardı. Cyprus Vance‟ın Ankara, Atina ve LefkoĢa arasındaki mekik diplomasisi 6 gün devam etti.28 BaĢkan Johnson‟un özel temsilcisi, 3 baĢkenti üçer kez ziyaret etti; çetin müzakereler yaptı ve sonunda Yunan Hükümeti, Türkiye‟nin talepleri doğrultusunda hazırlanan 5 maddelik anlaĢma metnini kabul etmek veya Türkiye ile savaĢa girmekten baĢka bir çarenin bulunmadığını görerek anlaĢma koĢullarını kabul etmek zorunda kaldı. Atina‟da bu anlaĢmayı Yunan Hükümeti‟ne kabul ettiren Cyprus Vance, oradan LefkoĢa‟ya giderek bunu Makarios‟a da kabul ettirmeye çaba gösterdi. Fakat Makarios, Türkiye 1960 anlaĢmaları gereği Kıbrıs‟ta bulundurduğu alayını geri çekmediği takdirde, Rum Milli Muhafız Ordusu‟nu dağıtmayacağını bildirdi. Türk Hükümeti‟nin Atina‟ya verdiği notaya uygun olarak General Grivas, daha Vance mekik diplomasisini baĢlatmadan, 17 Kasım günü geri çağrıldı ve aynı gün Kıbrıs‟tan ayrılarak Atina‟ya döndü.

1565

Yunan Hükümeti‟nin sonra kendi askerlerini de Ankara‟nın isteği doğrultusunda geri çekmeyi kabul etmesi Ankara‟yı tatmin etti. Böylece, patlak vermek üzeri olan Türk-Yunan savaĢı bir kez daha önlendi ve Türkiye askeri müdahaleden vazgeçti. Kliridis, anılarında Geçitkale‟ye yapılan saldırının Kıbrıs sorunu üzerinde yıkıcı bir etkisi olduğunu, Yunan askerlerinin adadan çıkarılması kararının Kıbrıs Rumlarının moralini son derece sarsarak adeta sıfıra indirdiğini, Türklerin moralini ise en üst düzeye yükselttiğini belirtmekte ve sonuçlarını Ģöyle sıralamaktadır: 1) Geçitkale olayları, Kral Konstantin‟i Yunan Cuntası‟na karşı harekete geçmeye cesaretlendirdi ve bu hareket ülkeyi terketmesine neden oldu. 2) Kıbrıs Türkleri 29 Aralık 1967‟de Geçici Türk Yönetimi‟ni ilân etti. 3) Makarios, arzu edilenin, yani Enosis‟in değil, mümkün olanın gerçekleştirilmesine karar verdi.29 1963 Noeli‟nde baĢlayan Rum saldırıları ve ortak Cumhuriyetin tüm organlarından silah zoruyla dıĢlanması sonucu Türk toplumunda büyük bir yönetim boĢluğu ortaya çıkacağı düĢünülerek, geçici nitelikte de olsa toplumun yönetim iĢlevini yüklenecek bir oluĢuma gereksinim vardı. Bu nedenle, 1964 yılı Ocak ayında Genel Komite adında bir yönetim birimi oluĢturulmuĢtu. 1967 yılı sonlarına kadar Kıbrıs Türk Toplumunun tüm yönetim iĢlerini, Dr. Küçük baĢkanlığındaki bu Geçici komite yürütmüĢtü. Fakat bu yönetim Ģekli, zamanla değiĢen koĢullar ve artan iĢler karĢısında yeterli olamıyordu. Bu nedenle daha çağdaĢ, daha demokratik, daha geliĢmiĢ bir yönetim sistemine gereksinim vardı. Rumların, Geçitkale saldırılarından sonra Türk tarafının ele geçirdiği siyasi üstünlük ve Türkiye‟nin karĢı taraf üzerinde kurduğu baskı, Türk toplumunun daha kapsamlı ve etkin bir yönetim Ģekline kavuĢması için uygun bir ortam yaratmıĢtı. Nitekim Ankara, durumu yerinde inceleyip, uygulanacak yeni yönetim Ģekliyle ilgili olarak toplum liderleriyle fikir alıĢveriĢinde bulunmak üzere DıĢiĢleri Genel Sekreteri Büyükelçi Zeki Kuneralp‟i LefkoĢa‟ya gönderdi. Sonuçta, 28 Aralık 1967 günü, Geçici Komite‟nin yerini almak üzere, Geçici Türk Yönetimi oluĢturulup ilan edildi. Bu yeni yönetimin BaĢkanlığını yine Dr. Küçük‟ün, BaĢkan yardımcılığını ise, henüz adaya dönmesine Rumlarca izin verilmeyen Rauf DenktaĢ‟ın üstlenmesi kararlaĢtırıldı. OluĢturulan Yürütme Organında, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti‟ndeki 3 Türk Bakana ek olarak ilgililerce atanmıĢ 6 üyeye daha Bakanlık düzeyinde görevler verildi. 1960‟da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Meclisi‟nin Türk üyeleri ile Türk Cemaat Meclisi üyeleri ise, Geçici Türk Yönetimi‟nin Yasama Meclisi‟ni oluĢturdu. Ayrıca Türk toplumunun Yasama, Yürütme ve Yargı iĢlerini düzenlemek için 19 maddelik bir „Temel Kurallar‟ metni kaleme alındı. Toplumlararası GörüĢmeler ve Rumlar Arasındaki atıĢmalar

1566

Geçitkale ve Boğaziçi saldırıları sonrasında, 4 yıldan beri sürgünde olan DenktaĢ‟ın, nihayet Nisan 1968‟de adaya serbestçe dönmesine izin verilmesi, Rumlarla görüĢmeler sürecinin baĢlayacağının bir iĢareti olarak algılandı. Denktaş, Ankara‟dan 13 Nisan 1968 günü Lefkoşa‟ya döndü ve uçak alanında, başta Dr. Küçük ve Türk Yönetiminin tüm ileri gelenleri olmak üzere coşkulu bir halk kalabalığı tarafından sevinçle karşılandı. DenktaĢ‟ın Kıbrıs‟a dönmesi, toplumlararası görüĢmelerin baĢlatılması için uygun bir ortam yarattı. Nitekim, Kıbrıs Türk tarafını temsilen Rauf DenktaĢ ve Rum tarafını temsilen Glafkos Kiliridis arasında, 6 Haziran 1968‟de toplumlararası görüĢmelere baĢlandı.30 GörüĢmelerin 3 yıl süren ilk iki aĢamasında, daha çok, Türk toplumuna özerklik verilmesi ve buna karĢılık Türklerin veto haklarının sona erdirilmesi konuları üzerinde duruldu. Ele alınan birçok konuda anlaĢmaya varılmıĢ ve sonuç alınacak bir noktaya gelinmiĢ olmasına karĢın Makarios, Türk toplumuna yerel yönetimlerde özerklik tanıyan ve Enosisi yasaklayan bir anlaĢmayı imzalamayacağını açıkladı. Üstelik, 14 Mart 1971‟de Yalusa köyünde yaptığı konuĢmasında Ģöyle dedi: Kıbrıs Rumdur ve tarihin başlangıcından beri Rum olarak kalmıştır. Kıbrıs‟ı bölünmemiş bir Rum ülkesi olarak teslim aldık. Bölünmemiş bir Rum ülkesi olarak koruyacağız ve Yunanistan‟a bölünmemiş olarak teslim edeceğiz. Makarios‟un bu tür kıĢkırtıcı ve esas niyetlerini açıklayan konuĢmaları ve Türk toplumuna sadece „Azınlık Hakları‟ verilebileceğini bildirmesi, toplumlararası görüĢmelerin kaderini de belirlenmiĢ oldu. Nitekim, 20 Eylül 1971‟de DenktaĢ-Kliridis görüĢmelerinin ilk iki aĢaması sonuçsuz kaldı, uzunca bir süre kesintiye uğradı. Kliridis, Makarios‟un bu uzlaĢmaz ve katı tutumunu eleĢtirmekte ve anılarında, “Rum tarafının, bir kez daha Zürih ve Londra anlaşmalarını Rumların lehine yeniden düzenlemek için yaratılan fırsatı kaçırdığını” belirtmektedir.31 Kesintiye uğrayan görüĢmelerin yeniden baĢlanması için BM Genel Sekreteri büyük çaba harcadı ve sonunda hem Kıbrıs‟taki BM temsilcisinin, hem de Türkiye ve Yunanistan‟ın birer anayasa uzmanı ile görüĢmelere katılmaları üzerinde anlaĢmaya varıldı. Böylece, 9 Haziran 1972‟de görüĢmelere yeniden ve bu kez BeĢli olarak baĢlandı. Ama Makarios yine bildiğini okumaktan, uzlaĢmazlığını sürdürmekten, adaya gizli yollardan silah sokmaktan, kıĢkırtıcı Enosis konuĢmaları yapmaktan geri kalmadı. Bunlar da yetmezmiĢ gibi Rum liderleri, Enosis olunca Türklerin adayı terketmekte serbest olacakları Ģeklinde demeçler de veriyorlardı. Böyle bir ortamda, bu koĢullarda bir anlaĢmaya varmak olanağı kalmamıĢtı. Nitekim 9 Temmuz 1974‟te yapılan toplantı ile, 6 yıldan beri devam eden toplumlararası görüĢmeler hiçbir sonuç alınmadan sona erdi.32 1970‟li yıllarda bir yandan DenktaĢ-Kliridis görüĢmeleri baĢarısızlığa doğru sürüklenirken, bir yandan da Rumların kendi içinde Ģiddet ve terör olayları hızlanmaya baĢladı. 1967‟de Geçitkale saldırılarının sorumlusu olarak adadan çıkarılan General Grivas, Yunan Hükümeti tarafından 1971

1567

yılında yeniden gizlice Kıbrıs‟a gönderildi ve Kıbrıs‟taki Yunan kuvvetleri ile Makarios‟u devirip Enosis‟i ilan etmek amacıyla kurulan tedhiĢ örgütü EOKA B‟nin baĢına getirildi. Bu esnada, Makarios‟a karĢı suikastler düzenlendi. 8 Mart 1970‟de, Makarios‟un helikopterine ateĢ açılarak isabet kaydedildi. Fakat pilot, yere inmeyi baĢardı ve böylece Makarios mutlak bir ölümden kurtuldu. Bu suikast giriĢiminin arkasında, eski EOKA grup liderlerinden ve ĠçiĢleri Bakanı Yorgacis‟in olduğu kuĢkusu yaygındı. Nitekim, bir hafta sonra, 15 Mart 1970‟de Yorgacis, iyi tanıdığı ve güvendiği bir Yunanlı subayın verdiği randevuya uyarak arabasıyla gittiği LefkoĢa yakınlarındaki Değirmenlik köyü giriĢindeki bir gizli buluĢma yerinde ve arabasının içinde vurularak öldürüldü.33 Bu iki olaydan sonra, Rumlar arasındaki iç çatıĢmalar daha da hızlandı. Grivas‟ın komuta ettiği EOKA B üyeleri, Makarios taraftarlarına karĢı silahlı saldırılar düzenlenmeye, polis karakollarını basarak oralardaki silahları ele geçirmeye baĢladılar. Öte yandan, Atina‟daki askeri Hükümet ile Makarios‟un arası iyice açıldı. Makarios, adadaki silahlı eylemleri ve kendisini öldürme giriĢimlerini planlayıp yönlendirenlerin Kıbrıs Rum Ordusu‟nun komutanlığını üstlenen Yunanlı subaylar olduğunu ve Atina‟dan aldıkları emirler doğrultusunda hareket ettiklerini ileri sürerek, bunların derhal geri çekilmesini istemeye baĢladı. KarĢılık göremeyince, bu kez, 2 Temmuz 1974‟te, Yunan Cumhurbaşkanı Gizikis‟e bir mektup göndererek, Yunanlı subayların komutası altındaki Rum Milli Muhafız ordusunun devlete karĢı bir komplo yuvasına dönüĢtüğünü, Yunan Hükümeti istediği takdirde, EOKA-B‟nin dehĢet ve terör eylemlerinin duracağını ve durumun düzeleceğini, bunun için de Yunanlı subayların geri çağrılmasını istedi. 1974 Enosis Darbesi, Türk BarıĢ Harekatı ve KKTC Bir süreden beri Makarios‟tan kurtulmak için kararlı olan Yunan Hükümeti, Makarios‟un Gizikis‟e gönderdiği mektubu fırsat bilerek, 15 Temmuz 1974 sabahı, adadaki Yunanlı subayların komutası altında askeri bir darbe düzenledi. Makarios‟un BaĢkanlık Sarayı‟na ve BaĢpiskoposluk binasına karĢı tanklarla saldırıyı geçildi. Makarios, bu saldırıdan canını zor kurtarabildi ve kaçarak Baf‟a gitti. Orada bir gizli radyodan konuĢarak sağ olduğunu duyurdu. Bunun üzerine, Ġngilizler tarafından kurtarılarak helikopterle egemen Ġngiliz üssü Ağrotur‟a, oradan da 16 Temmuz günü askeri bir uçakla Londra‟ya götürüldü. Makarios‟un polisleri ve BaĢkanlık Muhafızları ile EOKA B ve Rum Milli Muhafız askerleri arasında 15 ve 16 Temmuz‟da adada Ģiddetli çarpıĢmalar oldu; her iki taraftan birçok Rum öldü. Makarios, 18 Temmuz‟da Londra‟dan ayrılıp New York‟a gitti. 19 Temmuz günü, BM Güvenlik Konseyinde bir konuĢma yaptı ve Kıbrıs‟ın Yunan işgali altında olduğunu vurgulandı yardım çağrısında bulundu. Darbenin ilk gününde azılı EOKA‟cı Sampson, Atina juntası tarafından CumhurbaĢkanlığına atanmıĢtı. Ankara, darbenin ilk haberleri gelir gelmez, Garanti AntlaĢması‟na uygun olarak, adaya askeri bir müdahale için hazırlıklara baĢladı. BaĢbakan Ecevit, 17 Temmuz‟da Londra‟ya gidip diğer garantör ülke Ġngiltere ile ortak hareket etmek için danıĢmalarda, önerilerde bulundu. Ġngiliz Hükümeti, birlikte

1568

hareketi reddedince, Türkiye‟nin tek baĢına müdahalesi kaçınılmaz oldu. Nitekim, 20 Temmuz sabahı, adanın Kuzey sahillerindeki küçük bir plajda baĢlayan çıkarma harekâtı, havadan da desteklenerek baĢarıya ulaĢtı. 20-23 Temmuz 1974 günleri devam eden Birinci BarıĢ Harekatı sonucu Kıbrıs‟ın kuzeyindeki çıkarma plajı ile Girne arasındaki kıyı Ģeridi ve Girne‟den LefkoĢa‟ya uzanan yolun her iki yanı Türk birliklerinin eline geçti. Bu esnada, St. Hilarion kalesindeki Kıbrıs Türk Mücahitleri çıkarma birliklerine önemli katkılarda bulundu. Yerli Mücahitlerle Mehmetçikler omuz omuza düĢmana karĢı dövüĢtü ve Birinci BarıĢ Harekatı‟nın baĢarısı birlikte sağlanmıĢ oldu. Birinci BarıĢ Harekatı esnasında Rumlar, Türk Ordusunun eline geçen yerler dıĢında kalan Türk kasaba ve köylerinin etrafını sararak büyük bir katliama baĢladılar. LefkoĢa dıĢında kalan tüm Türk enklavlarını üstün silâhlarından yararlanarak iĢgâl ettiler. Limasol, Larnaka ve Baf kasabalarında Türk erkekleri toplayarak futbol sahalarında oluĢturdukları esir kamplarına tıktılar ve onlara çeĢitli iĢkenceler yaptılar. Kaçıp kurtulabilenler ise, Ġngiliz Ağrotur üssüne sığınarak çadırlara yerleĢtirildiler. Ġki barıĢ harekatı adasındaki günlerde, Cenevre‟de 3 garantör ülke temsilcilerinin katılımı ile bir dizi görüĢmeler yapıldı. Amaç, ikinci bir askeri harekata gerek kalmadan adada iki toplumun siyasi eşitliğine dayalı federal bir yapı oluşturulması üzerinde uzlaşmaya varmaktı. Fakat ne yazık ki, Rum-Yunan ikilisi bu uzlaşıcı yaklaşımı ve uzatılan barış elini geri çevirdi. 30 Temmuz tarihinde sona eren birinci Cenevre görüĢmeleri sonunda, 3 garantör ülkenin DıĢiĢleri Bakanları ortak bir barıĢ bildirisi yayınladılar. Bu bildiride özellikle Ģu hususların altı çizildi: 1) Rum ve Yunan askerleri işgâl ettikleri Türk enklavlarından derhal geri çekilecekler. Buraların güvenliği yine BM Barış Gücü tarafından sağlanacak. 2) Son çatışmalar esnasında tutuklanan askeri ve sivil personel ya değiş-tokuş yapılacak veya uluslararası Kızıl Haç‟ın gözcülüğü altında en kısa sürede serbest bırakılacaklar. 3) Kıbrıs‟ta iki ayrı özerk (otonom) yönetimin varlığı, yani Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ayrı yönetimleri 3 garantör ülke Dışişleri Bakanları tarafından kabul edilmektedir. 8 Ağustos 1974‟te yeniden baĢlayan görüĢmelerde adadaki iki toplum liderlerinin de katılımı sağlanmıĢ, böylece müzakereler 5 taraf arasında yer almıĢtı. Birinci Cenevre görüĢmelerinin öngördüğü hususların yerine getirilmediği, yani Rum ve Yunan askerlerinin hala Türk enklavlarını kuĢatma altında tuttuğu, binlerce Türk‟ün hala esir kamplarında bulunduğu ve iĢkence gördüğü, üstelik yer yer Türklere karĢı katliam giriĢimlerinin devam ettiği saptandı. Bu durumdan ve Cenevre‟deki tutumlarından Rum-Yunan ikilisinin oyalama taktiği içinde olduğu anlaĢılmaktaydı. Üstelik, yeni bir çözüm müzakereleri öncesinde Türk askerinin adadan çıkması ön koĢulunu ileri sürüyorlardı.

1569

Tüm bu olumsuzluklara karĢın Türk DıĢiĢleri Bakanı Turan Güneş, uzlaĢıcı bir yaklaĢımla adada „Kantonal Federasyon‟ tezini bir anlaĢma zemini olarak masaya getirdi. Fakat Kıbrıs Rum temsilcisi Glafkos Kliridis bu uzlaĢıcı öneriyi reddetti.34 Bu esnada adaya çıkan Türk ordusu çok küçük bir bölgede sıkışık durumdaydı ve dıştan veya içten başlatılacak bir karşı saldırıya kolaylıkla hedef olabilecek konumdaydı. Rum-Yunan ikilisinin oyalama ve Türk ordusunu böylesine sıkıĢık bir durumda bırakma stratejisinden büyük zarar görebilirdi. Yeni bir harekatla stratejik olanaklarını geliĢtirmek, Rum-Yunan askerleriyle sarılı Türk bölgelerini ve buralardaki binlerce vatandaĢımızı kurtarmak, kuzeyde özgür ve güvenli bir Türk bölgesi yaratmak için daha da gecikmeden ikinci harekatı baĢlatmak zorunluğu vardı. Nitekim öyle oldu. Ġkinci BarıĢ Harekatı, 14 Ağustos 1974 günü baĢlatıldı ve Türk birlikleri iki gün içinde Kıbrıslı Türk Mücahitlerin de desteği ile, bir yandan Doğu‟da Mağusa‟ya, öte yandan Batı‟da Lefke‟ye kadar olan bölgeyi ele geçirdi. Daha sonra, YeĢilırmak Türk halkı da, oradaki Mücahitlerle birlikte özverili ve kahramanca direniĢleri sonucu özgürlüğe kavuĢtu. Böylece, Karpaz Yarımadası‟nın Doğu ucundan Batı‟daki YeĢilırmak‟a kadar uzanan ve bugün KKTC‟nin sınırlarını oluĢturan hattın kuzeyi Türklerin eline geçti. Ġkinci BarıĢ Harekatı tamamlandıktan sonra, Güney‟de kalan Türklerle, Kuzey‟deki Rumların kendi bölgelerine dönüĢünü sağlamak, insancıl konularda kararlar almak ve ivedi durumları görüĢüp karara bağlamak üzere, 14 Ocak 1975‟ten itibaren Kıbrıs Türk tarafı adına DenktaĢ ve Rumları temsilen Kliridis arasında bir dizi müzakereler yapıldı. 31 Temmuz 2 Ağustos arasında yer alan 3. tur görüĢmelerde, iki Kıbrıslı lider önemli bir anlaĢmaya imza attılar. Bu, nüfus mübadelesi anlaşması idi ve Kuzey‟deki Rumlarla Güney‟deki Türklerin BM BarıĢ Gücü gözetiminde yer değiĢtirmesini öngörmekteydi. Böylece, Kuzey‟de Türklerden, Güney‟de Rumlardan oluĢan iki ayrı bölge, iki ayrı yönetim resmen gerçekleĢmiĢ oldu. 1977 yılına gelindiğinde Makarios, DenktaĢ‟ın gönderdiği ve yüz yüze ikili görüĢme önerisinde bulunan mektubunu kabul etmek durumunda kaldı. Bu görüşme sonucu bir uzlaşmaya zemin olmak üzere, 4 maddelik ilkeler anlaşması imzalandı. Buna göre her iki taraf, bağımsız, bağlantısız, iki toplumlu bir federal Cumhuriyet oluşturulmasını; her iki toplumun denetimi altında kalacak toprağın, ekonomik yeterlilik, verimlilik ve toprak mülkiyeti esas alınarak saptanmasını; dolaşım, yerleşim ve mal-mülk edinme özgürlüğünün kısıtlanmasını kabul ediyorlardı. Fakat daha sonraki yıllarda, BM gözetiminde yapılan ve yıllarca süren görüĢmelerde Rum tarafı ne yazık ki, bu ilkelere uymaktan vazgeçti; böylece öngörülen federal uzlaĢma bir türlü gerçekleĢemedi. Rumlar uzlaşma, anlaşma yerine Birleşmiş Milletlere sık sık başvurarak Türkler aleyhinde kararlar çıkarmak suretiyle adayı tekrar tümüyle Rum egemenliği altına sokma ve bu esnada aşırı derecede silahlanma yollarına başvurdular.

1570

Bu uzlaĢmaz tutumları ile Türk tarafını, kendi ayrı yönetimlerini daha da pekiĢtirmek, geliĢtirmek durumunda bıraktılar. Nitekim ġubat 1975‟te, ilkin Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. Rumların da Güneyde aynı Ģekilde davranarak aynı iyi niyetle Federasyonun oluĢmasına katkı koyacakları umudu vardı. Fakat Rumlar buna yaklaĢmayarak yine BirleĢmiĢ Milletler‟e baĢvurmak ve Türk tarafının kınanmasını sağlamak yolunu seçtiler. Federe Devlet statüsünün barıĢ ve uzlaĢma yolunu açmadığı, Rumların anlaĢma niyeti taĢımadıkları iyice anlaĢılınca, Türk tarafı 15 Kasım 1983‟te elinde kalan tek seçeneği kullandı ve self-determinasyon hakkını kullanarak Kuzey‟de, kendi özgür, bağımsız devletini kurdu ve bunu tüm dünyaya ilân etti. Böylece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ikinci bir Türk devleti olarak tarihteki yerini aldı. KKTC‟nin ilânından bu yana, Kuzey Kıbrıs Türk halkı, her fırsatta adada barıĢ ve uzlaĢmaya açık bir siyaset izlemektedir. Bu yönde, çeĢitli giriĢimlerde bulunmuĢtur. Fakat Güney Kıbrıs‟taki yasa dıĢı Rum yönetiminin “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanınmıĢ olması ve BirleĢmiĢ Milletlerle büyük devletlerin bu yönde onlara destek vermesi anlaĢma, uzlaĢma yollarını tıkamaktadır. Avrupa Birliği‟nin Güney‟deki yasa dışı hükümetle uluslararası antlaşmalara ve hukuka aykırı olarak tüm Kıbrıs adına müzakereye oturup üyelik için Rum kesimine yeşil ışık yakması ise, uzlaşma umudunu ortadan kaldıran olumsuz bir gelişmedir. Yine de, Türk tarafı ve Türkiye, özellikle KKTC CumhurbaĢkanı DenktaĢ‟ın Rum lideri Kliridis‟le görüĢerek son bir barıĢ fırsatı yaratan giriĢimlerinin yarattığı ihtiyatlı iyimserlik durumunun iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. DenktaĢ yarattığı son barıĢ fırsatı da Rumlarca heba edilir veya edilmez, değiĢmeyen bir gerçek vardır. O da, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟nin varlığını sonsuza dek sürdüreceğidir. Birinci ve Ġkinci Barış Harekâtları sonucu Kıbrıs Türk Halkı, can güvenliğine ve özgürlüğüne kavuĢmuĢtur. Adanın kuzeyinde toplanan Türkler, kendi ayrı yönetimlerini geliĢtirerek, bağımsız devletlerini, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‟ni kurmuĢtur. BarıĢ ve uzlaĢma için bu gerçek, dünyaca bilinmeli ve tanınmalıdır. Anavatan Türkiye‟nin derhal tanıdığı ve kurulduğu günden beri, daha da yücelmesi için maddi, manevi her türlü katkı ile desteklediği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türk halkı dünyadaki bu ikinci bağımsız Türk devletinin varlığını sonsuza dek yaşatmak azmi ve kararlılığı içindedir.

1 Averoff, Lost Opportunities, The Cyprus Question, 1950-1963, s. 368. 2 Stavrinides, Zenon, The Cyprus Conflict, National Ġdentity and Statehood, (CYREP 1999) ikinci baskı, s. 36.

1571

3 Averoff‟un, Kıbrıs‟la ilgili anılarını içeren kitabında Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin kuruluĢ müzakereleri ve aĢamalarıyla ilgili geniĢ bilgi vardır. 4 Gazioğlu, Enosis Çemberinden Kıbrıs Cumhuriyeti‟ne, s. 330-331. 5 Akritas Planı‟nın varlığını kabul eden Rum lideri Kliridis, bu planın tam metnini (My Deposition (Ġfadem) adlı 4 ciltlik anılarının 1. cildinde yayımlamıĢtır. 6 Reddaway, John, Burdened With Cyprus, (London 1986) s. 134. 7 Averoff, Lost Opportunities, s. 425. 8 Clerides, a.g.e., s. 166, 171. 9 Clerides, a.g.e., s. 165. 10

FO 371/…………….

11

Ball, George, The Past Has Another Pattern (1982), s. 345.

12

FO 371/168977, LefkoĢa‟dan Sömürgeler Bakanlığına Ģifreli telgraf, 21 Aralık 1963,

No. 1014. 13

FO 371/168980, LefkoĢa‟dan Londra‟ya telgraf No: 1051.

14

PREM 11/4702-28619, LefkoĢa‟dan Ģifreli telgraf, Soslon No. 199.

15

Sömürgeler Bakanlığından LefkoĢa‟ya Ģifreli telgraf, Lonsos No. 295.

16

PREM 11/4706-28672, Ġngiliz DıĢiĢleri Bakanlığından 2 Mart 1964‟te New York‟taki

Ġngiliz delegasyonuna gönderilen 1414 no‟lu gizli telgraf. 17

FO 371/174748 -XC 21602.

18

DenktaĢ, Rauf Raif, ArĢiv Belgeleri ve Notlar, O günler, s. 2.

19

BM Genel Sekreterinin Raporu, S/6569, 29. 7. 1965; Baf saldırıları ve Türklerin direniĢi

ile ilgili olarak ayrıca bak, Venhar Keskin, Megali Ġdea, Enosis ve Baf‟tan KKTC‟ye (1998). 20

Papandreu, Andreas, Democracy at Gunpoint, s. 100-101.

21

Ball, George W, The Past Has Another Pattern, Memoirs, (New York 1982), s. 350.

22

Uslu, Nasuh, Türk-Amerikan ĠliĢkileri ve Kıbrıs, s. 97-113 (Johnson‟un mektubu ve

Ġnönü‟nün yanıtı geniĢ Ģekilde alıntılanıp değerlendirilmektedir). 23

Acheson‟la Cenevre‟de yapılan görüĢmeler ve Acheson planıyla ilgili ayrıntılı bilgi için,

bak Erim, Prof Dr. Nihat, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler Ġçinde Kıbrıs. (Ġlgili bölüm). 24

Purcell, H. D., Cyprus, s. 350-352.

25

Gibbons, Harry Soctt, The Genocide Files, geniĢ ayrıntı için bak, s. 245-260.

26

Clerides, My Deposition (Ġfadem) cilt II, s. 198.

1572

27

Yavuzalp, Ercüment, Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik, s. 62-98.

28

DenktaĢ, Rauf R., The Cyprus Triangle, s. 50-52.

29

Clerides, a.g.e., s. 212.

30

DenktaĢ, a.g.e., s. 53-55.

31

Clerides, a.g.e., s. 355.

32

DenktaĢ, a.g.e., s. 58.

33

Clerides, a.g.e., s. 369-379.

34

Cenevre konferansı ile ilgili ayrıntılar için bak, DenktaĢ, The Cyprus Triangle, (revised

edition 1988) s. 71-74.

1573

Kıbrıs'ta Osmanlı Kültür Mirasına Genel Bir BakıĢ / Doç. Dr. Netice Yıldız [s.966-993] Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi / Türkiye 1. GiriĢ KuruluĢu adeta menkıbelere dayalı olan Osmanlı Beyliği‟nin tarih sahnesine çıktığı 13. yüzyıldan itibaren hemen hemen TürkleĢme ve ĠslamlaĢma sürecini tamamlayıp önce Anadolu‟da yayılma gösterdikten sonra,1 1453 yılında Ġstanbul‟u fethetmeleri ile imparatorluk haline gelmiĢ2 Ġslamiyeti yaymayı hedefleyen fetih hareketleri ile Avrupa, Asya ve Afrika kıt‟alarını kapsayan büyük bir imparatorluk olmayı baĢarmıĢtır. Bu fetih faaliyetleri içinde 1570 yılında Akdeniz‟in doğusunda Anadolu kıyıları ile Kuzey Afrika kıyıları arasındaki mavi sularda adeta bir gemi Ģeklinde yer alan Kıbrıs adası da yerini almıĢtır. 1570 yılından günümüze kadar Kıbrıs adasında tarihi anıtları, dili, dini, gelenek ve ananeleri ile köklü bir geliĢim gösteren Osmanlı kültürü, günümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı altında çağdaĢ bir Türk toplumu olarak varlığını sürdürmektedir. 1.1.

Kıbrıs Uygarlık Tarihine Kısa Bir Bakış ve Osmanlı Hakimiyeti

1570/1571 yıllarında Osmanlı hakimiyetine giren Kıbrıs adası pek çok uygarlığın yerleĢim yeri olmuĢtur. M.Ö. 7000 yılında, Cilalı TaĢ Devri‟nde Suriye, Filistin ve Anadolu topraklarından göçüp adaya yerleĢen Khirokitya, Epiktitos Vrysi ve Troulli gibi Larnaka ve Girne sahillerinde ilk yerleĢimlerin kurucularını, daha sonra Tunç ağı‟nda Anadolu topraklarından gelip önceleri Kuzey sahilleri ve daha sonra da adanın çeĢitli bölgelerinde yerleĢen kavimler izlemiĢ ve Kıbrıs adasında uygarlıklar filizlenmiĢtir. Bulunan arkeolojik bulgular sonucu Tunç Devri sonlarına kadar mutlu bir yaĢamın var olduğunu söyleyebildiğimiz Kıbrıs adası, bu çağın sonlarından itibaren hep egemenlik kurmak isteyen güçlerin mücadelesine sahne olmuĢ ve yerli halk hep baĢka idarelerin egemenliği altında yaĢamıĢtır. George Hill‟in kitabının baĢında da aktardığı gibi Alman arkeolog Hirscfeld‟in “Doğu‟da egemen olan ve bunu sürdürmeyi amaçlayan güç Kıbrıs‟ı elinde tutmak zorundadır” sözü, III. Thutmes‟den Kraliçe Viktorya‟ya kadar olan geçmiĢ 3500 yıllık tarihinde,3 kimi zaman Doğu, kimi zaman Batı‟dan gelen egemenliklerin söz sahibi olduğunu açıkça göstermektedir. Öyle ki bu halk her nedense çoğu kez her yeni idareyi mutluluk ile karĢılamıĢ, bir önceki idareyi kötülemiĢlerdi. 1185 yılında Haçlı Seferleri sırasında Bizans Ġmparatorunun yakını olduğu iddiası ile ada idaresini ele geçirip, altı yıl kadar idare eden zalimliği ile ünlü Isaac Commenus‟dan alan Ġngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard ve bunları izleyen Luzinyan ve Venedik egemenlikleri, hep ada halkı tarafından sessizce kabul edilmiĢ, ama her defasında bu egemenliklerin sonlandırılmasında yeni egemen gücün tarafını tutmayı, onlara yardımcı olmayı ihmal etmemiĢlerdi. Bu coĢkuyu en fazla Osmanlıların adayı fethinde göstermiĢlerdi. 1570/1571 yılında Kıbrıs adasının Türkler tarafından fethi, belki de yerli halkın en büyük mutlulukla karĢıladığı bir idare olmuĢtur. Ortodoks Hıristiyan olan halk, Latin baskısından kurtulmuĢ, din ve dil özgürlüklerine kavuĢmuĢ, feodal sistem de noktalanmıĢtır. Bundan da ötesi, daha

1574

Ġslamiyet‟in ilk yıllarından itibaren Müslüman akınlarına uğramıĢ ve pek çok Ġslam Ģehidinin kabri olan Kıbrıs‟ta Ġslamiyet‟in bir daha sona ermemek üzere baĢlaması bu fetih sayesinde olmuĢtur. 1.2. Kıbrıs‟ın Osmanlı İmparatorluğu Tarafından Fethi 16. yüzyıl ortalarında Venedikliler tarafından yönetilen Kıbrıs, önceleri yapılan ahidname sonucunda Türklerle iyi iliĢkiler içinde olmuĢtu. Ancak zaman zaman Mısır‟a giden hacı ve tüccar gemileri Kıbrıs adasındaki korsanların saldırısına uğramakta idi. Mısır defterdarının gemisini alıp yağma etmeleri de en son nokta olmuĢ ve4 Sultan II. Selim, topraklarının emniyetini sağlamlaĢtırmak için Kıbrıs‟ın fethinin gerekliliğine karar verip, önce Ģeyhülislamın onayını almak istemiĢ ve ġeyhülislam Ebusuud Efendi de Ġslamiyet‟in selameti uğruna adanın fethinin isabetli olacağını belirtmiĢti. Ebusuud Efendi‟nin fetvası üzerine Piyale PaĢa‟nın serdarlığında donanma BeĢiktaĢ‟tan hareket edip, saray önünde demir atıp, Ģenlikler yaparak, toplar atarak hareket etmiĢ, padiĢah ise donanmayı Yedikule‟ye kadar uğurlamıĢ, yirmi gün sonra ise tüm orduya serdar tayin edilen Lala Mustafa PaĢa hareket ederek,5 Muharrem ayının son günü Tuzla‟ya (Larnaka) gelip toplar çıkarıp LefkoĢa kalesinin fethine niyet olunmuĢtu.6 Seyyid Lokman tarafından yazılan ve Ġyas Katip tarafından resimlenen7 ġeyhname-i Selim, bu olayı bize bir minyatürle göstermektedir. Ancak Katip elebi, donanmanın Limasol koyundan çıktığını belirtmektedir.8 LefkoĢa, 51 gün süren bir muhasaradan sonra zaptedilmiĢ, LefkoĢa‟nın fethinden hemen sonra Girne ve Baf eyaletleri de savaĢmadan teslim olmasına karĢın, Magosa kalesi savunmaya devam etmiĢ ve ada, her iki tarafın çok ağır kayıplar vermesiyle ancak bir yıl sonra fethedilebilmiĢti. Yine ġeyhname-i Selim‟de Magosa‟nın muhasarası ile ilgili bir, Venediklilerle anlaĢma yapılmasından sonra geliĢen olaylarla ilgili iki minyatür daha bu olayı resmetmektedir.9 1.3. Kıbrıs‟ta Türk Kültürünün Başlaması LefkoĢa‟nın fethinden bir gün sonra Lala Mustafa PaĢa bir Osmanlı eyaletinde bulunan tüm kurumların oluĢması için düzenlemeler yapar. Önce Avlonya Sancağı Beyi Muzaffer PaĢa‟yı Beylerbeyliğe atar. Kıbrıs‟ın bir Beylerbeyliği olmasını sağlar. Ekmel Efendi de Kadılığa atanır. Bunun yanısıra on bölge kadılığı, mali iĢlerden sorumlu bir Defterdar ve ayrıca Defter Eminliği ve Timar Tezkereciliği kurumlarını oluĢturur.10 LefkoĢa‟nın fethi ile LefkoĢa Kalesi‟nde imar faaliyetleri de baĢlamıĢ olur. Bir yıl sonra tamamlanan Magosa‟nın fethi ile de tüm ada çapında imar faaliyetleri hız kazanır. Sür‟atle etraf temizlenip, eskiden beri süregelen bir gelenek uyarınca fethi kutsamak ve sembolleĢtirmek amacı ile Ģehrin en büyük kilisesi olan Aya Sofya Katedrali, padiĢah adına camiiye çevrilip11 15 Eylül‟de bu camiide ilk namaz kılınır ve Lala Mustafa PaĢa fethin sembolü olarak camiiye bir kılıç ve bir Kur‟an vakfeder. Kanuni devrine ait olduğunu söyleyebildiğimiz bu Kur‟an-ı Kerim12 son zamanlara kadar aralarında Hala Sultan Tekkesi‟ne ait bir Kur‟an da bulunan değerli baĢka el yazmaları ile birlikte Etnografya Müzesi‟nde muhafaza edilmekte idi.13 Kılıç ise fetih geleneğini sürdürmek amacıyla her Cuma minberde hutbe okunurken kullanılmıĢ, fakat ne yazık ki 1988 yılında camiiden çalınmıĢtır. 1

1575

Ağustos‟ta 1571‟de Magosa‟nın teslim alınması ile de Lala Mustafa PaĢa, 17 Ağustos Cuma günü Ģehrin kilisesinde14 Sultan II. Selim adına hutbe okutarak burayı da camiiye çevirmiĢ15 ve bu kentte günümüze kadar en önemli camii olarak kullanılmıĢtır. LefkoĢa‟nın Fethi ile Kıbrıs‟ta Osmanlı vakıf müessesesinin de kurulduğu görülür. Aya Sofya, bir Selim vakfı olarak tescil edilir ve bu vakfa geliriyle destek olacak dükkanlar, sular, değirmenler ve araziler eklenir, çiftlikler kurulur.16 26 CA 978 (16 Kasım 1570) tarihli bir hükümde daha adanın fethi tamamlanmadan Osmanlı‟nın tüm sosyal tesislerini kurmak için giriĢimde bulunduğu görülmektedir. Vezir Mustafa PaĢa‟ya gönderilen bir hükümle Kıbrıs‟ta fetholunan Baf ve Girne‟de birer camii ve hamam yapılması, büyük bir kent olması müsait olan Baf‟a da bir metin kale ve burçlar inĢa olunması ferman verilmiĢti.17 18 Zilhicce 978 (13 Mayıs 1571) tarihli medrese talebeleri ile ilgili yazılan bir hükümden de daha ilk yılda bir medresenin varlığı hissedilmektedir.18 1.4. Osmanlı Dönemi Yapılarında Padişahın Mütevaziliği Kültür Mirasına Saygısı Kıbrıs‟ta Türk devrinde yapılan yapılarda hep ada halkı ile adaya yerleĢtirilen Türklerin ihtiyaçları ön plana alınmıĢ, PadiĢahın yüceliğini gösterecek, heybetli yapılar yapma yerine adanın emniyet ve huzurunu sağlayacak, gereksinimlerini giderecek mütevazi yapılar meydana getirilmiĢtir. Daha fethin akabinde Sultan Selim‟in beylerbeyine ve kadıya gönderdiği hükümler bunu yansıtmaktadır. Yine Sultan Selim vakıfları olarak camiiye çevrilen LefkoĢa ve Mogosa Katedrallerinin, Selimiye yerine Aya Sofya Camii diye anılmaları bu mütevaziliğin simgesi olsa gerek. Tespit ettiğimiz tek bir belgede19 Magosa‟daki camii, Selimiye diye anılmıĢtır. Bu camii bugün ise Lala Mustafa PaĢa Camii ismiyle anılmaktadır.20 Osmanlı idaresi süresince adada herhangi bir Osmanlı sarayı veya idari amaçlı bir konak yapılmamıĢ, Venedikten kalan yapılar 1878 yılına kadar değiĢiklikler ve tamirler yapılarak kullanılmıĢtır. Cafer PaĢa‟nın Beylerbeyi olduğu H. 1007 (1598 / 99 M.) yılına ait bütçe defterinde hem LefkoĢa, hem de Magosa‟da birer saray bulunduğunu öğrenebiliyoruz.21 Bugün hâlâ daha LefkoĢa‟da en önemli camii olarak kullanılan Selimiye Camii, bunun yanında bulunan Bedesten binası, Magosa‟da Lala Mustafa PaĢa Camii ve Sinan PaĢa Camiileri yanısıra, bu yüzyıl baĢında Ġngilizler tarafından yıkılan Venedik zamanından kalma bu saraylardan çıkarılıp TaĢ Eserleri Müzesi‟nde sergilenmekte olan gotik süslemelerin üç yüzyılı aĢkın bir süre ile korunması, tahrip edilmemesi Osmanlı idarecilerinin kendinden önceki idareden miras aldığı ve gerçekte dini anlayıĢı ile bağdaĢmayan bu figürleri koruması bize Osmanlı‟nın hoĢgörüsü yanında kültür mirasına olan duyarlılığını yansıtmaktadır. Bu yüzyılın baĢında Kıbrıs sanat tarihi ile ilgili en geniĢ araĢtırmaya dayalı yayınladığı kitabında22 George Jeffery de Osmanlı idaresinin hoĢgörüsüne değinmiĢ ve 1670 tarihinde Kıbrıs‟ı gezen Neol Hurtel‟in LefkoĢa ve Magosa‟da gördüğü Luzinyan armaları ve Venedik aslanlarına ait bilgiye atıfta bulunmuĢtu. Bu yazımızda Osmanlı‟nın korumaya çalıĢtığı geçmiĢe ait kültür mirasına karĢın üç yüzyıl içinde kendi kimliğini de vuran Türk mimari eserleri ve güzel sanatları ele alınarak, bu eserlerin günümüze gelmesi veya kaybolması nedenleri tartıĢılacak, ayrıca Osmanlı kültür mirası ile ilgili yapılan araĢtırmalara kısaca değinilecektir.

1576

2. Osmanlı Döneminde Türkler Tarafından Yapılan Mimarlık Eserleri Tüm adanın fethinin tamamlanması ile ele alınan imar faaliyetlerinde baĢlıca amaç, adanın güvenliğini sağlamak, kentlerde yaĢayan insanların sağlık ve refahını sürdürecek tesisler oluĢturmak ve dini ibadetin özgürce yerine getirilmesini sağlamak idi. Bu doğrultuda Kıbrıs‟ta Osmanlı kültür mirasını baĢlıca mimari eserler ve el sanatlari ana baĢlıkları altında ele alıp, mimari eserleri de askeri, idari, sosyal iĢlevli sivil yapılar, dini yapılar ve konut mimarisi altında irdelemekte yarar vardır. 2.1. Askeri Yapılar: Kaleler 2.1.1. KuĢatma Amaçlı Geçici Kaleler Adanın güvenliğini sağlamak için yapılan imar faaliyetleri hiç Ģüphesiz kalelerin tamiri ve yenilerinin yapılması idi. Savunma ve kuĢatma amacı ile adada topların yerleĢtirilmesi için kullanılmak amacıyla yapılan kale görüntüsünde olan metrisler veya geçici sığınaklar belki de ilk Türk yapıları sayılabilir.23 ġüphesiz bu metrislerden bugüne bir iz kalmamıĢtır. 2.1.2. Osmanlı Döneminde Askeri Yapılar Osmanlı idaresi genellikle Venedik, Luzinyan hatta Bizans dönemi kalelerini savunma amacıyla kullanılmıĢ, genellikle adada kalan yeniçeri birlikleri buralarda ikamet etmiĢti. Fetihten sonraki yıllarda ayakta kalan kaleler tamir edilip, yıkılan kısımlar ise yeni baĢtan inĢa edilmiĢ ve limanları koruma yanında olası bir iç veya dıĢ saldırıda savunma ve koruma amacı ile gerekli birlik ve cephane ile donatılmıĢtı. 26 CA 978 (24 Ekim 1570) tarihli bir hükümde24 Kantara Kalesi‟nden bahsedilmiĢ olması dağ kalelerinin de etkin bir Ģekilde kullanılmaya baĢlandığını göstermektedir. Bu nedenle de tüm kaleler yeniçeri ordusunun kıĢlası olmuĢ, tüm idari merkezleri de buralarda etkinlik göstermiĢ olmalıdır. Baf kapısı ile ilgili 1878 yılında Illustrated London News‟de yayınlanan iki gravürde kapının kent içindeki kısmında kapının her iki yanından surlar üstüne çıkan biri basamaklı, diğeri parke kaplı iki rampa görülmekte, basamaklı olan rampadan geniĢ, yuvarlak kemerli bir eyvandan iç avluya girilmekteydi. Parke taĢlı rampadan ise daha sade görünen barakalara girilirdi. Diğer resimde ise kıĢlanın iç avlusu görülmektedir. Resimden izlenebildiği kadarıyla kıĢla binası üç bölümden oluĢuyordu. Eyvanlı iki katlı yapının kaymakamın ikametgahı olduğu, bunun her iki yanında sıralanan geniĢ pencereli, birçok kapısı olan baraka tipinde binaların ise burayı muhafaza etmekle sorumlu alayın kıĢlası olduğu sanılmaktadır. Gün batımından doğuĢuna kadar kilitlenen kale kapısının anahtarı burada oturan kıĢla komutanına teslim edilmekteydi.25 2.1.2.1. Lefkoşa Kalesi Mühimme defterleri ve Ruus defterleri fethin ilk on yılında sürekli olarak yapılan kale tamirleri ile ilgili hükümlerle doludur. Beylerbeyi Muzaffer PaĢa‟nın baĢvurusu üzerine Bostan adlı bir mimar 20 akçe maaĢla Kıbrıs‟ta kalelere mimar olarak atanmıĢtı.26 LefkoĢa Kalesi tamirinin Magosa Kalesi‟ne daha fazla önem verilmesi nedeniyle uzun sürdüğü anlaĢılmaktadır.

1577

Ġtalyan mühendis Giulio Savorgnano tarafından 1567‟de tasarlanp on ay gibi kısa bir sürede yapılan ve fetihten hemen önce tamamlanan LefkoĢa surları, yığma topraktan yapılmıĢ olup, fetihten önce dıĢ duvarları sadece yarı yüksekliğe kadar taĢla kaplanmıĢtı. LefkoĢa‟nın fethinin tamamlanmasından hemen sonra LefkoĢa Kalesi‟nin tamirine baĢlanmıĢ, kale sağlamlaĢtırılmıĢ ve değiĢik dönemlerde de yeniden tamirler yapılmıĢtır. Sur duvarları dıĢtan tamamı taĢla kaplanarak 27 toprağın göçmesi önlenmiĢti. Tüm burçlara da fetihte görev alan Osmanlı paĢalarının isimleri verilmiĢti. Ġngiliz döneminde bunların yeniden değiĢtirilmesi ile bu isimler hemen hemen unutulmuĢtur. Magosa kapısının kuzeyindeki burçtan baĢlayarak sırasıyla sayarsak bunlar Altun, Sazlı, Bayraktar, Kara Ġsmail, Mezarlık, Kaytaz Ağa, Zahra, Değirmen, Musalla, Suyutlu, Kandil Söndüren burçları idi.28 1821 yılında ise kentin kuzeyinden girilen ve bugün de halen kentin kuzeyindeki surların içinde ana giriĢ olan Girne Kapısı, Türkler tarafından yeniden yapılmıĢ ve üstüne kare planlı kubbe örtülü bir oda eklenerek, kapının üstüne iç kısımda padiĢahın tuğrası, dıĢ kısımda ise Kur‟an‟dan fetih ve zaferle ilgili Saf suresinin 13. ayetinin bulunduğu mermer levhalar konmuĢtu. Bu ayette “Allah‟tan yardım ve fethi müminlere müjdele. Ya Muhammed, ey kapıların anahtarı, bize hayırlı kapılar aç!” yazılı olup, altında ise ġeyh Feyzullah ve 1236 (1820/1821) imzası ve tarih vardır. 29 DıĢa açılan kapının önünde asma kapının açılıp birleĢtiği kemerli köprü ve hendek de günümüzde toprak altında kalarak ortadan kaybolmuĢtur.30 20. yüzyılın ilk çeyreğinde motorlu trafik araçlarının ebatlarının büyümesi ve artan trafik nedeniyle 1931 yılında kale duvarları kesilerek yeniden düzenlenmiĢ ve kapı trafiğe kapatılmıĢtır. Bugün kapının dıĢında duran Atatürk anıtı ve Osmanlı topları ile bütünleĢerek adeta adadaki Türk kültürünün sembolleri olarak tüm bir tarihi anımsatmaktadır. 2.1.2.2. Baf Kalesi Kıbrıs Seferi sırasında ilk taaruz edilen kalelerden biri olan Baf Kalesi büyük bir ölçüde hasar görüp, muhtemelen tamamı ile yıkılmıĢtır. Yazılan hükümler gözden geçirildiğinde daha 1570 yılı baĢından itibaren kalenin tamiri ve burç yapılması düĢünülmüĢ, 1574‟de planları çizilimiĢ, 31 ancak 16 Temmuz 1578 tarihinde henüz kalenin tamirine baĢlanmamıĢtı. Yapılan resme göre fazla masraflı ve muhafazada sakıncalı olduğunu belirtmelerine karĢın, yine de bu plana göre LefkoĢa azabları ağası iken Baf Kalesi‟nin tamiri için kul taifesi ve ağalara serdar tayin edilen Ahmed marifetiyle yapılması emredilmiĢti.32 Baf Kalesi, deniz kenarında olup kesme taĢtan yapılmıĢ enine dikdörtgen planlıdır. Jeffery bu yapıyı blok ev Ģekilli kale diye tanımlamaktadır.33 Denizin içinde yapılan kaleye karadan rampalı bir köprü ve bunun üzerine açılan asma köprü ile girilir. Kalenin zemin katının ortasında üstü kısmen taĢtan yapılmıĢ tonoz örtülü bir ana mekanı vardır. Bunun etrafında tutsak hücrelerine bitiĢik odalar yer alır. Her odanın gerisinde küçük avluları vardı. Bunun alt katında ise iki geniĢ zindanın yer aldığı mahzen kısmı, üst katta ise daha önce merdivenler ve tahta birer iskele ile birbirlerine bağlanan odalar yer almaktadır. Kalenin mescidi bu katın ortasındadır.34 Ġncelenen kaynaklara göre, Baf‟taki bu kalenin uzun dikdörtgen bir mermer levha üzerine yazılı kitabesinde kalenin halka bağıĢlanan bir hayır eseri olarak ve hisar halkının güvenliğini sağlamak üzere Hafız Ahmed PaĢa tarafından 1592 yılında

1578

yapıldığı belirtilmektedir.35 Burada anılan Hafız Ahmed PaĢa, gerçekte Kıbrıs fethinde görev yapan Cezayir Beyi, daha sonra da Kıbrıs Beylerbeyi olan Arap Ahmed PaĢa idi. Hafız Ahmed PaĢa bu kalenin yapımı sırasında Magosa‟da çıkan ayaklanmada forsalar tarafından öldürülmüĢ, yerine atanan Beylerbeyi Hasan PaĢa kaleyi yine PadiĢah‟ın emriyle tamamlamıĢtı.36 Türk kalesinin bugün tarihi anıt olarak korunduğu ve müze olarak düzenlendiği izlenmektedir. 2.1.2.3. Magosa Kalesi Daha 1570 yılında Baf Kalesi‟nin tamiri için uyarılar yapılmasına karĢın, öncelikle 1571 yılında fethedilen Magosa Kalesi‟nin tamirine baĢlanır ve kısa sürede tamamlanır. Kıbrıs‟ın ilk yılı bütçesinden Magosa Kalesi Beyi Hamza Bey eliyle, bu kalenin bina emini Monla Ağa‟ya37 kalenin tamiri için Kıbrıs hazinesinden 63.063 akça verilmiĢti. Bu kalenin deniz kenarında bulunan Canbolad‟ın kuĢattığı burç da temelinden deniz yüzünden itibaren onarılacak, bundan baĢka DerviĢ PaĢa kulesi ise temelden inĢa edilecekti.38 4 Zilkade 979 (Mart 1572) tarihli Karaman beylerbeyine hitaben gönderilen bir hükümde Magosa Kalesi‟nin tamirinin tamamlanmakta olduğu kalenin yıkılan yerleri eskisinden daha sağlam olarak tamir edildiği, toprak olan yerlerin dahi yıkılıp taĢ ve kireç ile sağlamca bina edildiği, hendek içine ve deniz tarafına konulacak toplar için üç adet mazgal delikleri açtırıldığı belirtilmektedir. Bundan baĢka Akkale‟nin kuzey yönünde yıkılan yerlerin de yeniden yıkılıp tamirine baĢlandığı ve o günlerde tamamlanmak üzere olduğu, ayrıca Karakule‟den içeride olan Akkule‟nin yıkılan yerlerinin de tamirine bizzat Kıbrıs Beylerbeyi Sinan tarafından Ramazan‟ın yirminci gününde baĢlatılmıĢ olduğu anlatılmıĢtır.39 7 Safer 980 (20 Haziran 1572) tarihli hükümden ise Akkule ile diğer kulelerin yeniden inĢa edilip tamamlandığı,40 24 Safer 980‟de (6 Ağustos 1572) ise Magosa Kalesi‟nin köprüsünün tamir ettirilmesi buyrulmuĢtu.41 Magosa surları ve burçları yakından incelendiğınde yer yer taĢların kesim Ģekillerinin farklılıklar göstermektedir. Bu kesimlerden kolaylıkla hangi kısımların Osmanlı, hangilerinin Venedik tarzı olduğunu tahmin etmek mümkündür. Canpolat Burcu ve Akkule, bugün en rahatlıkla izlenebilen kısmıdır. Yapılan bu eklemeler kaleye uygun bir Ģekilde inĢa edilmiĢtir. Özellikle Akkule (Ravelin veya Rirettino), Su Burcu (Andreuzzi), Altun Tabya (Ay Napa) Halkalı Tabyası (Composanto) ve Canbolat Burçları (Old Arsenal-Eski Tophane) kuĢatma sırasında en fazla hasar gören kısımlar olmuĢ ve bunlar belgelerden de anlaĢıldığı gibi tamamı ile yeniden yapılmıĢtır. Bu yeniden yapılan kısımlar içinde, Akkule ve Karakapısı‟nı da içeren Akkale ile Canbulat Burcu en önemli kısımlarıdır. Akkale‟ye yeniçerilerin ibadeti amacıyla 1028/1619 tarihinde bir de mescit yapılmıĢtı42. Canpulat Burcu bügün müze ve türbe olarak kullanılmaktadır. Burası kaleye ilk Türk bayrağını diktiği rivayet edilen Kilis Beyi Canpulat PaĢa‟nın türbesidir. Akkale‟de yapılan değiĢiklikler sonucu Ravelin özelliğini kaybedip, bir tabya özelliğini kazanır. GiriĢ kapıları kapatılıp, yerlerine yenileri açılır, daha önce kaleden tamamı ile ayrı olan dıĢ kısım ile birleĢen iki tonozlu geçit yapılır.43

1579

2.1.2.4. Tuzla / Larnaka Kalesi Tuzla/Larnaka Kalesi‟nin H. 1014/1605 tarihinde44 Türkler tarafından yapıldığını mevcut kitabeden izleyebiliyoruz45. Larnaka‟da bulunan bu kale üzerindeki kitabeye göre I. Ahmed‟in lalası olan ve o yıllarda Kıbrıs Beylerbeyi olarak görev yapan Ferhad PaĢa tarafından yaptırılmıĢtı. Boz mermere iĢlenmiĢ olan kitabesinden H. 1014 olarak tarihlenen bu kale, kare planlı olup, burçsuz olarak yapılmıĢtır. Kesme taĢtan yapılmıĢ kale duvarları zeminden yukarı daralarak ve tekrar dıĢa doğru açılıp daralarak yükselmektedir. Ġç avlunun etrafını çeviren kalın duvarın etrafında pek çok oda yer alır. Kaleye zemini parke taĢı kaplı, üstü tonoz örtülü kapalı bir giriĢ mekanından girilir. 46 1604 tarihinde burayı gören Pedro Teixeira, halen yapılmakta olan bu küçük kalenin çok etkileyici olmadığı, ancak LefkoĢa ve Magosa Kalelerinden yardım alıncaya kadar en azından limanı savunmada kullanılabileceğinden bahseder. Louis des Hayes Courmenin de Larnaka‟ya ait 1621 yılı anılarında burada deniz kenarında toplarla kıyıları muhafaza eden bir kaleden söz eder.47 2.1.2.5. Limasol Kelesi Üzerinde barok tarzda süslemeli bir tuğra ve Kale-i Cankurtaran yazılı iki levha olan Limasol Kalesi, enine dikdörtgen cephesi ile sahil Ģeridi boyunca uzanmaktadır. Kuzeyinde bir merdiven kulesi olan kare planlı çapraz tonoz örtülü geniĢ bir ana mekana ek olarak kuzey-doğu yönünde iki sıra halinde oldukça kalın duvarlı on hapishane hücresi ve bir merdiven yer almaktadır. Kale duvarlarının üç metreye varan geniĢlikte olması top saldırılarına karĢı tedbir olarak yapıldığı düĢünülebilir. Kare planlı ana holün sekiz metreye varan tavanı ile oldukça heybetli bir bölüm olduğu anlaĢılmaktadır. Buranın tonoz örtüsü önceleri masif, kare Ģeklinde yapılan gömme ayaklı duvarlar ve merkezi bir sütun üzerinde taĢınmaktaydı. Daha sonra merkezdeki sütun kaldırılmıĢ ve kare planlı bölmelerin her biri yumurta Ģeklinde tonoz örtü ile kapatılmıĢ, üs katta yapılan bir galeriye odalar eklenmiĢtir. Türk döneminde kuleye bir platform yapılmıĢtır.48 Birçok kaynak bu kalenin 1568 yılında özellikle depremde hasar gördüğünü belirtmekte, ancak değiĢikliklikleri de Venedik dönemine atfetmektedir. Kalenin özellikle kule kısmının tamamı ile yıkılmıĢ olması, ayrıca üstünün de göçmüĢ olması ihtimali de düĢünüldüğünde Türk döneminde oldukça yeniden yapılmıĢ olduğu açıksa da Camille Enlart‟ın da anlattığı gibi burasının hem Türk, hem de Ġngiliz döneminde hapishane olarak kullanılması nedeniyle çok az kiĢi tarafından ziyaret edildiği, bu nedenle de yapının detaylı bir tarifi yapılamamıĢtır. Enlart‟ın çizdiği plana göre kare plan üzerine parçalı tonoz ile kaplanmıĢ ve yükseklik seviyelerinde farklılıklar yaratılmıĢtır. Kare planlı ana mekan ve hapishane hücreleri deniz kıyısı boyunca uzanmakta olup, giriĢ, kara kısmından küçük bir dikdörtgen bir eyvana, oradan tekrar dikdörtgen bir mekana açılmakta, bunun solunda hapishane hücreleri bölümü, sağda ise ana mekan yer almaktadır. Kale‟de bulunan mescit de49 muhtemelen kare planlı ana mekanın üst katındaki odalardan birinde idi. Kale bugün Ortaçağ müzesi olarak kullanılmakta olup, Türk dönemine ait objeler de sergilenmektedir.50 2.2. İdari Binalar

1580

27 Rebiyülevvel 987 (25 Mayıs 1579) tarihli bir hüküm Venedikliler zamanından kalan akçelerin değerlendirilmesi için Kıbrıs‟ta bir darphane inĢa edilmesini emreder.51 Ancak bugüne kadar Osmanlı döneminde Kıbrıs‟ta darphane inĢa edildiğine ait her hangi bir bilgi bulunamamıĢtır. Ġdari amaçla kullanılan binalar hakkında fazla bir bilgi günümüze gelmedi. Muhtemelen tüm idari daireler, çok uzun yllar saray içindeki binalarda yürütülmüĢtü. 19. yüzyılda Kıbrıs‟ı gezen bilgin Dr. Clarke‟ın anlattıklarına göre saray oldukça geniĢ olup, içinde çok sayıda daireleri vardı.52 Fethin ilk yıllarında atanan beylerbeyi, daha sonra gelen kaptanpaĢalığa bağlı paĢalar ve muhassıllar53 hep burada oturmuĢ ve görevlerini sürdürmüĢtü. Ancak Kitchener‟in LefkoĢa haritası54 üzerinde gösterilen Sarayönü civarındaki Mahkeme binaları göz önüne alındığında bugün LefkoĢa‟da Vakıflar Ġdaresi olarak kullanılan taĢ yapının Osmanlı idaresinin son yıllarında yaptırılan bir yapı olduğu ve Ģer‟iyye mahkemesi olarak kullanıldığı düĢünülebilir. 1928 yılında Evkaf Nazırlığı tarafından satın alınan bina, Osmanlı döneminde yapılan eski bir hükümet binası olup, Kıbrıs Kadısı‟nın resmi ikametgahı olduğu Keshishian tarafından da belirtilmiĢtir.55 2 Muharrem 1263 tarihli bir belgeye göre Kıbrıs‟ın Tuzla ve Limasol kazalarında hükümet konakları yaptırması buyrulmuĢtu.56 Ayrıca limanlarda gümrük dairelerinin bazılarının da bu dönemde yapılmıĢ olması olasıdır. Larnaka‟daki gümrük binası bunlardan biridir.57 Son dönem eserleri içinde hem LefkoĢa, hem de Magosa‟da yapılan evkaf binaları, Lefke‟de bugün ev olarak kullanılan, ancak mahkeme binası olduğu söylenen bir yapı, Değirmenlik‟te yeni restore edilen ve eski bir hükümet konağı olduğu söylenen konak ayakta kalabilen nadir eserlerdir. 2.3. Sosyal İşlevli Yapılar 2.3.1 Su Yapıları Kıbrıs uzun ve kurak bir yaz mevsimine sahip olması nedeniyle her zaman su sıkıntısı olan bir Akdeniz adasıdır. Bu nedenle de tarih boyunca adada sık sık kuraklık sorunu yaĢanmıĢtır. Kıbrıs‟ta dört mevsim sürekli olarak akan akar su yoktur. Genellikle yılın büyük bir kısmında kuru olan çakıl taĢları ile kaplı dere yatakları kıĢta sadece yağmur sonrası bentlerini aĢıp yıkarak gürül gürül akar, daha sonra ise kururdu. Gerçekte antik devirlerde daha yoğun yağıĢların olduğu sanılsa da bu günkü gibi sürekli akan, taze ve temiz su her zaman kısıtlı olmuĢtu. Bu su genellikle Trodos Dağları‟ndaki kar suları ve yağmur sularına bağımlı idi.58 Bunun yanısıra Lapta, Değirmenlik (Kythrea) ve Lefke pınarları adanın çağlar boyu baĢlıca içme suyu kaynağı olmuĢtur. Bunlar içinde en iyi su Girne‟de BeĢparmak Dağları‟ndan çıkan Değirmenlik suyudur.59 Su yapıları da yapılan sıra kuyular, yer altı kanalları ve su kemerleri vasıtası ile bu pınarlardan baĢlayarak kentlere kadar ulaĢmaktaydı. Roma döneminden itibaren kentlere bu yöntemle su getirildiği halde Osmanlı adayı fethettiği zaman bu tesisler yeterli olmayıp, kentlerde su sıkıntısı çekilmekteydi.60 Pek çok belge ıĢığında Osmanlı idaresinin hemen baĢlaması ile süratle su tesisleri elden geçirilmiĢ ve yenilerinin yapıldığı görülmektedir. Örneğin, Kıbrıs‟ın Osmanlı dönemine ait ilk yıl bütçe defterinde Kıbrıs‟ın baĢkenti LefkoĢa‟ya su getiren su yolunun yapımı için 25.800 akçe sarfedildiği kaydedilmiĢti. 61 Yine 2 Zilhicce 979/17 Nisan, 1572 tarihli mühimme defterlerinde yer alan bir döküman, LefkoĢa‟nın varoĢlarına

1581

kadar getirilen suyun öncelikle camiiye getirilmesi için emir verilmiĢiti. 62 Diğer bir döküman ise Girne ile ilgili olup, Girne‟de yeterli su olmadığı, olanın ise açık hendeklerden aktığı, hiç de temiz ve sıhhi Ģartlarda olmadığı, bu nedenle de su yolu yapımı ve dağıtılan su miktarının artırılması için gerekli iĢlerin yapılmasında ihtiyaç duyulan paranın bir an önce tespit edilip hazineden istenmesi ve bu iĢlerin de en erken zamanda yapılması istenmekteydi.63 2.3.1.1. Su Yolları ArĢiv belgeleri, vakıf kayıtları ile seyahatnameler üzerindeki araĢtırmamızın yanı sıra günümüze kadar gelen kalıntılar sonucunda Osmanlı döneminde yapıldığını kesin olarak belirleyebildiğimiz yedi su yolu vardı. Bu su yollarının tümü adaya atanan beylerbeyi veya muhassıllar tarafından kendi gelirleri ile yaptırılmıĢ ve hepsi de vakıf eser olarak tescil edilmiĢlerdi. Vakıfları arasında baĢka gelirlerden bunların bakımı için para ayrılmıĢ ve bakımları yapılmıĢtı. Ġngiliz dönemi baĢlarında YüzbaĢı Kitchner tarafından hazırlanan 15 paftalık adanın bütününü detaylı gösteren haritalarda64 bu su yollarına ait sıra kuyular ve su kemerlerini izlemek mümkündür. Burada bu su yollarının isimlerini verip, sadece bugüne kalan mimari yapıtları ele alıncak, bunlarla ilgli diğer bilgiler vakıflar altında tartıĢılacaktır. 2.3.1.1.1. LefkoĢa Su Yolları Bunlardan Arab Ahmet PaĢa Su Yolu ile Silahtar PaĢa Su Yolu LefkoĢa‟yı besleyen iki önemli su yolu tesisi idi. Yakın bir tarihe kadar LefkoĢa‟nın su gereksinimi iki ayrı sıra kuyulardan oluĢan su yolları ile sağlanmıĢtı. Bunlardan en eskisi Arab Ahmet PaĢa tarafından vakıf olarak yaptırılan tesisti.65 Bu tesis uzun yıllar LefkoĢa‟nın su ihtiyacını karĢılamıĢ, 1801-1803 yıllarında ise Kıbrıs muhassılı Silahtar Ağa Hacı Hüseyin Ağa tarafından Silahtar Su Yolları yapılmıĢ, böylece kentin artan su ihtiyacı takviye edilmiĢti. Her iki yönetici de bu tesisleri kendi kiĢisel gelirleri ile hayır amacı ile yaptırmakla anılmaktadırlar. Her iki sisteme ait sıra kuyular günümüzde de halen kullanılmaktaysa da, su kemerlerinden kalıntıların halen ayakta olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Bunlarla ilgili eski bir resim de Kevork Keshishian tarafından yayınlanan Nicosia adlı kitapta yer almıĢtır. 1878‟de Thomson‟un Cyprus with a Camera adlı eserinde yer alan bir fotoğrafta Mağusa kapısının yan tarafında yer alan kemerler, Arab Ahmet Su Kemerleri ile ilgili bilinen birkaç kaynaktan biridir. Silahtar Su Yoluna ait su kemerleri veya baĢka kalıntı da günümüze eriĢememiĢtir. Sadece Kevork Keshishian tarafından yayınlanan bir fotoğraf bu tesise ait su kemerleri hakkında bir ipucu vermektedir. 1928 yılına ait olan bu resimde kentin kuzeydoğusunda Kaymaklı bölgesinin giriĢine su sağlayan Silahtar Su Kemeri görülmektedir.66 To Periodiko adlı Rumca bir derginin 9 Kasım 1991 tarihli nüshasında yayımlanan bir basın bildirisinde harabe halindeki bir dizi su kemerinin olduğu alanda çocuklar için bir oyun alanı ve turistik amaçlı eğlence yerlerinin düzenlenmesi gayesi ile bu kalıntıların yıkılıp, temizleneceği haberi yayınlanmıĢtı.67 Bu da Rumların sistematik bir Ģekilde Türk uygarlığının izlerini silmek için yıllardır sürdürdükleri politikanın hala devam etmekte olduğunu yansıtan bir örnektir. Arab Ahmet PaĢa Su Yolları‟nın bir parçası olduğunu söyleyebildiğimiz bu su

1582

kemerleri ile ilgili bu dergide yayınlanan resimler de, bu kemerlerin en son durumları ile ilgili elimizde bulunan tek bilgidir. Ancak bu yazı sonrasında bunların akıbeti bilinmemektedir. 2.3.1.1.2. Magosa‟da Su Yolları Magosa kentinde Osmanlı döneminde kentin su gereksinimini sağlamak amacı ile Cafer PaĢa tarafından vakıf olarak yaptırılan ve Tükler tarafından yapılan ikinci büyük su yolu sayabileceğimiz bir tesis olup, bunun yapımına fethi izleyen ilk yıllarda baĢlandığı sanılır. Bir arĢiv belgesi ıĢığında 68 Eylül 1584 yılı öncesinde Arap Ahmet PaĢa tarafından yapımına baĢlanmıĢ, daha sonra Magosa Beylerbeyi Cafer PaĢa69 tarafından tamamlanmıĢtı. Bu su yoluna ait su kemerleri veya kanalları ile ilgili herhangi bir kalıntı günümüze gelmemiĢtir. Surlar dıĢında bulunan tarihi su deposunun ise bu sistemin bir parçası olduğu düĢünülebilir. 2.3.1.1.3. Lefke Su Yolları Bu su yolu genellikle El Hac Ali Efendi ibn. Ebubekir Efendi Vakıfları arasında gösterilmiĢtir. Bu yörede baĢlıca değirmenlerin çalıĢtırılması amacı ile yapılan bir dizi su kemerleri vardır. H.1102/M.1690 tarihli Ebu Bekir Efendi Vakfiyesi,70 bu vakfa ait pek çok su vakfı ile ilgili bilgi vermektedir. Lefke kasabasında on gözlü su kemerleri Osmanlı Dönemi Kıbrısı‟nı yansıtan ilginç bir mimarlık eseridir. Bu su kemeri günümüzde sadece tarlaları ve narenciye bahçelerini sulama amacı ile kullanılmaktadır. Kısa bir süre öncesine kadar 1887 yılında yaptırılan Battal Ağa Değirmeni‟ni çalıĢtırmakta idi.71 Bugün Lefke Su Yolları‟na ait su kemerlerinin çeĢitli yerlerde kalıntılarına rastlamak mümkündür. Bu su kemerleri genellikle buğday değirmenlerini çalıĢtıran su kemerleridir. Lefke civarında üç su kemeri, Karadağ Maden Ocağı‟na yakın bir yerde ise bir su kemeri kalıntısını daha bulunmaktadır. Narenciye bahçelerinin arasına gizlenmiĢ daha pek çok su kemeri kalıntısı bulmak mümkündür. Lefke yöresini gezen Ġngiliz gezgin Sir Samuel Baker, buranın zengin ürünlerini görüp hayretler içinde kalmıĢ ve gözlemlerini Ģu sözlerle anlatmıĢtı. “Lefke evleri bahçelerin ve narenciye ağaçlarının zengin yaprakları arasında adeta gizlenmiĢti. Kenarlarından su kanalları geçen, karaağaç, alıç, akçaağaç, dut ve sayısız meyve ağaçlarının gölgelendirdiği dar patika yollardan yürüdük. Su gücü ile çalıĢtırılan değirmenler ve su kemerlerinin taĢ duvarları zarif bir Ģekilde sarılan hanımeli sarmaĢıkları ile örtülmüĢtü.72 2.3.1.1.4. Girne Su Yolları Girne‟de daha ilk yıllarda su yollarının iyileĢtirilmesi ve yenilerinin yapılması ile ilgili hükümden yukarıda bahsettik. Girne yöresinin en önemli su kaynağı olan Lapta baĢpınarının da önemli su dağıtım tesisleri ile donatılmıĢ olacağı süphesizdir. Lapta‟da BaĢpınar‟ın hemen karĢısında yer alan beĢ gözlü su kemeri, buradan suyun düzenli bir Ģekilde dağıtımının sağlandığını yansıtmaktadır. Bu su kemeri ile kentin daha aĢağı kısımlarında da devam eden kemerlerin yapılıĢ tarihi tam olarak bilinmemekle beraber, bazı dökümanlara göre73 bu su yolu Haydar PaĢa Vakıfları altında yer almakta olup74 bunlar arazi-i mevkufa kapsamında kayıtlıdır.75

1583

Antik çağlardan itibaren önemli bir su kaynağı olarak bilinen Lapta pınarından çıkan su, sıra kuyular, yer altı kanalları ve su kemerleri ile dağıtılırdı. Bu su kemerleri içinde en iyi olarak korunup günümüze gelebilen beĢ gözlü köprü, altıgen ağızlı bir kuyu kısmı ile sonlanmakta, su kemeri üzerindeki kanaldan geçen su, hızla bu kuyudan aĢağıya akmakta ve hemen altında, tepenin eteğinde bulunan yağ değirmenini çalıĢtırmaktaydı. Lapta‟da her ikisi de değirmenlere su sağlamak amacı ile yapılmıĢ iki ayrı su kemerleri daha vardır. Ancak bunlar BaĢpınar‟daki kadar iyi durumda olmayıp, kısmen haraptırlar. Lapta‟da bulunan bu kemerler yığma taĢ tekniği ile inĢa edilmiĢ olup, yer yer düzgün bir yapı tekniği de göstermektedir. BaĢ pınardaki köprünün beĢ kemerinin her biri ayrı bir açı ve kemer Ģekline sahiptir. En baĢtaki üç kemer daha geniĢ olup, kilit taĢında sivri kemer oluĢturmuĢ, diğer ikisi ise daha dar, ancak yuvarlak kemerlidir. TaĢıyıcı ayakları arazinin meyline göre uzundur. Altıgen ağızlı kuyunun dıĢ cephesi ise yere doğru geniĢleyen yuvarlak ve iki kademeli bir dıĢ cepheye sahiptir. Pınarın çıktığı kısım ise gotik kemerli bir tonozla örtülüdür. Mrs. Lewis de kayaların önüne yapılan muazzam gotik kemerli giriĢ kapısı olan tonozla örtülü bir dehlize girip, kayalar arasından fıĢkıran suyu gördüklerini anlatır. Mrs. Lewis‟e göre dar bir kanaldan akan suyun her iki tarafında düz birer kayalık boĢluk olduğu, bu dar ve alçak tavanlı tünelde insanın güçlükle ayakta durabildiği, tünelin sonunda ise beĢi daha geniĢ, ikisi daha dar, yedi ayrı tünel açıldığını ve suyun bir parmak kalınlığından daha az kalınlıkta eĢit Ģekilde bu kanallara akıtıldığını anlatmıĢtı. Bu kafile içinde bulunan Mr. Murray, kendilerine bu pınar hakkında bilgi vermiĢ ve bu kanalları kazılardan sonra bulduklarını anlatmıĢtı.76 Yine Girne‟nin batısında Zeytinlik (Templos) köyü ile Alsancak (Karava)‟da, ayrıca LefkoĢa istikametinden Girne‟ye giren yolun üzerinde dik yamaçların altındaki vadide pek çok su kemeri kalıntısına rastlamak mümkündür. Bu su kemerlerinin de diğerleri ile gösterdiği yapım tekniği yönünden benzerliği yanında bazı belgeler ıĢığında bunların Osmanlı döneminde yapıldığını, genellikle değirmenleri çalıĢtıran su kemerleri oldukları söylenebilir. Ġngiliz dönemine ait su iĢleri ile ilgili raporlarda77 Alsancak (Karava veya Aya Yorgi)‟da yapılan bir su kemerinden söz edilmiĢtir. Burada bulunan su kemerleri incelendiğinde bunun kemer ayaklarının bir kısmı ile değirmene su sağlayan kuyu kısmının genellikle yığma taĢ tekniğinde, kemer ve su kanallarının ise betonarme olduğu izlenmiĢtir. Bu döküman ve Ģimdiki görüntüsü karĢılaĢtırıldığında buranın yenilenmiĢ olduğu anlaĢılmaktadır. 2.3.1.1.5. Baf Sancak Beyi Mehmet Bey Su Yolları Kaptan Kitchner, haritalarından Baf bölgesine ait olan 7 ve 8 no‟lu haritalarda bu bölgede de çok sayıda su yolu göstermektedir. Vakfiye belgelerine bakıldığında, özellikle Sancak Beyi Mehmet Bey Ebubekir‟in78 çok sayıda su vakfı yaptığı anlaĢılır. Mehmet Bey Ebubekir‟in Baf‟ın Vasiliki yöresinde yaptırdığı hamam ve buraya ait su yanında, Aselya, Pladanisya, Sindi, Malunda, Celacedra, Pitavrobo, Rodeta‟da su değirmenleri ve Finike‟de de bir yağ değirmeni olduğu kaydedilmiĢti. Buradaki su kemerleri ve diğer tesislerin bugünkü durumunu bilmiyoruz. 2.3.1.1.6. Larnaka‟da Bekir PaĢa Su Yolu

1584

Adanın güneyinde Larnaka‟da bulunan bu su yolları Kıbrıs‟ta yapılan en önemli su tesisidir. 1747 yılında Bekir PaĢa tarafından yaptırılan bu su yolunun üç ayrı köprüsü Kıbrıs mirası açısından önemli bir yer oluĢturmuĢ ve Osmanlı döneminin eserleri arasında en kayda değer anıtlar olarak günümüze gelebilmiĢtir. Birçok yabancı kaynağa göre bu Kıbrıs‟ta Osmanlı döneminde yaptırılan en önemli hayır iĢi olan vakıf eser sayılmaktadır. Birçok Türk eserini tahrip eden ada Rumları, nedense bu anıtlara büyük önem vermiĢler, bu nedenle de her üç köprü tüm heybeti ile ayakta kalabilmiĢ ve Kıbrıs tanıtım broĢürlerinde resimleri yayınlanmaktadır. Bekir PaĢa Su Yolları pek çok sıra kuyu ve üç köprüden oluĢmakta olup, birinci köprü en uzun olanıdır ve elli gözlü kemerleri vardır. Ġkinci köprü on iki, Larnaka yakınında olan üçüncü köprüsü ise otuz bir kemerlidir. Bunlardan ikincisinin harap olduğu söylenir. Kalın ayakların taĢıdığı ve yer yer payandalar ile desteklenen kemerler üzerinde yükselen duvarın üstünde su kanalları vardır. 79 Adanın güneyinde Rum kesiminde kalan Bekir PaĢa su kemerlerini sadece fotoğraflarından inceleme imkanı bulabildik. Heybetli ayaklar üzerinde yükselen bu su kemerlerinin tamamının günümüzde ayakta olup olmadığını kesin olarak söylememiz mümkün değildir. Bu tesisle ilgili en iyi bilgiyi 18. yüzyılda Kıbrıs‟ı gezen Drummond‟un anlattığı sözlerde bulabiliriz. Drummond bu kemerleri ve Bekir PaĢa‟yı övgü dolu sözlerle anar. Sir Samuel Baker de anılarında bu su yolları ile ilgili gözlemlerini anlatmıĢtı.80 Bu su yolu ve buna bağlı olan diğer yapılar zaman içinde ihmal edilmiĢ, harabe haline gelmiĢti. Drummond, adanın beylerbeyliğinden uzaklaĢtırılmasından sonra dahi Ebubekir PaĢa‟nın buranın tamamlanması ve bakımının yapılması için o yıllarda gayr-ı müslimlerin baĢ terümanı Christofacio‟ya yüklü bir para bıraktığını, baĢ tercümanın bu iĢi ihmal ettiğini, zaten son ziyaretinde de tercümanın öldürülmüĢ olduğunu duyduğunu, Bekir PaĢa‟dan sonra gelen beylerbeyinin de bu iĢi tamamlamak için her hangi bir gayret sarfetmediğini, daha sonra Bekir PaĢa tarafından gönderilen bir temsilci tarafından tamamlanmıĢ olduğunu anlatır.81 19. yüzyıl ortalarında kuraklık yaĢanan Larnaka‟da bu su kemerlerinin halkın kendi imkanları ile tamir edildiği söylenir.82 eĢitli tarihlerde restore edilen su kemerleri H.1293 (1876) tarihinde son kez mimar Kemal Bey tarafından restore edilmiĢ ve bu sırada bir de planı hazırlanmıĢtı.83 Bu su kemerleri diğerleri gibi sağlığa uygun olmadığı nedeniyle Ġngilizler tarafından kullanım dıĢı bırakılmıĢ, yerlerini toprak altından döĢenen su boruları almıĢtır. 2.3.1.1.7. Balikitre (Balıkesir) Su Yolları ve Arif PaĢa Su Kemerleri Ercan Havalimanı‟ndan Gaziköy‟e giden yol üzerinde oldukça renkli bir manzara sergileyen altmıĢ gözlü su kemerleri hep ilgi uyandıran tarihi kalıntılardır. LefkoĢa ilinin kuzey doğu sınırlarında, Ercan kavĢağı ve Gaziköy istikametinde ilerleryen yolun solunda dizi dizi devam eden su kemerleri yığma taĢ usulü ile yapılmıĢ, genellikle yuvarlak kemerli, yer yer sivri, yer yer ise basık kemerli olup, genellikle

kısa

ayaklar

üzerinde

yükselmekte,

kemer

ayakları

yer

yer

payandalar

ile

desteklenmektedir. Kıvrımlı bir çizgi izleyen kemerler birden kaybolmakta, ancak bu kez yolun

1585

sağında tek kemerli birkaç köprüye rastlanmaktadır. Tarihi kesin olarak bilinmemekte olan bu kemerler bu yörede bulunan Arif PaĢa iftliği‟ne su sağlamakta idi. Bu nedenle de Arif PaĢa Su Kemerleri diye anılmaktadır. Ancak Lala Mustafa PaĢa vakıfları arasında Balikitre suyu diye anılan bir su vakfı bu kemerlerin bu vakıf ile ilgili olabileceğini düĢündürmektedir.84 Bu yörede hâlâ kullanılan sıra kuyular vardır. Bu kuyuların su kemerleri ile bağlantılı olarak yöreye su taĢıdığı düĢünülebilir. Ayrıca Kitchner‟in bu yöreye ait haritalarında da çok sayıda su yolu olduğu görülmektedir. Lala Mustafa PaĢa Vakfiyesi de göz önüne alınarak daha fethin ilk yıllarında bu bölgede yoğun yerleĢim yerleri olduğu, bu yıllarda su yollarının yapılmıĢ olduğu, günümüzde de yolun her iki tarafında kalıntılarını izlediğimiz bu kemerlerin de muhtemelen ilk olarak fethin hemen sonrasında yapıldığı düĢünülebilir. 2.3.1.2. Osmanlı Döneminde Yapılan Çeşmeler Osmanlı döneminde Kıbrıs kentlerinde halk su ihtiyacını her mahallede bulunan çeĢmeler vasıtası ile gideriyordu. Bu çeĢmelerden akan su tüm mahalle sakinlerine aitti ve mahalle sakinleri bu suyu dönüĢümlü olarak günün belli saatlerinde ev ihtiyaçlarının yanısıra bahçelerini de sulama amacı ile kullanırdı. Bu zengin veya fakir için aynı idi. Bunun dıĢında taksim denilen dağıtım merkezleri vardı. Bunlar da imtiyazlı kiĢilerin evlerine, bazı özel kurumlara ve camiilere ayrı kanallarla özel olarak su dağıtırdı. Sadece zengin konaklarının avlularında özel çeĢmeleri vardı. Kıbrıs‟ta da genellikle günümüze kadar gelebilmiĢ Türk dönemine ait çok sayıda çeĢme vardır. Ancak bunlar genellikle Anadolu kentlerinde olduğu gibi süslemesiz, sadece birkaç tanesi sade süslemeli ve basit plana sahipti. Ġstanbul, Edirne gibi kentlerde bulunan dantel gibi iĢlenmiĢ köĢk sebil çeĢmeler burada hiç yapılmadı. Kıbrıs‟ta yaptırılan ilk çeĢme büyük bir olasılıkla Selimiye Camii‟nin güney yönündeki avlu duvarlarının dıĢından Bedesten binası karĢısında bulunan iki niĢli çeĢmedir. LefkoĢa‟nın haricine kadar gelen suyun camiiye getirilmesi hususundaki 2 Zilhicce 979 (17 Nisan 1572) tarihli hüküm85 bu çeĢmenin de bu yıllarda yapılmıĢ olabileceğini düĢündürür. Kare planlı olan ve kesme taĢtan yapılmıĢ çeĢmenin hazne kısmı camii duvarları gerisinde kalmıĢ, sadece çeĢme kısmı camii duvaları dıĢında durmaktadır. Ön yüzünde sivri kemerli iki niĢin çevrelediği mermer aynalar üzerinde birer çeĢme vardır. eĢmelerin yalağı yer seviyesinden biraz yukarıdadır. Kıbrıs‟ta Osmanlı dönemi çeĢmeleri tipolojik olarak üç gruba ayrılır. Daire veya çokgen planlı çeĢmeler; dikdörtgen planlı çeĢmeler; duvar içine yerleĢtirilmiĢ dikdörtgen planlı bir veya iki gözlü çeĢmeler. HaydarpaĢa, Samanbahçe ve Zahri eĢmeleri, Büyük Han Mescit Sadırvanı ile Selimiye Camii ve Arab Ahmet PaĢa Camii Ģadırvanları, Sarayönü eĢmesi, Yenicami eĢmesi, Larnaka‟da Hala Sultan Türbesi ġadırvanı ve Camii Kebir‟de Ebubekir PaĢa eĢmesi, daire veya çokgen planlı çeĢmelere örnek olarak verilebilir. Dikdörtgen planlı çeĢmeler ise genellikle ön cephesinde bir veya iki gözlü çeĢmesi olup, arka kısmı ise hazneyi oluĢturur. Bunların bazılarının üstü tonoz, veya küçük bir kubbe ile örtülü olup, ön cephe niĢlerle belirlenmiĢ ve bazılarında çeĢme kısmını da yine kemer Ģeklinde kabartma çizgiler çevrelemektedir. eĢmenin üzerinde bulunan mermer levhalarda ise çeĢmenin kitabesi yer almaktadır. Günümüze gelen çeĢmeler içinde HaydarpaĢa eĢmesi, 86 Zahre

1586

eĢmesi, KuruçeĢme ve Selimiye‟de Ali Ruhi eĢmesi, Yeni Camii eĢmesi, Magosa‟da Cafer PaĢa eĢmesi bunlar arasında güzel kaligrafik örnekler içeren kitabeleri ile halen mevcut çeĢmelerdir. Akkule Mescidi yanında yoldan taraf olan bir çeĢme ortadan kaldırılan çeĢmelerden biridir. Kıbrıs‟ta Osmanlı çeĢmeleri içinde Selimiye Camii‟nin Ģadırvanı en büyük olandır. Daire planlı olup, su hazinesinin üst kısmı demirden yapılmıĢ geometrik kafes süslemeler ile gizlenmiĢtir. ġadırvanın üst kısmı ise demirden yapılmıĢ direkler üzerinde yükselen bir çatı ile kapatılmıĢtır. Aslen Ġspanyol olup Ali Bey el Abbasi diye kendini tanıtan gezginin 1803-1807 yılları arasındanki seyahatinde görüp çizdiği Aya Sofya planında da mevcut olan bu Ģadırvanın 19. yüzyıl baĢından önce yapılmıĢ olduğunu düĢündürmüĢtür.87 Üstü kubbeli plana ilginç bir örnek de Limasol‟da yapılan Gazi PaĢa eĢmesi idi. Genellikle camii duvarları dıĢına yapılan çeĢmeler mahalle sakinleri tarafından da kullanılmak amacı ile yapılmıĢtı. Bunlardan Selimiye Camii eĢmesi, Laleli eĢmesi, Turunçlu Camii eĢmesi, Ġplik Pazarı Camii eĢmesi ve Debbağhane Mescidi eĢmesi88 bu tür çeĢmelere örnek teĢkil ederler. Mahalle sakinlerine su sağlamak amacı ile yapılan çeĢmelerden halen ayakta kalmıĢ olanlar arasında Ġdadi Sokak‟ta bulunan Ali Ruhi Efendi eĢmesi en güzel örnektir. Camii ve mescitler yanında medreselerde de çeĢmeler olurdu. Bunlar genellikle medresenin dıĢında duvar içine yapılan niĢlerden ibaretti. LefkoĢa‟nın Tabakhane (Debbağhane) Mahallesi‟nde Tabakhane Medresesi‟ne bitiĢik olan çeĢme bunlardan biri idi. Ġlginç isimlerle tanımlanan çeĢmeleri de bugün belirlemede güçlük çekiyoruz. Örneğin Merdubanlı eĢme,89 Oluklu eĢmesi, BinbaĢı eĢmesi, ukur eĢme, erkez eĢmesi, Davutlu eĢme,90 bunlardan biridir. 2.3.1.3. Hamamlar Kıbrıs‟ta ilk hamamın kesin bir belgeye dayanmasa da LefkoĢa‟daki Büyük Hamam olduğu söylenebilir. Beylerbeyinin Baf ve Girne ile ilgili yazısında91 buralarda hamam yapılması gereğini belirtmesi, daha fethi takip eden ilk günlerde LefkoĢa‟da hamam yapımına baĢlandığını gösterir. Lala Mustafa PaĢa vakıfları olduğunu bahsettiğimiz Büyük Hamam ile Ömeriye Hamamları‟nın muhtemelen daha ilk yıllar içinde yapılmıĢ olması olasıdır. eĢitli belgeler göz önüne alındığında fetihten sonraki on yıl içinde sadece LefkoĢa‟da en az üç hamam yapılmıĢ olduğu söylenebilir. Bunlardan ikisi Lala Mustafa PaĢa tarafından yaptırılan Büyük Hamam ve Ömerge Hamamları‟dır. Üçüncüsü ise 25 Cemaziyelahir 989 (28 Temmuz 1581) tarihli bir belgeye dayanarak söyleyebildiğimiz Kıbrıs Defterdarı Abdullah‟ın LefkoĢa‟de yaptırdığı hamamdır 92 1723 yılında yapılan bir sayımda LefkoĢa‟da beĢ hamam olduğu kaydedilmiĢ,93 1878 yılında Kıbrıs‟ı gezen Avusturyalı gezgin Salvatore Louis ise LefkoĢa‟da sekiz hamam olduğundan bahsetmiĢtir.94 Kıbrıs vakıfları ile ilgili yapılan en son çalıĢmada ise Kıbrıs‟ta toplam 12 hamam olduğu, bunların onunun Müslümanlara, ikisinin ise gayr-ı müslimlere ait olduğu tespit edilmiĢtir.95 Bunlardan biri bügün Yenicami bölgesinde olan Tantinin Hamamı‟dır. Kubbeleri ile tam bir Türk hamamı özelliğindedir.

1587

LefkoĢa‟da Büyük Hamam, kare planlı bir soyunmalık (camekan) ve enine mekanı kubbeli eyvanlı bir bölme ile geçiĢ alanlarından meydana gelmiĢ soğukluğa sahiptir. Sıcaklık (halvet) kısmının ise ortada kubbenin yer aldığı dört eyvanlı haçvari planı vardır. KöĢe odaları da kubbelerle örtülüdür.96 Sıcaklık ortasındaki kubbenin altında mermerden yapılmıĢ yuvarlak göbek taĢı vardır. Soyunmalık kısmı iki geniĢ kemerin taĢıdığı ahĢap meyilli çatı ile örtülmüĢ olup, tavanı hasır ve kiriĢlerle örülmüĢtür. Salvatore, burada ortada sekizgen bir havuz ve duvar boyunca minderler olduğundan bahsetmekteyse de, bugün bu havuz yoktur. Ömeriye Hamamı‟nın sıcaklık kısmı da aynı plana sahiptir. Ancak ılıklık kısmın ortasında bir kubbe ve yanlarda iki yarım kubbe yer almakta, soğukluk kısmı ise kubbe ile örtülü olup, mekanın ortasında ise sekizgen bir havuz bulunmaktadır. Bu hamamlardan ancak günümüze Büyük Hamam ile Korkud Hamamı gelebimiĢ, diğerleri hep zaman aĢınımına uğramıĢ, ya bilinçsizlikle, ya da kendiliğinden göçüp gitmiĢlerdir. LefkoĢa‟da bugün turistlere hizmet veren Büyük Hamam yanında bir de Korkut hamamı çalıĢır durumdadır. Louis Salvatore‟un söz etmeye değer bir yer olarak bahsettiği LefkoĢa‟da Laleli Camii yanında zengin bir Türk‟e ait olan Emir Hamamı‟ndan97 günümüzde çok az bir kısmı kalmıĢtır. Salvator‟un da bahsettiği iki tane tavanı destekleyen çok sivri iki kemeri durmaktaysa da dört adet yıkanma yeri 98 ortada yoktur. Yine Salvatore‟nin bahsettiği ve gelin hamamı olarak da kullanılan Yenicami Hamamı‟na ait günümüze hiç bir iz kalmamıĢtır. Elmaslı Hamamı hakkında fazla bir Ģey öğrenemesek de Büyük Han ve Kumarcılar Hanı civarında yer almaktaydı. Vakıf malı olan Magosa‟daki Cafer PaĢa Hamamı ayakta kalabilmiĢ, ancak bir diskotek bar olarak çalıĢtırılmakta olup, değiĢimlere uğramıĢtır. Hamam bir Latin kilisesinin kalıntısı üzerine yapılmıĢtır. GiriĢ kısmı ya da soğukluk bölümü çapraz tonozlu eski bir kalıntı olup, L planlı baĢka bir hacime, oradan da tonoz örtülü ılıklık bölümüne geçilmektedir. Buradan da kare planlı sıcaklık bölümüne geçilir. Sıcaklık kısmının orta mekanı bir kubbe ile örtülü olup, etrafında üstleri tonoz örtülü haç Ģeklinde dört eyvan, bunların etrafında dört köĢede ise dar birer kemerle girilen küçük kubbelerle örtülü özel bölmeler oluĢturan kısımlar yer alır. Hamamın külhanı da kubbe örtülü olup güney cephesinden girilmektedir. Magosa‟da en büyük hamam olan ve vakıf malı olan Kertikli Hamamı ne yazık ki acil olarak restorasyon beklemektedir. Kıbrıs‟taki diğer hamamlardan farklı bir plan özelliği gösteren bu hamam dördü büyük, ikisi daha küçük olan kubbeli altı hacimden meydana gelmiĢtir. Soyunmalık kısmı tamamı ile yıkılmıĢtır. Külhan kısmı arkadan girilmekte ve tonoz ile örtülüdür. Binanın arka kısmından bazı kalıntılar buranın da bir Latin kalıntısı üzerine inĢa edildiğini yansıtmakta ve LefkoĢa‟daki Büyük Hamam gibi burası da yol seviyesinin oldukça altında kalmıĢtır. Magosa‟da sadece temel kalıntılarından bir hamam olabileceğini tahmin ettiğimiz Kızıl Hamam denilen bir hamam daha olduğu tahmin edilmektedir. Akkule Mescidi‟nin kuzeyinde Diocre (Kızılkule)

1588

tabyasının hemen karĢısında yer alan yapının kuzeydoğu köĢesindeki duvar, pandantif ve kubbe baĢlangıç kalıntısı görülebilmektedir. 19 Cemaziyelahir 981 (17 Ekim 1573) tarihli bir kayda göre ise LefkoĢa ve Girne kadısının yazdığı mektupta küfera zamanından beri Girne Kalesi‟nin haricinde veya dahilinde hamam olmadığı, Alanya Beyi Ahmed Bey‟in kale haricinde iskele kenarında bir hamam inĢa etmek muradında olduğunu öğrenmekteyiz.99 Bugün Girne‟de bilinen bir hamam olmasa da Temettuat defterlerine göre belirlenen Türk yapıları arasında Kıbrıs‟ta bulunan toplam 12 hamamdan birinin Girne‟de olduğu100 kayıtlıdır. Baf‟ta bulunan Hasan Ağa Tekkesi Hamamı, Osmanlı eĢmesi Hamamı, ve Baf kasabasında Mehmet Bey Ebubekir Hamamı ve Yenicami Hamamı, Limasol‟da Hamam-ı Cedid de Güney‟de kalan ve akıbetleri bilinmeyen hamamlardır. Son yıllarda yapılan lüks otellerde de Türk hamamları düzenlenmiĢ, özellikle Kütahya çinileri ile kaplamıĢ ve Turistler tarafından otel içinde olmaları nedeniyle de tercih edilmektedir. 2.3.1.4. Köprüler Su mimarsinin bir baĢka türü de köprülerdir. Gerçekte yukarıda ele aldığımız su yollarında bu yolların genellikle köprüleri üzerinde durduk. Ancak yaya veya at arabalarının ulaĢımı için yapılan köprüler içinde eski köprülerden çok sayıda olanı Osmanlı döneminde yapılmıĢ veya tamir edilmiĢtir. Ancak bunlarla ilgili nafia defterlerinde bazı kayıtlar mevcuttur. Lala Mustafa PaĢa vakıfları arasında LefkoĢa bölgesinde Latorop Köprüsü ve Magosa‟da bir taĢ köprü kaydı vardır.101 Yine Osmanlı belgelerinde Yukarda Köyü‟nde Aladağı Suyu adında bir köprüden bahsetmektedir. Bu su Ġmam Ġsmail Fakıh vakfından olup, H.2 N 1178 (AD.1765) ve 11 Za 1242 H. (1827) tarihli iki saltanat fermanı ile tamir edilmesi emredilmiĢ,102 12 Z 1214 (7 Mayıs 1800) tarihinde ise Mehmet Emin adlı bir Ģahsın köprünün tamir iĢleri görevini yürütmesi için atandığını belirtmiĢti. 103 Bu köprünün ulaĢım amaçlı olduğu kadar bir su kemeri köprüsü olması da olasıdır. Osmanlı dönemi köprüleri, akarsu yataklarının çok fazla geniĢ olmaması nedeniyle genellikle bir kemerli olur, genellikle üzerine kitabe konurdu. Ġspanyol gezgin Ali Bey, Kukla‟dan hareket edip kuzey batı istikametine ilerlerken üzerinde Arap kaligrafisi ile yazı olan, bir kemerli, çok zarif yapılmıĢ bir köprüden geçtiğini anlatmıĢtı.104 LefkoĢa‟da Kanlıdere üzerinden geçen büyük köprünün altında kalan en eski köprünün kitabesi Mevlevi Tekkesi”nde bulunmaktadır. Yine ayni dere üzerinden geçen Domuz Burnu denilen yöredeki köprünün de eski bir Türk köprüsü olduğu sanılmaktadır. Türk dönemi köprülerinden en bakımlı olanı Ortaköy-Göçmen köy arasında yer alan köprüdür. Bu köprü yeni bir köprü yapımından sonra trafiğe kapatılıp, restore edilmiĢtir. 2.3.2. Ticari Gaye ile Yapılan Tesisler 2.3.2.1. Bedesten ve Çarşılar Bir kentin refah seviyesinin en önemli göstergesi Ģüphesiz ticari merkezleridir. Kıbrıs‟ta Osmanlı döneminde oldukça canlı bir ticaret olduğunu birçok seyahatnameden öğrenmekteyiz. Bu konuda da

1589

dini binalarda veya su tesislerinde olduğu gibi sosyal ihtiyaçların giderilmesi için fethin ilk on, on beĢ yılı içinde daha baĢka yapılar da yapılmıĢ ya da mevcut Venedik yapılarından istifade edilmiĢtir. 17 Receb 981 (10 Ekim 1573) tarihli bir hükümle LefkoĢa Kalesi‟nde Ayasofya karĢısındaki kilisenin bedesten suretine konularak tüccarın istifade etmesine müsaade olunduğunu öğrenebiliyoruz.105 Kapalı çarĢıların belgelerde „suk‟ diye isimlendirildiği106 de dikkatimizi çeken bir baĢka noktadır. Yine ticari yapılar gözden geçirildiğinde çok sayıda dükkan ve bunların yer aldığı çarĢı isimleri Osmanlı dönemi sosyal yaĢamını aydınlatabilecek önemli isimlerdir. Örneğin Basmacılar, Debbağlar, Saraçlar, angarlar, Ġplik Pazarı, Mertekpazarı Unpazarı, Balıkpazarı, Barutçular Pazarı, Hattatlar Pazarı, KöprübaĢı Pazarı, HekimbaĢı arĢısı LefkoĢa‟da Baf‟ta Pazarortası Mevkii bilinen çarĢı isimleridir. Jeffery‟e göre Osmanlı döneminde LefkoĢa‟da Baf Kapısı‟ndan Magosa Kapısı‟na neredeyse bir mil boyunca uzanan Uzun arĢı‟da çok sayıda dükkan vardır. Bunlar buhurcular, marangozlar, mumcular, terziler, basmacılar, kuyumcular gibi meslek loncalarının isimleri ile belirlenen bölümlere ayrılmıĢ ve yukarıda bazılarının bahsettiğimiz çarĢı isimleri ile anılmaktaydı. Ancak, daha bu yüzyılın baĢında dahi bunları izlemek mümkün olmadı.107 Yine çeĢitli belgelerden izlediğimiz kadarıyla Sarayönü civarı ve bugün LefkoĢa‟nın Güneyinde kalan Dükkanlar önü de önemli ticaret yerleri olmalıydı. 2.3.2.2. Hanlar Osmanlı arĢiv belgelerinde pek çok han ismine rastlamak mümkündür. LefkoĢa‟da Saraçlar Sokağı‟nda Mertekpazarı‟nda ulhacılar Hanı, Ayasofya Mahallesi‟nde bir han, Büyükcamii Mahallesinde bir han, Dükkanlar Önü‟nde 23 oda ve dükkanları ile Basmacılar Hanı, Leymosun (Limasol‟da) Hacı Ağa Hanı, Tuzla Gümrükçüsü Hacı Ġbrahim Ağa bin Hacı Koca Hasan Ağa Vakfı‟na ait Tuzla Ġskelesi‟nde 17 oda, 3 mahzen, 4 dükkanlı Alaiye Hanı, Lala Mustafa PaĢa vakıflarından Magosa‟da camii karĢısında 20 dükkanlı han vakıf defterleri kayıtlarında rastlanan han isimleridir. 108 Ancak bunlar arasında Büyük Han ve Kumarcılar Hanı‟nın hem Kıbrıs‟taki Osmanlı kültür mirası, hem de sanat tarihi açısından önemli yerleri vardır. Yukarıda Sultan II. Selim‟in vakıfları arasında bahsettiğimiz Muzaffer PaĢa tarafından yapıldığı söylenen109 Büyük Han, belki de bu tesislerin en büyüklerinden biridir. Büyük Han ile ilgili bir çalıĢmayı hocamız Prof. Dr. Gönül Öney‟e borçluyuz. Bursa‟da bulunan Koza Han‟ın küçük bir örneği sayılan bu hanın eyvanlı bir giriĢi olup, tamamı ile kesme taĢtan inĢa edilmiĢtir. Yapı iki katlı, revaklı olup dikdörtgen bir avlunun etrafında teĢkilatlanmıĢtır. Yuvarlak sütunlara dayalı sivri kemerler iki katlı olarak avluyu çevrelemektedir. Alt katta depo ve ahırlar yer almakta, üstte ise önde kubbeler, yanlarda tonozlarla örtülü odalar görülmektedir. Sivri ocak bacaları yan tarafların dıĢ görünüĢünü hareketlendirmekte, Bursa Koza Han‟daki köĢk mescit gibi avlunun ortasında sütunlara oturan kemerler üzerinde yükselen sekizgen planlı ve üzeri kubbe ile örtülü KöĢk Mescit de eski Selçuklu hanlarındaki köĢk mescit geleneği yansıtmaktadır.110 Restorasyon nedeniyle uzun

1590

yıllardan beri kapalı olan bu yapının bugünlerde Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılan yardımla tamamlanması ve turistik amaçlı kullanıma gelecek yıl içinde açılması hedeflenmiĢtir. Ancak bu hanın hemen yanında bulunan Kumarcılar veya diğer isimleri ile Komancılar ve Humbaracılar Hanı, plan itibarıyla Büyük Han‟ı küçük ölçüde tekrarlamaktadır. Sadece bunda ortadaki köĢk mescit olmayıp revak örtüleri de ahĢaptır. Hanın güneye bakan sokak cephesinden iç avluya giriĢi, eyvanlı tonoz ile örtülü diklemesine uzun dikdörtgen bir mekandan yapılmakdır. Burada kapı kısmındaki kemerin geç bir onarıma ait olması büyük bir ihtimalle mümkündür. Bu yapıdaki kemer biçimi ve oranları yapıdaki diğer kemerlere ve Osmanlı mimari üslubuna aykırıdır. 111 Hanın bütün odaları diklemesine beĢik tonozla kaplıdır. Dikdörtgen plan özelliği gösterse de kuzey doğu kısmı biraz daha dıĢarı taĢmıĢtır. Bina kesme taĢtan yapılmıĢtır. 2.4. Dini Binalar Osmanlı idaresi dini ibadetin özgürce yerine getirilmesini sağlamak amacıyle Katolik kiliselerinin bazılarını mescit ve camiiye çevirip, Ortodoks kiliselerini de yerli halkın kullanımına bırakmıĢlardı.112 Camii ve mescitler yanında, medrese ve okullar, tekkeler ve türbeler yapılır ve bunlardan medreseler dıĢında büyük bir kısmı günümüze kadar gelir. 2.4.1. Camii ve Mescitler Kıbrıs‟ta ilk camiiler LefkoĢa‟daki Ayasofya Katedrali‟nden çevrilen bugün Selimiye diye anılan Ayasofya Camii ve St. Catherina Kilisesi‟nden çevrilen Haydar PaĢa Camii ve St. Augustin Kilisesi‟nden çevrilen Ömeriye Camii, Magosa‟da St. Nicholas Katedrali‟nden çevrilen genellikle Ayasofya Camii diye anılan Lala Mustafa PaĢa Camii ile St. Peter ve St. Paul Kilisesi‟nden çevrilen Sinan PaĢa Camii‟dir. 17 Zilhicce 979 (1 Mayıs 1572 yılında Kıbrıs beylerbeyi ve defterdarına yazılan bir fermanda, Beylerbeyi‟nin padiĢaha henüz minareleri olmayan LefkoĢa ve Magosa‟da olan camiilere kaçar minare olunsun diye sorması üzerine, PadiĢah tarafından LefkoĢa‟daki camiiye iki, Magosa‟da olan camiiye bir minare yapılması emredilmiĢtir.113 Bugün Selimiye diye anılan Ayasofya Camii tipik bir gotik bazilika planına sahiptir. Burada dıĢ mekanda büyük ebatlı heykellerin kaldırılması dıĢında fazla bir müdahalede bulunulmamıĢ, grotesk figürler, buhurdan taĢıyan melek figüreleri, ejder motifleri ve Luzinyan sülale armaları dahi bina üzerinde bırakılmıĢtır. 19. yüzyıldaki tamirler sırasında güney yönündeki kapı çıkartılıp, doğu tarafına alınmıĢtır.114 Bu iĢlem yapılırken gotik karakter bozulmamıĢ, bu üstleri yaprak Ģeklinde üç bölmeli niĢlerden ortadaki niĢin en üst kısmında Tuğra Ģekilli besmele, altında dikdörtgen levha içinde sure, ve iki iyon tarzındaki kemerin içinde kalan kısımda tamir kitabesi, sol ve sağ niĢlerde ise üçer selvi ağacı betimlemesi yer almaktadır. Binanın iç kısmı ise köklü bir düzenlemeye tabi tutulmuĢ, tüm vitraylar, ikonlar ve heykeller çıkartılmıĢ, camii tam anlamıyla bir Türk camiisi haline getirilmiĢtir. Camiide üç mihrap olup, sağdaki en eski olanıdır. Bunu üstündeki ayet 1004/1595 tarihli olup Mahmud imzalıdır. Caminin ana mihrabı ise bir perde duvar Ģeklinde yapılmıĢ, camiinin boyutlarına göre tasarlanmıĢtır. Kıbrıs‟taki camiilerde bulunan en büyük ebatlı mihraptır. Kalem iĢi barok tarzda

1591

süslemelerin geç dönemde yapıldığı sanılmaktadır. TaĢ kürsüsü oldukça incelikli oymalı ve kelem iĢi boyalıdır. Mimber de mermerden yapılmıĢ olup, ahĢap olan külah kısmı da oldukça detaylı kalem iĢi süslemelidir. Mihrap üstünde oldukça güzel hatla yazılmıĢ bir ayet levhası vardır. Yine camiide imam mahfili de kalemiĢi yıldız motifleri ile bezenmiĢtir. Caminin iki minaresi 170‟Ģer basamaklı kuleleri ile son zamanlara kadar Kıbrıs‟taki minarelerde olan en büyük minarelerdir.115 LefkoĢa‟da kiliseden camiiye çevrilen ikinci camii de Ömerge ismi ile anılan ve Ayasofya‟dan sonra kentteki en büyük ikinci kilise olan Augustinian Kilisesi‟dir. Plan itibarıyle St. Catrherina Kilisesi‟nden çevrilen HaydarpaĢa Camii ile aynı özelliklere sahip olup, çok daha büyük ölçektedir. Lala Mustafa PaĢa‟nın rüyasında Hazreti Ömer‟i gördüğü ve ona Kıbrıs adasını fethetmesinin Ġslam aleminin yararına olacağını söylediği rivayet edilir.116 Bir baĢka rivayete göre de Hz. Ömer, ġam‟dan Mısır‟a seyahat ederken, Kıbrıs‟ta durmuĢ ve tahrip olmuĢ bir kilisede barınmıĢtı. Lala Mustafa PaĢa bu efsaneyi duyması üzerine bu kiliseyi ziyaret etmiĢ ve Ömer‟in barındığı kısmı bulmaya çalıĢmıĢ, üst kısımları tamamı ile yıkık durumda olan bu kilisenin yerine bir camii yaptırmıĢtı. 117 ġeriye sicillerindeki kayda göre ise Lala Mustafa PaĢa LefkoĢa‟ya girdiğinde ilk namazını burada kılmıĢ, Hz. Ömer‟e olan inancı nedeniyle de burada bir camii yapılması için PadiĢahtan izin istemiĢti. 118 Bu rüyasının gerçekleĢmesi üzerine Lala Mustafa PaĢa‟nın Hazreti Ömer adına bir camii yaptırdığı, bunu desteklemek için de vakıf kurduğu belgelerden de görülmektedir. Ancak, bu ilk yapıların hepsinde de görüldüğü gibi bu yapılar için bir Latin kilisesinin temelleri kullanılmıĢtı. LefkoĢa‟nın güneyinde kalan bu camii ile ilgili bilgiyi Gwynneth der Parthog‟dan öğrenebiliyoruz. Fetih sırasında top isabet eden tonoz çatısı yıkılmıĢ, Türkler tarafından yeniden yapılmıĢtır. Bir nefli olup, tek tonoz ile örtülüdür. Duvarlar payandalarla desteklenmiĢtir. Ġç mekan ise üç nefe ayrılmıĢtır. Kuzey doğu kısmına eklenen bir Ģapelin, batı köĢesi minare ayağı olarak kullanılmıĢtır. 119 Bunun yanısıra daha fethin ilk yıllarından itibaren saray kapısının üstüne bir mescit,120 ayrıca Calepio adlı bir Venediklinin anılarından da bayraktarın türbesi olan Bayraktar Burcu‟na küçük bir camii yapıldığını öğrenebiliyoruz.121 Magosa Kalesi‟nin ana giriĢ kapısı yanında yeralan Akkule Mescidi‟nin Dürri imzalı kitabesinden de buranın 1028 / 1619 tarihinde yapıldığı anlaĢılmaktadır. Daha sonraki yıllarda yeni camiiler inĢa edilmiĢ, bunların içinde LefkoĢa‟daki Arab Ahmet Camii, Larnaka‟daki Hala Sultan Camii Türk mimarisinin adadaki en güzel örnekleri olarak verilebilir. 1593 (H.1003) tarihli bir Ģeriye sicili kaydına göre 1590 yıllarında Arab Ahmet PaĢa tarafından yapıldığı söylenen122 Arab Ahmet Camii XVI. yüzyılın klasik üslubuyla ve minaresiyle en önemli Türk eserlerinin baĢında gelir. Düzgün kesme taĢtan yapılmıĢ olan camii, tromplu kubbe ile örtülü kare planlı bir ana mekan ve önünde üç kubbeli bir son cemaat yerinden meydana gelmiĢtir. 123 Yine aynı paĢa tarafından Mevlevi Tekkesi ve Arab Ahmet Su Yolları‟nın yapıldığı bu kayıtlar ıĢığında kesinlik kazanmaktadır. Bugün Rum tarafında kalan Bayraktar Camii ve türbesi, Turunçlu Camii, Yeni Camii, Tophane Camii, Ġplik Pazarı Camii, Kanlı Mescit, Akkavuk Mescidi, Aziziye Mescidi, Basmacılar Mescidi LefkoĢa‟da bulunan camii ve mescitlere örnek olarak verilebilir. Magosa‟da Akkule Mescidi, Girne‟de

1592

Yazıcıoğlu ve Ağa Cafer PaĢa Camiileri, Larnaka‟da Ulu Camii, Baf‟za Ebubekir Camii‟nin Türk eserleri arasında önemli yerleri vardır. Bu camiiler genellikle üç veya bazen dört nefli olup, iki veya üç sivri kemerin taĢıdığı ahĢap meyilli çatı ile örtülüdür. Arab Ahmet Camii ve Hala Sultan Camii dıĢında kubbeli camii Kıbrıs‟ta Osmanlı döneminde yapılmamıĢtır. Turunçlu Camii‟n (buraya Fethiye Camii de denmekte idi) özellikle mihrap, minber ve mahfili oldukça zarif süslemeleri ile bir farklılık göstermiĢtir. Beyaz taĢtan yapılmıĢ olan minberin ajurlu süslemeleri barok tarzındadır. Yaprak motifleri ile tezyin edilmiĢ olan bu minber gibi mihrap da ayni motiflerle bezenmiĢtir. AhĢap olan mahfil ve kürsü de kalem iĢi süslemelidir. Enine dikdörtgen olan camii planının önünde altı kemerli son cemaat yeri, bunun solunda ise minare yer alır. BeĢ nefli olan iç mekanı kuzey güney istikametinde dört kemerin taĢıdığı ahĢap çatı ile örtülüdür. oğu kesme taĢ ile yapılan Kıbrıs camiilerinde, yanlarda birer, önde ise genellikle üç kemerli son cemaat yerleri vardır. Üstleri sundurmalı ve meyilli çatıyla örtülen son cemaat yerlerinde çoğunlukla kemer açıklıkları ahĢap kafesle kapatılmıĢtır. LefkoĢa Yeni Camii ile Turunçlu Camii‟nin son cemaat yerleri L Ģeklinde iki cephe boyunca uzanmaktadır. Girne Ağa Camii‟nde yandaki kemerlerin yerinde minare ve harim mekanına bitiĢik abdest alma hücresinin uzantısı bulunmaktadır. LefkoĢa Yeni Camii ile Bayraktar Camii‟nde de harimle bitiĢik türbeler mevcuttur. Hemen hepsi içte kireçle sıvandığından bol sayıdaki pencerelerinin de etkisiyle aydınlık ve ferah bir mekana sahiptir. oğu yuvarlak kemerli mihrap niĢlerinde geç dönem Barok üslublu bitki süslemeleri ile yazılar mevcuttur. Minberler ahĢaptan yapılmıĢ olup, basit geometrik geçmelerle zenginleĢtirilmiĢtir. Harim giriĢinin sağında yine ahĢaptan yarım mahfil geleneği yaygındır.124 Arab Ahmet PaĢa Camii minberi, yekpare mermerden yapılmıĢ geometrik bezemeli ajurlu süslemeleri ile adada bulunan en güzel minber sayılabilir. 2.4.2. Tekkeler Profösör Dr. Oktay Aslanapa‟ya göre Kıbrıs‟taki Türk eserleri arasında camii ve mescitlerden sonra tekkeler önemli yer almaktadır. Tekkeler genellikle külliye anlayıĢı içinde yapılmıĢ olup, camii ihtiyacına da cevap verebilmektedir. LefkoĢa‟da bilinen en eski tekkeler Mevlevi Tekkesi ile Aziziye Tekkesi‟dir. eĢitli belgeler ıĢığında on altıncı yüzyılın sonlarından itibaren varlığını izlediğimiz ve Arab Ahmet PaĢa Vakıfları arasında olan Mevlevi Tekkesi‟nden günümüze sadece semahane ve türbe kısmı gelebilmiĢ ve bugün Kıbrıs Türk Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Burada 1955 yılına kadar Mevlevi ayinleri devam etmiĢti. Girne Caddesi boyunca uzanan kolunda içiçe sekiz kubbeli odada mevlevi Ģeyhlerine ait on altı mezar mevcuttur. Bir aks üzerinde, yan yana sıralanmıĢ türbelerin kapısı semahaneye açılmaktadır. Diğer tarafta, türbelere dik bir aks üzerinde, yine semahaneye bağlı olarak uzanan bir takım hacimler daha mevcuttur125 LefkoĢa‟da diğer ilginç bir tekke de Aziziye Tekkesi‟dir. Yavuz Sultan Selim‟in ordu Ģeyhlerinden olan ve Kıbrıs seferinde bulunup, vefatında oraya defnedilen ġeyh Abdülaziz Efendi adına PadiĢah tarafından yaptırılan türbe ve tekke126 bugün Belediye Pazarı içinde kalmıĢtır. Kemerlerin taĢıdığı

1593

ahĢap çatılı mescid kısmı bugün camii esnafının namaz yeri olup, buradan geniĢ kemerli bir açıklıktan birkaç basamakla aĢağıya inilerek geçilen pandatifli kubbe ile örtülü türbe kısmı yer alır. Magosa‟da bulunan Kutup Osman Tekkesi de ilginç bir Osmanlı dönemi eseridir. Girne‟nin doğu sahillerinde bulunan Hazreti Ömer Tekkesi, LefkoĢa yakınlarında bulunan ve bugün harap halde olan Kırklar Tekkesi ile Larnaka‟da Turabi Dede Tekkesi ve Zuhuri Tekke ve Mescidi de kimisi ortadan kaldırılmıĢ, kimisi de çökme tehlikesi içindedir. Güney‟de Larnaka‟da kalan Hala Sultan Tekkesi, hem Türkler için, hem de tüm Ġslam alemi için önemli ziyaret yerleridir. Hala Sultan Tekkesi türbe, camii, misafirhane ve baĢka yapıları ile bir külliye anlayıĢı içinde yapılmıĢ en büyük tekkedir. Mimari yönden olduğu kadar, süsleme sanatı açısından da oldukça güzel örnekler içerir. Camiiler dıĢında zaviyeler, türbeler inĢa edildiğini bügün var olan yapılardan ve arĢiv belgelerinden anlıyoruz. Canpolat Türbesi, Bayraktar Türbesi, Aziziye Türbesi, Yirmi Sekiz Mehmet elebi Türbesi, Yediler ve Kurtbaba Türbeleri bunlardan birkaçıdır. 2.4.3. Eğitim Kurumları Osmanlı eğitim kurumlarının Kıbrıs‟ta önemli bir yeri olduğu özellikle vakıf belgeleri ve Ģeriye sicillerinde rastladığımız bilgilerden anlaĢılmaktadır. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda sivil halkın eğitimi devletten çok hayır iĢleri olarak yüksek rütbelerdeki paĢalar veya varlıklı kiĢiler tarafından kurulan vakıflar çerçevesinde yürütülürdü. Kıbrıs‟ta da 1862 yılında RüĢtiye okulları kuruluncaya kadar iki tür okul vardı.127 Bunlardan biri sıbyan mektebi, diğeri ise medreselerdi. Taradığımız belgelerde mektep diye anılanların sıbyan okulları olduğu sanılır. Semaniye Müderrislerinden Mevlana Pir Mehmed ve LefkoĢa Kadısı‟na yazılan 2 Safer 986 (11 Mayıs 1578) tarihli bir hükümden de Sultan Selim‟in LefkoĢa‟de Dar-ül Hedaya adlı bir medrese yaptırdığını128 1007 taihli Ruznamçe Defteri‟nde ise Dar‟ül Hadis‟de müderrislik yapan Müftü Sadreddin Efendi‟ye verilen maaĢ kaydı yer almıĢtır. 129 Bu kayıtlar bize LefkoĢa‟da Osmanlı‟da yüksek eğitim kurumu olan bir Dar‟ül Hadis‟in olabileceğini düĢündürür. Osmanlı idaresinin son döneminde eğitimde yapılan yenilik hareketleri ile açılan RüĢdiye ve Ġdadi okullarının Kıbrıs‟ta da açıldığı görülür. Ali Nesim‟in Batmayan Eğitim Güneşlerimiz adlı kitabında bu yüzyılın ilk eğitimcilerinin anılarından aktarılan biyografilerinde bu okullar ile ilgili bazı bilgi kırıntıları ve geçtiğimiz yüzyılın baĢlarında hala faaliyet gösteren medreselerle ilgili bilgilere yer verilmiĢtir. Bunun yanısıra Behçet Kemal‟in Maarif Tarihi adlı kitabında da anlatılmıĢtır. Bu eğitim kurumlarından günümüze medrese olarak gösterilebilecek sadece birkaç yapı kalmıĢtır. Bunlardan en önemlisi Magosa‟daki Lala Mustafa PaĢa Camii yanındaki medrese binası ile Kutup Osman Tekkesi‟ndeki medresedir. Magosa Medresesi, Lala Mustafa PaĢa Camii‟nin sol tarafında yer almaktadır. Yol üstünde kalan Kuzey cephede kubbe örtülü kare planlı geniĢ bir derslik kısmı ve bunu sağ tarafı ve arka kısmı boyunca üçer bölmeli olarak uzanan L planlı yan sahınlar çevrelemektedir. Üçer çapraz tonozla örtülü bu yan cephelerde özellikle pencere alınlıklarında daha önceden bir baĢka yapının kalıntılarının izleri farkedilmektedir. Fransız ressam Le C. en Cassas‟ın

1594

1787 yılında baĢladığı Ortadoğu gezisi sonucu aralarından Kıbrıs‟a ait olanların da yer aldığı yayınlanan pek çok gravürlerden birinde130 bu medresenin olduğu yerde oldukça farklı bir yapı çizilmiĢ ve burayı bir Müslüman camiisi diye isimlendirmiĢtir. ġu anda camii boyunca uzanan ve yandan diklemesine yola açılan L planlı kapalı yan mekanlar dıĢa açık revaklı bir görünüĢe sahipti. Camii boyunca olan kısımda dört kemer, kuzey kısımda ise üç kemerli revak, yoldan taraf olan kısımda da iki kemerli bir revak durmakta, meydana bakan ön cephede ise bügün halen duran Venedik zamanından kalan iki mermer sütün yer almakta idi. Yapının kubbesinin ise oldukça heybetli bir görüntüsü vardı. ġu andaki plan ile uyumlu olan bu yapının ya yeniden yapıldığı, veya çok geç bir dönemde revaklı kısımların duvar ile örülerek kapalı mekanlar oluĢturulduğu düĢünülebilir. Peristorana, Medrese de bir iç avlu etrafında toplanan odaların oluĢturduğu tipik bir medrese binası olarak güneyde ayakta kalan okul binalarından biridir. LefkoĢa‟da bulunan HaydarpaĢa binası dediğimiz, bugün Eski Eserler ve Müzeler Dairesi olan iki katlı taĢ binanın da, önceleri RüĢdiye okul binası olarak yapıldığı sanılır. Burası bu yüzyılın baĢında ise Ġptidai Zekur Mektebi diye anılmakta idi.131 Medreseler, kütüphanelerden ayrı düĢünülemezdi. Büyük Medrese‟nin hemen giriĢine, Selimiye Camii‟nin doğu kapısının karĢısına yaptırılan II. Mahmud Kütüphanesi adadaki Türk mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. 1829 tarıhli olan bu yapı tek kubbeli ana mekanı ve önünde iki kubbeli revakıyla kesme taĢtan klasik plan ve yapı özelliğine sahiptir. 132 Revakı kısmın ilk bölümü iki yönden demirlerle çevrili, diğer kısmı ise küçük bir oda olarak inĢa edilmiĢtir. Kütüphane binasının ana mekanında duvarları çepeçevre saran kartuĢlar içinde, ayrıca barok süslemeli kitaplıkların üstlerindeki bordürlerde Hilmi Efendi‟nin hattıyla yazılmıĢ nefis beyitler vardır. Kıbrıs‟ın en fazla el yazması kitaba sahip olduğu ifade edilen133 bu yapı günümüze kadar ayakta kalabilen tek yazma kütüphanesi iken, buradaki kitaplar vitirinler içinde araĢtırmacılara dahi kapalı kalmıĢ, birkaç yıl önce de alınan anlamsız bir karar ile Girne‟deki Milli ArĢiv ve Dökümantasyon Merkezi‟ne devredilmiĢ, kütüphane ise içi boĢ kitaplıklarla ziyaretçileri ĢaĢkına çevirmektedir. Kıbrıs‟ta 1723‟de yapılan bir sayımda 6 kütüphane olduğu134 kaydedilmesine karĢılık bunun dıĢında henüz kütüphane olarak belirleyebildiğimiz baĢka bir yapı yoktur. Ancak, Ayasofya içinde Lala Mustafa PaĢa tarafından kurulan ve Sultan III. Murad tarafından geliĢtirilen Muradiye Kütüphanesi ile daha çok sayıda kütüphane ismini biliyoruz.135 2.5 Kıbrıs‟ta Osmanlı Konut Mimarisi Kıbrıs‟ın Osmanlılar tarafından fethinin tamamlanmasından hemen sonra adanın Türk aileleri için bir yurt olması yönünde çalıĢmalar baĢlar. Türklerin iskanı için ayrılan ilk yerleĢim yerleri genellikle baĢkent LefkoĢa‟da Latinlerin yerleĢik olduğu bölgelerdi. Ġlk düzenlemeler sonucu LefkoĢa kenti 25 mahalleye ayrılmıĢ, bunların yaklaĢık on beĢi Türkler tarafından iskan edilmiĢ ve bu yerleĢim yerlerine de Türkçe isimler verilmiĢ, Tahta Kale, Ömerge, Tophane, Tabakhane, Nöbethane, Arap Ahmet, Korkut Efendi, Mahmut PaĢa, Ġbrahim PaĢa, Ġplik Pazarı, Abdi avuĢ Abu Kavuk PaĢa, Yeni Camii, Aya Sofya, Haydar PaĢa, Bazar isimleri ile anılmıĢtı.136 Magosa‟da ise surlar içi tamamı ile Türkler tarafından iskan edilmiĢ ve yaklaĢık üç yüzyıl bu karakterini korumuĢtu. 1371571 yılında önce

1595

LefkoĢa‟da Müslümanların sadece bin kiĢi olduğu, gayrımüslümlerin ise çok daha kalabalık olması nedeniyle sadece sanat erbabı olanların kale içinde ikamet etmesi, diğerlerinin Ģehrin varoĢlarına yerleĢtirilmesi, evlerini de isterlerse menkul değerine göre satmalarına izin verilmesi emredilmiĢ, bir yıl sonra ayni hüküm Magosa için de verilmiĢti.138 Bu, LefkoĢa kalesinde Latinlerden kalan evlerin Kıbrıs‟a yerleĢen yeniçeriler ile diğer halka satılması, satılmayanların da sadece Rum ve Ermenilerden sanat erbabı olanlara satılabileceğini belirtiyordu.139 Magosa‟daki gayrımüslimlere ait her biri kargir (taĢtan) ve zengince süslemeli olan bu evlerinin de satılması istenmiĢse de alıcı bulamadığı, bu nedenle de bunların uygun fiyatlarla kiraya verilmesi, bunlardan alınacak kira ile gerekli olan yerlerinin tamir edilmesi emredilmiĢti.140 Gerçekte Venedikliler zamanında kale yapımı sırasında sivil ve dini mimariye büyük tahribat yapıldığı bilinmekle beraber yine de Osmanlı Ġmparatorluğu adayı 1570/1571 yılında fethettiği zaman Venediklilere ait çok sayıda güzel ev, saray ve ibadet yerlerinin de mirasçısı olmuĢtu. 141 Willibrandi von Oldenburg, Jacobus de Verrona, L. Von Suchen ve John Maundeville, John Locke, Pesarolu Elias, Fynes Moryson ve Türk tariçisi Arif Dede bu kentlerde gördükleri evlerden hep övgüyle söz etmiĢlerdi. Sadece Türklerin ikametgahına müsaade edilen Magosa‟da ise Türk evleri de genellikle LefkoĢa‟da olduğu gibi önceleri var olan Venedik dönemi yapıları idi. Ancak burada ev sayısı faza değildi. 1738 yılında Magosa‟yı gezen Pococke da bunu onaylar.142 2.5.1. Türk Evlerinin Konumu Türk evleri genellikle LefkoĢa ve Magosa‟da surlar içinde bulunurdu. Bunların istisnaları da vardı. Kent dıĢındaki çiftlik evleri ya da Larnaka, Limasol, Baf, Girne, Lefke ve Lapta kentlerinde de yine dar sokaklar arasında çok sayıda Türk evleri yapılmıĢtı. Örneğin 1760-67 yıllarında adada yaĢayan Giovanni Maritti, LefkoĢa‟dan Girne‟ye giderken Dikomos (bugünkü adı ile Dikmen) Köyü civarında gördükleri bir Türk ağasına ait çok büyük bir evin buralarda gördükleri en kayda değer yapı olduğunu anlatır.143 Genelde buna istisnalar olsa bile Türk evleri ayrı mahallelerde toplanmıĢtı. Baf‟ta üç ayrı mahalle vardı. Türkler 150 hane ev ile kentin merkezini iskan etmiĢler, Rumlar ise 50 hane ev ile marinanın da yer aldığı Ktima denilen mahallede yaĢamakta idiler.144 Gezgin Ali Bey‟e göre aynı durum Piskobu Kasabası‟nda da olup, hatta burada Türkler ve Rumların evleri iki ayrı tepenin eteklerinde yer almıĢtı.145 Gayr-ı menkul alım-satımında da aile mahremiyetine ve bazen de din birliğini korumaya da yarayabilecek şuf‟a hakkı adı verilen bir gelenek vardı.146 Şuf‟a satılık bir arazi veya evin buraya en yakın komĢu olan veya o arazide çalıĢan kiĢinin öncelikle satın alma hakkı idi. ġeriye sicilleri bu hakkın Rumlar tarafından da kullanılmıĢ olduğunu yansıtan vakalarla doludur. Ancak Kıbrıs evlerinde Türk ve Rum mimarisi diye bir ayrım yapmak güçtür. AraĢtırmalar, Türkler tarafından olduğu kadar hem Rumların, hem de adada yaĢayan yabancıların Osmanlı ev tiplerini tercih ettiklerini ortaya koymaktadır. 2.5.3. Ebatları

1596

Ġlk önceleri Osmanlı döneminin baĢlarında Kıbrıs‟taki evler normal boyutlarda hacimlere sahipti. Yani, Türk ailesinin geleneksel yaĢamını sürdürebilecek boyutları vardı. Avrupa sarayları ve malikaneleri gibi anoromal boyutlarda ihtiĢamlı salonlar yerine en geniĢ evlerde dahi, aileyi barındıracak ebatlarda evlerdi. Bu evlerin hemen hemen hepsinde çok geniĢ bahçeleri vardı. Türk döneminde LefkoĢa ve Magosa‟da geliĢen bir özellik de geniĢ bahçeler ve konakların meydana getirdiği çıkmaz sokaklar147 ve dar yollardı. Ancak Türklerin genellikle LefkoĢa, Magosa ve Girne gibi kentlerde kale içinde oturmayı tercih etmeleri sonucu zamanla buralarda arsa fiyatlarında artıĢ olmuĢ, hem fiyatlar hem de miras yolu ile topraklar sürekli bölünerek ufak birimler haline gelmiĢ, böylece ev ebatları da 19. yüzyılda küçülmüĢtü. Basil Stewart kent evlerinin küçüklüğünden söz etmiĢ ve köy evlerinin bunlardan daha geniĢ ve daha düzgün yapıldığını dile getirmiĢti.148 Ancak yine de özellikle 19. yüzyılda yapılan konaklar arasında çok sayıda odaları olanlar vardı. Öneğin, Mahmut Ġslamoğlu Karabuba Türbesi‟nin karĢısında yirmi civarında odası bulunan bir konağı örnek olarak vermiĢtir. Bu yapı halen ayakta olup, sürekli bakımı da yapılmaktadır.149 Bununla birlikte PaĢaköy ifliği‟nde Fatma Hanım Ġbnet-i Musli el-Hac Mustafa‟ya ait 31 odalı çiftlik evi, Arpera köyünde Hacı Ebubekir PaĢa‟ya ait 12 odalı çiftlik evlerinin150 kentlerdeki evlere göre daha büyük olduğunu yansıtmaktadır. 2.5.4. Günümüze Gelen Osmanlı Evleri Anadolu‟dan zorunlu olarak yaptırılan göç ile doğal olarak Anadolu geleneksel konut mimarisi yapı teknikleri, yöntemleri, yapı araç ve gereçleri ve geleneksel yaĢam alanlarının düzenlenmesi de Kıbrıs‟a getirilmiĢ olur.151 Adanın her köĢesinde Osmanlı ev mimarisinin ayakta kalmıĢ ilginç örneklerine rastlamak mümkündür. Bu mevcut örnekler göz önüne alındığında Anadolu‟da bulunan geleneksel Türk mimarisi ile Kıbrıs‟takiler yapı tekniği yanısıra yaĢam tarzı yönünden de kendine özgü gelenekleri

ile yöresel özellikler göstermelerine karĢın, aralarında yakın benzerlikler göstermektedir.152 Gerçekte adadaki Osmanlı ev tipleri kısmen Akdeniz kıyı kentleri, kısmen de Anadolu özelliklerini bütünü ile yansıtmaktadır. Adadaki Osmanlı dönemi ev tipinin tarihi geliĢimini izleyebileceğimiz pek çok eski Türk evi bu gün LefkoĢa‟nın kuzeyinde Türk kesiminde ve Gazimagosa‟da surlar içinde, Lefke ve Girne‟de halen ayakta durmaktadır. En güzel Türk evleri ise genelikle Luzinyan ve Venedikliler zamanından kalan gotik ya da Rönesans yapılarının duvar kalıntıları üzerine Kıbrıs‟ta yaĢayan zengin paĢaların inĢa ettirdikleri yapılardır. Bunun sonucunda da Kıbrıs‟ta dıĢ cepheleri, kapı ve pencereleri gotik veya Rönesans üslubunda olduğu halde iç mekanları tamamı ile Türk üslubunda olan pek çok eklektik üslupta ev yapılmıĢ, bunlardan da özellikle Magosa‟da çok sayıda örnek günümüze ulaĢabilmiĢtir. 18 ve 19. yüzyılda ise tamamı ile Türk karakterine uygun konaklar yapılmıĢtır. Bunlar dıĢında daha sonraki yıllarda bazı muhassılar tarafından kentte kiĢisel konaklar veya kent dıĢında çiftlik evleri de inĢa ettirilmiĢtir. Günümüzde yukarıda da bahsettiğimiz gibi çok sayıda Türk evi olmasına karĢın, yanlıĢ restorasyonlar ve ev sahiplerinin bilinçsizce yaptırdıkları tamirat ve tadilatlar sonucunda büyük bir çoğunluğu esas özelliklerini kaybetmiĢtir. Bu nedenle de bu evler üzerinde yaptığımız gözlem yanında bu evler hakkında en iyi bilgi kaynağı ise yabancı gezginlerin anılarıdır. Bu kaynaklarda ev

1597

tipleri ve dıĢ görüntüleri hakkında bilgi verilmekle beraber, Osmanlı döneminin ilk yıllarında yapılan hiç bir evin iç tasarımı hakkında bilgi bulamıyoruz. Bunun yanısıra 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl gezginlerinden Dr. Edward Daniel Clarke, Avusturyalı gezgin Archduke Louis Salvator ve Mrs. ScottStevenson‟un gezi anıları, 18. ve 19. yüzyıl Türk evlerinin tarifini detaylı olarak aktaran önemli kaynaklardır. Eski evlerin dikkatle incelenmesi sonucunda bu seyyahların verdikleri bilgilerdeki gibi dıĢ cepheleri kesme taĢlardan yapılmıĢ, gotik tarzda, yuvarlak gül pencere, ya da sivri kemerli pencere süslemelerinin ve kapı baĢlıklarında veya duvarlarında halâ duran Luzinyan veya Venedik armaları yanında, cumbalı sofa çıkmaları, kafesli pencereleri, geniĢ saçakları ve bir iç avlu etrafında toplanan odaları ile tamamıyle Türk üslubundaki iç mekan düzenlemeleri Kıbrıs evlerinin Akedeniz yöresi ev tipi ile farklılık göstermediğini yansıtan öğelerdir. Bu özellikler de evlerin kısmen korunup, kısmen yeniden yapılmıĢ olduklarını doğrulamaktadır. 2.5.5. Saray ve Konaklar Önceleri beylerbeyi, daha sonra ise muhassıların LefkoĢa ve Magosa‟da ikamet ettikleri her iki saray da Venedik döneminden devralınmıĢ ve yeniden tamir edilip Türk adetlerine göre döĢenmiĢ olan yapılardı. Eski sarayların kullanılmasının en iyi belgesi padiĢahın LefkoĢa‟da Ayasofya mütevellisi Abdülkadir‟e gönderdiği 18 Muharrem 979 (13 Haziran 1571) tarihli bir hükümdür. Buna göre beylerbeyi, kadı ve hazine defterdarının oturması için kale içinde münasip üç ev tedarik etmesi, kiralarını tayin edip, deftere yazması ve her ay kiralarını devlet adına tahsil etmesi ve tamiratın vakıf tarafından yapılması buyrulmuĢtur.153 Beylerbeyi Cafer PaĢa dönemine ait hazine defterinde her iki saray için yapılacak bazı masraflar hakkında bilgi verilmiĢti.154 Giovanni Maritti, bu saraylarda yapılan değiĢiklikleri burada Beylerbeyi veya vali olarak görev yapan paĢaların kaprisleri olarak nitelemiĢ, bu değiĢmeler sonucunda burada söz etmeye değen hiç bir güzelliğin kalmadığını anlatmıĢsa155 da 1670 yılında Kıbrıs‟ı dolaĢan Arraslı Dominique Hurtel Du voyage de Jerusalem adlı anılarında LefkoĢa‟da gördüğü saray ile evlerden hayranlıkla söz eder.156 19. yüzyılda Kıbrıs‟ı gezen bilgin Dr. Clarke‟ın anlattıklarına göre bu yapı oldukça geniĢ olup, içinde çok sayıda daireleri vardı. PaĢanın huzuruna çıkmak için kabul edildiklerinde bu sarayda pek çok koridordan geçerek kabul odasına varmıĢlardı. Ancak Clarke buranın muhassıların ekonomik düzeylerinin düĢük olması nedeniyle eski ihtiĢamının kalmadığını anlatır.157 19. yüzyıl sonlarında burayı gezen Ludwig Ross ise sarayın Türk tarzında, ancak kırık dökük zemini, kapı ve pencereleri, ile kağıt ile örtülü pencere camları olduğunu anlatmıĢtı. 158 Bu yapı, bu yüzyıl baĢlarında Ġngiliz yönetimin ilk yıllarında buraya yeni hükümet binaları yapılmak amacı ile yıkılmıĢ ve bugün koloni binaları olarak nitelediğimiz hükümet binaları yapılmıĢtır. Ancak halâ bu alan bugün halk arasında Saray Önü adı altında anılmaya devam etmiĢtir. Bu yapının yıkılmasından sonra buradan çıkarılan alevli gotik üslubundaki taĢ kemer süslemeler, çeĢitli taĢ süslemeleri, seyyahların kapısı üzerinde gördükleri armalar ve büyük bir ihtimalle orta tablası kündekâri tekniğinde yapılmıĢ oldukça ince iĢçiliğe sahip eklektik üslüpta bir Türk kapısı159 da bu eserleri muhafaza edebilmek

1598

amacı ile o yıllarda kurulan TaĢ Eserleri Müzesi‟nde korumaya alınmıĢtı. Bugün Selimiye Meydanı‟nda eski bir Venedik evinin günümüze kalan küçük bir kalıntısında yer alan ve 1883 yılında kurulan Kıbrıs Müzesi‟nden sonra 1905‟de açılan ikinci müze olan Lapidary veya TaĢ Eserleri Müzesi‟nde bu saraya ve baĢka Luzinyan ve Venedik eserlerine ait çok sayıda taĢ süslemeler ile bir Luzinyan prensine ait Roma üslubunda yapılmıĢ bir lahit ve biri yukarıda bahsettiğimiz iki çift büyük boyda kapı sergilenmektedir. Bu saray dıĢında Magosa kentinde de Osmanlı PaĢaları tarafından saray olarak kullanılmıĢ ve aslında bir Latin yapısı olan, Rönesans üslubunda büyük bir tak kapısı ile kısmen gotik, kısmen de Rönesans üslubunda yapılmıĢ bir baĢka saray daha vardı. Bu yapı da Ġngiliz döneminde yerine yeni binalar yapılmak üzere yıkılmıĢ, ancak bugün bu yapının bir kısmı ayakta kalabilmiĢtir. Namık Kemal‟in zindanını da barındıran bu yapının bir kısmı iĢ yerleri, üst kısımları ise Eski Eserler ve Müzeler Dairesi olarak kullanılmaktadır. 1589 yılında Magosa‟yı gören Villamont, paĢanın genellikle baĢkent olan LefkoĢa yerine genellikle Magosa‟da kaldığını, bunun nedeninin ise buradaki kalenin daha muhafazalı olması, hem kendini hem de gemileri koruması açısından burayı tercih ettiğini anlatır.160 18. yüzyılda saraya ek olarak paĢaların kendilerine özel köĢkler de yaptırdığı sanılır. Hacı Ebubekir PaĢa‟nın Büyüksaray‟da vakıf dükkanların arkasında yaptırdığı bir büyük köĢkü kendi vakıfları arasına tescil ettirmiĢti.161 2.5.6. 17. Yüzyıl Evleri 16. ve 17. yüzyılın bu eklektik tarzdaki yapılarına örnek olarak ikisi LefkoĢa‟da, biri Magosa‟da üç ev son yıllarda restore edilimiĢ ve kısmen o yıllardaki konut mimarisi özelliklerini yansıtmaktadırlar. Bugün en eski ev olarak sınıflandırılabilecek, üzerinde Luzinyan armalarının halen durmakta olduğu yapı LefkoĢa‟nın HaydarpaĢa Camii ve Yeni Camii arasında yer alan Kirlizade sokağında bulunan evdir. Bu evin ön cephesindeki gotik kemerli giriĢ kapısı ve armaları buranın Luzinyan karakterini yansıtmaktaysa da pencere ve üst katta sokağa bakan cumbalı sofa pencereleri daha ilk bakıĢta geleneksel Türk evinin dıĢ cephesini açıklıkla vurgulamaktadır. Evin iç planı ise tamamı ile geleneksel Türk evi planında yapılmıĢtır. Bu yapı hakkında özellikle Avusturya‟dan Archeduke Louis Salvator tüm odaların ahĢap tavanları, oymalı dolap kapakları, rafları, zengin sedirleri olduğunu anlatır. Bu sanat Ģahaseri olarak nitelediği evin iç kısmı, bir zamanlar Doğu tarzında zengin bir Ģekilde döĢenmiĢ, taĢ süslemede korkunç grotesk figürler yanında Türk öğelerinin bir arada olduğunu dizelerine eklemiĢ, özellikle son derece süslemeli tavanı ve ocaklığı ve dönen servis dolaplarından bahsetmiĢti.162 Salvator‟un özellikle iç süslemeler açısından ilginç bilgiler verdiği bu ayrıntılar günümüzde süslemeli tavanlar dıĢında ne yazık ki ortada yoktur. Birkaç yıl önce restorasyonu yapılan kalemiĢi tavan üzerindeki motifler de 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar farklı motifler ortaya çıkarmıĢtır. Ancak restorasyon sonrası burası Türk mimari karakterine reğmen, hantal, Lusinyan üslubunda olduğu belirtilen modern mobilyalar ile döĢenmiĢ, Ģömine üstüne de bir Çarmıhtaki Ġsa tablosu asılmıĢtır.

1599

Kıbrıs‟ta bulunan eklektik üsluba örnek olarak verebileceğimiz bir baĢka ev ise yine LefkoĢa‟da olup, Kadı MenteĢ Efendi tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Bir zamanlar Latin BaĢpiskoposu‟nun sarayı olduğu söylenen bu ev, önce Osmanlı döneminin ilk kadılarından MenteĢ Efendi tarafından kullanılmıĢ, daha sonra ise 1816-1821 yılları arasında muhassıllık yapan Küçük Mehmet Ağa tarafından restore edilmiĢti.163 Bir zamanlar gotik taĢ örgü süslemeleri olan gotik kemerlerin silmelerinin taçlandırdığı Türk üslubundaki pencereler ön cephenin tam ortasıda bulunan cumba sofası ve duvarlarında hala daha duran Frenk ailelerinin armaları diğer yapı gibi eklektik bir üslup özelliği göstermektedir. Evin üst katındaki odalarda tavan ve pencereler zengin ahĢap iĢçiliğinin varlığını göstermektedir. Özellikle Selimiye Camii‟ne bakan güney cephede bulunan bir odanın iç duvarının ortasındaki rokoko oymalı Ģerebetlik denilen bir niĢ, yanlarında ise daha ufak niĢler ile asma tavanı, geçme tekniği ile yapılmıĢ pencere kafesleri, ahĢap iĢçiliğine güzel bir örnek olarak verilebilir. Yine bu odaya bitiĢik güney cephedeki diğer odada ise gömme dolaplar yanısıra, dolapların yanında Türk üslubunda niĢler vardır. Belediyeler birliği tarafından restore edilen bu yapı ziyarete açık olup, Belediyeler Birliği tarafından da daire olarak kullanılmaktadır. Ancak, binanın belki de bir Ģehir müzesi olarak düzenlenmesinin daha isabetli olacağı inancındayız. Magosa‟da surlar içinde KıĢla Yolu ve Necip Tözün Sokağı‟nın kesiĢtiği parselin üzerinde ve Gazi Ġlkokulu‟nun arkasında yer alan ve genellikle Osmanlı Konağı diye anılan bir ev eklektik üsluba en güzel örnek olarak verilebilir. Kesme taĢtan yapılmıĢ yüksek duvarlarla çevrili ve dıĢ cephelerde Rönesans üslubundaki Venedik tarzında baca sarkıtmaları ile oldukça ilginç bir perspektif sergileyen bu evin basık, sivri kemerli bahçe kapılarından içeriye adım atıldığında avlu içinde birkaç ayrı birimden oluĢan karmaĢık, ancak tipik bir Osmanlı evi ile karĢılaĢılır. Evin farklı yapı türlerini sergileyen birimleri buranın değiĢik zamanlarda yeniden inĢa edilmiĢ, ancak Venedik döneminden kalma dıĢ cephenin her zaman korunmuĢ olduğunu yansıtmaktadır. Ev, iki genel yapı biriminden oluĢmakta ve yapı farklılıkları göstermektedir. Evin batıda olan ön cephesinde iki ayrı giriĢ kapısı olup, iki ayrı iç avluya açılmaktadır. Ayrıca sol iç avlunun sağ tarafındaki avlu duvarından da sağ kısımdaki iç avluya bir kapı daha açılmaktadır. Sağ taraftaki ikinci iç avluda yer alan Türk hamamı, çeĢme, kuyu gibi yapı birimleri göz önüne alındığında evin bu kısmının harem, soldaki diğer kısmın ise selamlık olduğu düĢünülebilir. Bu evin en ihtiĢamlı tarafı ise avlunun ortasında soğukluk ve sıcaklık bölümlerine ayrılı, üzeri iki ayrı kubbe ile örtülü hamamı idi. Hamam içinde kurna yerleri üzerinde mermer niĢler ile duvarda sadece bir parça olarak tespit ettiğimiz lacivert beyaz Kütahya çinisi ve duvarlardaki çini karolarının izleri bir zamanlar buranın çinilerle kaplı oldukça güzel bir hamam olduğunu düĢündürmektedir. Ne yazık ki restorasyonu bu yıl tamamlanan bu evde, tespit ettiğimiz bu çini, uyarılarımıza karĢın kırılıp atılmıĢ, duvardaki çini karelerinin izleri de kaybedilmiĢtir. Hamamın hemen karĢısında alçak bir duvarla yükseltilmiĢ bir kısımda havuzlu bir bahçe vardır. Odalar genelde bir hayat etrafında düzenlenmiĢti. Hamamın karĢısındaki iki katlı taĢ merdivenli bir yapının üst katında ortada direkli bir hayat kısmı, yanlarda ise iki oda vardır. Ortada duran hayat kısmı etrafındaki iki odadadan batıya bakanı günümüze nadir olarak gelen geleneksel Osmanlı odasının sekialtı ve seki düzenlemesini yansıtmaktadır. Pencereler tepede olup, stükko kefesler ile gizlenmiĢtir. Odada boydan

1600

boya üzerleri süslemeli ve boyalı raflar ve dolaplar vardır. Pabuçluk olarak görev yapan sekialtı, yer seviyesinden yüksek olarak yapılan ahĢap seki üzerindeki sedirlerin yer aldığı oturma alanından ahĢap bir parmaklık ile bölünmüĢtür. Bu düzenleme günümüzde geleneksel bir Türk evinin iç düzenlemesini yansıtan tek örnek olarak kalmıĢtır 2.5.7. XVIII ve XIX. Yüzyıl Evleri Genellikle taĢ yapılar olan 16 ve 17. yüzyıl ev tipleri, 18. yüzyılda bir değiĢime uğrar. Bunun nedeni olarak da 1718 yılında adada meydana gelen Ģiddetli bir deprem gösterilir. Kıbrıs‟ta buna benzer depremler 1567 ve 1583 yıllarında da olmuĢsa da 1718 yılında olan depremin Ģiddeti fazla olup, can ve mal kaybının da fazla olduğu sanılmaktadır. Birçok kaynak bu deprem sonucunda Türklerin ev stilini değiĢtirdiklerini anlatır.164 Alexander Drummond, Larnaka‟da gördüğü evleri anlatırken adanın o yöresinde diğerlerinde de olduğu gibi evlerin güneĢte kurutulmuĢ kerpiçten yapıldığını, yine de görüntülerinin oldukça derli toplu olduğunu ve ada halkının depremin kötü sonuçlarından korkup, tedbirli olmak amacı ile bir kattan daha yüksek yapı yapmadıklarını, ama bu yapı tekniği ile yapılmıĢ evlerin mimarları, duvar ustaları, marangozları Ģimdiye dek rastladığımız en yeteneksiz zanaatkârlar olmasına karĢın yine de evler dayanıklılık açısından düĢünüldüğünde inanılmayacak kadar fazla bir ömre sahip olduklarını belirtir.165 19. yüzyıldan sonra ev planlarında da değiĢiklik gözlemlenir. Geleneksel Türk mimarisinde evlerin sokak kapıları genellikle avluya açılır, odalar ise revakların gerisinde olurdu. Bu yüzyılın sonunda ise sokak kapısı doğrudan doğruya evin sofasına açılmakta idi. Pencere sayılarında artıĢ olmuĢ, geleneksel cumbalı sofalar da bu dönemde çok rağbet bulmuĢtu. Cumbaların olduğu bu sofa çıkmasının üç tarafı da pencereler ile donatılmıĢ, hem ıĢıklandırma, hem de sokağın evdekiler tarafından gözlenebilmesi sağlanmıĢtı. Bunlar adeta evin sokağa açılan gözleri idi. Evin kadınları kafeslerle gizli bu pencerelerden sokağı izleyebilirdi. Her iki olayı da Avrupa etkisinin toplumda artması ve aile yapısının da kısmen içe dönük olmaktan çıkıp, dıĢa dönük olmaya baĢlaması olarak yorumlamak mümkündür. Bu dönemde bazı evlerin ön cepheleri neo-klasik veya neo-gotik tarzda yapılmıĢtı. Genellikle kapılarında tarih bulunan bu geç dönem Osmanlı tipi evleri incelendiği zaman, aile tipleri hakkında da görüĢ beyan etmek mümkün olmaktadır. Direk olarak evin sofasına açılan evlerin kapılarında hem tepe pencereleri, hem de üst aynalarda yaratılan pencereler ile bu dıĢa açılım sağlanmıĢtır. Ancak sadece kapı üzerinde bırakılan bir tepe penceresi ve zemin katta yüksekte ve küçük ebatlarda olan pencereler ve avluya açılan ev planları ise tutucu bir aile yapısını yansıtmaktadır. 2.5.8. XIX. Yüzyıl Sonları ve XX. Yüzyıl BaĢlarındaki Türk Evleri Batı etkilerinin toplumda belirmeye baĢladığı bu dönemde özellikle Ġngiliz idaresinin de baĢlaması sonucu ev tiplerinde değiĢmeler olur. Bu dönemde yapılan Türk evlerinin sokak kapıları üstünde Arap rakamları ile yapılıĢ tarihi, bazen de ay - yıldız motifi ya da maĢallah veya besmele yazıları eklenirdi. Bunlar, ya demir süslemelerin arasında bezemelerdi, ya da taĢ kapı silme kemerleri

1601

üzerine oyularak yapılırdı. Bu da Ġngiliz döneminde artan milliyetçilik duygularından kaynaklanmakta idi. Yine bu döneme ait Rum veya Ermenilere ait evlerde de haç motifi ve batı karakterindeki tarihler aynı Ģekilde kapı baĢlıklarına konmuĢtu. EĢinin görevi nedeniyle adaya gelen ve burada bir süre yaĢayan Mrs. Esme Scott-Stevenson‟un detaylı olarak anlattığı Girne‟de kaldıkları Türk evi, küçük olmasına karĢın içindeki zengin bezemeli kalem iĢi duvarları, tavanları ve döĢemesi, denize bakan cumbalı odası ile adeta Ġstanbul‟daki Boğaziçi yalılarını anımsatmaktadır.166 Osmanlı tarzında yapılmıĢ ve döĢenmiĢ bu evlerde sadece Türk soyluları ve zenginleri oturmuyor, ayrıca zengin gayrımüslimler ile Avrupalı konsoloslar da bu tür evlerde oturmayı tercih ediyorlardı. Örneğin Osmanlı sarayında Rum ve diğer gayr-ı müslimlerin davalarının takibinde tercüman olarak görev yapan Sekis Efendi‟nin evi gerçek anlamı ile Türk adetlerine göre döĢenmiĢti. E. D. Clarke‟a göre Sekis Efendi‟nin evi gerçekte doğu ihtiĢamının en güzel örneklerini içeren bir saraydı. Zemini Kahire‟den getirtilen en iyi cins hasırlar ile örtülü idi. Duvardan duvara yer alan sedirler, atlas örtüler ile örtülmüĢ, iĢlemeli yastıklar ile bezenmiĢti; pencereleri ve diğer mimari özellikleri hep Türk tarzında olup, harem kısmının da ayni ihtiĢamda iki tane önemli misafir kabul odası vardı.167 Günümüze kadar gelebilen kültür mirası içinde evler önemli bir yer tutmakla beraber bunlar genellikle 19. yüzyılın ikinci yarısına ve bu yüzyılın baĢlarına aittir. UNESCO‟nun himayesinde koruma altına alınan LefkoĢa‟nın Arab Ahmet Mahallesi evleri kısmen restore edilmiĢ, bir kısmında ise restorasyona devam edilmekte veya sıralarını beklemektedirler. Bunlardan LefkoĢa‟nın esas etnografya müzesi olarak düzenlenen DerviĢ PaĢa Konağı, restorasyon sonrası en iyi değerlendirilen yapıdır. Zaman gazetesini çıkaran ve Ġngiliz döneminde kavanin meclisi üyesi olan DerviĢ PaĢa‟ya ait olan bu konağın bir kısmı günümüzde restore edilmiĢ ve müze olarak düzenlenmiĢtir. Ancak restorasyon sırasında teknik yetersizlikler nedeniyle özellikle tavanlar ve hamam değiĢimlere uğramıĢtır. Yine Selimiye yöresinde saçaklı ev denilen evin restore edilerek bir kültür merkezi olarak kullanılması sevindiricidir. Hem LefkoĢa‟da, hem de Magosa‟da kale içinde son yıllara kadar kalabilen Türk evleri, Kıbrıs‟ta Osmanlı döneminde geçirdiği evrimi kısmen günümüze aktarabilmiĢtir. Ancak ne yazık ki bu yapıların ayakta durmasını 1974 yıllarına kadar Türk toplumu tarafından yaĢanan mali sorunlara borçluyuz. 1974 sonrası artan ekonomik refah, surlar içinin terkedilerek surlar dıĢında yapılan yeni evlere, apartmanlara rağbet edilmesi sonucu büyük bir kısmının terkedilmesi ve genellikle apartman veya iĢ merkezleri yapma amacı ile yıkılmaları, ayakta kalabilenleri de yıkıma mahkum etmiĢtir. Bu nedenlerden ötürü son yirmi yıl içinde özellikle LefkoĢa ve Magosa‟da çok sayıda ev yıkılmıĢ, bir kısmı ise halen iĢçi barınakları olarak kullanılmaktadır. 3. Güzel Sanatlar 3.1. Oymacılık ve Hat Sanatı

1602

Mimari yapıtlar yanında Kıbrıs‟ta Türk süsleme sanatlarının da önemli ürünler verdiği bir gerçektir. Selimiye Camii, Lala Mustafa PaĢa Camii ve Arab Ahmet Camii‟nin özellikle dökme alçı bloklar üzerine oyma yöntemi ile yapılan pencere kafesleri, geometrik bezemeli olup, oldukça estetik özellikleri vardır. T. C. Vakıflar Ġdaresi tarafından sürdürülen son yıllardaki restorasyonlarda, bunlar sağlıklı durumda olmalarına rağmen tamamı ile değiĢtirilme yoluna gidilmiĢ ve orijinalleri saklanmamıĢtır. ok azı kalan bu kafeslerde her pano üstünde çok farklı motifler oyulmuĢtur. Camiilerde mihrap, minber ve mahfiller ile mezar taĢlarından oymacılık sanatında oldukça hünerli Türk ustalarının adada yaĢadığı ve çalıĢtığı düĢünülebilir. KalemiĢi tekniği ile bezenmiĢ tavanlar, adada bu sanatın yaygın olduğunu anımsatmakta ise de bu konuda herhangı bir yazılı bilgiye eriĢemedik. Süsleme sanatları arasında en fazla örneklenebilien alan hiç Ģüphesiz hat sanatıdır. Türk hat sanatının çok güzel örnekleri günümüze kitabeler, mezar taĢları olarak kalabilmiĢtir. Bu kitabeler ve mezar taĢları, o günün hat sanatını ve bezeme üslubunu yansıtmasının yanısıra, yapılar ve önemli kiĢiler hakkında birer değerli döküman olarak da değerlendirilebilir. Mermer üzerine hakkedilmiĢ bazı kitabelerde bazan hattatların imzalarını da bulabiliyoruz. LefkoĢa‟de Selimiye Camii‟nin Batı mihrabındaki l004 (l595) tarihli kitabe Mahmud diye imzalanmıĢtır. Magosa Kalesi‟nin ana giriĢindeki Akkule Mesciti‟nin kitabesi ise H.1028 (1617 / 18 M.) tarihli ve Durri (kırılmıĢ olduğu için okunamadı) imzalıdır. Ġslam alemi için son derece kutsal bir yer olan Hala Sultan Tekkesi‟nin 1845 tarihinde yazılmıĢ kitabesi de tekkenin ġeyhlerinden Mehmet ġemsi tarafından yapılmıĢtır. 19. yüzyılın baĢlarında yaĢayan Feyzi Dede, Kıbrıs‟ta yetiĢen en önemli hattatlardan biridir. II. Mahmut kütüphanesi kitabesi buna örnek olarak verilebilir. 1314 tarihli bir kayıtta Kıbrıs RüĢtiye Mektebi‟nde otuz iki seneden beri hat öğretmneliği yapan Ahmet ġükrü‟den bahsedilmektedir.168 19. yüzyılın ikinci yarısında LefkoĢa‟da bulunan en az beĢ dükkanlı Hattatlar arĢısı169 hat ustalarının sadece medreselerde değil, esnaf topluluğu arasında da çalıĢtıklarını yansıtabilir. 3.2. Dokumacılık eĢitli belgeler, Kıbrıs‟ta dokunan bazı kumaĢların isimlerini öğrenmemize yardımcı olmaktadır. Kıbrıs‟ta pamuk, ipek böceği ve çeĢitli kök boyalar yaygın bir Ģekilde üretilmekteydi. Kıbrıs basmalarından ihracaat yapıldığını Kamus-ı Alam da bahsetmektedir.170 19. asrın ilk yarısının baĢlarında Kıbrıs mutasarrıflığında bulunmuĢ olan ġair Ziya PaĢa, LefkoĢa‟da bir sanat geçidi tertiplemiĢ ve bu geçide Revan Geçidi adı verilmiĢti. Bu geçitde basmacı ve debbağ esnafının önemli bir yeri olmuĢtu.171 Kıbrıs‟ta pamuklu ve ipekli kumaĢlar genellikle kadınlar tarafından dokunur ve bunlar hem yerel pazarlarda satılır, hem de ihraç edilirdi. Kıbrıs‟ta dokunan kumaĢlardan baĢlıcaları Kıbrıs çatması, kız dimisi,172 Kıbrisi kumaş, makrama, tülbend,173 kutni, keremsud, kumaş, peşkir, yasdık, harir şal ve kuşak, dimi şal, peşimi, mizan-ı harir, penbe, damga-i akmeşe174 idi. Jennings‟e göre Van der Nijenburg‟un sıraladığı Kıbrıs ürünleri arasında Hint pamuklu ve ipeklilerine benzeyen ancak onlardan biraz daha az kaliteli olan çiçekli kumaĢlar, hem iç, hem de dıĢ ticarette önemli bir yer

1603

tutmaktaydı.175 Ne yazık ki 1861 yılında Osmanlı ve Ġngilizler arasında yapılan ticaret anlaĢması sonucunda gümrük vergilerinin düĢürülmesi ile Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun birçok yöresine olduğu gibi Kıbrıs‟a da Ġngiliz kumaĢlarının ithali artmıĢ ve özellikle Ģehirli halk Ġngiliz kumaĢlarını yerli kumaĢlara tercih etmiĢ, böylece bu alandaki üretime de bir darbe vurulmuĢtu. Sadece köy kadınları evlerinin tüm kumaĢ ihtiyacını evdeki tezgahlarında karĢılamaktaydılar. 19. yüzyıl ortalarında adada üretilen ipek ve pamuklu kumaĢlar sadece yöresel ihtiyacı karĢılamaktaydı.176 Mrs. Lewis, ipeğin büyük bir miktarının Baf bölgesinde evlerde dokunduğunu ve Orta Doğu‟nun diğer yörelerinde dokunan ipekten daha canlı renklerde ve kaliteli olduğunu anlatır. Mrs. Lewis, yine Kıbrıs‟ta beyaz ipek iplikle yapılan zengin iĢlemeli Lefkara iĢi, renkli ipliklerle yapılan iĢlemeler ve artık pek yapılmayan, ama çok zengin renklerle ve büyük bir ihtimamla yapılan ipek iĢlemelerden de bahseder.177 4. Eski Eserler Yasası ve Türk Eserleri Ġngiliz döneminde 1905 yılında yürürlüğe giren Antikalar Kanunu178 sonucu eski eserlerin ve anıtların hiç bir milliyetçilik ve din farkı gözetilmeden korunması beklenirdi. Ancak bu yasanın 1.4 maddesinde yapılan antik eser ve anıt kavramı Türk kültürünü koruyucu hiç bir önlem getirmemiĢ, tam aksine bunları bu kapsam dıĢında bırakmıĢtı. Buna göre sanat eserinin “Bilinen en eski çağlardan adanın Türkler tarafından fethine kadar kapsayan dönemlere ait olan ve örneğin her hangi bir yapı veya mimari anıt, bunlara ait herhangi bir yontulmuş taştan yapılmış heykel ve kaideleri, kale duvarı, mezar, kaplama taşı, heykel, kabartma, heykelcik, yazıt, resim, mozaik, vazo, silah, süsleme ve takı, başka eserler ve her türlü malzeme ile yapılmış kaplar, değerli yüzük taşları, sikke ve antikacıların ilgi duyduğu her türlü eşya gibi mimarlık yapıtı, heykel veya her hangi bir grafik sanat veya genel olarak sanat eseri” antik eser kapsamına girmekte idi.179 Buna göre eski eser kavramı 1570 yılına kadar olan evreyi kapsamakta olup bu Venedik dönemi ile sınırlanmıĢ, eserlerin korunması ve müzelerin düzenlenmesi hep bu sınırlar içine sığdırılmıĢtı. Türk eserlerinin bakımı ve korunması Vakıflar Ġdaresine bırakılmıĢ, sivil mimari de tamamı ile mal sahiplerinin insiyatifine kalmıĢtı. Osmanlı döneminde çeĢitli tamiratlar ve düzenlemeler geçiren LefkoĢa ve Magosa Sarayları da zaten bu kanun çıkmadan birkaç yıl önce yıkılmıĢ, buradan çıkarılan sadece Lüzinyan ve Venedik eserleri, yasanın çıktığı yıl yeni açılan Venedik evinde TaĢ Eserleri Müzesi olarak düzenlenmiĢ olan Lapidary Müzesi‟nde korumaya alınmıĢtı. 1905 yılında Türk eserlerine karĢı yapılan bu ihmalin çok sayıda Türk eserinin yok olmasına neden olduğunu sanıyoruz. 5. Adanın Osmanlı Dönemi Kültür Tarihi ile Ġlgili alıĢmalara Kısa Bir BakıĢ Makelenin baĢında da belirttiğimiz gibi Kıbrıs çok zengin tarihe sahip bir adadır. DeğiĢik dönemlerini yansıtan kültür mirası ise dünyanın çeĢitli müzelerine dağılmıĢ, kimi anıt ise ayakta kalmayı baĢarabilmiĢtir. Kıbrıs da, Anadolu ve Yakın Doğu ülkeleri ile aynı kaderi paylaĢmıĢ, çağlar boyu Avrupalı bilgin ve hazine arayıcıları tarafından talan edilmiĢtir. Bu genellikle o yılların kültür ortamının farklılığı ve bu eserlerin değerinin bilinmemesi nedeniyle olmuĢ, eyalet yöneticilerinin yanısıra, kimi zaman PadiĢahlar dahi bunların alınıp götürülmesinde bir sakınca görmediği için özel fermanlar ve hükümler vererek, bu kiĢilere yardımcı bile olmuĢlardı.180 Osmanlı anıtları ve diğer

1604

eserler de bu kültür talanından nasibini almıĢ, bunun yanısıra düĢmanlık duyguları ile zaman zaman Rumlar tarafından tahribata uğramıĢtır. Kıbrıs‟ta ilk müze Ġngiliz idaresi döneminde Ġngiliz yüksek komiserinin öncülüğünde, komiserin yardımcısı, Kıbrıs kadısı ve baĢpiskosdan oluĢan dört kiĢi tarafından 1883‟de kurulmuĢtu. 181 Müze, kuruluĢunu gerçekleĢtiren üyelerden toplanan yardımlar ve üyelik aidatları ile sağlanmıĢtı. Müzenin kurucu üyeleri arasında Türkler de olmasına karĢın, müzede Türk kültürünü yansıtacak hiç bir Ģey düĢünülmemiĢ, sadece antik eserlerin sergilenmesi hedeflenmiĢti. Bu yıllardan Mayıs 1905 tarihine kadar Osmanlı idaresi döneminde çıkan Asar-ı Atika Nizannamesi geçerliliğini korumuĢsa da Ġngilizler bu yasanın uygulanmasına kısıtlamalar getirmiĢ ve sadece British Museum uzmanlarına adada kazı yapma izni vermiĢlerdi. Bu dönemde Osmanlı otoriteleri adadan Ġngiltere‟ye antik eser ihracının durdurulması için giriĢimlerde bulunmuĢ ancak bu baĢarısızlığa uğramıĢ ve buna gerekçe olarak da Osmanlı döneminde çıkan bu yasanın adada artık geçerli olamıyacağı gösterilmiĢti.182 Osmanlı döneminde tamamı ile Osmanlı idarecilerinin giriĢimleri ile toplanan antik eserlerle açılan ve ayrıca Kıbrıs kadısı ve Türk eĢrafından kiĢilerin de kurucu üyeliğini yaptığı Kıbrıs Müzesi, nedense hep geçmiĢte de Rumların idaresinde olmuĢ, ancak 1962 ylında Türk toplum liderlerinin kararı ile Mevlevi Tekkesi, Mevlevi ve Türk Etnografya Müzesi olarak düzenlenmiĢti. Burada etnografik melzeme, değerli kılıç ve silahlar, az sayıda el yazması, mevlevi kıyafetleri, hat sanatı örnekleri ve müzik aletleri sergilenmektedir. Ancak 1986 yılında bir soygun sonucu 250 civarında en değerli eserlerini yitirmiĢtir. Magosa‟da 1 Ağustos 1968 yılında surlar içinde Canbulat Müzesi de Türk müzesi olarak açılır. Gerçekte burası bir türbe olup, ön kısmı etnografya müzesi olarak düzenlenmiĢtir. Müzenin en önemli eserleri arasında fetih sırasında kullanılan bayraklar ve sancak alemi ile Kutup Osman Tekkesi‟ne ait ġeyh Feyzullah tarafından yazılmıĢ iki adet büyük levha yer alır. Bu eserler yanında Kıbrıs‟ın antik dönemlerine ait seramikler ve aletler ile Türk dönemi giysileri ve iĢlemeleri, nereden geldiği belirtilmeyen Ġznik ve Kütahya çinileri ile bir tabak, ve T. C. Büyükelçilerinden Sn. Asaf Ġnhan ve eĢinin müzeye bağıĢladığı Kıbrıs‟ın fethini yansıtan büyük boy gravür tekniğinde yapılmıĢ resimli harita yer alır. 1989 yılında DerviĢ PaĢa Konağı‟nın bir etnografya müzesi olarak düzenlenmesi de bu müzeler zincirinin önemli bir halkasını oluĢturmuĢtur. 6. Kıbrıs Kültür Mirası Ġle Ġlgili Yapılan Ġlk alıĢmalarda Türk Kültürünün Yeri Kıbrıs kültür mirası veya diğer bir deyiĢle sanat tarihi üzerine yapılan ilk çalıĢmalar 19. yüzyılın ikinci yarısında baĢlar. Ġngiliz idaresinin adada baĢlamasından önce Baron E. Rey tarafından Architecture Militaire adlı kitabında yayınlanan St. Hilarion ve Bufavento Kalelerinin detaylı çalıĢmaları ve planlarının hazırlanması ve Marquis de Vogue‟un 1800 yılında hazırladığı Monuments de Chypre et de Rhodes adlı eserinde verilen çok kısa bilgiler dıĢında mimari bir araĢtırma hemen hemen hiç yapılmamıĢtı. 1878 yılında ve hemen bunu izleyen yirmi yıl içinde Kıbrıs mimarlık anıtları ile ilgili pek çok araĢtırma yapılmıĢ ve bunlara ait yayınlar çıkmıĢtır. Mimari yapıların durumları ile ilgili özet niteliğinde bir çalıĢma L‟Anson ve Vachet‟in 1882 yılındaki makaleleri ile büyük bir kısmı Türk

1605

döneminde kullanılan Latin yapıları ile ilgili bilgiler içeren Camille Enlart‟ın; Kıbrıs‟ta Gotik mimari ve Rönesans konulu değerli çalıĢması bu dönem çalıĢmalarının en önemlileridir.183 Edward I‟Anson Kıbrıs‟ın Ortaçağ ve diğer yapıları üzerinde oldukça detaylı çalıĢmalar ve çizimler yapıp bunları The Transactions of the Royal Institute of Architects‟in 1882-83 sayısında yayınlamıĢtı.184 Pek çok çizim ve plan da içeren bu makalesi bugün dahi sanat tarihi araĢtırmalarında ve restorasyon projelerinde kullanılabilecek değerli bilgilerle dolu bir kaynaktır. Tarafsız araĢtırma yapıp, yazan araĢtırmacı I‟Anson her ulusa ait kültür mirasını tespit edip, bunlar hakkında bilgi edinmeyi hedeflemiĢ, bunu yazılarında ortaya koymuĢtu. Bizans ve Araplara ait kalıntıları bulma çabalarını anlatmıĢ, Bizanslılardan çok sayıda eser kaldığını ancak Arap istilalarına ait herhangi bir iz bulamadığını belirtmiĢti. Ayrıca “Gotik” istilasına ait kalan çok sayıda anıta karĢılık Ġtalyan veya Venediklilere ait çok az eser kaldığını, bunların yanısıra son dönem olmasına karĢın Türk dönemine ait birkaç camii, mezar ve su kemeri dıĢında çok fazla bir Ģey kalmadığını yazmıĢtı. I‟Anson ayrıca Arap mimarisine ait çok ilginç örnekler yanında sivri kemerli sundurmaları olan kiliseler ile, Türklerden kalan Arap ve 15. Louis stilinin birleĢtirildiği eklektik türde az sayıda evler olduğunu da sözlerine ekler.185 I‟Anson, bu sözleri yanında “bu eserler saf ve kendine özgü olmasa da, buradaki insanlar taĢ kemer yapmakta çok hünerlidir. Hâlâ daha bugün de kemer yapımında Kıbrıslılar bu baĢarılarını devam ettirmektedir” diye sözlerine eklemiĢti.186 Fransız sanat tarihçisi Camille Enlart‟ın yayınladığı Gothic Art and the Renaissance in Cyprus bugün hâlâ Ortaçağ dönemi çalıĢmaları için en iyi kaynaktır. George Jeffery de yayınladığı pek çok makale ve kitap ile Kıbrıs araĢtırmalarında büyük bir katkıda bulunan önemli bir arkeolog olarak anılabilir. Ancak, Jeffery, yayınlarında Türk eserlerine değinse de bunlar hakkında fazla bilgi vermez. Kıbrıs‟taki camiileri ele alan The Mosques of Nicosia adlı kitabında dahi tüm camiileri ele almayı amaçlamıĢken, bunların isimleri dıĢında verdiği diğer bilgiler genellikle bu camiilerin altında kalan veya yapı malzemesi olarak kullanılan Latin kiliselerine ait kalıntıları ile ilgili idi. Arap Ahmet Camii gibi tamamı ile Türkler tarafından yapılmıĢ bir camii hakkında Türk özelliğine ait hiç bir bilgi vermemiĢti. Bu eserlere önem vermediği, sanat yönünden hiç bir olağan üstü özellik göstermedikleri Ģeklinde fikirler beyan etmiĢti. Fanatik düĢüncelerini yine 1905 yılında çıkan Antikalar Kanunu üzerine beyan ettiği bazı düĢünceleri ile de yansıtmıĢtı. Bu beyanlarından birinde “Gerçekte mezarlardan çıkan buluntular ile antik eser kalıntıları dahilinde bulunan antik eserlerin yurt dışına çıkmasını kontrol altına almak amacı ile çıkarılan bu kanunda devlete ve kişilere ait gotik yapılar hakkında her hangi bir koruyucu önlem içermiyor. Ortaçağ krallıklarına ve İtalyan istilasının anıları olan yapıtların korunması gerekliliği bu makalenin yazarının ve adayı ziyaret eden pek çok Avrupalı‟nın arzusudur” demesi tutuculuğunun isbatı idi.187 Oysa ki yasa 1570 yılına kadar olan anıtları kapsamakta idi. Ronald Storrs‟un valilik dönemine ait Orientations adlı anılarında188 adada her Ģeyi Helenistik döneme mal etmeye çalıĢan Rumların birçok esere zarar verip ortadan kaldırdığını belirtmiĢti. Bu çalıĢmalar incelendiğinde ilk yıllarda yapılan araĢtırmaların daha az tutucu olduğu, adadaki sanat eserleri ve anıtlarının farklı özelliklerini ortaya çıkarmak için daha az ön yargılı davrandıkları

1606

gözlemlenmiĢtir. Ancak 20. yüzyıl çalıĢmalarında özellikle Türk anıtlarının ve sanatının oldukça ihmale uğradığı görülmüĢtür. 19. yüzyıla ait Türk anıtlarına ait her hangi bir arkeoloji veya sanat tarihi araĢtırmasına rastlamamak üzücüdür. Yirminci yüzyılda da bu konunun çok fazla araĢtırılmıĢ olduğu söylenemez. Bu konuda yapılan en iyi çalıĢma Prof. Dr. Oktay Aslanapa tarafından hazırlanıp yayınlanmıĢ olan Kıbrıs‟ta Türk Eserleri adlı kitaptır. Prof. Dr. Gönül Öney‟in Büyük Han‟la ilgili yayınlanmıĢ tebliği ile 1974‟de Touring kurumunun yayınladığı Belleten‟de Kıbrıs özel sayısında çıkan makaleler ve bunlar arasında özellikle Prof. Dr. Semavi Eyice ve Dr. Emel Esin tarafından yayınlanan Kıbrıs Türk Kültür Mirası ile ilgili makaleler ve kitaplar da Kıbrıs‟taki Türk eserlerini irdeleyen örnek çalıĢmalardır. Halil Fikret Alasya ile Ahmet C. Gazioğlu‟nun Kıbrıs‟ta Türk dönemine ait tarih kitaplarında yer alan Türk eserlerine ait bölümler ile Cevdet ağdaĢ‟ın Kitabelerle Türk Abideleri adlı kitapçığı bu konudaki az sayıda olan çalıĢmalardan bazılarıdır. Ancak, bu çalıĢmalarda genellikle kaynak gösterilmeden verilen bilgiler birbirinin aynı olup, fazla bir yenilik getirmemiĢtir. 1969 yılında ilk kez Rum kesiminde yapılan ve Türklerin de çağrılı olduğu I. Uluslararası Kıbrıs Tetkikleri Kongresi‟nde Türk heyetinin sunduğu tebliğler Kıbrıs‟ın tarihi, coğrafyası, folkloru ve sanat tarihini ilgilendiren konularda olmuĢ, daha sonra bunlar, Türk heyeti baĢkanı Prof. Dr. Halil Ġnalcık‟ın editörlüğünde Türk AraĢtırmaları Enstitüsü tarafından yayınlanarak kalıcı olması sağlanmıĢtı. Belleten‟de yayınlanan Halil Sahillioğlu‟nun yayınladığı “Kıbrıs‟ın Ġlk Yıl Bütçesi” de fetih yıllarını aydınlatan bilgiler içermesi yönüyle burada anılmaya değer bir çalıĢmadır. 1989 yılında LefkoĢa‟da düzenlenen Arkaik Dönemden Bugüne Türk Kültürü ve Turizim Politikası Sempozyumu ise Ayça Adalıer tarafından sunulan “Arkaik Dönemde Türk Kültürü” adlı tebliğ ile arkeoloji ve sanat tarihi araĢtırmalarında sorgulanması gereken yeni boyutlar ortaya koymuĢ, Prof. Dr. Yılmaz Önge‟nin sunduğu “Türk Kıbrıs Eserlerinde YaĢatılan Türk Sanat ve Mimarlık Gelenekleri” adlı tebliğ de özellikle Türk eserlerine bir özet bilgi sunması ve Anadolu örnekleri ile karĢılaĢtırması yönüyle değerli bir katkı olmuĢ, diğer tebliğler de adadaki Türk kültürünün devamını ve Anadolu bağlantılarını irdelemeleri yönüyle tamamlayıcı bilgiler getirmiĢtir. 1990‟lı yıllarda Kıbrıs ile ilgili Osmanlı dönemini de kapsayan kitabı ile Lady Rosamond Hanworth‟ün kuzey Kıbrıs kültür mirasını ele alan değerli çalıĢmasını, dört Ģeriye sicili ile Osmanlı dönemi Kıbrıs‟ını anlatan Prof. Dr. Ronald Jennings‟i anmak isterim. Yine de Kasım 1996 ve 1998‟ de yapılan Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongreleri‟nde sunulan tebliğler arasında kültür tarihine ait birkaç tebliğ de bu alandaki çalıĢmalara bir katkıda bulunmuĢtur. Son yıllarda Devlet ArĢivleri Osmanlı ArĢivi belgeleri içinde Kıbrıs‟a ait defterlerin incelenip transkripsiyonlarının yapılması ile Kıbrıs konusunda Osmanlı belgelerinin açığa çıkması da oldukça sevindiricidir. Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs AraĢtırmaları Merkezi‟nin kuruluĢunda ve çıkardığı Kıbrıs Araştırmaları Dergisi‟nde de Kıbrıs sanat tarihine ait özgün çalıĢmaların yayınlanması hedeflenmiĢse de merkezin ve derginin politik konulara kaydırılmıĢ olması nedeniyle bu çalıĢmalar beklenilen sayıda ve düzeyde olmamıĢtır. Yine DAÜ‟de 1998 yılında açılan Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü‟nün arkeoloji alanına kaydırılması ve Türk ve Ġslam sanatı konularını programdan kaldırma giriĢimleri bu alanda yapılması beklenen çalıĢmalara daha Ģimdiden bir darbe indirmiĢtir. Bununla

1607

birlikte, aynı üniversitenin Mimarlık Fakültesi‟nde özellikle yüksek lisans çalıĢmalarında bu alana ilgi gösterilmekte, ancak belgelere dayalı çalıĢmalar burada da zayıf kalmaktadır. Kıbrıs kültür tarihi özellikle yabancı bilginler tarafında yoğun bir Ģekilde araĢtırılmakta, yayınlar yapılmaktadır. Türk dönemi ile ilgili çalıĢmalar ise maddi olanaksızlıklar, kaynakların çoğunun Osmanlıca olması ve bu konuda ilgi duyan az sayıda bilim adamı olması nedeniyle yavaĢ gitmektedir. 7. Sonuç Burada aktarılmaya çalıĢılan bilgi ve örnekler, Kıbrıs adasında dört yüzyıldan beri süregelen Türk egemenliğinin kanıtıdır. Ancak yukarıda da bahsettiğim gibi Osmanlı idaresi heybetini, gücünü gösterecek göz alıcı yapıtlar meydana getirmek yerine, insan boyutlarında, halkın ihtiyaçlarını giderecek yapıtlara önem verdi. Bugün bu yapılardan bir kısmı özenle korunurken, hatalı restorasyon ve Ġngiliz döneminde Vakıflar Ġdaresi‟nin hatalı çalıĢması sonucu bu eserlerin çoğu kaybolmuĢtur. 1905 yılında çıkan Eski Eserler Kanunu‟nun eski eser tanımı da bu eserlerin ihmale uğramasında diger bir etkendir. Yasanın bu maddesine göre Osmanlı idaresinin baĢına kadar yapılan tüm anıtlar ve objeler antik eser kapsamına girmiĢ, Türk eserleri bu kapsam dıĢında kalmıĢtı.189 Bu yazımızda batılı kaynaklara yer vermekle beraber mümkün olduğunca Osmanlı arĢivlerindeki belgelerle desteklemeye çalıĢılarak Kıbrıs‟ta Türk Devri Mimarlık Eserleri ve Sanatı irdelenmeye çalıĢıldı. Kıbrıs‟taki Türk dönemi kültür mirasının bir özeti olarak hazırlanan bu makalenin ileriki yıllarda yapılacak Türk eserleri üzerinde daha detaylı çalıĢmalara bir temel oluĢturması amacını gütmekteyiz. Kıbrıs Türk eserleri ile ilgili çalıĢmalar özellikle Osmanlı arĢivlerinde bulunan çok sayıda dökümanların incelenmesi, Ģeriye sicilleri ile vakıf belgelerinin de çözümlenip yeni yorumlar getirilmesi ile tamamlanabilecektir. Türk eserlerinin tanıtımını amaçlayan bu çalıĢmanın diğer bir amacı da, evrensel kültürün bir parçası olan Kıbrıs kültür mirasının Türk eserleriyle birlikte hiç bir ayrım yapmadan bir kültür bütünlüğü içinde geleceğe aktarılmasına katkıda bulunmaktır. Bu çalıĢma için baĢka bir konuda olan doktora tezi çalıĢmalarım sırasında rastladığım ilginç belgelere özenerek, özellikle BaĢbakanlık ArĢivi‟nde ilk detaylı araĢtırmamı 1991 yılı yazında yaptım. Bu çalıĢma sırasında çok sayıda katalog taranmıĢ, önceleri sadece bilgi kırıntılarına rastlanabilmiĢ, daha sonra özellikle Londra‟da British Library‟de senelerce sürdürdüğüm çalıĢmamda adanın her yöresinde görebildiğimiz eserler yanında kaybolanlara da ıĢık tutacak geniĢ bir bilgi oluĢmuĢtur. Ancak Kıbrıs konusunda çeĢitli yıllara ait masraf defterleri, tapu tahrir defterleri ve ġeriye Sicilleri‟nin taranması ile daha da detaylı bilgiler çıkacağına inanıyorum. 1991 yılında Ġstanbul‟da yaptığım araĢtırmamda her türlü kolaylığı gösteren o yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs Büyük Elçisi Ertuğrul Kumcuoğlu ve Ġstanbul Vali Yardımcısı halen Ġçel Valisi olan Sayın ġenol Engin‟e, BaĢbakanlık ArĢivi yetkililerine, çalıĢmalarımı her zaman destekleyen hocam Prof. Dr. Nurhan Atasoy‟a, Doğu Akdeniz Üniversitesi”ne ve Rektör Sayın Prof. Dr. Özay Oral‟a, BaĢbakanlık ArĢivi yetkili ve personeline ve sembolik bir burs ile destek veren Sayın CumhurbaĢkanımız Ekselansları Rauf DenktaĢ‟a saygı ve Ģükranlarımı sunarım.

1608

1 Ekmeleddin Ġhsanoğlu, (1994). Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, Cilt I, Ġstanbul, s. 5. 2 Oktay Aslanapa, (1986). Osmanlı Devri Mimarisi, Ġstanbul, s. 1. 3 George Hill, (1949). A History of Cyprus, Cambridge, Cilt I, s. 1. 4 Katip elebi, (1989). Tuhfet‟ül Kibar fi Esfari‟l Bihar, NeĢr. Orhan ġaik Gökyay, Ġstanbul, 1980, Cilt I s. 132. 5 Selaniki Mustafa Efendi, (1989). Tarih-i Selaniki 971-1003 / 1563- 1595), NeĢr. Prof. Dr. Mehmet ĠpĢirli, Ġstanbul, C. I, s. 77. 6 BĢ. Bk. Ar. Mühimme 8, No: 117, s. 9. Burada BĢ. Bk. Ar. kısaltması, BaĢbakanlık ArĢivi, Osmanlı ArĢivleri için kullanılmıĢtır. Metinde bu kısaltma kullanılmıĢ, bu arĢivdeki Mühimme Defterleri için de kısaca Mühimme ve Defter numarası olan sayı ile evrak numarası olarak No: olarak verilmiĢtir. 7 Zeren Akalay, (1972). Osmanlı Tarihi Ġle Ġlgili Minyatürlü Yazmalar (ġahnameler ve Gazanameler), Ġ. Ü., BasılmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul, s. 64. 8 Bkz. y. a. g. t., s. 64. 9 TKS A. 3595 v. 119a, 122a, 125 (Burada TKS A. Topkapı Sarayı Müzesi ArĢivi anlamında kullanılmıĢtır. Metnin bundan sonraki kısımlarında bu kısaltma ile anılacaktır. ). 10

Halil Ġnalcık, (1969) Ottoman Policy and Administration in Cyprus After The

Conquest, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (14-19 Nisan 1969) Türk Heyeti Tebliğleri, Ankara, s. 61, 62. 11

Feth-i Cezire-i Kıbrıs, T. K. Revan 129, v. 85, (T. K., Topkapı Sarayı Kütüphanesi‟nin

kısaltımıĢtı. ). 12

Netice Yıldız, (1995). Osmanlı Dönemi Kıbrıs Türk Mimari ve Sanatı, 9. Milletlerarası

Türk Sanatları Kongresi, Ankara, 1995, Cilt III, s. 521. 13

Bu Kur‟anın tanıtımı için bkz. Kıbrıs‟ta Ġlk Osmanlı Vakıfları.

14

Burada söz konusu olan kilise, Rheims Katedrali‟nin küçük bir modeli olduğu söylenen

Gotik sanatın üstün örneklerinden biri olan St. Nicolas Katedralidir. (Bu kilise 23 Z 979 tarihli hükümde Aya Nikola diye anılıyorsa da sonraki devrelere ait Osmanlı kaynaklarında Aya Sofya veya Aya-Sofya-i Sagir diye anılır. BĢ. Bk. Ar. Maliyeden Müdevver Defterler, D. No: 2048, v. 179 buna örnek olarak verilebilir. 15

Hammer, Vl, 263‟den naklen, ġerafettin Turan, (1958). Lala Mustafa PaĢa Hakkında

Notlar, Belleten, Cilt XXll sayı 88, Ekim. 1958. s. 577. 16

Bu konu için bkz. Mühimme 14, No: 727 Selh Cemaziyelevvel 978 (31 Ekim 1570)

tarihli bir hüküm. 17

Mühimme 14, N o: 837.

1609

18

Bu hüküm için bkz. Halil Sahillioğlu, (1967). “Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs‟ın Ġlk Yılı

Bütçesi”, Belgeler, Cilt: lV, sayı: 7-8, Ankara, 1969, s. 17 n. 39. 19

Mühimme 16, No: 339.

20

Her iki camiinin bugünkü isimleri olan Selimiye Camii ve Lala Mustafa PaĢa Camii

isimleri 1954‟de Kıbrıs Müftüsü Dana Efendi‟nin önerisi ile değiĢtirilmiĢtir. 21

BĢ. B. Ar., Maliyeden Müdevver D. No: 423 Ruznamçe Defteri, v. 922, 35.

22

George Jeffery, 1918 (1983), A Description of the Historic Monuments of Cyprus,

Nicosia, Reprinted, London, s. 88, n. *. 23

George Hill, (1972). A History of Cyprus, Cambridge, Cilt III, s. 968, 969, 999, 1000,

24

Mühimme 11, No: 203.

25

Kevork Keshishian, (1990). Nicosia, s. 68-70.

26

Gönül Öney, (1971). LefkoĢe‟de Büyük Han ve Kumarcılar Hanı, Milletlerarası Birinci

1010.

Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (14-19 Nisan 1969) Türk Heyeti Tebliğleri, Ankara, s. 271, n. 2. 27

George Jeffery, 1918 (1983). A Description of the Historic Monuments of Cyprus,

Nicosia, (Reprinted), London, s. 97. 28

Bu isimler 1878-81 yılları arasında Captain Kitchener‟in LefkoĢa (Nicosia) haritasında

verilen isimlerdir. Topkapı Sarayı ArĢivinde incelediğimiz bir haritada ise: Zahida, Kızaz Ağa, Kara Ġsmail, Sazlı, Altn, Cinancı, Mesli, Cevizli ve Su Burçları isimleri görülür. TKS. 9419 / 20. Jeffery ise bunları Ģöyle sıralar: Altun, Seylla, Dervish, Musalla, Riatiko, Seaf, Karaman, Deyrmen, Karadomail, Bayrakdar, Suslu. George Jeffery, 1918 (1983). A Description of the Historic Monuments of Cyprus, s. 30. 29

Abdüsselam Uluçam, (1993). Kıbrıs‟taki Türk Eserlerinin Mimari Özelliği, s. 178.

Kıbrıs‟ın Dünü - Bugünü Uluslararası Sempozyumu, Gazimağusa 28 Ekim - 2 Kasım 1991, K. K. T. C. Doğu Akdeniz Üniversitesi ve T. C. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları No: 8, s. 174. 30

A. e., s. 98.

31

Mühimme 23, No: 742.

32

Mühimme 35, No: 181, 742.

33

George Jeffery, 1918 (1983), A Description of the Historic Monuments of Cyprus,

Nicosia, Reprinted, London, s. 405. 34

Gwynneth der Parthog, (1995) Byzantine and Medieval Cyprus, Nicosia. s. 38.

1610

35

Fahrettin Kırzıoğlu, (1989). Fotoğraflarla Kıbrıs Türk Ġslam Kitabeleri, Arkaik

Dönemden Bügüne Kıbrıs‟ta Türk Kültürü ve Turizm Politikası Sempozyumu, 30-31 Ekim - 1 Kasım 1989, Atatürk Kültür Merkezi, LefkoĢa, s. 53. 36

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York, s. 368; Mühimme 34, No: 214, 593; Mühimme 40, No: 707. 37

Burada sözü edilen Monla Ağa, muhtemelen Magosa kadısı idi. Bu gerçekte Molla

olup, Monla olarak yazılırdı. Mehmet Zeki Pakalın, (1983). Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt II, s. 549. Ġstanbul. 38

Halil Sahillioğlu, (1967). “Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs‟ın Ġlk Yılı Bütçesi”, Belgeler, Cilt, IV

No: 7-8, Ankara, s. 18, n. 40. 39

Ġsmet Binark, (ed. ) (1996). 12 Numaralı Mühimme Defteri (978-979 / 1570-1572),

Ankara, Cilt II, s. 190-191 No: 1064. 40

Mühimme 19, No: 288.

41

Mühimme 21, No: 136.

42

Netice Yıldız, (1995). Osmanlı Dönemi Kıbrıs Türk Mimari ve Sanatı, 9. Milletlerarası

Türk Sanatları Kongresi, Ankara, 1995, Cilt III, s. 523. 43

George Jeffery, 1918 (1983), A Description of the Historic Monuments of Cyprus,

Nicosia, Reprinted, London, s. 108. 44

Bu kalenin yapılıĢ tarihi birçok kaynakta 1625 olarak gösterilmiĢtir. Kitabede buranın I.

Ahmed (1603-1617) dönemine atfedilmiĢ olduğu düĢünüldüğünde yine kitabede düĢülen (1014 / 1605) tarihinin kesin tarihi olduğunu gösterir. 45

Kitabenin çevirisi için bkz. Fahrettin Kırzıoğlu, (1989). Fotoğraflarla Kıbrıs Türk Ġslam

Kitabeleri, Arkaik Dönemden Bügüne Kıbrıs‟ta Türk Kültürü ve Turizm Politikası Sempozyumu, 30-31 Ekim - 1 Kasım 1989, Atatürk Kültür Merkezi, LefkoĢa, s. 54. 46

Gwynneth der Parthog, (1995) Byzantine and Medieval Cyprus, Nicosia. s. 97.

47

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York, s. 268, 352. 48

George Jeffery, 1918 (1983), A Description of the Historic Monuments of Cyprus,

Nicosia, Reprinted, London, s. 368-369. 49 Cevdet ağdaĢ, (l965). Kıbrıs‟da Türk Devri Eserleri, LefkoĢa, s. 50. 50 Gwynneth der Parthog, (1995) Byzantine and Medieval Cyprus, Nicosia. s. 218. 51

Mühimme 36, No: 754.

1611

52

C. D. Cobham, (1908 [1986]). Excerpta Cypria, Cambridge, s. 387.

53

Muhassıl, 1785 yılından itibaren adanın PadiĢah tarafından atanan devlet erbabından

bir PaĢa tarafından yönetilmesinin sona ermesi ve adanın ihale usulü ile en fazla para ödeyen ve bu kiĢinin esas görevi adayı yönetmekten çok, halktan vergi toplayıp, PadiĢah‟a ödeyen kiĢidir. Bkz. George Hill, (1952). A History of Cyprus, Cambridge, Cilt 4, s. 73 n. 2, 74; Ahmet C. Gazioğlu, (1990). The Turks in Cyprus, London, s. 98. 54

Captain Kitchner, (1885). Kitchener Map of Nicosia 1881-1885.

55

Kevork K. Keshishian, (1990). Nicosia, Capital of Cyprus Then and Now, Nicosia, ps.

56

BĢ. Bk. Ar. Cevdet Dahiliye No: 7666.

57

Haydar akkol, (1984). Kıbrıs‟ta Osmanlı Dönemi Mimarlık Örnekleri, Ġ. T. Ü.,

217.

BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, s. 125. 58

George Hill, A History of Cyprus, Cambridge, 1949, Vol. I, p. 6; Veronica-Tatton

Brown, Ancient Cyprus, London, 1987, s. 7. 59

George Hill, a. g. e., Cilt I, s. 6.

60

Kıbrıs‟taki su yapıları ile topluca bilgi için bkz. Netice Yıldız, (1996). Aqueducts in

Cyprus, Journal for Cypriot Studies, Cilt: 2 / Sayı: 2, s. 89-111. 61

Netice Yıldız, (1995), Osmanlı Dönemi Kıbrıs Türk Mimari ve Sanatı, 9. Uluslararası

Türk Sanatları Kongresi, 23-27 Eylül, Ġstanbul, Bildiriler, Ankara, Cilt. III, s. 524; Halil Sahillioğlu, (1967). Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs‟ın Ġlk Yılı Bütçesi, Belgeler, Cilt, IV No: 7-8, Ankara, s. 17 n. 39. 62

2 Zilhicce 979 (A. D. 1572), Mühimme 16, No: 339; Netice Yıldız, (1995). Osmanlı

Dönemi Kıbrıs Türk Mimari ve Sanatı, s. 524. 63

Mühimme 27, No: 676.

64

Captain Kitchener (1885). A Trigonometrical Survey of the Island of Cyprus executed

and published … under the direction of Captain H. H. Kitchener, R. E., Director of Survey, Hillshading by Lieut. S. C. N. Grant, R. E., 1882, Scale of one inch to one statue mile- 1 / 63, 360, London. 15 plates. 65

Emel Esin, (1974). “Kıbrıs‟ta Türk Medeniyeti”, Touring (TTOK Belleteni) Kıbrıs Özel

Sayısı, Ġstanbul, No: 44 / 232, Ekim - Aralık s. 41. 66

Kevork Keshishian, (1990). Nicosia, s. 268.

67

The Cultural Heritage of Northern Cyprus, Its Protection and Preservation,

LefkoĢa, 1992, Ed. and Published by Foreign Ministry, Turkish Republic of Northern Cyprus, s. 4849. DıĢ ĠĢleri Bakanlığı mensubu Sayın Ahmet Erdengiz de bu haberi doğrulamaktadır.

1612

68

BĢ. B. Ar., Kepeci Tasnifi, Ruus Defteri, No: 224.

69

BĢ. B. Ar., Kepeci Tasnifi, Ruus Defteri, No: 224.

70

Mustafa HaĢim Altan, (1986). Belgelerle Kıbrıs Vakıflar Tarihi, LefkoĢa, Cilt I, s. 472.

71

Bu bilgiyi veren ve Lefke‟deki su kemerlerini bana gösteren Sn. Harid Fedai‟ye teĢekkür

ederim. 72

Sir Samuel Baker, (1879). Cyprus as I Saw it in 1879, London, s. 222-3; Ahmet C.

Gazioğlu, The Turks in Cyprus, s. 143. 73

Kıbrıs Vakıflar Ġdaresi Dosyaları, No: 115 / 94.

74

Kıbrıs Seferine katılan komutanlardan biri. Kıbrıs‟ta Haremeyn-i vakıflarını kuran ilk

PaĢalardan biridir. Kıbrıs Vakıflar Ġdaresi Dosyaları, No: 48 / 1927, Kısım 2. Bir baĢka belgede ise Revan Beylerbeyi olan Haydar PaĢa adlı bir kiĢiye ait vakıflardan söz edilmekte ve halen Kıbrıs‟ta bulunan Haydar PaĢa‟ya ait gayr-ı menkullere hiç kimsenin müdahale etmemesi emredilmiĢti. Mühimme 48, No: 636 (9 Z / 990 (AD. 1583). Yine Haydar PaĢa‟nın oğluna ait Girne‟de bulunan çiftlik ile Haydar PaĢazade Zallı Mehmet Bey‟e ait Lapta‟da vakıf olan suyun kiralanması ile ilgili iki ayrı belge daha bu konuyu desteklemektedir. 75

Kıbrıs Vakıflar Ġdaresi Dosyaları, No: 77 / 94.

76

Kevork K. Kesishian, (1990). Nicosia, Capital of Cyprus, Then and Now, s. 268.

77

C. Roeburn C. B. E., D. Sc. Cyprus Water Supply and Irregation Department, Water

Supply in Cyprus, Annual Report for 1946, Nıcosia, 1947, s. 6. 78

Mustafa HaĢim Altan, (1986). Belgelerle Kıbrıs Vakıflar Tarihi, LefkoĢa, Cilt. I, s. 511.

79

TRNC, Department of Antiquities and Museums, (1988). Turkish Monuments in

Cyprus, LefkoĢa, s. 33. 80

Sir Samuel Baker, (1879). Cyprus As I Saw it in 1879, London, s. 35 - 36; Ahmet C.

Gazioğlu, (1990) The Turks in Cyprus, London, s. 142. 81

Alexander Drummond, (1754) Travels Trough Different Cities of Germany, Italy,

Greece and Several Parts of Asia, London, s. 253. 82

George Hill, (1952). A History of Cyprus, Cilt 4, s. 76.

83

Bu planlar için bkz. Mustafa HaĢim Altan, (1986). Belgelerle Vakıflar Tarihi, LefkoĢa,

Cilt, I, s. 491 - 495. Bu planlar Milli ArĢivde bulunan fotoğraflar arasında bulunmaktadır. Ancak, pek çok belgede olduğu gibi bu belgelerin asıllarına ait kayıt yapılmamıĢ, belgelerin nereden kopyalandığı veya belge numarası belirtilmemiĢtir. ArĢivin kurucusu ve müdürü Mustafa HaĢim Altan, bu planları BaĢbakanlık ArĢivi‟nden sağlandığını belirtmektedir.

1613

84

BĢ. Bk. Ar. Bab-ı ali Evrak Odası Mümtaz Kalemi, Kıbrıs ve Bosna Kataloğu MTZ.

Kb. 1338-3, 15 Dosya No: 1-A / 1-5, lef: 15; Netice Yıldız, (1992). Ottoman Period in Cyprus, A Glance at Turkish Architecture, New Cyprus February-March, s. 23; Netice Yıldız, (1995), Osmanlı Dönemi Kıbrıs Türk Mimari ve Sanatı, 9. Uluslararası Türk Sanatları Kongresi, 23-27 Eylül, Ġstanbul, Bildiriler, Ankara, Cilt. III, s. 524. 85

2 Zilhicce 979, Mühimme 16, No: 339.

86

Mühimme 23, No: 148, s. 73‟de yer alan hükümde 8 Cemaziyelahir 981 (6 Aralık 1573)

tarihli bir belgeye göre Kıbrıs Beylerbeyi ve LefkoĢa kadısına hitaben yazılan bir hükümde LefkoĢa‟da gönüllüler Ağası Haydar‟ın kiliseden tamir edip camiye çevirdiği mabedin yanında yaptırmak istediği çeĢmeye müsaade olunmuĢtu. 87

Ali Bey, (1816). The Travels of Ali Bey, in Morocco, Tripoli, Cyprus, Egypt, Arabia,

Syria and Turkey between the years 1803 and 1807, Vol. I, Pl. XVII. s. 218. Bu levhanın tarifi için bkz. Netice Yıldız (1999). Illustrated Books and Manuscripts on Cyprus, Second International Congress For Cyprus Studies 24-27 November 1998, Volume Ib Papers Presented in English Economics - Miscelleneous, s. 650. 88

Yusuf Sarınay (ed. ) (2000), Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs, Nüfüsu - Arazi Dağılımı ve

Türk Vakıfları, Ankara. s. 48, 235. 89

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York, s. 284. 90

Mustafa HaĢim Altan, (1986). Belgelerle Kıbrıs Vakıflar Tarihi, LefkoĢa, Cilt I, s. 546-

91

Bkz. Mühimme 14, No: 837.

92

Mühimme 42, No: 290.

93

Ġsmet Parmaksızoğu, (1964). Kıbrıs Sultan Ikinci Mahmud Kütüphanesi, Ankara, s.

94

A. g. e., s. 5.

95

Yusuf Sarınay (ed. ) (2000), Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs, Nüfüsu - Arazi Dağılımı ve

548.

5.

Türk Vakıfları, Ankara. s. 131. 96

Oktay Aslanpa, (1975). Kıbrıs‟da Türk Eserleri, Ġstanbul, s. 20.

97

bkz. Fikret uhadıroğlu ve Filiz Oğuz, (1975). Kıbrıs‟ta Türk Eserleri. Turkish Historical

Monuments in Cyprus, Vakıflar, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, No. 2, 1975, s. 6. 98

Louis Salvator, (Archduke), (1983). Levkosia, The Capital of Cyprus, London, s. 49.

99

BĢ. B. Ar., Kamil Kepeci Tasnifi Ruus Defteri No: 226, s. 63.

1614

100

Yusuf Sarınay (ed. ) (2000), Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs, Nüfüsu - Arazi Dağılımı ve

Türk Vakıfları, Ankara. s. 131. 101

A. e., s. 333.

102

BĢ. Bk. Ar. Cevdet - Nafia VesikalarıFihristi, No: 25 and 594.

103

BĢ. Bk. Ar. Cevdet - Nafia VesikalarıFihristi, No: 1813.

104

Excerpta Cypria, s. 405.

105

Mühimme 23, No: 228.

106

Bkz. Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and

the Mediterranean World, 1571-1640, New York, s. 46, 313, 314. 107

George Jeffery, (1918 [1983]). A Description of the Historic Monuments of Cyprus,

108

Yusuf Sarınay (ed. ) (2000), Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs, Nüfüsu - Arazi Dağılımı ve

s. 98.

Türk Vakıfları, Ankara. s. 221, 230, 236, 247, 299, 337, 340. 109

Muzaffer PaĢa, LefkoĢa‟nın fethinden hemen sonra atanan ilk Beylerbeyi olup sadece

bir yıl bu görevde kalmıĢ ve 4 Rebiülahir 979 tarihinde ise TrablusĢam Beylerbeyliğine atanmıĢ, onun yerine Sinan PaĢa Kıbrıs Beylerbeyliği‟ne getirilmiĢti. Halil Sahilloğlu, a. g. m. s. 7 ġevval 980‟de onun da vefat etmesi üzerine ġevval 985‟kada bu görevi Cafer PaĢa yürütmüĢtür. Mühimme 21 s. 562 ve Mühimme 30 s. no 801 numaralı hükümlerden o yılların Beylerbeyilerinin isimlerini izleyebiliyoruz. 110

Gönül Öney, (1971). LefkoĢe‟de Büyük Han ve Kumarcılar Hanı, Milletlerarası Birinci

Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (14-19 Nisan 1969) Türk Heyeti Tebliğleri, Ankara, s. 271-275; 276-282, Pl. I, II; Oktay Aslanapa, (1975). Kıbrıs‟da Türk Eserleri, Ġstanbul, s. 15-16. 111

A. e., s. 16., Gönül Öney, a. g. m., s. 274, 280-281, Pl. V, VI.

112

18 Zilhicce 979 tarihli Kıbrıs Beylerbeyi ve Defterdarına yazılan bir hükümle Magosa‟da

olan Aya Nikola kilisesinin camiye çevrilmiĢ olduğu, diğer otuz bir kiliseden Aya Yorgi Kilisesi evkafı ile beraber reayaya terkedilip, bütün kilise evkafının kiliseleri ile beraber satılarak bedelinin hazineye verilmesi ve cami‟inin masrafına yetecek evkafın alıkonması istenmiĢti. Mühimme 16, No: 304. 113

H. Sahillioğlu, (1967). “Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs‟ın Ġlk Yılı Bütçesi”, Belgeler, Cilt: lV,

sayı: 7-8, Ankara, 1969, s. 18; Mühimme 12, No: 1211. 114

Camille Enlart, (1987). Gothic Art and the Renaissance in Cyprus, Ed. and tr. By

David Hunt, London, s. 91. 115

Son birkaç yıl içinde vakıflar tarafından değiĢik yerlerde yapılan camilere ikiĢer minare

yapılmıĢ, bunlardan henüz camisi tamamlanmayan Magosa Camisi‟nde aĢırı derecede ince ve uzun iki minare izleyenleri adeta ĢaĢkına çevirmektedir.

1615

116

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York. s. 55-56. 117

George Jeffery, (1918 [1983]), A Description of the Historic Monuments of Cyprus,

Nicosia, s. 39. 118

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York, s. 55. 119

Gwynneth der Parthog, (1995) Byzantine and Medieval Cyprus, Nicosia. s. 190;

Kevork K. Keshishian, (1990). Nicosia, Capital of Cyprus Then and Now, Nicosia. s. 190. 120

BĢ. B. Ar., Cevdet - Evkaf No: 8649.

121

Claude Deleval Cobham (1908 [1986]), (çv. ve ed. ), Excerpta Cypria, Materials for a

History of Cyprus. Cambridge. ‟den naklen, A. C. Gazioğlu, (1989). The Turks in Cyprus, London, s. xiii, 43. 122

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York, p. 50. 123

Oktay Aslanapa, (1975). Kıbrıs‟da Türk Eserleri, Ġstanbul, s. 6.

124

Abdüsselam Uluçam, (1993). Kıbrıs‟taki Türk Eserlerinin Mimari Özelliği, Kıbrıs‟ın

Dünü - Bugünü Uluslararası Sempozyumu, Gazimağusa 28 Ekim - 2 Kasım 1991, K. K. T. C. Doğu Akdeniz Üniversitesi ve T. C. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları No: 8., s. 178. 125

Fikret uhadıroğlu - Filiz Oğuz, (1975). Kıbrıs‟ta Türk Eserleri, Rölöve ve

Restorasyon Dergisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Sayı: 2, Ankara, s. 4. çizim: 8. 126

BĢ. Bk. Ar. Cevdet - Evkaf, No: 7114.

127

Ali Süha, (1971). Turkish Education in Cyprus, The First International Congress of

Cypriot Studies, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi), 14-19 Nisan, 1969, Türk Heyeti Tebliğleri, Ankara, s. 235, 239. 128

Belgede medresede müderris ve müftü olan Mevlana Nurullah‟dan Ģikayet edildiğini, bu

konuda teftiĢ yapmaları istenmektedir. Mühimme 34, No: 422. 129

BĢ. Bk. Ar. Maliyeden Müdevver Defterler, No: 423.

130

Le C. en Cassas, (1799). Voyage Pittoresque de la Syrie, De la Phoenice, De la

Palestine, et de la Basse Aegypt, Vol. III. Paris. Pl. 101. 131

Ali Nesim, (1987). Batmayan Eğitim GüneĢlerimiz, LefkoĢa. s. 323.

132

Oktay Aslanapa, (1975). Kıbrıs‟da Türk Eserleri, Ġstanbul, s. 11.

133

Geoffrey Roper (ed. ) (1992) World Survey of Islamic Manuscripts, London, Cilt: 1,

s. 170. Ġki ciltten oluĢan bu araĢtırma kitabının 1. cildinin 167-171. sayfalarında yer alan da Kıbrıs el

1616

yazmaları ile ilgili bilgide Hadi Sharifi‟nin 1991 yılında yaptığı araĢtırma sonucunda Girne‟deki Milli ArĢiv ve AraĢtırma Merkezi‟nin yaklaĢık 200, LefkoĢa‟dan Costas P. Kyrri kolleksiyonunun 7, Demetrios Michaelides kolleksiyonun 2, Laleli Camii‟nin yaklaĢık 160, Leventis Belediye Müzesi‟nin 1, Rum tarafındaki Devlet ArĢivi‟nin 6, Selimiye Camii‟nin 230 civarında, Sultan II. Mahmut Kütüphanesinin 1244, Vakıflar ArĢiv Kolleksiyonunun 70 el yazmaları yanında, Kykkos Manastır AraĢtırma Merkezi‟nin 1000‟den fazla, Kykkos Manastırı Kütüphanesi‟nin ise 1, 058 Osmanlıca Dökümanı bulunmakta idi. 134

Ġsmet Parmaksızoğlu, (1964). Kıbrıs Sultan Ikinci Mahmud Kütüphanesi, Ankara s.

5. ISAR‟ın yayınladığı katalogda ise 1253 yazma kaydedilmiĢir. 135

A.e., s. 5.

136

Bu mahallerin isimleri için bkz. George Jeffery, (1918 [1983]), A Description of the

Historic Monuments of Cyprus, Nicosia, s. 32-33. 137

A.e., s. 104.

138

Mühimme 18, No: 129; Mühimme 19, No.: 374.

139

Mühimme 27, No: 128.

140

Mühimme 12, No: 1211.

141

Kevork K. Keshishian, (1990). Nicosia, Capital of Cyprus Then and Now, Nicosia. s.

64; George Jeffery, (1918 [1983]), A Description of the Historic Monuments of Cyprus, Nicosia, s. 88; Le Chevalier Dominique Januen, (1785). Histoire Générale Des Roiaumes de Chypre de Jerusalem, A Leide, Cilt. II, s. 1074-75. 142

C. D. Cobham, (1908 [1986]). Excerpta Cypria, Cambridge, s. 255.

143

Giovanni Maritti, (1909[1971]). Travels in the Island of Cyprus, (Translated from

Italian by Claude Deleval Cobham), Cambridge, (reprinted), London, s. 49. 144

William Turner, (1920). Journal of a Tour in the Levant, London, Cilt II, s. 555.

145

Ali Bey, (1816). Travels in Morocco, Tripoli, Cyprus, Egypt, Arabia, Syria and

Turkey, London, Cilt, I, s. 263, 289. 146

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York, s. 136-137. 147

Hıfsiye Pulhan, Ġbrahim Numan, (2001). Living Patterns and Spatial Organisation of the

Traditional Cyprus Turkish House, Open House International Vol. 26, No: 1., s. 35. 148

Basil Stewart, (1908). My Experiences of Cyprus, London, S. 108.

149

Mahmut Ġslamoğlu, (1984). Ülkemiz ve Kültürümüz, LefkoĢa, s. 54.

1617

150

Yusuf Sarınay (ed. ) (2000), Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs, Nüfüsu - Arazi Dağılımı ve

Türk Vakıfları, Ankara. s. 220, 233. 151

Ġbrahim Numan, Hıfsiye Pulhan, Özgür Dinçyürek, (2000), Culture as a Determinant of

Identity of the Two Walled Cities of Cyprus, Post Preceedings, World Congress on Environmental Design for the New Millenium, Soul, Korea. s. 494. 152

Kıbrıs‟da Osmanlı dönemi evleri için bkz. Netice Yıldız, (1998) Ottoman Houses in

Cyprus”, Proceedings on the International Symposium on The Ottoman Houses, Papers from the Amasya Symposium, 24-27 September 1996, s. 79-88, pl. 10. 1-8. 153

BĢ. Bk. Ar., Mühimme D. No13, No: 1127; Netice Yıldız, (1995). “Osmanlı Dönemi

Kıbrıs Türk Mimari ve Sanatı” 9. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi, Eylül 1991, Cilt. III, Ankara, s. 522. 154

BĢ. B. Ar., Maliyeden Müdevver Defterler, D. No: 423, Ruznamçe Defteri, varak 9,

22, 35; Netice Yıldız, a. g. m, s. 522. 155

Giovanni Maritti, (1909[1971]). Travels in the Island of Cyprus, (Translated from

Italian by Claude Deleval Cobham), Cambridge, (reprinted), London, s. 43. 156

A. e., s. 233.

157

C. D. Cobham, (1908 [1986]). Excerpta Cypria, Cambridge, s. 387.

158

Dr. Ludwig Ross, (1910). A Journey to Cyprus, (February and March 1845), evr.

Claude Deleval Cobham), Nicosia, s. 24. 159

Netice Yıldız, (1995) “Kıbrıs‟ta Kapıların Öyküsü”, The Story of Doors in Cyprus

(Rauf R. DentaĢ, Kapılar - The Doors), LefkoĢa, s. 6, 8.; Netice Yıldız, (1994. ) Kıbrıs‟ta Müzecilik ve Kıbrıs Türk Müzeleri, II. Müzecilik Semineri Bildiriler, 19-23 Eylül 1994. Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, Harbiye - Ġstanbul. s. 159. 160

Claude Deleval Cobham, (1908 [1986]). Excerpta Cypria, Cambridge, s. 176.

161

Yusuf Sarınay (ed. ) (2000), Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs, Nüfüsu - Arazi Dağılımı ve

Türk Vakıfları, Ankara. s. 219. 162

Louis Salvator (Archduke of Austria), Levkosia, The Capital of Cyprus, with 15

engravings by the author, Reprinted from his original account of a visit to the island in 1873, Trigraph, London, 1983, s. 24-26. 163

HaĢmet M. Gürkan, (1982). Kıbrıs Tarihinden Sayfalar, LefkoĢa, s. 106-107.

164

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York, s. 174 - 175.

1618

165

Alexander Drummond, (1754). Travels Through Different Cities of Germany, Italy,

Greece and Several Parts of Asia As Far As the Banks of the Euphrates, London, s. 140. 166

Bkz. Mrs. Scott-Stevenson, (1880). Our Home in Cyprus, London, s. 94-97.

167

Bkz. Claude Deleval Cobham, (1908 [1986]). Excerpta Cypria, Cambridge, s. 386-

168

Bab-ı ali evrak Odası, Mümtaze Kalemi, Kıbrıs ve Bosna Kataloğu, 1310-1337, Dosya

387.

No: 2. 169

Yusuf Sarınay (ed. ) (2000), Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs, Nüfüsu - Arazi Dağılımı ve

Türk Vakıfları, Ankara. s. 270. 170

Cevdet ağdaĢ, (l965). Kıbrıs‟da Türk Devri Eserleri, LefkoĢa, s. 17.

171

A. e., s. 17.

172

Mübahat Kütükoğlu, (1983), Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh

Defteri, Ġstanbul, 1983, s. 148. 173

Ronald C. Jennings, (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the

Mediterranean World, 1571-1640, New York, s. 286, 331. 174

Netice Yıldız, (1995) Osmanlı Dönemi Kıbrıs Türk Mimarisi ve Sanatı, Uluslararası

Türk Sanatları Kongresi, Eylül, 1991, Ankara, III. Cilt, s. 526. 175

A. e., s. 303.

176

Sir Harry Luke, ([1921]

1989), Cyprus Under the Turks (1571-1878), Nicosia, s.

234-235. 177

Mrs. Lewis, (1894). A Lady‟s Impression of Cyprus in 1893, London, s. 180, 196,

197, 202. 178

Bkz. Cyprus Gazette, 19 Mayıs 1905, s. 5626 - 5636, 5727.

179

A. e., s. 5626.

180

Bkz. Netice Yıldız, (1987). Ġngiliz - Osmanlı Sanat Eseri AlıĢ VeriĢi (1583-1914),

Ġstanbul Üniversitesi, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi. 2 Cilt. 181

Kevork Keshishian, (1990). Nicosia, Capital of Cyprus Then and Now, Nicosia, s.

182

ġükrü Sina Gürel, (1984). Kıbrıs Tarihi (1878-1960), Ankara, Cilt I, s. 60-61: George

223.

Hill, (1949). A History of Cyprus, Cambridge, Cilt IV, s. 607, 609. 611. 183

George Jeffery, (1906), Notes On Cyprus 1905, Journal of the Royal Institute of the

British Architects, November, 1905, Oct. 1906, Vol. XIII, third series, London, s. 481.

1619

184

Edward I‟Anson, (1883). Medieval and Other Buildings in the Island of Cyprus, Royal

Institute of British Architects, The Transactions Session 1882-83, London, s. 13-31. 185

I‟Anson‟un burada bahsettiği Arap mimarisi gerçekte Türk mimarisi olmalı idi.

186

Edward I‟Anson, a. g. e., s. 18, 19.

187

George Jeffery, (1906). “Notes On Cyprus 1905”, Journal of the Royal Institute of

the British Architects, November, 1905, Oct. 1906, Vol. XIII, third series, London, s. 493. 188

Ronald Storrs, (1937 [1943]). Orientations, London, s. 470.

189

Bkz. Cyprus Gazette, (1905). 19th May, s. 5626-5627.

Akalay, Zeren, (1972). Osmanlı Tarihi Ġle Ġlgili Minyatürlü Yazmalar (ġahnameler ve Gazanameler), Ġ. Ü., BasılmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul. Ali Bey, (1816). The Travels of Ali Bey, in Morocco, Tripoli, Cyprus, Egypt, Arabia, Syria and Turkey Between the Years 1803 and 1807, London. Vol. I. Altan, Mustafa HaĢim, (1986). Belgelerle Kıbrıs Vakıflar Tarihi, II. Cilt, LefkoĢa. Aslanapa, Oktay, (1975). Kıbrıs‟da Türk Eserleri, Ġstanbul. Aslanapa, Oktay, (1986). Osmanlı Devri Mimarisi, Ġstanbul. Baker, Sir Samuel, (1879). Cyprus As I Saw it in 1879, London. Binark, Ġsmet, (ed. ) (1996). 12 Numaralı Mühimme Defteri (978-979 / 1570-1572), III Cilt, Ankara. Bk. Ar. Cevdet - Nafia Vesikaları Fihristi, No: 1813. BĢ. B. Ar., (BaĢbakanlık ArĢivi, Ġstanbul) Cevdet - Evkaf No: 8649; No: 7114. BĢ. B. Ar., Kamil Kepeci Tasnifi, Ruus Defterleri No: 226; No: 224. BĢ. B. Ar., Maliyeden Müdevver D. No: 423 Ruznamçe Defteri. BĢ. Bk. Ar. Bab-ı ali Evrak Odası Mümtaz Kalemi, Kıbrıs ve Bosna Kataloğu MTZ. Kb. 13383, 15 Dosya No: 1-A / 1-5, lef: 15;. BĢ. Bk. Ar. Bab-ı ali evrak Odası, Mümtaze Kalemi, Kıbrıs ve Bosna Kataloğu, 1310-1337, Dosya No: 2. BĢ. Bk. Ar. Cevdet - Nafia Vesikaları Fihristi, No: 25; No: 594. BĢ. Bk. Ar. Cevdet Dahiliye No: 7666. BĢ. Bk. Ar. Maliyeden Müdevver Defterler, D. No: 2048.; D. No: 423. BĢ. Bk. Ar. Mühimme (Mühimme Defterleri): Mühimme 8, No: 117Mühimme 11, No: 203.; Mühimme 12, No: 1211.; Mühimme 13, No: 1127; Mühimme 14, No: 727, No: 837; Mühimme 16,

1620

No: 304; No: 339; Mühimme 18, No: 129; Mühimme 19, No: 288, No: 374; Mühimme 21, No: 136, No: 562; Mühimme 23, No: 148, No: 228, No: 742; Mühimme 27, No: 128, No: 676; Mühimme 30, No: 801; Mühimme 34, No: 214, No. 422, 593.; Mühimme 35, No: 181, 742; Mühimme 36, No: 754; Mühimme 40, No: 707; Mühimme 42, No: 290; Mühimme 48, No: 636. ağdaĢ, Cevdet, (l965). Kıbrıs‟da Türk Devri Eserleri, LefkoĢa. akkol, Haydar, (1984). Kıbrıs‟ta Osmanlı Dönemi Mımarlık Örnekleri, Ġ. T. Ü., BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi. Captain Kitchener (1885). A Trigonometrical Survey of the Island of Cyprus executed and published by command of H. e. Jajor General Sir R. Biddulph, K. C. M. G., C. B., R. A., HighCommisioner under the direction of Captain H. H. Kitchener, R. E., Director of Survey, Hillshading by Lieut. S. C. N. Grant, R. E., 1882, Scale of one inch to one statue mile- 1 / 63, 360, London. Captain Kitchner, (1885). Kitchener Map of Nicosia 1881-1885- Plan of the Town. London. Cassas, Le C. en, (1799). Voyage Pittoresque de la Syrie, De la Phoenice, De la Palestine, et de la Basse Aegypt, Vol. III. Paris. elebi, Katip, (1989). Tuhfet‟ül Kibar fi Esfari‟l Bihar, NeĢr. Orhan ġaik Gökyay, II Cilt, Ġstanbul. Cobham, Claude Deleval, (1908 [1986]), (çv. ve ed. ), Excerpta Cypria, Materials for a History of Cyprus. Cambridge. uhadıroğlu, Fikret, ve Oğuz, Filiz, (1975). Kıbrıs‟ta Türk Eserleri. Turkish Historical Monuments in Cyprus, Vakıflar, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Sayı: 2, 1975, s. 1-76. Cyprus Gazette (1905). A Law: To Consolidate and Amend the Law Relating to the Ancient Monuments and Antiquities of Cyprus and to Provide Museums. The Cyprus Gazette Suplement, 19th May 1905, Government Printing Office Publ., Nicosia, s. 5626-5636, 5727. Drummond, Alexander, (1754). Travels Through Different Cities of Germany, Italy, Greece and Several Parts of Asia As Far As the Banks of the Euphrates, London. Enlart, Camille, (1987). Gothic Art and the Renaissance in Cyprus, Ed. and tr. By David Hunt, London. Esin, Emel, (1974). Kıbrıs‟ta Türk Medeniyeti, Touring (TTOK Belleteni) Kıbrıs Özel Sayısı, No: 44 / 232, Ekim - Aralık. Ġstanbul, s. 32-44. Feth-i Cezire-i Kıbrıs, T. K. Revan 129, v. 85, (T. K. Topkapı Sarayı Kütüphanesi‟nin kısaltılmıĢıdır. ).

1621

Foreign Ministry, Turkish Republic of Northern Cyprus (ed. ), (1992), The Cultural Heritage of Northern Cyprus, Its Protection and Preservation, LefkoĢa. Gazioğlu, Ahmet C., (1990) The Turks in Cyprus, London. Gürel, ġükrü Sina, (1984). Kıbrıs Tarihi (1878-1960), 2 Cilt, Ankara. Gürkan, HaĢmet M., (1982). Kıbrıs Tarihinden Sayfalar, LefkoĢa. Hill, George, (1949-1972). A History of Cyprus, 4 Cilt, Cambridge. I‟Anson, Edward, (1883). Medieval and Other Buildings in the Island of Cyprus, Royal Institute of British Architects, The Transactions Session 1882-83, London. s. 13-31. Ġhsanoğlu, Ekmeleddin, (1994). Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, II Cilt, Ġstanbul. Ġnalcık, Halil, (1969) Ottoman Policy and Administration in Cyprus After The Conquest, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (14-19 Nisan 1969) Türk Heyeti Tebliğleri, Ankara. Ġslamoğlu, Mahmut, (1984). Ülkemiz ve Kültürümüz, LefkoĢa. Januen, Le Chevalier Dominique, (1785). Histoire Générale Des Roiaumes de Chypre de Jerusalem, III Cilt, A Leide. Jeffery, George, (1906), Notes On Cyprus 1905, Journal of the Royal Institute of the British Architects, November, 1905, Oct. 1906, Vol. XIII, third series, London, s. 481-493. Jeffery, George, (1918 (1983), A Description of the Historic Monuments of Cyprus, London, (Reprinted), Nicosia. Jennings, Ronald C. (1993). Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World, 1571-1640, New York. Keshishian, Kevork K., (1990). Nicosia, Capital of Cyprus Then and Now, Nicosia. Kıbrıs Vakıflar Ġdaresi Dosyaları, No: 115 / 94. Kıbrıs Vakıflar Ġdaresi Dosyaları, No: 77 / 94. Kıbrıs Vakıflar Ġdaresi Dosyaları, No: 48 / 1927, Kısım 2. Kırzıoğlu, Fahrettin (1989). Fotoğraflarla Kıbrıs Türk Ġslam Kitabeleri, Arkaik Dönemden Bügüne Kıbrıs‟ta Türk Kültürü ve Turizm Politikası Sempozyumu, 30-31 Ekim-1 Kasım 1989, Atatürk Kültür Merkezi, LefkoĢa, s. 52-74. Kütükoğlu, Mübahat, (1983), Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, Ġstanbul. Lewis, Mrs. (1894). A Lady‟s Impression of Cyprus in 1893, London.

1622

Louis Salvator (Archduke of Austria), (1983). Levkosia, The Capital of Cyprus, with 15 engravings by the author, (Reprinted from his original account of a visit to the island in 1873), Trigraph, London. Luke, Sir Harry, ([1921]

1989), Cyprus Under the Turks 1571-1878, Nicosia.

Maritti, Giovanni, (1909[1971]). Travels in the Island of Cyprus, (Translated from Italian by Claude Deleval Cobham), Cambridge, (reprinted), London. Nesim, Ali, (1987). Batmayan Eğitim GüneĢlerimiz, LefkoĢa. Numan, Ġbrahim; Pulhan, Hıfsiye; Dinçyürek, Özgür, (2000), Culture as a Determinant of Identity of the Two Walled Cities of Cyprus, Post Preceedings, World Congress on Environmental Design for the New Millenium, Soul, Korea. s. 494. Öney, Gönül, (1971). LefkoĢe‟de Büyük Han ve Kumarcılar Hanı, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (14-19 Nisan 1969) Türk Heyeti Tebliğleri, Ankara., s. 271-297, Pl. I-VII. Pakalın, Mehmet Zeki, (1983). Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III Cilt, Ġstanbul. Parmaksızoğlu, Ġsmet, (1964). Kıbrıs Sultan Ikinci Mahmud Kütüphanesi, Ankara. Parthog, Gwynneth der, (1995) Byzantine and Medieval Cyprus, Nicosia. Pulhan, Hıfsiye Numan, Ġbrahim, (2001). Living Patterns and Spatial Organisation of the Traditional Cyprus Turkish House, Open House International Vol. 26, No: 1. s. 34-41. Roeburn, C. C. B. E., D. Sc., (1947). Cyprus Water Supply and Irregation Department, Water Supply in Cyprus, Annual Report for 1946, Nicosia. Roper, Geoffrey, (ed. ) (1992) World Survey of Islamic Manuscripts, 2 Cilt, London. Ross, Dr. Ludwig, (1910). A Journey to Cyprus, (February and March 1845), evr. Claude Deleval Cobham), Nicosia. Sahillioğlu, Halil, (1967). Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs‟ın Ġlk Yılı Bütçesi, Belgeler, Cilt: lV, sayı: 7-8, Ankara, 1969, s. 1-33. Sarınay, Yusuf, (ed. ) (2000), Osmanlı Ġdaresinde Kıbrıs, Nüfusu - Arazi Dağılımı ve Türk Vakıfları, Ankara. Scott-Stevenson, Mrs., (1880). Our Home in Cyprus, London. Selaniki Mustafa Efendi, (1989). Tarih-i Selaniki 971-1003 / 1563- 1595), NeĢr. Prof. Dr. Mehmet ĠpĢirli, Ġstanbul, C. I. ġeĢen, Ramazan - Altan, Mustafa HaĢim - Ġzgi, Cevat, (1415 / 1995). Kıbrıs Ġslam Yazmaları Kataloğu, ISAR Ġstanbul. Stewart, Basil, (1908). My Experiences of Cyprus, London.

1623

Storrs, Ronald, (1937 [1943]). Orientations, London. Süha, Ali, (1971). Turkish Education in Cyprus, The First International Congress of Cypriot Studies, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi), 14-19 Nisan, 1969, Türk Heyeti Tebliğleri, neĢr. Halil Ġnalcık, Ankara, s. 221-252. Tatton-Brown, Veronica (1987). Ancient Cyprus, London. TKS (Topkapı Sarayı Müzesi ArĢivi) A. 3595 v. 119a, 122a, 125. TKS. 9419 / 20. TRNC, Department of Antiquities and Museums, (1988). Turkish Monuments in Cyprus, LefkoĢa. Turan, ġerafettin, (1958). Lala Mustafa PaĢa Hakkında Notlar, Belleten, Cilt XXll sayı 88, Ekim. 1958, s. 551 - 592. Turner, William, (1920). Journal of a Tour in the Levant, London. Uluçam, Abdüsselam, (1993). Kıbrıs‟taki Türk Eserlerinin Mimari Özelliği, Kıbrıs‟ın Dünü Bugünü Uluslararası Sempozyumu, Gazimağusa 28 Ekim - 2 Kasım 1991, K. K. T. C. Doğu Akdeniz Üniversitesi ve T. C. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları No: 8., s. 173-200. Yıldız, Netice, (1987). Ġngiliz - Osmanlı Sanat Eseri AlıĢ VeriĢi (1583-1914), Ġstanbul Üniversitesi, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul. 2 Cilt, Ġstanbul. Yıldız, Netice, (1992). Ottoman Period in Cyprus, A Glance at Turkish Architecture, New Cyprus, February-March 1992, s. 22-27. Yıldız, Netice, (1994. ) Kıbrıs‟ta Müzecilik ve Kıbrıs Türk Müzeleri, II. Müzecilik Semineri Bildiriler, 19-23 Eylül 1994. Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, Harbiye - Ġstanbul. s. 158161. Yıldız, Netice, (1995) Kıbrıs‟ta Kapıların Öyküsü, The Story of Doors in Cyprus (Rauf R. DentaĢ, Kapılar - The Doors - Fotoğraf Albümü), LefkoĢa, s. 5-8. Yıldız, Netice, (1995), Osmanlı Dönemi Kıbrıs Türk Mimari ve Sanatı, 9. Uluslararası Türk Sanatları Kongresi, 23-27 Eylül, Ġstanbul, Bildiriler, Cilt. III, s. 521-532. Ankara. Yıldız, Netice, (1996). Aqueducts in Cyprus, Journal for Cypriot Studies, Cilt: 2 / Sayı: 2, s. 89-112. Yıldız, Netice, (1998). Ottoman Houses in Cyprus”, Proceedings on the International Symposium on The Ottoman Houses, Papers from the Amasya Symposium, 24-27 September 1996, The British Institute of Archaeology at Ankara and the University of Warwick, BIAA Monographs 26, s. 79 - 88, pl. 1-10.

1624

Yıldız, Netice, (1999). Illustrated Books and Manuscripts on Cyprus, Second International Congress For Cyprus Studies 24-27 November 1998, Volume Ib Papers Presented in English Economics - Miscelleneous, s. 639-661.

1625

ÇağdaĢ Kıbrıs Türk Edebiyatı / Prof. Dr. Harid Fedai [s.994-1007] Doğu Karadeniz Üniversitesi / KKTC GiriĢ Kıbrıs Türk Ģiiri „Divan‟ ağırlıklıdır. 1571‟de fethin tamamlanmasından çeyrek yüzyıl sonra baĢkent LefkoĢa‟da bir Mevlevi Tekkesi açıldığını görürüz.1 ġiirimize ocaklık eden iĢbu kültür merkezi olmuĢtur. Osmanlı edebiyatının son tezkiresi olan ve ananeye uyularak 31 Mart 1949‟da eski yazı ile oluĢturulan Tuhfe-i Nâilî‟deki2 5000‟i aĢkın Ģair arasında 13‟de Kıbrıslı vardır. XIX. yüzyıla gelindiğinde Ģair sayısında bir artma görülür. Bunlara bir baĢka kaynakta3 rastladıklarımızı da katarsak bu yüzyıldaki Ģair sayısı 10‟a varır. Gerek bunlara ve gerekse bunlardan biri olan, ve Sultan II. Mahmud döneminde „Sultânü‟Ģ-ġuarâ: ġâirler Sultânı‟ gibi müstesna bir unvanı hakkeden Müftü Hasan Hilmi Efendi‟ye4 bakıldığında Kıbrıs‟taki Ģiir düzeyini anlamak mümkündür. Yine, XIX. yy.‟da, Eski Zağra (Bulgaristan) doğumlu olup Kıbrıs‟ta üst kademe yöneticisi sıfatıyla bulunan ve burada bir „divan‟ oluĢturan Handî5 ile, Hala Sultan Tekkesi Ģeyhlerinden Mehmed ġem‟î‟yi;6 ve nihayet din ağırlıklı Ģiirlerini „divan‟ tertibiyle bir kitapta toplayan bu geleneğin son halkası Hasan Nesîb‟i 7 de araya ekleyebiliriz. 1890‟lı yıllarda gazetelerin yayın hayatına girmesiyle edebiyat alanında bir canlılık göze çarpar. Ġlk mizah gazeteleri Kokonoz (1896) ile Akbaba‟da (1897) Ahmed Tevfik Efendi mizahın en güzel örneklerini verir.8 Ahmed Tevfik Efendi bu çizgisini daha sonraki yıllarda çıkardığı Mir‟at-ı Zaman (1901-1910) gazetesinde de sürdürecekti.9 Gazete sayfalarında Ģiirin yanı sıra hikaye10/roman/oyun11 yayınları/tefrikaları görülmeye baĢlanır. Ġlk kitabımız Müsâmeret-nâme12 Ġstanbul‟dan Emin Nihat Bey‟e ait kitabın (1871) yeniden basımıdır- 1892, ilk tiyatro eseri Hicrân-ı Ebedi 1893, ilk romanımız Yâdigâr-ı Muhabbet13 1894 yılında yayımlanır. Nâmık Kemal‟in Magosa günlerinden arkadaĢı Kaytaz-zâde Mehmed Nâzım Efendi (1857-1924), Nâmık Kemal‟den sonra ikinci üstâdı Recâî-zâde Mahmûd Ekrem Beylerden aldığı feyizle onların çizgisindeki Ģiirlerini 14 yaĢamı boyunca sürdürür. XX. yy.‟ın ilk on yılında gösterilen edebî ve sosyal etkinlikler ise, bir ölçüde, Ahmed Râik Efendi‟nin Eski ġeyler15 adlı kitapçığında toplu olarak verilmektedir. Bu yazarların bazıları, tercüme konusunda gösterilen giriĢimler ile Kıbrıs aydınlarının Türk dünyasıyla ilgilendiklerinin, dil gibi, din gibi ortak konuları irdelediklerinin örnekleridir. XX. yüzyılın ilk çeyreği iç ve dıĢ olmak üzere bir dizi sarsıntıları da beraberinde getirir. 1908 II. MeĢrutiyet‟in Ġlanı, 1909 31 Mart Olayı, 1911, 1912 Trablusgarb ve Balkan SavaĢları, 1913 Girit adasının elden çıkarılması, 1914-18 I. Dünya SavaĢı ve onun sonucuna bağlı olarak 1919‟da baĢlatılan Anadolu KurtuluĢ SavaĢı… Ġmparatorluğun bütün bu iç ve dıĢ sarsıntılarından göreceli dahi olsa etkilenen Kıbrıs Türkleri yeni Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurulmasıyla (29 Ekim 1923) kendilerini güvencede hissederler. Ġlk iĢ olarak derlenip toparlanıp teĢkilatlanmaya, Türkiye‟deki sosyal değiĢiklikleri yaĢama geçirmeye çalıĢırlar. Lozan AntlaĢması‟yla (24 Temmuz 1923) Kıbrıs resmen

1626

Anadolu‟dan koparılmıĢ ve Büyük Britanya‟nın bir Taç Kolonisi (Crown Colony-10 Mart 1925) olmuĢtur. Ġdarî ve sosyal değiĢikliklerin yarattığı sarsıntıların yanı sıra Kıbrıs Türkleri 1878 ve 1914‟den sonra kendilerini üçüncü göç dalgasının içinde bulurlar. Toplumun derlenip toparlanması 1920‟lerin sonlarına doğru gerçekleĢmeye yüz tutmuĢken dünya ekonomik buhranı bütün Ģiddetiyle Kıbrıs‟ta da yaĢanacaktı. Ġngilizlerin Ada‟ya geliĢlerinin 50. yıldönümü 1928‟de parlak törenlerle kutlanır. 1929 yılının sonbaharından itibaren de Kıbrıs Türkleri Latin harflerini hayata geçirmeye baĢlarlar. Türkiye‟de operet modası alıp yürümüĢtür. 1929 yılında Nâzım Ali Ġleri (hikâye ve romancı Selim Ġleri‟nin amcası) burada da ilk operetleri16 yazar. 1931 Rum Ġsyanı‟yla gelen olumsuz ortama (sıkıyönetim) karĢın 1930‟lu yılların edebî etkiliklerinde bir kıpırdanma olduğu görülür. Lise Müdürü Ġsmail Hikmet Bey (Ord. Prof. Ertaylan) Kıbrıslılara örnek olsun diye Efenin Düğünü17 ve Korsan‟ın Gözdesi operetlerini oluĢturup sahneler. Hikmet Afif Mapolar (Muzaffer Gökmen) küçük oylumlu oyun ve romanlarını (Duman, 1935, oyun; Kahraman Kaplan, 1936, roman; Son Damla, 1937, roman; Diken içeği, 1938, roman; Son ıldırıĢ, 1939, roman) bu yıllarda yazmaya baĢlar ve yaĢam boyu bu etkinliklerini sürdürür; bir Ġngiliz‟e ait, üç dilde yayın yapan Embros dergisinde de yalın bir dille kısa hikâyeleri18 yayımlanır. Yine aynı dergide Necmi Sakıp Bodamyalı-zâde‟nin Türk ve Ġngiliz edebiyatından çok özenle yaptığı birbirinden güzel çevirileri19 çıkar. On yılın sonlarına doğru da Ġsmail Karagözlü‟nün (Alptekin, Anlar) ilk Ģiir kitabı „Kalbden Damlalar‟ın yayımlandığını görürüz. Bunlardan bir bölümü, (Ģiir, düzyazı) ürünlerini sonradan, „ığ‟ (1943) adlı bir güldestede toplayacaklardı. 1940‟lı yıllarda Türkiye‟de Garip akımı baĢladığı halde Kıbrıs 20 yıl gerilerden hâlâ daha Cumhuriyet sonrasının ortamında, millî ölçü heceye bağlı olarak Ģiirler yazmayı sürdürüyordu. T.C.‟nin LefkoĢa Konsolosluğu‟nda görevli ve „ığ Hareketi‟nin lokomotifi durumunda olan Hikmet TaĢkent („Bursalı‟ takma adını da kullanıyordu.) 1945 yılında Ada‟dan ayrılmıĢ ve bu dönemin Ģiirlerini aynı yıldan bir kitapta toplamıĢtı (Afrodit‟in Adası‟ndan, Ankara 1945). SavaĢ yılları nedeniyle Türkiye ile iliĢkilerin kesik olmasından dolayı Kıbrıslı sanatçıların ne „yasaklı‟ Nâzım Hikmet‟ten ne de „Garip‟ akımının özelliklerinden haberleri vardı. Ortalarına doğru, savaĢın lehlerine biteceğini anlayan Ġngilizlerin kemer gevĢetmesiyle bir dolu gazete/derginin çıkmaya baĢladığı görülür. 20 Gazetelerden Yankı21 ile dergilerden Ocak ve Dünya22 belirginlik kazanırlar. Ocak‟ta Ġngiliz edebiyatından sık sık çeviriler yapıldığı da gözlemlenir. ġiirde dört bayan öğretmen Pembe (Yusuf) Marmara, (Urkiye) Mine (Balman), Engin Gönül (Emine Otan) ve Necla Salih Subhi‟nin yanı sıra Nazif Süleyman (Ebeoğlu), Ġsmail Karagözlü (Edip, Anlar), Nevzat M. Yalçın, Ahmed Esâd, Rauf R. DenktaĢ, Ahmet Muzaffer Gürkan, Cevdet Hüseyin (ağdaĢ), Ġsmail H. YeĢilada, Cem Sual, adlarını duyurmaya baĢlarlar. Bunlardan bazılarına Ġstanbul‟daki 7 Gün dergisinin, Nihad Sami Banarlı yönetimindeki edebiyat sayfasını açması ölçüsüz-uyaksız Ģiire geçiĢi bir süre daha gerilere atmaya yardımcı olacaktı.

1627

Aralarından Pembe Marmara çok seyrek dahi olsa serbest Ģiir denemeleri yaptığı halde bu dalın en baĢarılı birkaç örneğini vermek hikâyeci/romancı/oyun yazarı nitelikleriyle tanınan Hikmet Afif Mapolar‟a nasip olacaktı.23 ok geçmeden de Mustafa Bürklüce imzalı Nâzım Hikmet çizgisindeki iki Ģiirin yerli bir derginin sayfalarına aktarıldığını görürüz. 24 Bu etkinlikleri, serbest Ģiirin Kıbrıs‟ta da uç vermeye baĢlamasının ilk örnekleri diye sayabiliriz. evirilerde ise Selçuk Selim, Nazif Süleyman (Ebeoğlu), Semih S. Umar ve Necdet Nereli‟nin imzaları var. Ayrıca, Semih S. Umar hikâye, Ġsmail Karagözlü ise hikâye/roman dallarında kendilerini gösterirler. Semih S. Umar‟ın, Karagözlü gibi, Ģiir denemeleri de olduğuna değinilmelidir. Karagözlü‟nün romanı (aslında uzun hikâye) Saadet Yolcuları (1940), Nazif Süleyman‟ın (Ebeoğlu) Ģiir kitabı Beyrut Rıhtımlarında (1942); oyuncu/yönetici olarak Kıbrıs Türk sahnesine büyük emekleri geçen Osman Talat‟ın (Alkan) Yüksel piyesi (1942), Hikmet Afif Mapolar‟in (Muzaffer Gökmen) milli oyunları MeĢ‟ale (1942), Mucize (1943), Altın ġehir (1945), hikâye kitapları Toprak AĢkı (1943) ve Kahve Fincanındaki AĢk (1943) ile Kendime Dönüyorum (1943) romanı; Kemal E. Sakarya‟nın DöğüĢe Hasret (1944) piyesi, ReĢat Süleyman Ebeoğlu‟nun Ġngilizce ve Fransızca kaynaklardan oluĢturduğu çocuklar için Esop Masalları (1947) bu on yıl içinde yayımlanmıĢ baĢlıca eserlerdir. II. Dünya SavaĢı‟nın (1939-45) hemen sonrasından itibaren Osman Türkay‟ın da Ģiirleri gazete sayfalarında görülmeye baĢlanır. Bunlar hece ölçüsü ve kalıplarına uygun olarak yazılmıĢ bulunsalar dahi Osman Türkay çok geçmeden serbest nazmın denemelerine giriĢecekti. Araya bir de Cavit Hüseyin Avni‟yi katabiliriz. Hece ölçülü-uyaklı Ģiirlerinden bir bölümünü Tabiat Sayıklıyor (Ġstanbul 1949) adlı bir kitapçıkta toplamıĢtır. Türkiye‟deki yükseköğrenimde iken Nâzım Hikmet çizgisinde Ģiir denemelerine giriĢecek, ancak ailesiyle birlikte Avustralya‟ya göç ettiğinden, bildiğimiz kadarıyla, buralarda iken onları hayata geçiremeyecekti. Bir baĢka Ģiir heveslisi Salahi Ramadan (Sonyel)‟in de, on yılın sonlarına doğru Ģiir kitapçığını görecektik: Bir Kalb Haykırıyor (1948). Kıbrıs Türk edebiyatı Osmanlı döneminde Ġstanbul, Cumhuriyet‟ten bu yana da Türkiye edebiyatının bir uzantısıdır. Akımlar ve öbekleĢmeler içinde bulunulan siyasî ve sosyal durumlara göre değiĢik süreli gecikmelerle Kıbrıs‟a hep yansımıĢlardır. Bu edebiyatın Akdeniz‟den de renkler taĢıması çok doğal sayılır. ağdaĢ Edebiyatın OluĢum ve GeliĢimi 1. 1950‟li Yıllar Türkiye‟den toplu halde ortaöğretim kurumlarımıza öğretmen akıĢı Demokrat Parti‟nin iktidara geçtiği (14 Mayıs 1950) tarihten hemen sonra baĢlar ve kesintisiz olarak Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin kurulduğu 16 Ağustos 1960 yılına değin sürer. Ada‟ya atanan seçkin edebiyat öğretmenleri arasında Naim Buluç, Mehmet Durulgan, Ġbrahim Zeki Burdurlu (ö. 1984), Halid Akarca, Mehmet Öner, Mehmet Irmak, Orhan Ural, Hüseyin Gürtunca ve Arif Nihad Asya (ö. 1975) gibi, meslekî bilgilerinin yanı sıra, Ģair olanlar da vardı ve Kıbrıslı öğrencilerin yetiĢmelerinde bunların payları büyük olmuĢtur. Ayrıca toplu halde Kıbrıslı öğrencilerin yükseköğretim kurumlarından geçirilmeleri, yatkın kiĢilerin Türk edebiyatını öğrenmelerinde, sanat çevrelerini tanımalarında baĢlıca etken olmuĢtur. Dahası, iletiĢim

1628

aracı radyo devreye girmiĢ, sanatçılara sayfalarını cömertlikle açacak olan Ġstiklal gazetesi (28 Ekim 1949) de yayın yaĢamına atılmıĢ bulunuyordu. Edebiyat ve sanat bağlamında Kıbrıs‟ta ilk kez oluĢmuĢ böylesi uygun bir ortamda da atılımlar beklemek çok doğaldı. Bizde çağdaĢ Ģiirin oluĢmaya baĢladığı bu on yıldaki etkinlikleri, düzyazı çalıĢmalarıyla birlikte, sıralamaya çalıĢalım: Ġstanbul Vefa Lisesi‟ndeki öğreniminden sonra 1950 yılında Kıbrıs‟a dönen Özker YaĢın‟ın, en azından, zamanın Ģairleri, Nâzım Hikmet ve Garip akımı hakkında bir bilgisi vardı. ok geçmeden Kıbrıs‟ın Ģiir alanında küçücük bir kitapla (Ol Âlem 1952) boy gösterir. Kıbrıs o günlerde hâlâ bir Ġngiliz sömürgesiydi. Türk halkı için önemli olan, bu topraklarda iyice tutunmak ve Ģerefli bir yaĢam sürmekti. Bunun için de, herĢeyden önce, geçmiĢimize sahip çıkmak, Türkiye ile bağları güçlendirmek ve Atatürk sevgisini içimizde taĢıyıp onun izinde yürümek durumundaydık. Sağlam dizelerle kurulmuĢ Ģiirler ise bunları dile getirmenin en güçlü araçları olurdu. Fetih günlerinde LefkoĢa surlarına bayrağı ilk diken savaĢçı adına, Bayraktar Destanı (1953), Atatürk sevgisini dile getiren, Kıbrıs‟tan Atatürk‟e (1953), özgürlük savaĢımcımız için, Namık Kemal Kıbrıs‟ta (1957), Kıbrıs‟ta Bayrak (1958), Kıbrıs Mektubu (1958), Bayraktar Türküsü (1959) hep bu hedeflere dönük, o günlere değin görülmedik yoğunlukta giriĢimlerdi. Ol Âlem (1952) çizgisindeki Ģiirler ise Limanda Bir Gemi (1956) ile sürdürülür. Arada bir de romanı var: Bütün Kapılar Kapandı (1955). Seksen iki yıllık bir aradan sonra Türk askerinin yeniden Ada‟ya geliĢini selamlayan dizeler, gerçekleĢen bir rüyanın sevinciydi. TedhiĢ örgütü EOKA‟nın 1 Nisan 1955‟te silahlı eylemlere giriĢmesinde, sömürgecilere karĢı 27-28 Ocak 1958 direniĢinde, 1963‟ün Kanlı Noel‟inde, 6 Ağustos 1964 Dillirga bölgesindeki soykırım giriĢiminde, 15 Kasım 1967 Geçitkale-Boğaziçi saldırılarında ve nihayet 20 Temmuz 1974 BarıĢ Harekâtı‟yla gerçekleĢtirilen yaĢamsal dönüm noktasında Kıbrıs Türklerinin görüp geçirdikleri Özker YaĢın‟ın dizelerinde damar damar atmaktadır. Özcesi; Kıbrıs‟ta yurt, bayrak, Atatürk sevgisi, Ģehitlerimize saygı… dendi mi, ilk akla gelen, Özker YaĢın‟ın dizeleriyle, destan ve oyunları olur. ġiir çalıĢmalarını 1987‟den bu yana yerleĢtiği Ġstanbul‟da da sürdürmektedir. Ancak biz, Özker YaĢın‟ın Ģiirimizdeki yerini Ġstanbul‟a göç edene dek, hep bu „bütünlük‟ içinde görüyoruz. ġiir yaĢamını yurt dıĢında sürdürenlerden biri de Osman Türkay‟dır. 1950‟lilerin ilk bir iki yılında Türkiye‟de çalıĢtıktan sonra Londra‟ya yerleĢmiĢ ve kısa bir süre Kıbrıs‟ta kaldıktan sonra yeniden Londra‟ya dönerek ölümünden (22.1.2001) birkaç ay öncesine kadar hep orada yaĢamıĢtır. Ġlk Ģiir kitabı Yedi Telli‟yi yıllar sonra, ancak 1959‟da yayımlar. ġiirle uğraĢı bir yaĢam biçimi haline getiren Türkay, Türkçe ve Ġngilizce 16 Ģiir kitabı yayımlamıĢ, ultra-modernist dizeleriyle, bazı çevrelerde, kendisini „Uzay ağı Mistiği‟ olarak kabul ettirmiĢ, Ģiirleri birçok dile çevrilmiĢ, 25 ödülün sahibi olmuĢtur. Osman Türkay, Ġngiliz Ģiirinin etkisinde baĢka ufuklara yelken açsa da, temalarını Kıbrıs‟tan seçtiği Ģiirleriyle ülkemizin geliĢim çizgisindeki özgün yerini hep koruyacaktır. Hececi Ģairlerden Engin Gönül, ilk ve tek Ģiir kitabı „Sana Doğru‟yu 1952 yılında yayımlar. Kitap, üstad bildikleri 7 Gün dergisinin edebiyat sayfası yöneticisi Nihad Sami Banarlı‟ya sunudur. Urkiye Mine (Balman) de aynı yıl yayımladığı kitabının adını „Yurduma Giden Yollar‟ koymuĢtur. Ġlk Ģiir, yani

1629

kitaba adı verilen Yurduma Giden Yollar, Türkiye sevgisini/özlemini içtenlikle dile getirmesinin yanı sıra bizde serbest Ģiirin ilk güzel örnekleri arasında yerini alır. Dört kadın Ģairlerimizin etkinlikleri türlü aralıklarla bu on yılın içinde son bulur. Necla Salih Subhi (ö. 2000) hiç kitap yayımlamamıĢ, Pembe (Yusuf) Marmara‟nın (ö. 1984) Ģiirleri ise ölümünden sonra kardeĢi Selma Yusuf Saygın tarafından bir kitapta toplanmıĢtır: Pembe Marmara, ġiirler, 1986. 1 Ocak 1885 doğumlu Ahmed Es‟ad Bey de Ģiirlerinden bir demeti -aralarında yeni Ģiir örnekleri de olduğu halde- Ahmet M. Gürkan‟ın önsözü ve Hikmet Afif Mapolar‟ın takdim yazısıyla 1956‟da yayımlar. Nevzat M. Yalçın ise 40‟lı yılların ortalarına doğru yükseköğretim için gittiği Ankara‟da Hisar dergisi çevresinde edebî etkinliklerini sürdürmüĢ ve 1970 yılından bu yana yerleĢtiği Almanya‟da, günümüze değin, Ģiirden kopmamıĢtır. ġiir kitaplarını yıllardan sonra yayımlayacaktı. Üretken sanatçı Hikmet Afifi Mapolar (Muzaffer Gökmen), gazeteciliğin yanı sıra hikâyelerini, romanlarını ve Hulki Seza takma adlı serbest Ģiir ürünlerini vermeyi sürdürmektedir. Ġki romanı Köknal (1953) ile Üçümüz (1956), ardak Yayınlarının birinci ve altıncı kitapları olarak yayımlanır. Ayrıca gazetelerde hikâye/roman tefrikalarını da devam ettirmektedir. Mapolar, edebiyatımızın yerli dokularla iĢlenmesinden yanadır. Bu „boĢluğu‟ gören Mapolar baĢka sanatçıları da uyarmayı boyun borcu bilir: “ġair var, Ģiir yok; hikâyeci var, hikâye yok. ġiir yazıyorlar; fakat bizi, bizim insanlarımızı, bizim toplumumuzu, bizim hayatımızı, bizim havamızı, renklerimizi bulamıyoruz o Ģairlerin Ģiirlerinde. AĢktan bahsedenler, denizi dile getirenler, ağaçla konuĢanlar, ıstıraplarını yaĢayanlar var ama bizi yazanlar yok. Daha açık konuĢalım; bu Ģiirlerde Kıbrıs yok, YeĢil Yurt yok. Sanatçı özgür olmalı, dilediğini yazmalı; fakat bizi, bizim insanlarımızı da dile getirerek bir „yerli‟ sanat yaratma yolunu tutmalı.”25 Bu on yılda dört derginin yayımlandığını görürüz: Gençlik, ardak, Kıbrıs Postası, Sesimiz. Yanı sıra, Türk Edebiyatçılar Derneği kurulur. Mapolar‟ın sahibi olduğu ardak dergisinde Samet Mart (Sacit Tekin), Hüseyin ġenol, Mustafa Tangül, ġinasi Tekman ve Numan Ali Levent gibi imzalar dikkat çekmekteydi. Bunlardan ġinasi Tekman, sonradan, ağaç-yontu sanatçısı olarak tanınacak; Samet Mart ile Numan Ali Levent ise hikâye alanındaki çalıĢmalarını sürdürerek ilginç örnekler vereceklerdi. Samet Mart hikâye kitabı Hokkabaz (1954), ardak Yayınlarının beĢincisi olarak yayımlanır. Ġçindeki 18 hikâye gerek kurgu, gerekse içerik olarak o günlere değin az rastlanan bir düzeydeydi. Daha sonraları müzik öğretmeni olarak görev yapan Sacit Tekin (Samet Mart) 1963 Noeli‟yle gelen bunalımlı günlerde emekliye ayrılıp müzikten olduğu gibi edebiyattan da kopacaktı. ġinasi Tekman, Nasreddin Hoca ġiirleri (1954) ile Atatürk ocuklarına ġiirler‟i yayımlar (1955). Ayrıca O‟nun iki perdelik bir komedisi var: Haydan Gelen Huya Gider (1956). Yine, çocuklar için ağaç ve orman Ģiirleri yayımlar: YeĢilada (1956). Numan (Ali) Levent‟in 15 hikâyeyi içeren ilk kitabı Her Ġkisi (1955), Kıbrıs Postası Yayınlarından çıkar.

1630

Bir baĢka hikâyecimiz/romancımız ise Argun F. Korkut‟tur. Kore SavaĢı‟na askerî tercüman olarak katılan sanatçı, bu savaĢla ilgili anılarını kitaplaĢtırmıĢtır: Kore Yollarında, 1951. Sönen Yıldız ise tefrika edildiği gazetenin sayfaları arasında kalmıĢtır (Bozkurt gazetesi: 15.3.1952-28.6.1952). Kızlar Kocasız Kaldı (1953) kitabında ise 7 kısa öykü bulunmaktadır. Argun Korkut‟un yazdığı, fakat yayımlama fırsatı bulamadığı türlü konularda 12 eseri daha vardır. 2 ġubat 1952‟de LefkoĢa‟da bir ġiir Gecesi düzenlenir ve orada okunan Ģiirler aynı yıl „Ġlk Demet‟ adı verilen bir kitapçıkta toplanır (Bkz. Ġlk Demet-ġiir Gecesi Hatırası-LefkoĢa 1952, 60 s.). Geceye katılan 13 Ģair arasında Ġbrahim Zeki Burdurlu‟nun iki de öğrencisi vardı: Mustafa Ġzzet Adiloğlu, Taner Fikret Baybars. Kendilerini o gece kanıtlamalarının ardından Adiloğlu Bacadan Tüten Duman (1952) ile Ġnsanlardan Ayrı (1953) kitapçıklarını yayımlar. Henüz bir lise öğrencisi olan Baybars‟ın kitabına verdiği ad ise Mendilin Ucundakiler (1954) olur. Her ikisi de Ġngiltere‟ye yerleĢmiĢ bulunuyorlar. Baybars, ise sonradan Fransa‟ya geçecekti. Adiloğlu, günümüze değin, Ģiirden kopmadığı halde, Baybars Ġngiliz edebiyatı içinde kendine bir yer ayırabilme uğraĢı verecekti. 10 Eylül 1953‟te yer alan Baf depremi dolayısıyla oluĢturulmuĢ bir Ģiir kitapçığını da burada belirtmek isteriz: Salahi Ramadan (Sonyel), Canavar Toprak, 1953. On yılın ilk yarısı itibariyle Ģiirimizin filiz sürmesi ortamında gazete/dergilerde imzaları görülenler arasında Oğuz Kusetoğlu, Ali Sedat Hilmi (Törel) ve Bener Hakkı Hakeri de vardır. Bu on yılın koĢullarında Oğuz Kusetoğlu‟nun Ģair-öğretmen kimliğiyle öğrencilere ve halka milli bilinci ve yurt sevgisini aĢılamak için gösterdiği çabalar unutulacak gibi değildir. Daha sonraları serbest Ģiire yönelerek aĢk temasına öncelik verdiği görülen Kusetoğlu, çeyrek yüzyıldan bu yana edebiyattan kopmuĢ sayılır. Ali Sedat Hilmi (Törel) ise, Larnaka‟daki American Academy diye bilinen misyoner okulu çevresinde yetiĢtiğinden ilk Ģiir kitapçığını Ġngilizce olarak Larnaka‟da yayımlar: Verse At Random (1953).

Yükseköğrenimini

tamamladıktan

sonra

Türkiye‟ye

yerleĢerek

Sivas

Cumhuriyet

Üniversitesi‟nde öğretim üyeliği yaparken Ģiir çalıĢmalarını da sürdürmekten geri kalmamıĢtır. BaĢka çalıĢmalarının yanı sıra türlü tarihlerde yayımlanmıĢ 6 da Ģiir kitabı vardır. Bener Hakkı Hakeri‟nin Ģiir dünyasındaki ilk kitapçığı bir destan denemesidir. LefkoĢa‟nın Fethi (1956). Yine aynı yıl Nasreddin Hoca fıkralarını menzum halde sunacaktı. Daha sonraki yıllarda edebiyatın hemen her dalında eserler verecek ve „kültür adamı‟ kimliği ağır basacaktı. On yılın 2. yarısında edebiyatımıza yeni adlar eklenir: Kutlu Adalı, Fuat Veziroğlu, Hizber M. Hikmet (Hikmetağalar), Neriman Cahit, Mehmet Kansu, Fikret Demirağ bunlar arasındadır. Antalya Lisesi‟ni bitirdikten sonra 1954 yılında yurda dönen Kutlu Adalı, lise yıllarında baĢladığı edebiyat etkinliklerine Kıbrıs‟ta da devam etmiĢ, az sayıda dahi olsa, özgün Ģiirlerini ölüm tarihine (6.7.1996) değin sürdürmüĢ; halkbilim malzemesi derlemeleri yapmıĢ, millî oyunlar, politik taĢlamalar yazmıĢtır.

1631

ġiire iyi baĢlayan ve ilerisi için umut veren Fuat Veziroğlu, hukuk öğreniminin ardından aktif politikaya girdi, siyasî polemiklere karıĢtı ve Ģiirden koptu. Ġlk ve son Ģiir kitabı ukur Yanaklı‟yı 1961 yılında yayımlamıĢtır. Hizber M. Hikmet‟in ilk kitapçığı edebî düzyazılarından oluĢturulmuĢ AĢksız YaĢanmaz‟dır (1958). Onu Ģiir kitapçığı Eylül Misafi (1958) izler. Ġkinci edebî düzyazı kitabı ise bundan 4 yıl sonra 1962‟de yayımlanır: Teselli. Ancak bütün ailesini büyük ölçüde etkileyen talihsiz bir olaydan sonra Hizber M. Hikmet (Hikmetağalar) uzun süre suskunluğunu koruyacak, edebî etkinliklerini günümüze taĢıyamayacaktı.

Fakat

ölümünden

(4

Mart

1993)

bir

süre

önce

bazı

arkadaĢlarının

yüreklendirmesiyle Kıbrıs gazetesinde “Semtler ve Anılar” genel baĢlığı altında bir yazı dizisine baĢlayacaktı. Bunlar daha sonra bir kitapta toplanmıĢtır: Eski LefkoĢa‟da Semtler ve Anılar, Maarif Yayınları Ġstanbul 1996. Geriye kalanlardan üçü ise edebî etkinliklerini günümüze değin sürdüregelmiĢlerdir. AĢkı, ihaneti, kavga ve kadın olmanın erdemini Ģiirlerine yansıtan Neriman Cahit, Akdeniz kültürü olgusunu hep gündemde tutmuĢtur. ġiir çizgisi duygu ve imge dünyasından giderek toplumsallığa yönelir. Ama, özde, onun felsefesi „insan‟dır, insana dair herĢeydir; kendisine en çok dokunan da kadınların ezilmiĢliği… ġiirlerinin bir bölümünü Ayseferi (1995) adlı kitapta toplamıĢtır. ġiire kendi yaĢıtlarının yolundan baĢlayan Mehmet Kansu on yılın sonlarına doğru yükseköğrenim için gittiği Ankara‟da soyut Ģiir akımıyla karĢılaĢır ve Ģiir çizgisinde bir dönüĢüm baĢlar. Bu on yılda Ģiirin güzel örneklerini veren ve gelecek için bir umut olan Ahmet M. Gürkan‟ın henüz 38 yaĢında iken hayatını yitirmesi (1962) yüzünden gazete sayfaları arasında kalan Ģiirleri/düzyazıları uzanacak eli bekliyor. 1 Nisan 1955 gününün geceyarısında saatler tam 24.00‟ü gösterirken Ada‟nın her yanında patlatılan bombalarla EOKA tedhiĢ örgütünün silahlı eylemlere baĢladığını ilan etmesi, 27-28 Ocak 1958 de LefkoĢa‟daki sömürge askerlerinin baskılarına Ģehitler vererek gösterilen direniĢ gibi olaylar bazı Kıbrıs Türk Ģairlerini, en azından belli bir süre için, özgürlük arayıĢları yerine direniĢ Ģiirlerine öncelik verme durumunda bırakmaya yetecekti. Bu olguların etkileri, daha çok bir sonraki on yılda verilen eserlere yansımıĢtır. Ama, böylesi bir kargaĢa ortamında bile yine Ģiir kitapları yayımlanabiliyordu. Sonradan iyi bir tiyatro sanatçısı olacak, ancak -ne yazık ki- bu dünyadan genç yaĢında göçecek olan Üner Ulutuğ‟un (ö. 1978) Utanan içek (1958) kitapçığı buna örnektir. Bu on yıl kapanmadan direniĢ çizgisindeki dizeleriyle hatırlanan Oktay Öksüzoğlu‟nun Gel Mehmet (1958) ve Kıbrıs‟tan (1959) adlı kitapçıkları yayımlanır. 2. 1960‟lı Yıllar 1940‟lı yıllardan beri Ģiirin içinde olan Nevzat Yalçın ilk Ģiir kitabını bu on yılda yayımlar: „A‟ Sokağı (1969). Mapolar‟ın ise Beyaz Gül (1962) adlı romanını görürüz. Hüseyin Murat‟ın Kıbrıs‟tan Nükteler (Teksir halinde, 1961) ve Kıbrıs‟tan ġaka-Fıkra-Nükteler (1962) derlemeleri artarda okuyucuya sunulur. Numan Ali Levent‟in (Ferid Gören) ikinci öykü kitabı „Bir Gelin Aranıyor‟ 1960‟da

1632

yayımlanır. Artık, Kanlı Noel sonrasının ortamı gelip çatmıĢtır. Sanatçımızın iki perdelik Hücredekiler (1965) oyununda direniĢ konu edinilir; ardından direniĢ öykülerinden oluĢturulmuĢ Kanlı Noel (1965) yayımlanır. Bu on yılın baĢlarında AĢkların AĢkı (1962), AĢkolsun AĢka (1962), Ġp (1962,1963) gibi sevda kitapçıkları çıkaran Bener Hakkı Hakeri; içine düĢtüğü ortamda, Üç Kere Limasol, Limasol Türk Savunması

(1964),

Limasol‟da

Ġkinci

Plevne

Savunması

(1965)

gibi

eserleriyle

direniĢ

Ģiirleri/destanları yayımlayacaktı. Kanlı Noel‟in hemen ardından, tıpkı I. Dünya SavaĢ‟ında (1914-18) anakkale‟ye koĢan yükseköğrenim gençliği gibi Kıbrıslı üniversite öğrencileri de yurdun en duyarlı bir bölgesini savunmak üzere Dillirga‟ya (Erenköy) çıkarlar ve arkada Ģehitler bırakarak iki yıl sonra bir vapur gönderilip Türkiye‟ye geri alınırlar. (Mart 1964-ġubat 1966) Bunlar arasında; Ģiir yeteneğini sezip özel ilgi göstererek bu gencecik çocuğun Ģiir ufkunu açan, ona sağlam dize yapısı kazanmanın gizlerini öğreten Ârif Nihad Asya‟nın lisedeki öğrencilerinden Süleyman Uluçamgil de vardı. Ama o ise, yüreğinde Anadolu sevgisi ve o toprakların çocuğu „Ġzmirli Kızın‟ sevdasını; gözlerinde Kıbrıs özlemini taĢıyarak Ģehitler arasına karıĢanlardan olacaktı. (21.7.1964) ġehit düĢtüğü mevzide, bir mukavvaya yazılı halde Ģu dizeleri bulunmuĢtu: Ġstanbul‟da izbe bir evin/Tavan arasında/Yarım kalmıĢ Ģiirlerim/Bir soğuk heyecan içinde/Beni bekler… Arkada; bir deste mektup ve yarıda kalmıĢ bir roman (Dillerin Ucundan), yarım kalmıĢ bir oyun (Saray Gibi), YakılmıĢ Yurt Türküleri (1961-64) Türk Ordusunun Ġzmir‟e GiriĢi, Sevda Ezgileri (196163), Gurbet, Doğa ve ağ Ezgileri (1961-63), Bir ġehitten SesleniĢler (ortak çalıĢma-1964), Dillirga AkĢamları (1965) ve Âsi (Ortak çalıĢma-1966) gibi eserler bırakarak göçtü bu dünyadan. Hocası ve üstadı Ârif Nihad Asya‟nın onu konu edinen bir de rubaîsi vardır. (Bkz. Kıbrıs Rubâîleri, 2. baskı, Defne Yayınları, 95.s). Süleyman, 27-28 Ocak 1958‟de sömürgecilere karĢı duran insanlarımızın arasına katıldığında henüz 14 yaĢında bir çocuktu. ġiire ilkin kısa kısa dizelere sözcük oyunları, espri, ironi, uçarılık, çapkınlık, pervasızlık karıĢtırarak baĢlayan Orbay (Mehmet) Deliceırmak‟ın giderek direniĢ Ģiirlerine de yer verdiği gözlemlenir. Edebiyata bir romanla (El kapılarında-1960) ayak atan, Süleyman Uluçamgil‟in can arkadaĢı Orbay, birbirlerini kısa aralıklarla izleyen Peykin Telsizi‟nden (1961) ve Bursa Gözlüm‟den (1962) sonra Sömürge ocuğunun Türkiyesi (1963), Bir ġehitten SesleniĢler (ortak çalıĢma-1966) ve Saat Dokuzu BeĢ Geçe (1967) kitapçıklarını yayımlar. Özker YaĢın ise Mehmetçik Kıbrıs‟ta (1960), Babil Daha Uzakta (1963), Atatürk‟e Saygı DuruĢu (1963), Kanlı Kıbrıs (1964) ve Oğlum SavaĢa Mektuplar (1965) kitapçıklarıyla Ģiir çalıĢmalarını sürdürür. 1962 yılında Kıbrıs Türk Sanatçılar Ocağı‟nı kurup ilk baĢkanı olan Oktay Öksüzoğlu, Ģiir etkinliklerini Erdoğan Saracoğlu‟yla ortaklaĢa Kıtlık Tarlaları (1965) ve OydaĢlar (1966) adlı

1633

kitapçıklarla sürdürmeye devam eder. Limasol‟da ise Kenan Salih Ġnatçı, Millî bilinci ayakta tutmak için Ģiir kitapçıklarından Mücahit (1965) ve Ġlham‟ı (1965) yayımlar. Dillirga‟yı (Erenköy) konu edinen yazarlarımızın/Ģairlerimizin yanı sıra orada bulunan öğrenci-savaĢçılar

da

kendi

yaĢamlarını,



dünyalarını,

özlemlerini

dizelere/yazılara

dökmüĢlerdir. Bunlardan örnek olarak Hüseyin Laptalı‟nın Erenköy Sürgünleri (1966) ve RaĢit R. ġoföroğlu‟nun Harb AkĢamları (1967) verilebilir. Yine, Erenköy mücahitlerinden Erol Tevfik‟in Erenköy‟de AkĢam‟ı; Ali Ertuğrul‟un Senin Ġçin Kıbrısım‟ı; Hünalp Ali‟nin Erenköy MarĢı, Alkan ġefik‟in aynı adı taĢıyan Ģiiri, Ġsmet Dağlar‟ın Önce Ġstiklal‟i, Sıdkı Bilmen‟in Erenköy Santralı, Hüseyin Gazi‟nin Erenköy Geceleri, Âdil Alkan‟ın Ümitler Dünyası… bir umudun, bir özlemin ve düĢ kırıklıklarının yansımalarıdır. Kıbrıs Ģehitlerinin âdeta simgesi sayılan Pilot YüzbaĢı Cengiz Topel hakkında da gerek Kıbrıs ve gerekse Türkiye‟de pek çok Ģiir yazılmıĢtır. Bu Ģairler arasında Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Ârif Nihad Asya gibi ünlüler de vardı (Bkz. ġiirlerle Kutsal SavaĢ ve DireniĢimiz, Hasan ġefik Altay, LefkoĢa 1971, 38. s.) LefkoĢalı Konur Alp (Onur Mustafa), BeĢparmaklardaki mücahitlik günlerinin esintisiyle oluĢturduğu anı-öykü kitabı Kıbrıs Anemonları‟nda (1966), Kanlı Noel sonrası mücahitleriyle savaĢ ortamındaki halkın yaĢamlarından ilginç kesitler verir. AĢkıma Ġthaf (1969) adlı bir de romanı vardır. Ġkinci bir anı-öykü kitabı da gazeteci EĢref (Nidai) etinel‟in kaleminden çıkma: Küçük Dünya (1967). etinel, bir avuç Kıbrıs Türk halkının yaĢamına psikolojik yaklaĢımlarla irdelemeler getirir; bu bir avuç halkın yazgısında dıĢ güçlerin etken olmasından duyduğu rahatsızlığı vurgular. Ama, yine de hayatın sürdürülmesi için bir umuda olan gereksemenin bilincindedir ve de onu hep canlı tutar. 1967 yılının Kasım ayına gelindiğinde küçük küçük barınma merkezlerinde birbirlerinden, Türkiye‟den ve dünyadan kopuk bir yaĢamın olumsuz koĢulları sürdürülüyordu. Ama, Erenköy‟de hızlarını alamayan saldırganlar bu kez 15 Kasım‟da Larnaka ilçesine bağlı Geçitkale ve Boğaziçi köylerine yüklenecekler; ancak, Türkiye‟nin, son çare olarak, savaĢı dahi göze alacak bir tavır takındığının kesin kez anlaĢılması üzerine geri çekilecek, göstermelik dahi olsa bir tür „yumuĢama‟ politikası sürecine gireceklerdi. Bu saldırı dolayısıyla yaralı ve yaĢlı bir mücahidin üzerine benzin dökülüp yakılması olayı, Ümit YaĢar Oğuzcan‟a „Geçitkaleli Mehmet Emin Destanı‟nı yazdırtmıĢtır. (Bkz. a.g.e., 49-51.ss.) 1960‟lı yıllarda LefkoĢa‟da 15‟i aĢkın dergi yayımlanır; ama bunların tümü de -kötü koĢullar yüzünden- kısa ömürlü olur. Aralarında 1-2 sayıdan sonra kapananlar bile vardı. En uzun ömürlü olanlar, ġölen (1 Aralık 1961, 6 sayı); Topal (Ekim 1965, 5-6 sayı); Yakın (Kasım 1965, 7-8 sayı); Kültür (Aralık 1966, 6-7 sayı) ve Hafta‟dır (1 Kasım 1967‟de baĢlar bir süre yayımlanır.) Limasol‟da ise 15 Mart 1965‟te çıkarılan Kaynak dergisi 30 sayı kadar sürmüĢtür. Yanı sıra, kısa ömürlü Süzgeç ve Salkım dergileri de vardı. Baf‟ta teksir halinde yayımlanan Bucak dergisi ise 3 yıl sürer (Bkz. Tarihin Tozlu Sayfalarındaki Kültür-Sanat Dergilerimiz, Sevgül Uludağ, Yenidüzen gazetesi, LefkoĢa, 24.08.1982-08.02.1983).

1634

1950‟li yılların ikinci yarısından itibaren insan sevgisi yüklü dizelerle nostaljiyi, sevdayı dile getiren, yalın söylemli Ģiirleriyle dikkati çeken Kâmil Özay da bu on yılda eserlerini yayımlamaya baĢlar: Bir ift Göz Ağlıyor Gecede, 1965, düzyazılar; AĢk Damlacıkları, 1965, Ģiirler; Bir KiĢi, 1966, öyküler. AĢkın seyir defterini tutan, gerçek bir LefkoĢa sevdalısı Mehmet Levent‟e ait Ģiir kitaplarının arka arkaya sıralandığını görürüz: Sessizlik, 1963; Erenköy Mektubu, 1965; Bir Uçtan Bir Uca, 1965, Ģiirler: Bir KiĢi, 1966, Öyküler. Bu on yılda yayımlanan Ģiir kitapları arasında, “soyut-somut kavramlarının kesiĢtiği yerde Ģiirsel düĢüncelere renk katmak da güzeldir” diyen Osman Güvenir‟in Bitmeyen Dua‟sı (1966) da var. On yılın sonlarına doğru genç bir kalemden bir romanın yayımlandığını görürüz: AĢkıma Ġthaf (1969). Zeki Ali bu ilk eserinin yayımlandığı günlerde henüz bir lise öğrencisi idi. Ondan sonra yirmi yıl kadar Kanada‟nın Toronto kentinde kaldığı sürece edebiyattan kopmayacak ve gerek vatandan uzak olduğu yıllarda, gerekse kesin dönüĢ (1992) yaptıktan sonra kitap üretmeye devam edecekti. Bu on yılın baĢlarında (16.4.1960) yani birinci etkinlikten (I. Demet) 8 yıl sonra Ģairler bir kez daha LefkoĢa‟da bir Ģiir gecesinde buluĢacaklar ve okunan Ģiirleri bir güldestede toplayacaklardı. Katılan 14 Ģair arasından 4‟ü Kıbrıs‟ta görev yapmakta olan Ârif Nihad Asya, Halid Akarca, Mehmed Öner ve Lütfi GülĢen gibi Türkiyeli öğretmenlerdi (Bkz. Ġkinci Demet, ġiir Gecesi Hatırası, Halk Eğitimi Bürosu Yayını, LefkoĢa 1960.) - Osman Türkay Ģiir çevirileriyle de tanınmıĢtır. Ġngiliz Ģairi T. S. Eliot‟tan seçtikleri Ġstanbul‟da Yeditepe Yayınları arasında çıkmıĢtır: T. S. Eliot (SeçilmiĢ ġiirler-1965). Onu, yine Yeditepe Yayınlarından Uyurgezer (1969) Ģiir kitabı izlemiĢtir. - ġiire kendi yaĢıtlarının yolunda baĢlayan Mehmet Kansu (1938) geçen on yılın sonlarına doğru yükseköğrenim için gittiği Ankara‟da soyut Ģiir akımıyla karĢılaĢır ve Ģiir çizgisinde bir dönüĢüm baĢlar. Ġlk Ģiir kitapçığı Ġkinin YaĢamı (1960), Fikret Demirağ‟la ortaklaĢadır. Onu Piramit Acısı (1962) izler. Ancak, 1963 Noeli‟yle Kıbrıs‟ın içine düĢtüğü ortamda bu çizgiyi sürdüremeyecek, ama sırf tuttuğu yolda bir „devamlılığı‟ sağlayabilmek için 1963 öncesi yazdıklarından 11 Ģiiri DireniĢ‟ten Önce (1968) adlı kitapçıkta toplayacaktı. ġimdi artık onun için „Kutsal DireniĢ‟ savaĢımız ön plandadır ve de arada, bu hislerle Bir Mücahit (1965) monoloğunu yazar. - Mehmet Kansu ve Ġlhan Tezel‟le 1960 yılında ortaklaĢa yayımladıkları Ġkinin YaĢamı ve Tutku‟da soyut Ģiire özenen Fikret Demirağ da daha sonraları Ģiirlerine toplumsal ve yerel öğeleri de katarak Ģiirin uzun yolcuğuna baĢlayacaktı. Esperanza (1962), Açar Yörüngeler içeği (1963), AĢkımızın ġarkıları (1965), Kısa ġiirler Durağı (1968) bu on yılda yayımladığı kitaplardır. - Dizeleriyle kendisini bu on yılda genç kuĢak arasında kabul ettiren Kaya anca ilk kitabı Y. Sokağı‟nı 1968‟de yayımlar. Genç yaĢında ölümü umut kırıklığına neden olmuĢtur.

1635

- Kutlu Adalı kitap yayımlamaya bu on yılda baĢlar: Köy Raporları (1961, 1962, 1963); Dağarcık (1963-folklorik gezi yazıları); SöyleĢi (1968-savaĢ içindeki yaĢamdan kesitler); irkin Politikacı Pof (1969-toplumsal eleĢtiri); Hayvanistan (1969-mizah); Köprü (1969-oyun). - Kıbrıs Türk toplumunun ilk halkbilimi araĢtırmacısı Mahmut Ġslamoğlu‟nun ilk kitabı Kıbrıs Türk Folkloru 1969 yılında yayımlanır. Ġslamoğlu, yanı sıra, taĢlama tarzındaki Ģiirleriyle de tanınmaktadır. 3. 1970‟li Yıllar - Erenköy mücahitlerinden ĠleriĢ Yemenicioğlu‟nun Erenköy Destanı, Ergenekon yayınlarının 5. kitabı olarak 1973‟te yayımlanır. - Nevzat Yalçın ikinci Ģiir kitabı GüneĢ ve Adam‟ı 1977 yılında yayımlar. - 1957‟den bu yana Ģiirleri gazete ve dergilerde görülmeye baĢlayan Ġlkay Adalı‟nın ilk Ģiir kitabı Sekize Üç Kala 1970‟de yayımlanır. Onu ivisi KopmuĢ Dünya (1971) ve Prangalı Umut (1973) izler. - Ressam olarak tanınan Yılmaz Hakkı Hakeri‟nin Ģiir ve öykü çalıĢmaları da olmuĢ ve bunları gerek Kıbrıs ve gerekse Türkiye basınında yayımlamıĢtır. ġiir kitapçıkları: Solucan (1972), Kırık Bir Dal Gibi (1974) ve Sağır Duvarlar‟dır (1978). - Numan Ali Levent (Ferid Gören), 60‟lı yıllardaki Hücrelerdekiler adlı oyunu ile Kanlı Noel öykülerinin çizgisindeki Sen de Direneceksin romanını 1977‟de yayımlar. - Ġlk gençlik yıllarından bu yana Ģiirleri yerli basında görülmeye baĢlayan Saygun Akanyeti (Mehmet ġemsi), ilk romanı Yarınsızlık‟ı 1977‟de, adına „dizelerle denemeler‟ dediği Ģiir kitabı „Ġki Ansızın Arasında YaĢamak‟ eserini de ondan bir yıl sonra 1978‟de yayımlar. - 1970‟li yılların baĢından itibaren Ģiirleri/sanat yazıları yerli basın ve Türkiye‟de Varlık gibi dergilerde görülen Ġlter Veziroğlu halkbilimi araĢtırmacısı niteliğiyle de tanınmaktadır. Türkiye‟de düzenlenen etkinliklerde (1970-80‟li yıllar) daha çok Kıbrıs konulu bildiriler sundu. ġimdiye kadar yayımladığı tek eseri, Atatürk sevgisini kendi Ģiirleriyle dile getiren Yine Sana Vurgun Olacaktık (1978) kitabıdır. 20 Temmuz 1974‟te gerçekleĢtirilen BarıĢ Harekâtı Kıbrıs‟ın siyasal, ekonomik ve sosyal hayatında büyük değiĢimleri de birlikte getirir. On bir yıl küçük küçük ve aralarında iletiĢim olmayan yerleĢim merkezlerinde barınmaya çalıĢan Türk halkı Kıbrıs‟ın kuzey kesiminde, saldırılardan uzak, toplu halde yaĢama imkânına kavuĢur. Böylesi bir olgunun edebiyatımıza da yansıması çok doğaldı. Türkiye ile sıkı temaslar ve dıĢa açılım süreci baĢlar. YaĢanılanları, birikimleri evrensel insan değerleriyle birleĢtirme ortamı yaratırlar. Direnci arttırıcı, moral verici konular gerilerde kalmıĢtır artık. - BarıĢ Harekâtı‟nın hemen sonrasında Ahmet Gazioğlu‟nun Kıbrıs‟ta AĢk ve BarıĢ (1975) romanının yayımlandığını görürüz. Onu bir yıl sonra etin Kasapoğlu‟nun Sevgiyi Ġkiye Böldüler romanı izler. - Mehmet Levent, „BarıĢ Harekâtı‟ adlı Ģiirlerini yayımlar (1975).

1636

- Zeki Ali‟nin Bayan Mavi (1970) adlı Ģiir kitapçığı vardır. - Özker YaĢın‟ın kızı NeĢe YaĢın, Ģiire küçük yaĢlarda baĢladı. Ġlk zamanlarda çocuk duyarlılığıyla yazılmıĢ Ģiirlerin yerini giderek karĢıtçı, baĢkaldırıcı ürünler aldı. Sümbül ile Nergis ve SavaĢların GözyaĢları adlı iki Ģiir kitapçığı 1979‟da yayımlanır. - Türkiye Cumhuriyeti‟nin 50. yıldönümü dolayısıyle Gençlik, Spor ve Kültür ĠĢleri Dairesi bir „Ulusal Sahne Oyunları YarıĢması‟ açar ve ilk beĢ dereceye girenlerin eserlerini yayımlar. Bu oyunların adlarıyla yazarları Ģunlardı: 1. Melek DeğilmiĢ KomĢularımız: Ahmet Tolgay; 2. Ana: Üner Ulutuğ; 3. Emellerin UğraĢı: Bekir Kara; 4. Fatma avuĢ: Özden Selenge; 5. Tutsaklar: Bekir Kara (Bkz. Kıbrıs Türk Ulusal Sahne Oyunları, Ergenekon Yayınları: 7, LefkoĢa 1974). - 1975‟ten bu yana Ģiirleri yerli gazete ve dergilerde görülen Ġlkay Adalı, bu on yılda ilk Ģiir kitapçıklarını yayımlar: Sekize Üç Kala (1970), ivisi KopmuĢ Dünya (1971) ve Prangalı Umut (1973). - Üner Ulutuğ‟un oyunlarından bazılarının bir kitapta toplandığını görürüz: Bu Destan Bizimdir, Kuzeyden Gelen Kartal, HerĢey Vatan Ġçin [Bkz. Kıbrıs Türk Ulusal Radyo ve Sahne Oyunları (1973)]. - Osman Türkay‟ın Yeditepe Yayınlarından üç Ģiir kitabı daha basılır: Beethoven‟de Aydınlığa Uyanmak (1970); Evrenin DüĢünde Gezgin (1971); Kıyamet Günü Gözlemcileri (1975). Bu on yılda bir de Ġngilizce kitabı vardır: Beethoven and Other Poems, London 1978. Antoloji çalıĢmaları da Ģöyledir: i. Compiled and Edited the Special Turkish Issue of Modern Poetry in Translation, 1972. ii. Compiler and Editor of the Anthology World Poetry‟s Turkish Poetry Section. Osman Türkay bu on yılda Türkçeden Ġngilizceye çeviriler de yapıp Ġngiltere‟de yayımlamıĢtır: i. O World Stop Rolling, 1972. ii. The Leaver of Love, 1975. - Fikret Demirağ, Ģiirin uzun yolculuğuna üç kitap daha ekler: Ötme Keklik, Ölürüm (1972), Dayan Yüreğim (1974), Umut ve DehĢet ağından ġiirler (1978). - Özker YaĢın‟ın bu on yılda yayımladığı kitaplar Ģunlardır: Hödükname (1970, Terzioğlu adıyla taĢlama Ģiirler), Mücahitler-Kıbrıs‟ta VuruĢanlar-(1971, roman), Kıbrıs‟ta Bayrak (1973), Girne‟den Yol Bağladık (1976, roman) ve Kıbrıslı Kâzım (1978, roman). - Kutlu Adalı bu on yılda da yayınlarını sürdürür: Sancılı Toplum (1970-düzyazılar); ġago (1970oyun), Nasreddin Hoca ve Kıbrıs (1971-mizah). - ġinasi Tekman, çocuklar için ağaç ve orman Ģiirleri YeĢilada‟nın ikinci basımını yapar (1971). - Yıltan TaĢçı‟nın (1957) ilk Ģiir kitabı HaykırıĢlar 1974‟te basılır. - Halkbilimi araĢtırmacısı Mahmut Ġslamoğlu‟nun iki kitabı Kıbrıs ocuk Oyunları ile Kıbrıs Türküleri ve Oyun Havaları 1979 yılında yayımlanır.

1637

- Kısa ömürlü dergilerden Kemeraltı 1973‟te yayın yaĢamına baĢlar. 30 Eylül 1978‟de kurulan ağdaĢ Sanatçılar Derneği‟nin yayın organı ağ-Der Sanat/Yazın 1 Nisan 1979‟da çıkar ve ancak birkaç sayı sürer. 4. 1980‟li Yıllar - Mehmet Levent yayınlarını sürdürür: Talasemia içekleri Açmasın (1983, 1987-Ģiir), Duy Acının Sesini (1986-Ģiir), Folklorik Skeçler (1987). - Daha çok seramik sanatçısı olarak bilinen Cumhur Deliceırmak (1951), Nâzım Hikmet ve Ahmed Arif çizgisinde militan Ģiirlere özen gösterir. ġiirleri henüz bir kitapta toplanmıĢ değildir. - Erdoğan Saracoğlu‟nun Kıbrıs Ağzı kitapçığı yayımlanır (1980). - Orbay Deliceırmak, genç yaĢında yaĢamını yitiren arkadaĢı Süleyman Uluçamgil‟in eserlerini bir kitapta toplar: Süleyman Uluçamgil-Bütün Eserleri-(1989). - 1940‟lı yıllardan baĢlayarak Ģiirleri gazete/dergi sayfalarında görülen Cevdet (Hüseyin) ağdaĢ (1926) daha çok ressamlığı ile tanınmaktadır. ġiir kitabı yoktur. Sanat Yazıları adlı eserini 1982 yılında yayımlamıĢtır. - Genelde militan ve toplumsal içerikli Ģiirler yazma eğiliminde olan BarıĢ Burcu‟nun da (1957), Kemik Torbaları (1981) ve Afrodit (1984) adlı iki Ģiir kitapçığı vardır. - Liseyi Kıbrıs‟ta bitiren Ġbrahim angar (1960), uzun yıllar Almanya‟dan baĢka Ġrlanda, Libya, Kanada ve Avusturalya‟da bulundu ve yad ellerde Ģiirin yanı sıra edebiyatın baĢka dallarında da uğraĢ verdi. 1992 yılında Kıbrıs‟a kesin dönüĢ yaptı ve 1993‟te Alternatif Kitap Üretim -Yayıncılık- kısa adıyla AKÜ‟yü kurdu ve Alternatif Yazın adlı aylık kültür-yazın-düĢün dergisini çıkarmaya baĢladı. Bu on yıldaki Ģiir kitapları: Umuda Yatmaktan Namluya Mermi Süremez Olduk, 1983; Caz, Sevda ve Özgürlük ġiirleri, 1986, Ġngilizce; Paris‟e Sevdalı, 1986, Ġngilizce. - Nevzat Yalçın, ilk anı kitabı En Eski En Uzak‟ı 1988‟de yayımlar. - Geçen on yılda hiç kitabı yayımlanmayan Kamil Özay bu on yılda Ģiir kitaplarını sıralar: Rüya Kızı (1982), BeĢ Sesli Saz (1983-dört Ģairle birlikte), iğ Damlaları (1984-ortak çalıĢma) ve Sevda Ġle Bulut (1985-iki Ģairle birlikte.) iğ Damlaları‟nda imzası olanlardan biri de Yıltan TaĢçı‟dır. - 1950‟li yıllardan bu yana üretimini kesintisiz yürüten Bener Hakkı Hakeri‟nin 1982‟de yayımlanmıĢ „Kıbrıs‟ta Halk Ağzından DerlenmiĢ Sözcükler Sözlüğü‟ var. - Ümit Ġnatçı (1960), Ġtalya‟da Perugia‟nın Pietro Vanucci Güzel Sanatlar Akademisi‟ni bitirdi. ġairden çok, ressamlığı ile tanınmaktadır. Bir deneme, 6 Ģiir kitabı var. Bu on yılda yayımlanmıĢ tek kitabı O Sinirin Düğümü‟dür (1983). - M. Ġ. Yalçın (1942), lise öğreniminden sonra Avustralya‟nın Sydney kentine göç etti; orada kamu görevlisi iken 1977 yılında geçirdiği bir trafik kazası yüzünden özürlü bir yaĢama mahkûm oldu.

1638

Adım ve UyanıĢ gazeteleri ile oradaki toplumunun ilk sol kuruluĢu olan Avustralya-Türkiyeli Emekçiler Birliği‟nin yaĢama geçmesinde katkıları vardır. M. Ġ. Yalçın katkısız bir Nâzım Hikmet hayranı idi. ġiirlerinde onun etkisi çok belirgindir. Edebiyat yaĢamını sürdürebilseydi Ģiir dalında özgün bir yeri olacağı kuĢkusuzdu. YayınlanmıĢ tek bir kitabı vardır: Enkidu‟nun Ġsyanı-Limasol Üstüne ġiirler, LefkoĢa 1983. - Filiz (Sıdkı) Naldöven (1953), Ģiirin yanı sıra tiyatro ile de ilgilenmektedir. „KöĢede Durmak‟ oyunu 1985 yılında LefkoĢa Belediye Tiyatrosu‟nca sahnelenmiĢtir. 1987 yılında ise Ģiir kitabı Sevgidendoğma‟yı yayımlar. - Özker YaĢın‟ın oğlu Mehmet YaĢın (1985), 16-25 yaĢları arasında yazmıĢ olduğu ilk Ģiirlerini Sevgilim Ölü Asker‟de (1984-1985) topladı; onu IĢık Merdiven (1986) izledi. - Oktay Öksüzoğlu‟nun direniĢ çizgisinde iki kitabını görürüz: KurtuluĢ SavaĢımızdan ġiirler (1980) ve Kıbrıs‟ta Özgürlüğün Bedeli (1980-Anılar). - Zeki Ali bu on yılda bir Ģiir kitabı daha yayımlar: YolcukuĢ (1985). - ıkmaz Sokaklar (1981), Ġlkay Adalı‟nın dördüncü Ģiir kitabıdır. - Spor etkinlikleri ile Ģiiri aynı paralellikte yürüten Mustafa elik (1964), 1982‟de geçirdiği bir trafik kazası sonucu tekerlekli sandalyeye bağımlı kaldığı halde her iki çalıĢmadan da kopmamıĢtır. Ġlk Ģiir kitabı Özlem‟i (ortak çalıĢma) 1984‟te yayımlar. - Bu on yılın baĢlarından itibaren gazete/dergilerde görülen Ģiirleriyle adını duyurmaya baĢlayan Feriha Altıok (1964) ilk kitabı Fidancığın ilesi‟ni 1985‟te yayımlar, onu Hele Bir DüĢün (1987) izler. - Öykü ve Ģiir uğraĢlarının yanı sıra daha çok halkbilimi araĢtırmacısı olarak bilinen Mustafa Gökçeoğlu (1942), yayın alanına ilk adımını bir öykü kitabı ile atar: Dulun Oğlu (1985). Onu, halkbilimi malzemesinden oluĢturduğu 3 ciltlik kitabının ilki izler: Tezler ve Sözler (1988). - Nice Denizoğlu‟nun (1960) dizelerinde savaĢ ortamına, çarpık düzene karĢı bir tür tavır alma gözlemlenir. Bu tutum bazı Ģiirlerinde baĢkaldırı Ģeklini almaya kadar vardırılır. ġiirlerinden bir kısmını kitaplaĢtırmıĢtır: Zeytindalı (1985). - Toplumsal konulardaki araĢtırma/incelemeleri ve öyküleriyle tanınan Ali Nesim‟in bu on yıldaki yayınları Ģunlardır: Kıbrıs Türk Edebiyatı‟nda Sosyal Konular (1986); Batmayan Eğitim GüneĢlerimiz (1987); ġahmaran (1989, Öyküler). - Ülkemiz ve Kültürümüz (1984), Halkbilimi araĢtırmacısı Mahmut Ġslamoğlu‟nun dördüncü kitabıdır. - Bu on yılın ortalarına kadar müzikle Ģiiri birlikte yürüten Ahmet Okan (1952), son yıllarda Ģiirden kopmuĢ gibidir. Ama, bu on yılda yayımlanmıĢ bir kitabı var: Adalıyız Maviye (1986).

1639

- ġiirimizde Kıbrıs‟a özgü bir kimlik geliĢtirme çabası içinde olanlardan biri de Hakkı Yücel‟dir (1952). Bir tıp doktoru olarak halen yaĢamını Ġstanbul‟da sürdüren Dr. Hakkı Yücel‟in basılmıĢ bir Ģiir kitabı vardır: Acı Sürgün (1986). - ġiire daha lise yıllarında baĢlayan Tamer Öncül (1960), bu etkinliğini, diĢhekimliği mesleğinin yanı sıra, günümüze dek sürdürmüĢtür. Bu on yılda yayımlanmıĢ tek Ģiir kitapçığı Günleri Kayıp Bir ocuk Güncesi‟dir (1987). - ġiir çalıĢmalarını günümüze değin sürdürenlerden biri de Bülent Fevzioğlu‟dur (1959). Ġlk Ģiir kitabı Sancılı Kan Yumağı‟nı 1987‟de yayımladı. - LefkoĢa‟daki ilk ġiir Gecesi‟ne (2.2.1952) katılanlardan biri olan Selma (Yusuf) Saygın (19301997), ressamlığın yanı sıra, Ģiir çalıĢmalarını 1956‟da göçettiği Türkiye‟de de sürdürmüĢ ve onlardan bir bölümünü yıllar sonra Bir Rüzgâr Esti Denizden (1987) adlı kitapta toplamıĢtı. Ablasını örnek alarak Ģiire baĢlayan Saygın, ablası Pembe Marmara‟nın Ģiirlerini de yayımlayan kiĢiydi. - Üretken sanatçılarımızdan biri de Özden Selenge‟dir (Serak). Ressam olan Özden Selenge‟nin oyun, öykü ve roman dallarında da çalıĢmaları var. 9 oyunundan 7‟si sahnelenmiĢ bulunuyor. Ġlk öykü kitabını da bu on yılın içinde yayımlamıĢtır: içeklenemeyiz Biz Erik Ağacı (1987). - Roman çalıĢması yapanlardan Ġsmail Bozkurt‟un(1940) kitapları daha sonraları basılır. Bozkurt‟un bu on yılın içinde yayımlanan tek gezi notları kitabı vardır: Kızıl Meydan‟da Bir Uçak (1987). - LefkoĢa Belediyesi bu on yıl içinde hikâye, oyun ve roman dallarında olmak üzere 1983, 84 ve 85 yıllarında üç yarıĢma düzenler. Hikâye dalında 35 eserden derece ve mansiyon alanlardan 7 tanesi belirlenir ve bunlar bir kitapta toplanır (Bkz. Öyküler 83, LefkoĢa Belediye Yayınları, LefkoĢa 1983). Hikâyeler, sırasıyla Ģunlardır: Sokakta Bir Adam (etin Kasapoğlu), Dulun Oğlu (Mustafa Gökçeoğlu), Narenciye Toplayıcıları (Sabahattin Ġsmail), Bilgilerini Sırtına Yükledi (Bekir Kara), En Güzel Maviler Picasso‟nun (Özden Nâzım), Zaliha Teyze (Salih Öztoprak) ve Bu ġehrin Anılarındaki Adam (Ali Nesim). Oyun dalında Sami Alhun‟un (Erdal S. Bodamyalı) EzilmiĢliğin Ezgisi adlı 4 perdelik oyunu birinciliğe; Filiz Naldöven‟in KöĢede Durmak adlı 3 perdelik oyunu ikinciliği; Sabahattin Ġsmail‟in Grev iki perdelik oyunu üçüncülüğe layık görülür (Bkz. Oyunlar 84, LefkoĢa Belediye Yayınları, LefkoĢa 1984). Roman dalındaki yarıĢma ise Sabahattin Ġsmail‟in SavaĢların Gölgesinde, Sami Alhun‟un da Uyumsuzlar

romanlarının

oluĢturulmasına

neden

olur.

Birinci

ve

ikinciliğe

layık

eser

bulunamadığından Sabahattin Ġsmail‟in üçüncü gelen romanının yayımlandığını görürüz (Bkz. SavaĢların Gölgesinde, LefkoĢa Belediye Yayınları, LefkoĢa, 1986).

1640

- Bu on yıl içinde hikâyelerini kiĢisel olarak yayımlayanlardan biri de Timur Öztürk‟tür: BirĢey Var (1983). - Osman Türkay‟ın Ģiiriyle ilgili Hindistan‟da Ġngilizce olarak iki kitap basıldığını görürüz: Poetry Turkay, A Special Issue of Poet, India, May 1982 ve Variations, Poet Press India, 1986. Symphonies for the World adlı Ģiir kitabı da Ġngiltere‟de yayımlanmıĢtır: Oxford, 1989. - Fikret Demirağ‟ın bu on yıldaki Ģiir kitapçıkları Ģunlardır: Dinle ġarkımı (1981, 1982), Akdenizli ġiirler ve AĢk Sözleri (1984), Adıyla Yaralı (1986) ve Rüzgârda Ozan Türküleri (1986). - Özker YaĢın‟ın küçük küçük kitapçıklardaki Ģiirlerini iki ciltte topladığını görürüz: Kıbrıs Benim Vatanım (Tüm ġiirleri I-1986) ve Önce KuĢlar Uyanır (Tüm ġiirleri II-1986). Kıbrıs‟ın Osmanlılarca fethini manzum halinde anlatan oyununun adı ise Zafer ve BağıĢ (1988). - Harid Fedai‟nin derlediği Kıbrıs Müftüsü Hilmi Efendi‟nin Ģiirleri (1987) ile Kıbrıslı ÂĢık Kenzi Divanının I. cildi (1989) yayımlandı. - Genç kuĢaktan ġirin Zaferyıldızı (1968) bir yıl ara ile iki Ģiir kitabı yayımlar: Ġçimdeki Rüya (1989) ve HerĢey Vatan Ġçin (1989). - Bu on yılda Mapolar‟ın yayımlanmıĢ kitabı olmamakla birlikte o, yazarlık serüvenini hep sürdüregelmiĢtir. Gazete sayfaları arasında kalmıĢ epey sayıda roman tefrikaları bulunmaktadır. Son roman tefrikalarına örnek olarak Kıbrıs Postası gazetesinde Ģunlar vardır: ġantöz (25.10.198212.3.1983, 136 tefrika); Potuğun Pembesi (4.7.1984-16.12.1984, 154 tefrika); Âsû‟nun DönüĢü (13.2.1986-4.3.1987, 434 tefrika) ve Özgürlük SavaĢçıları (25.12.1987-21.7.1988, 100 tefrika). - Bu on yılda Kıbrıs Sanat dergisi (1 Eylül 1981) altı ay sürdürülecek, Karanfil (1 Aralık 1981) ise ancak bir sayı yayımlanacaktı. 5. 1990‟lı Yıllar - Nevzat Yalçın‟ın ikinci anı kitabı Daha Yeni Daha Yakın 1991‟de yayımlanır. Onu, denemelerinden oluĢturduğu Üçgen (1997) izleyecektir. - Kâmil Özay‟ın Ģiir kitabı Yaralı Bahar 1990‟da yayımlanır. - Bener Hakkı Hakeri, 1974 BarıĢ Harekâtı sonrasında oluĢan ortamda güneyden kuzeye geçiĢinin öyküsünü anlatır: KurtuluĢa KaçıĢ (1997). - Sevilay Sadıkoğlu (1946) Ģiirlerini ekim 1993‟ten bu yana Kıbrıs gazetesinin „Aralık Kapı‟ sütununda düzenli olarak yayımlamaya baĢlamıĢtır. ġiirleri henüz bir kitapta toplanmıĢ değildir. - NeĢe YaĢın‟ın üçüncü Ģiir kitabı „Kapılar‟ın yayın tarihi 1992‟dir. - Orbay Deliceırmak Ģiir kitapçığı Leyla ile Köroğlu‟yu yayımlar (1994). - eyrek yüzyılı aĢkın bir süreden bu yana Kıbrıs‟ta yaĢayan AyĢe Tural (1949), Orhan Veli‟nin izinde esprili, nükteli dizeler, kısacık Ģiirler yazar. Bu on yılda arka arkaya iki Ģiir kitabı yayımladığı

1641

görülür: Farklısınız (1997); Sevgileri Yarına Bırakma (1998). YaĢam sevinci ile dolu dizelerindeki içeriği bu kez kısacık düzyazılara aktararak onları da bir kitapta toplar: Biraz Mutluluk Alır mısınız? (1999) Kendisi bu yazıları „anı-deneme‟ diye adlandırır. - Grafiker/Ressam olarak adını Kıbrıs ve Türkiye‟de duyuran Nilgün Güney (Kozal), tanınmıĢ ressam Ġsmet Vekit Güney‟in kızıdır. Nilgün Güney, hikâyeciliğe de ilgi göstermiĢ bir ressam duyarlılığı ile bu dalda da özgün örnekler vermiĢtir. Bazı hikâyelerini bir kitapta toplamıĢ bulunuyor: BaĢka Bir Yerden (1992). - Zeki Ali‟nin bu on yıldaki Ģiir kitaplarının sayısı dörttür: Rüzgâr Kasideleri (1994), Tenden Daha Derinde (1994), Sonsuz Bir Efsane (1996) ve Sürüden Ayrılan ġaman (1999). - Halkbilimi araĢtırmacısı Mahmut Ġslamoğlu‟nun araĢtırma -inceleme yazıları- bildirilerini bir araya toplayan Kıbrıs Türk Kültür ve Sanatı (1994) yayımlanır. - Ġlkay Adalı beĢinci Ģiir kitabını bu on yılda yayımlar: Kıyıdaki Ağaç (1993). - 1940‟lı yıllarda hikâye, çeviri ve Ģiirleriyle tanınan Semih S. Umar yıllar sonra kendisi ve babası Sait Efendi Hoca‟nın hayat hikâyeleri ile çağdaĢ sanat üzerine bir denemesini, bir deste Ģiiri ile üç eski hikâyesini bir kitapçıkta toplamıĢtır: DiriliĢ (1996). - Selma (Yusuf) Saygın, resimleriyle Ģiirlerini bir kitapta toplar: Resimler-ġiirler (1995). - ĠnĢaat Mühendisi olan AyĢen Dağlı (1962) Ģiir sevgisini günümüze dek sürdürmüĢtür. Ayrıca çok duyarlık gösterdiği çocuklar için de masallar, Ģiirler yazdığı görülür. Bu on yıl içinde 7 kitapçık yayımlamıĢtır: Toprak ve Ben (1993-Ģiir); Ve Bonsai (1994-Ģiir); Sihirli Kara Mantarlar ve IĢık (1994masal); HerĢey Olacağa Varır Ülkesi (1995-masal); Vitamin Ġhtiyacı ve Sevgi (1995-çocuk Ģiirleri); Mantık‟ın Gülleri ve Karıncalar (1996-masal); O Desem (1999-Ģiir). - Ġngiliz ve Türk edebiyatlarını iyi bilen Meral KâĢif (1938), Magosa Namık Kemal Lisesi günlerinden Ġbrahim Zeki Burdurlu‟nun öğrencilerindendi. Uzun yıllar doğduğu topraklardan uzak yaĢamasına karĢın Kıbrıs‟tan hiç kopmadı, hatta her geçen yıl sevgi çoğalmasının tutkuya vardığını fark etti. - Rauf R. DenktaĢ‟ın fotoğraflarıyla süslü ilk Ģiir kitabı Bir Deste ġiirde YaĢam‟ı (1994), ġiirde Özlem, Sevi ve Umut (1996) ile Hasret Köprüleri (1999) izledi. - Lise yıllarından bu yana oyun-öykü-roman üçlüsüyle ilgili çalıĢmalarını sürdüren Bekir Kara (1945), türlü tarihlerde bu dallarla ilgili yarıĢmalarda ödüller almıĢtır. Toplu Oyunlar-1‟i (Tiyatro) 1994; Sırlar Ölüsüzdür‟ü (Öyküler) 1995; Bellekteki Ġzler-1‟i (Roman) 1996; ve alkantı‟yı (Öyküler) 1999 yılında yayımlar. - Cambridge ve Londra Üniversitesi Ekonomi bölümünde okuyan RaĢit Pertev (1958), bu ülkede iken tiyatro ile de ilgilenerek oyunlar yazıp sahneledi. Halen Paris‟te IFAP diye bilinen Dünya iftçiler Birliği Örgütü‟nün Genel Sekreter Yardımcısı ve kalkınmakta olan ülkeler sorumlusudur.

1642

ġiirlerinin yanı sıra basım aĢamasına getirilmiĢ oyun, öykü ve romanları da vardır. Ġlk Ģiir kitapçığı Gür Yapraklar IĢıklar Ġçinde‟yi 1995 yılında yayımladı. RaĢit Pertev‟in doğduğu yer Larnaka‟yı savaĢ içinde (1964-74) ve de Kıbrıs ağzıyla anlatan manzum halde eski fotoğraflarla süslü, bir eseri daha vardır: Kâni-Veran, Ġstanbul 1999. - Moskova‟da gazetecilik bölümünü bitiren ġener Levent (1948) Ģiirle uğraĢırsa da daha çok gazeteci kimliğiyle bilinmektedir. Türlü gazetelerdeki köĢe yazılarından bazılarını bir kitapta toplamıĢtır: Mersin 10-Turkey, 1995. - Mehmet YaĢın bu on yılda daha önceki iki Ģiir kitabına Ģunları ekler: Pathos (1990); Sözverici Koltuğu (1993); SoydaĢınız Balık Burcu (1994, 1998), Kıbrıslı Türk ġiiri Antolojisi (1994), Poeturka (1995-ġiir Üstüne Denemeler); Hayal Tamiri (1998); Eski Kıbrıs ġiiri Antolojisi (1999). - Ankara‟da Ġngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü‟nü bitirdikten sonra Ġngiltere‟de yüksek lisans yapan Özben Aksoy (1946), Kıbrıs gazetesinde yayımladığı öykülerinin bir bölümünü ilkin Gadaklizmo Cehennemi (1996) adlı kitapta topladı. Onu Yangı Yangı Limnidi (1997), Cisusa Kaplanı (1998) ve Simbadi Bucağına Gömül (1999) izledi. Baf köylerinden yerli konular, yerel konuĢmalar ve iç-uyaklı kısacık cümleler öykülerinin en belirgin özellikleridir. - ġiire lise yıllarından baĢlayan Tayfun Yücer (1963), ilk Ģiirlerinde özgürlük uğraĢımızdan, toplum sorunlarından, çevre tutkusundan geçerek Ģimdilerde Haikular biçimindeki minyatür boyutlu Ģiirlere özenir. 1997‟den bu yana mısralık dergisini ve iki arkadaĢıyla birlikte Dize-lik dergisini yayımlamaktadır. Ġlk kitabı YaĢayan ġiirler‟i (1996) bir yıl ara ile YaĢayan ġiirler-II (1997) izledi. - Ġstanbul Üniversitesi‟nin Ġngiliz Dili ve Edebiyat Bölümü‟nü bitiren Faize Özdemirciler (1964), Ģiirin çok ciddi bir uğraĢ olduğunun bilinciyle, yerleĢmiĢ bulunduğu Ġstanbul‟dan yurt özlemi, nostalji yüklü dizeler oluĢturur. Ġlk Ģiir kitabı Yitik Manzaralar‟ın (1994) ardından 1998‟de Hüzzam, Bozuldu‟yu, 1999‟da ise Deli Temmuz‟u yayımladı. „Akdeniz Kimliği‟ne özen gösterenlerden sayılır. - Yurt dıĢında yaĢayan Taner Baybars, elli yıl boyunca yazdığı Ģiirlerden yapılmıĢ bir seçkiyi Türkçe ve Ġngilizce olarak yayımlar: „Seçme ġiirler/Selected Poems‟ (1997). Bunun hemen sonrasında çocukluk anılarını anlatan kitabı çıkar: Uzak Ülke (1997). - Mustafa Gökçeoğlu‟nun çalıĢmaları bu on yılda ivme kazanır. ġöyle ki: Tezler ve Sözler-II (1991); Tezler ve Sözler-III (1992); Tezler ve Sözler-I‟in (1989) 2. baskısı (1993); Aynalı‟nın Okuduğu ġiirler (Kıbrıs Destanları) (1993); Kıbrıs Halk Fıkraları (1994 ve 1996); ġu Adamız/Dediğimiz (1995ġiirler); Cihan ġah (1997-Masal); Bir VarmıĢ/Ġki YokmuĢ (1997-Masallar); Bilmecelerimiz (1999); Hikâyelerimiz Tekerlemelerimiz (1999) hep bu on yılın ürünleridir. - Ġbrahim angar da yayınlarını sürdürenlerdendir: Dublinli ġiirler („Sabahı Göreceğim‟ ile bir arada-1993); Yüzüm, Yüreğim, Kafamın Ġçi (1993); Zamanın Solgun Kırlangıç Göğü („Kuzey-Güney Ekspresi‟, „Karıncalar SeviĢir‟, „Ġlk Ölü‟, „Kırlangıçtı Börtü Böcek‟ ve „Caz‟ ile bir arada-1993); Afrika‟nın Yüreği (1994); Hindistan Cevizi (1995-Öyküler).

1643

- Ümit Ġnatçı‟nın çalıĢmaları da bu on yılda yoğunluk kazanır: Tel Sarar Da Tel Sarar (1991Deneme); Sepet Ġçinde Deniz (3 kitap bir arada: O Sinirin Düğümü-2. baskı; ığlık Vücutları, Sepet Ġçinde Deniz) 1991-ġiirler; Uç Gövdeni Kon DüĢüme (1994-ġiir); Tahta Tabanca (1996-Öykü); Kübik KonuĢmalar (1996-ġiir); Ansızlığımdan Notlar (1998-ġiir). - Mehmet Levent de okuyucuyu Ģu kitaplarla selamlar: LefkoĢa Beni Duyuyor musun? (1995ġiir); Bu Vatan Bizim (1997, 2 kez, ġiir); AĢkın Seyir Defteri (1988-ġiir); Beni GökkuĢağının Altında Bekle (1999-AĢk ġarkıları). - Filiz Naldöven‟in Mağma Mavera‟sı (1994-ġiirler) 4 kitaptan oluĢmakta: BaĢlayarak Mermerin Yarasından (1969-1975); Sevgiden Doğma, 2. baskı (1982-1987); Kon…Gü… (1988-1993); Öl Beni (1987-1994). Kitabın sonuna da eviri ġiirleri eklenmiĢ ve de Filiz Naldöven 1995-98 arası yazdığı Ģiirlerden oluĢmuĢ AĢk Ben‟i Yıka (1999) kitabıyla bu on yılı kapatır. - Orkun Bozkurt (1972), Mustafa elik gibi, tekerlekli sandalyeye bağımlı bir sanatçı. Gazete yazılarını, Ġnsan mı Maymun mu? (1996) adlı bir kitapçıkta topladı. Ġstanbul‟da Cem Yayınevi‟nin yayımladığı ikinci kitabı Balo Bitti (1999) ise ilkinin devamı sayılır. YaĢamın çatıĢan yanlarını, içine gülmece öğeleri karıĢtırarak yerli ağızla anlatan kısacık, yalın öykülerdir bunlar. - Mustafa elik, Sevgi ġiirleri ağrı‟yı yayımlar (1994). - Feriha Altıok, bir önceki on yıldaki iki kitabına Ģunları ekler: ġiirle SöyleĢiler (1991), Adı AĢka ağrılı (1993), Gözleri Sen KuĢ (1994-Düzyazı) ve Ruhumsan Korkarım (1999). - Tamer Öncül‟ün bu on yıl içinde yayımlanmıĢ 4 Ģiir kitabını daha görürüz: ġiirdir Dünya (1992); Ġ. Hora-ġeher (1996); Yitik AĢklar Sokağı (1996); Gündüz DüĢleri (1998). - Özden Seleng geçen on yıldaki tek öykü kitabına iki öykü kitabı, yanı sıra iki de roman ekler: Geceye Açar Gecetütenler (1993); Fincandaki Kraliçe (1993); Sana Sevdam Sarı (1998-Roman); Lâle Yüreğin Beyaz (1999-Roman). - Bu on yılda Ġsmail Bozkurt‟un iki romanı yayımlanır: Yusufçuklar Oldu mu? (1991); Mangal (1995). - Oktay Öksüzoğlu‟nun kitabı, ünlü bir gazetecimiz hakkında: Kıbrıs Türk Basınından Portreler: 1- Mehmet Remzi Okan (1990). - ġiir-hikâye-müzik-resim dörtlüsü içinde etkinliklerini günümüze değin sürdüren Mustafa Güvenir, 1960‟lardan sonraki Ģiirleriyle, hikâyelerini henüz bir kitapta toplamıĢ değildir. - KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları serisinden Osman Türkay‟ın 4 kitabı yayımlanır: Seçme ġiirler (1990); Edebiyat, EleĢtiri ve Dil Üstüne DüĢünceler (1993); Piramit Üçlüsü (1999-Oyun); Ölümsüzlük Acısı (1999-Oyun).

1644

Bir yayın da Hindistan‟da var: Poetry Turkay and Epitaphs for a Dying World, A Special issue of the Magazine International Poets, Madres, India, 1995. Amerika BirleĢik Devletleri‟nde yayımlanmıĢ iki kitabı da Ģunlardır: Roaming about Universe-A collection of poems by Osman Turkay, Pentland Press, USA, 1998 ve Cosmorama, Pentland Press, USA, 1999. - Uzun suskunluk yıllarından sonra Mehmet Kansu, ancak 1995‟ten itibaren bıraktığı yerden edebiyat çalıĢmalarını sürdürecek ve Ģiir, öykü, deneme-yaĢantı dallarında, 2000‟in sonuna değin on kitaba imzasını atacaktı. ġiir kitapçıkları Ģunlardır: Marazlıyım Size ve Zamana (1995); Alacakaranlık (1996); ġaĢırtıcı bir Rüzgârdır DeğiĢim (1997); Toprağım ġimdi Yorgun (1998); Kendin Kadar Sev Onu (1998); ve Ansızın GüneĢ (Haiku-1998). Öykülerini de iki kitapta toplar: Bir Elin Sıcaklığını aldım (1996) ve Bir Solucanın Ġntihar GiriĢimi (1998). Deneme kitapları ise Bir ığlık Kaç Renge Parçalanır (1995) ve Kim Söyleyecek Ölü Olmadığımı (1999) dır. Kansu‟nun Ġngilizceden oldukça kabarık sayıda Ģiir çevirileri de vardır. - Fikret Demirağ, Seçme ġiirlerin (1994) yanı sıra; „Acılı Bir Yurt Ġçin‟ genel baĢlığı altında biçem ve içerik bakımından öncekilerden farklı, dört kitaptan oluĢmuĢ bir seri yayımlar. Birinci kitap Limnidi AteĢinden Bugüne‟de (1992,1995) Kıbrıs‟ın „sekiz bin yıllık tarihini‟ hikâye eder, bu acılı tarihi sorgulayarak bazı sonuçlara varmak ister. Ġkinci kitap Hüzün Ana (1992), son otuz yılın trajedisini gündeme getirir. Üçüncü kitap Sırı DökülmüĢ Kökayna ile dördüncü kitap Yalnızlık, Gece Müziği tek ciltte toplanır (1994). Üçüncü kitapta Demirağ, ilk gençlik günlerini ve doğduğu yeri nostaljik bir yaklaĢımla anlatır. Dördüncü kitapta ise çağımızın kirlettiği insanı konu edinir. 1996 yılında yayımlanan ġiirin Vaktine Mezmur, bir bakıma, Demirağ‟ın kendi kendisiyle hesaplaĢmasıdır. Eros‟un Oku (1997) kitabı, adından anlaĢılacağı gibi, aĢk ve erotizm Ģiirlerinin toplamı ise de, kendi deyiĢiyle, aynı zamanda, “… bir hüzünler kitabı ve aĢksız ve sevgisiz yaĢanan bir hayata ağıttır…” Son kitabı Alfa ve Omega‟yı (1999) ise arka kapağındaki Ģu birkaç satır anlatmaya yeterdir: “Haa, tabii aĢk da bitti. AĢkı düĢünen kim; belki, türü tükenmekte olan birkaç „tuhaf‟ Ģair ve ne iĢe yaradığı bilinmez üç-beĢ romantik! Bütün ayıpları „örten‟, sızıları „dindiren‟ Para artık tek „Tanrı‟! Artık tek „Tanrı‟! ok yaĢasın tek „Tanrı‟ Para!” Kitapta Kıbrıs ağzındaki kelimelerin de dipnot olarak açıklamaları var. - Özker YaĢın, Kıbrıs davamızın Türkiye ve dünyaya tanıtılmasında büyük ölçüde payı olan Nevzat Karagil (1920-1999) ile kendi yaĢam öyküsünü bu on yılda yazmaya baĢladı: Nevzat ve Ben-I. Cilt (1997). Son Ģiirlerini toplamaya baĢladığı kitapçıkların ilkini de yine bu on yılda yayımladı: Yüreğimin Yarısı Sende (1998).

1645

- Geçen on yılda yayımlanmıĢ romanına Sabahattin Ġsmail üç kitap daha ekler: Yıldızlı Bir Ağustos Gecesinde (1996-deneme), Yengeçlerin Dansı (1998-deneme) ve Bir SavaĢın Tasviri (1998öyküler). - ocukları konu edinen bir baĢka yazarımız da Emine Selçuk‟tur (1995). ocukların yaĢamsal ortamını konu edinen IĢıklı ocuk kitabını 1997‟de yayımlar. - Harid Fedai Kıbrıslı ÂĢık Kenzi Divanının II. Ve III. Ciltleri (1993) ile Kaytaz-zâde Nâzım Efendi‟nin (ortak çalıĢma) Rûh-i Mecrûh (1993) adı altında bir kısım Ģiirlerini yayımlar. Ayrıca, T.C. Kültür Bakanlığı‟nın Türkiye DıĢındaki Türk Edebiyatları Antolojisi dizgesinin Kıbrıs Türk Edebiyatı No. 9 ile Hikmet Afif Mapolar‟ın Kıbrıs Efsaneleri‟ni yayıma hazırlamıĢtır (1997) 1940‟lı yılların sonlarından itibaren Ģiirle uğraĢtığı halde onları kitaplaĢtırmamıĢ, ancak son Ģiirlerinden bir bölümünü Koza (1997) adlı kitapta toplamıĢtır. Toplumsal eleĢtiri/taĢlama nitelikli Ģiirleri ise henüz kitaplaĢmıĢ değildir. - Kutlu Adalı‟ya ait Dağarcık‟ın I. cildi ile irkin Politikacı Pof‟un 2. baskıları yapıldı (1997). Yanı sıra, Kutlu Adalı‟nın üç yeni kitabını daha görürüz: Kağnı Yolu (1999-gezi yazıları), Nasreddin Hoca‟dan Öyküler (1999-manzum) ve Can ile Gül (1999-çocuk masalları). - ġiirlerinde toplumcu öğelere, erotik temalara yer veren Gürgenç Korkmazgil (1969), „Ye‟ adlı ilk kitabını yayımlar (1994). - Mehmet S. Emircan, 1963 Kanlı Noel‟le baĢlayan toplumca direniĢ kavgamızı iki kitaplık dizelere dökmüĢtür: Ulusal VaroluĢ Mücadelemiz 1 ve 2 (1997). - Genç yaĢında yaĢamını yitirmiĢ Kaya anca‟ya ait Ģiir kitabı Y. Sokağı‟nın Pygmalion tarafından ikinci basımı yapılır (1996). - Ejdan Sadrazam (1969) tizilikle ördüğü dizelerinden ilk Ģiir kitabını oluĢturmuĢtur: Ülkesiz Birkaç Dilge (1998). - Kısacık önsözünde, „Dünyamızın sevgi, dostluk, kardeĢlik, hoĢgörü, vatan sevgisi, çevre ve barıĢ gibi güzel duygulara en çok gereksinimi olduğu bu dönemde, ben de, bu kitapta topladığım Ģiirlerimle katkıda bulunmaya çalıĢtım” diyen Altay Burağan (1951), ilk Ģiir kitabına içeriğine uygun olan Ģu adı vermiĢtir: Uçun KuĢlar Uçun BarıĢa Doğru (1997). - Yazılmasın Ayrılık (1997), Havva Tekin‟in (1963) ilk Ģiir kitabıdır. Eserini Ģu sözlerle takdim eder: “… Ve ben onu evrendeki en doğurgan, en sıcak, en güzel duyguya „sevgi‟ye adıyorum.” - Havva Tekin‟in roman çalıĢmaları da var. YeĢiladanın ocukları (1998) adlı eseri, T.C. Kültür Bakanlığı‟nın Eser Yazma YarıĢması ocuk Romanı Büyük Ödülü‟ne layık görülmüĢtür. - Bu on yılda genç kuĢaktan bir de öykü kitabı var: Gülsade Soykök‟e ait çarpık Evin Esintisi (1994) adlı kitapçıkta kısa oylumlu 8 öykü sıralanır.

1646

- Kıbrıs‟ta gölge oyunu Karagöz‟le ilgili ilk kitabı bu sanatın bizdeki tek temsilcisi Mehmet Ertuğ yayımlar: Geleneksel Kıbrıs Türk Tiyatrosu (1993). - Geçen on yıldaki iki kitabına ġirin Zaferyıldızı bir üçüncüsünü ekler: Duvardaki Resim (1997). - Cumhur Deliceırmak‟ın Ģiir denizinde “acemi bir kürek mahkûmu” diye nitelendirdiği Yusuf Gönenoğlu, „sıradan‟ olmayan dizelerle oluĢturmaya özendiği ilk kitabı Ağaç Kovuğu‟nu 1997 yılında yayımlar. - Bazı kiĢiler vardır, ilk gençlik yıllarında tutkunu oldukları Ģiiri, yaĢamlarını ne denli mimarlık/mühendis lik gibi çok ayrı alanlarda sürdürseler dahi, hep yüreklerinde taĢımıĢlar, fırsat buldukça da onlardan bir bölümünü basın/yayın organlarında yayımlamıĢlardır. ĠĢte RaĢit Muammer Bilginerde (1930) onlardan biridir. Uzun yıllar boyunca seçtiği bir demet Ģiiri Dört Mevsim (1997) adlı kitapta toplamıĢ bulunuyor. - Resmi, fotoğrafçılığı, karikatürü, Ģiir ve müziği bir arada yürüten çok yönlü sanatçı Dr. Arif Ali Albayrak „Ġkili Yalnızlıklar‟ adlı ilk Ģiir kasetini bu on yılda çıkarır. - Emine Hür‟ün Kıbrıs ağzıyla anı-fıkraları 1998‟de yayımlanır. 6. 2000 Yılı - Neriman Cahit, „soneler‟ini ikinci Ģiir kitabı olan Anasu‟da toplar. - alıĢmalarını sürdüren AyĢe Tural, Benim Adım ġiir kitabını yayımlar. - Özker YaĢın‟ın Son ġiirler dizisinden ikinci kitabı olan Akdeniz‟de Bir Ada, Ġstanbul‟da yayımlanır. - Üç yıl önce yayımladığı IĢıklı ocuk kitabından sonra Emine Selçuk Vatanım Kıbrıs adını verdiği ikinci kitabında çoğunlukla Ġngiltere‟de yaĢayan insanlarımızın yurt özlemlerini dile getirir. - ġiirle fotoğraf sanatçılığını birlikte yürüten Ersin TaĢer (1945), 60-70‟li yıllarda yayımladığı AĢk Kervanları ve Piç Evren kitapçıklarından sonra fotoğrafçılığa daha çok önem vermekle Ģiir çalıĢmaları arka planda kalmıĢtı. Ama her Ģeye karĢın Ģiir kervanı yine yürüyecek ve son Ģiirlerinden oluĢturduğu resimlerle süslü kitabına Kervan Yürüyor adının verilmesine neden olacaktı. - Harid Fedai, 1987‟de yayımladığı Kıbrıs Müftüsü Hilmi Efendi ġiirlerinin 2. baskısını yapar. - Kutlu Adalı‟ya ait Dağarcık‟ın 2. basım olarak I. cildinden (1997) sonra 2. cildi de yayımlanır. - Mustafa Gökçeoğlu‟nun Masal Ağacı-1 dediği Kıbrıs Masalları‟nın I. kitabı var. - Ġlk Ģiir kitabı Uçun KuĢlar Uçun BarıĢa Doğru‟dan (1997) sonra YaĢasın Dünya, Altay Burağan‟ın ikinci Ģiir kitabıdır. - Genç Ģiir tutkunlarından ġevket Öznur (1974) ilk kitabı Güz ve Göç Üzre…yi yayımlar.

1647

Son söz: ağcıl Kıbrıs Türk edebiyatı Türkiye edebiyatının bir uzantısı olsa da, sanatçılar, Akdenizli yaĢamın öğelerini eserlerine yansıtacak bir kimlik arayıĢı içinde çaba gösteriyorlar. ġiirimize, baĢlangıçta LefkoĢa Mevlevi Tekkesi ocaklık etmiĢti. Günümüzde onun yerine beĢ adet üniversitelerimiz olsa da bunlardan hiçbirinin böyle bir ortamı yaratma gibi bir niyetleri yoktur. Buna karĢın sanat çevreleri dayanıĢma içinde ve daha da güçlenerek edebiyatın ince-uzun yolunda soluklu adımlar atmaya bakmalıdırlar

1 Fedai, Harid, LefkoĢa Mevlevihanesi (ortak çalıĢma), Ankara 1997, 6-9. ss. 2 Milli Kütüphane, Ankara, Elyazmaları B 611. 3 Defter-i Süreyyâ, Harid Fedai ArĢivi, 22, 56, 57, 59, 60, 68, 110. yy. 4 Kıbrıs Müftüsü Hilmi Efendi, ġiirler, Ġlaveli Ġkinci Baskı, LefkoĢa, 2000. 5 Fedai, Harid, Kıbrıs‟tan Divan Sahibi Bir ġair: Handi, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 25-29 Eylül 1993, Bildiriler. 6 Fedai, Harid, ġemî‟nin 14 ġiiri, Kültür Bakanlığı IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Antalya, 6-11 Mayıs 1991, Bildiriler. 7 Pala, Prof. Dr. Ġskender, Beyrut‟ta Bir Kıbrıslı ve Mistik AĢk CoĢkusu, (Hasan Nesib ve Feyezân-ı AĢk) Üçüncü Uluslararası Kıbrıs AraĢtırmaları Kongresi, Magosa-Kıbrıs, 13-17 Kasım 2000. Bildiriler, 2. Cilt, 137-154. ss. 8 Fedai, Harid, Kıbrıs Türk Halkının Ġlk Mizah Gazeteleri: Kokonoz, Akbaba, Selçuk Üniversitesi II. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru Kongresi, Konya 19-21 Ekim 1992, Bildiriler. 9 Fedai, Harid, Kıbrıs Türk Basınında Mizah ve Yergi, Yeni Kıbrıs dergisi, LefkoĢa, Kasım 1886-ġubat 1987. 10

Fedai, Harid, Kıbrıs Türk Yazınında Ġlk‟lerden Bir Öykü: Bir Manzara-i Dil-güĢâ, Kültür

Sanat dergisi, LefkoĢa, ġubat 1986. 11

Fedai, Harid, Kıbrıs Türk Yazınında Ġlk‟lerden Bir Oyun: Namus Ġntikamı Yahut Dilenci,

Kültür Sanat dergisi, LefkoĢa, Temmuz, 1986. 12

Fedai, Harid, Critica: Müsâmeret-nâme, Kültür Sanat dergisi, LefkoĢa, Aralık 1986.

13

Fedai, Harid, Kıbrıs Türk Yazınında Ġlk‟lerden Bir Roman: Yâdigâr-ı Muhabbet,

Halkbilim Sempozyumları, -I-IV, 1986, Bildiriler, 337-344. ss. 14

Fedai, Harid, Rûh-i Mecrûh (ortak çalıĢma), ġiirler, KKTC. Milli Eğitim ve Kültür

Bakanlığı Yayınları-26, Ġstanbul 1993. 15

Fedai, Harid, Eski ġeyler: Râik Bey, Yeni Kıbrıs dergisi, LefkoĢa, Ekim 1984.

1648

16

Dedeçay, Dr. Servet Sami, Nâzım Ali Ġleri, Hayatı ve Eserleri, LefkoĢa 1991, 3-5, 13-

44. ve 45-65 ss. 17

Fedai, Harid, Critica: Efenin Düğünü, Kültür Sanat dergisi, LefkoĢa, Ekim 1995.

18

Bir Masıl mı? Embros, LefkoĢa, 17. 1. 1938 ve Ayrılan Yol, Embros, 6-14. 2. 1938.

19

Shakespeare, Sonnet XVIII., Embros, 20. 12. 1937; A Turkish Poet of Liberty: Namık

Kemal, Embros, 24. 1. 1938; Shakespeare‟s Philosophy of Life: To Die, Or Not To Die, Embros, 21. 2. 1938. 20

Fedai, Harid, 1940‟lı Yıllarda Kıbrıs‟ta Yayımlanan Türkçe Dergiler, Halkın Sesi

gazetesi, LefkoĢa, 24. 3-3. 4. 1984. 21

Fedai, Harid, 40‟lardan Bir Gazete: Yankı, Bozkurt gazetesi, LefkoĢa, 1 ġubat 1985.

22

Gürkan, HaĢmet, M., 1940‟lı Yıllarda Bir Dergi: Dünya, Yeni Kıbrıs dergisi, Ocak-ġubat

23

Güvercine Verdiğim Mektup, Ocak dergisi, LefkoĢa 15 Aralık 1945 Bir Efsane: Sibel

1985.

Antis, Ocak dergisi, 1 Nisan 1946. 19 Mayıs Destanı (Akdenizli Ozan takma-adıyla), Ocak dergisi, Mayıs, 1946. 24

ġiirde Yenilikler, Serbest Nazım, ĠĢçinin Yolu ġaĢmaz dergisi, LefkoĢa, Ekim 1947.

25

Çardak dergisi, LefkoĢa, Ekim 1955.

1649

Copyright © 2024 DOKUMEN.SITE Inc.