Çocukluk Felsefesi

June 9, 2018 | Author: Mete Han Arıtürk | Category: Documents


Comments



Description

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

ÇOCUKLUK FELSEFESİ Mete Han ARITÜRK

Giriş Çocukluk felsefesi; teknoloji felsefesi, yapay zeka felsefesi, biyoloji felsefesi, film felsefesi ve benzerleri gibi yeni sayılabilecek alanlarla birlikte yakın dönemdefelsefi bir araştırma alanı olarak kabul görmeyi başarmıştır. Çocukluk felsefesi alanın kurucularından Gareth Matthews’a göre çocukluk felsefesi, çağlar boyunca çocuklara yönelik davranışlardaki değişiklikleri, çocuklukla ilgili değişen kavramları, çocuklardaki bilişsel ve ahlaki gelişimi, çocukların haklarını ve çıkarlarını, çocuk otonomisini, çocukların ahlaki durumu ve toplumdaki yerleri gibi konuları incelemektedir (Matthew 2015; Mullin, 2015). Matthews “Çocukluk Felsefesi” adlı eserini “çocuğun gelecek felsefesine bir giriş” olarak görmekte olduğunu ve bu eserinde yapmaya çalıştığı şeyin çocukluk felsefesinin neler içermesi gerektiğini gösterme çabası olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda Matthews yeterli ve savunulabilir bir çocukluk felsefesinin en azından şu beş öğeyi içermesi gerektiğini savunur: • Çocuğun ne olduğuna dair bir kavrayış, • Çocukluğun metalarının ne olduğuna dair bir kavrayış, • Çocukluğa uygun bilişsel menfaatler ve hedeflerin neler olduğuna dair bir kavrayış, • Çocukların ahlaki kapasitelerinin ne olduğuna dair bir değerlendirme • Çocukların haklarını ve sorumluluklarını, ebeveynlerin çocuklarına yönelik hakları ve sorumlulukları kadar anlayabilmemizi sağlayacak bir çerçeve (Matthews, 2006). Yakın bir döneme kadar çocukluk felsefesini, eğitim felsefesinin alt alanı olarak ele alma eğilimi hâkim olsa da günümüzde çocukluk felsefesi kapsamının da belirginleşmesiyle kendisini ayrı, özgün bir araştırma konusu ve alanı olarakkabul ettirmeye başarmıştır. Bu çalışmada yeni ortaya çıkan bu alanın çocukluğun tanımlanmasında ve anlaşılmasındaki yeri ve önemi ile birlikte diğer disiplin ve bilim dalları ile ilişkisi ortaya konulmaya çalışılacaktır. Çocukluk felsefesi yeni bir alan olarak kabul edilse de aslında çocukluğun da yetişkinlikten ayrı bir biçimde incelenmeye başlanışı insanlık tarihinde oldukça yakın dönemlere karşılık gelmektedir. Ortaçağ’da birçok düşünüre göre kayıtsız kalınan ve hatta yok sayılan çocukluk dönemi, günümüzde üzerine derin araştırmaların yapıldığı başta eğitim bilimleri ve pedagoji alanları olmak üzere sosyoloji ve bölümün üzerinde şekillendiği felsefenin önemli araştırma konuları hâline gelmiştir. 93

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Bu bağlamda çocukluk felsefesinin ne olduğunun anlaşılması için çocukluğun çağlar boyunca algılanışındaki değişikliklerin anlaşılması ve irdelenmesi büyük bir önem arz etmektedir. Bu bağlamda Phillipe Ariès’inçocukluk kavramının çağlar boyunca algılanışına ve bu anlayışın değişimine dair yazdığı temel çalışmasını incelemek büyük önem arzetmektedir. Kökenlerinde Philippe Ariès’in 1960 yılında kaleme aldığı Centuries of Childhood: A Social History of Family Life (Çocukluğun Çağları: Aile Yaşamının Sosyal Tarihi) adlı eserinde belirttiği sava göre özellikle Ortaçağ’da çocukluk tamamen yok sayılmakta ve çocuklar âdeta küçük insanlar olarak görülmekteydi. (Ariès, 1962). Ariès’in bu kanıya varmasında yaş ve gelişim üzerine yazılmış Ortaçağ kitapları, çocukların giyimi, oyunların ve uğraşların tarihi üzerine yaptığı çalışmalar etkili olmuştur. (Clarke, 2004) Ariès Ortaçağ’ın çocukluğu yok sayan yaklaşımıyla ilgili, döneme ait kıyafetlerden, edebî eserlere değin eserinde çok sayıda örnekler vermektedir. Ancak Ariès’in inceleme başlıkları arasında hem büyük önem verdiği hem de birçok tartışmanın etrafında şekillendiği başlığın resim sanatı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ariès’e göre, 12. yüzyılda Ortaçağ sanatı çocukluk kavramına sahip değildi ve çocukluğu resmetmek gibi bir çabası yoktu. Düşünüre göre böylesi bir yaklaşımın bir ihmalin, yeteneksizliğin veya yetersizliğin bir sonucu olduğuna inanmak oldukça güçtür, daha olası görünen şey Ortaçağ dünyasında çocukluğun bir yeri olmayışıdır. Ariès çalışmasında bu durumu yansıtan dönemin sanat eserlerinden örnekler vermektedir. Örneğin; İsa ile çocukları resmeden bir Otto dönemi1 minyatüründe yer alan sekiz çocuk, çocukluğa ait hiçbir emareye sahip olmaksızın, sadece daha küçük boyutta ve açık bir şekilde yetişkin erkekler olarak resmedilmiştir. Yine 11. yüzyılın sonlarına ait bir Fransız minyatüründe Aziz Nicholas tarafından hayata döndürülüşü resmedilen üç çocuk, yüz hatlarında veya karakteristik özelliklerinde yetişkinlerden bir farkları olmaksızın yine sadece yetişkinlerden küçük bir ölçekte çizilmiş hâllerinden başka bir şey değildirler. Ariès’e göre Ortaçağ ressamı çıplak bir çocuk bedeni çizdiğinde de bu beden yetişkinlerinkiyle aynı özelliklere sahiptir, buna on üçüncü yüzyıla ait bir mezmurlar kitabında2 yer alan İsmail’in doğumundan sonrasını anlatan bir çizimde bebeğin yetişkinlere ait göğüs ve karın kaslarıyla çizilmesi örnek gösterilebilir (Ariès, 1962).

919 – 1024 yılları arasında Saksonya’da (günümüz Almanya coğrafyasında kurulmuş bir devlet) hüküm sürmüş bir hanedanlık. 2 Çok sayıda resim içeren, okumayı öğrenmek için de kullanılan Yahudi veya Hristiyan kutsal kitaplarından ögeler içeren kitaplar. 1

94

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Ariès’in söz ettiği Aziz Nicholas’ın hayata döndürdüğü üç çocuğun, küçük yetişkinler olarak resmedildiği minyatür.

On üçüncü yüzyılla birlikte nadiren de olsa çocukluğun modern anlamda resmedilişine benzer resmedilişler ortaya çıkmıştır ancak Ariès’e göre bunlar istisna sayılabilecek kadar az sayıdadır ve Ortaçağ’ın son dönemlerine kadar genel kaide çocukların küçük boyutta yetişkin insanlar olarak resmedilmesidir (Ariès, 1962). Ortaçağ’ın son dönemlerinde, Rönesans’a geçişle birlikte gerçekçi çocuk resimleri görülmeye başlansa da dikkat çekici bir nokta olarak bu dönemde bir çocuğun portresine rastlamak neredeyse imkânsızdır. Ariès bunun iki sebebi olabileceğini iddia eder:

95

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

a) Çocukluk, kaydının tutulması gerekmeyen önemsiz bir evre olarak düşünülmektedir. b) Çocuk ölümlerinin günümüzden kat kat fazla olması sebebiyle, hayatın başlarında yok olan çocuk hatırlanmaya değmez (Ariès, 1962). Ariès’e göre nihayet on yedinci yüzyılla beraber çocuklar ve çocukluk sanatta kendilerine özel bir yer bulurlar. Özellikle Paul Rubens, Franz Hals, Van Dyck ve Philippe de Champaigne’ye ait çalışmalar incelendiğinde çocukların karakteristik özelliklerini ön plana çıkaran ve sadece çocuğun yer aldığı portreleri sıklıkla görmek mümkündür (Ariès, 1962). Özetle Ariès Ortaçağ’dan Yakınçağ’a, çocukların kıyafetlerinden, oynadıkları oyunlara ve özellikle sanattaki yer alışlarına göre çocuklara ve çocukluğa özgü karakteristik özelliklere farklı bir yer verilip verilmediğinin izini sürmüş ve sonucunda Ortaçağ’da çocuğa dair özel bir yaklaşımın olmadığını iddia etmiştir. Ariès bu düşüncelerini şu şekilde özetlemektedir: “Ortaçağ toplumunda çocukluk fikri yoktu; bu, çocukların ihmal edildiği, terk edildiği veya hor görüldüğü anlamına gelmez. Çocukluk düşüncesi çocuklara yönelik ilgi ve sevgi ile karıştırılmamalıdır: Bu, çocukluğun kendine özgü doğasının farkındalığına tekabül eder; bu, kendine özgü doğa çocuğu yetişkinden ve hatta genç yetişkinden ayırır. Ortaçağ toplumunda, bu farkındalık eksikti.Bu sebeple çocuk annesinin, dadısının veya beşik sallayanının sürekli ilgisi olmadan yaşayabildiği anda yetişkin topluma aitti (…) Dil, çocuk kelimesine bizim bugün verdiğimiz kısıtlı anlamı vermiyordu” (Ariès, 1962).

1333 tarihli PaoloVenaziano’ya ait “Meryem Ana Çocukla” tablosu Ariès’in tanımlamalarına uygun düşen bir örnek

96

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Çocuğa ve çocukluğa dair böylesi bir tanımlamanın yoksunluğu oyunlardan, çocukların çalıştırıldığı alanlara kadar her türden sosyal etkinliğe sirayet ediyordu. Bu sebeple Ortaçağ’da çocuklar sürekli ilgiden bağımsız yaşayabilecek çağa geldiklerinde (Ariès’e göre yaklaşık yedi yaşında) birer yetişkin olarak kabul edilmekte ve çocuklara, yetişkinler seviyesinde işler verilmekte ve bir yetişkine davranıldığı gibi davranılmaktaydı. Ariès’e göre Ortaçağ medeniyeti Antikçağ’ın paideia3 anlayışını unutmuş ve modern çağın eğitim anlayışıyla ilgili hiçbir şey bilmemekteydi (Ariès, 1962). Dolayısıyla çocuklar yine eğitim alanının da dışında konumlanmaktaydı, yine bunun da bir sonucu olarak Ortaçağ’da çocuklar yetişkinlerin çalıştığı tüm işlerde çalıştırılıp çok küçük yaşlarda savaşlarda asker olarak yer alabiliyordu (Ariès, 1962). Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere başlarında Ariès’ingeldiği bir grup düşünür modern döneme kadar şu anki çocukluk fikrinin var olmadığını ve dönemin insanları için çocukluk kavramının bir anlamı olmadığını, çocukluğun 1600’lerden günümüze uzanan süreçte icat edildiğini savunurlar. (Clarke, 2004) Yine Clarke’a göre Ariès’in fikirleri, ailenin neredeyse hiçbir duygusal içeriğe sahip olmayan pratik ihtiyaçlar ve ekonomik gereksinim üzerine inşa edilmiş bir enstitüden üyelerini, özellikle de çocukları sevgi ve ilgi ile yetiştiren bir yapıya doğru ilerlediğini savunan tezler için de bir dayanak noktasını oluşturmaktadır (Clarke, 2004). Clarke, Childhood Studies (Çocukluk Çalışmaları) adlı kitabın Children and Childhood (Çocuklar ve Çocukluk) adlı bölümünde Ariès’in savını temel olarak alan veya Ariès’in savı ile paralel bir yaklaşıma sahip olan savları derlemiştir ve bu bağlamda dört düşünürün görüşleri ön plana çıkmaktadır (Clarke, 2004).Clarke’a göre Ariès’le paralel düşünen tarihçilerden Lloyd de MauseThe History of Childhood (Çocukluğun Tarihi) adlı eserinde Ortaçağ’da çocuklara yönelik yaklaşımın onları sıklıkla ölüme veya sokağa terk etmekten ve onlara kayıtsız kalmaktan günümüzde çocuğa yönelik ilgi ve öneme doğru ilerlediğini ve dönüştüğünü savunur (Mause,1976). Yine Clarke’ın bu çerçevede dikkat çektiği diğer bir düşünür olan Edward Shorter, The Making of the Modern Family (Modern Ailenin Teşekkülü) adlı eserinde “İyi annelik modernizasyonun bir icadıdır.” (Shorter, 1976)diyecek kadar ileri gitmiş ve geleneksel toplumlarda iki yaşından küçük çocuklara, yüksek ölüm oranlarından dolayı duygusal olarak kayıtsız kalınırken yirminci yüzyılda küçük çocukların refahı ve mutluluğunun halka yönelik hitapların en önemli konuların başında gelmeye başladığını iddia etmiştir (Clarke, 2004). Shorter yine bu görüşleriyle bağlantılı olarak geleneksel aileyi mülkiyeti nesilden nesile aktarmakla sınırlı ve bireysel esenliği yok sayan bir mekanizma olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla Shorter’a göre aile duygusal bir birlikten çok üretime ve yeniden üretime dayanan bir birimdir. Pollock’a göre Shorter’ın düşünüşünde ancak 18. yüzyılın gelişi ile birlikte modern aile oluşmaya başlamış ve bu bağlamda üç alanda duygular hâkim olmaya başlamıştır: 3 Antik Yunan kültüründe paideia; kente yani “polis”e ideal bir yurttaş olarak yetiştirilmek üzere özellikle çocukların eğitilmesi, talim edilmesi ve disipline edilmesi anlamına gelmekteydi.

97

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

• Romantik aşk, materyal değerlendirmelerin önüne geçmiştir. • Çocuk ailenin en önemli değeri hâline gelmiştir. • Aile bireylerinin birbirleri ile ilişkisinde araçsal etmenlerin yerini sevgi ve ilgi almıştır (Pollock, 1996). Bu bağlamda ele alabileceğimiz diğer bir tez ise Lawrence Stone’a aittir. Stone The Family, Sexand Marriage in England 1500-1800 (İngiltere’de Aile, Cinsellik ve Evlilik 1500-1800) adlı eserinde on yedinci yüzyılın sonlarında dahi aile içindeki ilişkilerin duygusal anlamda kopuk ve duygudan uzak olduğunu ve dönemin önde gelen akımlarından birisinin temsilcileri olan Puritanların4 çocuğu günahkâr varlıklar olarak görmesinin de bunda etkili olduğu görüşündedir (Stone, 1977).5 Stone’a göre bu türden yaklaşımların yıkılmasında orta sınıfın ortaya çıkması, sanayileşme ile ortaya çıkan bireyciliğin çocuk merkezli bir görüşü yaratması ve bu görüşün orta sınıftan diğer sınıflara yayılmasının etkisi büyüktür. Clarke’a göre bu savlarda her ne kadar kronolojik anlamda ve detaylar bağlamında Ariès’ten farklılıklar bulunsa da nihayetinde tümü Ariès ile ortak bir perspektifi paylaşmaktadır ve onun görüşlerinde temellenmektedir (Clarke, 2004). 1500-1914 yılları arasındaki Batılı ailelerdeki değişimi ve bu döneme yönelik kuramları inceleyen Michael Anderson, Approachesto the History of the Western Family 1500-1914 (Batılı Aile Tarihine Yaklaşımlar 1500-1914) adlı eserinde Clarke’ın değindiği türden savların savunucularını “Sentiments School” yani “Duygular Ekolü” adı altında ele almıştır ve tümünde ortak bir temanın varlığını savunmuştur. Buna göre duygular ekolünde yer alan düşünürlere göre günümüzdeki aile yapısı duygulara, hislere ve nezakete önem vermektedir ve bu yönelim beş yüz yılı aşkın bir süredir âdeta sürekli bir ilerleme hâlindedir. Geçen beş yüz yılda aileler kitlelerin ayakta kalması, çiftçilik nezdinde üretim ve yeniden üretim ile üst sınıflara geçebilme endişesi ile kurulurken ve dışsal bir yapıya sahipken dönemimize doğru ilerlediğimizde orta sınıfın da oluşmasıyla aileler yaşam boyu şefkat, hayat arkadaşlığı gibi içsel anlamlar kazanmaya başlamıştır. Tabii olarak aile içindeki bu süreç çocuğa yönelik ilgide de benzer bir yapıyı sürdürmüştür (Anderson, 2001). Duygular ekolü olarak adlandırabileceğimiz bu ekolün fikirlerini özetlemek gerekirse, bu akıma göre modernitenin gelişi insanların çocuklarına yönelik hislerinde – çocukların önemi ve duygusal anlamda – bir değişim yaratmıştır. Bu değişim kayıtsızlıktan, nötrlüğe ve en sonunda yüksek değer vermeye doğru ilerlemiştir ve nihayetinde 20. yüzyılda çocuk ailenin merkezindeki yerini kazanmıştır ve bu yönüyle modern aile, geçmiş ailelerden tanınamayacak kadar farklılaşmıştır (Clarke, 2004). 16. ve 17. yüzyılda İngiltere Kilisesini, Roma Katolik Kilisesinin etkisinden çıkarmayı hedeflemiş ve geleneksel Protestanlardan din konusunda daha muhafazakar görüşlere sahip bir grup. 5 Bilineceği üzere Katolik inancında da çocuklar günahkâr olarak doğmaktaydı ve doğduktan sonra günahlarından arındırılması için kutsal su ile yıkanarak vaftiz edilmeleri gerekmekteydi. 4

98

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Daniel Kline da Aries ve benzeri düşünürlerin fikirlerini John Clarke’a benzer bir şekilde tanımlamaktadır: Bu düşünürlere göre Ortaçağ’da çocuklar ve çocukluğa dair bilinen pek bir şey yoktu ve çocuklar “küçük yetişkinler” olarak kabul edilmekteydi. Ebeveynleri çocukları mümkün olduğunca çabuk şekilde evden, yetişkin rollerine göndermekteydi. Böylesi bir düşünce tarzını Kline’a göre kabaca karanlık çağlardan günümüze, Batı kültürü, çocuklara yönelik barbarlıktan, daha aydın bir görüşe ve anlayışa doğru ilerlemiştir, şeklinde özetlemek mümkündür (Kline, 2008). Her ne kadar pek çok düşünür Ariès’in perspektifini paylaşsa da, Ariès’in çalışmaları aynı zamanda pek çok eleştiriyi de üzerinde toplamıştır. Barbara Hanawalt, Ronald Finucane, Sally Crawford, Michael Sheehan, Nicholas Orme, Shulamith Shahar, David Hunt, Adrian Wilson, Linda Pollock ve benzeri pek çok isim Ariès’in çalışmasını eleştirmiş ve geçmişte; toplumsal, hukuki, ailesel, teolojik ve edebî yönlerden çocuğun ve çocukluğun Ariès’in çizdiği kadar karanlık bir tablo içinde olmadığını savunmuşlardır (Kline, 2008). Aries ve benzeri düşünce yapısını sahipleniş düşünürlere karşı pekçok farklı açıdan eleştiriler getirilmiş olsa da bunlardan ikisi farklı perspektiflerden sorunu irdelemesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Bu eleştirilerden ilki Linda Pollock’un Forgotten Children: Parent-Child Relationsfrom 1500 to 1900 (Unutulmuş Çocuklar: 1500’den 1900’e Ebeveyn-Çocuk İlişkileri) adlı eserinde ortaya koyduğu sosyobiyolojik ve sosyoekonomik yönleri içeren eleştirisidir. Linda Pollock söz konusu eserinde, Aries, De Mause, Stone,Shorterve benzeri isimlerin içerisinde yer aldığı grubun aile ve çocuk hakkındaki fikirleri arasındaki benzerliğin dikkat çekici olduğunu söyler. Bu yaklaşıma göre daha önce de değindiğimiz gibi geçmiş toplumların çocuklara yaklaşımı oldukça acımasız bir yapıyı içermekteydi ve geçen çağlar boyunca çocuklara ve çocukluğa olan yaklaşım olumlu pozitif bir yönde ilerlemişti. Buna göre aileler çocuklarına karşı kayıtsızdı ve çocukluğu yetişkinlikten ayrı bir dönem olarak değerlendirmemekteydi (Pollock, 1996). Pollock bu türden tezlerde üç temel sorunun cevapsız kaldığını iddia eder: • İnsanlar doğaları gereği ve evrimsel olarak neden kendi soylarından gelen yavrularına kötü davranıp, ihmal etmiştir? • İlkel topluluklarda ve hatta primatlarda çocuklar bu şekilde ihmal edilmekte midir? • Çocuklara acımasızca davranmak onların gelişimini ters yönde etkilememekte midir? (Pollock, 1996).

99

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Pollock’a göre geçmişte ailelerin çocuklarına bilinçli olarak kayıtsız kaldığı ve kötü davrandığı ve yine onları yetişkinlerden ayrı olarak ele almadıkları fikri sosyobiyolojik açıdan anlamsız görünmektedir. Zira sosyolobiyolojik açıdan bakıldığında özellikle insanlar gibi gelişmiş türlerde hele de bu türlerin yavruları tamamen ebeveyn ilgisine muhtaç olarak doğarlarken ebeveynlerin yavrularına gerekli ilgiyi göstermemesi hem yavrularının, hem kendilerinin hem de tüm ırklarının yok olmasına yol açabilecek temel bir neden olarak görülmekteydi. Doğadaki türler içinde yavrularına yönelik böyle bir doğal yönelim görülmediği gibi insanlar için de böylesi bir yönelim olası değildi. Bu hâlde sosyobiyolojik teori açısından bakıldığında ebeveyn ve yavru arasında çatışma olması için tek kaynak bu ikisi arasında çıkar çatışması olması olarak görünmektedir ve bu hangi çağda, zamanda ve şartlar altında olursa olsun ebeveyn-çocuk ilişkisini etkileyebilmektedir (Pollock, 1996). Bir antropolog olan Colin Turnbull, kuraklığın sebep olduğu bir kıtlık döneminde Afrika’da yaşayan ırk kabilesini incelemiştir. Turnbull, kıtlıktan önce ırk kabilesinde yetişkinlerin çocuklarına ve diğer bireylere karşı kibar, cömert ve neşeli bir şekilde yaklaştığını deneyimlemişken kuraklıktan sonra artan açlık sebebiyle kabilenin üyelerinin sadece kendi kurtuluşları ile ilgilenen, acımasız bireylere dönüştüklerini gözlemlemiştir. Kuraklık öncesi altruist yani özgeci yaşamı ön plana alan kabilede kuraklık sonrasında böylesi davranışlar aptallık olarak kabul görmeye başlamıştır ve zayıfların ve yaşlıların acı çekmesi diğerleri için bir eğlence kaynağı hâline gelmiştir. Bu şartlar altında çocuklar yaklaşık üç yaşına geldiklerinde kendi hâllerine bırakılmaya başlanmış ve hatta yetişkinlerle bir çocuğu beraber görmek bile neredeyse imkânsız bir hâle gelmeye başlamıştır. Dolayısıyla kuraklaşma ile birlikte gıda bulunamamasıyla ekonomik ve bireylerin varlığını devam ettirememe kaygısı ile biyolojik sebepler ön plana geçince çocuklarına son derece iyi davranan ebeveynlerin bile davranışlarında değişiklikler gözlemlenebilmektedir (Pollock, 1996). Felsefi bir bağlamda bakıldığında örneğin; sözleşmeci filozoflar olarak adlandırabileceğimiz Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau’ya göre insanlar doğa durumunda yani sözleşmeler ile yasaların bağladığı bir devletleşme durumuna geçmeden önce, çıkarlarının çatıştığı her durumda birbirlerini yok eden, sömüren varlıklardı. Her ne kadar Rousseau için bu durum mülkiyetin ortaya çıkışı ile başlasa da yine de toplum sözleşmesi öncesi ve mülkiyet sonrası doğa durumunda bireylerin birbirini yok etmeye veya tahakküm altına almaya çalıştığı bir durum söz konusuydu (Rousseau, 2009). Özellikle Hobbes’a göre tüm insanların doğaları kendi benliklerini ve varlıklarını ayakta tutmak üzerine kurulu ve diğerleri ile çıkarları çakıştığı her durumda onları yok etmeye programlı bir yapıdadır.

100

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Bu açıdan bakıldığında insanların doğal durumlarında çıkarları çatıştığında yetişkinlerin, yetişkinlerle; yetişkinlerin, çocuklarla ve hatta çocukların, çocuklarla çatışması6 kaçınılmaz bir durumdur.7 Dolayısıyla Pollock’a göre sosyoekonomik şartlar değiştiğinde sosyobiyolojik şartların değişmemesi pek olası görünmemektedir, zira insanlar en temelde varlıklarını devam ettirmek üzere hareket eden canlılardır ve çevresel şartlar iyi olduğu sürece çocuklarına azami ilgi göstermeleri kendilerinin ve türlerinin geleceği için en uygun davranış olacakken çevresel şartlar bozulduğunda bu Ortaçağ’da veya günümüzde olsun çocuklarını adım attığı anda çalıştırmaya başlamaktan, çocukların savaşlarda yer almasına kadar çeşitlenebilecek farklı durumlara yol açacaktır ki günümüz dünyasında bu türden durumlara sıklıkla rastlamak mümkündür. Buna bir ek olarak Clarke, Pollock’un Aries ve benzeri düşünen düşünürlere yönelik eleştirilerini Children and Childhood adlı kitapta özetlemiştir. Buna göre Pollock Ortaçağ’ın veya herhangi bir dönemin çocuklarla gerçek ilişkisini anlamak için esas incelenmesi gereken kaynakların edebî eserler, çocuk terbiye kitapları, vaaz kitapları ve benzerleri değil; gerçek deneyimlere dayanan günlükler, otobiyografiler ve diğer birinci elden tanık eserler olduğunu savunur ve bunlar incelendiğinde ebeveynlerin Aries’in iddia ettiğinin aksine çocuklarının ölümünden oldukça etkilendiğini ve onlara kayıtsız kalmadığının görüleceğini savunur. Pollock’a göre aksi takdirde yapılan çalışmalar araba sürmeyi trafik kurallarını okuyarak öğrenmeye çalışmak gibidir. İnsanların deneyimleri ve yaptıkları incelendiğinde aynı şartlar altındaki bugünün aileleriyle, geçmişin aileleri arasında çok da farklılık bulunamayacaktır (Clarke, 2004).

Bu türden bir çatışmaya William Golding’in ıssız bir adaya düşen bir grup pek çoklarınca masum sayılabilecek çocukların dahi insan doğasının ve şartların bir sonucu olarak birbirlerini yok etmeye ve tahakküm altına almaya çalıştıkları Sineklerin Tanrısı adlı distopya kitabı örnek verilebilir. 7 Doğa durumu ve toplum sözleşmesi kuramları hakkında ayrıntılı bilgi almak için Thomas Hobbes’unLeviathan, John Locke’un, Yönetim Üzerine İnceleme ve Jean-Jacques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi ve İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı adlı eserlerine başvurabilirsiniz. 6

101

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

17. yüzyılla birlikte çoğalan gerçekçi çocuk portrelerine bir örnek Peter Paul Rubens’in oğlu Nikolas, 1619.

Ariès’in savına dair en büyük tartışmaların başında Ariès’in savının yol açtığı çocukluk fikrinin yeni bir icat ve “modernitenin bir eseri” olup olmadığı sorusu gelmektedir. (Clarke, 2004) Bu bağlamda Aries ve benzeri düşünürlere yönelik ikinci ve temel eleştiri; çocukluğun Ortaçağ toplumunda olmadığı ve bunun modernitenin icadı olduğu fikriyle ilişkilidir. Ariès geçmişe, günümüze ait bir düşünce yapısı ve zihniyetle bakarak Ortaçağ’da günümüze benzer bir çocukluk fikri aramaktadır. Bu türden bir düşünce geçmişten günümüze sürekli bir ilerleme hâlinde olduğumuz savını ortaya koyan lineer tarih anlayışı ile doğrudan ilişkilidir. Tarih anlayışı, özellikle modern Batı düşüncesinde, doğrusal bir ilerleme gösterme eğilimindedir. Bu anlayışa göre tarihi, A olayı olduktan sonra B olayı olacaktır veya B olayının olması A olayının B’nin öncesinde gerçekleşmesine bağlıdır şeklinde formülize etmek mümkündür. Bu görüş, modern Batı düşüncesinin neden-sonuç ilişkisine dayalı kökenlerinin de bir göstergesidir. Michel Foucault, ilerlemeci tarih anlayışının Batılı insanın kendiyle övünmesine vesile olmaktan başka bir işlevi olmayan bir araç olduğunu savunmaktadır. Foucault bu bağlamda The 102

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Orderof Things adlı eserinde; Batı medeniyetinin tarih anlayışının yalnızca kendinden önce gelen kültürler ve medeniyetlerle değil aynı zamanda kendisinin zaman açısından çağdaşı ve mekân açısından sınırdaşı olan kültürler ve medeniyetlerle olan ilişkisini değerlendirirken yaslandığı ideolojik konumunun kurumsal bir dayanağından başka bir şey olmayabileceğini savunur (Foucault, 1971). Bunun sonucu olarak Batı’nın lineer tarih bilincini sanayileşmiş, modern toplumunu geçmişe dönük olarak maddileştirip, üstünleştirmesinden başka bir şey olmadığını savunmak mümkündür. Bu açıdan bakıldığında Batı’nın çocukluğa yönelik bakışı da bu yönelimi içermektedir. Şu anda sosyoekonomik açıdan gelişmiş durumda olan ülkeleri inceleyen düşünürler, bu ülkelerin mevcut durumundaki çocuğa yönelik davranışlardan geçmişte çok daha olumsuz koşullardaki çocuğa davranışa yönelik ilerleyişlerini kültürel, sosyal ve benzeri bir ilerleme olarak görmektedirler. Oysaki Ortaçağ’a benzer koşullarda yaşayan 21. yüzyıl Orta Doğu’suna bakıldığında çocuklara yönelik benzer bir kayıtsızlık veya çocukların değersizleşmesi gibi yönleri keşfetmek olasıdır ve aynı şeyleri 2. Dünya Savaşı sırasındaki Avrupa için de söylemek pekâlâ mümkün görünmektedir. Dolayısıyla Ortaçağ’da bazı verilere dayanarak çocuğun ve çocukluğun yok sayıldığını ve bu konuda günümüze kadar sürekli bir ilerleme hâlinde olduğumuzu iddia etmek modernitenin lineer tarih anlayışının bir ürünüdür. Ariès’in özellikle Ortaçağ toplumunda çocukluk fikrinin olmadığına yönelik görüşleri burada da değindiğimiz üzere haklı olarak oldukça tepki çekse de bu görüşler tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin ilgisini çocuklukla ilgili araştırmaların ve çocukluğun tarihinin ihmal edilen yönlerine çekerek çocukluğun önemli bir uzmanlaşma alanı olmasını sağlama işlevi de görmüştür (Clarke, 2004). Çocukluk felsefesinin kurucu isimlerinden Gareth B. Matthews da Ariès’in çocukluk kavramının çağlar boyunca değişiklik gösterdiği fikrini ortaya koyarak, günümüzdeki çocukluk fikrinin önceki dönemlerden ayrılan bir yapısı olabileceği üzerine düşünmemizi sağlayan ilk isim olduğunu iddia eder. Bu sayede anlamaktayız ki çocuk kavramı tarihsel ve kültürel anlamda şartlandığımız bir kavramdır (Matthews, 2015;Mullin, 2015). Ariès’in açtığı bu tartışma sayesindedir ki Ariès Ortaçağ’da çocukların küçük insanlardan başka bir anlama sahip olmadığını savunabilirken ShulamithShahar, Ortaçağ düşünürlerinin çocukluğu iyi tanımlanmış dönemlere böldüğünü savunabilmektedir. Yine aynı şekilde Piaget, 20. yüzyılın ilk yarısında İsveçli çocukların düşünüşünde animistik yönler bulurken Margaret Mead, Pasifik’te yaşayan çocukların böyle bir yönelişi olmadığını iddia edebilmektedir (Matthews, 2015; Mullin, 2015). Matthews’a göre tarihsel boyutun dışında felsefi olarak da çocuklara ve çocukluk kavramına yönelik insanların fikirlerinde radikal bir kopuş, bir farklılaşma olduğu konusunda şüphelenmek için oldukça geçerli sebepler varlığını korumak103

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

tadır. Matthews’a göre bugün bile çocuklar hakkında çocukluğun “Aristotelesçi konsepti” olarak adlandırabileceğimiz görüş, baskın konumunu korumaktadır (Matthews, 2015; Mullin, 2015). Matthews, çocukluk felsefesinde ele almaya çalıştığı konuların hemen hepsinin Aristoteles tarafından da ele alındığını kabul etmektedir ama bir farkla, Aristoteles’in çocuklar üzerine felsefesi ne kadar tatmin edici olsa da verdiği cevaplar tıpkı onun köleliği doğal görmesi, kadınlara yönelik cinsiyetçi bir tutum içerisinde olması gibi yanlıştır. Aristoteles’in felsefesi genel anlamda her ne kadar değerli öğeler içerse de Ariès’e göre onun kadınlar, engelliler, köleler ve çocuklar üzerine görüşleri önemli tartışma konularını ortaya çıkarmanın dışında yanlıştırlar (Matthews, 2006). Matthews, Aristoteles’in dört nedeni ile insanların çocukları algılayışı arasında bir bağ kurmaktadır. Aristoteles nedensellik ile ilgili kuramlarını özellikle Fizik ve Metafizik eserlerinde tartışmaktadır. Aristoteles bir şey bilmek için o şeyin aitia’sını yani “bir şeyi o şey yapan şeyi” bilmek gerektiğini savunur. Aristoteles’e göre “Bu Nedir?” sorusu dört farklı yoldan cevaplanabilir ve bu cevapların her biri bir nedensellikle yani bir şeyi o şey yapan aitaia ile ilgilidir (Aritotle, 2006). Bu soruları ve sırasıyla karşılık geldiği nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz: • Bu neden yapılmıştır? – Maddi Neden (Causa Materialis) • Bu kimin tarafından yapılmıştır? – Etken Neden (Causa Efficiens) • Bunu olduğu gibi yapan ve başka şey yapmayan nedir? Biçimsel Neden (Causa Formalis) • Bu ne için yapılmıştır? – Ereksel Neden – (Causa Finalis) Örneğin; bir heykeli ele aldığımızda, onun maddi nedeni mermer, etken nedeni heykeltıraş, biçimsel nedeni örneğin; bir siyasetçi heykeli oluşu ve son olaraksa ereksel nedeni, yapılış nedenini yani sergilenmek için, hediye edilmek için ve benzeri nedenleri içeren nedendir. Söz konusu heykel gibi cansız bir nesne iken cevaplamanın kolay olduğu bu soru yaşayan bir şeye yöneldiğinde Matthews’in üzerinde durduğu çocukluğun Aristotelesçi kavranışı fikrini daha açık kılmaktadır. Matthews’a göre Aristoteles canlı bir organizmanın ereksel nedeninin o organizmanın yetişkinliğe ulaştığında ortaya çıktığını savunmaktadır. Yine bir organizmanın biçimsel nedeni ise o organizmanın yetişkinlikte sahip olacağı biçim ve yapı ile yani organizmayı tüm fonksiyonlarını tam olarak yerine getirebildiğinde anlaşılabileceğini savunmaktadır. Bu kavramsallaştırmaya göre bir insan çocuğu ait olduğu organizma türünün yetişkinleşmemiş, tamamlanmamış, olgunlaşmamış bir modeli, bir örneğidir. Bu olgunlaşmamış türün, olgun türe gelmek için doğal olarak bir potansiyeli vardır ve ancak bu gelişimi tamamladığında bir yetişkinin yapısına, formuna ve fonksiyonlarına sahip olacaktır (Matthews, 2015; Mullin, 2015). 104

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Matthews’a göre günümüzde birçok yetişkin genel olarak çocuklar hakkında Aristoteles’in bu kavramsallaştırması ile paralel düşüncelere sahiptirler. Bu düşünüş tarzı yetişkinlerin, çocuklara yaklaşımını doğrudan belirler ve yetişkinlerin sahip olduğu en temel yaklaşım çocukların büyüyüp normal yetişkinler olup bir yetişkinin düşünsel ve fiziksel, biyolojik ve fizyolojik bütün niteliklerine sahip olana kadar onlara korucuyu ve destekleyici bir çevre oluşturmaktır (Matthews,2015). Böylesi bir sav yine Ariès ve diğerlerinin modernist bir bakış açısıyla tarihin ilerleyişiyle insanlığın ilerlediği ve dolayısıyla insanların çocuklara ve çocukluğa yönelik algılarının ve yaklaşımlarının ilerlediği fikrine bir eleştiri niteliği de taşımaktadır zira üzerinden iki milenyumdan fazla zaman geçmesine rağmen insanların çocuklara yönelik kavrayışı felsefi anlamda Aristoteles’inkinden çok da farklılık göstermemiştir. Bununla birlikte Ortaçağ ve günümüz arasında çocukluğa yaklaşımda bu denli büyük bir uçurumun olduğunu iddia etmek veya Ortaçağ’da çocukluğun büsbütün var olmadığını söylemek ne kadar doğru değilse çağımızdaki çocukluğa ve çocuklara yönelik kazanımları yok saymak da yanlış olacaktır. Bu bağlamda günümüzün perspektifinden veya görüşlerini yakın bulduğumuz bir düşünürün perspektifinden geçmişe bakmak bir tür başlangıç için gereklilik olsa da bu girizgâh, farklı türden görüşlerin felsefi ve bilimsel bir tartımını yapmadıktan sonra perspektifçiliğe dönüşebilmektedir. Bu sebeple perspektifçilik yaklaşımından bahsetmemiz yararlı olacaktır. Perspektifçiliğe göre bilgi sahipleri gerçekliği asla doğrudan doğruya göremezler. Gerçekliğe kendi varsayımları ve yargılarıyla yaklaşırlar. Çağımızda “perspektifçilik” yaklaşımı âdeta pozitivizmin tahtını devralmıştır. Perspektifçiliğin bu denli güç kazanmasının ardında yatan şey; bilimin tarifleyicisi olması kadar açıklayıcısıda olmasıdır (Fay, 2012). Bir tarifin mümkün olabilmesinin tek yolu tarifi yapan kişinin, (örneğin; tarihçilerin) tarifte önemli olan olguları uygun bir biçimde seçmesidir. Örneğin; çocukluğun tarihi tarif edilirken; çocuklara yönelik tarihsel bir belge, günümüzden bakıldığında ölçülemeyecek annenin çocuğuna olan sevgisinden daha önemlidir bu yüzden çocukluğun tarihini yazanlar, bu kısıtlı sayıdaki belgelere takılıp kalırken günümüzün perspektifiyle geçmişi anlamlandırmaya çalıştıkları için arada büyük farklılıklar bulma eğilimindedirler. Perspektifçilik yaklaşımına göre “örgütleyici bir kavramsal sistem olmadan hiçbir entelektüel etkinlik hatta basit bir tarif bile mümkün değildir.” (Fay, 2012). Perspektifçiliğe göre; bilginin öznesi olan insanlar önceki düşünce ve kavramlarını kafalarından atamazlar, dünyaya ve gerçekliğe aracısız bakamazlar. (Fay, 2012). Dünyaya belli bir perspektifle bakmak olumsuzlanacak bir durum değildir zira dünyaya boş bir biçimde bakmak mümkün değildir. Ancak birçok insan perspektifçi bir girişten sonra, önce epistemolojik ve sonunda ontolojik göreciliğin 105

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

yolunu tutar. Bu yolu izleyenler, yalnızca farklı kavramsal sistemlerin varlığına değil bu sistemlerdeki insanların birbirleriyle iletişim kuramayacak kadar ayrı dünyalarda yaşadıklarına inanırlar, insanların ve toplumların da dünyaları tamamen karşılaştırılamaz hâle gelir. Tıpkı Ortaçağ’daki çocukluk kavramının günümüzdeki sosyoekonomik açıdan güçlü bir Batı ülkesindekiyle farklı olmasından dolayı yok sayılması gibi. Kavramsal sistemler arasındaki farklılıklara aşırı vurgu âdeta yalnızca farkların var olduğu inancına götürür (Fay, 2012). Brian Fay göreciliği; “deneyim (epistemolojik görecilik için) ya da gerçekliğin (ontolojik görecilik için) belli bir kavram sisteminin fonksiyonu olduğu öğretisi” olarak tanımlar (Fay, 2012). Epistemolojik göreciliğe göre bilişsel, etik ya da estetik inanç, iddia, deneyim ya da eylemlerin içeriği, anlamı, hakikati, doğruluğu ve de mantıklılığı ancak belli bir kavram sisteminin içinden belirlenebilir. Buna göre, bir çevreden bakılarak başka bir çevredekilerin yargılanması mümkün değildir. Epistemolojik görecilikte, karşılaştırılamazlık vurgusu son derece yoğundur. Dolayısıyla böylesi bir bakışla da Ortaçağ toplumu ve günümüz toplumunu karşılaştırmak âdeta imkânsız bir hâle gelebilmektedir. Ontolojik görecilik yaklaşımına göre ise gerçekliğin kendisi ancak bu gerçekliğin içinde yaşayanların kendi kavram sistemleri tarafından belirlenebilir. Dolayısıyla gerçeklikle olan tek ilişkimiz ona dair deneyimlerimizdir. Gerçeklik; duyum, düşünce ve sözlerimizin bize söyledikleridir (Fay, 2012). Kısaca gerçekliğin kendisiyle bizim veya içinde bulunduğumuz topluluğun gerçekliğini birbirinden ayıracak hiçbir temel yoktur. Kısaca ontolojik göreciliğin iddiası şudur: Farklı kavramsal sistemlerde yaşayan insanlar aynı dünyayı farklı düşünmek ve yaşamakla kalmaz, tamamen farklı dünyalarda yaşarlar. Brian Fay; epistemolojik göreciliğin bizi ontolojik göreciliğe götürdüğünü savunur (Fay, 2012). Fay’e göre bu türden bir görecilik, “bizi saygılı ve anlayışlı biçimlerde başkalarıyla kaynaştırmak yerine, aramızda hiçbir anlaşma zemini kurulamayacak şekilde böler.” (Fay, 2012). Dolayısıyla görecilik insanların düşünce ve duygularından bağımsız bir hakikat nosyonunu ortadan kaldırır ve post-modernist bir kaosa yol açar. Bu açıdan çocukluk kavramının serüvenini ve Aries ve benzeri düşünürlerin önceki çağlara bakışını irdelersek böylesi bir yaklaşımın bizi günümüzdeki insanların çocuklar ve çocukluk kavramları konusunda doğru bir noktada olduğunu ve geçmişten öğrenecekleri bir şey olmadığı gibi buradan sonra da hep daha ileri ve doğruya gidecekleri yanılgısını yaşamasına neden olmaktadır. Böylesi bir araştırma yürüten ve bir nevi post-modern bir açıdan çocuk incelemelerini eleştiren David Kennedy The Well of Being: Childhood, Subjectivity, AndEducation (Varlığın İyiliği: Çocukluk, Öznellik ve Eğitim) adlı eserinde, çocuğun ve çocukluğun yaklaşık yüz yıldır Batı medeniyetinin resmî bir araştırma nesnesi

106

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

hâline geldiğini söyler. Bu süreçte çocuk incelemelerinin üniversitelerde, medyada ve resmî kurumlarda enstitülize edildiğini ve özellikle üç temel disiplinin; psikoloji, sosyoloji ve pedagojinin doğuşuyla paralellik gösterdiğini savunur (Kennedy, 2006). Kennedy, bu üç disiplinin çocuğu âdeta fizik ve biyolojinin sunduğu evrensel olarak doğrulanabilir bilgilerin elde edilebileceği bir müspet ilim ve salt bilim nesnesiymiş gibi ele almakta olduğunu iddia eder (Kennedy, 2006). Böylesi bir yaklaşım ise doğal olarak çocuğu ve çocukluğu modernist, pozitivist bir bakış açısının ürünü olan kesin ve eksiksiz olarak anlaşılabilecek, formülize edilebilecek bir nesnelleştirme içine sokmaktadır. Bunun bir sonucu olarak farklı disiplinler çocukluğa yönelik anlayışımızın veya çocukları eğitmekte ve yetiştirmekte kullandığımız yöntemlerin geçmiş çağlara göre sürekli bir ilerleme içerisinde olduğu iddiasına sahip olabilmektedir. Bu, daha önce de değindiğimiz gibi bizleri geçmişin kazanımlarından koparan ve bizi geçmişten ileride olduğumuz fikrine sürükleyerek bizi yanılgıya düşüren bir sistemi getirebilir. Bu sebeple yapılması gereken öncelikle çocukları ve çocukluğu, tamamen salt bilimsel bir biçimde ele alınabilecek bir yapıda görmekten vazgeçmek ve çocukluğa dair felsefi yaklaşımı da denkleme dâhil etmektir. Bununla birlikte Matthews’in Aristoteles örneğinde değindiği gibi çocukluk kavramına ve çocuğa yönelik yaklaşımımızım bazı yönlerden binlerce yıldır değişmediğini kabul edip, bunu düzeltmeye çalışarak çocukları ve çocukların ürünlerini yetişkin olana kadar değerli ve tam olarak görmeme eğilimimizden vazgeçmeliyiz. Bu bağlamda çocukların yaptıkları resimleri de bir yetişkinin ortaya koyduğu bir sanat eseri gibi kabul etmeyi öğrendiğimiz anda Matthews’a göre çocukların düşüncelerini, yaratıcılıklarını, duyarlılıklarını ve deneyimlerini küçümseyen bakış açımızdan kurtulmuş olacağız (Matthews, 2000). Böylesi bir zihniyet değişimi de beraberinde çocuğun özgürlüğünü ve yetişkinin özgürlüğünü getirecektir.

107

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Kaynakça Anderson, M. (2001). Approaches to the History of Western Family 1500-1914. Cambridge: Cambridge University Press. Ariès, P.(1962). Centuries of Childhood: A Social History of Family Life, çev. Robert Baldick, Alfred A.New York:Knopf Publishing,. Aristotle, P. (2006). Books I and II, ed. J. L. Ackrill ve LindsayJudson, çev. William Charlton. Oxford: Oxford University Press. Clarke, J. (2004). “Children and Childhood”, Childhood Studies: An Introduction, ed. DominicWyse. Oxford: Blackwell Publishing. De Mause, L. (1976). The History of Childhood. Londra: Bellew Publishing. Fay, B. (2012). Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Foucault, M. (1971). The Order of Things: An Archeology of the Human Sciences. New York: Pantheon Books. Hobbes, T. (2012). Leviathan veya Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti, çev. Semih Lim, 10. Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Kennedy, D. (2006). TheWell of Being: Childhood, Subjectivity, and Education. Albany. New York: State University of New York Press. Kline, D. T. (2008). “Review of Classen, Albrecht, ed, Childhood in the Middle Agesandthe Renaissance: The Results of a Paradigm Shift in the History of Mentality.”H-Childhood, H-Net Reviews, Kasım, 2008, http://www.h-net.org/reviews/showrev.php?id=22822, (08.07.2015). Locke, J. (2012). Yönetim Üzerine İkinci İnceleme: Sivil Yönetimin Gerçek Kökeni, Boyutu ve Amacı Üzerine Bir Deneme, çev. Fahri Bakırcı, 2. Baskı. Ankara: Ebabil Yayınları. Matthews, Gareth B. ve Mullin, A. (2015). “The Philosophy of Childhood”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Spring 2015 Edition), ed. Edward N. Zalta, https://leibniz. stanford.edu/friends/members/view/childhood/sc/, (30.06.2015) Matthews, Gareth B. (2006).“A Philosophy of Childhood”, Monograph, ThePoynter Center fortheStudy of Ethicsand American Institutions, Bloomington.http://poynter.indiana.edu/ files/3213/4513/2627/m-matthews.pdf, (03.07.2015) Matthews, Gareth B. (2000). Çocukluk Felsefesi. İstanbul: Gendaş Kültür, İstanbul.

108

Farklı Perspektiflerden Çocukluk ve Sosyolojisi

Pollock, L. (1996). Forgotten Children: Parent-Child Relations from 1500 to 1900. Cambridge: Cambridge University Press. Rousseau, J.-J. ( 2009). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, çev. R. Nuri İleri, 10. Baskı. İstanbul: Say Yayınları, İstanbul. Rousseau, J.-J. (2009). Toplum Sözleşmesi, çev. Vedat Günyol, 5. Baskı.İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Shorter, E. (1976). The Making of the Modern Family. Londra: Fontana. Stone, L. (1977). The Family, Sex and Marriage in England 1500–1800.Londra: Weidenfeld & Nicholson.

109

Copyright © 2024 DOKUMEN.SITE Inc.