"Saf Olarak İntiharın" Olanağı veya Olanaksızlığı Üzerine Eleştirel Bir Soruşturma

June 11, 2018 | Author: İ. Kayacan | Category: Documents


Comments



Description

T.C AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ FELSEFE BÖLÜMÜ BİTİRME ÇALIŞMASI (TEZİ) 2018 1

“SAF OLARAK İNTİHAR”IN OLANAĞI VEYA OLANAKSIZLIĞI ÜZERİNE ELEŞTİREL BİR SORUŞTURMA

HAZIRLAYAN İbrahim Halil KAYACAN

TEZ DANIŞMANI Öğr. Gör. Serpil SATI

2

Önsöz Bu

çalışmada

intiharın

olgusal

ve

tanımsal

veçhesi

üzerinde

durulmaktadır. Okuyucu bu çalışmayı bir düşünce denemesi olarak varsayabilir. Bir hakikat iddiasında bulunmuyorum aslında; bir durumun içerdiğini düşündüğüm soruna işaret ediyorum sadece. Çalışma ve düşünüm sürecinin sonlarında meselenin tam olarak intihar olmadığını fark ettim fakat bunu detaylandırmanın ve tezin konusunu değiştirmenin teknik ve zamansal olarak geç bir şey olduğunu da fark edince intihar üzerinde durmaya devam ettim. Çalışmanın teknik yapısında önemli destek ve yardımları dokunan Serpil SATI hocama teşekkür ederim. Beni dinleme zahmeti gösterip düşüncelerimin düzene girmesine vesile olup adını burada sayamayacağım kadar fazla olan değerli dostlarıma ise ayrıca minnettarım. Tüm hata ve yanlışlar bana ait olup görülebilecek tutarlıklar, doğrular varsa desteğini esirgemeyen hocalarım ve sevenlerim sayesindedir.

3

ÖZET İntihar, felsefe alanında, özellikle felsefenin ahlak ve varoluşçuluk alanlarında çokça ele alınan bir konudur. Ne var ki zaman, varlık, bilgi ve daha birçok konu gibi yeterince ele alınmamasının yanında yukarıda saydığımız iki alan dışında diğer alanlarda da yeterince üzerinde durulmamıştır. Örneğin olağan bir şekilde etik, ahlak veya varoluşçuluk gibi bağlamlarda ele alınmışsa da bu söz konusu alanlardan farklı olarak analitik, dilsel-mantıksal bir çözümleme çerçevesinde neredeyse hiç düşünülmemiştir. İşte bu çalışmada amaçlanan da intihar –ister bir kavram ister bir olgu olarak ele alınsın- üzerinde dilsel-mantıksal bir çözümleme tarzında bir incelemenin mümkün olup olmadığı ve bu tarz bir bakış açısıyla bakıldığında da ne gibi bir sonuç çıkabileceğinin olanağını incelemektir. Bu incelemeyi yaparken çalışma, iki bölüm halinde sunulacaktır. Buna göre birinci bölümde etik, ahlak felsefelerinin kısa bir şekilde ana hatlarına değindikten sonra intihar ile ilişkisini ele alınacaktır. Etik ile ahlak aynı anlaşılması durumunda genelde tüm konular, özelde de intihar gibi konuların etik ve ahlak bağlamında anlaşılması güçleşir. Bu anlamda ahlakın ve etiğin mahiyetinin doğru anlaşılması gerekir. Şimdiden belirtilecek olursa belirli durumlar içerisinde ahlak, bize daha çok genel ilkeler, kurallar telkin ederken etik ise söz konusu ahlak bilgilerimizin yeniden incelenmesini sağlar. Her ne kadar çalışmamız bu alanlar bağlamında olmasa da intihar gibi bir konuda bu bağlamlarda düşünmemek

veya

bu

bağlamların

hatırlanmaması

bir

eksiklik

olabilecektir. Yine bu bölümde örtük ve dolaylı olarak yaşamın, intihar etme karşısındaki önemine de kısaca değinilecektir.

4

İkinci

bölümde

bu

çalışmanın

bir

bakıma

paradigması

olarak

sayabileceğimiz işlev kavramının varlık veya var olanlardaki mahiyeti açıklanmaya çalışılacak olup intiharın bu anlamda ne tür bir işlev olup olmadığı üzerinde durulacaktır. Söz konusu kavramın tüm varolanlarda (varolanlar derken kavramsal olan, soyut, somut, nesne, özne vd. şeklinde her türlü varolan) bir etkinlik olarak var olduğunu fakat varolanın işlevinin –her

ne

ise-

kendisi üzerinde

işleyemeceği

gösterilmeye

çalışılacaktır. Bunun yanında, yine bu bölümde intiharın tanımsal ve olgusal bir soruşturması da olacağından tanım ve olgu kavramlarına da açıklık getirilmeye çalışılacaktır. İşlev, olgu, tanım vd. kavramların açımlanması, bu tezin dile getirilirkenki olası yanlış anlaşılmaların önüne geçilmeye çalışılacaktır. Böylelikle daha çalışmanın başından itibaren gelebilecek sorular cevaplanmaya çalışılmış olacaktır. Üçüncü bölümü ise Tartışma ve Sonuç oluşturacaktır.

Anahtar Sözcükler: İntihar, Olgu, İşlev, Tanım, Beden, Eylem, Araç

5

İÇİNDEKİLER

ÖZET…………………………………………………………………...………4 İÇİNDEKİLER……………………………………………………………… 6 GİRİŞ……………………………………………………………………..……8

BİRİNCİ BÖLÜM ETİK VE AHLAK 1.1 FELSEFE DİSİPLİNİ OLARAK ETİK VE AHLAK ………18

1.1.1 Etik ve Ahlak Ayırımı……...…………..………………..18

1.1.2 Etik ve Ahlak Bağlamında Bir Eylem Olarak İntihar Sorunu………………………...……………………………26

İKİNCİ BÖLÜM

İŞLEV, OLGU VE TANIM NEDİR? 2.1

İşlev Kavramı ve Öldürme İşlevi Bakımından İntihar….32 6

2.2

Olgu

Kavramının

Neliği

ve

İntiharın

Olgusal

Analizi………………………………………………………………….37

2.3

Tanım

ve

Bir

Önerme

Olarak

İntihar

Tanımının

İncelenmesi………………………………………………………………….40

2.4

İntihar Kavramı ve Tanımı Kuramsal Mıdır?............44

TARTIŞMA VE SONUÇ……………………….…….…………………...46 KAYNAKÇA………………….………………………...…………………..15

7

GİRİŞ

İnsan varlığının realitedeki temel özelliklerinden biri de ölümlü olmasıdır. Bir analoji ile ölümü belirtecek olursak, ölüm bir biçim iken ölme türleri de bu biçimin içeriğidirler. Bu anlamda insanın birbirinden farklı ölüm çeşidi olup bunlardan biri de intihar şeklinde olmaktadır. İntihar terimi Arapça Nahr kelime kökünden türemiştir. Nahr, sözlükte “bir hayvanı kesmek, boğazlamak”1 anlamına gelmektedir. Olgusal anlamda ise intihar, kendi kendini öldürmek demektir. Arapçada bu fiilde bulunana ise “müntehir” denmektedir. Genellikle ahlaken olumsuz, yanlış veya kötü kabul edilen intihar, Türkçede “bir kimsenin toplumsal ve ruhsal sebeplerin etkisiyle hayatına son vermesi”2 veya “kendini yok etmeye yönelik bir eylemde bulunması”3 şeklinde tanımlanmaktadır. Batı dillerine baktığımızda ise intihar olgusunun tanımı için kullanılan terimler veya sözcüklerin Latince’de Suicidium’a dayanmaktadır. “Suus (kendi) ve Caedere (öldürmek) kelimelerinden oluşan Suicidium, 17.

1

Mutçalı, Serdar, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık Yayınları, İstanbul, 1995, s.867-868 Türkçe Sözlük, TDK, C.1, Ankara, 1998, s.1092 3 Doğan, D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İz yayıncılık, İstanbul, 1996, s.548 2

8

Yüzyılın ortalarından itibaren İngilizceye, 18. yüzyılda da Fransızcaya

Suicide şeklinde geçmiştir.”4 Klasik dillerden Yunanca’da intihar olgusu “kendini kendi eliyle öldürmek” anlamına gelen Autophonos sözcüğü ile karşılık bulmaktadır. Bununla birlikte, Yunanca’da bu olgu, “bir başkasının ya da kendisinin katili gibi anlamlara gelen Authentes kelimesiyle de ifade edilmektedir.”5 Bütün toplumlarda veya tek tek bireylerde farklı varyasyonlarla gerçekleşen intihar sosyolojik, psikolojik ve kimi zaman felsefi gerekçelerle gerçekleşebilmektedir. Geçmişten bugüne her dönemde olmuş olan intihar üzerinde titizlikle çalışılması gereken bir olgu olmaktadır. Bu anlamda birçok inceleme alanı olmakla beraber üç temel alandan söz edebiliriz ki bunlar; felsefe, sosyoloji ve psikoloji şeklinde üç ayrı başlık altında toplanabilmektedir. Burada bu alanlara ve bu alandaki intihar teorilerine detaylı

bir

şekilde

çalışmanın

içeriğine

uygun

olmadığından

değinilmeyecektir fakat başlık halinde belirtmek gerekirse bu üç tür şöyle sıralanabilir: 1.) Sosyolojik İntihar Teorisi: İntihar konusunda genel kabul gören ve kendisinden sonra gelen bilim insanlarını etkileyen temel teori, Fransız sosyolog Emile Durkheim’ın sosyolojik intihar teorisidir. 2.) Psikolojik İntihar Teorisi: Bu bağlamda kişiyi intihara götüren psikolojik sebepleri anlamada ön plana çıkan önemli teorilerden biri Avusturyalı nöropatolojist ve psikiyatr Sigmund Freud’a aittir. 3.) Felsefi İntihar Teorisi: Sosyolojik ve psikolojik yaklaşımların aksine

daha kapsamlı olan felsefi intihar teorileri, herhangi bir bilimsel kesinlik amacı gütmeyen ve genellikle düşünürlerin kendi öznel fikirlerinden oluşan yaklaşımlardır. Bunlardan biri Alman filozof İmmanuel 4 5

Kant’a

aittir.

Bunun

için

Ahlak

Bkz. http://www.oxforddictionaries.com/definition/english/suicide?q=suicide 05.04.2014. Volant, Eric, İntiharlar Sözlüğü, Çev. Turhan Ilgaz, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2005, s.143-144

9

Metafiziğinin

Temellendirilmesi ve Pratik Aklın Eleştirisi adlı eserlerine bakılabilir. Diğer taraftan Kant dışında Fransız yazar ve filozof Albert Camus, felsefenin en önemli sorununun intihar olduğunu söyler. Ona göre hayatın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir. Felsefede intihar konusu sadece bu isimlerle sınırlı değildir tabi ki fakat çalışmanın konusu dışında olduğundan ötürü sadece isimleri zikretmek yeterli olacaktır. Buna Kant ve Camus dışında Alman pesimist düşünür Schopenhaur, İskoç tarihçi ve filozof David Hume, Alman nihilist Nietzsche de intihar konusunda olumlayıcı ya da olumsuzlayıcı iddialarda bulunan filozoflar arasında sayılabilir. Bu çalışma genel itibariyle felsefi düzlemde olup özelde de analitik felsefe bağlamında olmasından ötürü intihar, tamamıyla yukarıda ifade edilen herhangi bir felsefi kuram veya benzeri bir kuram çerçevesinde değerlendirilmeyecektir. Daha doğru bir ifadeyle intihar, bu tarz kuramsal bağlamda içeriği itibariyle ele alınmayacaktır. Burada savlanan ve gerekçelendirilmeye

çalışılacak

olan

olan

“saf

intihar”

olgusunun

olanağı/olanaksızlığı ve kavramın kuramsal olup olmadığı şeklinde olacaktır. Dolayısıyla insan varlığı dışında –eğer olanaklıysa- hangi varlık türü olursa olsun onun da intihar edimini kapsayacak türden bir intihar kavramından ve olgusundan söz edilmektedir. Çalışmanın seyri boyunca ilkin etik ve ahlak felsefeleri çerçevesinde intihara değinilecektir. Bu anlamda Etik ve Ahlak, bu çalışmada önemli bir yer teşkil etmektedir. Çünkü intihar gibi insan hayatının önemli konularından birinin etik ve ahlak düzleminde ele alınmaması, göz ardı edilmesi doğru olmayabilmektedir. Her ne kadar ölüm de insanın bir gerçeği olsa da bunun yanında içinde bulunduğumuz çağ veya dönemin temel sorunlarından biri iyi bir yaşam

10

çabasıdır. Bu çaba tabii ki doğal, biyolojik yaşamın sağlıklı bir düzeye çıkarılması yönünde de olabilir ama ayrıca ruhsal, ussal bir erginlik veya mutluluğun da sağlanması yönünde olabilmektedir. Dolayısıyla ruhsal bir dingiliğin, refahın sağlanması yönünde sarf edilen çabalar, etik ve ahlaki bakış açılarından, bağlamlardan kopuk olarak gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir. Etik geçmişten güncele, önemini daima korumuş ve değeri de gittikçe artmıştır. Felsefenin bir disiplini olarak neredeyse insanlık tarihi kadar eski denilebilecek bir alandır. Yine bilindiği gibi günümüzde fazlaca çeşitlenmiş (özgürlük etiği, fazilet etiği, biyo-etik, tıp etiği, tekno-etik, spor etiği) olup gündelik yaşamda sözcük olarak da sıkça telaffuz edilmektedir. Bu tezde ise felsefi bir disiplin olarak etiğin neliğine değinilmesi gerekmektedir. Etikten söz ettikten sonra etiğin ahlakla ilişkisi, farkı veya farkları, buluşma noktaları da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Nitekim gündelik hayatta birbirine sıkça karıştırılan etik ve ahlak kavramlarını birbirinden kalın veya ince çizgileriyle ayrılması, bu ayrılık noktalarının gösterilmesi –en azından intihar konusunda- anlama ve anlamlandırma çabalarında da faydalı olacaktır. Böylelikle ahlakın intihar ile ilişkisi, daha

doğrusu

ahlak

bağlamında

intiharın

konumu

daha

iyi

anlaşılabilecektir. Şüphesiz intihar eylemi, gerçekleşme sürecinde en temelde bu eylemi gerçekleştiren ve bu eylemin etkisini hisseden toplum arasında yaşanan bir olgudur. Dolayısıyla sosyal ve siyasal yaşamda intiharın olgusal ve değişken bir takım nedenlerinden ve bu nedenlerin ahlak bağlamında ele alımı kaçınılmazdır. Fakat bu çalışmada, bu tarz bir değerlendirmeden ziyade toplumun ve bireyin bu duruma karşı ahlaki tutumunun nasıl olabileceğine ya da olması gerektiğine değinilecektir.

11

Sonuç

itibariyle

intihar,

bireyin

kendisi

ve

tüm

toplumu

ilgilendirmektedir. Yine intihar girişimi bir kişinin, “yaşam haklarının” da bir parçası olmasıyla beraber bir açıdan da içerisinde bulunduğu kültürün temel normlarının telkini altında gerçekleşmekle beraber hukuksal bir muğlâkta da olmaktadır. İntiharın öncesi ve sonrasında toplumsal, politik, kültürel, psikolojik, biyolojik ve hatta ekonomik gibi daha birçok alanla ilişkili olarak ele alınması, gözlemlenmesi, analiz edilmesi de mümkündür. Dolayısıyla intihar, basit bir ölüm ve oldu-bitti değildir. Fakat intihar her ne kadar söz konusu alanlarda büyük bir öneme sahip olsa da asıl çalışmamız, saydığımız bu alanlarda veya bağlamlarda yapılmayacaktır. Bu tezde daha çok intiharın tanımı, epistemik değeri ve olgusunun sayılan hususlarla (tanımı, bilgisi) ilişkisi

üzerinde analitik bir inceleme

yapılmaya çalışılacaktır. Bu yüzden neden intihar edildiği, edilirkenki ruh hali, kişinin varoluşu bakımından konumunun ne olduğu, toplum için ne ifade

eder

gibi

soruları

cevaplama

kaygısı

çalışma

içerisinde

bulunmamaktadır. Diğer taraftan intihar eylemi öylesine öznel bir konu olmaktadır ki neredeyse hiçbir disipline söz hakkı vermediği zamanlar da olabilmektedir. Fakat yine de söz konusu olgunun yaşamla ölüm arasında -ki böylece yaşamsal- bir noktada olması, konunun birçok yönüyle ele alınmasını gerektirmektedir. Buraya kadar söylenenlerden de anlaşılacağı üzere intihar, çok karmaşık ve bu yönüyle de anlaşılması oldukça güç bir olgu olmaktadır. Ne var ki intiharı gerçekleştirme kararı alınırken bireyin – yukarıda da belirtildiği gibi- bir kültürün, normlar bütününün içinde bulunması salt bir “öznel karar” olmadığını da göstermektedir. İntihar konusunda yapılan tartışmalarda göz önünde bulundurulması gereken noktalar, kişinin değerleri ve yaşamın neliği söz konusu olmalıdır. Dolayısıyla intihar konusu ele alınırken ilkin etik bilgiler çerçevesinde bir donanıma sahip olmak gerekmekte akabinde etik ve ahlak bağlamında 12

intihar ele alınacaksa bunun için de intiharın bir davranış değil, bir eylem olduğu belirlenmelidir. Bu açıdan eylemin davranıştan farklılığıyla beraber intihar eyleminin kendiliği (kendiliği teriminden kasıt, intiharın ‘saf olarak intihar’ olmasıdır) ele alınmalıdır. Çünkü her intihar eyleminin bağlantısallıkları, bağlamları, nedenleri değişmektedir. Gerek intihar gerek ötenazi ve gerek bir başka eylem veya kavram (insan eylemlerine işaret eden kavramlar) nasıl ki kendi tekliği ve bağlantısallığı içinde ele alınıyor ve onun ne türden bir eylem olduğu, kimleri ilgilendirdiği gibi konular önemli ise onun ifade edilme biçimi de bir o kadar önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu tezde söz konusu eylem veya kavramın (intihar) mantıksal düzlemde analizini yapılmaya çalışılacaktır. Herhangi bir şeyi analiz etmekten söz ederken, analiz teriminden kast edilen şey; bir önerme, kavram ya da bunlarla tekabüliyet (ya da ilişki) içerisinde olan olgunun analizi ve bu söz konusu ilişkinin incelenmesidir. Dolayısıyla çalışmanın böylesi bir yöntem tarzında tutulmasından ötürü Analitik Felsefe bağlamının dışına çıkmamak gerekmektedir. Analitik felsefenin ne olduğu ve tarihsel süreci araştırma konusu edildiğinde ilk göze çarpanın dilsel argümanların incelenmesi yönünde bir çaba olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Russell’ın Belirli Betimlemeler Kuramı’ndan Wittgenstein’ın dilin sınırlarına dair kuramına; Carnap’ın mantıksal sentaksından Viyana Çevresinin metafizik eleştirisine kadar hep dilsel çözümlemeler ile karşılaşılmaktadır. Analitik felsefedeki bu husus, sözgelimi Hacker’ın Dummett’tan aktardığına göre; “ilk olarak, felsefenin hedefi düşüncenin yapısının analizidir; ikincisi, düşüncenin incelenmesinin düşünmenin incelenmesinden keskin olarak ayırt edilmesi gerekir; üçüncü olarak, düşünceyi analiz etmenin biricik uygun yöntemi dilin analizinden oluşur.”6

6

Anat Biletzki&Anat Matar, Analitik Felsefenin Öyküsü, Çev. Meriç Mete, İdea Yayınevi, 2016, ss. 24

13

Genel olarak felsefe tarihinde dil merkezli bu tür felsefi çalışmalarla, kuramlarla sıkça karşılaşılmaktadır. Ne var ki esas itibariyle bu alanda bir dilsel çözümlemelerin yanında dilin bir araç veya materyal olarak kullanıldığını da bilinmesi gerekmektedir. Bu anlamda sözgelimi, tanrıdoğa ilişkisi gibi bir sorun çerçevesinde bizzat dilin kendisini ele almak son derece alakasız ve yersiz bir çaba olarak görülebilir. O halde X filozofun böyle bir konuyu dilsel bağlamda ele alması; konun içeriğini yansıtan, temsil eden dilsel ifadelerin gerçekten temsil ve yansıtma işlevini yerine getirebiliyor mu gibi sorunun yanında bu ifadeyi tamamlayan öğelerin (adlar, sözcükler vs.) gerektiği gibi kullanılıp kullanılmadığı da irdeleniyor demektir. Çünkü; böylece düşünme fiilinin de bir düzeltime tabii tutuluşu da

sağlanmış

olmakta

ve

dilin

bizatihi

kendisi

sorun

ediliyor

olmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında bu çalışmada intihar fenomeninin analitik bağlamda ele alınması veya “fenomenin” mantıksal soruşturması, eş deyişle, mantığın uygulanması, deneyim fenomenlerinin dilbilimsel betimlemelerinin mantıksal analizi yapılmaya çalışılacak demektir. Bu bakımdan, intihar eyleminin bizatihi, kişisel bir karar olarak analitik düzlemde ele alınması söz konusu olmazken bu eyleme işaret eden veya onu temsil eden önermelerin de eylem (olgu) ile tekabül edebilmesi ya da eylemi (olguyu) işaret etmesi gerektiği vurgulanır. O halde kendi kendini

öldürmek önermesi intihar diye ifade ettiğimiz bir olguya tekabül ettiği iddia ediliyorsa gerçekten bu olgunun önerme ile uyumlu olması gerekmektedir. Aksi halde önermenin söz konusu olgunun kendisi ile bu uygunluğunun bir şekilde sağlanmaması yanlış düşünmeye ve böylece yanlış konuşmaya, Wittgenstein’ın tabiri ile bir bakıma saçma veya

anlamsız ifadelere sebep verecektir. Tüm buraya kadar söylenenlerden sonra temel önermemizi, savımızı şimdiden söylemek gerekirse; ya intiharın kabul görülen tanımı yanlıştır

ya da bu tanıma tekabül edecek bir olgu veya olay mümkün değildir. Bir 14

başka ifadeyle tekrar edecek olursak, hiçbir ölüm intihar değildir denilebilir

ya

da

hiçbir ölüm ‘kendi kendini öldürmek’ şeklinde

tanımlanamaz. Son olarak olgusal düzlemde ifade edilecek olursa saf intihar olanaklı değildir denilebilir. Buradan da anlaşılacağı üzere tezin temel düşüncesi psikolojik, sosyolojik veya varoluşçu bir bağlamda olmaktan ziyade bunun daha çok analitik, dilsel-mantıksal çözümleme çerçevesinde yapılması amaçlanılmaktadır. Descartes’in

–aşağıda

bu

konuya

detaylı

değinilecek-

kuşkucu

yönteminden ve kuşku ediminin konumu ve işleyişinden hareketle varılan bir çıkarım sonucu işlev kavramına değinilecek; böylece tezin ilk açımlanmaları yapılacaktır. Şimdiden kısaca belirtilecek olursa Descartes, şüphe eyleminin kendisinden şüphe edinilemeyeceğini savunmaktadır. Bu düşünceden hareketle şu sonuca varılabilir: Herhangi bir şeyin (örneğin şüphe etmek), herhangi bir işlevi (şüphede bulunmak) kendisi üzerinde işlemez. Bunu olgusal bir örnekle somutlaştırmak gerekirse şöyle denilebilir; gözlerin birçok işleviyle beraber görmek türünden bir işlevi de bulunmaktadır.

Bu

söz

konusu

gözlerin

görme işlevi

kendisinde

işlemeyecek, yani gözler kendisini göremeyecektir. Son bir örnek olarak örneğin, bir bardakta her şey muhafaza edilme olanağına sahip iken sadece

söz

konusu

bardağın

kendisi

yine

kendisinde

muhafaza

edilememektedir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Sonuç olarak insan da herhangi bir şey olup öldürmek de herhangi bir işlevi

olarak

kabul

edilirse

o

halde

insan

da

“kendi

kendini

öldüremeyecektir”. Buna itiraz olarak –bir önemi olmasa da- intihar vakaları gösterilecektir. Fakat genel olarak gösterilen intihar vakaları hep bir araç (silah, ip, zehir vb.) vasıtasıyla olduğundan ötürü şunu söyleyebiliriz: insan, “kendi kendini öldürtür”. Buna göre de intiharın tanımındaki “kendi kendini öldürmek” argümanı da hatalı olmaktadır.

15

Çünkü insanın temel işlevlerinden olan öldürmek, kendisi üzerinde işleyememektedir. Ezcümle, intihar kendi kendini öldürmek değildir. Gelebilecek itirazlardan birisi de “insanın kendi elleriyle, kendisini boğup öldürebilme olanağının” savunulması yönünde olacaktır. Fakat bu noktada kısaca ifade etmek gerekirse bu durum, özdeşlik kuramına ters düşmekle beraber intihar ediminin uygulayıcısının (Şeyin) bütünlüğü bozulmaktadır. Bir yandan “ölen” diğer taraftan “öldüren” fonksiyonuna gelen kişinin aynı anda iki şey (katil/maktül) olması ve bu şekilde “kendi”nin veya “kendilik”in parçalanması şeklinde bir problem belirmektedir. Son olarak gelebilecek bir diğer itiraz ise “ölüm orucu” örneğiyle olacağını varsayılmasıyla,

insanın,

hiçbir

şey

yapmadan

da

ölümünü

gerçekleştirebilir şeklinde olabilir. Bu durumda, bu itiraza ne tür bir açıklama getirilebilir? Söz konusu bu itiraz veya karşı çıkış da pek yerinde olmamaktadır. Çünkü Wittgensteincı açıdan baktığımızda “gerçeklik” tanımı içerisinde bir şeyin olmaması da bir olgu bağlamı olup, dolayısıyla ölüm olgusunun da bir imkânı; daha doğrusu “aracı” olabilmektedir. Dolayısıyla beslenme araçlarının olmayışı da bir “durum” (yok olma durumu) olarak var olmaktadır. İşte bu “yokluk durum”unun da bir olgu bağlamı olarak olgunun (ölümün) bir imkânı olduğunu görülebilmektedir. Dolayısıyla intihar gene bir araç vasıtasıyla olmakta ve kendi kendini öldürmek yine mümkün olmamaktadır. Sonuç olarak tekrar edecek olursak ya “kendi kendini öldürmek” tanımı yanlıştır ya da bu tanıma tekabül edecek bir intihar olgusundan söz etmemiz olanaksız olmaktadır. Şimdi intihar olarak kabul edilen olguların tümü şu üç tür kategoriden birisinde veya birkaçında düşünülmemesi olanaksız görünmektedir: 1) Yokluk Durumu: Bu kategoriye yerleştirilebilecek intihar, intihar edimi sırasında, yokluğu ile ölüme yol açan şeylerin (araçların,

16

gereçlerin) olmamasıdır. Örneğin, hasta birinin gerekli olan ilaçları bile isteye kullanılmamasından gerçekleşen ölüm. 2) Döngüsellik Durumu: Bu kategoriye dâhil edilen intihar ise intihar edenin herhangi bir dış dünya nesnesini kullanmadan belli bir uzvu veya organıyla ölümünü gerçekleştirmesidir. Örneğin, elleriyle kendini boğması düşünülebilir. 3) Araçsal Durum: Bu kategoriye giren intihar olgusu ise intihar edenin kendi dışında, dış dünyada herhangi bir nesnenin kullanımıyla gerçekleştirdiği ölümün olması durumudur. Örneğin, bıçak gibi bir nesneyi kalbine saplaması durumunda yaşanan ölüm. Eğer tüm buraya kadar söylenenler doğruysa ya da herhangi bir şekilde kabul edilmek için yeterince usayatkın ise, o zaman intiharı analitik düzlemde tanımlama projesi ile ilgilenenler için intiharın gerçekten ne türden bir olgu olduğunu bilmek ilginç olabilecektir. Bir anlamda –buraya kadar söylenenlerden- anlaşılacağı üzere intiharın ne olduğu, hatta daha doğrusu

ne

olmadığı

açıktır:

“kendi

kendini

öldürmek”

değildir.

Yukarıdakiler gibi örnekleri, durumları gösterebiliriz ve genellikle onların (örneklerin) belki de paradigmatik örnekler olduğu iddia edilebilir. Ama esas olarak bir paradigma aranacak olursa, şeylerin “işlevlerinin” ne tür bir etkinlik olduğu, bir başka ifadeyle, “işlev”in ne olduğu noktasında bir arayış gerekecektir. Son olarak söylemekte fayda var ki bu çalışmada ne yeni bir intihar tanımı ortaya atılmaktadır ne de adına intihar denilmesi gereken bir olgu işaret edilmektedir. Tam aksine yapılmaya çalışılan şey, mevcudiyet halinde olan, kabul görülen intihar tanımı ve bu tanımın işaret ettiği/temsil ettiği olgu arasındaki problemli ilişkinin, neden problemli olabildiği açık bir şekilde ifadeye edilmeye çalışılacaktır.

17

BİRİNCİ BÖLÜM ETİK VE AHLAK

1.1 FELSEFE

DİSİPLİNİ

OLARAK

ETİK

VE

AHLAK 1.1.1Etik ve Ahlak Ayırımı

Yukarıda da belirtildiği üzere intihar kelime anlamı olarak son tahlilde “kendini öldürmek” ya da “kendi kendini öldürmek” demektir. Bu çalışmanın konusundan dolayı ek olarak intiharın temel bir nedeninden söz etmek gerekli olmamaktadır fakat yine de bir şey söylemek gerekirse de kişinin psikolojik açıdan bir sağlık probleminin olmaması durumunda genel

olarak

“yaşadığı

hayattan

bir

şekilde

memnun

kalmaması

durumunda yaşamına son verme isteği” olarak belirtilebilir. İntihar hakkında konuşabilmek ciddi bir birikimin ve düşünme biçiminin olmasını gerektirmekle beraber toplum tarafından genellikle ahlaki veya iyi bir davranış olarak da görülmemektedir. Gerek dinsel gerek normsal olarak ya da bir başka açıdan olsun, kimsenin “intihar etmek iyidir, herkes buna

girişmeli”

gibisinden

bir

iddia

sarf

ettiğine

de

pek

rastlanılmamaktadır. Çünkü –yukarıda da ifade edildiği gibi- bu, bireylerin intiharı ahlaki bir eylem olarak görmemesinden ileri gelir. 18

Dolayısıyla intiharın gerek toplum gerek bireysel olarak ahlaki bağlamda değerlendirilmesinden ötürü ahlak ve sonrasında etik bağlamında düşünülmesi, tartışılması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Tabi ki varoluşçuluk gibi farklı felsefi disiplinler bağlamından da yaklaşılabilir fakat yine de varoluşçuluk gibi ayrı bir telakkide düşünülse dahi intiharı üzerine ahlaktan kopuk bir tartışma ortaya koyulması neredeyse imkânsız görünmektedir. Diğer taraftan günümüzde oldukça popüler bir alan olup bir o kadar da ihmal edilen etiğin bu noktada daha fazla tartışmaların düzlemi olması gerekmektedir. Fakat her nasılsa dünyamızın içinde bulunduğu duruma bakacak olursak etik, pek de ilgi görmemekte, göz ardı edilmektedir. Buna neden olarak diyebiliriz ki “çağımız düşünürlerinin, bilimsellik peşine düştüklerini sanarak, etik değer

sorunlarıyla

hemen

hemen

hiç

hesaplaşmamasıdır”7.

Bu

hesaplaşmamanın getirdiği veya sebep olduğu savaş, kaos, çatışmalar, terörizm gibi örnekleri burada sıralamak mümkün olmamaktadır. Fakat genel durum içerisinde ne gibi sorunlar yaşadığımızı her gün bir şekilde sürekli görülmektedir. Yaşadığımız kaoslarla, sorunlarla hesaplaşmaktan ne kadar kaçınılırsa kaçınılsın gelecekte bu hesaplaşmaya daha doğrusu etik çerçevede hesaplaşmaya daha fazla ihtiyaç duyulacak gibi görülmektedir. Çünkü çağımızda, geçmişe nazaran daha fazla iş bölümleri, rekabet, kaynaşma vs. ortaya çıkmakta ve böylelikle de daha fazla insani problemlerle karşılaşmaktayız. Artan nüfusla beraber ve yoğunlaşan şehirleşme de göz önüne alınırsa toplumsal, insani sorunlar daha artacağından etik tartışmalarına her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulabilecektir. Dolayısıyla nicelik olarak artan sorunlarla beraber sorunların niteliksel olarak da artması kimi bireyler için dayanılmaz acılar da ortaya çıkaracak ve -olası ki- bu da yaşamına son verme gibi bir sonucu da doğurabilecektir. 7

İoanna, K., Etik, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, s.1

19

Böylesi çarpıcı, üzücü olaylarla karşılaşılması durumunda ne yapacağımızı bilmekte faydalı olabilecek etik ve ahlak bilgilerinin, normlarının bir kurtarıcı olabileceğini söylenebilir. Fakat günümüz insanı, yaşadığımız sorunsallara, sürüncemelere bir çözüm yolu olabilecek etiğin ne olduğu noktasında onu ahlak ile karıştırmaktadır. Bu yüzden etiğin ne olduğunu bilmemekle onu ahlakla aynı anlama geldiğini düşünmektedirler. Dolayısıyla “insanların etik davranması gerektiği”, “herkes birbirine etik olmalı” şeklinde yanlış telaffuzlar da ortaya çıkmaktadır. Böylesi bir durumda hem etiğin hem de ahlakın yanlış anlaşılması, karşılaşılan sorunları etik mi yoksa ahlak bağlamında mı tartışmak gerektiği şeklinde doğan yeni bir problemle beraber bu problem ayrıca çözümleri ya geciktirmekte ya da çözümlere engel

olmaktadır.

O

halde

gerek

ahlak

gerekse

etik

hakkında

konuşabilmek veya bu terimleri doğru kullanabilmek için etiğin ve ahlakın kuramsal bir çerçevesini çizebilmek, onların tanımını, neliğini doğru bilmek gerekmektedir. Yunanca’da ‘ethos’ biçiminde yazılan etik sözcüğü kimi dönemlerde ve coğrafyalarda farklı anlamlarda kullanılıp farklı şekillerde yazılmış veya telaffuz edilmiştir. Örneğin ethos sözcüğünün “Latince karşılığı mos sözcüğüdür, dolayısıyla hem töre hem de karakter anlamına gelir. Almanca ahlak (moral) sözcüğü de mos sözcüğünden türetilmiştir ve töre ile aynı anlamdadır. Ahlak ya da töre, bir insan topluluğunda karşılıklı ilişkilerde gelişen saygı ve birbirini benimseme süreçlerinden oluşan ve kendilerine norm olarak geçerlilik tanınan geneli bağlayıcı eylem modellerini içerir.”8 Görüleceği üzere ahlak, hem karakter ile hem buna bağlı olarak eylemlerimizle ilintilidir. Ahlak, bu anlamda toplumsal modellerin

8

Pieper, A., Etiğe Giriş, Ayrıntı Yayınları, Çev. Gönül Yazar& Veysel Atayman, İstanbul, 2012, s.34

20

referans alınarak kişinin eylem ve düşüncelerinin ahlaki olup olmamasını değerlendirmek;

bireyin

karakter

ve

alışkanlıklarını

bir

çerçeveye

oturtmaya çalışmak demektir. Fakat etik ise böylesi bir sorumluluğu üstlenmemektedir. Etik daha çok ahlaki eylemlere değil de ahlaka belli bir mesafe ve açıdan belirginlik kazandırmaya çalışır. Bir başka ifadeyle etik, “bir sorun alanı olan felsefenin ahlak alanı incelemesidir.”9 Bu açıdan yukarıda da belirtildiği gibi etik, üzerinde en çok durulan konu veya alanlardan birisidir. Çünkü toplumsal ve siyasal yaşamımızda ya da düşünümlerimizde mutluluk, erdem, iyi, adalet vb. kavramlara açıklık getirmektedir. Etik bu yönüyle iyi, mutlu veya adil bir yaşam olanağını yaratmasından ötürü oldukça önem arz etmektedir. Etiğin eylemlerin mahiyetine veya ahlakiliğine olan mesafesine karşın ahlak eylemleri gerçek anlamda insansal kılmaya çalışmaktadır. Ahlakın eylemleri bir düzene oturtma çabaladığını ve eylemleri değerlendirdiğini ifade ettiğimize göre söz konusu eylemlere yönelik ahlakın ne türden belirleyici olduğu da önemli bir husustur. Bu anlamda “eylemlere dair ahlaki değerlendirmeler genellikle üç kategoriye ayrılır: Ya bu davranışın

zorunlu olduğunu söyleriz, ya izin verilebilir olduğunu söyleriz ya da yasak olduğunu söyleriz.”10 Bu bakımdan ahlak, toplumda birçok farklı olay ve durumlarda ne türden eylemlerin olması gerektiği veya gerekmediğini belirlemeye çalışmaktadır. Sözgelişi aile içerisinde sevgi ve saygı göstermek gerektiğinde, bir iş ortamında dürüst olunması gerektiğinde, alış veriş yaparken veya ticarette hak yenmemesi gerektiği durumunda vs. gibi birçok bağlamda bu terim kullanılmaktadır. Tüm bu durumlarda ve daha fazlasında “ahlaklı olunması gerektiği” anlamına gelecek söylemler veya düşünceler, toplumun ve bireylerinin ahlak tasavvurunu temsil etmektedir. Dolayısıyla toplumun ahlak derken kast ettiği;

9

A.g.e. s.34 Fred Feldman, Etik Nedir?, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Çev. Ferit Burak Aydar, Eylül 2012, s.25

10

21

İnsanlar arası ilişkilerde kişilerin uymaları beklenen, yapılması ya da yapılmaması gereken davranışlardır. Başka bir deyişle belirli bir grupta genel olarak iyi ya da kötü sayılan davranışlardır. Burada ahlak, kişiler arası ilişkilerde davranışlara ilişkin geçerli çeşitli değer yargıları sistemleri olarak karşımıza çıkıyor.11

Dolayısıyla ahlakın rölatif ve temporal bir yönüyle de karşılaşmaktayız. Örneğin intihar gibi bir eylem için, farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda ve kişilerce farklı farklı ahlaki argümanlar ortaya atılabilir. Bu yönüyle ahlak –tekrar edecek olursak- zamansal ve göreceli olmaktadır. Ayrıca –bu anlamda- belirtmekte fayda var ki farklı kült ve dönemlere bağlı “ahlaklardan” da söz edebiliriz. Örneğin Hıristiyan ahlakı, İslam ahlakı, Batı ahlakı, Kürt ahlakı, 20. yüzyıl ahlakı gibi ahlaklardan da söz edilebilir. Ahlakın bir yönüyle toplumsal olduğu kadar bireysel olduğunu da bu açıdan söylenebilir. Çünkü ahlak;

(…) sadece, bireyin başka bireylerle olan ilişkilerini yöneten bir sistem olmak anlamında toplumsal değildir; böyle bir sistem, tamamen kişinin kendi ürünü olabilir; çünkü, kişinin başkalarına yönelik bazı davranış şekillerinin olması, “Kuralım, ilkin gülümsemektir” örneğinde olduğu gibi neredeyse kaçınılmazdır. Ahlak, elbette, dikkate değer bir biçimde toplumsaldır; ama aynı zamanda, büyük ölçüde, kökenleri, yaptırımları ve işlevleri bakımından da toplumsaldır.12

Durum böyleyken ahlak felsefesine düşünülmesi durumunda yapılması gereken bu çoğulluğun içerisinde temel olanı bulmak, evrensel normlar ya da Kantçı tabirle, kesin buyruklar aranmalıdır. Kant, akıl sahibi insanlar 11

12

İoanna K., Uludağ Konuşmaları, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2009, s.32-33 William K. Frankena, Etik, Çev. Azmi Aydın, Ankara, İmge Kitabevi, 2007, s. 23-24.

22

olarak bizlerin birtakım ödevlerimiz (kathekon) olduğuna inanır. Bu söz konusu ödevler kategoriktirler ve “bu ödevler, onları yerine getirmenin sonuçları her ne olursa olsun, her koşul altında geçerli olan ödevlerdir. Kant, ahlakı bir kategorik buyruklar sistemi, belli şekillerde eyleme emirlerinden meydana gelen bir sistem olarak düşünüyordu.”13 Bu arayış bizi etik alanına götürecektir. Sözgelimi “hastalara yardım etmek iyidir” dendiğinde, bu kurala etik açıdan bakılırsa sorulacak soru şudur; “hastalara yardım etmek neden iyidir?” Görüldüğü

üzere

etik

belli

bir

kültürden

veya

ırktan

hareket

etmemektedir. O, her zaman ve her yerde ne gibi şartlar veya düşünceler olursa olsun, kapsayıcı önermeler ortaya atmaktadır. Dolayısıyla ahlak normları ve önermeleri bir şekilde değişiklik gösterirken etik belirli bir durum ve zamana bağlı olmamaktadır. Bu bakımdan etik, insanlara herhangi bir durum karşısında nasıl davranması gerektiği şeklinde bir yol veya prosedür göstermeyip daha çok eylem ve tutumlarımıza yönelik “bilgiler” ortaya koymaktadır. Çünkü eylemin nerde, nasıl veya niçin yapılacağı kişinin içinde bulunduğu bağlama, kültür veya çevreye bağlı olarak gerçekleşir ve bu da temporal ve rölatif olmasından ötürü etiğin genel geçer bilgiler araması noktasında bir değer taşımamaktadır. Görüldüğü üzere etik, evrensel, genel-geçer bilgiler elde etmek için var olan bir disiplindir denilebilir. Yukarıda etiğin etimolojik kökeninden de görülebileceği üzere etik, “kişinin ahlaksal huy ya da karakterine karşılık gelen

ethos

ethos’undan,

sözcüğünden

türetilmiştir.

Bu

yani ahlaksal karakterinden

anlamda

bir

kişinin

söz edildiğinde,

bundan

anlaşılması gereken ahlaksal bakımdan o kişiyi o kişi yapan neliğidir.”14 Bu “nelik”ten ya da ethos’tan söz etmek bir bakıma ahlaktan da söz etmek demek olmaktadır. Bu anlamda etiğin kapsayıcılığının geniş olması; hem 13

Nigel Warburton, Paradigma Yayıncılık, Çev. Ahmet Cevizci, 2008, s.65 Hazırlayanlar: A. Bâki Güçlü; Erkan Uzun; Ü. Hüsrev Yolsal, sarp erk ulaş Felsefe Sözlüğü, Sanat ve Bilim Yayınları, 2002, Ankara, s.501 14

23

kendi anlamıyla bir meta-ahlak olması bakımından hem de ahlaki eylem ve argümanları da kapsamasından söz edilebilir. Başka bir deyişle etik, tanımından hareketle ahlaksal olanın felsefi bir çözümlenmesi, yani “bir sorun alanı olan felsefenin ahlak alanı incelemesidir.”15 Belki de öteden beri bu nedenden dolayıdır ki ahlak ve etik hem gündelik yaşamımızda hem de düşünce tarihinde birbirine karıştırılmaktadır. Bu karışıklılığın temel sebeplerinden biri de “eylem” kavramı noktasında ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar ahlak ve etik birbiriyle iç içe olmakla beraber farklılıkları olsa da ikisi de bir şekilde “eylemi” konu alır. Buna rağmen etik, “karakteristik bir eylem kuramı sayılamaz. Zira etiğin konusunu her türlü insan faaliyeti ve eylemi değil de öncelikle ahlakiliği vurgulayan,

yani

ahlaki

eylemler

oluşturur.”16

Ayrıca

“etik,

temellendirilmiş sonuçlara varmayı amaçlar; dolayısıyla ne ahlakileştirme ne ideolojiye dönüştürme ne de dünya görüşü ortaya koyma gibi bir amaca sahiptir.”17 Bu tanımsal argümanlardan da anlaşılacağı gibi etiğin görevi, ahlak normlarının sarsılmaz gerekçelerle temellendirmektir. Yerleşik felsefe geleneği de göz önünde bulundurulduğunda, önünde sonunda etiğin eylemlerle bir şekilde ilintili olduğu görülmektedir. Bir takım ‘en ideal’, ‘erdem’, ‘doğruluk’ gibi başlıca ahlaksal kavramlarla nitelendirilen eylemlerin kendisini değil ama eylemlere iye olan söz konusu bu kavramlar etiğin çözümlemesine, açımlanmasına tabii olmaktadır. Ahlak bu açıdan eylemlerle ilgili olup eylemlere niteleyici kavramlarla yaklaşıp bu minvalde değerler üretmekdir. Fakat etik bir üst aşamada tek tek kavramlarla ve değerlerle ilgilenip daha bütüncül, evrensel, intersubjektif çözümlemeler getirmeye çalışır. Bu öncüllerden anlaşılacağı üzere etik (ethos),

ahlaki

söylem

ve

fikirlerin

biçimlendirmelerini

ve

temellendirmelerini yapmaya çalıştığı felsefi bir etkinlik alanı olmaktadır. 15

A.g.e (Pieper), s.34 A.g.e (Pieper) s.26 17 A.g.e. (Pieper) s.27 16

24

Son olarak ahlak ile etik kavramlarının belirginliği noktasındaki kavrama sorununu biraz da somutlaştırarak özetlemekte fayda var. Etik, herhangi bir durum veya sorun karşısından ne yapmamız gerektiğini bize salık verir mi? Hangi eylemlerde bulunup bulunmayacağımız, kiminle nasıl bir ilişki sürdürmemiz konusunda bize telkinde veya tavsiyelerde bulunur mu? Temel problemlerden biri olan “etikten ne beklenmeli ya da bir beklenti olmalı mı” sorusu/sorunu asıl tartışma konularındandır. Açıkçası etik, bize ne nasihatlerde bulunur ne de eylemlerle ilgili bir rapor sunar. O sadece eylemler ve değerler konusunda bize bilgiler ortaya koyar. Çünkü eylemek ve değerlendirmek insanın kararlarına bağlıdır. Bu ister bir toplum yönlendirmeleri altında ister özgür iradesi bağlamında olsun. Ahlaklılığın sınırlarında kalan bu konularda etik, daha çok bunlarla ilgili temel sonuçlara ve bilgilere varmaya çalışır. Dolayısıyla etik ne bir dünya görüşü ne bir yaşam kılavuzluğu ne bir ideolojiler çizelgesi ne de bir nasihatler sunar. Bu bakımdan “etik, belirli durumda ne yapılacağını söylemez, aksine belirli bir durumda ya da her durumda neyi istememiz gerektiğini söyler.”18 Fakat ne yazık ki günümüzde etik, ahlak karşısında – edebi bir tarzda söyleyecek olursak- erimiş ve niteliği arka plana atılmıaktadır. Şüphesiz etik ve ahlak konusu oldukça geniş ve ayrıntılı bir konudur. Buraya kadar çok kısa bir açıklama getirilmeye çalışıldı; oysa daha fazla detaylar ve açıklamalar gerektiren bir konudur. Fakat tezimizin temel konusu olmamasından dolayı etik ve ahlak konusunu bu kadar kısa kesmek gerekmektedir.

18

Kuçuradi İ., Uludağ Konuşmaları, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 2009, s.44

25

1.1.2 Etik ve Ahlak Bağlamında “Bir Eylem Olarak İntihar” Sorunu

Bu konu başlığı altında ilkin intiharın eylemliliğinden, sonra bu eylemin etik ve ahlaki bağlamda önemine değinilecektir. Fakat bundan da önce şunu belirtmekte fayda var: İntihar ediminde bulunan kişi açısından intihar, bir davranış da olabilir bir eylem de. -En azından bu çalışmadaintiharın uygulayan kişi açısından eylem mi davranış mı olduğu noktasında kesin bir şey söylenemez. Çünkü intiharı bilinçli olarak, üzerinde düşünülerek uygulanması da olabilirken diğer yandan bir takım psikolojik rahatsızlıklardan, bazı dışsal etkilerden (uyuşturucu maddeleri gibi) de gerçekleşebilir bir durumu söz konusudur. Dolayısıyla burada ilkin eylem ve davranış (ki buna salt ‘yapıp etme’ de denilebilir) arasındaki farka değinmek gerekir. Bu ayırımı yaptıktan sonra intiharı ‘eylemsel’ yönüyle etik ve ahlak bağlamında ele alabiliriz. Diğer taraftan intiharın iki açıdan eylem olduğu iddia edilebilir. Birincisi –yukarıda da belirtildiği üzere- uygulayan kişi açısından; ikincisi, toplumsal bir olgu olarak eylemsel yönünden söz edilebilir. Bizim burada ele alacağımız husus intiharın toplumsal bir olgu olarak eylemsel yönüdür. Çünkü; intiharın uygulayan kişi açısından eylem olup olmadığı bizim açımızdan son derece muğlaktır. Bu noktada intiharın eylemselliği ya da daha doğru bir ifade ile; eylemin ne olduğu çok önemlidir. Eylem sadece insani bir olgudur, fiiliyattır. Eylemin biricik ve karakteristik

özelliği, onun diğer yapıp-etmelerden

farklı olarak iradi gerçekleşmesi, istençli yapılmasıdır. Bu açıdan da “intihar” denilen bir yapıp-etme de eylem mi değil mi bu anlamda önem arz eder. Fakat intiharın hangi bağlamda eylem sayılabileceği bizim açımızdan sorulması gereken bir sorudur. 26

İntihar, bir taraftan Camus örneğinde olduğu gibi son derece iradi bir olgu iken ki böylece eylem iken diğer taraftan ‘ne pahasına olursa olsun yaşanmalı’ ilkesini savunulması durumunda ise bir saplantı olmakta. İkinci bakış açısından da görüleceği üzere intihar bir eylem değil, bir saplantı olması ve böylece şuursuzca olmasından dolayı da davranış olmaktadır. Yine ikinci bakış açısından bakılması durumunda intiharın psikolojik bir sağlık probleminden kaynaklanmasından ötürü de bilinçli bir yapıp etme, yani eylem değil davranış olmaktadır. Tekrar edecek olursak intihar eyleminde bulunan kişinin bu edimi bizim açımızdan muğlak olmasından ve bunun için ayrıca bir çalışma gerektiğinden dolayı burada konu bu yönüyle (intihar eden açısından) detaylı bir şekilde ele alınmayacaktır. Bunun yerine toplumsal bir olgu olarak veya intiharı uygulayanın

dışındaki

insanların

anlayışı

açısından

ele

alınmaya

çalışılacaktır. “Aristoteles’e göre eylemler kasdî (düşünülüp taşınılmış, taamüdî) bir seçime dayalı olarak yapıldıklarında onlar hakkında ahlaklı ya da ahlaksız yargıları verilebilir (Eth. Niko. ı, 13b) ve bu yüzden de eylemler ‘eyleme’ bilimlerinin (epistêmê pratikai), yanî eylem yoluyla amaçlanan iyi’yi konu alan ethika’nın [ahlâk’ın (ilm-el-ahlâk)] ve ‘politika’nın [siyâset’in (ilm-elsiyâset)] alanı içerisine düşerler.”19 Dolayısıyla o kişi açısından eylemin ahlaksal ve etik çerçevesini oluşturmak yerine kişinin intihar etmesinin ancak toplum içi veya toplumsal etkisi anlamında etik ve ahlak çerçevesi çizilebilir. Çünkü toplumun bu yapıp etmeyi üzüntü ya da sevinç vs. şeklinde, ancak bir tesiri altında olduğunu baz almamız durumunda ancak söz konusu çerçeveyi çizebiliriz. Bu açıdan bir “eylem olarak intihar” söyleminden kast edilen budur.

19

Peters, Francis E., Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, Haz. Ve Çev. Hakkı Hünler, 2004, s.313

27

Ayrıca “yapıp etmeler dünyada belli etkiler ya da sonuçlar doğurmalarına karşın, bu yapıp etmelerin yapıcıları bunları tasarlayarak, bile isteye, doğacak sonuçları üstüne uzun uzadıya düşünerek”20 yapmışlarsa bu yapıp etmelere eylem dememiz gerekir. Diğer taraftan eğer bir yapıp etme, üzerinde düşünülmeden ve bir amaç olarak değil de bir araç olarak yapılmışsa bu yapıp etme ise bir davranış olmaktadır. Dolayısıyla “bir kişinin her yaptığı eylem sayılamayacağı gibi, kişinin salt bir şeyler yapıyor olması da onu eyleyen kılmamaktadır.”21 Bu hususu bir örnek üzerinden somutlaştırabiliriz. Buna göre şu dört olgu üzerinden gitmek düşüncemizi açımlamak açısından uygun olabilir: a) Yolun kenarında telefonla konuşarak “yürüyen” X kişisi b) Hemen yanındaki parkta kaşınan köpek c) Köpeğin yanındaki ağaçtan savrulan bir yaprak d) O ağacın dibinde resim çizen bir Y kişisi düşünelim. Şimdi bu dört olay veya olgunun hangisinin bir eylem olduğunu belirlemek için ilkin hangisinin “insanî” olduğunu belirlemek gerekir. Buna göre (a) ve (d) seçenekleri dışındakiler elenmektedir. Fakat henüz kalan diğer şıklar için eylem diyemeyeceğiz. Çünkü bir sonraki ölçüt ise yapıp etmenin “amaç mı araç mı” olduğu belirleniminden geçmeleri gerekir. Buna göre (a) seçeneği bunu sağlamamaktadır. Çünkü; X kişisinin “yürüme” edimini bir araç olarak kullandığını görmekteyiz. O, o anda telefondaki konuşmaya odaklanmış ve onun üzerinde düşünmektedir. Yürümesi, onu telefonda konuştuğu kişiyle buluşmak için bir araç olmaktadır; X kişisi böylelikle bizzat “yürüme”yi isteyerek, amaçlayarak yola koyulmamıştır. Bu bakımdan (a) seçeneğindeki “yürüme” edimi eylem olmamaktadır. Fakat Y kişisinin (d) seçeneğinde görüldüğü üzere “resim yapma” edimi ikinci kritere (amaç olma) uyduğundan bir eylem olmaktadır. Çünkü; Y, salt resim çizmek için resim çizmektedir. Burada 20 21

A.g.e (Hazırlayanlar: Güçlü; Uzun; Yolsal, Ulaş) s.35 A.g.e s.36

28

kendini tatmin etmek için de olsa, bir sanat nazariyesine hizmet olarak da olsa “resim çizme” ilkin bir amaç olmaktan ve sonra eylem olmaktan çıkmaz. Çünkü yine bu yapıp etme Y kişisinin tatminliği, hazzı, ideolojisi vs. ile doğrudan ilintilidir; ama en çok da ona “atfedilmiş” değil “içkindir”. Davranış dendiğinde “bir nesnenin, özellikle de canlı bir yarattığın, bir organizmanın belli bir ortamdaki hareketi, canlıların çeşitli durum ve ortamlardaki tepkileri, bireyin içinde bulunduğu doğal ya da toplumsal ortamın uyaranlarına tepki gösterme ya da yanıt verme biçimi için kullanılan genel terim”22 kast edilir. Fakat eylem ise “eyleyenin eylediği ya da yaptığıyla tanımlanmaktadır.”23 Sonuç olarak intiharın bir resim yapma gibi bir yapıp-etmenin eylem veya davranış mı olduğu noktasında tanım sınırlarını çizmek pek olanaklı değildir. Çünkü intihar eden kişi açısından intihar etmenin üzerinde düşünülmüş olup olmadığı, onun gerçekten

amaç



edindiği

belirgin

değildir.

Çünkü

bunu

öğrenebileceğimiz herhangi bir dayanak var olmamaktır. Bu açıdan intiharı ele almak çalışmamızın çok fazla dışına çıkacağından ve bunun için ayrıca bir çalışma yapılması gerektiğinden ötürü böyle bir bakış

açısından

hareketle

açımlamalarda

-şimdilik-

bulunmamak

gerekmektedir. Fakat eğer intiharda bulunan kişi açısından ahlaki bir söylem geliştirilecek olursa da bu konuya Kant’ın ahlak anlayışı çerçevesinde de bakılabilir. Buna göre Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde şöyle der: “Öyle eyle ki, her defasında senin istemenin maksimi aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin.”24 Yani her isteme, maksim tüm insanlık için bir amaç taşıyabilsin. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, insanlığı bir araç değil, bir amaç olarak görmek gerekir. Burada, Kant’ın ahlak anlayışı çerçevesinde intihar şu şekilde ele alınabilir: sözgelimi yaşamımızda 22

Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999, s.199 A.g.e (Güçlü; Uzun; Yolsal; Ulaş) s.35 24 Kant, Immanuel, Pratik Aklın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Çev. İoanna Kuçuradi, s.35 23

29

katlanamayacağımız sorunlarla bocalıyoruz ve böylesi zorlu bir hayat yaşamaktansa ölmeyi tercih ediyoruz. Bu durumda, acı ve kederden kurtulmanın yolu olarak intiharı meşru ve rasyonel bir temele oturtabilir noktasında Kant’a bakacak olursak alacağımız cevap olumsuz olacaktır. Çünkü varolma arzumuz noktasında, başka bir deyişle, kendi benliğimizin devamlılığına olan eğilimimiz öyle ama böyle yaşamımızın devamlılığını gerektirir. Dolayısıyla kendi benliğimize olan hassasiyet ve sevgimiz, ölmeyi değil yaşamın devamlılığını emreder. Eğer kendini sevmek, yaşamına düşkünlük, bir şekilde yaşama arzusunu yok etmeye delalet ederse, doğa kendisiyle, yasasıyla ve varoluşuyla çelişkiye düşecektir. O halde,

intiharın

genel

bir

yasa,

geçerli

bir

yasa

olacağı

kabul

edilememektedir. Kısacası akla içgüdü tarafından “acı ve dertten kurtulmak için intihar et” şeklinde ortaya attığı buyruk koşullu bir buyruk verdiğinden ötürü böylesi bir buyruk Kant için hiç ama hiç evrensel bir maksim ve ahlak yasası olamaz. Keza benzer şekilde ahlak yasaları bir içeriğe de sahip değillerdir de. Dolayısıyla, Kant’a göre intihar, ahlaklı bir eylem değildir. Çünkü intihar eden kişi, şahsını bir araç olarak kullanmıştır. Oysa, ahlaki emir, ancak ve ancak kesin ve genel olmalıdır. Bu kesinlik ve genelliğin meydana

gelebilmesi

için

bencilliğin

oluşturduğu

göreli

hedefleri

bırakmak, eylemlerimize mutlak bir amaç olarak bakmak gerekir. Bunun için de, yukarıda değindiğimiz insan özelliği olan “eyleme” evsafıyla ilintili olacak bir iradi veya pratik akla sahip olmamız gerekir. Kısacası intihar, kendi varlığının, nefsine kurban edilmesi olarak anlaşılabilir. Bu noktada yine Kant’a göre “yaşamını sürdürmek ödevdir, ayrıca da herkesin buna doğrudan doğruya bir eğilimi vardır. Ama bunun için de, insanların çoğunun yaşamlarına gösterdikleri çok kez endişe dolu dikkatin, yine de hiçbir iç değeri, maksimlerinin de hiçbir ahlaksal içeriği

30

yoktur.”25 Bununla birlikte, bir ölüm istenci aynı zamanda bir çatışkı meydana getirmektedir. Çünkü; “belirlenimi yaşamı geliştirmek olan aynı duyuşla yaşamın kendisini yok etmenin yasa olduğu bir doğa, kendi kendisiyle çelişir ve doğa olarak varolamaz; dolayısıyla o maksimin genel bir doğa yasası olabilmesi olanaksızdır, sonuç olarak da en üstün ödev ilkesiyle tamamen çatışıyor.”26

25 26

A.g.e, (Kant),s.32 A.g.e, (Kant), s.84

31

İKİNCİ BÖLÜM

İŞLEV, OLGU VE TANIM NEDİR?

2.1 İşlev Kavramı ve Öldürme İşlevi Bakımından İntihar

Bir işlev, …kendi kendinin kanıtlaması olamaz, çünkü işlevin imi zaten kendi kanıtlamasının temel tasarımını içerir ve kendi kendini de içeremez. Ludwig Wittgenstein

TDK’de işlev terimi için “bir nesne veya bir kimsenin gördüğü iş, iş görme yetisi, görev, fonksiyon”27 tanımı yapılmaktadır. Buna göre işlev, daha baştan bir etkinlik, iş-oluş, fiil bildirmektedir. Fakat felsefi düzlemde bir terimin neliği konusu için sözlük değerinin ötesinde bir anlam, değer ve önem aramak gerekmektedir. Buna göre işlev, salt bir nesne veya bir kimsenin edimi değil soyut kavramların da kendilerinde mevcuttur. Tabii ki bir kimsenin bir işlevde bulunması gibi değil fakat yine de kavramın düşünsel, metafizik bağlamda da olsa işlevinin varlığından söz edilebilir. Örneğin, şüphe gibi bir kavramın mümkün mertebe etkisi söz konusu olduğunda kavramın işlevi görülebilecektir. Yukarıdaki açıklamalardan çıkan sonuç o halde şu olmaktadır: İşlev, bir etkinlik bildirmektedir. Fakat bu etkinlik ne türden bir etkinlik 27

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=%C4%B0%C5%9ELEV

32

olmaktadır? Hem nesnelerin hem de soyut kavramların birer etkinlikleri var ise nesne ve soyut kavramların birbirinden ayrımı kabul edildiğinde etkinlik türlerinin de ayrımı, farklılıkları sorgulanacaktır. Buna göre bir nesnenin etkinliğinin ontolojik düzlemde gözlemlenebilirliği söz konusu iken aynı şey kavramlar için olamamaktadır. Fakat daha da önemlisi bir nesnenin etkinliği, kendisi dışında bir taşıyıcı gerektirmez iken bir kavram ise akıl, bilinç sahibi kendisinin bir taşıyıcısını gerektirecektir. Bu noktadan sonra işlevin yahut da bir şeyin bir işlevi nasıl meydana gelmektedir? sorusu kendini gösterecektir. İster bir nesnenin ister bir kavramın işlevini baz alalım, nesne veya kavramın işlevi hep kendi varlığının sınırları dışına yönelik olmaktadır. Örneğin, bir insanın taşıma işlevi ancak ve ancak dışsal, dış dünyaya bir şeye yönelik olmaktadır. Burada dış terimi önemlidir. Örneğin insan gibi –olgusal yahut ontolojik düzlemde ele aldığımızda- bir varolanın ve daha özel olarak bir nesnenin içi ve dışı ne demektir? İnsanın dışı için onun teni mi sınır olarak alınacaktır? Tabii ki burada nesne olmak bakımından insan dışından söz ederken tenin sınır olarak alınması –en azından felsefi bir bağlamda- pek açık olmayıp tatmin edici bir iddia olmamaktadır. O halde sınır nasıl belirlenmeli? Burada bir nesnenin dışından söz etmek, söz konusu nesnenin dolayımsız etkisinin bittiği noktasından sonrasını anlamak gerekir demektir. Bir örnek üzerinden somutlaştıracak olursak benim bir masayı hareket ettirmem ile kolumu hareket ettirmem arsındaki “hareket ettirme” noktasında görülebilir. Benim kolumu hareket etmem ile hareket ettirme arzum arasında bir başka araç yokken masayı hareket ettirme arzum ile masa arasına olgusal ya da başka bir şekilde bedenim aracılık etmektedir. O

halde

dışsal

ettirmemin,

olandan

etkinlikte

anlaşılması

bulunmamın

gerekmektedir. 33

gereken

sonlandığı

dolayımsız sınırın

hareket

anlaşılması

İşlevin buraya kadar söylenenlere örnek olabilecek yönü Descartes’in kuşku kavramında görülebilir. Descartes kuşkuculuğu bir yöntem olarak kullanır ve düşünümün kesintisizliğini savunup bu kesintisizliği temel alarak Ben’in ya da zihnin kendini kavradığı sonucuna ulaşır. Descartes, özgün

felsefesinde

yöntemsel

ilerleyişinde

metafiziğe

gelindiğinde

duyuların yanıltıcı olmasından ötürü insanın nihayetinde kuşkuya düşeceğini ve böylelikle bilgiler doğrulanana dek kuşkunun devam edeceğini savunmaktadır. Ancak onun bu şüpheci yönelimi veya yöntemi her şeyden kuşkulanan biri olarak değil, her şeyin doğru bilgisine varmak için kuşkuyu araç olarak gören bir filozof olmasından dolayıdır. Ne var ki bu

kuşkunun

kendinden

menkul

bir

sonu

yok

olup

bir

yerde

sonlandırılması gerekmektedir. Descartes’e göre söz konusu şüphenin, kuşkunun son bulması ancak ve ancak insanın kendi varlığının kesin bilgisine veya bilincine varmasıyla son bulur. Dolayısıyla ancak böylesi bir sonuçtan (kişinin kendi zihinsel varlığının kesinliği) hareketle kuşku son bulur ve diğer tüm bilgiler kurulabilir. Benliğin kendine yönelişinin ve farkındalığının ilk adımını oluşturan şüphe etme edimi, zihnin berisinde, altında veya öncesinde bulunmak durumunda değildir; çünkü o, zaten zihinle yapılan bir eylemdir. Dolayısıyla şüphe etmek, mümkün mertebe kendisine şüphe edilecek bir nesne gerektirdiğinden, söz konusu şüphe etme ediminin kendisi nesne olamamaktadır; çünkü, o vakit zaten şüphe etmiş olunmaktadır. İşte bu noktada Descartes’ın şüphe’ye dair bu düşüncelerinden –bu çalışma bağlamında- şu sonuç çıkarılmaktadır: bir şeyin herhangi bir işlevi,

kendisi üzerine işlemez. Sözgelimi suyun işlevlerinden ıslatma işlevi, kendisi üzerine işlemez. Bu yapı diğer soyut, metafizik kavramlar için de geçerli olabilmektedir. Örnek olarak şüphe etmekten şüphe edememek gibi; nefret etme eyleminin kendisinden nefret edilememesi gösterilebilir.

34

Daha farklı bir örnek vermek gerekirse örneğin Kant’ın şu özgün argümanını ele alabiliriz: “her olup-bitenin, hareketin veya değişimin gerçekleştiricisi olarak bir nedeni olmak zorundadır.” Bu türden bir yargının işlevi nedir ve kendisi üzerine işleyebilecek olup olmaması soruşturulabilir. Böylesi bir yargı “bilimde kullandığımız bir ilk ilkedir ve bir yargının ilk ilke sayılabilmesi için bu yargının zorunluluk taşıması gerekir. Şimdi söz konusu bu yargının epistemik kaynağının deneyim olduğunu kabul edersek, empirik deneyim ancak olası (contingent) yargılara yani doğru olan fakat yanlış olması imkansız olmayan yargılara ulaştırdığı için, bu yargının da olası bir yargı olduğunu kabul etmemiz gerekirdi.

Böyle

bir

durumda

bu

yargı

bir

ilke

olarak

değerlendirilemezdi.”28 Dolayısıyla bu yargının işlevi son tahlilde “her değişimin bir nedeni olduğunu” saptamak olduğundan ötürü saptamak işlevi kendisine uyarlanması bir fasit döngüye düşüreceğinden bu ilkin imkansız ve akabinde saçma olacaktır. Tekrar edilecek olursa işlev, neyin işlevi ise ancak ve ancak kendi dışında bir şey için uygulanabilir. Dolayısıyla insan da herhangi bir şey ise onun,

öldürmek

türünden

herhangi

bir

işlevi

de

kendisi

üzerine

işleyememektedir. Bu anlamda başka örnekler de sıralanabilir. Söz gelimi

taşımak da bir işlev olarak kabul edildiği vakit insan “kendi kendini taşıyamaz” demek gerekmektedir. Gerçekten de böylesi bir işlevin insanda mevcut olmasıyla beraber insanın bunu kendisinde uygulaması mümkün görünmemektedir. Çünkü taşımak, mümkün mertebe taşınacak olanın bulunduğu yerden alınıp bir başka yere nakledilmesini gerektirir. Dolayısıyla insanın bunu kendinde uygulaması, kendisini olduğu yerden temasını kestirmesini gerektirir ki bu fiziksel olarak mümkün değil. Bu örnekler çoğaltılabilir fakat bu çalışmanın konusu gereği salt intihar veya

öldürmek üzerinde durmak gerekmektedir. 28

Öztürk, A.Bilge, Çağdaş Mantık, Matematik ve Bilgi Felsefelerinde A Priori Gerekçelendirme Sorunu, Doktora tezi, Akdeniz Üniversitesi, Felsefe Bölümü, 2017, s.28

35

İşlev başlığı altında, buraya kadar söylenenlerden açık ki “kendi kendini öldürmek” şeklinde bir olgu mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla

intihar diyebileceğimiz bir olgunun imkansızlığı ortada ise tanımın düzeltilmesi gerekmektedir. O halde intiharın bir tanımı verilecekse bu “kendi kendini öldürtmek” olabilir. Çünkü herhangi bir şeyin, herhangi bir işlevinin kendisi üzerinde işlemesi dolayımsız olamamaktadır. Örneğin, gözlerin kendisini görebilmesi ayna gibi bir yansıtma aracı gerektirdiği için görme fiili gözler için dolayımsızca kendisi üzerine işlememektedir. Sonuç olarak öldürme işlevinin uygulayan açısından olanaklı olduğu yönünde gösterilen intihar çeşitleri –yukarıda belirtildiği üzere- Araçsallık

Durumu kategorisine girmektedir ki bu kategoride bulunan bir ölüm türü intihar olamamaktadır.

2.2 Olgu Kavramının Neliği ve İntiharın Olgusal Analizi

36

“Olgu [terimi] Türkçe tanımı itibariyle olmak fiilinden türemiş ve oluş içerisinde olan veya olması tamamlanmış gerçekliğin ifadesi olarak tezahür etmiştir. Pozitivizm ekolünün tanımladığı olgu kavramını dışarıda bırakacak olursak soyut veya somut olması fark etmeksizin zihnimizde veya dış alemde karşılığı olan, mantık ilmi açısından tutarlılık gereğince izah edilebilen, üzerinde bilgi elde edilebilen kavramlar, genelde olgu sözcüğü ile karşılanmış, kategorik açıdan tümel veya genel kavramıyla özdeşleşirken, sosyoloji veya psikoloji gibi beşeri bilimlerinin spesifik ihtimallerinde tikel kavramıyla da özdeşleşebilmiştir. Yani kesinlikle tekilleşebilen

spesifikleşebilen

bir

düzlem

değildir.”29

Bu

anlamda

spesifikleşmemesi kurgulanmayan, ne-ise-o olan ve bu yönüyle genel geçerlilik kazanan olgunun tersi ise olgu-olmayan olmakta ve bu da nihayetinde

düşünülür-olan

denilebilir.

Bir

başka

ifadeyle

olgu,

“düşünülmüş olanın karşıtı, olmuş olan, gerçek olan, gerçekleşmiş olan”30 anlamına gelmektedir. Bu başlık altında David Hume’un özgün kuramsal felsefesinden anlaşılan

olguculuk, Hume’un devamı niteliğinde Russell’ın mantıksal atomculuk ve Wittgenstein’ın yeni bir düzlemde geliştirdiği olgucu anlayışlara yer vermek faydalı olsa da ayrı bir konu olmasından dolayı sadece okuyucunun bildiği varsayılarak hatırlatılması yeterli olacaktır. Bu çalışmada bu filozofların olgu anlayışlarından farklı bir olgu terimi savunulmamaktadır fakat kısaca belirtilecek olursa olgunun, empirik düzlemde olup-bitmiş olan şeklinde anlaşılması gerekmektedir. Bu anlamda –bu konu ilerde açıklanmaya çalışılacak- intihar teriminin ve onun tanımı olarak kabul edilen “kendi kendini öldürmek” önermesi olgusal olamamaktadır. Dolayısıyla olgusal olmayan intihar teriminin nasıl kuramsal bir terim olabileceği bu bölümde açıklanmaya çalışılacaktır. Keza benzer şekilde

29 30

Doğrucan, M. Fatih, Tarihsel Uğrak Noktalarıyla Felsefeden Bilime, Kesit Yayınları, s.26 Akarsu, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara 1975, s.127

37

burada da intihar teriminin tanımı veya önermesi de bu bağlamda kuramsal olduğu açıklanmaya çalışılacaktır. İntiharın olanaksızlığına yönelik yukarıda yapılan ilk gerekçelendirme yapıldıktan sonra şimdi de Döngüsellik Durumu kategorisine giren ve “kendi

kendini

öldürmek

olanaksızdır”

argümanına

itiraz

olacağı

düşünülebilecek olan olguya/olgulara değinmek gerekmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi Döngüsellik Durumu; söz konusu intihar eyleminin, intihar edenin herhangi bir dış dünya nesnesini kullanmadan belli bir uzvu veya organıyla ölümünü gerçekleştirmesidir. Fakat bu tür bir olgunun “kendi kendini öldürmek” önermesine tekabül etmesi mümkün olmamaktadır.

İntihar edeni burada ne-ise-o olarak ele almak gerekmektedir. Başka kapsayıcı bir terim seçmek gerekirse, en genel anlamıyla intihar eden için

Şey demek uygun olabilecektir. Böyle demekle daha şimdiden okuyucuya buradaki düşüncelerin her türlü intihar eden varlıklar için bağlayıcı bir terim olması sağlanmaktadır. Buna göre, Şey’in bir öbek olduğu kabul edilmesi

durumunda

“kendi

kendini

öldürmesi”

bütünlüğünün

bozulmamasını gerektirmektedir. Şimdi burada bütünlük teriminin açığa kavuşturulması gerekmektedir.

Bütünlük, öbeğin biçim ve içeriğinin korunması olarak anlaşılması gerekmektedir. Söz gelimi eğer bir saati tamamlayan şeyler kendi aralarında farklı ise saatin parçaları olmak bakımından aynıdırlar ve saatin işleyişini ve varlığının şartıdırlar. Bu anlamda parça ne bütünün kendisi olabilir ne de bütünün yerine geçebileceği yönünde bir tümce zikredilebilir.

Burada

önemli

olan,

parçanın,

bütünün

yerine

geçemeyeceğidir; ikincisi (tümcede dilegetirilişi) aşağıda Tanım Nedir? başlığı altında ele alınacaktır. Sonuç olarak öbeğin yerine oluşturucuların

38

herhangi birinin yerleştirilmesinin yanında oluşturucunun öbeğin kendisi olması mümkün görünmemektedir. Bütüne dair bu açıklamaların doğruluğunun varsayımından hareketle artık intihar için belirtilen Döngüsellik Durumu kategorisine değinilebilir. Kolları sağlıklı birinin boğazını sıkarak kendi ölümüne sebep olması pekala mümkündür. Fakat bu durumda “kendi kendini öldürmek” şeklinde bir durumun, olgunun işareti olması düşünülememektedir. Çünkü burada böylesi bir eylemde bulunan kişi (Şey), tümcedeki tikelliği olan öbeğin (Şey’in) bütünlüğünü parçalamış olmaktadır. Bu durumda Şey’e tekabül eden ve kendi şeklinde ifade edilen tekilin çoklanması, parçalanması yapılmış olmaktadır. Şimdi “kendi(a) kendini(b) öldürmek(c)” tümcesinde eğer kabul edilirse a burada özne; b nesne ve son olarak c ise yüklem olmaktadır. Şimdi bir yandan kendi öznesine karşılık gelen kollar, diğer taraftan kendini terimine

karşılık

nesne

durumunu

tasavvur

etmek

mümkün

görünmemektedir. Çünkü burada iki tür kendi’den söz etmek ve kendi’nin hem nesne hem özne olması kendi’nin parçalanması, iki bölünmesi anlamına gelmektedir. Bu anlamda kollarıyla kendini boğmak, hapşırığını tutmak, boynunu kırmak, göğsüne sert yumruklar vurmak gibi edimler sonucunda gerçekleşen ölümler, Döngüsellik Durumu kategorisine girmektedir. İşte bu durumdaki ölümlerin “kendi kendini öldürmek” şeklinde ifade etmemiz, yukarıdaki açıklamalara göre, hatalı olmaktadır.

39

2.3 Tanım ve Bir Önerme Olarak İntihar Tanımının İncelenmesi

Felsefe tarihinde John Stuart Mill’in A System of Logic adlı kitabında belirgin bir şekilde gündeme gelen betimleme, tanımlama, tanışıklık,

adlandırma vb. kavramlar Frege, Russell ve Wittgenstein’dan sonra Saul Kripke tarafından çokça tartışılmıştır. Burada bu geleneğe bağlı kalarak veya en azından bu isimlerin düşüncelerine yer vermek yararlı olsa da ayrı ve

geniş

bir

tartışma

konusu

olduğundan

şimdilik

bu

konuya

girilmeyecektir. “Bir

şeyin,

bir

düşünce

ya

da

kavramın

özsel

özelliklerinin,

yüklemlerinin, nitelik ya da yönlerinin ifade edilmesi, betimlenmesi işlemiyle belirlenen tanımın yerine getirmek durumunda olduğu en önemli işlev, açıkça anlaşılmamış sözcükler için, açık ve seçik olarak anlamdan başka sözcüklerle ifade edilen anlamlar sunmaktır. Tanım çok anlamlılığı, anlam belirsizliğini, anlaşmazlığı ve karanlıklığı ortadan kaldırmaya yarar. Bu bağlamda tanımlar, a) sözcüklerin nasıl kullanıldığını ve b) kullanılacağını gösterme

işlevi

gören açıklamalardır.”31 Bu

türden

açıklamalar son tahlilde birer önerme olmaktadırlar. O halde bir şeyin tanımını incelemek, ona işaret eden veya onu bir şekilde temsil eden önermeyi incelemek anlamına gelmektedir.

Tanım, her ne kadar felsefe tarihi boyunca bir şekilde tartışılmış olsa da Analitik Felsefe geleneğinde ciddi tartışmalara neden olmuştur. Örneğin,

analiz isminden adını alan bu gelenekte Peter Hylton’ın Russell’dan aktardığına göre Russell şöyle demektedir: “Tanım açıktır ki ancak karmaşık düşünceler açısından olanaklıdır. Geniş olarak konuşursak,

31

Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, s.816

40

karmaşık

düşüncelerin

Anlaşılacağı

üzere

yalın

tanım,

bileşenlerine

daha

doğrusu

analizinden felsefi

tanım

oluşur.”32 sözcüğü,

düşüncelerin tek tek bileşenlerine ayrılmasıyla olanaklıdır. Hylton, Moore’dan alıntılayarak şöyle devam eder:

“Moore’un Principa Ethica’sında çok benzer düşünceler görünür; aslında sorun daha da dramatik olarak koyulur. Moore da ‘analiz’den çok ‘tanım’ sözcüğünü kullanır, ama ‘bir sözcüğün anlamını başka sözcüklerde anlatmak’ (Moore 19003: 6) ile ilgilendiğini düşünmemizi sağlamak için büyük sıkıntılara girer; bu anlamda tanım der, ‘hiçbir zaman sözlük yapımında olmanın dışında herhangi bir incelemede en son önemde olamaz’ (Moore 1903: 6).. Kendisi daha çok ‘sözcük yoluyla belirtilen nesnenin ya da kavramın gerçek doğasını betimleyen, ve bize yalnızca sözcüğün

ne

anlamda

kullanıldığını

söylemeyen

tanımlar’

ile

ilgilenmektedir (1903: 7). “33 Burada Russell ve Moore tartışmasını parça-bütün üzerinden sürdürmeyi sağlamak

gerekmektedir

faka

bu

çalışmanın

odak

noktasından

uzaklaştıracaktır. Burada önemli olan felsefi analizin veya tanımın intihar örneği üzerinde ne gibi bir etkisinin olacağıdır. Buna göre felsefi analiz için denilebilir ki “daha önce tanınmayan, ama her zaman daha şimdiden orada olanı belirtik kılmaktan oluşur.”34 Bu çalışmanın bu başlığı altında vurguyu kavramın (intihar) analizinden önermenin (kendi kendini öldürmektir) analizine götürmek amaçlanmaktadır. O halde bir intihar tanımından söz etmek, adın betimleyicisini ve olgusunu analiz etmekten geçmektedir. İntihar üzerine yapılabilecek analizin bir kısmı yukarıda yapılmaya çalışıldı; şimdi de son bir analiz veya inceleme olarak Yokluk Kategorisine giren intihar türüne bakmak 32

Anat Biletzki ve Anat Matar, A.g.e. s.55 A.g.e. s.56 34 A.g.e. s.57 33

41

gerekmektedir. Bu kategoriye giren bir intihar –ki intihar değil de ölüm demek daha olacaktır- türünün “kendi kendini öldürmek” olgusu olamayacağını şimdiden belirtmek gerekmektedir. Söz konusu kategoriye giren intihar denilen olgulara bakıldığında ölüm

orucu gibi örneklemelerle öne sürülen araçsız intiharlarla karşılaşılmakta. Yani, biri diyebilir ki “ben yemeden, içmeden veya kısaca hiçbir şey yapmadan ölümüme sebep olabiliyorum.” Bu pekala doğru ve makul karşılanabilir. Gerçekten de herhangi bir araç kullanmadan ve hatta hiçbir fiiliyatta bulunulmadan da ölüm gerçekleşebilir. Fakat dikkat edilirse besin kaynaklarının tüketilmemesi ile söz gelimi kalp organının kişi tarafından yerinden sökülüp ölünmesi arasında biçimsel olarak bir fark olmamaktadır.

Bir

başka

durum

olarak

bir

hastanın

ilaçlarını

tüketmemesi de biçim olarak bir önceki ölüm orucu örneğiyle özdeştir. Bir besin veya ilaç, mümkün mertebe canlılığımın devamını sağladığı bir gerçek ise o halde bunun yokluğu varlığımın bütünlüğünü oluşturan bir

parça olarak görülmemesine bir engel görünmemektedir. Sonuç itibariyle esasında Yokluk Kategorisi ile Döngüsellik Kategorisi birbirlerine özdeş olmaları bakımından indirgenebilirler. O halde her iki kategorinin ayrıldığı bir noktadan bahsedilebilir mi? Yokluk Kategorisinde farklılık yaratan hususa bakılacak olursa, yok olduğu veya var olmadığı savunulan şeylerin (araçların (besin, ilaç vb.)) bir olgu bağlamı olarak yokluğundan söz edebilsek de durum olarak söz edilememektedir. Wittgenstein’ın “…olguların toplamı, neyin olduğu gibi olduğunu, aynı zamanda da bütün nelerin olduğu gibi olmadığını belirler (1.12).”35 Burada anlaşılması gerekeni bir örnek üzerinde açıklamak uygun olacaktır. Bir A

kaleminin (olgunun) varlığı, onun içinde bulunduğu bağlamların öyle olmasından ileri gelmektedir. Söz gelimi kalemin masada olması, kırmızı 35

Wittgenstein, Ludwig, Tractatus Logico-Philosphicus, Çev. Oruç Aruoba, Metis Yayınları, s.15

42

olması, X kişisine ait olması vd. tüm bağlamlar, kalem olgusunu var edecektir. Bu şöyle de ifade edilebilir; “masada olan, kırmızı olan ve X kişisine ait olan kalem” denildiğinde A kaleminden bahsediyorumdur. Dolayısıyla olgunun bu bağlamlarının da var olması var-olma durumu olarak anlaşılması gerekmektedir. Reel olarak var olan A kaleminin söz konusu bağlamları bu açıdan durum olarak da vardırlar. Diğer taraftan A kaleminin bağlamı olarak yok-olma durumundan da söz edilebilir. Buna göre eğer A kalemi (olgusu) işaret edilecekse siyah olmaması, dolapta olmaması ve Y kişisine ait olmaması vb. bağlamlar da söz konusu kalem olgusunun bileşenleri olabilmektedir. Bu bakımdan bir bağlamın olmaması, onun tamamen olmadığı anlamına gelmeyip bilakis durum olarak vardır. Bu hususu daha kısa ve belirgin bir şekilde şöyle ifade edilebilir; “kalem vardır” denmesi durumunda “kalem yoktur” denmesi durumunda iki ayrı şeyden söz edilmemektedir. Her iki durumda da “kalem” denilen tek bir şeyden söz etmiş olmaktayız. O halde “kalem vardır” tümcesinde kalemin var olması, var-olma durumuyla; “kalem yoktur” tümcesinde ise yok-olma durumuyla karşılaşılmaktadır. Sonuç olarak Wittgenstein’dan hareketle36 varılan bu sonuçlardan anlaşılacağı üzere Yokluk Kategorisinde örneklenen intihar vakalarında besin veya ilaç gibi gerekliliklerin (daha doğrusu zorunlulukların) olmaması hali bir araç olabilmektedir. Son durumda ölümün (olgunun), besin, ilaç (bağlamların) gibi olguyu (ölümü) oluşturanların reelde bir varlığından söz edilemese de bir durum olarak var olduğunu görmekteyiz ki bu yine araçsız bir ölüm veya intiharın olanaksızlığına işaret olmaktadır. 36

Burada Wittgenstein’ın düşüncesinden yapılan çıkarım doğru olması halinde filozof referans olarak alınmış olacaktır. Yok eğer filzofun bu düşüncesin yaptığımız çıkarım hatalı ise, yani bu çıkarımda bulunulamaz ise o vakit filozoftan ilham alınmış oluyor. Burada okuyucu Wittgenstein hakkında yanlış bir bilgiye sahip olma ihitimaline karşın bu hususun göz önüne alınması daha iyi olacaktır.

43

2.4 İntihar Kavramı ve Tanımı Kuramsal Mıdır?

“Belli bir kimse, eğer ve ancak, bir [önermenin] anlatmak istediği önermeyi nasıl doğrulanabileceğini, yani belli koşullar altında hangi gözlermlerin, kendisini, önermeyi doğru olarak kabule ya da yanlış olarak reddetmeye götüreceğini biliyorsa, o [önerme] o kişi için olgusal bir anlam taşır.”37 Ayer’in bu iddiası bir önermenin biçimsel olarak olgusal mı ya da kuramsal mı olduğu yönünde bir kriter olarak kabul edilse de aynı zamanda anlamlı ya da anlamsız mı olduğu noktasında da bir kriter olabilmektedir. Fakat burada ilk anlamıyla, yani kuramsal bir önerme mi yoksa olgusal bir önerme mi diye “kendi kendini öldürmek” tümcesine uygulanması gerekmektedir. Burada ‘Fx koşulunu sağlayan x’ şeklindeki söz öbeğinin karşılığı olarak x’in incelenmesi o halde intihar terimi ve “kendi kendini öldürmektir” tümcesine uygulanması ile tümce ve terim için zorunlu bir sonuca varılacaktır. Çalışmanın bu noktasına kadar söylenenler göz önüne alındığında Ayer’in iddiası kabul edilmesi durumunda intiharın tanımı olarak kabul edilen “kendi

kendini

öldürmektir”

tümcesi

görülecektir

ki

kuramsallığa

kaymaktadır. Bir başka ifadeyle “kendi kendini öldürmektir” tümcesi doğa

bilimi değil metafizik bir önerme olmaktadır. Diğer taraftan doğal olarak intihar terimi de böylelikle kuramsal olmaktan kurtulamamaktadır. “Kendi kendini öldürmektir”e karşılık gelen intihar terimi de böylelikle olgusal bir terim değil kuramsal bir terim olmakta ve böylece intihar terimi de metafizik bir anlam kazanmaktan kurtulamamaktadır. 37

Ayer, A.J., Dil, Doğruluk ve Mantık, Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, Metis Yayınları, İstanbul 1988, s.13 NOT: Kareli parantezler içindeki önerme ben tarafımdan eklendi; orijinal metinde bu sözcük cümle olarak geçmektedir.

44

Bu çalışmanın bu başlığı altında yazılanları Wittgenstein’ın şu cümlesiyle sonlandırmak

mümkündür:

Üzerinde

susmalı.38

38

Wittgenstein A.g.e. , 173

45

konuşulamayan

konusunda

Sonuç ve Tartışma Tüm buraya kadar söylenenlerden anlaşılacağı üzere “kendi kendini öldürmek” türünden ne bir tümce dilegetirilebilir ne de böyle bir olgu olanaklıdır. İntiharın olanaksızlığı gerçek anlamda insanlık tarihinde keşke mümkün olsaydı fakat bütün insanların ne zaman iyi bir yaşamın, dünyanın içinde doğacakları belirsiz olsa da bu umut yitirilmemeli. “Ne olursa olsun yaşamalı” demek herkes için geçerli olmayabilir fakat kendi yaşamımızı bir takım nedenlerden dolayı sonlandırmaktansa ilkin söz konusu nedenlerin ortadan kalkması için olabildiğince çaba gösterilmeli. Çalışmanın genel seyri dikkatle incelendiğinde Analitik Felsefe tarzına uygun açıklamalar yapılma çalışıldı. İntiharın kavram ve olgusunu temel odak noktasıydı; yoksa intiharın gerçekleşme nedenleri, gerçekleşmesi öncesindeki ruhsal veya psikolojik durumları vb. konular çalışmanın odak noktasıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Dolayısıyla bu çalışmada bir realitenin (intiharın) saptanması ve sonrasında çözümlenmesi ve böylelikle betimlenmesi yapılmaya çalışıldı. Bu yüzden intiharın ne olduğundan ziyade intiharın anlaşılageldiği tanımının nasıl bir tanım olduğu ve olgusunun da nasıl bir olgu olduğu olabildiğince tezin odak noktası olarak tutuldu. Bir başka ifadeyle, intiharın minimal olarak incelenmesi çabası güdülmüştür. Buradan da anlaşılacağı üzere genelde bir hakikat özelde ise intiharın –kavramı ve olgusuyla- “ne olduğu” değil “nasıl olduğu” açıklanması yapılmaya çalışıldı. Bu da son tahlilde bir “belirtme, tanımlama” değil –analiz sonucunda ortaya çıkan- bir betimleme, gösterme çabası anlamına gelmektedir. Bu çalışmanın sonucunu şu birkaç madde halinde şöyle sıralamak mümkündür: 1.) Herhangi

bir

şeyin,

herhangi

işleyememektedir. 46

bir

işlevi

kendisi

üzerine

2.) Hiçbir ölüm intihar değildir. 3.) Hiçbir

ölümün

tanımı

kendi

kendini

öldürmektir

şeklinde

yapılamamaktadır. 4.) Saf intihar olanaklı değildir. 5.) İntihar olarak gösterilen tüm olgular Yokluk, Döngüsellik ve

Araçsallık kategorilerinden birine veya birkaçına dahil olmakta olup bu kategorilerden azade bir intihar olgusu mümkün olmamaktadır. 6.) İntihar terimi kuramsal bir terim ve kendi kendini öldürmek tümcesi de kuramsal, metafizik bir önerme olmaktadır. Bununla beraber mantıksız ve düşünülemez de olmaktadır. 7.) “Temel tümce doğruysa, olgu bağlamı vardır; temel tümce yanlışsa, olgu bağlamı yoktur (4.25)”39

39

Wittgesntein A.g.e. s.75

47

Copyright © 2024 DOKUMEN.SITE Inc.